MUHAMMED’DEN ÖNCE

BİLİM ve FELSEFEDEN DERLEMELER

Mucize uydurma uzmanları, birçok konunun ilk kez Kur’anda yazıldığını, ondan önce hiç bilinmediğini iddia ederler. Yağmuru, rüzgarı, arıyı, böceği dahi Kur’an’a malederler. Bu başlıkta Antik çağ filozof ve bilim adamlarının derlemelerine yer vereceğiz. İlki Galileo’nun Buyruğu kitabından:

LUCRETİUS- Atomların Kalıcılığı ve Evrenin Yapısı

Titus Lucretius Carus (MÖ yaklaşık 94-50) kendisinden 250 yıl önce yaşamış olan Yunanlı filozof Epikuros’un atom kuramını açıklayan lirik bir şiir yazmıştır. (MÖ yaklaşık 60) Bu olağanüstü bir başarıydı. Bilim konusunda bir akıl yürütme ilk defa şiir dizelerinde bu denli mükemmel ortaya konuyordu. Atomlardan oluşan bir dünya görüşü pek değişmeden 1900’lere kadar yerini korudu. Bütün maddelerin bölünemeyen en küçük parçacıklardan oluştuğunu savunan bu görüş Einstein öncesinin temel maddeci görüşüydü.Aşağıdaki şiirde Lucretius, klasik fiziğin temel öğretisi olan, maddenin yoktan yaratılamayacağı ve yok edilemeyeceği iddiasını dile getirmektedir. Lucretius’un bu denli ustalıkla ifade ettiği öğreti o devirden bu yana değişim geçirerek şu şekli almıştır: Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebildiği halde, varolan toplam madde ve enerji ne arttırılabilir ne de azaltılabilir.

Birinci ilkemiz şu olacak konuya girerken:
Hiçten hiçbir şey yaratılamaz tanrısal güçle
Ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları
Yerde ve gökte tanık oldukları olaylara
Gözle görülür bir neden bulamamalarındandır
Kolaydır tanrının istemiyle açıklamak bunları
Hiçten bir şey yaratılamayacağını kavrayınca
Daha açık seçik göreceğiz önümüzdeki yolu
Nasıl oluştuğunu ve var olduğunu
Bir kere yoktan yaratılsaydı varlıklar,
Her tür, her kaynaktan doğardı; tohum olmazdı
İnsan denizden çıkardı, pullu balık topraktan
Ve kuşlar gökten türerlerdi durup dururken.
Sürüler, kuytularda üreyen yabanıl hayvanlar,
Ekili ya da çorak toprakları doldururlardı.
Aynı ağaçlarda bitmezdi hep aynı yemişler,
Elbet değişirlerdi, her ağaç her yemişi verirdi.
Kendine özgü doğurgan gövdelerden oluşmasaydı
Neden hep varlık doğsundu aynı tür anadan?
İmdi, her varlık özel tohumundan oluştuğundan
Ancak uygun dokunun, uygun atomların bulunduğu
Yerden doğar güneş-ışıklı dünyaya.
Bu yüzden her şey rasgele doğamaz her şeyden,
Özel gücü özündedir doğumunu hazırlayan.

Neden baharda açar gül,ekin olgunlaşır yazın?
Ve üzüm neden büyüsüne kapılır güzün?
Özel tohumları elverişli anda toparlanmayınca
Ortaya çıkıp, varlıklar gelişmeseydi,
Dirim başlayan toprak en uygun mevsimde,
Onları korunmasız sürer miydi ışıklı dünyaya?
Hiçlikten doğsalardı, zaman gözetmeden
Olmadık aylarda ürerlerdi elbet, ansızın;
Mevsimlerin hışmıyla doğurgan bileşimleri önlenen
İlksel gövdeleri olmadığından.

Dahası, serpilmeleri de belli bir süreyle
Belirlenemezdi, tohumun birikimi için gereken.
Bebekler birdenbire büyüyüverir,
Ağaçlar dilenildiğinde bitiverirdi topraktan.
Ama öyle değil doğanın yasası biliyoruz.
Doğada usul usul gelişir varlık,
Kendine özgü yapıyı taşıyarak tohumundan,
Kendine özgü maddesiyle çoğalır ve beslenir,
Dahası da var: çıkagelmezse mevsim sağanakları,
Veremez yüzgüldürenekini toprak
Besinsiz kalınca da üreyemez hayvanlar
Ve sürdüremezler dirimlerini.
Atomları yadsıyan kuramın tersine,
Ortaktır çoğu öğeler varlıkların genelinde,
Tıpkı ayrı sözcüklerdeki harfler gibi.

Düşünelim: Neden öylesine kocaman yaratmamış doğa
Ki yürüyerek geçememiş insanlar okyanusu?
Elleriyle devirememişler dağları,
Ve sürdürememişler yaşamlarını kuşaklar boyu?
Çünkü varlık, doğumu için özel doku ister
Kendi yapısının niteliğini belirleyen,
Demek ki hiçbirşey oluşamaz hiçlikten,
Çünkü her varlık, dayanıksız havaya çıkmadan,
Kendi özel tohumundan döllenmelidir.

Son olarak görüyoruz ki işlenmemişten
Daha yetkindir işlenmiş topraklar ve
Emeğin değdiği yer, tatlı yemişlerden geçilmez.
Çünkü öyle tohumlar gizlidir ki toprakta
-sabanla alt üst ettiğimizde-
uyarırız verimliliklerini onların. Yoksa
çabamıza gereksinmeden ulaşırlardı yetkinliğe.

İkinci ilke: kurucu atomlarına ayırır bileşikleri doğa
Ve hiçbir şeyi indirgemez hiçliğe.
Öğeler yok edilir nitelikte olsalardı
Yitip giderdi nesneler de birdenbire;
Bağlantıları koparmak ayırmak için parçaları
Güç harcamaya bile gerek kalmazdı. Ne ki,
Yok edilmez tohumlardan elde edildiğinden her şey,
Hiç birinin yitmesine göz yummaz doğa;
Çatlaklardan içeri sızıp çözüştüren
Ya da bir vuruşta yıkan bir güç olmadıkça.

Öz dokuları tükenen varlıklar, yeryüzünden
Silinebilseydi hepten, hangi kaynaktan türetirdi
Venüs, bunca çeşit canlıyı?
Nasıl
Sürerdi yaşam ışığına? Kendisine döndüklerinde
Nasıl bulurdu her keresinde toprak, türlerinin
Gelişmesi için gereken besinleri?
Nereden tazelenirdi deniz, ona kavuşan ırmak?
Esir nereden beslerdi yıldızları?
Zamanın uzun dilimi, karanlık geçmiş, elbet
Tüketebilirdi ölümlü gövdeleri, oysa
Sonsuz geçmişte, evreni durmaksızın yenileyen
Gövdeler süregelmişse, demek ölümsüzdür onlar;
Hiçbir varlık hiçliğe indirgenemez o zaman.

THALES – Evrendeki sudan Kuyudaki suya

Thales, MÖ 624 ila 545 yılları arasında yaşamıştır. Muhammed hazretlerinin Allah’ın kelamı diye yazdığı kitapta, Nisa/ 11-12 ayetlerinde bildirdiği miras paylaşımındaki basit oran hesabında yaptığı hata, daha sonra halife Ömer’in avliye-reddiye yöntemiyle düzeltilmişken; Thales, Muhammed hazretlerinden 1200 yıl önce Matematik alanında çığırlar açmış birisidir.

Sokrates öncesi dönemde yaşamış olan Anadolu’lu bir filozoftur. İlk filozof olduğu için Felsefenin ve bilimin öncüsü olarak adlandırılır. Eski Yunan’ın Yedi Bilgelerinin ilkidir. Elimize ulaşmış hiçbir metni yoktur. Yaşadığı döneme ait kaynaklarda da adına rastlanamaz ancak hakkındaki bilgiler Herodot ve Diogenes Laertios gibi antik yazarlardan edinilir. Bertrand Russell’e göre Felsefe Thales’le başlamıştır.

Eski dinler dünyayı sürü sürü tanrılar ve gizli güçlerle dolu bir yer haline sokmuşlardı. Thales, buna duyduğu tepki sonucu, yalın bir açıklama biçimi aradı. Böylece birci öğretisini kurdu. Bunun sayesinde evrenin tümünü hem ilk, hem evrensel, hem plastik bir elemanın değişinimleriyle açıkladı. Bu eleman su idi. Su, yaşamın temeliydi. Hayvanların tohumu sıvıydı. Besinler özsu haline indirgeniyordu. Fakat su yalnız başına yaşamın kaynağı değildi. Maddenin temeliydi. Su buharlaşınca havayı üretiyor, hava ateşi yaşatıyordu. Ateşten oluşan gökcisimleri, buna göre suyun bir yoğunlaşmasından ileri gelmekteydi. Gerçekten de yeni oluşan toprak her gün nehirlerin ağızlarında birikmekteydi. Bu gözlemler Thales’i evrenin tutarlı bir tanımına götürür; Evren tümüyle sudan oluşmaktadır. Bizim bildiğimiz dünya muazzam bir hava kabarcığından oluşmakta ve bu su niteliğindeki evrenin içinde yer almış bulunmaktadır. Tüm bu varlıklar, tanrıların keyiflerine göre değil de değişmez kanunlar uyarınca yönetilir ve Thales bunları, çok güçlü bir zorunluluk diye adlandırır.

Aristoteles’e göre Thales’in bu düşüncesi suyun, dünyadaki bütün hayat biçimlerine özsel olduğu gözleminden gelmiştir. Suyun katı, sıvı ve buhar hali olduğunu düşünürsek, Thales’in kuramı akıllıca bir deneme gibi görünmektedir. Her ne kadar hatalı olsa da, bu fikir tarihte kayıtlı ilk bilimsel hipotezdir, Thales büyük bir indirgemede bulunuyordu. İster metaller, ister dağlar, ister gazlar, isterse insanlar olsun dünyadaki bütün nesnelerin özellikleri tek bir nesnenin özelliklerine indirgenebilir. Yani eğer şeyleri yeterince öğütürseniz, yeterince küçük parçalar ayırır ve yeterince yakından incelerseniz, onların ne demir, ne taş ne de et olduğunu, fakat sudan ibaret olduğunu görürsünüz.

Eski Yunan bilginlerinden Kallimakhos’un aktardığı bir düşünceye göre denizcilere kuzey takım yıldızlarından Büyükayı yerine Küçükayı’ya bakarak yön bulmalarını öğütlemiştir. Aynı zamanda Mısırlılardan geometriyi öğrenip Yunanlılara tanıtmıştır. Bulduğu bazı geometri teoremleri şunlardır:

• Çap çemberi iki eşit parçaya böler.
• Bir ikizkenar üçgenin taban açıları birbirine eşittir.
• İki doğrunun kesişme noktasındaki ters açılar birbirine eşittir.
• Köşesi çember üzerinde olan ve çapı gören açı,dik açıdır.
• Tabanı ve buna komşu iki açısı verilen üçgen çizilebilir.

Thales’ten yüzyıllarca önce Sümer-Babil gökbilimcilerinin güneş ve ay tutulmaları hakkında bilgi sahibi olduğu bilinir. Thales MÖ. 585 yılında bir güneş tutulması olacağını gününü vererek bildirmiş ama ciddiye alınmamış. O gün geldiğinde Mede ve Lidya orduları savaş meydanında kapışmak üzereydiler. Ortalık kararınca şaşırıp durakaldılar. Güneş’in tutulmasını Tanrıların bir uyarısı olarak yorumladılar ve düşmanlıklarına bir son vererek barış imzaladılar. Thales’in bu başarısını şansla yorumlayanlar olduğu gibi, 18 yıl önce Mısır’da güneş tutulmasına rastladığını ve buradan hesaplayarak yeni tutulmayı tahmin edebildiği de söylenir. Tarihçi Aestus’a göre ise güneş ve ay tutulmalarının nedenini ilk olarak o göstermiştir.Topraksı nitelikteki ay, doğru çizgi üzerinde güneşin altında yer alınca, tutulma olayı meydana gelmektedir. Thales, ayrıca yılın süresini 365 gün olarak saptamış: güneşin (yaptığı devrin 720’de birine eşit olan) çapını ölçmüş; ekvatorun, dönencelerin ve kutup dairesinin varolduklarını bilmiştir. Bunun yanında ayın ışığının, güneşin aydınlığını yansıtmasından ileri geldiğini de söylemiştir.

Aristoteles’e göre yoksulluğundan dolayı ayıplanan Thales, filozofların isterlerse zengin olabileceklerini de kanıtlar. Kış günü olmasına rağmen o yazın bereketli geçeceğini öne sürer. Sonra da Miletus’taki bütün zeytin basmaklarını muhtemelen birinden borç alarak satın almış ve hasat umduğu gibi çıkınca büyük bir servet yapmıştır.

Platon, Thales’in bir gün yıldızları inceleyerek yürürken kuyuya düşüşüne dair bir hikaye anlatır. Güzel bir hizmetçi kız filozofun çığlıklarını duyup kuyudan çıkmasına yardım etmiştir; fakat Thales’e “” Daha sen bastığın yeri bile göremezken, nasıl olur da gökyüzünde olup bitenleri görebilirsin?” diye alay etmeyi de ihmal etmemiştir. Thales her zaman aval aval gökyüzüne bakarak dolaşan bir adam olmadığı, kuyuların düşülmeyecek ölçüde dar olduğu ve çevresinin çemberle yükseltilmiş olduğu bilgisinden hareketle bu hikayenin asılsız olduğu düşüncesi hakimdir.

Thales, aynı zamanda iyi bir siyasetçidir. Örneğin, İonya’nın Yunan kent-devletlerinin yöneticilerine; genişlemeci düşmanları Lidya’dan kurtulmanın tek yolu olarak siyasi bir birlik kurmalarını ve tek meclis çatısı altında birleşmelerini önermiştir. Bu bir konfederasyon düşüncesiydi ve tarihte bir ilkti. Yetkililer onu dinlemese de, aradan geçen bir asır onun önerisinin çok yerinde olduğunu kanıtlamıştır.

Günlerden bir gün Thales’e: “Gel de bir mucize gösterelim sana” derler. Onu alıp dağın tepesindeki bir çoban kulübesine götürürler. Orada bir kısrağın doğurduğu aykırı bir yaratığı gösterirler: Başı, boynu, elleri bir çocuğunki gibidir, bedeninin geri kalanı ise bir atınki gibidir. Oraya gidip de bu hali görenler başlarını çevirirler: “Böylesi bir mucize büyük felaketlerin habercisidir, tanrıların gazabını hemen yatıştırmak gerek”diye bağrışırlar. Ama Thales hiç istifini bozmaz, kısrağın sahibini bir kenara çeker. Gülümseyerek : “Sen istersen ötekilerin dediklerini yap. Ama benden sana öğüt: Kısraklarını bundan sonra bu denli genç çobanlara emanet etme. Ya da kadın bul onlara!” Kuşkusuz uydurma olan bu öykünün, Thales’in Yunan düşüncesindeki rolünü ve yerini bir imge ile çok iyi anlatmak gibi bir yanı vardır: O bu işte tanrıların eli olduğunu düşünmek yerine, sorunun akılcı bir açıklamasını yapmağa çalışmaktadır. Bu açıklamanın yanlış olmasının bir önemi yoktur. Önemli olan anormal bir olay karşısında doğaüstü güçler aramak yerine bilimsel nedenler aramaya yönelmektir.

Thales Mısır’a gittiğinde, birgün tanrı Amon’un başrahibiyle ve firavun Amasis’le birlikte Büyük Piramid’i seyrediyormuş. Başrahip hükümdarının huzurunda bir yabancıyı güç duruma düşüreceğini düşünerek pek sevinmiş: “Bilin bakalım, bu piramidin yüksekliği ne kadar?” diye sorarak meydan okumuş. Thales asasını alıp tam piramidin gölgesinin bittiği yerde kumun içine dikmiş. Bunu yaptıktan sonra asayı, asanın gölgesinin uzunluğunu ölçmüş. Sonra bir taş parçasının üzerine yaptığı basit bir hesap işlemi, anıtın yüksekliğini meydana çıkarmış, 280 dirsek. Firavun bu bu hesaba çok şaşırmış.

Böylece Thales kendi adını taşıyan teoremi yani geometrik orantılar ilkesini bulmuş. Bu ilkeye göre Pareleller homolog orantılı doğru parçalarını iki sekant üzerinde keserler. Piramidin durumunda paraleller güneşin ışınlarıydı. Sekantlar ise sırasıyla asadan ve piramidin yüksekliğinden geçen çekül doğrultularıydı. Eldeki dört veriden ilk üçü (asanın gölgesi, piramidin gölgesi, asanın yüksekliği) bilinmekteydi: Orantıların sırrı sayesinde dördüncüsü de kolaylıkla bulunabildi.

Thales başka durumlarda da beceri göstermeyi bilmiş bu da onun zaman zaman ve yanlışlıkla “mühendis” olduğu kanısını uyandırmıştır. Ayrıntıları iyice bilinmeyen koşullar yüzünden Krezüs, her zamanki düşmanları olan Medyalılara savaş açmış, Thales de onun genel karargahına gitmiştir. Ordu, suları kabaran Halys nehrinin kıyısına gelince durmak zorunda kalmıştır. Ama Thales bu soruna bir çözüm bulacaktır; Bulduğu yöntem çok ustacadır. Orduya ırmağın kıyısında kamp kurdurur, sonra nehrin yatağını değiştirmek üzere, kampın ardında bir kanal kazdırır .Son set de açılınca sular yeni yatağa dolar, dolayısıyla ordunun gerisinden akıp gider, ordu da ayaklarını bile ıslatmaksızın eski nehir yatağından karşı kıyıya geçer.

Bir tartışma sırasında: Ölümün yaşamdan hiçbir farkı yoktur” der.Tartışanlardan biri sorar: Neye yaşamı seçtin öyleyse? Thales’in yanıtı şudur: İkisi arasında hiçbir fark yoktu da ondan. Yine onun bilgece yanıtlarını dinleyelim:

– En eski olan nedir?
” Tanrı’dır, başlangıcı yoktur çünkü”
– Ya en güzel şey?
” Dünya, Tanrı’nın işidir o çünkü ”
– Ya en büyük şey?
” Uzay, herşeyi içerir çünkü”
– Ya en hızlı şey?
” Düşünce, her yere atılır çünkü”
– Ya en güçlü şey?
” Zorunluluk, herşeye boyun eğdirir çünkü”
– Ya en bilge şey?
” Zaman, herşeyi öğrenip meydana çıkarır çünkü”
– Ya en yaygın şey?
” Umut, hiç bir şeyi olmayan kimselerde bile kalır çünkü”
– Ya en yararlı şey?
” Erdem, herşeyi iyi kullandırır çünkü”
– Ya en zararlı şey?
” Kötülük, herşeyi bozar çünkü”

En güç şeyin kendini tanımak, en kolay şeyin başkasına öğüt vermek, az görülen şeyin zorba bir hükümdarın yaşlanmışı, mutsuzluğa kolayca katlanmanın çaresinin daha mutsuz düşmanlarının hallerine bakmak, erdemle yaşamanın çaresinin başkalarında görüp ayıpladığımız şeyleri yapmamak olduğunu söylemiş, mutlu olmanın sağlıklı, varlıklı ve yürekli olmaktan geçtiğini, güzelliğin fiziksel değil, karakter güzelliği olduğunu da eklemiş.

Thales’in birçok peygamberden çok daha fazlasını bildiğini, söylediğini görmekteyiz. Bir filozofun isterse zengin olabileceğini kanıtlamış. İsteseydi büyük bir peygamber olacağını da kanıtlayabilirdi mutlaka. Ama filozofları peygamberlerden ayıran en önemli fark, bilimcilikleri ve karakteristik yapılarıdır.

THALES’IN ÖLÜMÜ

Sizler, doksan koloni kuran
Miletoslu gemiciler,
açın yüreklerinizi,
susun ve dinleyin,
sizler,
ün salmış kişileri
bütün Akdeniz’ in!
Sarılın küreklere,
hemen düşün yola
ve bütün yelkenler fora!
Biriniz önce Sinop’ a
ordan da Pantikapaion’ a,
ikinciniz İtalya’ ya,
Sibaris ve Sirakusa’ ya,
üçüncünüz çevirsin rotayı dosdoğru Mısır’ a,
Nil Deltası’nda kurduğumuz
Naukratis’ te oturan
dostlarımıza!
Vermek için tümüne
acı haberimizi:
Dört gün önce yitirdik
büyük Thales’imizi…
Ve siz tüccarlar,
kentimizle yalnız mal değil,
kültür alışverişi de yapan,
bizler gibi doğruya
ve gerçeğe tapan
doğunun saygın kişileri!
Sürün kervanlarınızı
dağlarla kaplı derinliklerine
Anadolu’ nun,
yılmadan güçlüklerinden
hiçbir yolun,
ister Fırat ve Dicle üzerinden,
ister kıyıdan atlı ya da yaya varmak için
Pers Kralı’ nın
oturduğu başkent Susa’ ya!
Bildirin ordaki dostlarımıza
acı haberimizi:
Dört gün önce yitirdik
büyük Thales’imizi…
Zeytinin bol olacağını
daha kışın gören,
güneşin tutulacağı günü
çok önceden bilen,
gölgesinden piramidin
yüksekliğini ölçen büyük matematikçi,
astronom ve fizikçi,
derin filozof
ve yeryüzünün
en bilge kişisi
Thales’imizi yitirdik.
O öldü, yakıldı ve gömüldü,
biz ise irkildik.
Yas tutarak tam üç gün
onu dün sessiz dillerimiz,
titreyen ellerimiz
ve dik başlarımızın
üstünde taşıyarak
Miletos’ un en yüksek tepesinde
yığdığımız odunların üstüne yatırdık.
Saygıyla bütün bedenini yağladık,
güzel kokular ve çiçeklerle bezedik
sonra karşısında
el bağladık
ve uzun uzun ağladık.
Çıkan alevlerle ününü
yıldızlara yolladık,
arta kalan külünü
bir vazoda topladık
ve Lade Adası’nın açıklarındaki
en derin mavi sularına bıraktık
uçsuz bucaksız Ege’ nin
geri vererek onu
ilk neden dediği
o tanrısal SU’ ya.
her şeyin çıkıp da
yine geri döndüğü
yaşam saçan kaynağa…
Anası Fenikeli,
babası Karyalı’ydı,
ama o,
Miletos yurttaşı,
İyonya diliyle okur yazar,
tam bir İyonya’lıydı.
İşte bu açıdan kentimiz
Ephesos’ la birlikte
Helen dünyasında tektir,
insanların birleşmesine,
kültürlerin kaynaşmasına
en güzel örnektir.
Örneğin
Atina ve Sparta’ da gördüğümüz
hep ilkel,
savaşçı ve ırkçı olan
bir sosyal yapıdır,
ama Miletos’ taki
gelişmiş, barışçı
ve dört yönde
bütün ırklara açık
evrensel bir kapıdır.
Evet,
kadınlarımız
Atina’ da güzellikleriyle ünlü,
ama çoğu,
onların erkeklerinden
daha kültürlü.
Ustamız öldü ama,
insanlarımız bilgiye doyamıyor
susuzluğa, kanamadı, kanamaz!
Kurduğumuz uygarlık kapısı
hergün daha çok açılıyor,
hiç kapanmadı, kapanamaz!
İşte,
daha bugünden
duyuluyor adımlarının sesi,
ak mermerli sokaklarında Miletos’un
ak giysiler içinde yürüyen Anaximandros’un,
götürerek yanında
– şaşkın gözleri,
kesik nefesi
coşkuyla kendini dinleyen, derin düşünceli,
pırıl pırıl genç Anaximenes’ i.
Ölçercesine evrenin
başını ve sonunu anlatıyor ona
sonsuzluk kavramı âpeiron’u.
Ama öğrencisi,
Thales’i bile aşmak istercesine,
ilk neden SU’yun yerine
daha canlı neden HAVA’ yı koyuyor
ve kafasında gerçeğin dibini oyuyor:
“Doğa ölü durumların değil,
canlı süreçlerin
canlı birlik içinde
toplamıdır,
nicelikteki
seyrelme ve yoğunlaşmadan
hep yeni nitelikler
oluşur”
diyor.
Ve böylece Miletos’ ta
ulu bir güneşin sönüşünden
iki ulu güneş birden doğuyor,
ve ilk felsefe okulu
İyonya’ da kuruluyor.
Ustamızı çok sevdik,
ama onu aşacağız,
bilgiyle dolup taşıp
hep gerçeğe koşacağız.
Ey, korku tanımaz denizciler,
en içten başarı dileklerimiz size,
açılın gemilerinizle
Ak- ve Karadeniz’ e!
Ama yelkenleriniz
kara değil, ak olsun!
İyonya’dan
fışkıran
kültür ışınlarından
yüreklere yas ve tasa değil,
doğa sevgisi
ve yaşam sevinci dolsun!
Hiç yenilmeden güçlüklere
yayılsın durmadan her yere
yedi bilgenin
en bilgesi
Thales’imizin felsefesi,
Miletos’ ta doğan
ve dipsiz dinsel inançların
karanlığını
ışığıyla boğan
aklın yüce melodisi
ve onu yaratan
doğanın derin armonisi!

Dinçer Yıldız

HİPOKRAT Andı’ndan çorbaya düşen sineğin kanadına

Mikroplar, bakteriler, bulaşıcı hastalıklar ve hastalıkların tedavisi ile ilaçlar konusunda 7. yüzyılda yazılmış Kur’an’da tek kelime geçmez. Hadislerde de erken dönem İslam’ında hastalıklarla ilgili konularda bir bilgiye ve uygulamaya rastlanmaz, bulaşıcı hastalığın reddedildiği görülür. Çorba kasesine düşen sineğin zarar vermemesi için diğer kanadının da çorbaya batırılması hadisi ise ilginçtir.Tıbbın, biyolojinin tarihçesine baktığımızda ise İslam’dan binlerce yıl önce büyük gelişmelere şahit oluruz.

Eski Mısırlılar döneminde (MÖ. 3400-2450), yağmur sularını toplamak ve lağım sularını akıtmak için kanallar, arklar ve borular yapılmıştır. Eski krallık devresinde başlayan bu tür çalışmalara yeni krallıklar döneminde de (MÖ. 1580-1200) devam edildiğine rastlanılmaktadır. Bu tarihlerde bazı sağlık kurallarının konulduğu ve bunlara titizlikle uyulduğu papirüslerden anlaşılmaktadır. En eski papirüs olan Kuhn papirüs ‘ünde (MÖ. 1900) köpeklerdeki paraziter hastalıklardan ve muhtemelen, sığırlardaki sığır vebasından bahsedilmektedir. Bunların sağaltımı için hayvanların kendi hallerine bırakılması ve tütsü edilmeleri önerilmektedir. Smith papirüs ‘ünde (MÖ.1700) yaraların sağaltımında taze etin, ve hemorajilerde koterizasyonun kullanılabileceğine dair bilgiler bulunmaktadır. Bu papirus, o devirlere ait bazı önemli tıbbi bilgiler de vermektedir. Heredot ‘un eserlerinde, Mısırlıların tuzu antiseptik olarak kullandıkları belirtilmektedir.

Babil döneminde (MÖ. 768-626), sağlık kurallarına dikkat edildiği, hastalıkları önlemek ve sağaltmak için bazı ilaçların kullanıldığı, bu konulara değinen 800’den fazla tabletten anlaşılmaktadır.

Hindularda büyük kral Asoka (MÖ. 269-232) zamanında hayvan hastanelerinin kurulduğu ve tarihi yazılarda tedavi ile ilişkili bazı bilgilerin bulunduğu açıklanmıştır. Hindistan ve Seylan’da MS. 368’de, hastanelerin kurulduğu belirtilmektedir. Sustrata (MS. 500) doğal ve doğa üstü olarak 120 hastalık bildirilmiştir. Bu dönemde, malaryanın sinekler tarafından bulaştırıldığı bilinmekte ve farelerin de vebadan öldüklerinde evlerin terk edilmesi gereğine dikkat çekilmektedir. Sustrata, bunların yanısıra, çocuk bakım ve hijyenine ait bilgiler de vermektedir. Sacteya adlı sanskritte de insanları çiçeğe karşı aşılamada kullanılan yöntemler bildirilmektedir.

Eski Çin Medeniyeti (MÖ. 3000-2000) döneminde yazılan “Materia Medika” adlı kitapta kan dolaşımına ait bilgiler verilmekte, dolaşımın kanın kontrolünde yapıldığı, kanın sürekli ve günde bir defa dolaştığı bildirilmektedir. Ayrıca, kitapta, akupunktur ve nabız hakkında da bazı bilgilere yer verilmiştir. Bu dönemde, Çin’de frengi, gonore ve çiçek hastalıkları bilinmekte ve bunlara karşı bazı önlemlerin de alınmakta olduğu belirtilmektedir. Milattan Sonra 2. asırda haşhaşın ağrı kesici olarak kullanıldığı da zannedilmektedir. Wong Too (MS. 752), insan ve hayvanlarda rastlanılan hastalıklar ve bunların sağaltım yöntemlerini “Dış Alemlerin Sırları” adlı eserinde 40 bölümlük bir yazıda toplamıştır. Konfüçyüs (MÖ. 571-479) döneminde kuduzun tanındığı ve bazı önlemlerin alındığı bilinmektedir. Eski Çin döneminde, hastalıkların nedeni olarak, erkek ve olumsuz unsur olan Yang ile dişi ve olumlu öğe olan Yu ‘nun arasındaki düzenin bozulmasına bağlanmaktadır.

Eski Yunan’da MÖ. 1850-1400 yıllarında bazı sağlık kurallarının konulduğu, ventilasyona dikkat edildiği, ark ve kanalların açıldığı, mabetlerin ve yerleşim yerlerinin kaynak su ve ağaçlık yerlerde kurulmasına özen gösterildiği anlaşılmaktadır. Tıp ve biyoloji ile ilgili olarak yazımızda ele alacağımız örnek kişi, tababet ve tedavinin kurucusu ve tıbbın babası sayılan Hipokrat olacak.

Hipokrat (Hippocrates) İsa’dan önce 460 yılında bugün Yunanistan’a bağlı olan Kos adasında doğmuştur. Hekim Heraklides’in oğludur. Yaşadığı dönem san’atçı ve entellektüellerin ilk kez gerçeği aradıkları zamanlar olan Yunan döneminin altın çağıdır.
Dönemindeki inanışın aksine hastalıkların olağanüstü güçlerden ve tanrıların gazabından kaynaklandığına inanmamış, her hastalığının fiziksel ve gerçekçi bir açıklaması olduğunu düşünmüştür. Çalışmalarını gözlemler üzerine oturtmuş, tıbbı bilim ve san’at haline getirmiştir.

Hipokrat, zatürree ve çocuklardaki sara hastalığının belirtilerini ilk tanımlayan hekimdir. Yine düşünce ve duyguların kalpten değil, beyinden kaynaklandığı bilgisini ortaya koyan ilk kişidir.

Halk sağlığı ve hastalıkları konusunda 7 cilt kitap yazmış ve bunlarda sıtma, lekeli humma, çiçek, veba, sara ve akciğer veremine ait bilgilere yer vermiştir. Tıp alanına deneysel yöntem, gözlem ve araştırma prensiplerini getirmiş olan Hipokrat, hastalıkları vücüdun vital sıvılarındaki bozukluklara bağlamış ve hastalıkları akut, kronik, epidemik ve endemik olarak sınıflandırmıştır. Ayrıca, yaraların sağaltımında kaynatılmış su ile irrigasyonu, operatörlerinin ellerini ve tırnaklarını temizlemelerini, yaraların etrafına bazı ilaçların sürülmesi gerektiğini de vurgulamıştır. Bilgin, hastalıkların topraktan çıkan fena hava ile su, yıldız, rüzgarların yönü ve mevsimlerin etkisiyle oluştuğuna da inanmıştır (miasmatik teori). Hipokrat, aynı zamanda, 4 element (ateş, hava, su, toprak), 4 kalite (sıcak, soğuk, nem, kuru) ve vücudun 4 sıvısı (kan, mukus, sarı safra, siyah safra) üzerinde de bilgiler vermiş, bunları ve birbirleri ile olan ilişkilerini açıklayan görüşler getirmiştir. Senenin çeşitli mevsimlerinde ısının ve nemin değişmesinin hastalıkların çıkışında önemli rol oynadığını da savunmuştur.

San’atını icra etmek üzere tüm Yunanistan’ı dolaşmış, Kos adasında bir tıp okulu kurup düşüncelerini öğretmiştir. Öğretisi genelde etik (ahlaki değerler) ağırlıklıdır. Bu etik boyut, Hipokrat andında da açıkça görülmektedir.

Bilimsel tıbbın kurucusu olan büyük hekim MÖ 377 yılında ölmüştür. Yetmişi bulan çalışmaları daha sonra kitap haline getirilmiş ve 18.yüzyıla kadar tıpta klasik kitap olarak 20 asırdan uzun bir süre kullanılmıştır.

2400 yıldan beri mesleğe adım atan tüm hekimlerin değişik şekillerini okuduğu Hipokrat Yemini; sanılanın aksine Hipokrat’ın bizzat kendisi tarafından değil, büyük olasılıkla oğlu veya öğrencilerinden biri tarafından İsa’dan önce 5. yüzyılda yazıya dökülmüştür.

HİPOKRAT ANDI

Hekim Apollon Aesculapions, hygia panacea ve bütün Tanrı ve Tanrıçalar adına.
And içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim.
Bu san’atta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu san’atı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim.
Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatı ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim.
Gücüm yettiği kadar tedavimi hiç bir vakit kötülük için değil yardım için kullanacağım.
Benden ağı (zehir) isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim.
Bunun gibi bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, san’atımı tertemiz bir şekilde kullanacağım.
Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim.
Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım.
İster hür ister köle olsun, erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan sakınacağım. Gerek san’atımın icrası sırasında, gerek san’atımın dışında insanlarla ilişkideyken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım.
Bu andımı tuttuğum sürece, hayatım ve san’atımın icraası bana mutluluk versin, tüm insanlar tarafından her zaman saygı göreyim, eğer yeminimden dönersem bunun zıddı bana az gelsin.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Bilim içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

9 Responses to MUHAMMED’DEN ÖNCE

  1. Geri bildirim: Muhammet’ten Önce | Ateist Cevap

  2. Ferda Yamanoğlu dedi ki:

    Merhaba.Yazınızda bazı eksiklikler mevcut.Örneğin Enam suresi 101.ayette geçen yoktan varolmanın Kurandan önce hangi yazılı kaynakta geçtiğini belirtmiyorsunuz.Yine Enbiya-32 de geçen gökte bizi koruyan bir tavan olduğunu yazan ayetede cevabınız yok.Ayrıca Nahl suresi 67.ayette arının programlandığını yazıyor.Bunlar gibi çok sayıda ayet var.Tüm bunlara tatminkar cevaplar vermedikçe yazılarınız ikna edici olmayacak.Saygılarımla.

    • Tarkan dedi ki:

      Kurandaki Arı programlaması vb gibi yoktan varolma konularına cevap veriyor aslında ama anlamıyorsunuz sanırım. Birçok yazıda yorumunuza rastladım ama nedense Enam ve Enbiya sürelerine takılmış durumdasınız. Enam suresi 101.ayette geçen yoktan varolmadan bahsetmiyor benzeri olmayanin yaratılmasında bahsediyor ayrıca. Kurandan öncede allah’ın tanınmadığı aksine herhangi bir nesneye tanrı mahiyetinde tapıldığında bile yukardaki bahsedilen konular üzerinde çalışmalar ve icatlar vardı zaten ve Kuran tarafından verilmiş birşey değildiler. Bu insanlık başarısı ve nitelikleri iddia edildiği gibi kurandan evvel de vardı. İlkel çağlardaki astronomiden de bahsediyor. Kuranda geçtiği söylenen sineğin kanatları gibi yanlış bilinen lokal koca karı tedavilerinden öteye geçmez. Editörden ayeterlin tersinimi ispat etmesini istiyorsunuz siz? yoksa Editörden başka kitap indirterek sizi inandırmasınımı bekliyorsunz 🙂

  3. whynot dedi ki:

    ÖNCELİKLE EMEĞE SAYGI ATEİSTLİK HER ZAMAN BİR ÖZGÜRLÜĞE ANAHTAR OLARAK GÖZÜKSEDE KENDİ İÇİNDE ASLINDA DİNLERİN İNSANALR TARAFINDAN TANRI YAZISI SİLİNİP DEVAMLI GÜNCELLENEN BİR ANDROİD SÜRÜMÜ GİBİ BİR ŞEYDİR.SENİ BİR GECE UYURKEN KAÇIRSAM VE BİR UÇAĞA BİNDİRSEM UYANDIĞINDA BİLMEMKAÇ METREDE SEYEHAT HALİNDE KENDİNİ BULSAN VE SENİN GİBİ ATRAFINDAKİ BİNLERCE İNSANDA AYNI UÇAKTA OLSA FAKAT ONLAR DAHA UYANAMAMIŞ YADA ŞOKTALAR KAFALARI KARIŞMIŞ YADA SAÇMA ŞEYLERLE UĞRAŞIYO OLSA SEN BU UÇAĞIN NERDEN NEREYE GİTTİĞİNİMİ ÖĞRENMEYE ÇALIŞIRSIN YOKSA BU UÇAK SADECE UÇUYO BENDE YERİMDE SESSİZCE KALIYIM VEE DİĞER İNSANLAR GİBİ SAÇMA ŞEYLERLE UĞRAŞIYIMUÇAK NASI OLSA Bİ ARA DURUCAK MI DERSİN? BÜYÜK Bİ İHTİMAL BANA BİLMEMKİMİN SÖZÜ HAYAT BOŞ BİR FİLM KARESİDİR EN İYİ ŞEKİLDE DOLDURMAYA BAKIN GİBİ SAÇAMA SÖZLERLE GELMEYİN LÜTFEN.ÇÜNKÜ NEKADAR ÇABALASANNE KADAR İNKAR ETSEN NEKADAR İNANSAN NE KADAR MAL MÜLK SAHİBİ OLSAN NE KADAR ZEKİ OLSAN NEKADAR ÖZGÜR YANİ SİZİN DİLİNİZDE BU ATEİSTLİK GALİ İŞTE HER NE HALT OLSAN SONUNDA SONSUZA DEK YOK OLACAK SIN SOOOOONSUZZZZ BU TARTIŞMANIN HİÇ Bİ ANLAMI KALMAYACAK SONSUZA KADAR YOKSUN SOOOONSUUUUUUUZ HİÇ BİR ZAMAN UYANMAYACAKSIN 20 YAŞINDASIN DİYELİM YADA 11 YAŞINDA ÖLDÜN NE OLACAK NEDEN DİYERLERİ 80 YADA 125 YAŞINA KADAR YAŞADIDA SEN 11 YAŞINDA ÖLDÜN BUNU SADECE DİN AÇIKLAR ATEİSTLİK BUNU SADECE ŞANS OLARAK TANIMLAR BAŞKA HİÇ BİR AÇIKLAMASI YOKTUR SEN TÜRKMÜSÜN BİLMEM ATEİSTLİĞE GÖRE TÜRKLER EN AŞAĞLIK MAYMUNLARIN AKRABASIDIR ARAŞTIRABİLİRSİN IRKÇILIK ATEİSTLİĞİN ANAHTAR KELİMESİDİR BİLDİİN GİBİ ÖNEMLİ OLAN SADECE TANRININ GÖZÜNÜN ÖNÜNE ÇEKTİĞİ PERDEYİ AÇMAK TIKADIĞI KULAĞI AÇMAK MÜHÜRLÜ KALBİNİN MÜHRÜNÜ AÇIP BİRAZ MÜSLÜMANLIĞIN YADA TEK TANRILI DİN VARSA TABİ ARAŞTIRMAN DIR.BU ARADA GELECEK HAYATINDA BAŞARILAR 2 TÜR İNSAN VARDIR BİRİLERİ İYİ DİYERLERİ KÖTÜ İYİ ATEİST İYİ MÜSLÜMAN KÖTÜ ATEİST KÖTÜ MÜSLÜMAN GİBİ VE BU BÖYLE DEVAM EDER ÖNEMLİ OLAN SENİN ŞEREFLİ ATALARIN KARDAN GEMİLER YÜRÜTÜP ALINAMAZ DENİLEN YERLERİ ALIPDA SENİN BURDA ONLARIN BİR MAYMUN OLDUĞUNU SÖYLEMENDİR

  4. carlo liberani dedi ki:

    Öncelikle Kur’an bir bilim kitabı değildir. Hz Muhammed ise bilim adamı değildir. Bilim öğretme amacı ile var olmamıştır. Sadece bazı konularda örnek verir. Düşünüp aklınızı işletin diye de öğüt verir. Bu yüzden eski filozoflarla veya bilim insanları ile karşılaştırırsanız hata edersiniz. Kur’anın verdiği bazı örnekler şaşırtıcı derecede zamanının ötesindedir. Mesela, Nazihat suresinde dünyanın yuvarlak oluşunu bırak, devekuşu yumurtası şeklinde olduğunu belirterek geoit denilen yapıyı tarif etmiştir. Şimdi tüm örnekleri tek tek yazacak değilim. Kaynak istiyorsanız. Kurandakidin.net adresinden “kur’an hiç tükenmeyen mucize” kitabını ücretsiz indirip okuyabilirsiniz. veya Caner Taslaman’ın web adresinden bu konudaki yazılarını okuyabilir veya kitaplarını indirebilirsiniz. Emin olun verdiğim kaynaklar bağımsızdır. tamamen bilimsel gerçekler ışığındadır.

    Bende şimdinin çoğu dindarları hakkında maalesef olumlu şeyler düşünmüyorum. Hatta çoğuna uzağım. (yanlış hatırlamıyorsam suudi ve değerli bir alim 1970’li yıllarda Amerikalılar aya çıkarken dünyanın dönmediğini aksini söyleyenin dinden çıkacağını söylemişti.) İslam pratikte kötü uygulansa bile teoride tamamen saftır. Evreni Allah yaratmıştır. Allah’tan başka ilah yoktur. Kur’an içinde bir çok delil barındır. inanmasanız da gerçektir.

  5. bir kul dedi ki:

    Bir profesörün öğrencilerine verdiği mesaj…
    Bilgisayar Mühendisi Arkadaşlar,
    İnşallah iyi bir donanımcı veya iyi bir programcı veya iyi bir networkçü veya iyi bir system administrator olacaksın..
    Yanlız şu mühim meseleleri sakın aklından çıkarma: Bu kâinatın öyle bir donanımcısı vardır ki, bütün mevcudâtı ve içinde yer yüzünü create etmiş, güneşi bir power source, ayı bir system clock yapmış. O power source’dır ki kesintiye uğramaz ve o system clocktur ki şaşmaz ve şaşırmaz, o donanımcının ilminin ve san’atının nihayetsizliğini gösterir.
    Bu zât aynı zamanda öyle yüce bir programcıdır ki, şu muazzam dünya üzerinde çalışacak şekilde koca hayat programını yazmış, yüzbinlerce yıldan fazladır, error verdirmeden, crash ettirmeden çalıştırıyor. Eğer onun ne kadar iyi bir programcı olduğunu da anlamak istersen, önce kendine bak. Gözünle göremediğin küçücük bir hücrene bütün kodunu save etmiş ve yine o küçücük hücrende execute ettiriyor. Madem ki DNA’nin bir program olduğu apaçıktır, ve bir program programcısız olamaz demek ki senin programcılığın o büyük zâtın programcılığına ancak bir ayna hükmündedir.
    Yine senin bütün hücrelerinden oluşturduğu network’ün içinde hadsiz protokollerle o hücreleri konuşturduğu gibi, madem ki senin de diğer insanlarla türlü dillerde ve protokollerde konuşabilmen için gerekli donanımı yanına vermiştir, aynen öyle de gördürüyor, konusturuyor ve dinletiyor. Ve madem ki sen etrafındaki bütün cisimlerden haber alasın diye ışık, ses gibi türlü mediayı hazırlamış kullandırıyor, ve sen bunları keşfeder, kullanır fakat bir yenisini ekleyemezsin, o halde öyle büyük bir network uzmanı zât vardır ki senin her türlü ihtiyacını bilir, ona göre teçhizatını verir. Senin networkçülüğün ancak onun, sonsuz ilminden sana verdiği bir küçük parça ve bir büyük nimettir.
    Arkadaş, aldanma! Şu güzel dünya hayatı programı bir limited trial version’dur, görüyorsun ki elde ettiğin malı mülkü hiç bir surette save edemiyorsun. Öyle ise, bu kâinat yazılımını yazanı tanı. Hem hiç mümkün müdür ki bir programcı bu kadar güzel bir program yapsın ve yaptığı programda about kesimi koyup kendini tanıttırmasın. Öyle ise bu kâinatın en büyük donanımcısı, programcısı, networkçüsü ve system administrator’u olan zâtın her yere işlediği about kesimlerini gör, öğren, full versiyonunu kazanmak için çalış. Unutma ki hiç bir hareketin atlanmadan çok dikkatli loglar tutuluyor. Bu loglar herşeye gücü yeten o system administrator tarafindan kontrol edilecektir. Yazar : Mustafa

    DİN TARİHİ AKILLA TAKLİDİN MÜCADELESİDİR
    Peygamberler gönderildikleri devirlerde hep mevcut gelenekleri sorgulamışlar, Allah’ın dinine aykırı olan geleneklere ve yerleşik inançlara karşı mücadele etmişlerdir. Kuran ayetleri incelendiğinde peygamberlerin, insanları; düşündürerek, akıllarını çalıştırtarak Allah’ın dinine aykırı olan geleneklere, yerleşik inançlara karşı organize ettiklerini görürüz. Kuran, insanları; Allah’ın yerdeki, gökteki ve bunların arasındaki delillerini incelemeye, üzerlerinde akıl yürütmeye çağırır. Oysa Kuran’a karşı çıkanlar, atalarını üzerinde buldukları sisteme, yani geleneğe bağlı olduklarını ve bu geleneği devam ettireceklerini söylerler. Tarih boyunca peygamberlerin aklı çalıştırma çağrısının en büyük düşmanı karşı akli deliller değil, gelenek olmuştur. Yaygın olan sistemi; yani babaları ve ataları tarafından takip edilen sistemi taklit etmek, birçok insana aklını kullanmaktan daha cazip gelmiştir. Din tarih boyunca aklı işletmeyi, din karşıtı görüş ise gelenekçiliği yani muhafazakârlığı savunmuştur.

    Kuran’ın aşağıdaki ayetlerini okumalarını öneriyoruz. (Ayrıca bakın: 31-Lokman Suresi 21, 14-İbrahim Suresi 10, 11-Hud Suresi 62 ve 109, 5-Maide Suresi 104, 7-Araf Suresi 28)
    21- Yoksa onlara bundan önce bir kitap verdik de ona mı yapışmaktadırlar?
    22- Hayır dediler ki: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerini izleyerek doğruya varacağız.”
    23- İşte böyle! Senden önce de bir memlekete elçi gönderdi ğimizde, oranın servetle şımarmış elit tabakası mutlaka şöyle demişlerdir: “Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerine uyarak yol alacağız.”
    24- O da “Ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar da “Doğrusu biz seninle gönderileni tanımıyoruz.” dediler. 43-Zuhruf 21-24
    Kuran ayetlerinden görüyoruz ki çoğunluğa veya toplumda hâkim olan görüşe uymak, insanları doğruya götürmeye yetmemektedir.
    Zuhruf suresinin alıntıladığımız 21. ayeti kitaba dayanılmadan din adına ortaya konulanların geçersiz olduğunu söylemektedir. Ayetlerin devamı ise atalardan gelen mirasın, nasıl Allah’ın kitabının önüne konulduğunu göstermektedir.
    Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. 17-İsra 36
    Onlar sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Al lah’ın doğruya ilettiği temiz akıl sahipleridir. 39-Zümer 18
    Din adına ortaya atılan görüşler karşımıza çıktığında, bunları, bu ayetlerin yol göstericiliği altında değerlendirmeliyiz. Din adına söylenen bu sözler neye dayanıyor, nasıl ortaya atılıyor incelemeliyiz.
    KURAN AKILLA ÇELİŞMEZ
    Şüphesiz, yeryüzündeki hareket eden canlıların Allah katınd a en kötüsü, aklını işletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. 8-Enfal 22
    Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır. 10-Yunus 100
    Allah’ın yolu akıl ve vicdan yoludur. Allah’ın beğenmediği canlı tipi; gerçeğe karşı sağır olan ve aklını işletmeyen insanlardır. Bu tipler Allah’ın, diğer canlılardan ayırt edici özellik olarak verdiği aklı kullanmadıkları için Allah’ın sayısız delilini görememektedirler.
    Andolsun size hatırlatıcı bir kitap indirdik. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız? 21-Enbiya 10
    154- Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
    155- Hiç mi öğüt almıyorsunuz?
    156- Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var?
    157- Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin. 37-Saffat 154-157
    36- Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
    37- Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var?
    38- İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu. 68-Kalem 36,37
    Sen de aralarında, Allah’ ın indirdiğiyle hükmet. 5-Maide 49
    KURAN KARANLIKLARDAN AYDINLIĞA ÇIKARIR
    4- Dosdoğru bir yol üzerindesin.
    5- Aziz ve Rahim’in indirdiği üzerindesin. 36-Yasin 4,5
    Bu bir kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura (aydınlığa), O övgüye layık, Aziz olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. 14-İbrahim 1
    Allah’a ait olmayıp subjektif olan, yani insani olan hiç bir şey din olamaz.

    Gelişim, eleştirileri dikkate almaya bağlıdır.*
    Değişmeyenler, ölüler ve delilerdir.*
    Hayatınızda anlam arayışınız yoksa ilahi standartlara ihanet içindesiniz.*
    Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uykudan uyanmaktır.

    Yarın neler yaşayacağın, bugün neler yapacağına bağlıdır. Yarın, bugünden soyutlanamaz. En büyük yanılgı, piyango beklentisi içinde yaşayarak işleri rastlantıya bırakmaktır. İyi bir gözlemci için gelecekle ilgili olasılıklar, rastlantısal değil tahmin edilebilir istatistiksel bir seyir izleyen öğelerdir.*

    Sorgulanmamış bilgi, zamanla dogmatik bir inanca ve ezbere bir yaşama dönüşür.*

    Doğruluk nasıl ahlaki bir erdem ise doğru bilgiye ulaşmak için gösterilen gayret de ahlaki bir erdemdir. Kişi doğruyu öğrenmeden ne denli doğru insan olabilir ki!*

    Karanlıklar olmasaydı yıldızları göremeyecektik.*
    Parmağın gösterdiği nokta yerine parmağa bakanlar, asıl görülmesi gerekeni göremezler.

    >ÖGRENMEK BİR MUCİZEDİR ÖGRETMEKTE BİR MUCİZEDİR HİÇ BİR İLİM DALI ÇÖZEMEDİ ŞU ANA KADAR
    >ENERJİNİZİ BATILI YOK ETMEK İÇİN DEGİL HAKKI GÜCLENDİRMEK İÇİN HARCAYIN
    >EGER BİR ÇELİŞKİ GÖRÜRSEK BU NE İLMİN KENDİNDE NEDE DİNDEDİR İNSANIN KENDİNDEDİR
    >AKLIN TERAZİSİ BOZULMZDAN ELİN TERAZİSİ BOZULMAZ

    >BİLGİSİNDEN EMİN OLAN BİR İNSAN BİLGİLERİNİN DOGRULUGUNDAN YANA ŞÜPHESİ OLMAYANLAR ASLA YANLIŞ BİLGİLERDEN KORKMAZ VE ÇEKİNMEZLER AMA İNANÇLARINDAN ALDIGI BİLGİLERDEN EMİN OLMAYANLAR HER ZAMAN TEDİRGİNDİRLER SİNİRLİDİRLER KARŞISINDAKİ DÜŞÜNÇEYE ASALA SAYGI GÖSTERMEZLER ONU YOK ETMEK İÇİN ÇALIŞIRLAR

    4:162 – Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, namazı kılan, zekatı veren, Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz.
    35:28 – İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır.

    dinle ilgili anlattıkların kesinlikle delile dayanmayan dedikodu gıybet vesvese ve zan zan ise hiçbir şey ifade etmez verdigin ayettler hariç kastım o dedi bu dedi falan dedi gib

    • toro dedi ki:

      Sayın bir kul,

      Şaka gibi bir yazı olmuş, özellikle büyük harflerle yazdığınız ikinci parağraf! Bu noktada size sormak istiyorum,

      ”İNANÇLARINDAN ALDIGI BİLGİLERDEN EMİN OLMAYANLAR HER ZAMAN TEDİRGİNDİRLER SİNİRLİDİRLER KARŞISINDAKİ DÜŞÜNÇEYE ASALA SAYGI GÖSTERMEZLER ONU YOK ETMEK İÇİN ÇALIŞIRLAR” sizden alıntı

      Ne yaparlar, kafa keser, dergi basar, bombalama yapıp ölüm tehditlerimi savururlar?
      Bu durumu görebilmeniz bence takdire şayandır!

      Ama keşke benim diğer konu içinde size sorduğum sorulara cevap verip önce o soruları bertaraf ettikten sonra yeni bir rota çizmeye kalkışsaydınız!

      Bakın bende size diyorum ki şuan oturduğunuz yerin hemen dışında kocaman mor renkli bir dev sizi yakalamak için bekliyor ve siz çıkana kadar gitmeyecek! Sizi dediğime inandırırsam ne yapacaksınız bir daha dışarı çıkmayacakmısınız, sırf yakalanmak istemediğiniz için? Üstüne sizi ikna ettiğim o devin yaşadığınız dünyanın da yaratıcısı olduğunu söyleyebilirim! Nede olsa büyük mor renkli deve inandınız, o yaptı dediklerime mi inanmayacaksınız?

  6. bir kul dedi ki:

    7:104 – Musa: “Ey Firavun! Bil ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.” dedi.

    7:106 – Firavun: “Eğer bir mucize getirdiysen ve eğer doğru söyleyenlerden isen onu göster” dedi.

    7:109 – Firavun’un kavminden ileri gelenler, “Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır.” dediler.

    7:110 – O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. (Firavun): “O halde siz ne diyorsunuz?” dedi.

    7:111 – Onlar da “onu ve kardeşini beklet, şehirlere de toplayıcılar gönder.” dediler.

    7:112 – “Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler.”

    7:113 – O sihirbazlar Firavun’a geldiler: “Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?” dediler.

    7:114 – “Evet” dedi (Firavun), “Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız.”

    7:115 – Sihirbazlar, Musa’ya: “Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?” dediler.

    7:116 – Musa, “Siz atın” dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.

    7:117 – Biz de Musa’ya “Sen de asânı bırakıver.” diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.

    7:118 – Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti.

    7:119 – Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi.

    7:120 – Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.

    7:121 – “Âlemlerin Rabbine iman ettik.” dediler.

    7:122 – “Musa’nın ve Harun’un Rabbine.”

    7:123 – Firavun: “Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!” dedi. “Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!”

    7:124 – “Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım.”

    7:125 – Onlar da: “Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz.” dediler.

    7:126 – “Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al.” derler.

    7:127 – Firavun kavminin ileri gelenleri dediler ki: “Seni ve ilâhlarını terketsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” Firavun da dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve onlar üzerinde kahredici bir üstünlüğe sahibiz.”
    ——————————————————————————————————
    Kuranda habil ve kabil ile alakali tahmini 4 ayet geçiyor
    5:27 – Onlara Âdem’in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):” Seni öldüreceğim” demişti. Diğeri ise şöyle demişti: “Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder”.

    5:28 – “Allah’a yemin ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.

    5:29 – “Ben isterim ki sen, benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur”.

    5:30 – Bunun üzerine kurbanı kabul edilmeyenin nefsi kendisini, kardeşini öldürmeye teşvik etti ve onu öldürdü. Böylece zarara uğrayanlardan oldu.

    ——————————————————————————————————-
    60:2. Eğer sizi elegeçirirlerse sizin onlara gösterdiğiniz sevgiyi göstermezler, size düşman olurlar, ellerini ve dillerini fenalık etmek için uzatırlar, keşke inkar etseniz isterler.

    dünyatarihi ne için var zaten enyakın tarih bile canlı olarak önumüzde duruyor mesela mısır tarihi hep iftira yalan dolanla devlet gücünü ele gecirmek için yapmadıkları yok elinde silah olmayan insanlari dünya insanı gördü nasıl canlarına kıydıgını örnekler okadar cokki bundan şunu çıkarma herkes öyledir öyle olmayanlar okadar azki onlar müstesna hep şu mucadele olacak EKSİ ile ARTI soguk ile sıcak gündüz ile gece iyi ile köti DOGRU ile YANLIŞ yahu en basit dogru her hangi bir söze tahammül edemeyenler gördük ve görmeye devam ediyoruz bun dan sonrada olacak sen kabul etsende etmesende
    ——————————————————————————————————————-
    EĞİTİM

    Almanya’da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş:
    “Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim.
    Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.
    İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar.
    Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.
    Sizlerden isteğim şudur.
    Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın.
    Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.
    Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”
    ———————————————————————————————————————–

    Görüyorum ki gerçekten de herkes hayaller aleminde yaşamakta kararlı.. Gerçek hayat böyle değil; gerçek hayatta
    bazı insanlar yalan söylüyor,
    bazıları söylemiyor,
    bazı insanlar çok bencil,
    bazıları paylaşımcı,
    bazıları açık sözlü
    bazıları sinsi, hesapçı,
    bazıları iyi niyetli
    bazıları şeytanın avukatlığını yapıyor,
    bazıları hain
    bazıları insan…. Çünkü
    bazılarının hayatında Allah var,
    bazılarınınkinde yok.. Hayatında Allah varsa bir insanın her sorun aşılabilir; sizin en başta uzun uzun tartıştığınız her konuda doğruya ulaşabilir, ama
    Allah yoksa dünyanın en sarsılmaz bilgisine dahi ulaşsa o insan sürekli sorun doğurur; sürekli zarar verir, asla güven vermez.. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı, sanki kimse bu dünyada yaşamıyor.
    sordun cevapladım tekrar ediyorum onlar okadar azki onlar müstesna
    bir insan heap vermyeyecegine inanmişsa ona hiç bir kural işlemez fırsatını buldugu an yapacagını yapar kasıt başka bir şey hata başka bir şey benim kastım bilerek aklederek fırsatını kolayarak yapanlar için çünkü hatasız yanlışsız insan olmaz

    • toro dedi ki:

      Sayın bir kul,

      Arkasına milyonları takmış hitler bana yaptıklarımı tanrı yaptırıyor ve bana herkes sana inanana kadar onlarla savaş diyor, deseydi, yaptıklarını ya da yapılanlarını hoş görmemiz mi gerekir di?

      Kitabı, kitabın kendisiyle kanıtlmaya ya da savunmaya çalışmanız çok hoş! Sanki kendisine inanmanızı isteyen kitap, içinde aslında bana inanmamanız gerekiyor, aslında içimde konuşan tanrı değil, diyecekti!

      Kitabın tanrıdan geldiğine inandıktan sonra içinde ne dediğinin önemi varmı?

Yorum bırakın