PLATON’UN MAĞARASI ve UYANIŞ

Platos-allegory-of-the-cave2

Platon’a göre iki evren vardır. Birincisi; algılanan, duyumlanan varlık evreni, diğeri ise akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Platon’a göre asıl gerçeklik idealar evrenindedir.

Doğadaki tüm görüntülerin ideaların gölgelerinden ibaret olduğunu ileri süren Platon, bunu kolay anlaşılır hale getirmek için Devlet adlı kitabında hocası Sokrates’in ağzından meşhur Mağara Alegorisini yapmıştır. Şöyle ki:

Sokrates: – Şimdi, diyorum* ki insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve aydınlanmamış olarak düşün. Bunu şöyle bir benzetmeyle anlatayım:  Yer altında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş, bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyorlar, ne de burunların ucundan başka bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, hani şu kukla oynatanların seyircilerle kendi arasına koydukları ve üstünde marifetlerini gösterdikleri bölme var ya, onun gibi bir duvar. Böyle bir yeri getiriyor musun gözünün önüne?

Glaukon: – Getiriyorum.

– Bu alçak duvar arkasında insanlar düşün. Ellerinde türlü türlü araçlar, taşlar, tahtadan yapılmış, insana, hayvana ve daha başka şeylere benzer kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler, bölmenin üstünde görülüyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.

mağara– Garip bir sahne doğrusu ve garip mahpuslar!

– Ama tıpkı bizler gibi. Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanındakileri nasıl görürler? Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görürler, değil mi?

 – Ömürleri boyunca başlarını oynatamadıklarına göre, başka türlü olamaz.

– Bölmenin üstünden gelip geçen bütün nesneleri de öyle görürler.

– Şüphesiz.

– Şimdi bu adamlar aralarında konuşacak olursa, gölgelere verdikleri adlarla gerçek nesneleri anlattıklarım sanırlar, değil mi?

– Öyle ya.

– Bu zindanın içinde bir de yankı düşün. Geçenlerden biri her konuştukça mahpuslar bu sesi karşılarındaki gölgenin sesi sanmazlar mı?

– Sanırlar tabiî.

– Bu adamların gözünde gerçek, yapma nesnelerin gölgelerinden başka bir şey olamaz ister istemez, değil mi?

– İster istemez.

– Şimdi düşün: Bu adamların zincirlerini çözer, bilgisizliklerine son verirsen, her şeyi olduğu gibi görürlerse, ne yaparlar? Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla ayağı kaldıralım; başını çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak. Ona demin gördüğün şeyler sadece boş gölgelerdi, şimdiyse gerçeğe daha yakınsın, gerçek nesnelere daha çevriksin, daha doğru görüyorsun, dersek; önünden geçen her şeyi birer birer ona gösterir, bunların ne olduğunu sorarsak ne der? Şaşıra kalmaz mı? Demin gördüğü şeyler, ona şimdikilerinden daha gerçek gibi gelmez mi?

– Daha gerçek gelir.

– Ya onu aydınlığın ta kendisine bakmaya zorlarsak?Gözlerine ağrı girmez mi? Boyuna başını bakabildiği şeylere çevirmez mi? Kendi gördüğü şeyleri, sizin gösterdiklerinizden daha açık, daha seçik bulmaz mı?

– Öyle sanırım.

– Onu zorla alıp götürsek, dik ve sarp yokuştan çıkarıp, dışarıya, gün ışığına sürüklesek, canı yanmaz, karşı koymaz mı bize? Gün ışığında gözleri kamaşıp bizim şimdi gerçek dediğimiz nesnelerin hiç birini göremeyecek hale gelmez mi?

– İlkin bir şey göremez her hâlde.

– Yukarı dünyayı görmek isterse, buna alışması gerekir. Rahatça görebildiği ilk şeyler gölgeler olacak. Sonra, insanların ve nesnelerin sudaki yansıları, sonra da kendileri. Daha sonra da gözlerini yukarı kaldırıp, güneşten önce yıldızları, ayı, gökyüzünü seyredecek.

– Her hâlde.

– En sonunda da güneşi;  ama artık sularda, ya da başka şeylerdeki yansılarıyla değil, olduğu yerde, olduğu gibi.

– Öyle olsa gerek.

– İşte ancak o zaman anlayabilir ki, mevsimleri, yılları yapan güneştir. Bütün görünen dünyayı güneş düzenler. Mağarada onun ve arkadaşlarının gördükleri her şeyin asıl kaynağı güneştir.

Kaynak: Platon, DEVLET: 7.Kitap,

Çev. Sebahattin Eyüpoğlu

* Orijinal çevirisinde “dedim” olarak geçer. “diyorum ki” olarak aktardık.

 SONUÇ:

Platon’un Mağara benzetmesini idealar evrenine göre değil de, yaşadığımız dünyaya ve sorunlara göre yorumlarsak; kendi dar dünyalarında gölgeleri ve hayalleri gerçek sanıp, masallara inanan insanların da böyle olduğunu görürüz. Gerçekler önlerine konduğunda kabullenemez, tepki verirler. Yarı uykuda gibidirler ve uyanmak istemezler. Gölge oyunu oynamaktan, hayaller ve masallar içinde yaşamaktan memnundurlar. Uzun yıllar boyunca gölgelere ve masallara kapılmış olan insanların o karanlık dünyalarından çıkıp aydınlığa-ışığa ve gerçeklere alışması zorlu bir süreç gerektirir. Aydınlanma mücadelesinin amacı, karanlıkta gölgelere inanan ve yanılan insanları uyandırmak, onlara asıl gerçekleri gösterebilmek ve zincirlerinden kurtarıp aydınlığa kavuşturabilmektir.

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Felsefe içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

3 Responses to PLATON’UN MAĞARASI ve UYANIŞ

  1. nizami dedi ki:

    Cok guzel.Ama herkes kendi bildiginin dogru olduguna inanir.Yani hic kimse aklina karsi cikamaz.Bence hic kimsenin gunahi yoktur.Herkes kendisinin kercek yolda oldugunu saniyor.

  2. mettoacar dedi ki:

    Reblogged this on mettoacar.

  3. Salim Diyap dedi ki:

    Tek tanrılı dinin kaynağı olan bu düşünceye göre sürünün bir çobana ihtiyacı var. o mağaranın ağzındaki ışığa insanları yöneltecek birine … bu da zaman içinde peygamber olmuştur. günümüz dünyasında da neo- potanızım diye açıklayabileceğimiz onlarca lider. o peygamberlerin yerini almış bulunuyor. onlar düşünür, onlar karar verir, onlar ne yaparsa onların ardında koşturanlar de aynı şeyleri yaparlar. Yani bu düşünceye göre birey hikayeden ibarettir. birey elinden tutulmaya, yönlendirilmeye ihtiyacı olan şahıs demektir. Lider her şeydir..

Yorum bırakın