YURTSEVERLİK, MİLLİYETÇİLİK, ENTERNASYONALLİK

Son dönemlerde yurtseverlikle milliyetçiliği özdeşleştirmeye gayret gösteren, ulusalcılığı faşistliğe indirgemeye kalkışan bir çarpık anlayışla sık sık karşılaşmaktayız. Bazı sol geçinen kesimlerde yurtseverliğin dışlandığını görüyoruz. Bunlar enternasyonalizmin yurtseverliği reddettiğini iddia ediliyorlar. Önceleri bireysel olarak görünen bu düşünce şimdi bazı sol fraksiyonların ana görüşü olmuş neredeyse. Bunun temeli neye dayanıyor? Kaynağı nedir?
Marks-Engels’in mi yoksa Lenin-Stalin’in mi görüşü bu?Bu başlıkta özellikle yurtseverliği ele alacağız. Yurtsever olmayanın enternasyonalist olamayacağını, sosyalist geçinemeyeceğini ortaya koyacağız. Önce Emre Kongar’ın konuyla ilgili bir yazısına bakalım:Son günlerde Türk milliyetçiliği dalgasının yeniden yükselmesinin biri iç biri dış iki nedeni var:İç neden, Kürt milliyetçiliğinin, PKK tarafından ayrımcı bir ideoloji olarak, bölücü işlevle kullanılmasından ve teröre gerekçe yapılmasından kaynaklanıyor.Kürt milliyetçiliği, ayrımcı ve bölücü olarak kullanılınca ve terörün gerekçesi yapılınca, Türk milliyetçiliği de bundan etkileniyor ve ne yazık ki iki milliyetçilik akımı da, “faşizan” bir çizgide birbirini destekleyen bir sarmal içinde yükseliyor.Oysa her milliyetçilik ideolojisinin, kan bağına yani ırkçılığa dayalı bir biçimde, kendi ırkından olmayanları reddeden “faşizan” çizgilerde gelişmesi bir zorunluluk değil…………….

Peki bu “faşizan milliyetçilik” saldırıları karşısından Türk milliyetçiliği aynı “faşizan milliyetçilik” tuzağına düşmemek için ne yapmalı?

Sanıyorum burada devreye sokmamız gereken kavram, “yurtseverlik”.

Vatan ve millet sevgisini, kan ve ırk ilişkisine bağlamadan, başka ırkları, milletleri aşağılamadan ve kendisininkini yüceltmeden, üzerinde yaşanan toprakları sevmenin, korumanın ve yüceltmenin adı “yurtseverlik”.

Türkiye, kendisine yönelik “faşizan milliyetçi” saldırılara karşı en güzel ve en etkin yanıtı, bütün öteki millet, ırk ve devletlerle ilişkilerinde, eşitlik ve adalet esasına dayalı bir yurtseverce davranış içinde verebilir.

Yurtseverlik, kan ve ırk bağını değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarlarını ön plana alır.

Yurtseverlik, insanlarımızı Türk, Kürt, Rum, Ermeni olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak görür ve aralarında ayrım yapmaz.

Yurtseverlik, Amerika’ya ve AB’ye, Türk düşmanı ya da dostu olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarları bağlamında, eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde bakar.

Sanıyorum, Mustafa Kemal Atatürk’ün, kurduğu Cumhuriyet’in temeline koyduğu ünlü ilkesi “Yurtta sulh cihanda sulh”, tam bu bunalım dönemi için söylenmiş bir özdeyiştir.

Prof. Dr. Emre Kongar

Makalenin tamamı için:

http://www.kongar.org/aydinlanma/200…rtseverlik.php

Milliyetçilik, yurtseverliğe ve ulusalcılığa indirgenemez.
Çok daha geniş muhteviyatlı ve çeşitleri olan bir akımdır ki ırkçılığa kadar uzananı vardır.
Başlık yazımda çeşitleri vardı ama aşağıdaki linkte daha ayrıntılı açıklama bulabilirsiniz:

Bugün yurtseverlik, ulusalcılık ve milliyetçilik gibi birbirinden farklı anlamlara ve oyluma sahip akımlar liberaller tarafından hem bir kavram hem de bir politik tutum olarak bir ve aynı anlamda ele alınmakta, kasıtlı olarak karıştırılmaktadır. Bu durum basit şekilde, örneğin “cehaletle” açıklanamayacak bir politik tutuma işaret etmektedir. Gerçekten böyle bir niyetin olmadığı bir yerde bu kavramları bir ve aynı anlamda kullanmak, böylesine kaba bir totoloji yapmak mümkün değildir. Durum öyle bir hal aldı ki, emperyalizme karşı olmak bu çevreler tarafından adeta “ayıp” sayılmaktadır. Dahası, yurtseverlik, milliyetçilikle eşitlenerek neredeyse yabancı düşmanlığı ile aynı kategoride değerlendirilmektedir.

Nedeni bellidir. Bu yaklaşımın küreselleşmeci, serbest piyasacı, cemaatçi, post-modernist ve nihayet sinsi bir sağcı ideolojik saldırı olduğu açıktır. Türkiye solu bu tavra yabancı değildir aslında. Gerici ve faşist çevreler dâhil, geleneksel Türk sağı, bu ülkede her zaman anti-emperyalist olmayı “suç” saydı.

Yurtseverliği ve ulusalcılığı bir kenara koysak bile, Türkiye’nin modern tarihinde bir ideolojik akım ve bir siyasal hareket olarak milliyetçiliğin izi sürüldüğünde, bir birinden hayli farklı “milliyetçiliklerle” karşılaşılır. Bu farklı milliyetçilik anlayışlarının hem bir biriyle örtüşen alanları hem de bir birinden uzaklaşan uçları vardır.

Şimdi öncelikle bu farklı milliyetçilik ekollerine güncellikle ilişkilendirerek biraz daha yakından bakalım, sonra da yurtseverlik ve görece yeni bir kavram olan ulusalcılığı değerlendirerek bu kavramlar arasındaki ilişkiyi sorgulayalım.

Batıcı Milliyetçilik:

Devamı için:

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/11012.html

Bir yurtsever örneği verelim uzak bir diyardan, Küba’dan:

Vatan için duyulan sevgi,
Toprak ana için duyulan ya da çiğnediğimiz çimenlere karşı
Beslenilen gülünç sevgi değil
Onu ezenlere karşı beslenilen yenilmez nefret
Ona saldırana karşı beslenilen tükenmez hınçtır…
Jose Marti

Küba’nın İspanya’ya karşı verdiği bağımsızlık savaşının sembolü olan Jose Marti yurtsever bir aydındı.
28 Ocak 1853’te Havana’da doğan Jose Marti’nin babası İspanyol, annesi ise Kanarya Adaları’ndandı;16 yaşında “Özgür Vatan” adlı bir gazete çıkardı. İspanya’ya karşı bağımsızlık savaşımı verenlerden olduğu için 17 yaşında tutuklandı ve 6 aylık kürek cezasından sonra İspanya’da Madrid’e sürüldü. Madrid’te Zaragosa üniversitelerinde hukuk, felsefe ve filoloji eğitimi gördü. 1874’te Latin Amerika ülkelerini dolaştı.Yaşamının büyük bölümünü sürgünde geçirdi.1878’de Kübalı toprak sahiplerinin İspanyollarla anlaşması nedeniyle sona eren savaş ve çıkan af ile ülkesine geri döndü. 1878’de evlendi, bir oğlu ve bir kızı oldu. 1880’de Kuzey Amerika’ya geçti, göçmen olarak yaşadı.Yıllarca şiirler, kitaplar ve gazete makaleleri yazdı. Aynı zamanda siyasi eylemlerini de sürdürdü. Gizli siyasal faaliyetinden dolayı iki kez yine tutuklandı.
Daha sonra New York’a yerleşti. Buradan Buenos Aires’ de çıkan La Nicion adlı gazetede ona ayrılan köşedeki yazılarından dolayı ünü bütün Latin Amerika’ya yayıldı.
1892’de Partido Revolucionario Cubano (Küba Devrimci Partisi) kuruldu ve Marti, PRC’ nin temsilciliğine seçildi; aynı zamanda Patria (Vatan) adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. 1895’de Küba halkını bağımsızlık savaşına çağıran ve Partinin manifestosu niteliğinde olan Monte
Kristo Bildirisi’ni kaleme aldı.

Marti’nin, edebiyat ve siyaset arasındaki ilişkiye getirdiği düşünce; yazmak, konuşmak, “yaratma”nın bir biçimidir; ama değişik bir biçimidir; değişik bir “yaratma”dır, eyleme katılmanın paralel bir biçimidir. Ama bu düşünce toplumsal-gerçekçiliği yadsıyan bir akım olmuştur. 1895’de Kübalı yurtseverler bir kez daha İspanya’ya karşı savaş hazırlıklarına başlamıştı. Marti Küba’ya döndü ve 1 ay sonra 19 Mayıs 1895’te arkadaşlarıyla birlikte küçük çaplı bir çatışmaya girdi ve çatışmada İspanyol askerleri tarafından öldürüldü.
Jose Marti yaşamını, Küba’da İspanyol sömürge yönetiminin sona erdirilmesi ve Küba’nın ABD dahil başka ülkelerin egemenliği altına girmemesi için savaşıma feda etmiş, genç yaşta hayata veda etmişti.

Ne için?
Yurtsever olduğu için, ülkesinin bağımsız, halkının özgür olması için.
Kim onun devrimci olmadığını, yurtsever olduğu için enternasyonalist olamayacağını iddia edebilir?

Yurtseverliği reddeden, vatan kavramını inkar eden sözüm ona bazı sosyalist örgütler Marks ve Engels’in Komünist Manifesto’daki sözlerini kanıt olarak gösterirler:

Komünist manifesto’dan:

“Komünistler, ayrıca vatan ve milliyeti kaldırmak istemekle de suçlanıyorlar.

İşçilerin vatanı yoktur. Onlardan sahip olamadıkları şeyi alamayız. Proleterya her şeyden evvel siyasal gücü ele geçirmek, ulusun önder sınıfı haline gelmek, bizzat ulusu oluşturmak zorunda olduguna göre, kendisi bu ölçüde ulusaldır, ama sözcügün burjuva anlamında degil.”

Marks ve Engels’in manifestoda yazdığı bu sözler dayanak gösterilerek yurtseverlik reddedilir.
Halbuki hiçbir sosyalist önder manifestodan yurtseverliğin reddi anlamı çıkarmamış ve pratikte de böyle davranmamıştır.

Komünizm; devletlerin, sınırların, ayrı ayrı vatanların olmadığı bir sistem olduğu için burjuvazi, komünistlerin vatanları ortadan kaldıracağı suçlamasında bulunmaktadır. Marks-Engels buna işaret eder:
“Komünistler, ayrıca vatan ve milliyeti kaldırmak istemekle de suçlanıyorlar.”

Hedeflenen sistemin yani komünizmin ortak bir dünya vatanı olması dolayısıyla, işçilerin burjuvazinin tanımladığı anlamda değişmez bir vatanının olamayacağını ifade ediyor. Öyle bir sistemin bir ütopya olduğu düşüncemizi bir kenara koyup gerçekleşebileceğini kabul etsek bile; bu demek değildir ki o sistem oluşana dek vatansız olunacak. Hayır, işçiler ve halk devrimi enternasyonalliği de kapsayan ulusal bir anlayışla gerçekleştirecekler ve yurtlarını, uluslarını bu ulusal anlayışla emperyalizme karşı savunacaklardır.

Dünya halkları arasındaki ulusal karşıtlıkların ve farklılıkların hergün biraz daha yokolduğunu söylüyor. Yani, düşmanlığa varan milliyetçi anlayışın azaldığını, enternasyonalliğin, halklar arasındaki dayanışmanın yükseldiğini belirtiyor.

Pratikte de bu anlayış ile hareket edilmiştir. Rusya’da, Çin’de, Küba’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da, Kuzey Kore’de, bütün sosyalist ülkelerde yurtsever ve ulusalcı duygularla hareket edilmiş, ama kalplerinin yarısı da dünyanın diğer emekçileri için atmıştır.

Fakat 90’lı yıllardan sonra özellikle Türkiye’de yurtseverlik karşıtı söylemlerin arttığı, antiemperyalist mücadelenin önemsenmediği görülmektedir.
90’dan önce hiç ortaya atılmayan yurtseverlik ve ulusalcılık eleştirileri yapılmakta, emperyalizme karşı müttefik olunması gereken yurtseverler ve ulusalcılar düşman gibi nitelenmektedir.

Bunun kaynağı nedir?
Marks-Engels mi, Lenin mi, Stalin mi, Mao mu, Mahir’ler, Deniz’ler mi, Nazım mı?
Yoksa liberallerin ve Kürt şovenizminin etkisi mi?

Marks-Engels’in yukarıda açıkladığımız Komünist manifestos’undaki ifadeler dışında başka hiçbir referans bulamazlar. Ne Lenin’den, ne Stalin’den, ne de Mao, Castro, Che’den. Adlarını sahiplendikleri Deniz’ler, Mahir’ler de tam tersini söylemiş, yurtsever olduklarını ısrarla belirtmişlerdir.
Öyleyse kaynak bellidir. Kendilerine liberal sol diyen günümüzün İtilafçı Ali kemal’cileri ile, Kürt şovenliğini ukkth (ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı) diye yutturmaya çalışanlardır.
Bunlar Türklere dönüp: “İşçilerin, sosyalistlerin vatanı yoktur. Yurtseverlik milliyetçiliktir, sosyalistlere yakışmaz.” der. Ama Kürtlere “Siz Kürtsünüz. Burası sizin vatanınız. Türkler gelmeden önce buraların sahibi sizdiniz. Vatanınıza, kimliğinize sahip çıkın” diye kışkırtarak düşmanlığı ve ayrılıkçılığı körüklerler.

Ne Lenin, ne Stalin, ne Mao, ne Fidel, ne Che, ne Deniz’ler ne de Mahir’ler yurtseverliği reddetmemiş, ulusalcılığı dışlamamış ve burjuva milliyetçiliğiyle özdeşleştirmemiştir. Bu saydıklarımın tümü ve bunları rehber edinmiş olanlar yurtseverliği ön planda tutmuş, yurtsever olmayanın devrimci olamayacağını savunmuşlardır.

Önce Özdemir İnce’nin bu konudaki köşe yazısına göz atalım;
Sonra Lenin’den milli gurur örneği vereceğim.

Solculuk, kuramsal olarak evrenseldir (enternasyonalisttir), her türlü milliyetçiliği dışlar ama kesinlikle herkesten daha çok yurtsever olmayı gerektirir. Solculuğun ilk koşulu yurtsever olmak, yurt çıkarlarını savunmaktır. İkincisi: Türk solcusu Cumhuriyetçi olmak zorundadır. Türk solcusu cumhuriyet ile demokrasi arasında tercih yap(a)maz. Çünkü Türk solcusunun cumhuriyetçiliği demokratlığı da içerir. Cumhuriyetçi olmayan demokratlık her an yolundan çıkar, yozlaşır. Cumhuriyet hem biçimdir hem de içeriktir. Demokrasi o biçimin içine girer.
Avrupa’da demokrasi sözcüğü en çok Türkiye’de kullanılır, bu yüzden laçka olmuştur.

…….

Avrupa solu neden Türkiye’yi istemiyor; solcu olmadığı için mi?
Ulusal çıkarlarını düşündükleri için mi?
Ulusal çıkarları savunmanın anlamı ve tanımı nedir?
Bu soruların cevaplarını araştırdığımızda Türk solunun da (Avrupa solu gibi) hem enternasyonalist hem de ulusal olmak zorunda olduğu karşılığına ulaşırız.

Yazının tamamı için:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/gost…586&yazarid=72

Şimdi Nazım Hikmet’in Şeyh bedrettin destanı’nın sonunda yer verdiği Lenin’in ulusalcı-yurtsever görüşlerini görelim:

“Biz şuurlu Rus proleterleri millî şuur duygusuna yabancı mıyız? Elbette hayır! Biz dilimizi ve yurdumuzu severiz, onun emekçi kütlelerini (yani nüfusunun 9/10’unu) şuurlu bir demokrat ve sosyalist yaşayışına yükseltebilmek için herkesten çok çalışan biziz. Çar cellâtlarının, asılzadelerin ve kapitalistlerin bizim güzel yurdumuzu nasıl ezdiklerini, onu nasıl sefil kıldıklarını görmek herkesten çok bize ıstırap verir. Ve bu zulümlere bizim muhitimizde, Rusların muhitinde de karşı konulmuş olması; bu muhitin Radişçev’i, Dekabristleri, 70 senelerinin inkilâpçılarını ortaya çıkarmış bulunması; Rus amelesinin 1905 senesinde muazzam bir kitle fırkası yaratması; aynı zamanda Rus mujiğinin demokratlaşarak büyük toprak sahiplerini ve papazları defetmeğe başlaması bizim göğsümüzü kabartır…”

“… Biz millî gurur duygusuyla meşbuuz. Çünkü Rus milleti de inkikâpçı bir sınıf yaratabildi. Rus milleti, de beşeriyete yalnız büyük katliâmların, sıra sıra darağaçlarının, sürgünlerin, büyük açlıkların, çarlara, pomeşçiklere, kapitalistlere zilletle boyun eğişlerinin nümunelerini göstermekle kalmadı; hürriyet ve sosyalizm uğrunda büyük kavgalara girişebilmek istidadında olduğunu da ispat etti.”

«Biz millî gurur duygusuyla meşbuuz ve bilhassa bundan dolayı kendi esir mazimizden nefret ediyoruz. Bizim esir mazimizde pomeşçiklerle asilzadeler Macaristan’ın, Lehistan’ın, İran’ın, Çin’in hürriyetini boğmak için mujikleri muharebeye sürüklemişlerdi. Biz millî gurur duygusuyla meşbuuz ve bilhassa bundan dolayı bugünkü esir halimizden; aynı pomeşçiklerin kapitalistlerle uyuşarak Lehistan ve Ukranya’yı ezmek, İran’da ve Çin’deki demokratik hareketi boğmak, millî haysiyetimizi berbat eden Romanof’lar, Bogrinski’ler, Purişkeviç’ler çetesini kuvvetlendirmek için bizi harbe sürüklemek istemelerinden nefret ediyoruz. Hiç kimse esir doğmuş olduğundan dolayı kabahatli değildir. Fakat esaretini haklı bulan, onu yaldızlayan (meselâ Lehistan’ın, Ukranya’nın v.s.’nin ezilmesine Rusların «vatan müdafaası» adını veren) esir, yeryüzünün en aşağılık mahlûkudur.»
Lenin, Sosyal demokrat, 35 / 1914

Nazım Hikmet’in kendi sesinden “Milli bağımsızlık ve yurtseverlik”:

Ve çok bilinen “Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala” şiirinin haricinde pek bilinmeyen bir vatan şiiri daha var:

BU VATANA NASIL KIYDILAR

İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : «Buyur…» dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

NAZIM HİKMET

Serdar Kaangil


About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Politika içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1 Responses to YURTSEVERLİK, MİLLİYETÇİLİK, ENTERNASYONALLİK

  1. Davud dedi ki:

    pante yeni blogun hayırlı ugurlu olsun ,burdada basarılar diliyorum ,ayrıca bloga ilk yorum yapma serefinede ben kavusmus olmus oluyorum böylece öncekinde olduğu gibi burasıda favorilerimde yerini alıyor

Yorum bırakın