“Kıran da olsa kırıl düş
Fakat eğilme sakın
Hak bildiğin yolda
Yalnız da kalsan yürüyeceksin!”
YAĞMA SOFRASI
Bu sofracık, efendiler yiyicileri bekliyor
Halkımızın emeğidir huzurunuzda titriyor;
Bu halk ki bilinçsiz, bu millet ki çaresiz
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun yine siz…
Yiyin efendiler yiyin, bu ziyafet sofrası sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizden bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
İşte nimet, işte bu ganimet sizinle şereflenir
Bu hakkıdır gazanızın, cemaatiniz nasiplenir…
Yiyin efendiler yiyin, bu ziyafet sofrası sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu bahtsız yurdum insanının ortalıkta nesi varsa
Soy, sop, şeref, mal, mülk, para, topyekün arsa,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Yağmalayın hepsi sizin, hazır hazır, kolay kolay…
Yiyin efendiler yiyin, bu ziyafet sofrası sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğünden hazmı zor olsa da vermez zarar
Endamı ihtişamı var, yılların kini, intikamı var
Bu sofra övülmeye değer, bu sofra iltifat umar
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
Yiyin efendiler yiyin, bu ziyafet sofrası sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir nesi varsa alın
Hayalini, emeğini, umudunu, durmayın çalın
Kader deyin, cennet deyin, yetmiş iki huri deyin
Okuyun üfleyin, gezin, tozun, yiyin, için, genirin.
Yiyin efendiler yiyin, bu ziyafet sofrası sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin, bu ziyafet sofrası sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin!
TEVFİK FİKRET
Sadeleştirme: Nizami
PROMETE
Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün
minkar-ı âteşinini duy, dâima düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım? ..
Yükselmek âsümâna ve gülmek, ne tatlı şey! ..
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa… Ey
müştâk-ı feyz u nûr olan âti-i milletin
meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
yüklen getir – ne varsa – biraz meskenet – fiken,
bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
esmâr-ı bünye-hıyzini; boş durmasın elin.
Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin
gökten dehâ-yi narı çalan kahramâanını…
Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını! ..
Ateşi çalıp insanlığa armağan ederek karanlığı aydınlatan Promete’yi örnek veren şiirini sadeleştirirsek şöyle diyor Tevfik Fikret:
Kalbinde her dakika şu yüce özleyişin
Ateşten gagasını duy, daima düşün.
Onlar (Batı) niçin göklerde, ben neden çukurdayım,
Neden gülsünler bana, ben neden ağlayayım
Göklere yükselmek (uygarlaşmak) ve gülmek, ne tatlı şey
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa… Ey
Ey ışığa ve bilgiye hasret kalmış milletimin
Gelecekteki meçhul elektrikçisi
Yüklen getir ne varsa o fikir ülkelerinden
Ruhunu, kişiliğini, kavrayışını yükseltecek,
Bünyesini besleyecek meyvaları, boş durmasın elin
Gör daima önünde, eskimiş masalların
Gökten ateşin dehasını çalan kahramanını
Varsın bulunmasın bilecek nam ve şanını.
Aydınlanmanın öncülerinden Tevfik Fikret’in bu şiiri Milli Mücadele yurtseverleri için bir meşale olmuştu.
MİLLET ŞARKISI
Çiğnendi, yeter, varlığımız cehl ile kahre;
Dağrandı mübarek vatanın bağrı sebebsiz.
Birlikte bulmalıyız derdine çare;
Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz.
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,
Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol!
Gel kardeşim, annen sana muhtaç, ona koşmak…
Koşmak ona, kurtarmak o bi-bahtı vazifen
Karşısında göğüs bağr açık ölgün, yatıyor bak;
Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş ehven!
Her an o güzel sineyi hançerliyor eller;
İmdadına koşmazsak eğer mahvı mükarrer.
Zülmün topu var, güllesi var, kul’ası varsa,
Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;
Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa
Sönmez edebi, her gecenin gündüzü vardır.
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol!
Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi?
Yok, kalmadı haşa sana zillet pederinden.
Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi;
Silkin, şu mezellet tozu uçsun üzerinden.
İnsanlığı pa-mal eden alçaklığı yık, ez
Billah yaşamak yerde sürüklenmeğe değmez.
Haksızlığın envanını gördük…Bu mu kaanun?
En gamlı sefaletlere düştük…Bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun
Artık yeter olsun bu deni zulm ü cehalet…
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol!
( Rübab-i Şikeste’den)
Senin hokkabazlar unutmuşlar geleceği
Isa ile Musa, aldatılan ve aldatan
O büyülü değnek, bir koca kuyruklu yalan
İşte insanoğlu bir yerde böyle sapık
Beşerin böyle delaletleri var
putunu kendi yapar kendi tapar
Git ara kiliseyi, dolaş Kabeyi
Çan sesini duy, tekbiri dinle
Umduğun, beklediğin şeyler nerde hani
Ortada bir tek şey göreme
Şeytani da düzme, Allah’ı gibi
Buda’sı düzme, Ehrimen’i düzme, Yezdan’ı düzmece
Bir korkak kuşku yaratmış bunların topunu
……
Şimdi benim ne cennet, ne cehennem umurumda
Bakarım evrene, şaşar şaşar kalırım.
Ne tapılan tanırım, ne taptıran tanırım
Yaradılışın kuluyum ben artık
Ben yaradılışın kulu
Pıtrak gibi işte gökyüzünde mescitler
İşte onlara orda vicdanim secde eder
İşte benim bundan böyle tapınmam bu
İşte bundan böyle benim vaktim böyle geçer
…….
Benim ayinim düşünüp yapmaktır
Benim dinim insan gibi yaşamaktır
İnanmışım: Taparım ben varlığa
Her kanat bana bir melek sesi getirir
Ne işim var peygamberle benim
Beni Hakka bir örümcek götürür
Kitabım işte yeryüzü kitabı
Bendedir iyilik, kötülük tohumu
Varırım hep böyle ta mezara dek
Yeniden dirilmek bizim nemize gerek
Taşır insanların hem aşkını, hem acısını
Bağrımdaki şu deli, şu ince yürek
İnsan gibi yaşamaktır bugün gerçek din
İnsan gibi yaşamak.
(Tarih-i Kadim’e Zeyl’den)
FERDA şiirinin sadeleştirilmiş hali
YARIN
– Bugünün gençlerine –
Yarınlar senin; senin bu devrim, bu yenilik..
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey gençlik,
Ey umudun güzel yüzü, işte karşında aynan:
Temiz ve bulutsuz, ağaran bir gök,
Titreyen kucağını açmış, bekliyor.. Koş, çabuk!
Ey hayatın gülerek doğan sabahı, işte herkesin
Gözleri sende; sen ki hayatın umudusun,
Alnında yeni bir yıldız, hayır, bir güneş.
Doğ ufuklara, önünde şu sıkıntılı geçmiş
Sönsün sonsuza değin.
Bir daha yaşanmasın o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel yurdun var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı; inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Yurdun.. Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı yüze -Tanrı esirgesin-
Kötü bir gözle baksa, katlanabilir misin?
İster misin, şu ak sakalın temiz, görkemli,
Onurlu alnına, bir kirli el şöyle dursun,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu mezarı
Bırakır mısın, taşa tutsun bir serseri?
Elbette hayır; o mezar, o onurlu alın
Kutsal birer örneğidir yurdun.. Yurt çalışkan
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, yurdun bütün umudu şimdi sizdedir.
Her şey sizin, yurt da sizin, şeref de sizin;
Ama unutmayın ki zaman ağır, güvenli,
Sessiz adımlarla arkamızdan gelir.
Önden koşan, ama dikkatle her izi
İncelemeye yol bulan bu şaşmaz izleyici
Paylayıp utandırırsa bizi, yazık! Demin
“Yarınlar senin”, dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana yarın emanettir;
Her şey emanettir sana, ey genç, unutma:
Senden de hesap sorar, yakınır gelecek.
Geçmişe şimdi sen ibretle bakıyorsun,
Gelecek de senden böyle kuşkulanacak.
Her organı ihtiyaç kasırgasıyla sarsılan
Bir kuşağın oğlusun; bunu arasıra anımsa.
Unutma; çağın şimşeklerin bollaştığı çağdır:
Her yıldırımda bir gece, bir gölge yıkılır,
Bir yükseliş ufku açılır, yükselir yaşamak;
Yükselmeyen düşer: ya ilerlemek, ya yıkılmak!
Yükselmeli, dokunmalı alnın göklere;
Doymaz insan denilen kuş yükselmelere…
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!
Sadeleştiren: Asım Bezirci
Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bal
Kendi cevvim, kendi eflakımda kendim tairim.
İnhina, takv-ı esaretten girandır boynuma;
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.