KUR’AN’DA SALAT-SALAVAT

Namazda Salavat:

Her namazda okunan ve Salavat denen dualar vardır. Bilir misiniz anlamını?

“Allahümme salli ala Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kema salleyte ala ibrahime ve ala âli ibrahim. inneke hamidün mecid.”

“Allahumme barik ala Muhammedin ve ala âli Muhammedin, kema barekte ala İbrahime ve ala ali İbrahim, inneke hamidun mecid.” (Buhari, Enbiya/10; Müslim, Salat/65,66.) * *

* Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesi üzerine, İbrahim’e ve İbrahim’in ailesi üzerine salat ettiğin gibi salat et: Şüphe yok ki, Sen hamidsin, mecidsin.

* Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ailesi üzerine, İbrahim’e ve İbrahim’in ailesine bereket ihsan ettiğin gibi bereket ihsan eyle! Şüphesiz ki sen hamidsin, mecidsin.

Günde 5 vakit ve onlarca kez bunlar okunur. Peygambere salavat getirilir. Allah’tan ona İbrahim’e yaptığı gibi salat etmesi ve İbrahim bereketi ihsan eylemesi istenir. Sağlığında peygambere ve ailesine zenginlik, bereket için dua edilir de, öldükten sonra bunun anlamı, mantığı nedir? Buna ihtiyacı mı var bir ölünün? Böyle saçma sapan bir dua olur mu? İnsan ülkesi için, halkı için ya da kendi için ister de, ölmüş insanlara bu dua neyin nesi?

Hadi diyelim ki Allah’ın ve meleklerin peygambere salat etmesi ayetinde geçen “salat” secde-namaz anlamında değildir de, destek anlamındadır. İyi de artık bu desteği istemeye gerek var mı? Müslümanlara istenebilir belki de, neden Muhammed hazretlerine ve de ailesine?

Bunun mantıklı bir izahı olabilir mi?
Üstelik bunlarla da bitmiyor. Yüzlerce böyle naat ve salavat duaları var. “Şu salavatı okuyanın 80 yıllık günahları affolur.” “Bu salavatı okuyan cennetlik olur” diye..
Aklı, mantığı olan bir insan nasıl bu saçmalıklara inanabilir?

Kur’an’da Salat-salavat:

Kur’an’da sallu, salli, salat, salavat sözcükleri tam bir muammadır.
Bu sözcükleri doğru dürüst açıklayabilen bir İslamcıya rastlayamadım şimdiye kadar.

Salat kelimesi namaz ve dua ile anlamlandırılarak çevrilir. Namaz ile hiç ilgisi olmayan ayetler dahi sırf salat kelimesi geçtiği için namaz diye çevrilmiştir.
Salavat kelimesi ise salat’ın çoğuludur. Genelde Muhammed’e yapılan duâ mânâsında kullanılır.

Şimdi aşağıdaki ayete bir bakalım:

Kıyame/ 31-32.
Fe lâ saddeka ve lâ sallâ.
Ve lâkin kezzebe ve tevellâ.

Diyanet:
O, (Peygamberi) doğrulamamış, namaz da kılmamıştı.
Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.

Elmalılı:
Fakat o ne sadaka verdi ne namaz kıldı.
Fakat yalanladı ve döndü.

Yaşar Nuri:
Ne tasdik etti ne yakardı/ne sadaka verdi ne namaz kıldı.
Tam aksine, yalanladı, gerisin geri döndü.

Edip Yüksel:
O ne doğruladı, ne de destekledi;
Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.

Ayetlerdeki kelimeler:
Saddeka – salla
Kezzebe – tevella

Saddeka’yı sadaka vermek olarak çevirenler de var, tasdik etmek, doğrulamak olarak çevirenler de.

Emin olmak için aynı kelimenin geçtiği bir başka ayete bakalım:

Sebe-20. Ve lekad saddeka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn

Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular.

Demek ki doğrulamak, tasdik etmek anlamı doğru.

Kezzebe kelimesi saddeka’nın tersi. Yalanlamak.
Yani ayette zıt kelimeler kullanılmış.
Saddeka’ya karşı Kezzebe, sallu’ya karşı tevella.

Bu durumda tevella dönmek olarak çevrildiğine göre, yani reddetti, uymadı, itaat etmeyip sırtını döndü anlamında kullanıldığına göre sallu’nun namaz kılmak olarak çevrilmesi yanlış.
Öyleyse doğru çeviri Edip yüksel’inkidir:

O ne doğruladı, ne de destekledi;
Fakat yalanladı ve yüz çevirdi.

Eğer Kıyame-31’deki sallu kelimesini namaz kılmak olarak aldığımızda aşağıdaki ayette de Allah ve meleklerinin peygambere namaz kıldığı anlamı ortaya çıkar:

Ahzap-56. Âllâh ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey inananlar, siz de O’na salât edin ve teslimiyetle selam verin”

Sadece Ahzap-56 ile kalsa mesele değil.
Dersiniz ki; Muhammed, narsistliğinden Allah’a ve meleklere dahi secde ya da dua ettirtmiş.

Ne var ki, durum bundan ibaret değildir. Kur’an’da çeşitli salatlar vardır;

1- Peygamberin ve kulların Allah’a salatı,
2- Allah ve meleklerinin peygambere salatı,
3- Allah’ın kullarına salatı,
4- Peygamberin kullarına salatı,
5- Kulların peygambere salatı,

1- Peygamberin ve Kullarının Allah’a salatı:

Hepimizin bildiği İslam’ın şartı olan namaz ibadeti ve dua edilmesidir.

2- Allah ve meleklerinin peygambere salatı:

Ahzap-56. İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (Cuma namazlarına gidenler bu ayeti iyi bilir. İmam mimbere çıkarken okunur.)

Meali: Âllâh ve melekleri Peygamber’e hep salât ederler. Ey inananlar, siz de O’na salât edin ve teslimiyetle selam verin”

3- Allah’ın (ve meleklerinin) salih kullarına salatı:

Ahzap-43. Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhu li yuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mu’minîne rahîmâ

O (Allah) ve melekleridir ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salavat getirendir. İnananlara merhamet eden O’dur.

Bir örnek daha:

Bakara-157. Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn

İşte Rableri katından salavat ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.

4- Peygamberin kullarına salatı:

Tevbe-103. (Günah çıkartma ayeti) Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm

Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara salat et. Çünkü senin salatın onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

5- Kulların peygambere salatı:

Ahzap-56 ayetindeki “Ey inananlar, siz de O’na salât edin ve teslimiyetle selam verin.” emri İslam’da farz kabul edilir ve her namazda salli ve barik duaları ile Muhammed’e salat edilir.
Ayrıca Muhammed adı duyulduğunda aşağıdaki hadis gereğince daima “Âllâhümme salli alâ Muhammed” diye salavat getirilir:

“Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtünsün, hakarete uğrasın ” buyurmuştur (et-Tâc, V, 145).

Salatla ilgili diğer ilginç ayetler:

Kur’an’da geçen secde ve rüku kelimeleri de salat kavramından yani namazdan farklı olarak kullanılmış. Örneğin aşağıdaki ayetlerde secde ve rüku sözcüğüne dikkat:

Şuara/ 217-219.
Ve tevekkel alel azîzir rahîm
Ellezî yerâke hîne tekûm
Ve tekallubeke fîs sâcidîn

Aziz ve rahman olana güven
Ki O, seni kıyam ettiğin zaman görür.
Ve secde edenlerin içinde dönmeni de.

Bu ayette secde ile kastedilen namaz olsa, Muhammed ne diye namaz kılanların arasında dönüp dursun?

Bakara-43. Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn

Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle beraber rükû edin.

Yine bu ayetteki salat kelimesi bildiğimiz şekilsel namaz olmuş olsa, neden araya zekatı koyduktan sonra rüku edin desin?

Peki ya şu ayet:

Bakara-58. Ve iz kulnedhulu hazihil karyete fe külu minha haysü şi’tüm rağadev vedhulül babe süccedev ve kulu hıttatün nağfirleküm hatayaküm* ve senezıdül muhsinın

Şöyle demiştik: “Girin şu kente; orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girin ve ‘affet bizi’ deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım. Biz güzel davranıp, güzellik üretenlere daha fazlasını veririz.”

Herhalde “kapıdan girerken namaz kılın” demek istenmiyor. Yani, Kur’an’da geçen salat’ı secde ve rükudan ayrı ele almak gerekir. Rüku, saygı göstergesidir, secde ise bağlılık, biat, kul-köle olma göstergesidir. Salat ise rüku ve secdeyi de kapsayan bir dua rituelidir.

Dikkat çeken bir başka konu da Kur’an’da salat kelimesi ile mescid kelimesinin birlikte hiç kullanılmamış olmasıdır ki çok ilginçtir. Ha keza namazın bir parçası olan secde ve rüku da, salat içinde hiç bahse alınmış değildir. Örneğin Kur’an abdesti uygulamadaki gibi anlatmasa da kısaca anlatıyor. Ama namazın bir anlatımı yok. At üstünde bile salat edilmesinden bahsediliyor. 5 vakit namaz da yok Kur’an’da. Vakit olarak sayılsa 3 çıkıyor. Zorlama ile kimileri 4 vakti, kimileri ayetleri çarpıtarak 5 vakti elde ediyor.

Sonuç olarak salat ve sallu sözcüklerinin dua anlamı dışında bağlılık, uyum, itaat, destek, biat, ittifak benzeri bir anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz. Örneğin “ekımus salat-salat et” denilince; “bağlılığını, müttefikliğini göster” anlamı çıkar. Bu gösterme şekli bir ritueldir ve putperestler bu ritüele alkış ve ıslık katmaları nedeniyle Kur’an’da eleştirilmişlerdir. Namaz karşılığındaki salatın anlamı saygı, bağlılık, destek ve biat törenidir. Namaz bir merasimdir, bir ritüeldir. Zaman içinde çeşitli biçimler kazanmıştır, dualarla kapsamı genişletilmiş ve yalvarma-yakarma ritüeline dönüşmüştür.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

31 Responses to KUR’AN’DA SALAT-SALAVAT

  1. merto dedi ki:

    kaan bey bu eleştirdiğin konu dinin özü olmazsa olmazlarından biri değil ki , sen bu dinin gerçek mesajı nedir ne istiyor. ona bak ön yargılarından kurtulabilirsen , gherçekleri görörüsün dinin salat malat olmadığını anlarsın.Allahın istediği kısmen şudur. Kimse kimseyi sömürmesin, hakir görmesin, kimse kimsenin hakkını zerre kadar çiğnemesin. herkes ya da her inanan hep hukuk üzere kalsın. kapitalist duruşların tamamaı kalksın, insanların ekonomik durumları , insanca bir düzeye çekilsin. vs. siz iaslamı anlasaydınmız tövbe deder hayran kalır. söylediklerinizden hicap duyar belki günlerce ağlardınız. sevgiyle kalın….

    • Taner Arslan dedi ki:

      Bu laflar boşuna, yüce Rab kuranda da buyurur. Allah kalbini mühürlediği kullarını dilediği zaman çözer… Kalbini mühürlemek ve ön yargılar. Keşke görebilenlerden olsalardı…

    • proleterskaya dedi ki:

      Merto isimli yorumcu ve onun gibi cahillerin tümü; Eğer mutlaka birşey yazacak iseniz bu adamın yazdığı gibi tek tek ve ayrıntıları ile açıklayarak karşıt görüşlerinizi yazın.
      Allahın istediği diye başlayan cümlendeki fikirlere ve temennilere katılmamak elde değil, ancak yanlış olan şu;Yere göğe koyamadığınız kuran da yazanlar yada kuran ın ana felsefesi bu dediklerinden daha ziyade muhammedin 23 yıl boyunca yaptığı ve yapmayı istediği şeylerin dayanağını oluşturan anlatım ve ifadelerden başka bişey değil.
      Senin allahın isteği kısmen şudur dediklerine, ben kuran da rastlayamadım, sana vahiyle mi geldi yoksa .

      • Gencer dedi ki:

        Güzel bir cevap olmuş.Serdar bey tüm bilgilerini başlık başlık ayrı olarak sağ tarafta listelemiş.Yobaz kalkıyor daha önce yandaki konulardan hiçbirini okumadan bir yazıya atlıyor ve bağnaz bir şekilde eleştiriyor.Serdar beyin hükmünü vermek kimseye kalmaz.Tanrı yarattıkları için hesabı ölünce görür.Kuran’a gelince 23 Yılda yazılmış ve ne hikmetse duruma ve ortama tamamen uymuş.Daha önce serbest olanları daha sonra yasaklamış.Serdar bey konuları çok itinalı bir şekilde en ince ayrıntısına kadar irdelemiş.Örnekler ve kaynaklar belirtmiş.Kendisini çalışmalarından dolayı tebrik ediyorum.Ayrıca ya bu kadar çelişki ortaya detaylı bir şekilde konulupta hala daha şirk koşmakla çarpılmakla cehennemle tehdit ediyorlar.Biz hangi çağda yaşıyoruz anlamış değilim.

        Saygılar.

      • yeryuzuinsani dedi ki:

        Sevgili Proleterskaya,
        Size katılıyor ve şunları ilave ediyorum. Görüyorum ki burada Serdar Bey’in yazılarını eleştiren hiç kimse ne Kuran-ı Kerim’ i ne de Peygamberin hayatını onun kadar araştırmamış, incelememiş hatta okumamış bile. Kanaatimce bütün bu arkadaşlar önce dinlerini ve kitaplarını iyice öğrenmeliler, en azından inanmıyorsunuz dedikleri insanlar kadar öğrenmeliler…

    • Mehmet Horoz dedi ki:

      Yorumunuza %100 katılıyorum. İslamı ve Kur’anı çok iyi anlamışsınız. Tebrikler. İslamiyet demek antikapitalizm demek, kuran demek bunu rehberi demektir. Saygı ve sevgi ile kalın..

      • Nercivan Yilmaz dedi ki:

        Bende katiliyorum aynen vesselam

      • Adil dedi ki:

        Mehmet bey bir yorum yaparken yada bir konu ile ilgili düşürken düşünmenin sınırlarını ve yorum yapmanın sınırlarını bilmeniz veya tespit etmeniz gerekir.Neye ve kime nasıl %100 yüz katılıyorsunuz.Yukarıda yazılanların İslamla hiç bir ilişkisi yok ayetler hariç ancak ipe sapa gelmez yorumlarla siz ve sizin gibiler bilimsel düşünce adı altında bir kıyım yapıyorsunuz.Bi kere Salli barik diye bir dua yok İslamda bunlar Emeviler zamanında uydurulmuş saçma sapan şeylerdir.Kaldı ki Bakara Suresinin 285.ayetinde Mü’minlerin nebiler ve rasüller arasında ayrım yapılmayacağı vurgulanır.Sizin hurafeler üzerinden zaman ve zemin üstü bir mesaja saldırıyorsunuz.Enbiya Suresinin 30.ayetinde göklerin ve yerin bitişik olduğu ve daha sonra Allah’ın ayırdığını ifade etmektedir ve bilim dünyası bu olayı Binbagle açıklayabilmiştir.Peki sorarım ben size ve sizin gibi aklını güneşin astarında kaybeden arkadaşlara bu kitabı bir insan yazsa idi bu bilgiye o zaman ki teknoloji ile nasıl yazardı.Bu anlattığım sadece bir örnek Kur’an şu anda yaşanan siyasi olaylara öyle çözümler getiriyor ki okuyan insan hayran kalır.Sizin hatanız Kur’an’a parçacı bir şekilde yaklaşmanız cımbızlama bir ifadeyi çekip daha sonra o ifadeden yola çıkarak saldırmak akıl karı değildir.Siz kanaatimce Turan DURSUN bey efendinin görüşlerinden yararlanıyorsunuz.Sizi düşünmeye davet ediyorum.Son olarak bu hayat ölümle sonuçlanacak siz inanmayabilirsiniz ve ben olmayan bir Allah’a inanıyorsam öldükten sonra eğer Allah yoksa sizin içnde benim içinde sorun yoktur amma eğer varsa siz yakanızı kurtaramazsınız.Tabiki Allahın varlığı gün gibi ortadadır gözünü kapatan kendine karanlık yapar.Selam ve dua ile.

      • Adil dedi ki:

        Haşr Suresinin 7.ayetinde Malların zenginler arasında dolaşan bir devlet olmamasından bahseder.Ey kardeşim sen kapitalizmin ne olduğunu bilmiyorsun bilmediğin bir fikirle İslama saldırıyorsun ben iktisatçıyım ve kapitalizmi en az bir iktisatçı kadar bilirim ama Kuran nerde kapitalizm nerde Allah rahmet etsin Ahmet Kaya bir çalışmasında şöyle diyor yorumuz için;NERDEN BAKSAN TUTARSIZLIK NERDEN BAKSAN AHMAKÇA.Kuran kapitalzmi ortadan kaldırmak için vardır.Fikret BAŞKAYA’yı oku ordan öğren kardeş.

  2. Taner Arslan dedi ki:

    Bu laflar boşuna, yüce Rab kuranda da buyurur. Allah kalbini mühürlediği kullarını dilediği zaman çözer… Kalbini mühürlemek ve ön yargılar. KEŞKE GÖREBİLENLERDE OLSALARDI.Sabır gönlün gözünü açar. Asilerden olmayasınız

  3. toprak2012 dedi ki:

    serdar bey .. salatı destekleme,motive etme yardım etme ,anlamında alırsanız sorun nee .yazdığınız ayetler de salat yerine destek ,yardım ,kabulu koyup yeniden okuyun tabii anlamak istiyosanız yok başka niyetiniz varsa .yasin suresinin 9, 10, 11 ayetlerini okuyun..

  4. Yazblogcu dedi ki:

    Merhabalar,
    Bu konuyu ben de bir yerlerden okuyarak etkisi altında kalmıştım ve acaba gerçekten bu böyle değildi de yıllardır hep kandırıldık mı diye tereddüt etmedim desem yalan olur. Kur’an’da salat ve salavat konusunu hala inceliyorum. Bir taraftan bakıyorum 14 asırdır kılına gelen namaz ve içersinde okunan salavat, bir taraftan bakıyorum birileri bu konuyu araştırmış inceleyerek salavat okunmasına gerek olmadığını savunuyor. İşte bu bağlamda da bizim gibi bu konuda tam bilgisi olmayan insanların da kafası karışıyor. Namaz kılma konusunda bile vakit ve rekat sayıları ile namazda nelerin okunacağı konusunda yapılmış bir çok açıklamalar var. Bunları okuduktan sonra etkisi altında kalarak bir ara namazlarımda “sübhaneke” duasını, ilk ve son kade’lerde “ettehiyyatü” ve “salavat”ları terk ederek, bunların yerine Kur’an’dan dua ayetleri okumuştum. Şu anda yeniden eskiden kıldığım gibi, namaz hocası kitaplarında yazıldığı gibi namazlarımı kılmaya çalışıyorum. Elbette doğrusunu Allah bilir. Cenab-ı Allah, inanan ve samimi müslümanları yanlış yapmaktan ve yanlışlardan korusun ve emin eylesin.

    • sevginin ışığı dedi ki:

      Allah senin kalbinin içine bakar. En içten şekilde ve düşündüğün konuştuğun dilde, yani anadilinde ona hitap et. O senin içtenliğini ister. Yapmacık yapmacık, kendi ağzından çıkanı kendinin bile anlamadığın yabancı bir dil olan Arapça ile değil…

    • Mehmet Horoz dedi ki:

      Sn. Yazblogcu, bunları yapmışınız çok güzel, ancak merak ediyorum, tüm bunlara rağmen, bize dayatılmaya çalışılan namazın aslında islami olmadığı ve dine sonradan sokulduğunu düşünmek neden aklınıza gelmedi..Sizce biz ne kadar müslümanız, kurandaki islamı ne derece uyguluyoruz, dört dörtlük müslüman isek neden müslüman diye tabir edilen toplumlar sersefil vaziyette. Kuranda ne diyor, inananlar iseniz kazanırsınız. Biz inanan isek neden hep eziğiz, yoksa kuran mı yalan söylüyor. Yoksa bizle mi kuranın yolunda değiliz. Bunları bir düşünmek lazım. Saygılar sevgiler..

    • NAMAZDA SADECE RABBİNİ AN dedi ki:

      TAHİYYAT VA SALLİ BARİKLERİ OKUMAMAK NAMAZA ZARAR VERMEZ. FAKAT OKUMAK NAMAZDA ALLAHTAN BAŞKASINI ANMAMAK GEREKTİĞİ İÇİN SAKINCALI VE ŞİRKE BULAŞMA RİSKİ TAŞIYOR. PEYGAMBERİN, NAMAZDA SELAM OLSUN SANA EY NEBİ DEDİĞİNİ VEYA KENDİNE SALAVAT GETİRDİĞİNİ KABUL EDEBİLİYOR MUSUNUZ. BUNLAR NAMAZA SONRADAN EKLENDİĞİ KESİN OLAN BİRŞEY, PEYGAMBERİN NAMAZINDA BUNLARIN OLDUĞUNU SANMIYORUM. RABBİNİ ANMAK İÇİN NAMAZ KIL EMRİNE MUHALİF OLARAK KENDİNE SELAM EDEBİLİR Mİ?

      • bilal dedi ki:

        Namazda salli ve barik okumamak elbette namaza zarar vermez.Amma bunları okumakla şirk riskini asla taşımaz.Çünkü bu cümlelerde hz.Muhammed övülmüyor.Tam tersine bu ifadelerle onun da bizim gibi Allah’ın merhametine muhtaç bir kul olduğunun hükmü çıkıyır. Salat ve selam getirmekle sadece ona Allah’tan merhamet dileniyor.Tahiyyataki selam ve Allah’ın rahmetini hem kendimiz,hem de bütün salih kullar için de diliyoruz.. Bunları sadece hz.peygambere dilemiyoruz. Tahiyyataki ifadelere bir bakalım: السلام عليك ايهالنبي ورحمة الله وبركاته السلام علينا وعلي عبادالله الصالحين ‘’ Ey nebi ! Allah’ın esenliği,rahmet ve bereketi senin üzerinde olsun.Ve yine bu esenlik bizim ve Allah’ın bütün salih kullarına da olsun.’’diye aynı duayı hem kendimize , hem de bütün salih kullara da yapıyoruz. Bu ifadeyle hem kendimizi,hem de bütün salih kulları hz.peygamberin konumuna getirmiş, oluyoruz.. Çünkü aynı ifadeyi kendimiz ve diğer salih mü’minler için de kullanıyoruz. Öyleyse,kendimize ve diğer mü’minlere yaptığımız bu duada sakıncalıdır. Öyle mi ? Yani namazda hz.peygembere ,kendimize ve diğer mü’minlere dua etmeyelim mi ? Namazda hz.peygembere böyle bir dua yapmak sakıncalı ise,kendimiz ve bütün salih kullara da yaptığımız duanın sakıncılı olması gerekir.. Bir örnek daha verelim:Tahiyyata kelimei şehadet getirince burada hz.Muhammed in işmi de geçiyor. اشهد ان لا اله الا الله واشهد ان محمدا عبده ورسوله ‘’ Öyleyse kelimei şehadetten de hz.Muhammed’in ismini çıkarmalıyız öyle mi? Bunların neresinde şirk taşıma riski vardır ?. Kelimei şehadette önce hz.Muhammed’in de bizim gibi Allah’ın bir kulu,ondan sonra elçi olduğunu,salli ve barik gibi ifadelerle de onun da aynen bizim gibi Allah’ın esenliğine,rahmet ve bereketine muhtaç olduğunu ve bu nedenle hem kendimize,hem de hz.peygambere Allah’tan merhamet dilemiş oluyoruz.Eğer bu ifadelerle hz.peygambere Allah’tan esenlik ve merha- met diliyor ve onun da bizim gibi Allah’ın merhametine muhtaç bir kul olduğunu biliyorsak burada şirk riskinden en ufak bir ihtimal söz konusu olamıyor…… Çünkü hz.peygamberi de kendimiz gibi Allah’ın merhemetine ve esnliğine muhtaç ve aciz bir kul olarak ilan ediyoruz… Bunun nersinde şirkin riski vardır.? Namazda hz.peygambere,kendimize ve bütün mü’minlere dua ederken,yine yüce Allah’ı,onun merhamet ve kudretini anmış oluyoruz… Yani du etmek bile aynı zamanda Allah’ı anmaktır. Yüce Allah çeşitli vesilelerle anılıyor.Bunlardan birisi de ona yalvarıp dua etmekle olur.Demek ki,dua da Allah’ı anmaktır. Bu durum, kur’an daki واقم الصلاة لذكري ‘’ Beni anmak için namaz kıl ‘’ifadesiyle tam mutabıktır. Çünkü,Namaz zikrin bütün çeşitlerini içinde barındırıyor.Bunlar hamd,sena,tesbih,tekbir ve dualardır.Namazda Allah dil,kalp,fikir ve bedenin bütün organlarıyla anılmkatdır.Özetle,Tahiyyataki selam,salli ve barik gibi dualar sonrdan ilave edilmiş değildir.İlk sahabe nesli bunu nasıl görmüş ve yugulamışsa,tevatü- ren biz Kadar da gelmiştir… Selamlar. Allah’a emanet olun…

  5. ortadogu80 dedi ki:

    merhaba okyanusum.com sitesinde ahmet huluside kavramlar diye bir bölüm var orada salavat ile ilgili bunlar yazılı belki faydası olur sorularınıza
    saygılarımla

    http://www.allahvesistemi.org/ahmedhulusidekavramlar/kavramlar/salavat/index.htm

  6. Geri bildirim: DİĞER DİNLERDE NAMAZ | BİLİMSEL FELSEFE

  7. muammer pınar dedi ki:

    peygamberi zişan efendimizin mübarek zatına getirilen bu iyi niyet temennileri ve dualar sayesinde din bu günlere gelebilmiş. Onun davasının açtığı ulvi yolun devamlılığı için yapılan bu dualar sayesinde 1400 yıl sonra bu sanal alemde bu hakikakatlar hala konuşulabilmektedir. Rabbim konuşamayan anlayamayan gafillerden eylemesin.

  8. Bir dost dedi ki:

    Fark ettikleriniz doğru, salat ve benzeri kelimelerin anlamı daima tefsir ve meallerde verildiği şekliyle olmayabilir, hatta olmadığı açık gibi. Ancak bu fark ettiğiniz şeyler Kuran’ın çelişkisi değil, bilinen ve yaygın anlayıştaki çelişkiler. Bu Kuran ayetleri inanların imanını inkar edenlerin inkarını artırır; bu da Kuran’ın bir mucizesidir. Aynı söz, tam zıt iki tesir. Aradaki fark ise Allah’a meydan okumak mı istiyorsun yoksa O’nu bilmek ve anlamak mı istiyorsun sorularına verdiğin samimi cevabından, tercihinden, niyetinden doğar. Bu kadarcıktır yani, şeytan ve Adem as arasındaki fark bile bu kadar, şeytan’a Adem’e secde et dedi, şeytan itiraz etti, sen beni ona secde edecek şekilde yaratsaydın ben secde ederdim dedi (suçu Allah’a attı), Allah ben senin bilmediğini bilirim dedi, şeytan itimat etmedi, (ateş topraktan hayırlıdır vs) bildiklerinde inat etti. Adem as’a Allah ağaca yaklaşma dedi, Adem as de Allah’ın sözünü dinlemedi, sonrasında ise inat etmedi, “sen beni o meyveyi yemeyecek yada o meyveye ilgi göstermeyecek şekilde yaratsaydın ben de yemezdim” demek yerine tövbe edip suçu Allah’a atmaktan kaçındı. Suçu subhan ve münezzeh olan Allah’a atmak yerine kötülüğü emreden nefsinin sorumluluğunu kabul eden Allah iman, hidayet ve yardımını lütfeder.

  9. Nercivan Yilmaz dedi ki:

    Vallahi yorum yazmadan edemedim
    çok aydinlattiniz beni ve çok mantikli yorumlariniz var akli kullanarak
    hatta kuranin emride bu zaten ya
    ŞİMDİ OLDU BAK.
    ALLAH RAZİ OLSUN
    ALLAH RAZİ OLSUN
    ALLAH RAZİ OLSUN !!!

    • AbdullahAbdal dedi ki:

      Ayet veremez ve kuranın emri akıl derseniz kafir olursunuz.
      hoş olmuşsunuz ….Tövbeside yok..Kuranı yalanlamanın..
      bence akıl yazan ayeti bulun diyecem kurtulmak için ama…
      Kuranın ilkel Tanrısının beyinden haberi yokmuş..
      Kuranda beyin bulunmaz..bulamazsınız ..üzgünüm:)
      Kalp attığı için onu ruh sanıyorlarmış:)

  10. yasir dedi ki:

    Salah-salat-salavat-vsvs bunların çoğu kurulan cümle içindede değişiklik arz atmekte…
    Bu kelimeler, selam,esenlik,barış,destek,yalvarış,yakarış,övmek,yüceltmek,hamd,dua vsvs anlamlara gelmektedir…

    Namaz’da yapılanlar zaten hep bunlar değilmi ALLAH için kıyamda durmak, ruküya eğilmek ve secdeye kapanarak Selam etmek, dua etmek, hamt etmek,şükür etmek, yüceltmek, teslimiyeti-bağlılığı bildirmek ve selamet istemek, barış istemek, destek istemek vsvsvs…

    ALLAH dilediğine salah eder-salat eder yani yüceltir, över, rızıklandırır,,,Lakin kullar sadece ALLAH’a övğü ve hamd eder, şükreder…

    Zaten Namaz farsça bir kelime olup türkçeye geçmiştir, türkler islamiyeti İranlılar araçılığı ile öğrendiğinden dini terimlerin çoğu farsça dır, namaz, abdest vsvs…

  11. Abdullahabdal dedi ki:

    Pantenin bu yazısını turkısh-medya.com daki namaz kuranda yazmaz başlığına yapıştırdım..
    ayrıca..gülen cematinin radyosunda.bu konu konuşuluyordu.
    mezheplere göre namaz kılmayana verilen cezalar hadis dedikleri uydurma saçmalıklarda çok ilginçmiş..

    genelde mürted görülüp namaz kılmayanı öldürme emri varmış..en hafifi namaz kılana kadar dayak atma ve hapsetmek falanmış..müslümanlığın ilkelliği için araştırması ilginç bir konu olabilir

  12. nizami dedi ki:

    Ya bir mantikla dushunseniz .Allahin kuranda kendine yazdigi sozleri her gun shiir gibi defalarca soyluyorsunuz.Siz bir duhunun shimdi cocuklarina kendini anlatiyorsun ben iyi bir anneyim yada babayim.Ben guzelim , ben comertim.Cocuklariniz her gun 5 defa sizin kendinizi anlattiginiz sozleri size soylesemi iyi olur , sen iyi bir annesin yada babasin. Sen guzelsin, sen comertsin.Yoksa kendi gonlunden gecenleri ,kendi yureginden gelenleri soylesemi iyi olurdu?Sizin hangisi hoshunuza giderdi?

  13. ismail, dedi ki:

    Nemazda 2 dua var sonda okunanlardan Allahumme salli ve Allahümme barik duaları “barik” bereket demek yani zenginlik demek diyorki bu dua Allahım muhammede ve onun soyundan gelenlere zenginlik ver ibrahime ve onun soyundan gelenlere verdiğin gibi yani burda kesinlik var ibrahime ve onun soyundan gelenlere zenginlik verilmiş muhammed ve onun soyu için yalnızca dileme var o zaman ibrahimin soyundan şimdi çok tanınan dünyaca ünlü bir zengin olması gerekmezmi şu an dünyada varmı? ve bilmemiz gerekmezmi çünkü duada kesinlik var…nasıl bilebiliriz bu ibrahim soyundan gelen dünyaca ünlü zengini mesela adı ibrahim olmazmı mesela ibrahimov gibi bir şey veya abrahamov veya abrahamoviç varmı böyle biri?..

    diğer duada diyorki Allahım muhammed ve soyuna “salli” ver ibrahim ve soyuna verdiğin gibi salli ne demek nemaz diye biliyoruz değilmi arapçası öyle ama muhammed ve ibrahime nemaz kılınamıyacağına göre salli kelimesinin yerine saygı kelimesini koysak yani aslında salli kelimesi ile saygı denilmek isteniyorsa saygı nemaz demek değilmidir yani Allah’a gösterilen saygı anlamında ve duadaki salli de saygı anlamında demekki o zaman oluyor galiba..çünkü salli yeni üretilen bir kelime olmuş olmuyormu nemaz emri geldiğinde 7.yyda ve salliye yüklenen anlam nemaz olmuş ama salli ile asıl denilmek istenen saygı ise bu duadaki salli anlamınıda Allah’a yapılan ibadetide kapsıyor..yani ne diyor dua o zaman “Allahım muhammed ve soyuna saygınlık ver ibrahim ve soyuna verdiğin gibi..”

  14. ismail, dedi ki:

    ne yazıki bir çok tercümede salli kelimesinin yerine rahmet var tercümeyi yapan bu duayla karşılaşınca önce bir afallamış olmalı salli nemaz demek o şekilde çevirmeye kalkıncada haşa ibrahime ve muhammede nemaz kılmak gerektiği gibi çıkınca herhalde arapçanın zenginliğinden olsa gerek diye düşünüp salli yerine rahmet veya benzeri kelimeleri koymuşlar halbuki burada ve genel anlamda salli saygı anlamına geliyor olmalı nemaz kelimesi de sallinin tercümesi ama farsça kökenli o da türkçe değil nemaz diye diye alışmışız bizdeki düşündürdüğü eylem kıbleye dön rükü et başını secdeye koy gibi mekanik hareketleri çağrıştırıyor ama aslında salli yani nemaz =saygı olarak düşünülürse daha sağlıklı olabilir ki Allahümme salli duası bunun sağlamasıdır kanımca.

  15. ismail, dedi ki:

    bu konuda biraz araştırma yapınca yani salli dolayısı ile salat kelimelerinin anlamları hakkında googleda ilk iki gördüğüm sitedeki salli ve salat anamları hakkında iki farklı açıklamaya rastladım daha arasam belki daha farklı anlamlarda vardır.bunlardan birinde salli derken muhammedin itibarını yükseltmek anlamında kullanmış “raise rank of muhammed” diyerek ki oldukça doğru gibi ama böylece nemazın yani salli=salat anlamının birisinin itibarını yükseltmek yani saygı göstermek sonucuna varmamış. ikinci sitede ise uzunca bir şekilde konuyu ele almış ve salli kelimesinin salatın çoğulu olarak sure ve dualarda muhammed için kullanıldığında nasıl muhammede namaz kılmak değilde bu kelimelerin yerine göre farklı anlamlar kazanıcağının hakkında fikirler yürütmüşki halbuki salli kelimesinin gerçek anlamı olduğuna kuvvetle inandığım saygı kelimesini kabul edince hiçibir sorun kalmıyor saygı hem Tanrıya gösterilen saygı yani nemaz olarak dediğimiz ritüel olarak hemde herhangi birine veya muhammede salli yani saygı anlamında yerine oturuyor. http://www.quran-islam.org/…/corruption_of_33:56_(P1243… ” It is essential to inspect the present interpretation of these words among Muslims today, then we must find out whether this interpretation is in line with the one contained in the Quran. To do this, the easiest method is to ask any Muslim as to what is the meaning of the simple and widely spoken words ‘Salli ala al-Nabi’ (give Salat to the Prophet) ” What does it mean when we say “Allahumma Salli ^Ala Muhammad Wa Sallim”?

    http://www.alsunna.org/What-does-Allahumma-Salli-Ala
    It means: “O Allah raise the rank of Prophet Muhammad, and protect his nation from which he fears for it”.
    The one who says the salat onthe Prophet is promised with great benefits and reward.
    قال تعالى: ( ان الله وملائكته يصلون على النبي يا أيها الذين ءامنوا صلوا عليه وسلموا تسليما) سورة الأحزاب ءاية
    It means Allah has raised the rank of His Prophet (Muhammad) and honored Him. The Angels do also pray and ask Allah to elevate Prophet Muhammad’s rank and honor. O believers ask Allah to raise the rank of the Prophet and to Protect his nation.

  16. Turan Sır dedi ki:

    HAYATIN MERKEZİ

    Bilgi bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.
    Düşünen herkese…

    VAROLUŞ

    Ezeli ve ebedi (başlangıcı ve sonu olmayan), varlığı kendinden olan Allah, bilinmeyi dilemiş; zamanı, evreni, melek, cin ve insanı yaratmıştır. Allah’ın yaratması; varlığı, yoklukta bırakmamak içindir ve tercihini yaratmaktan yana kullanmasının bir sonucudur. Bu ise Rahman ve Rahim isminin bir tecellisi olsa gerek. Allah; evreni, melek, cin ve insanı kendi ihtiyacı olduğu için, yani yaratmadığı takdirde kendi varlığını devam ettiremeyeceği için yaratmış değildir. Bu ihsanlar, her daim yaratmalar ve lütuflar olmasaydı, Allah’ın bu sıfatları belkide tecelli etmemiş olacaktı. Ama varlığı her daim hiç bir şeye ihtiyaç duymadan devam edecekti. Allah’ın varlığını kavrayabilecek potansiyelle yaratılan bilinçli varlıkların yaratılış sırası; önce melek, sonra cin, sonra insan şeklinde olmuştur. İnsanlar bir tür olarak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde eşzamanlı olarak çok sayıda yaratılmışlardır. Bu üç varlığın dışında varolan, evrendeki canlı ve cansız diğer bütün varlıklar, Allah’ın evrende varettiği eşyanın tabiatına (doğadaki yasalarına-kurallarına) uygun olarak hareket ederler, ancak bilinçli ve sorumlu varlıklar değillerdir. Yani bilinçli ve sorumlu olarak üç tür mevcuttur. Melek, cin, insan… Yaratılışta, insan türüne saygı göstermeyi reddeten, cin türünün kafir olanı yani şeytandır. İnsanın yaratılışından sonra şeytanlaşma temayülü insan türünde de oluşmuştur. Şeytan; kafir cin ve insandır. (114:6) Şeytan ayrı bir tür değil, (kafir) gerçeği örten özellikler gösteren cin ve insanın bu durumunu devam ettirdiği süre içindeki halidir. Şeytan diye ayrı ontolojik bir varlık türü yoktur. Şeytanlık bir sıfattır. Kötülüğü temsil eder. Vesvese ve kötü düşüncedir. İnsan ve cin özgür iradesiyle yaşar ve ölür. Yaşam boyu tercihleriyle ilgili cennet ya da cehenneme muhataptır. Evrende bulunan; insan, cin, hayvanlar ve bitkiler dahil bütün canlılar ölümlüdür. Ahirette bütün canlılar tekrar, dünyadaki bedenleri ile diriltilecek ve hesaplaşma olacaktır. Adaletli olan Allah; insan, cin, hayvanlar ve bitkilerden, canlı ve cansız bütün varlıklardan; yaşamları boyunca birbirlerine hakkı geçenlerin haklarını Ahirette teslim edecektir. Melekler ve kafir olarak ölen insan ve cin dışındaki bütün canlılar, bir daha ölmemek üzere cennette, dünyadaki bedenleri ile sonsuz yaşayacaktır. Ancak kafir (gerçeği örten) insanlar ve cinler ise, hayatları boyunca yapmadıkları iyiliklerin ve yaptıkları kötülüklerin bir sonucu olarak Allah’ın takdir ettiği uzun bir süre cehennemde azap gördükten sonra yokolmayı istemedikleri halde Allah onları ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandıracaktır. Kötülük (cehennem) biter, sonludur. Güzellik (cennet) süreklidir, sonsuzdur.

    Hayatı kurgulayan Allah, tabiki Mutlak Tercih hakkına sahiptir. Neden? Niçin? soruları O’nu bulmaya yönelik olmalı, benlikleri, nefisleri tatmin etmeye yönelik değil. Çünkü cin ve insanın, Allah’a ulaşmadan varlığını anlamlandırması mümkün değildir. Varoluşu Yaratıcıya bağlı. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yaratılış, Allah’ın bir ihtiyacından kaynaklanmıyor, belki Allah’ın sıfatlarının tecelli etmesinden kaynaklanıyor. Mutlak hikmeti ve herşeyin en doğrusunu şüphesiz Allah bilir. İlk ve son, iç ve dış Allah’tır ve Allah her şeyi bilir. (Allah alimdir)’’ (Hadid-3). “Allah gökleri ve yeri altı günde (altı zamanda-aşamada-evrede) yarattı. Sonra Allah, arşa istiva etti (arşı istila etti-kapsadı)” (Araf-54). Şu ayetle her şeyi kapladığını teyit etti. “Allah her şeyi muhittir (ihate etmiştir, kaplamıştır)” (Fussilet-54) . “(Sonra her şeyi yok edecek, Zatı baki kalacaktır) “(Kasas-88). Allahın zatı, alemlerden (Her şeyden, evrenden yaratıklardan ganidir, müstağnidir). Allah evren olmadan da vardır ve alidir-aşkındır. Allah sameddir. Varolmada ve varlığını devam ettirmede hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat yarattıkları evren ve içindekiler, var olmada ve varlığını devam ettirmede Allah’ın zatına muhtaçtırlar. Allah, ilk varın kendisi, son varın kendisi, dış varın kendisi ve iç varın kendisi olduğunu buyurmakta. (Zahir-batın Allah’tır) Sonra kendisinin, evreni yaratıp, kapsadığını ve evreni aşkın olup, sonsuz olduğunu vurgulamakta. Evvel- ahir ilk ve son Allah’tır. Her şeyi bilen Rab olduğunu ve her şeyi donattığını, eğittiğini, yönettiğini buyurmaktadır. Allah’ın dışındaki bütün varlıklar evrende zamana bağımlıdır. Zaman ise canlılığı tüketir. Ahirette ise cehennem yine zamana bağımlıdır ve sonludur. Ancak, zamana değil, Allah’ın varlığına bağımlı olan cennet sürekli ve sonsuzdur…

    Allah; kendi kudretinde, gizli iken bilinmeyi dileyip, zamanı, evreni, alemleri ve içindeki her şeyi yarattığını, daha dünyanın ötesinde gökleri olduğunu orada da soyut-gaybi nesneler olduğunu (melek-cin) gayb-gizli alemlerin de bulunduğunu, canlılığı/ruhu gayb aleminden insana, cine, kendi ruhundan vererek, onu bilmekli, düşünen, akleden, anlayışlı kıldığını bu suretle cinle ve insanla diyaloğu, zati ve sıfati ilişkisi bulunduğunu beyan etmektedir. Allah kendi kudretinde gizli iken, kendinden başka hiç kimse yok iken ve kendini kendinden başka bilen de yok iken, zatından zatına tecelli edip, önce arşı, arşın nurundan melek ve cin türünü yarattığını sonra, sırası ile örnekler alemini, güneşi, gezegenleri, yıldızları, sonra cisimler alemi olan yerküreyi güneşin hararetinin yoğunlaşması sonucu yarattığını, sonrada insan türünü yaratıp, Zati Nuru olan ruhunu/nefsini/canını verdiğini açıklamıştır. İnsan ve cinin ruhu/nefsi/canı/kişiliği; kendi bedeninden ayrı bir varlık değildir ve bedeniyle birlikte gelişir, olgunlaşır, tekamül eder. İnsan ve cin bedeniyle birlikte vardır. Uyanıkken ve uyurken hayal aleminde dolaşan ise insan ve cin beyninin ürünü olan düşüncedir. İnsan ve cin kainattaki/evrendeki/dünyadaki bedeniyle ahirette tekrar diriltilecektir. Allah; herşeyi kapladığını, aştığını, melekle-cinle-insanla konuştuğunu, kelam ettiğini, okumayı, yazmayı, dilleri öğrettiğini açıklamıştır… En büyük öğretici Allah’tır. Allah’ın kainatı ve içindekileri yaratma amacı ise kendisini göstermektir.

    “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Yazmayı öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5)

    İnsan ve cin, doğrudan bir etkileşim içerisinde kalmadan, O’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce tasdik’, ‘coşkularıyla ifade’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde sunmak’; nihayet, ‘O’nun kavranmaktan da yüce olduğunu kavramak’ üzere yaratılmıştır. Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, bu sevgisini ve özenini, bin bir ihsan ve rahmet yansımalarıyla ispat eden Allah’a karşı; ibadetleriyle bu sevgiye layık olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O’na yakınlaşmaya çalışmasıdır. Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, kendi benliğidir. İnsan ve cin, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları mümkün olmayan bir engeli de aşıp, melekleri insanın üstün özelliklerini kabul eder hale getirten o hakikate râm olacaktır ve Allah’a ulaşacaktır… Yani insan ve cin, böylece melek gibi ölümsüz hale gelebilecektir…
    DİN = KURAN = HAYAT

    Allah inanç sahiplerini inananlar olarak isimlendirmiştir. İnananlara birden fazla din değil, tek bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler hep aynı dini tebliğ etmiştir. İnsanlar ve cinler, inananlar ve inanmayanlar olarak sadece iki sınıfa ayrılır. Allah’ın gönderdiği dini hükümler hep aynıdır. İnananlar kendilerine gönderilen dine ve kitaplara gönderildikleri dönemlerde çeşitli isimler vermişlerdir. Bu isimlerin bir bağlayıcılığı yoktur. Hepsi aynı şeyi ifade eder. Allah’ın dini ve Allah’ın kitabı tektir. Din Kuran demektir, Kuran din demektir.

    Kutsal kitapların kelime kelime aynı olması değil, aynı emir ve yasakların bulunması esastır. Bugün Kuran’da bulunmayıp Tevrat, İncil vb. kitaplarda yer alan emir ve yasakların bir bağlayıcılığı yoktur. Bu kitaplara bu emir ve yasaklar sonradan inanırları tarafından eklenmiş ya da daha önce bu kitaplarda bulunan hükümler sonradan çıkarılmıştır. Tahrif edilmiştir. Zaten Kuran son olarak bu tahribatı düzeltmek için yeniden gönderilmiştir. İlk gönderilen Tevrat ve İncil gibi kitaplar da ilk hali itibariyle Kuran’dır.

    Peygamberlerin ilk gönderildikleri dönemlerde insanlar Haniflik, Hıristiyanlık, İsevilik, Musevilik, Muhammedilik, İslamiyet, Müslümanlık gibi sıfatlar kullanmışlar ve kullanmaya devam etmektedirler. Allah’ın, insanların ve cinlerin içlerinden kendisine inananları tanımlaması “inananlar” ve emir ve yasakları tanımlaması da “Kuran” (okunan, okunacak ayet) şeklindedir. Zaten bütün dinlerin emir ve yasakları Kuran’da mevcuttur. Kuran, bütün emir ve yasakların bir arada bulunduğu (toplanmış, kitaplaşmış) şeklidir. Kuran’da bulunmayan emir ve yasaklar diğer kutsal kitaplara sonradan tahrif edilerek girmiştir. İslam (müslümanlık) yeni bir din değildir. Allah’ın inananlara gönderdiği tek bir din vardır. Bu dinin adını, inanırlarının çeşitli isimlerle adlandırmış olmalarının bir önemi yoktur. İyi bir Hıristiyan, ya da iyi bir Musevi olmak isteyenler, erdemli olmak, Allaha ulaşmak isteyenler Kuran’a uymak suretiyle inananlardan olurlar. Emirler (ibadetler) vardır. Yasaklar (kötülükler) vardır. Allah koruyan (rahman) ve bağışlayan (rahim) olandır. Emirlerle sevap, yasaklarla günah yüklenir cin ve insan…

    Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok Müslümanı öldürmüşler ve Emevilerin başlattığı sapkınca halifelikle birlikte İslam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı din adamlarını seferber etmişlerdir. İslam dininin tek ve biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik din adamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini; Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhciklerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:29; 9:31; 16:52;39:2,11,14; 40:14,65; 42:21; 98:5). Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kuran’daki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur.

    Peygamberin okuma yazma bilmediği yalanından, onun insanların gözlerini kızgın çivilerle oyup çölde ölüme terkettiği iftirasına kadar… Taşla öldürme iftiralarından, Kuran’da nasih-mensuh ayetler bulunduğu şeklindeki melanete kadar… Aç bir keçinin yiyerek Kuran’dan çıkardığı taşlama ayetinden, halktan korktuğu için onu Kuran’a sokamayan hazrete kadar… Mezhepçiliğin kutsanmasından, şefaat mitolojilerine kadar… Hacerül esved denilen işaret taşının putlaştırılmasından, peygamber mezarının ziyaretinin faziletlerine kadar… Peygamberin sünnetli doğduğu yada sonradan sünnet olduğu yalanlarından, Peygamberin 30 erkeğin cinsel gücüne sahip oluşu hikayesine ve sahabenin savaş dönüşü kadınlarına koşarken orgazm oldukları uydurmalarına kadar… Aişe annemizin 53 yaşındaki Peygamberle evlenirken 19 yaşında bir ergen olduğu halde, 9 yaşında olduğu yalanından, Peygamberin bir gecede 9 kadınla cinsel ilişkide bulunduğu uydurmasına kadar… Peygamberin Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendikten sonra haftalarca şaşkın şaşkın dolaşmasından, açlıktan ötürü zırhını bir Yahudi’nin yanına bir kaç kilo arpa karşılığında rehin bırakmış olarak ölmesine kadar… Alimlerin icmasının dini kaynak oluşundan, sevadül azam yani büyük karaltı masallarına kadar… Miracta Allah ile namaz pazarlığı uydurmasından, ayın mucizevi bir biçimde yarılıp bir parçasının Ali’nin bahçesine düşmesine kadar… Dinden dönenin öldürülmesinden, namaz kılmayanın dövülmesi veya öldürülmesi gerektiğine kadar… Erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yanlış çıkarsamasından, hayızlı kadınların camiye girmemeleri ve Kuran’a el sürmemelerine kadar… Kadınları eşekler ve köpeklerle aynı kategoride değerlendirmekten, cehennemi kadınlarla doldurmaya kadar… Haremlik ve selamlık yoluyla kadınları hayattan soyutlamaktan, kadınları başörtüsü, peçe ve çarşafla örtüp kimliklerinden soymalarına kadar… Kuran’daki, kadınların göğüslerini örtmelerini emreden ayeti saptırarak, saçlarını örtmeleri emredildiği yalanına kadar. Erkeklere altın yüzük ve ipek elbisenin yasak/haram olduğu uydurmasından, kadınla erkeğin tokalaşmasının kötü görülmesine; erkekler için gümüş yüzük ve sakal bırakmanın dinin bir alameti gibi görülmesinden, müziğin, resmin ve satrancın haram edilişi yalanına kadar… Boşama haklarını gasbederek kadınları köleleştirmekten, erkeğin ağzından kazara çıkan bir kaç sözle aileleri dağıtmaya kadar… Zekatı senede bir kereye indirmekten, Haccı birkaç güne sıkıştırmaya kadar… Namazı üç vakitten beşe çıkarmaktan; sünnet, teravih ve bayram namazları uydurmaya kadar… Kurban kesmek yalanından ve hayvanlarla ilgili yüzlerce haramlar uydurmaktan, Kureyş’in yemek tercihlerinin dini ölçü kabul edilmesine kadar… Hilafetin Kureyş’in hakkı oluşundan, La ilahe illallah demedikçe insanları öldürmenin gerekliliğine kadar… Sakal bırakmanın ve sarık sarmanın faziletinden, kabak sevmemenin peygambere hakaret sayılmasına kadar… Peygambere uymanın hadis kitaplarına uymakla eş anlamlı oluşundan, hadislerin ayetleri iptal edebileceği küstahlığına kadar…

    İnsan ve cinin varlık iddiasında bulunması ve hurafelere sapması geçici ve mecazidir. İnsan ve cin ancak, acziyetinin farkına varıp yaratanına yöneldiğinde bilme duygusunu kavrayabilecek ve gerçeğe ulaşacaktır…
    Dini meslek edinen profesyonel din adamları, insanları Kuran’dan uzaklaştırmak için Kuran’ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran’ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiği yalanına kananlar, Kuran‘ı öğrenmeye vakit bulamadılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran’ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah’ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran’ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

    Muhammed Peygamberin biricik şikayetinin halkının Kuran’dan uzaklaşması hakkında olması çok ilginç (25:30). Buna rağmen, son Peygamberin halkı, daha hicri birinci yüzyılda hadis üretim fabrikaları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran’ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üzerinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu sapkınca tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin karması bir din haline dönüştürüldü.

    Peygambere yakıştırılan yalanların Hadis ve Sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111; 31:6; 33:53;45:6; 52:34; 66:3). Sünnet (yasa) kelimesi de sürekli “Allah’ın sünneti (sünnetullah)” olarak tanımlanır (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Dahası, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 70:18; 104:2; 3:173; 3:157;10:58; 43:32; 26:38; 12:15;10:71; 20:64; 17:88; 22:73; 54:45; 28:78; 7:48; 26:39; 26:56; 54:44…).

    Kuran’ı yeterli görmeyen inkarcılar, Tanrı tarafından Kuran’ı anlamaktan engellenmişlerdir (17:45; 18:57). Çok ilginçtir ki, Kuran’ı kaynak olarak yeterli görmeyenler Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ayetlerin bizzat kendilerini anlamamışlardır. Nitekim, 7:3; 17:46; 41:44; 56:79 ayetleri, hem-tez-hem-kanıt olan özgün bir dille kanıtı tezin içine gömen birer sanat eseridir. Hemen hemen tüm Kuran ciltlerinin arka kapağında Arapça üç ayet yer alır. Elinizdeki Kuran’a bakarsanız büyük olasılıkla 56:77-79 ayetlerinin yazıldığını göreceksiniz. Bütün Kuran’ın içinden neden bu ayetler icma ile seçiliyor merak ettiniz mi? Neden, ellinin üzerindeki isim-sıfatı arasından sadece bir kez burada geçen Kerim (Şerefli/Yüce) seçiliyor? Neden Kuran için sıkça kullanılan Zikr (Mesaj), Hakim (Hikmetli), Mübin (Apaçık), Nur (Işık) gibi kelimeler değil de bu ayette geçen Kerim? Neden bu ayet? Neden örneğin, Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu üst üste dört kez vurgulayan ayet değil (54:17,22,32, 40)? Veya neden 12:111; 15:1; 17:9; 17:88; 17:89; 30:58; 41:3; 55:2… ayetlerinden biri değil? Mesajın “dirileri” uyarmak için gönderildiğini bildiren biricik ayeti içeren Yasin suresini, inadına ölülere hasredenlerin niyetlerinden kuşkulanmaya hakkımız var (36:70). Kuran’ın bilgisine sahip olanlarınız bu sorunun cevabını iyi bilirler: Müşrik din adamları, bu üç ayeti (56:77-79) icma ile anlamamışlar ve anlamadıkları biçimiyle onların halkın büyük çoğunluğunu Kuran’dan uzaklaştırabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim onlar bu ayetlerin anlamını, abdestsiz olanların Kuran’a dokunmamaları olarak çarpıtırlar. Hayızlı kadınları pis olarak değerlendirdiklerini de düşünürsek, anlamı icma ile çarpıtılmış bir ayeti en popüler ayet ve o ayette geçen Kerim kelimesini en popüler sıfat haline getirmelerinin şeytanca bir melanetin ürünü olduğu anlaşılır. Kuran’ın bir cep kitabı, bir başucu kitabı olmasını engellemek, Kuran’ı rafa kaldırmak ve duvara çivilemek amacını güden plan ne yazık ki büyük oranda başarıya ulaşmıştır. Kuran, bir tren gibi, yüksek voltajlı bir trafo veya cin gibi çarpacak tehlikeli bir nesneye çevrilmiştir. Kuran, anlaşılması çok zor, dokunulması tehlikeli, ve ulaşılması imkansız yüce bir kitap olunca, hoşgelsin hadisler, sünnetler, mezhepler ve din ticareti yapan parazitler.

    Kuranın dışındaki din adına ortada duran bütün kaynaklardaki bilgiler Kuranın aydınlığına muhtaç ham bilgilerdir. Hadis, sünnet adıyla Peygamber sözü ya da uygulaması olduğu iddia edilen sözler ve uygulamalar da olsa bu böyledir. Ki hiç bir sözün veya uygulamanın peygamber sözü veya peygamber uygulaması olduğu ispatlanamaz. Tarihsel olarak bu mümkün değildir. İletişimin ve kayıt sistemlerinin bu kadar yaygınlaştığı günümüzde bile bir kaç yıl önce bir insanın söylediği sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığı bile tartışılabilirken, peygamberin ölümünden bir asır sonra yazılan hadis kitaplarından peygamber sözleri veya uygulamaları hakkında gerçeğe uygun bilgi elde edilemez. Şüphesiz, Allah bize bilginin tek kaynağının Kuran olduğunu bildirerek düşünüp öğüt alanlar için bu durumu açıkça vurgular. Bilgiye sınır konulamaz. Evrende varolan bütün bilgilerin kaynağı ise Kuran’dır…

    Allah’ın yol gösterdiği akıl sahipleri, kaynak bilginin en güzeli olan Kuran’a uyarlar. (39:18)

    Din adına uydurulan inanç ve uygulamalardaki çelişkiler; rivayetlerden (hadis, sünnet, içtihat, icma gibi kaynak kabul edilen rivayetlerden) kaynaklanmaktadır. Oysa Allah’ın tek dininin tek kaynağı sadece Kuran’dır. Kuran’ın kendisinde çelişki bulunmaz. Çelişki zannedilen hususlar yanlış anlaşılmalardan ve yanlış Kuran meallerinden, tefsirlerinden kaynaklanmaktadır. Din adına Kuran’a dayanmayan, fakat İslam’ın bir emri ya da tavsiyesi zannedilen konulara örnek olarak, erkek çocukların sünnet ettirilmesi bidatını (kötü geleneğini) hemde sünnet adı altında dine sonradan sokulmuş, insan fıtratını bozan sağlıksız bir adet olarak görmekteyiz.

    Erkek çocukların sünnet ettirilmesi, erkek çocuklara yapılan en büyük kötülüktür ve fıtratı (yaratılışı) bozmak, değiştirmektir. Allah’ın böyle bir emri yoktur. Cahili bir adettir. Erken boşalmanın ve ereksiyon kaybının en önemli sebebi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Zaten bu geleneğin ortaya çıkması ve yapılış amacına bakılırsa cinsel isteği azaltmayı ve ruhbanlaşmayı artırmayı amaçlayan Yahudi ırkına mensup insanların geleneğinden kaynaklandığı bilinen bir gerçekliktir. Oysa cinsel isteğin azaltılması değil, meşru bir şekilde tatmin edilmesi fıtratın gereğidir. Bu kötü geleneğin, Yahudilik diye de adlandırılan Musevilik inancıyla da bir ilgisi yoktur.
    Kötü bir gelenek olan bu işlem Musevilik dininin bir gereğiymiş ve Allah’ın bir emriymiş gibi önce uydurma rivayetlerle Tevrata eklenerek Musevilik dinine sokulmuş daha sonra da Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde Müslümanmış gibi görünen bazı münafık Yahudiler tarafından deşifre olmamaları için İslam dinine yine uydurma rivayetler yoluyla hem de sünnet adı altında şeytani bir akıl oyunuyla sokulmuştur. Münafık bazı Yahudiler şekil itibariyle Müslümanmış gibi görünebilmekte ancak Musevilik dininin bir emri haline getirdikleri bu gelenekleri gereği sünnetli oldukları için (Müslümanlar da sünnetsiz oldukları için) deşifre oluyorlar ve münafıklıkları kolayca ortaya çıkıyordu. Bu çirkin geleneği Müslümanlar arasında da yaygınlaştırarak böylece münafıklıklarını gizlediler.

    Erkek çocukları sünnet ettirme geleneğinin Musevilik veya Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur. Kuran’da erkek çocukların sünnet edilmesi diye bir emir bulunmamaktadır. Allaha ve Kuran’a inananların; bütün hayatlarını olumsuz etkileyen en büyük kötülük olan bu işlemden kendilerini ve çocuklarını korumaları, Allah’ın verdiği aklın kullanılmasının gereğidir. Allah’a inananlar çocuklarını sünnet ettirmezler. Kendilerinin rızası olmadan sünnet ettirilmiş olanların ve bilmeden çocuklarını sünnet ettirmiş olanların durumu ise Allah’a kalmıştır…

    “Hiç kimse Allah’ın verdiği bilgiyi ve aklını kullanmadan inanamaz ve Allah akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.” (Kuran-ı Kerim 10-Yunus Suresi 100. Ayet)

    Günümüz Müslümanlarının bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed Peygamberin bildirdiği İslam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, mehdiler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırkai şerifler, sakalı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini Allah’ın doğadaki ayetleriyle çelişen, karmaşık ve yaşanmaz bir dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik din adamları ve onları kullanan politikacılardır.

    Maalesef, bugün müslümanlık iddiasında olanların büyük çoğunluğu, Muhammed Peygamberin tebliğ ettiği din yerine onun baş düşmanları olan Ebu Cehil’in ve Ebu Leheb’in savunduğu şirk ve cehalet dinini izlemektedirler. Ne var ki Allah’ın verdiği söz gelmiş ve yüzyıllardır anlaşılmaz ve yetersiz diye damgalanarak köşeye atılan Kuran’ın mesajı karanlıkları dağıtmaya başlatmıştır. Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel din adamları ve onların kör izleyicileri büyük gürültüler koparsalar da Allah nurunu devam ettirmektedir. Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.

    “Bu Kuran senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de yasasıdır. Sen bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın.” (Kuran’ı Kerim 17-İsra Suresi 77. Ayet)

    KURAN SOY BİR KİTAPTIR

    Kuran 24 ayar altına benzer. Sahtekarlar altına teneke yapıştırsalar da, hatta altın rengine boyasalar da, altının özelliklerini bilen bir sarraf altını tenekeden rahatlıkla ayırabilir. Demek ki soy metal olan altın, kimyasal yapısıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur. Aynı şekilde soy ve son kitap olan Kuran, asal bir sayı olan 19 sayısı üzerine kurulu matematiksel bir yapıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur (74:30). Mesajını böylesine mükemmel ve otomatik bir iç savunma sistemine sahip kılan Tanrı çok yücedir!

    Kuran’daki toplam ayet sayısıyla ilgili olarak; Kuran hakkında önemli bir bilgiye sahip olmayan bir Müslüman’a sorarsanız büyük olasılıkla 6.666 sayısını cevap olarak alacaksınız. Ne var ki, bu sayı Zamehşeri adında bir hikayecinin uydurduğu hoş bir sayıdan ibarettir. Altılardan oluşan bu sayı kolayca akılda kaldığı için popüler olmuştur. Fakat elinizdeki Kuran’dan dikkatle sayarsanız, sonucun farklı olduğunu göreceksiniz. Kuran nüshalarında 6.236 ayet bulunduğuna tanık olacaksınız. Bu sayıya Fatiha Suresinin (İlk Sure) başındaki ve Karınca (Neml) Suresinin (27. Sure) içinde geçen Besmeleler dahildir. Bağımsız birer ayet olarak numaralanmadıkları halde Kuran’ın yapısına dahil olan Sure başlarındaki diğer 112 Besmele’yi de eklediğinizde bu sayı 6.348 olur. Ültimatom (Barae, Tevbe) (9. Sure) suresinin sonuna eklenen, ancak Kuran’ın koruma sistemi tarafından dışlanan 2 “ayeti” bu sayıdan çıkardığımız vakit Kuran’da Besmelelerle birlikte tam 6.346 ayet olduğunu görürüz. Bu sayı, Kuran’ın diğer birçok elementi gibi 19 sayısının tam katıdır. Kısacası, 6.234 adet bağımsız ayet içeren Kuran, tekrarlanan Besmelelerle birlikte toplam 6.346 ayete sahiptir.

    İSLAM MUHAMMED PEYGAMBERLE BAŞLAMADI

    İslam özel bir isim olmayıp Tanrı’ya teslimiyet anlamına gelir. Tüm elçiler ve inananlar islam ve müslüman kelimelerinin kendi dillerindeki karşılıklarını, kendi inançlarını tanımlamak için kullanmışlardır (2:131; 7:126; 10:72; 22:78; 27:31,42; 28:53; 72:14). Nitekim, Tanrı yanında makbul biricik din İslam’dır, yani Allah’a teslimiyettir (3:19). Bir çok sözde müslüman, “(Allah’ın buyurduğu gibi) Kuran, tam ve detaylı ise namazların rekatlerini Kuran’ın neresinde bulabiliriz?” diye Tanrı’ya meydan okumaktadır. İslam’ın tüm pratiklerinin Kuran’ın vahyinden çok önce ortaya konmuş olduğunu yine Kuran’dan öğrenmekteyiz (8:35; 9:54; 16:123; 21:73; 22:27; 28:27). İbrahim Peygamber ve tüm elçiler namazı gözetiyorlar, zekatı veriyorlar, oruç tutuyorlar ve hac ediyorlardı (2:43; 3:43; 11:87; 19:31,59; 20:14; 28:27; 31:17). Mekke müşrikleri ise rivayetlerin ileri sürdüğü gibi heykellere tapmıyorlardı; Allah’ın kutsal kulları olduklarına inandıkları Lat, Uzza, Menat gibi isimlerden şefaat bekledikleri (53:19-23; 39:3) ve Allah adına haramlar ve farzlar uydurdukları için müşrik olarak tanımlanmışlardır (6:145-150).
    Mekke putperestleriyle olan benzerliği ortadan kaldırmak için rivayetler uyduranlar, uydurdukları heykel tasvirlerindeki çelişkileri ile aslında yalanlarını ele vermektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde onların heykellere taptıkları, Muhammed Peygamberin heykelleri kırdığı v.s. bildirilmemektedir. Aksine, Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim Peygamberi izleyen ve Tek Tanrı’ya inanan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz (6:23; 39:3). Nitekim onlar, İbrahim Peygamberin hatırası olan Kabe’ye saygı gösteriyorlar (9:19), namaz, oruç ve haccı bazı tahrifatlarla da olsa uyguluyorlar, (2:183,199; 8:35; 9:54; 107:4-6), zekatı bildikleri halde gereği gibi yerine getirmiyorlardı (53:34). Zekat, gelirin ihtiyaçtan fazla olan bölümünü (2:219) geciktirmeden (6:141) ihtiyaç sahiplerine ve Allah yoluna (9:60) gizli veya açık olarak (2:274) verme yükümlülüğüdür (51:19).
    İslam özel isim değildir; kök olarak teslimiyet/barış anlamına gelir. İbrahim Peygamberle tekrar yenilenen (4:125; 22:78) ve tüm peygamberler ve elçiler tarafından iletilen ilahi sistem Allah tarafından bu kelimeyle tanımlanır (5:111; 10:72; 98:5). Yalnızca Allah’a teslim olmaktır (2:112,131; 4:125; 6:71; 22:34; 40:66). Yaratılışımızdaki sistemdir (30:30). Doğa ile uyumlu evrensel ilkeler sistemidir (3:83; 33:30; 35:43). Yalnızca öznel deneyimler değil nesnel kanıtları da ister (3:86; 2:111; 21:24; 74:30). Bir savın doğruluğunu kabul etmek için kalabalıklara veya duygulara değil aklın ölçüsüne başvurmamızı bekler (17:36; 4:174; 8:42; 10:100; 11:17; 74:30-31). Bilgi, eğitim, ve öğrenime önem verir (35:28; 4:162; 9:122; 22:54; 27:40; 29:44,49). İnsanın yeryüzündeki yaratılışını bilimsel olarak araştırmamızı öğütler (29:20).

    “KURAN’A GÖRE NASIL NAMAZ KILABİLİRİZ?”
    Kuran’daki 16:123 ayeti, bütün peygamberlerin ve İbrahim Peygamberin pratiklerinin Muhammed Peygamber tarafından da izlendiğini bildirir. Kuran, ilk insandan bu yana herkes tarafından bilinen bir ibadet olan namazla ilgili olarak yapılan tahrifatları ve eklenilen bidatleri düzeltmiştir. Kuran’da namazla ilgili ayetleri topluca incelendiğinde, Kuran’ın namazı tüm gerekli detaylarıyla bildirdiği görülür. Üstelik, Kuran’daki namaz hakkındaki detaylı bilgi hadis kitaplarında yapılan namaz tarifinden çok daha üstündür. Ne Kuran ne de hadis kitapları peygamberlerin ve eski ümmetlerin nasıl namaz kıldığını gösteren resimler ve video klipleri içermemektedir. Hem Kuran ve hem hadis kitapları namazı kelimelerle tarif eder. Şimdi bu tarifleri üç maddede karşılaştıralım:
    1. Kuran’ın dili hadis rivayetlerde kullanılan dilden daha üstündür. Hadis rivayetleri, farklı lehçeler, kronik ve endemik gramer hataları içermektedir. Kuran’ın dili genel olarak sadedir. Kuran’ın bu özelliği ayetlerle vurgulanır ve Kuran’ı inceleyen inananlarca teslim edilir (11:1; 54:17,22,32,40). Hayatın merkezi Kuran’dır. Peygamberler ve inananlar yaşayan Kuran’dır.
    2. Hadis kitapları çok daha fazla detay içermektedirler. Ancak bu detaylar Allah’ın gerekli gördüğü ve elçisinin öğrettiği detaylar mı? Bu detaylar Kuran ile uyumlu mu? Bu detaylar arasında çelişkilere ne demeli? Hadis kitaplarında namazın detaylarıyla ilgili düzinelerce çelişkiden hangisini seçeceğiz? Babamızın üzerinde bulunduğu mezhebin imamının seçtiğini mi seçmeli? Örneğin, Sahih-i Müslim’de Peygamberin Fatiha okuduktan sonra rükuya vardığını, yani eğildiğini bildiren birçok hadis rivayeti var. Ancak, bir başka hadis kitabında Muhammed Peygamberin falanca veya filanca sureyi zammettiği rivayet edilir. Abdestin alınması ve bozulması hakkında çelişkili bir sürü hadis, mezhepler arasındaki ihtilaflara katkıda bulunmuştur. Elleri salmalı mı bağlamalı mı? Bağlayınca göbek üzerinde mi yoksa kalp üzerinde mi tutmalı? Tekbir getirirken elleri ne kadar kaldırmalı? Ayak parmaklarını nasıl tutmalı? Şehadeti söylerken işaret parmağını ne yapmalı? Ağzı nasıl misvaklamalı? Cemaatle kılarken omuzları ne kadar sürtüşmeli? Kılarken önündekinin ensesine mi yoksa yere mi bakmalı yoksa gözleri tümüyle mi kapamalı? Akşamdan sonra kaç rekat sünnet kılmalı? Öğle namazından sonraki iki rekat sünnet mi, vacip mi, müstehap mı? Abdesti alırken sağdan başlamak ne kadar önemli? Kafaya sarık sarmak mı yoksa takke takmak mı daha sevap? Tuvalete girerken ne demeli ve hangi ayakla girmeli?… Hadis kitaplarında namaz konusunda rivayet edilen çelişkili “detayları” Allah’ın kelamındaki detaylara eklemek doğruya iletmez; olsa olsa kıldan tüyden, parmaktan tırnaktan bir sürü gereksiz detayla meşgul ederek namazın asıl amacını kaybettirir bize.
    3. Hadis kitapları namazın vakitleri konusunda garip bir hikaye anlatırlar. Buhari’deki en uzun hadislerden biri olan “miraç” rivayeti ünlüdür. Beş vakit namazın aslında az bile olduğunu vurgulayan, ama bu arada Allah’a hakaretler yağdıran ve Muhammed Peygamberi düşünemeyen birisi olarak tanıtan bir rivayet! Rivayete göre, acayip bir ata binerek göğe yükselen Muhammed Peygamber, altıncı gökte ikamet eden Musa Peygamberden akıl alarak, altıncı gök ile yedinci gök arasında mekik dokuyarak, Allah ile büyük bir pazarlık sonucunda günde 50 vakit (her 28 dakika için bir vakit) emredilen namazları 5 vakte indirmiş. Hesap-kitap bilmeyen ve kullarına karşı acımasız olan bir tanrı ile cesaretle pazarlık yapan ve ümmetini bu büyük felaketten kurtaran bir kurtarıcı olarak olarak sunulmak istenir Muhammed Peygamber. Tabii, onun bu basit hesabı bilebilmesi için, sürekli olarak Musa Peygamberden akıl alması gerektiği de… 5 vakit namaz uygulamasında bile namazların giriş-çıkış zamanları arasındaki vaktin kısa olması hayatın olağan akışı içinde uygulaması güçlüklere yol açmaktadır. Kuran, kuşkusuz böyle hikayeleri içermez. Bilginin kaynağı Kuran’dır ve Kuran’a yönelen de Allah’a ulaşır.
    Dini sadece Allah’a özgülemeye çağrıldıkları, Kuran’ın dışında izledikleri öğretilerdeki çelişkiler ve hurafeler sergilendiği vakit, Sünnilerin ve Şiilerin koro halinde: “Hadisleri, sünneti, mezhep imamlarının ictihadlarını Kuran’a eş koşmasak nasıl namaz kılabiliriz?” diye mazeret ve soru yönelttikleri bilinen ve sürekli tekrarlanan bir durum. Bu soruyu samimiyetle soranlar varsa, onlara bir müjdemiz var: Namaz kılabilme uğruna onca çelişkiyi ve hurafeyi din edinmenize ve şirk çamurunda boğulmanıza gerek yok artık; Kuran sorunuzun cevabını vermekte ve namazın nasıl kılınacağını detayıyla bildirmektedir. Gerçeğe ulaşmada ise hiçbir mazeret asla başarının yerini tutamaz.
    Sadece Kuran’ı izlersek mezhep kitaplarının tarif ettiği namazın gerçeğini bulabiliriz. Namaz uygulamalarında mezhepler tarafından ilave edilen hususları ve eksik bırakılan yönleri tespit edebiliriz. Kuran’dan Allah’ın emrettiği, elçilerinin ve müminlerin kıldığı namazı tüm detaylarıyla öğrenebiliriz. Kuran’a yöneleni Allah mahcup etmez. Mutlak başarıya ulaştırır.
    Namaz kılmak mutluluktur. Namaz hayatın/dinin direğidir. Hayatımızda namaz yoksa her şey boştur. Hayatın merkezinde namaz vardır. Namaz Allah ile konuşmaktır. Kalp gözü açılanlar, namaz kılmanın ne kadar büyük bir mutluluk olduğunu bilirler. Düşünün ki; karşınızda bir duvar var. Ama Allahû Teâlâ size o duvarı göstermiyor, duvar yok. Önünüzde âlemleri açmış Allahû Teâlâ. Dilediğini kalp gözünüzle gösteriyor. Baş gözleriniz açık olsa da açık olmasa da netice değişmez. Kalp gözünüzle görürsünüz. Bu sebebe dayalı olarak kalp gözü açık olanlar, baş gözleri kapalı namaz kılarlar. Kapalı olarak kılmaları da bazılarını rahatsız eder. Bazıları aralarında kaideler koyarlar. “Namaz kılarken gözler kapanmaz.” diye. Bu kural Allah’ın emrine uygun değildir. Kalp gözü açık olanlar, dış dünya ile ilişkilerini minimuma indirmek amacıyla gözlerini kapatabilirler. Allah’ın size göstereceği şeyi görebilmek için gözlerinizi özellikle kapatın ki; manzarayı bozan bir negatif faktör oluşarak dikkatiniz dağılmasın. Bütün kâinat önünüzde açıktır. Bütün kâinat; yerler, gökler… Allah’ın gösterdiklerini birer birer görürsünüz.
    Eğer Allahû Teâlâ kalp gözünüzü açmışsa, size bu dünyada görmek mümkün olmayan güzellikleri gösteriyorsa, o zaman namaz kılmak bir mutluluktur. Namaz boyunca Allahû Teâlâ size kalp gözünüzle neyi isterse onu gösterir. Son bilmece, Allah’ı görmektir. Bir gün Allah’a ulaşacaksınız. İradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz ve Allah’ın Zat’ını göreceksiniz. Allah’ı dünyada görebilmek inananlar için imkansız değildir…
    Allah yoktan varedendir. Allah sürekli yaratandır ve yokedendir, herşeye hakimdir ve Allah için imkansız yoktur. Allah her şeye kadirdir ve Allah için herşey mümkündür. Allah dilediğine/dileyene, dilediğini verendir…

    Eğer siz Allah’ı gereği gibi tanımış olsaydınız, sular üzerinde gezerdiniz ve duanız sayesinde dağlar yerinden oynardı…

    NAMAZ VE VAKİTLERİ

    • Sabah Namazı, Öğlen Namazı, Akşam Namazı olmak üzere bir günde üç vakit namaz kılmayı Allah bütün inananlar üzerine farz kılmıştır.

    • Cuma Namazı olarak bilinen, Cuma günü kılınan Öğlen Namazının cemaatle kılınması gerekir. Diğer zamanlarda namazlar cemaatle veya yalnız kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazlarına bu namazların kendi isimleriyle niyet edilir ve ancak kendi vakitlerinde kılınır. Vakti geçtikten sonra kaza namazı adı altında bu namazların kılınması söz konusu değildir. Allah’ın tanımladığı namaz kendi isimleriyle Kuran’da belirtilen Fecr-Vusta-İşa Namazlarıdır ve birinin vaktinin girmesiyle diğerinin vakti sona erer. Allah’ın iki bağımsız ayette 3 vakit namazı tanımlaması da vakitlerin başlama ve sona erme zamanlarının belirtilmesi amacıyladır. Önce Sabah ve Akşam namazları bir ayette (11:114) tanımlanmış, sonra başka bir ayette (2:238) orta namaz tanımlanmak suretiyle vakitlerin giriş-çıkış zamanları vurgulanmıştır. Yani bir günlük süre 3 ayrı namazın vaktinin bulunduğu zaman dilimine ayrılmıştır. İmsak-Öğlen arasındaki zamana sabah, Öğlen-Akşam arasındaki zamana Öğlen, Akşam-İmsak arasındaki zamana Akşam tanımlaması yapılmış ve namazların bu geniş zaman dilimlerinde kılınması emredilmiştir. Kuran’da namazla ilgili geçen diğer bütün ayetler de hep bu üç vakitle ilgilidir. Kuran’da sabah-öğlen-akşam namazı dışında herhangi bir namazdan bahsedilmez.

    • Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd adıyla bilinen diğer bütün farz olmayan ve sevap amaçlı kılınan nafile (serbest) namazlar kılınırken “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” diye niyet edilir. Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazını kılmaya diye veya başka isimler altında niyet edilmez.

    • Allah rızası için, farz namazlar öncesi ve sonrasında ya da diğer zamanlarda her zaman namaz kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazları dahil bütün namazlar için rekat sayısında bir sınırlama bulunmamaktadır. Ancak namaz en az 2 rekat olarak ikame edilebilmektedir. Bütün namazlar 2-3-4 rekat olarak kılınabilir. Allah’ın namazla ilgi farz olan emri Sabah 2 rekat, Öğlen 2 rekat, Akşam 2 rekat olmak üzere bir günde üç vakitte 6 rekat namaz kılınmasıdır. İlave kılınan kısımlar/rekatlar ilave sevap amacıyladır.

    • Namaz Allah tarafından çok sevilen ve değer verilen bir ibadet olduğu için; farz ve diğer namazların 2 rekattan fazla olarak 3 veya 4 rekat kılınması, farz namazlardan önce veya sonra ayrıca nafile (serbest) namaz kılınması ilave sevap kazanılması amacıyladır. Normal zamanlarda 3 veya 4 rekat olarak kılınan farz namazlar ve sevap amaçlı kılınan diğer namazlar, her türlü ihtiyaç halinde, (yolculuklarda, sıkışık zamanlarda vb.) 2 rekat olarak da kılınabilir. Nitekim Cuma günleri öğlen namazı 2 rekat olarak kılınmaktadır. Cuma namazı diye ayrı bir namaz bulunmamaktadır. Cuma günü cuma namazı diye 2 rekat olarak cemaatle kılınan namaz öğlen namazıdır ve öğlen namazı olarak niyet edilerek kılınmalıdır.

    SABAH (FECR) NAMAZI

    • İmsak ile Öğlen arasındaki vaktin tamamı Sabah Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 2 rekat namaz kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Sabah Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat Sabah (Fecr) Namazı kılınır.

    ÖĞLEN (VUSTA) NAMAZI

    • Öğlen ile Akşam arasındaki vaktin tamamı Öğlen Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Öğlen Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 4 rekat Öğlen (Vusta) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    AKŞAM (İŞA) NAMAZI

    • Akşam ile İmsak arasındaki vaktin tamamı Akşam Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Akşam Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 3 rekat Akşam (İşa) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    NAMAZIN AMACI
    Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkor (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).

    VAKİTLER

    Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah (Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) güneşin göğün ortasından sarkmaya başlamasından akşama kadar kılınması gereken Orta (Vusta: 2:238; 17:78) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

    Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır. İkindiyi anlattığı zannedilen ayetler öğleni, yatsıyı anlattığı zannedilen ayetler akşamı anlatır. Kuran’dan ve bütün peygamberlerin uygulamalarından bu üç vaktin dışında bir namaz vakti çıkmaz.

    1. Salat-el Fecr : Sabah Namazı (11:114; 24:58)

    2. Salat-el İşa : Akşam Namazı (11:114; 17:78; 24:58; 38:32)

    3. Salat-el Vusta : Orta Namaz (2:238; 17:78)
    Kuran’da Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. Kuran’da geçen namaz ayetlerinin tamamını topluca değerlendirdiğimizde Orta Namaz olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğle namazı olduğunu rahatlıkla bulabiliriz. Gecenin uyumamız için yaratıldığını (78:10-11) ve gece ortasında kalkıp Allah’ı anmanın üzerimize farz kılınmadığını (73:20) ve Cuma günü kılınan öğlen namazının günün ortasında kılınmasının emredildiğini (62:9-11) düşündüğümüzde “orta” namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğlen namazı olduğunu anlarız.
    Tevrat da bu anlayışı destekler. İbrahim Peygamberin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin ve bütün peygamberlerin namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine tam olarak güvenilememekle birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulunan bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğu olasılığı zayıftır. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlılığı dikkat çekicidir. (Bak: 1 Samuel 20:41; Zebur 55:16-17; Daniel 6:10).
    Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu kara dumanların izini mezhepler tarihinde görebilirsiniz. Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal?
    CUMA GÜNÜ KILINAN ÖĞLEN NAMAZI
    Kadın-erkek tüm inananlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğlen namazına açık bir duyuru ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). Duyuru Allah’ı anmaya bir çağırı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli.
    Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiç bir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).
    CENAZE NAMAZI / DUASI
    Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).
    ABDEST
    Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). Yüzler, eller yıkanır, başlar meshedilir, ayaklar da topuklara kadar. Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçiminde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). Böylece, duruma ve iklime göre bize serbesti tanınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; Kanamak, kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz (5:6; 2:222). Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak eller ve yüz meshedilir (5:6).
    GİYİM
    Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri dilerse şortla çıplak olarak namaz kılabilir. Allah bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz. Adem ve Havva’nın cennetteki tavırları (çıplaklıklarını saklamaya çalışmaları), kurallara uymayarak bedenlendikleri için, suçluluk psikolojisiyle gösterdikleri bir refleksti. Aradan milyonlarca yıl geçmiş ve bu suç herkese ayan beyan olmuştur!
    Ayrıca, örtü olarak kullanılan pamuk, yün, naylon gibi nesnelerin çıplak vücutları meleklerden gizleyeceği biçimindeki yaygın inanış da temelsiz. Bizim çıplak vücudumuz meleklerin umurunda bile olmaz. Kaldı ki, banyolardan veya yatak odalarından melekler kaçmaz.
    Onlar her an bizim hizmetimizdedirler ve yaptıklarımızı her an kaydetmektedirler. Ayrıca, namazda muhatabımız melekler değil, Allah’tır. Örtünme toplumsal bir gereksinme olup kişiyi cinsel ve duygusal ilişkilerde diğerlerinden koruma amacını güder. (7:26,31; 24:31; 33:59).

    KIBLE
    Namaz için İbrahim Peygamberin yeniden kurduğu Kutsal Mescide yani Kabeye yönelmeli (2:125, 143-150; 22:26). Yolculuk anında kıbleye dönme koşulu ihmal edilebilir (2:115).
    REKAT SAYISI
    Kuran namaz için belli bir rekat sayısı bildirmeyerek serbest bırakıyor. Normal koşullarda Rekatlerin minimum 2 rekat olduğu tartışılabilir (4:101-103). Cuma günü kılınan öğlen namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına ekleme yapılamamıştır. Cuma günü kılınan öğlen namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramış olabilir. Namazın kaç rekat kılınacağı kişinin durumuna ve koşullara bağlıdır. Toplu namazlarda namazı iki rekatle sınırlandırmak daha uygundur.
    MEKANİĞİ

    Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (ruku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).

    OKUMA

    Namazda okuduğumuz sure ve duaların anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (sure ve duaların anlamlarını öğrenmeliyiz) (4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, düşünmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli, tevbe etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). Fatiha suresinden sonra ilave olarak ayrıca bir sure daha okunabilir. Namazlarda sure ve duaları orta bir sesle okumalı. Sure başlarındaki besmeleler okunmalı, namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:111). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu sure ve dua dinlenmeli (7:204; 17:111). Otururken “Tahiyyat-Salli-Barik” denilen duaları okumamalı; zira bu dualar Muhammed Peygamber sanki herşey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla bir şey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şehadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir. Namazda otururken Kunut Dualarını ve Rabbena duasını okumak, Tahiyyat-Salli-Barik dualarını okumaktan anlam itibariyle daha uygundur.

    NAMAZ SONRASI

    Namazları oruç gibi kazaya bırakmak ve sonradan kaza namazı olarak kılmak diye bir şey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).

    BİDATLER (EKLEMELER-ÇIKARMALAR)

    Öğlen namazı, ikindi namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Aynı şekilde akşam namazı da yatsı namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Kuran’da ikindi ve yatsı vakti geçmez. Günün tam ortasından başlayıp güneş batıncaya kadar devam eden ve ikindi diye bilinen öğlenden sonraki akşamdan önceki zamanı da kapsayan zaman dilimine Öğlen denilmektedir. Aynı şekilde güneş battıktan sonra, yatsı denilen zamanı da kapsayacak şekilde güneşin doğmasına, yani imsak vaktine kadar geçen zaman dilimine akşam denilmektedir. Zaten ikindi denilen zaman dilimi öğlenin son vakitleri, yatsı denilen zaman dilimi de akşamın son vakitleridir. Ayrı bir zaman dilimi değildir. Kuran’dan ikindi diye anlaşılan namaz aslında öğlen namazıdır. Yine aynı şekilde Kuran’dan yatsı diye anlaşılan namaz akşam namazıdır. Kuran dikkatle incelendiğinde bu sonuca varıldığı açıkça görülecektir.

    Aslında öğlen ve akşam namazı olan ve sevap amaçlı kılınan ikindi ve yatsı namazlarını farklı ve ayrı namazlarmış gibi farzlaştırmak, Öğlen ve ikindi ile akşam ve yatsı namazlarını bazen veya her zaman cem etmek suretiyle birleştirmek (şii dünyasında ve bazı sünni kesimde yapılan bu uygulama ile yapılan, aslında namazları zaten üç vakitte kılmaktır), kaçırılmış namazları kaza etmek, Allah’ın emrettiği ve ilk insandan bu yana kılınagelen, bütün peygamberlerin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin, Muhammed Peygamberin de kılmış oldukları üç vakit olan orijinal namazlara sonradan eklenen fazladan bidatlerdir.

    Camide, mescitte veya herhangi bir yerde ikindi namazı kılan cemaatle imama uyarak, öğlen namazına niyet edilerek kılınan namaz öğlen namazı olur. Aynı şekilde yatsı namazı kılan cemaatle imama uyarak, akşam namazına niyet edilerek kılınan namaz akşam namazı olur. İkindi ya da yatsı diye ayrı bir vakti olan, ayrı bir namaz yoktur.

    Güneşin sabah imsak (fecr) vaktinde doğmasıyla başlayan ve öğlene kadar devam eden zamana (Sabah – Fecr), güneşin gökyüzünde tam ortadayken başlayan ve akşama kadar devam eden zamana (Öğlen – Vusta) ve güneşin batmasıyla başlayan, ertesi sabah güneşin tekrar doğmasına kadar devam eden zamana (Akşam – İşa) tanımlaması yaparak; namaz vakitlerini kolaylık için tamamen güneşe duyarlı halde kodlayan, inananları karmaşık hesaplara, takvimlere, saate ve zamana bağlı olmaktan kurtararak, bütün enerjilerin kaynağı olarak yarattığı güneşe uyumlu bir şekilde zamana serbestçe hakim hale getiren, namaz vakitlerini akla ve hayatın olağan akışına uygun ve net bir şekilde tasarlayan ve yaratan Allah’ın şanı yücedir.

    Sevap amaçlı her zaman kılınabilecek olan nafile (serbest) namazları katagorize etmek suretiyle, vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazı gibi isimlerle farklı bir namaz çeşidi olarak kılınmasını öngörmek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icad etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatu duasını okumak ve bu duada Peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar, hadis, sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra Kuran’ı ve aklı devre dışı bırakarak bilinçsizce dine eklenen bidatlerdir.

    ORUÇ – HAC – ZEKAT

    21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan Ramazan Orucu 21 Temmuza kadar 30 gün sürer (2:183-187). Yine 21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan ve 21 Haziran ile 21 Eylülde “Güz Gündönümü”nün başlamasıyla biten ve en az 2 gün olması gereken, Mekke Vadisindeki Kabenin ziyareti ise 3 ay devam eder. (2:196-203)

    Maddi manevi olarak gönülden yardım etmek anlamına gelen zekat; hediye, bağış, vergi olarak verilir. (9:60)

    28:88 Her şey fani olacak, ancak Celâl ve İkram sahibi Rabbinin zatı Bâki kalacaktır.

    51:56 Cinleri ve insanları ancak beni bilmeleri ve bana ulaşmaları için yarattım.

    Bilinmeyi dileyerek evreni, melek, cin ve insanı yaratan Allah’a ulaşarak, Allah’ta baki kalmaya andolsun…

    • elvis52 dedi ki:

      gerçekten güzel bir yazı. bir tek şunu belirtmek istiyorum. Cuma namazı dediğin şey, cumua, cemiyet kelimesinden türeyip gelmiş ve toplanma salatı demek istenmiş olabilir mi ? yani bir kişinin belirli bir vakitte Allahın sözlerinden bahsetmesi ve insanların Onu dinlemesi veya buna katılım sağlaması ?!
      Araştıralım bakalım. 😉

Yorum bırakın