EVRİM İNANÇLI İSLAM ALİMLERİ

545ofEvrim Nedir?

Kısaca evrimi, varlıkların ve olayların süreç içinde gelişimi ve değişimi olarak tanımlıyabiliriz. Zaman içinde şartların etkisiyle  gelişimin neticesinde niteliksel ve niceliksel olarak değişimler ortaya çıkar. Bir maddenin, bir varlığın, bir olayın ilk durumu ile son durumu arasındaki gelişim ve değişimlerini ortaya koyan evreye evrim denir.

Bu değişim kesintili ve kesintisiz olabilir. Biyolojik evrimde ani sıçramalar şeklindeki değişimler kesintilidir.

Evrimi, Dünyanın evrimi, canlıların evrimi, tarihin evrimi, maddenin evrimi, insanın evrimi, teknolojinin evrimi, dinlerin evrimi vs. olarak sınıflandırabiliriz.

Evrim Teorisi ve Din

Biyolojik evrim ise insanı da içeren canlıların evrimini ele alır. Tüm canlıların başlangıçta tek bir canlıdan türeyerek oluştuğu kuramı “Evrim Teorisi ” olarak adlandırılır. Yani, daha kompleks bir varlığın daha basit bir varlıktan meydana geldiği teorisidir. Bu teoriye karşı dinsel olarak “Yaratılış Teorisi “ öne sürülür ki bunlara göre her canlı birbirinden ayrı bağımsız olarak yaratılmıştır. Geçmişte ne ise bugünde aynı özelliklere sahiptir.

Örneğin dinlerde ve kutsal kitaplarda yaratılışın 6 günde tamamlandığı ifade edilir. Bunun karşısında bilim, evrenin ve dünyanın gelişimini milyarlarca yıllık süreçle ortaya koyar.

Bilim ile din arasında her dönem bir çatışma, bir zıtlaşma yaşanır. Din içindeki bağnaz düşünce daima gelişime, yeniliklere, buluşlara karşı çıkmıştır. Din, bir yanıyla ideolojiktir. “Tanrının kanunları ” diyerek kutsal kitaplarda yazılı hükümleri uygulamak ve iktidar olmak ister. İdeolojik oluşunun yanı sıra totaliterdir. Çünkü Tanrının kanunlarının değişmez olduğunu öne sürer. Başka fikir ve düşüncelere, özgür araştırmalara, bilime hoşgörüyle yaklaşmaz, izin vermez.

Evrim Düşüncesinin Doğuşu

Evrim Teorisi denildiğinde Darwin akla gelir ve yaratılışçılar tarafından hep o eleştirilir. Halbuki Evrim düşüncesinin tarihi Darwinden çok eskilere dayanır.

Darwin sadece kendi dönemine kadar olan evrim düşüncesini ve biyolojik alandaki kuramsal gelişmeleri değerlendirerek yeni ve değerli katkılarda bulunmuştu.

Geriye gittiğimizde ne Evrim Teorisinin Darwin’le, ne de yaratılış düşüncesinin kutsal kitaplarla başlamadığını görebiliriz. İnsanın topraktan ya da çamurdan yapıldığına dair eski mitolojilerde Sümer’de, Mısır’da, Roma’da benzer inançlara rastlamaktayız. Buna karşın Hint felsefesinde ve İyonya filozoflarında evrim düşüncelerini görürüz.

M.Ö. 6. yüzyılda Thales, tüm canlıların sudan oluştuğunu yazar. Aynı dönemde Heraklitus canlılar arasındaki sürekli çatışmaya dikkat çekerek ilk doğal seleksiyon kuramından söz etmiş olur..

Aristoteles ise, evrim düşüncesini açıklıkla ortaya koyar. İlk canlılardan insana evrim basamaklarını, canlıların en ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğunu ve doğanın ihtiyaca göre organ oluşumunu sağladığını ve canlılarla evrim sınıflandırması  arasındaki ilişkiyi açıklar.

Biyolojik anlamda evrim düşüncesi  hızla gelişen fen bilimlerinin etkisiyle 18. yüzyılda büyük gelişme gösterir. 1750’lerde Fosil ve diğer kalıntılara dayanarak canlı ve cansız dünyada hemen her şeyin evrim sürecinde oluştuğu görüşünü dile getiren Fransız doğa bilimcisi Buffon’a kilise’den sert tepki ve baskı gelir. Bunun üzerine Buffon geri adım atar.

Ünlü İsveç botanikçisi Linnaeus’da kilisenin baskısı nedeniyle evrimin sadece aynı tür içindeki gelişme olduğunu ortaya koyabiliyordu. Kilisenin baskısının azalmaya başladığı 19. dönemde Darwin’in dedesi Erasmus Darwin’in katkılarından sonra Fransız doğa bilimcisi Lamarc o döneme kadar olan en geniş ve tutarlı evrim kuramını açıklıyordu.

Bilindiği gibi Lamarc’tan sonra ise Evrim Teorisi bayrağı Darwin’e geçmişti.

Evrim İnançlı İslam Düşünürleri

Evrim Teorisi yazının başında da açıklandığı gibi ilk canlının nasıl oluştuğu konusunu içermez. Tüm canlıların ilk canlıdan oluşa geldiğini savunur. Dolayısıyla Tanrı inancıyla Evrim Teorisi tamamen birbirine zıt değildir. Evrim Teorisine ters olan kutsal kitaplardaki yaratılış anlayışıdır. Dolayısıyla Tanrı inancında olanlar da Evrim Teorisini savunabilir.

Şimdi de İslam düşünce tarihinde unutulmuş ya da unutturulmaya çalışılmış büyük düşünür ve  alimlerin , insanın kökenine ilişkin fikirlerini görelim. Yaratıcı tekamül ya da Evrimci Yaratılış diyebileceğimiz bir görüşü savunan bu müslüman düşünürler bugün evrim teorisine inananlara da ışık tutmaktadırlar.

Cabir bin Hayyan (öl.815)

“Canlıların kendiliğinden  oluşumu ve suni yolla canlı üretme” fikrini savunmaktaydı. Cabir’e göre Allah ilk önce dört unsuru yani hava, su, ateş ve toprağı yarattı, sonra da onlardan maden, bitki, hayvan ve insan varlıklarının oluşumunu ve üremesini “irade” etti. Temelde ilahi yaratma fikrini kabul eden Cabir, bazı bitki ve hayvan türlerinin, hatta ilk insanın, kendiliğinden vucut bulduğunu kabul etmekten öte, minerallerin, bitkilerin, hayvanların ve insanların suni olarak laboratuarda üretilebileceğini bile iddia etmektedir. Cabir, kendiliğinden oluşu tevlid ve tevellud, suni oluşumu tevalud ve tekvin, ilahi yaratma fikrini de kevn ve halk terimleriyle açıklamaktaydı.


Nazzam (öl.845)

Bir şair, düşünür, edebiyatçı, kelamcı ve filozoftu. Birçok eser yazdığının bilinmesine rağmen günümüze hiçbir eseri ulaşmayan Nazzam, kendi döneminde Dehriye, Zerdüştlük, Cebriye, Murcie vb. akımlarla mücadele etmesiyle ve Aristo’yu eleştirmesiyle tanınıyordu. Nazzam bir nevi kozmolojik evrim diyebileceğimiz bir teori savunmaktaydı. Nazzam’ın, Kur’an’daki bazı ayetlere dayanarak kumun, buruz ve tecdid kavramlarıyla izah ettiği kozmolojik yaratıcı tekamül görüşü şöyle özetlenebilir;

“Yaratılış, Allah’ın doğrudan doğruya bütün canlı ve cansız varlık türlerini, kendi içinden çıkaracak şekilde bir anda var etmesidir. Bütün varlıklar bu ilk varlık çekirdeğinde potansiyel kuvvet halinde gizliydi. (kumun). İlk çekirdekte potansiyel kuvvet olarak gizlenen varlığın kozmik özü zamanla açığa çıkmakta, bariz olmaktadır (buruz). Bu açığa çıkış veya bariz oluş, evrenin, birbiri ardı sıra, madde (fizik), yeryüzü (jeoloji), gökyüzü (astronomi), hayat (biyoloji), şuur (psikoloji) hareketleri halinde varlık sahnesine çıkmasıdır. Ortaya çıkan canlı ve cansız türler varlık sahnesine çıkarken aralarında irtibatlar bulunmasına rağmen bağımsız olarak varolmaktadırlar. Her bir tür kumun halindeki bağımsızlığını buruz halinde de korumaktadır. Türler birbirine dönüşmemektedir. Türler ilk kozmik özden zamanla ayrı ayrı çıkmaktadır. İnsan vucudu ilk embriyodan sürekli hücre bölünmeleri halinde birbirinin içinden çakarak oluştuğu gibi, evren  de, kumun halindeki ilk özden sürekli yeni canlı ve cansız türleri çıkartarak oluşmaktadır. Her bir ana tür bir başka ana türe dönüşmemekte, aynı kökden yeni ana türler birbiri ardınca çıkmaktadır. Ortaya çıkan ana türler kaybolmaksızın, özünü ve türlüğünü de kaybetmeksizin, başka bir türe de dönüşmeksizin sürekli yenilenmektedir (tecdid). Bu yenilenmeler atmosfer/çevre şartlarının etkisiyle olmakta, bu sebeple farklı insan ırkları ortaya çıkmaktadır. Allah, varoluş süreçlerini, yaratıcı tekamül halinde böyle irade etmiştir…”

Cahiz (öl.869):

İyi bir kelamcı ve edebiyatçı olmanın yanı sıra ünlü bir zoolog (hayvanbilimci) ve antropologtu (insanbilimci). Cahiz, hocası Nazzam’ın kumun ve buruz teorisi olarak bilinen fikirlerini benimser görünmektedir. O, Nazzam gibi, ilk yaratılışın, Allah’ın hür iradesiyle yarattığı bir çekirdek varlıkla başladığını kabul etmektedir. Fakat çekirdek varlıktan nasıl türediklerinin izahı konusunda hocasından ayrılıyor. Cahiz tüm evrenin bütün olarak nasıl oluştuğunu izahtan ziyade, canlıların oluşumu ve aktüel evrimleri üzerinde durmaktaydı. Cahiz, Kitabu’l-Hayavan adlı kitabında biyolojik evrimi açıkca savunmuştur. Ona göre evrenin yaratılışını başlatan Allah, aynı zamanda onu evrimleşme yoluyla teşekkül edici, hem de türleri devamlı evrimleştirici kılmıştır. Bu bakımdan evrimin gerçek sebebi Allah’tır. O, yaratılışı yaratıcı tekamül süreci olarak irade etmiştir. Türler kendi içlerinde taşıdıkları potansiyel kuvvet sebebiyle evrimleşmektedirler. Bu potansiyel kuvvet onlara Allah tarafından konulmuştur. Türlerin içindeki potansiyel kuvvet,  fiziksel çevre, iklim şartları, hayat mücadelesi ve doğal seçilimin etkisiyle ortaya çıkmakta, yaratıcı tekamül birbiri ardı sıra türleri ortaya çıkarmaktadır…


Biruni (öl.1061)

Biruni ile birlikte İslam düşüncesindeki yaratıcı tekamül veya evrimci yaratılış teorisinin zirveye çıktığını görüyoruz. Biruni jeo-kimyasal evrim diyebileceğimiz bir görüşü savunmaktaydı. Biruni’ye göre evrenin tekevvünü Allah’ın öyle irade etmesi sonucunda jeo-kimyasal bir evrimin sonucudur. Allah’ın ezeli planına göre evren, genel jeo-kimyasal evrimler geçirmektedir. Bu esnada, uygun şartlar oluştuğunda madenler ve canlı türler birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır. Her bir jeo-kimyasal zaman kendi türlerini ortaya çıkarmaktadır. Biruni’yi göre jeo-kimyasal evrim evrende meydana gelen yeryüzü (jeoloji), gökyüzü (astronomi), fizik (madde), mineraller (kimya), hayat (biyoloji) hareketlerinin (ekoloji)  tümüdür Evrenin yaratılışından bu yana meydana gelen tüm bu ekolojik değişim zamanları her defasında kendi canlı türlerini doğurmuştur.  Türler birbirine dönüşmemiş, ekolojik denge değişikliklerine paralel bir şekilde birbiri ardınca bağımsız olarak tabiatın bağrından çıkmıştır. Bu, Hind-Budist felsefede olduğu gibi (karma) devri daim şeklinde değil, birbirini takip eden bir süreklilik içinde olmuştur, olmaya da davam etmektedir…


İbni Miskeveyh (öl.1030):

O da psikolojik evrim diyebileceğimiz bir görüşü savunmaktaydı. Ona göre varlığın hiyerarşik mertebelenişi, ana hatlarıyla en aşağıdan başlamak üzere inorganik cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve melekler şeklindedir. Dolayısıyla basitten karmaşığa, inorganik olandan organizmaya, fiziki olandan metafizik olana doğru yükselen hiyerarşik bir yapı söz konusudur. Her mertebe ayrıca kendi içinde çok sayıda katmanlara ayrılmaktadır. Mesela hayvanlar mertebesi, kendi içinde en basit türlerden yükselen katmanlar halinde bir hiyararşi oluştururlar. Hayvanların en yüksek katmanı maymunlardır. Maymunlar mertebesinin bittiği yerden itibaren insan katmanı başlar. İnsan katmanının bittiği yerden itibaren de meleklerin katmanı başlar. Ancak insan diğer mertebelerden farklı olarak kendi içinde bir bütünlük arzeden bir küçük alemdir. Bedeni ve ruhi yapısı tıpkı kainatta varolan gibi bir yapı arzeder; bu küçük alemdeki beşeri güçler kozmik mertebeler gibi bitişme ve ilerleme ilişkisi içindedirler. Türler arasındaki sınırları belirleyen ana etken, türlerin birbiri içinden çıkması anlamında değil, ilahi hikmete uygun olarak varlık hiyerarşisinde öyle sıralanmış olmasından kaynaklanan bir evrim sürecidir.


İbni Tufeyl (öl.1185) ve İbni Nefis’in (öl.1288):

Aynı adlı romanları Hay bin Yakzan ise insanın menşei hakkında tabiatçı bir teoriyi savumaktaydı. Her iki  romandaki tabiatçı tekamül/evrim düşüncesi İslam düşünce tarihinde fazla rağbet görmemiş, genel olarak İslam dünyasında Yeni-Eflatuncu/Hristiyan etkisiyle cennetten kovulma ve yeryüzüne düşme görüşüne inanılmıştır.

Her iki romanda da tabiatın çoçuğu olarak, annesiz-babasız, toprak ve çamurdan kimyevi tepkimelerle canlı haline gelen Hay bin Yakzan aslında Adem’in yaratılışını anlatmaktadır. Roman diliyle ortaya konan bu görüşlere göre ilk yaratılış şöyle olmuştur;

“Hay b. Yekzan (Adem) Hind Okyanusu’nda ıssız bir adada, annesiz-babasız, toprağın çamur halinde mayalanması neticesinde canlı haline geldi. Bu oluşum kısa sürede değil aradan epey zamanların geçmesiyle gerçekleşti. Yavrusunu kaybetmiş olan bir ceylan Hay’ı büyütüp hayvanlarla rekabet edecek hale gelinceye kadar emzirdi. Hay, her ne kadar hayvanlarla birada yaşasa da kısa sürede derisinin çıplak olduğunu ve hayvanlara mahsus tabii savunma vasıtalarından mahrum bulunduğunu farketti. Yedi yaşına geldiğinde kendisini korumak için vucudunu yapraklarla ve hayvan derileriyle örtmeye başladı. Sonunda onu emziren ceylan ödü. Bu olay Hay’ı çok üzdü ve ölümün sırrı üzerine düşünmeye başladı. Ceylanın cansız bedeni üzerine uzun süre düşündü ve sonunda ölümün sebebinin bedeni terkeden bir güç (ruh) olduğuna karar verdi. Çünkü ceylan’ın bedeni olduğu gibi durmakta fakat canlılığı sağlayan güçten yoksun olduğu için hareket edememekteydi. Böylece Hay hayatı keşfetti…”


İbni Haldun (öl.1406):

İbni Haldun, bir anlık (tafra, mutasyon) için de olsa insanların fiilen melek haline gelebileceklerini göstermek, dolayısıyla nübüvvet ve vahiy meselesini izah etmek için evrim (tekamül, insilah) konusunu girer. İbni Haldun, Mukaddime’de Farabi ve İbni Sina’nın nübüvvet teorisini, Cahiz, İbni Miskeveyh ve İhvan-ı Safa’nın evrim/tekamül düşünceleriyle bağdaştırmıştır. Burada İbni Haldun’un asıl amacı canlılardaki evrimi izah etmekten ziyade peygamberin gaybtan aldığı bilgi türüne açıklık getirerek temellendirmektir. Yani konu asıl itibariyle epistemolojidir ancak antropolojik bir temele oturtulmaya çalışılmıştır. İbni Haldun açıkça “Hurma ve üzüm ağacı sedef ve salyangoza, maymun insana, insan meleğe insilah edebilir”  demektedir. Buradaki “insilah” kelimesi daha iyiye geçme, tekamül, dönüşüm, reform, değişim vb. anlamlara gelmektedir. Öte yandan İbni Haldun “Peygamberler bu haletten ayrılıp beşeriyetlerine döndüğü zaman ilimlerindeki vuzuh ve sarahat onlardan ayrılmaz”  derken bu dönüşümü bir anlık sıçrama (tafra) olarak anlamaktadır. Bu açıdan İbni Haldun’un canlı türlerinin birbirine dönüşerek çoğaldığını mı yoksa aralarındaki yakınlığı anlatmak için mi böyle bir açıklama yaptığı tam anlaşılmıyor. Türler arasındaki yakınlığı ve varlığın kategorik dizilişini anlatmak için değil de, bunun bir çoğalma yasası olduğunu anlatmak istediğini varsayarsak bu takdirde şu anki insanların atasının bir zamanlar maymun, meleklerin de bir zamanlar peygamber olduklarını kabul etmemiz gerekecektir. Yine İbni Haldun da kapalı olan bir diğer hususda meleklerden sonra insılahın nereye varacağıdır. İbni Haldun burada susmaktadır ancak biz mantığı sonucuna götürecek olursak, meleklerden sonraki aşama Allah’la bütünleşme, yani vahdet-i vucud veya fenafillahtır. Oysa İbni Haldun’un vahdet-i vucuda kesin olarak karşı olduğu biliniyor.

İbn-i Sina (980-1037):

Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan Ibn Sina’ya göre dirilik bir bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla birleşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir. Ilk ortaya çıkan canlı bitkidir. Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. Ikinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmis bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile saglanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir. Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir. Us konusunda Ibn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır. Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir. Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmiş us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır. Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar. İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan usunun algıladiği ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar.

Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhyiddin-i Arabi, Muhammed İkbal vb. vahdet-i vücud felsefesine sahip Tasavvuf alimlerinin tekamül (evrim) düşünce ve inancına sahip olduğu zaten biliniyor. O nedenle bu alim ve düşünürlere burada yer vermeyeceğiz. 

Sadece Mevlana’nın hayvandan insana geçişte maymunu belirttiği kaynağı verelim ve Muhyiddin-i Arabi’den ilginç bir Mekke anısı sunalım:

http://sufizmveinsan.com/aksam/fusus11.html

Arabi, Mekke’de kaldığı iki yıl boyunca sık sık Kabe’yi tavaf edermiş. Bir seferinde Kabe’yi tavaf ederken, herkesin gölgesi olduğu halde, çok uzun boylu bir adamın gölgesinin olmadığını farketmiş. Uzun boylu adam tavaf ederken kendisine;

– Bizler de sizler gibi bu beyti tavaf ediyoruz.

Arabi, merakla adama sormuş;
– Kimsiniz, kimlerdensiniz?
– Ben sizin çok eski atalarınızdanım.
– Hangi asırda yaşadınız?
– Kırkbin sene evvel vefat etmiştim.
– İnsanın atası olan Adem’in altıbin sene evvel halkolunduğunu söylerler. Siz nasıl kırk bin sene önce vefat etmiş oluyorsunuz?
– Sen hangi Adem’den bahsediyorsun? Size yakın olandan mı? Yoksa diğerlerinden mi? Bil ki; insanın ilk atası olan Adem’den evvel yüzbin Adem gelip geçmiştir.” dedi.

Bu yanıt üzerine Arabi, ” O zaman hatırladım ki hadiste ‘ Allah yüzbin Adem yaratmıştır.’ diye yazardı.” der.

Bu hadisin doğruluğu şüpheli olmakla beraber, Kur’an’daki yaratılış anlatımına ters olduğu açıktır. Ayrıca bu hikayenin gerçek olmadığının düşünülmesi son derece normaldir. Önemli olan bu hikaye ile Muhyiddin-i Arabi’nin 6000 yıllık Adem masalına inanmadığını anlatmaya ve Adem’den öncede insanın bir geçmiş evrimi olduğunu ifade etmeye çalışmasıdır.

Sonuç olarak zamanımızın İlahiyatçıları hariç geçmişten bugüne otuzdan fazla İslam alim ve filozofunun evrim görüşünde olduğunu yani evrimci yaratılışa inandıklarını söyleyebiliriz.

HY öncülüğündeki bağnazlar ordusu ise Evrimi bir tarafa, Allah’ı bir tarafa alarak “Ya Evrim Ya Allah” diyorlar. Büyük ölçüde ispatı tamamlanmış olan teori 5-10 yıl sonra tüm dünyanın kabul edeceği şekilde tamamen ispatlandığında bunlar inandıkları Allah’tan vaz mı geçecekler?

Yazımızı Mevlana’nın Ölümüne doğru söylediği şu evrim sözü ile noktalayalım:

“Maden idim, bitki oldum; bitki idim, hayvan oldum; hayvan idim, insan oldum; insanım ölüyorum, ölmekle tekamül ediyorum niye üzüleyim”

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Felsefe içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

23 Responses to EVRİM İNANÇLI İSLAM ALİMLERİ

  1. halit salihoglu dedi ki:

    nazzam biyografisinde geçen (buruz) anlamı nedir.
    merak ediyorum. kelime anlamını bulamadım.
    (kum sio2) ile aynışeymidir.?

  2. Geri bildirim: Anonim

  3. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    TERSİNİM TEORİSİ TANITIMI

    Evrim Teorisi karşıtı teoride bir Türk yazarından.

    Türk yazarlarından Hüdai ÇAKMAK varoluşun neden, niçin, nasıl sorularını cevaplayan bir teori geliştirdi ve sekiz ciltle kitaplaştırdı. Yazarın yayınlanmış ve yayınlananacak yirmi kitabı var. Yazar TERSİNİM ismini verdiği teorisi hakkında şunları söylüyor:
    -Varoluş insanoğlunun var edildiği ilk anlardan beri ilgisini çekmiş, konusunda pek çok teoriler üretilmiştir. Bu teoriler çok ve çeşitli olmasına rağmen varoluş bir yaratıcının eseridir ya da varoluş bir yaratıcı iradenin eseri değildir, rastlantılarla oluşmuştur cevaplarına uygun olmak üzere iki büyük grupta toplanır.
    Bir teori gerçek olduğu kuvvetle inanılan bir varsayım üzerine kurulur, ayrıntılanır ve kanıtlanmaya çalışılır. Ulaşılan bilimsel sonuçlar genelde doğru olduğu kuvvetle inanılan varsayıma uygun olarak yorumlanır. Temel varsayımın yanlış olabileceği hiç bir zaman düşünülmez. Bu da bilimin olması gereken tarafsızlığına gölge düşürdüğü gibi pek çok hata ve yanlışlara yol açar, teorileri bilim dışına iter.
    Tersinim teorisinin kurgulanma yöntemi bu uygulamanın tamamen tersidir. Önce bilmsel sonuç sonra bu sonuca göre varsayım ilkesine dayanır. Bu nedenle bilimin ortaya koyduğu tüm kanun ve ilkelerle uyumludur, hiç biriyle çelişmez.
    Tersinim teorisi özet olarak şu esasları temel alır.
    1)-Enerji girişi ve zaman varoluşun herhangi bir olgusundaki düzen sahibi sistemlerde bozuma (tersinime), diğerlerinde ise değişime neden olur. Gelişim söz konusu değildir.
    Tersinim teorisi maddenin sakımı, entropi, yapmanın zor bozmanın kolay olduğu ilkesi gibi tüm doğal kanun ve ilkeleri temel alır. Karşıtı olan diğer teorilerin bilimsel yöntemlerle doğruluğu onaylanmış esaslarını temel almaktan çekinmez. Bu nedenle tersinim bilim dışına kaymadığı gibi konusundaki tüm teorilerin bilimle doğrulanmış temellerinin birleştiği bir sentez durumundadır.
    2)-Tersinim teorisine göre Varoluş kompleks bir bütündür. Canlılık ve cansızlık olarak ayrılmaz.
    3)-Varoluşun kompleks bir bütün oluşu bir Yaratıcı iradenin eseri olduğunu gösterir.
    4)-Varoluş canlılığın oluşum ve devamlılığı amaçlıdır. Her şey bu amaca uygun planlanmış ve var edilmiştir.
    5)-Canlılar evrim teorisi iddiasının aksine gelişim değil, tersinim gösterir. Tersinim, entropi kanunu gereği canlılık gibi kompleks sistem ve düzenlerin zaman içinde bozuma uğraması kimi özelliklerini zayıflatması ya da kaybetmesi demektir.
    6)-Her canlı türünün mükemmel ve eksiksiz yaratılmış bir arı ırkı vardır. Diğer tür ve çeşitler arı ırkların tersinimi sonuçlarıdır. Örneğin insanlar maymunların evrimi sonucu oluşamaz. Bu entropi, kalıtım, yaşamsal uygunluklar gibi doğal kanun ve ilkelere aykırıdır. Fakat maymunlar insanların tersinimi sonucu oluşmuş olabilir.
    7)-Varoluş sorusuna verilen cevaplar insan hayatlarını yönlendirir. Bu nedenle tersinimin çok geniş ve derin sosyal etkileri vardır.
    Yazar, yukarıda yazılanlarla diğerlerinin bilimsel verilerin sonuçlarıyla ulaşıldığını bir kez daha hatırlatıyor.
    Tersinim teorisinin kurgulayıcısı durumunda olan yazar Hüdai ÇAKMAK bilimsel tarafsızlığı gereği yapıcı olma kaydıyla her türlü öneri ve eleştiriye açık olduğunu, isteyenlerin:
    tersinim-teorisi@hotmail.com hudaicakmak@hotmail.com e.mail adreslerinden yazara ulaşabileceklerini söylüyor.

    Not: Açık adresinize bildirdiğiniz takdirde özet kitabımızı hediye olarak gönderebiliriz.

  4. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    TERSİNİM TEORİSİ

    Tersinim teorisi Türk düşünür ve yazarlarından Hüdai ÇAKMAK’ın ortaya attığı teoridir. Teorinin kurgulayıcısı Hüdai ÇAKMAK bu konuda şunları yazıyor.
    -Varoluş insanoğlunun var edildiği ilk anlardan beri ilgisini çekmiş, konusunda pek çok teoriler üretilmiştir. Bu teoriler çok ve çeşitli olmasına rağmen varoluş bir yaratıcının eseridir ya da değildir, rastlantılarla oluşmuştur cevaplarına uygun olmak üzere iki büyük grupta toplanır.
    Bir teori gerçek olduğu kuvvetle inanılan bir varsayım üzerine kurulur, ayrıntılanır ve kanıtlanmaya çalışılır. Ulaşılan bilimsel sonuçlar genelde doğru olduğu kuvvetle inanılan varsayıma uygun olarak yorumlanır. Temel varsayımın yanlış olabileceği hiç bir zaman düşünülmez. Bu da bilimin olması gereken tarafsızlığına gölge düşürdüğü gibi pek çok hata ve yanlışlara yol açar, teorileri bilim dışına iter.
    Örneğin evrim teorisinin doğruluğu kuvvetle inanılan varsayımı milyonlarca tür ve cinste olan tüm canlıların rastlantılarla oluşmuş bir canlı hücresinin zamanla evrimleşmesi sonucu oluştuğudur. Bir evrim teorisi taraftarı hiç bir zaman bu temel varsayımın yanlış olabileceğini düşünmez. Bilimsel bulguları bu temel varsayıma uygun yorumlanmaya çalışır. Bu yorumların temel kanun ve ilkelerle çelişip çelişmediğine pek dikkat etmez. Kimileri görmezlikten, bilmezlikten gelinir.
    Tersinim teorisinin kurgulanma yöntemi bu uygulamanın tamamen tersidir. Önce bilmsel sonuç daha sonra ulaşılan sonuca göre varsayım ilkesine dayanır. Bu nedenle bilimin ortaya koyduğu tüm kanun ve ilkelerle uyumludur, hiç biriyle çelişmez.
    Tersinim torisi herhangi bir toerişye karşıt ya da destek olmak amacıyla ortaya konulmuş değildir. Tamamen kendine özeldir.
    Tersinim teorisi maddenin sakımı, entropi, yapmanın zor bozmanın kolay olduğu ilkesi gibi tüm doğal kanun ve ilkeleri temel alır. Karşıtı olan diğer teorilerin bilimsel yöntemlerle doğruluğu onaylanmış esaslarını da temel almaktan çekinmez. Bu nedenle tersinim bilim dışına kaymadığı gibi konusundaki tüm teorilerin bilimle doğrulanmış temellerinin birleştiği bir sentez durumundadır.
    Tersinim teorisi özet olarak bilimsel araştırmaların sonuçları olan şu esasları temel alır.
    1)-Enerji girişi ve zaman varoluşun herhangi bir olgusundaki düzen sahibi sistemlerde bozuma (tersinime), diğerlerinde ise değişime neden olur.
    2)-Tersinim teorisine göre Varoluş, tüm evreni varsa diğerlerini kapsayan kompleks bir bütündür. Canlılık ve cansızlık olarak ayrılmaz.
    3)-Varoluşun kompleks bir bütün oluşu bir Yaratıcı iradenin eseri olduğunu gösterir.
    4)-Varoluş canlılığın oluşum ve devamlılığı amaçlıdır. Her şey bu amaca uygun planlanmış ve var edilmiştir.
    5)-Canlılar evrim teorisi iddiasının aksine gelişim değil, tersinim gösterir. Canlılardaki tersinim, kompleks sistem ve düzenlerin zaman içinde bozuma uğraması, kimi özelliklerini zayıflatması ya da kaybetmesi demektir.
    6)-Her canlı türünün mükemmel ve eksiksiz yaratılmış bir arı ırkı vardır. Diğer tür ve çeşitler arı ırkların tersinimi sonuçlarıdır. Örneğin insanlar maymunların evrimi sonucu oluşamaz. Bu entropi, kalıtım, yaşamsal uygunluklar gibi doğal kanun ve ilkelere aykırıdır. Fakat maymunlar insanların tersinimi sonucu oluşmuş olabilir.
    7)-Hiç bir canlı varlığını eksiksiz olarak geleceğe aktaramaz.
    8)-Varoluş sorusuna verilen cevaplar insan hayatlarını yönlendirir. Bu nedenle tersinimin çok geniş ve derin sosyal etkileri vardır.

    Teori sekiz ciltle kitaplaştırılmıştır ve tamamen bilimseldir.Tek kitaplık özeti mevcuttur.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı

  5. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    EVRİM TEORİSİ VE TERSİNİM TEORİSİ

    Henüz doğruluğu kanıtlanmamış, kanıtlanması da hayli şüpheli bir teoriyi insan aklının bir zaferi gibi takdim etmek en hafif tabiriyle bilimsel tarafsızlığa görmezlikten gelmek, taraf tutmaktır. Evrim teorisi temelini teşkil eden bir canlı hücresinin rastlantılarla nasıl oluştuğu sorusunu bile tatmin edici bir cevap verememektedir. Bu konudaki verdiği cevaplar bilimin gerektirdiği deney ve gözlemlerle sınanarak ortaya koyma yerine derin bir hayal gücüne dayanır.
    Gerçektende evrim teorisinin kurgulanma yöntemi de hatalıdır. Doğruluğu kuvvetle inanılan; bir canlı hücresinin rastlantılarla meydana geldiği, zamanla evrimleşerek bu gün hayranlıkla görüp incelediğmiz canlılar dünyasını meydana getirdiği temel varsayımına dayanır.
    Temel varsayım en baştan doğru kabul edildiğinden ayrıntılar buna uygun yorumlanır. Gerektiğinde en bilinen ve tartışılmayan doğal kanun ve ilkeler bile görmezlikten, bilmezlikten gelinir. Hiç bir zaman temel varsayımın yanlış olabileceği düşünülmez. Bunun nedeni ise temel varsayımın doğru olduğunu kabul etme mecburiyetidir.
    Bir bakıma gidilmesi gereken mecburi istikamettir.
    Tersinim teorisi doğruluğu kuvvetle inanılan bir varsayım yerine bilimsel bulguların ortaya koyduğu sonuçların sentezlerini temel alır. Bu nedenle karşıtı gibi görünen teorilerin doğruları ve temelleri tersinim teorisinin doğruları ve temelleri olur. Örneğin maddenin sakımı kanunu, entropi kanunları, canlıların zaman içinde değişmesi, mutasyonlar, varyasyonlar, doğal seleksiyon tersinim teorisinin bilimsel bulgulara uygun yorumlanmış mekanizmalarıdır.
    Bilimsel bulgular enerji girişleri ve zamanın düzen sahibi sistemlerde bozuma (tersinime) neden olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bu sonuçlar entropi kanunları ve bozmanın kolay yapmanın zor olduğu ilkesiyle de tamamen örtüşür.
    Tersinim düzen sahibi sistemlerde bozunum diğerlerinde değişim anlamına gelir. Zaman içinde canlılardaki değişim tersinim yönündedir.
    Mutasyonlar gen bilgilerini etkilemiş ise diğer nesillere aktarılır. Mutasyonlar daima tersinim yönündedir. Bu nedenle canlılarda gelişim değil bozunum (tersinim) söz konusu olur.
    Tersinim için bilgi, irade ve uzun zaman gerekli değildir. Kaba güç (enerji girişi) yeterlidir. Bu nedenle evrim için şart olan ara format canlılarının varlığı tersinim için gerekli değildir.
    Her canlı türünün mükemmel var edilmiş bir arı ırkı vardır. Diğer tür ve çeşitler arı ırkın tersinimi sonucu oluşur. Buna göre maymunlar insanların tersinimi sonucu oluşabilir. Bu konuda gözlemlenmiş somut deliller vardır.
    Doğal seleksiyon canlıların savunma korunma mekanizmalarıyla var edilişlerindeki mükemmel yapılarını koruma ve nesillerini devam ettirme gayretlerinin sonucudur.
    Canlılar arasında bitip tükenmek bilmeyen bir yaşam savaşı yerine ekolojik düzen dediğimiz mükemmel bir dayanışma vardır.
    Tersinim teorisi tamamen bilimsel sonuçlarla ayrıntılanmıştır ve her zaman eleştirilere açıktır.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı

  6. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    TERSİNİM TEORİSİNİN MEKANİZMALARI

    Tersinim teorisinin belli başlı mekanizmaları özetle şunlardır.
    1)-Tersinimsel değişim: Tersinim teorisi varoluşu canlılık ve cansızlık olarak ayırmaz bir bütün olarak kabul eder. Entropi kanunları ise doğal şartlara bırakılmış düzen sahibi sistemlerin zaman içinde bozuma (tersinime) uğraya-cağını düzenlerin düzensizliğe gideceğini belirtir.
    Maddeler moleküllerden, moleküllerde atomlardan oluşur. Atom ve moleküller ise sistem ve düzen sahibi oluşumlardır. Maddeler de doğal şartlarda ve za-man içinde değişimler gösterir. Örneğin bir granit kaya zamanla çürür kimi metaller oksitlenir.
    Daha kompleks düzen sahibi cansız oluşumları örneğin son model bir arabayı doğal şartlara bıraktığınızda kullanmadığınız halde ciddi şekilde tersinimsel değişime uğradığını (bozulduğunu) görürsününüz.Tersinimsel değişim düzen sahibi sistemlerin kompleksliği ve zamanla doğru orantılıdır.
    2)-Canlılarda tersinimsel değişim: Canlılarda tersinimsel değişimler evrim teorisinin mutasyonları karşıtıdır ve negatif değişimi ifade eder.
    Tüm canlılar basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusudur. Dolaysıyla tersinimsel değişimlerden daha çok ve daha güçlü etkilenirler. Canlılar bu etkilerden varedilişlerinde kendilerine eksiksiz verilmiş savunma mekanizmalarıyla korumaya bu etkileri en aza indirmeye çalışırlar.
    Tersinimsel etkiler gen bilgilerini etkilemiş ise bozunumlar diğer nesillere akta-rılır. Bu da canlıların zaman içinde tersinim göstermesi demektir.
    3)-Doğal elenme (elenim): Doğal elenme evrim teorisinin doğal seleksiyon mekanizmasının tersini ifade eder.
    Doğal seleksiyon zaman içinde diğerlerine göre daha çok evrimleşen canlıların diğerlerini elemine ettiğini hayat sahnesinden sildiğini bu yolla evrimleş-menin gerçekleştiğini savunur. Tersinim teorisine göre bu oluşum tam tersi-nedir.
    Canlılar mükemmel ve eksiksiz var edilmişlerdir.Fakat tersinim sonucu kimi yaşam avantajlarını azaltabilirler yada tamamen kaybedebilirler. Yaşam avantajlarını azaltanlar (örneğin ihtiyarlayanlar hastalar) gerektiği kadar sahip olamayanlar (orneğin gerektiği gibi korunamayan yavrular) yaşam avantajlarını tamamen kaybedenler (örneğin bacakları kırılmış hayvanlar kanatları kırılmış kuşlar) ekolojik sistem içinde elemine edilirler. Avantajlarını koruyabilenler yaşamlarını devam ettirir. Elenenler bu avantajlarını zayıflatanlar ya da kaybedenlerdir. Doğal elenme (elenim) budur.
    4)-Tersinimsel çeşitlenme: Tersinimsel değişimler çeşitlidir. Bunun nedeni canlıların yaşamsal şartlarının farklı olabilmesidir. Eğer tersinimsel değişim-lerden bir kısmı gen bilgilerine etkilerse ayrıntı yönünden atalarından farklık bireyler oluşur. Buna tersinimsel çeşitlenme denilir. Örneğin mavi ya da yeşil gözlülük ten rengi farklılıkları tersinimsel çeşitlenme sonuçlarıdır.
    5)-Dar alanda tersinimsel çeşitlenme: Evrim teorisinin allopatrik varyas-yon teriminin karşılığıdır. Genelde dar bir alanda sıkışıp kalmış türdeşle-riyle bağlantıları kopmuş küçük topluluklarda meydana gelir. Bu topluluklarda yakın akraba evlilikleri yaygındır. Yakın akraba genlerinde ise farklılıklar az benzerlikler çoktur. Yavrular anne ve baba genlerinin karışımları olduğundan kombinasyonu zenginliği oluşmaz. Benzerlikler çoğalır ve diğer nesillere akta-rılır. Dolaysıyla gen rahatsızlıkları daha kolay diğer nesillere geçer.
    Bu tür toplumlarda tersinimsel değişimler (negatif değişimler) son derece güçlü ve çeşitlidir. Bu konuda yaptığımız bir araştırmalarda insansı özellklerini önemli ölçüde yitirip maymunlaşmaya başlamış toplulukları gördük.
    6)-Seksüel seçilim: Evrim teorisi dişilerin gösterişli erkekleri seçtiklerini bu erkeklerin döllerini diğerlerine göre diğer diğer nesillere daha kolay daha çok aktardıklarını savunur ve bu seçimi evrim mekanizmalarından biri sayar.
    Fakat irade sahibi olmayan bu tür canlıların güzelle çirkini nasıl ayırt ettikleri güzelliklerden zevk alabilme melekesini nasıl sahip oldukları konusunda her-hangi bir bilgi veremezler kanıt da gösteremezler.
    Tersinim teorisi bu konuda güzelliğin gençlik sağlık güç, kuvvet sembolü olduğunu dişi bir hayvanını sadece bunu anladığını nesillerini güçlü bireyler-le aktarma isteği ve içgüdüsüyle güzel erkekleri seçtiğini söyler ve kabul eder.
    Her zaman olduğu gibi evrim teorisi doğal bir içgüdünün sonucu olan bu olayı kendi görüşüne uygun yorumlamayı tercih etmiş teorilerine bir evrim mekanizması olarak koymuştur. Bu doğal olayın evrimle uzaktan yakından ilişkisinin olmadığı sadece varoluşlarında kendilerine verilen mükemmel yapı-larını diğer nesillere aktarma içgüdüsünün doğal bir sonucu olduğu açıktır.

    Yeri ve sırası geldiğinde teorimiz hakkında bilgi vereceğiz. Görüş ve eleşti-rileriniz çabalarımızı artıracak ufkumuzu genişletecektir.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı

  7. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    TERSİNİM TEORİSİ VE DOĞAL İLKELER

    Varoluş dediğimiz muazzam sistem tam bir düzen içindedir. Nice milyar yıllardan beri değişmeden var ve işler olan doğal kanun ve ilkeler bu düzenin inkâr edilemez kanıtlarıdır. Düzensizliklerde kanun ve ilkeler bulunmaz. Bu nedenle düzensizdirler. Kanun ve ilkelerin ortaya konulması, işlerlik kazanma-sı bilgi, irade ve kudret üçlemesinin ürünleridir.
    Doğal kanun ve ilkeler pek çoktur. Pek çoğu hakkında henüz bilgimiz bu-lunmamaktadır. Aşağıda evrim ve tersinimle ilgili bir kaçından bahsedeceğiz. Teorilere uygunluğu konusunu okuyucuya bırakıyoruz.

    Düzenleri (sistemleri) bozmanın kolay, yapmanın zor oluşu ilkesi: Bir şeyi yapmak, ortaya koymak her zaman zordur. Eser ne kadar ayrıntılı, has-sas ve kompleks ise ortaya koymak o kadar güç olur. Ortaya konulan eserleri bozmak ise son derece kolay ve basittir. Eğer o düzen ya da yapı ayrıntılı ve hassas bir komplekslik gösteriyorsa bozmak o kadar kolay olur. Bir bakıma eserlerdeki incelik, hassaslık ve komplekslik yapmakla doğru, yıkmakla ters orantılıdır.
    Bir sanatkâr yıllar süren çabalarla göz nuru dökerek bir eser örneğin bir heykel meydana getirir. Bu sanat eserini bozmak için bilinçsizce yapılacak bir darbe yeterde artar bile. Yıllar süren emek ve çabalarla sırçadan bir saray yapabilirsiniz ama atılacak bir taş bu sırça sarayı kırıp yıkmaya yetecektir.
    Nice mühendislerin, işçilerin yıllarca emek, güç ve zaman harcayarak ortaya koyduğu mükemmel planlanmış bir şehri bir deprem ya da bir kıvılcım bir kaç dakika, bir kaç saat içinde yerle bir edebilir. Bir bakıma bir eser ortaya koyabilmek için bilinç, bilgi, kudret ve yeterli zaman gerekli olduğu halde bo-zup yıkmak için kaba kuvvet ve kısa süreçler yeterlidir.
    Termodinamiğin ikinci (entropi) kanunuyla bozmanın kolay, yapmanın zor olduğu ilkesi rastlantıların örneğin canlılık gibi basite indirgenemez kompleks oluşumları meydana getirebileceğini savunan materyalizm ve uzantısı olan teorilerin önünde diğer doğal kanun ve ilkelerle birlikte aşılması mümkün ol-mayan sıra dağlar gibi durmaktadır. Materyalizm ve uzantısı olan teorilerin bu konuda canlı yapılarının basite indirgenemez kompleks yapılarını inkar etmek-ten başka seçenekleri yoktur.

    Kompleks düzenlerin oluşumunda bilgi, irade ve gücün gerekliliği ilkesi: Düzenleri yapmanın zor; yıkmanın kolay olduğu ilkesi aynı zamanda (düzenlerin bir amaca yönelik olması gerektiği göz önüne alındığında) yeterli bilginin, gücün ve her ikisini amaca uygun harekete (eyleme) geçiren bir iradenin olması gerektiği gerçeğini ortaya koyar. Diğer ifade ile bir yapıda bir amaç ve bu amaca uygun düzenlilik varsa o yapı bilgi, güç ve iradenin eseridir. Asla rastlantılar sonucu değildir.
    Örneğin bir çölde güneş, rüzgâr gibi doğal etkenler art arda dizilmiş estetik görünümlü, göz zevkimizi okşayan minik tepecikler, şekiller meydana getirebi-lir. Art arda dizilişlerine ve estetik görünümlerine bakarak bu oluşumların bir düzenlilik (bir eser) olduğu iddia edilebilir. Fakat bu oluşumlar bir amaca yö-nelik değildir. Eser sahibi olması gereken doğal etkenler estetik görünüşlü tepecikler meydana getireceklerini bilmezler, bu amaç için hareket etmezler.
    Örneğin çölde esen rüzgârların dört bir yanı kavuran güneş ışıklarının rad-yasyonların zaman içinde estetik görünümlü tepecikler oluşturduğunu gördü-ğümüz ve bildiğimiz halde aynı etkenlerin estetik görünümlü tepeciklerin ar-dından evleri, sarayları, yolları, köprüleri, fabrikaları, enerji santralleri olan modern ve güzel bir şehir meydana getirebileceğini hiçbir zaman düşünmeyiz. Bunun nedeni ise bu tür oluşumların bir amaca yönelik kompleks sistemler oluşudur.
    Bilinç dışı rastlantısal etkenler estetik görünümler verdikleri yerleri rahatlık-la kirletip bozabilirler. Çünkü bunlar tıpkı modern bir şehri yerle bir eden dep-remler gibi kontrolsüz kaba güçler gibidir. Bu nedenle ortaya çıkan oluşumlar gözlere okşayan estetik görünümde olsalar dahi bilgi, güç ve irade üçlemesi-nin sonucu olmadığından eser değildir.
    Fakat aynı çölde basit bir kulübe, çadır ve hatta üst üste konulmuş taş yığınlarından ibaret harabeler görsek; estetik olmasalar, göz zevkimizi hitap etmeseler bile bunların emek, bilgi ve irade üçlemesiyle meydana getirildiğini, rastlantılar sonucu oluşmadığını biliriz. Bu konuda en küçük şüphemiz olmaz. Fakat estetik görünümlü tepecik dizimleri için aynı şeyi düşünüp söyleyeme-yiz.
    Sonuçta şunu belirtmek istiyoruz. Eğer bir oluşumda bir amaç ve bu amaca uygun düzenlilik ya da düzenlilikler varsa o oluşum bilgi, güç, irade, madde ve zaman beşlemesinin sonucudur. Asla rastlantıların eseri değildir.

    Doğa Gücü ya da Tabiat Ana…Eserlerin Eser Sahibi Olamayacağı İlkesi: Materyalizm varoluşta bilgi, kudret ve irade sahibi bir Yaratıcının varlı-ğını ret ve inkâr eder. Fakat varoluş ret ve inkâr edilemeyen bir düzenlikler bütünlüğüdür. Bu bütünlüğe ekoloji diyoruz.
    Düzenlilikler ise kurallar ve yasalar sonucudur ve bir amaca yöneliktir. Düzenlerin düzenliliği ise yasaların, kuralların eksiksiz işlemesine bağlıdır. En küçük bir hata ya da aksaklık bu muazzam makineyi durdurabilir. Bu nedenle kuralların, yasaların işlemesi son derece karmaşık, kompleks ve şaşırtıcı bir oto kontrol sistemiyle yapılır. Hiç bir şey rastlantıya bırakılmamıştır. Hiç bir şeyin rastlantıya bırakılmaması devrede eyleme geçmiş bir iradenin varlığını açık şekilde gösterir. İnkar etmek ya da etmemek bu gerçeği değiştirmez.
    Materyalizm bu sistemsel bütünlüğe Doğa Gücü ya da Tabiat Ana der. Materyalizme göre doğa gücü doğal kuralların, yasaların bileşkesidir. Bu ne-denle doğaüstü bir güç değildir. Belki de doğanın ta kendisidir.
    Gerçek ise ifade edilmek istenen doğa gücünün ekolojik düzenin bir sonu-cu olduğudur. Ekolojik düzen ise madde ve yaşam dünyasını içine alan ya-şamsal uygunluklarla kurulmuş kompleks düzenlerin, sistemlerin bütünlüğü-dür. Yaşamın varlığına ve devamlığına yöneliktir.
    Termodinamiğin ikinci kanuna göre zaman düzenleri düzensizleştirir, kar-maşa ve anarşi oluşturur. Bu nedenle eğer bir yerde bir amaç; bu amaca uy-gun düzenler, düzenlilikler varsa bilgi, kudret ve irade üçlemesi de var demek-tir.
    Doğa gücü konulmuş kural ve yasaların bileşkesi (sonucu) olduğundan kendini meydana getiren yasaların, kuralların oluşturucusu, koyucusu olama-yacağı açıktır. Hiç bir şey rastlantılarla kendi kendini meydana getiremez. Doğa gücü ve varoluşun dışında bilgi kudret ve irade sahibi bir Varlık gerekir. Bu nedenle eserler eser sahibi değildir. Eser sahibi eserin dışındadır, eserden başkadır.

    Hüdai ÇAKMAK
    yazar
    Tersinim teorisi kurgulayıcısı

  8. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    BASİTE İNDİRGENEMEZ KOMPLEKS SİSTEMLER
    Ve
    EVRİM MANTIĞI

    Varoluşu gerektiği gibi ve gerektiği kadar bilinmesinde gerekli en önemli hususlardan birisi; basite indirgenemez kompleks sistemlerin, bu sistemlerin oluşturduğu bütünselliklerin ve bu bütünselliklerin meydana getirdiği kurgusallıkların ne olduğu ya da ne olmadığıdır.
    Basite indirgenemez kompleks sistemler derken bu sistemleri meydana getiren parçaların birden fazla olduğunu, amaca yönelik olarak yerli yerinde ve eksiksiz oluştuğunu, parçalardan herhangi birinin eksikliği, bozukluğu ya da yer değişiminin öngörülen amaca ulaşmayı zorlaştırdığı ya da imkânsız hâle getirdiğini anlatmaya çalışıyoruz.
    Basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliği ise birden fazla kompleks sistemlerin bir amaca yönelik olarak bir araya gelmesini ifade eder.
    Fakat oluşan basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliği amaca uygun olarak oluşsa bile devamlılığına yetmeyebilir. Devamlılığın sağlanması için başka basite indirgenemez sistemler ve bu sistemlerin oluşturduğu bütünsellikler devreye girmek zorunda kalabilir.
    Basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğindeki oluşumların aynı amaca yönelik olarak bir araya gelmesi ise basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusunu oluşturur. Canlı bedenleri bu kurgunun en güzel ve çarpıcı örnekleridir.
    Yeri ve zamanı geldiğinde uzun uzun bahsedeceğimiz canlı vücutları ister tek hücreli, ister çok hücreli olsun hepsi de basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusundaki oluşumlardır.
    Kimi materyalist düşünür bu büyük gerçeğin farkındadır. Farkındadır ama genelde materyalist kimlikleri bilimsel kimliklerinin önündedir. Aklı, mantığı ve bilimsel ahlakı unutmuşlardır.
    Harvard Üniversitesi’nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrim teorisi taraftarı olan Richard Lewontin, önce materyalist, sonra bilim adamı olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
    -Bizim materyalizme bir inancımız var. Önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış birinci derecede bir inançtır bu.
    Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değildir. Aksine, materyalizme olan bu birinci derecede bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramlarını kurguluyoruz.
    Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine asla izin veremeyiz.
    Bir başka materyalist evrimci ise materyalist felsefenin düştüğü içinden çıkılmaz zorluklar karşısında şu sözleri söylemekten çekinmemiştir.
    -Bir var edicinin varlığını inanmaktansa imkânsız kere imkânsızı kabul etmek bizim için daha kolaydır.
    Materyalizm ve uzantısı teori taraftarlarının kendilerini nası bir taassubun zindanlarına hapsettiklerini hiç bir şey bu cümleler kadar güzel ifade edemez.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi kurgulayıcısı

  9. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    BİR YARATICININ VAR OLDUĞU GERÇEĞİ VE MATERYALİZM

    İnsanoğlu var edildiği ve düşünmeye başladığı ilk anlardan itibaren yaratılışı merak etmiştir. Bu merak önce; ben neden, nasıl, niçin var edildim şeklinde kendine yönelikti. Fakat daha sonra var oluşun bütünlüğü keşfedilmeye başlanınca bu soru; biz nasıl, neden, niçin var edildik şekline dönüşmüş, bu konuda çok ve çeşitli teoriler, düşünceler üretilmiştir.
    Var oluşun nedenleri, niçinleri, nasılları konusunda üretilen yanıtların çokluğu ve çeşitliliğine rağmen bütün bunları iki büyük grupta toplamak mümkündür. Tanınmış bir bilim insanına göre varoluş ya yaratılmıştır ya da yaratılmamıştır.
    Eğer yaratılmış ise bir yaratıcı iradenin olması gerekecektir. Fakat materyalistler yaratılışı kabul etmek için yokluktan bir şeylerin meydana geldiğini, ortaya çıktığını kabul etmek gerekir; bunu da bilim ret eder diyerek yaratılışı inkâr ederler, kanıt olarak bilimi gösterirler. Yadsınamaz bilimsel bir gerçek olan maddenin (enerjinin) sakımı kanunu bu görüşü onaylar gibidir. Tersinim teorisi ise materyalistlerin bu kanunu eksik bu nedenle yanlış yorumladıkları görüşündedir.
    Maddenin (enerjinin) sakımı kanunu hiç bir maddenin yoktan var vardan da yok olmayacağını ancak şekil değiştireceğini belirtir.
    Materyalistler varoluşu önce maddeye dolaysıyla evrene indirgerler. Ardından da maddenin sakımı kanuna göre var olan evrenin yoktan var olamayacağını, var olduğu içinde ezelden beri var olması gerektiğini söylerler. Söylerler ama var olan bir madde yokluktan var olamayacağından her madde gibi evreninde bir kaynağının olması gerektiğini nedense görmezlikten, bilmezlikten gelirler.
    Nitekim doğruluğu hemen hemen kanıtlanmış olan big bang teorisine (tersinim teorisine göre genişim evresi) göre evrenin kaynağı kütlesiz bir enerji zerresidir. Diğer ifade ile evren bu kütlesiz enerji zerresinin patlaması sonucu meydana gelmiştir.
    Eğer evrenin kaynağı bir kütlesiz enerji zerresi ise maddenin (enerjinin) sakımı kanuna göre bu zerrenin de bir kaynağı olması gerekecektir. Bu böyle ezele kadar devam edip gider.
    Bir materyalist için evrenin bir kaynağının, kaynağında bir kaynağının olması, bunun ezele kadar devam edip gitmesi gerektiği materyalist felsefeyi etkilemez. Aksine doğrular.
    Materyalist çevreler önceleri evrenin kaynağı olan enerji zerresinin ezelden beri var olduğunu; takriben on üç milyar yıl önce patlayarak tüm evreni meydana getirdiğini savundular. Fakat tüm evreni meydana getirecek kadar yoğun olması gereken bu zerreciğin ışık fotonlarının yayılmasına dahi izin vermeyecek kadar büyük çekim gücüne sahip olması gerektiği, nasıl olup da patladığı (patlama için çekim gücünden daha büyük ve ters etkili bir gücün enerji zerreciğinin tam ortasına uygulanmış olması gerekir) sorusu gündeme gelince bu varsayımdan vazgeçmek zorunda kalmışlar, yerine kurulup bozulan evren modelini getirmişlerdir. Bu modele göre evren kurulup bozularak ezelden gelmektedir. Sonsuza kadar kurulup bozulacaktır.
    Kurulup bozulan evren modelini destekleyen herhangi bir bilimsel kanıtın olmaması bu varsayımı bir teori olmadan öteye götürmez. Bize göre bu bir bilimsel gerçekleri materyalist felsefeye uydurma operasyonudur.
    Evrenin bir enerji zerresinin patlaması sonucu meydana geldiği gerçeği evren meydana gelirken kaynağın tümünün kullanılıp kullanılmadığı sorusunu gündeme getirir. Bu soruya verilecek cevap çok önemlidir.
    Eğer kaynağın tümü kullanılmış ise kaynağın kaynakları da kullanılmış olacağından evrenin ezelden gelmesi gerekecekti. Ama biz evrenin ezelden gelmediğini, bir yaşının ve belirli bir kütlesinin olduğunu biliyoruz. Bu da bize evren oluşurken kaynağın tümünün kullanılmadığını sadece büyük bütünün minik bir parçasının harcandığını gösterir.
    Büyük bütün ezelden gelip ebede uzanması gerektiğinden harcanan parça onu eksiltmeyecek, azaltmayacak, evrende bu büyük bütünün içinde minik bir zerre (gerçekte bir zerre bile değil) olacaktır.
    Uzay diye isimlendirip ezelden gelip ebede uzanan bir hiçlik olarak nitelendirdiğimiz evren dışı alemin gerçekte bir hiçlik olmadığı açıktır. Bu gerçek ise tersinim teorisinin Yaratıcı evreni yaratmayı murat edince kendi zerresinden bir zerreyi ortaya koydu ve kün (ol) buyurdu öngörüsüyle tamamen örtüşür.
    Sonuç olarak şunları söyleyeceğiz. Evren başlangıcından en mükemmel dönemine kadar mükemmel planlanmış bir düzenlemenin sonucudur. Asla rastlantısal değildir.
    İçinde milyarlarca gökcisminin bulunduğu şu evren, evrende yüzüp duran dünya, dünyayı tıka basa dolduran ancak milyarla ifade edilebilen canlılar rastlantılarla oluşmamışsa, oluşamamışsa ve bilim bu gerçeği ısrarla gösteriyorsa varoluş rastlantılarla oluşmamış demektir. Eğer varoluş rastlantılarla oluşmamış ise bir irade sahibi güç tarafından yapılmış, yaratılmış demektir. Bu da varlığı kesin olan bir Yaratıcıyı işaret eder. Varoluşun rastlantılarla oluşmadığını bilimsel olarak göstermek demek bir Yaratıcının var olduğunu bilimsel olarak göstermek demektir.

  10. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    LAİKLİK NEDİR? NE DEĞİLDİR?

    Gerçekte çok basit çözümü son derece kolay olan bu konunun yanlış, eksik ve bilim dışı yorumlarla devamlı kaşınarak bir kangren haline getirilmeye çalışıldığını ibret ve endişeyle izlemekteyiz.
    Bilindiği gibi İslam dini Allah yolunda cihada, İla-yı Kelimetullah için çalışmayı emreden ve isteyen bir dindir. Kuran-ı Kerim’de Allah (c.c) yolunda savaşmayı can ve mal ile cihadı emreden ayetler Hz. Peygamberin bizzat yaptığı mücadele ile bu hususu teşvik eden hadisler bulunmaktadır. Bundan dolayı İslam fetihleri yalnız Allah’ın hükmünü yeryüzünde hakim kılmak ve insanları bu dini tanıtmak için yapılmıştır.
    Yapılmıştır ama insanların zorla İslamlaştırılmaları hedef alınmamıştır. Pek çok ülke fethedilmiş olmalarına rağmen burada yaşayan insanların bazı koşulları yerine getirdikleri takdirde dinlerinde kalmalarına izin verilmiştir. Bu durum Hz. Peygamberin dinde zorlama yoktur hadisiyle en güçlü şekilde ifadesini bulur.
    Bu mantık nice yüzyıllar sonra laiklik olarak gündeme gelecek, dünyada barış ve huzur için olmazsa olmaz ilkelerden birini oluşturacaktır.
    Nice yüzyıllar önce ortaya konulmuş olan laiklik ilkesi günümüzde her ne kadar dinin devlet işlerine karıştırılmaması olarak tanımlanır ise de bireyleri dolaysıyla toplumları derinden ve güçlü bir şekilde etkileyen dinin, toplumların en büyük örgütlenmesi olan devletten soyutlanması doğal devlet kavramıyla uyuşmaz. Bu kuram (dinin devlet işlerine karışmama kuramı) olsa olsa yapay devletlerde söz konusu olabilir. Amacından uzaklaştırılarak bazı ideolojik zorlamalarla, uydurmalarla ortaya konulduğu açıktır.
    İnanç birliği gibi oluşum ve kültürel değerleri görmezlikten gelerek ya da yok sayarak bireysel ve toplumsal özgürlükleri bazı ideolojilerin çizgileriyle sınırlayan, öngördükleri kavramları zorla uygulamaya kalkışan devletlerin uzun ömürlü olmalarının imkânsızlığını tarih çok güzel ve net bir şekilde göstermiştir.
    Dinin devlet işlerine karışmaması tanımının yanlışlığı ve mantıksızlığı açıktır. Çünkü bu doğal bir tanımlama değildir. Bu nedenle laikliği devletin vatandaşları arasındaki farklılıklar konusunda tarafsız kalmasıdır şeklinde tanımlamak ve yorumlamak daha doğru, güzel ve doğal olur.
    Görüleceği gibi bu tanım sadece dinsellikle ilgili zannedilen laiklik kavramını vatandaşlar arasındaki tüm farklılıkları kapsayacak şekilde genişletip, evrenleştirir.
    Devlet laiklik kavramıyla doğal bir oluşum olan bireyler arasındaki farklılıklarda tarafsız kalarak tüm vatandaşlarını çatısı altında toplamayı amaç edinmiştir. Devletin uygulamakla görevli olduğu adalet kavramının olmazsa olmaz gereklerinden olan tarafsızlığa bu ilke sayesinde kavuşur, vatandaşlarına bir başkasının hak ve inançlarına kadar uzanan neredeyse sonsuz denebilecek din, vicdan ve inanç özgürlüğü sağlar.
    Burada tarafsızlık kavramanı ilgisizlik olarak yorumlamamalıdır. Devlet vatandaşlarının gerek bireysel, gerekse toplumsal ihtiyaçlarını en iyi şekilde ve en kısa zamanda karşılamakla da görevlidir. Bu nedenle bireysel ya da toplumsal farklılıklar konusunda ilgisiz kalamaz. Vatandaşlarına sağladığı özgürlükleri kullanma hakkını ve imkânını bütünüyle vermeye çalışır. Bu nedenle dinsel ihtiyaçlar, dinleri yaşama ve uygulama özgürlüğü tam bir tarafsızlıkla devletlerin yakın ilgisi, garantisi, koruması ve desteği altında olmalıdır. Bu ilgi, koruma ve garanti öylesine önemlidir ki hiç bir ideolojik baskı devletlerin bu görevini engelleyememelidir. Aksi halde toplumlar parçalanır. Vatandaşlarının desteğini sağlamayan, sağlayamayan devletlerin ise yaşaması mümkün değildir.
    İnançların farklı oluşu yaşama ve uygulama şekillerinin de farklı olduğu anlamına gelir. Bu farklılıkları koruma, kısıntısız uygulama ve yaşama imkânlarını sağlama devletin laikliği gereği olur. Bu aynı zamanda insan hak ve özgürlüklerinin vazgeçilmeyen ilkelerindendir.
    Bir hukuk sisteminin ayırım yapmadan tüm insanlara uygulanabilir oluşu bu hukuku belirli bir inancın sınırlarından çıkarıp evrenselleştir. İslam hukuku bu evrenselleşmeye güzel bir örnektir. İslam’ın dinde zorlama yoktur ilkesi laiklik kavramının İslam hukukunda var olduğunu ve uygulandığını gösterir. Şüphesiz bu uygulamadaki en büyük görev devlete düşmektedir.
    Devlet görevlerinden en önemlilerinden birisi vatandaşlarına sonsuz sayılabilecek bir inanç ve fikir özgürlüğü sağlamak kadar bu özgürlüğü yaşama imkanlarını ortya koymaktır. Hiç bir insan fikrini, inancını bir başkasına ya da toplumlara zarar vermeme kaydıyla istedikleri gibi ifade etme, yaşama istekleri nedeniyle suçlanamaz. Bu nedenle vatandaşlarının inanç gereklerini yaşama olanaklarını eksiksiz sağlama görevi devletlere aittir.
    Kimi insanlar dinselliği teotik ve kişisel zannederler. Teotiklik ise akıl ve bilim dışılıktır. Bu nedenle toplumsal değildir. Toplumsal düzenlemeler akıl dışı kuramlarla düzenlenemezler. Modern toplumlar teotik olguların dışında tamamen akla, mantığa ve bilime uygun düzenlemelerle kurulmalıdır.
    Bu görüşte olan insanlar toplumların bireylerden oluştuklarını unutmuş görünmektedirler. Bireylerin yaşamlarını derinden etkileyen olguları yok kabul edip, bu olguları toplumlardan nasıl soyutlayabilir siniz?
    Bu mantığın bir var edici iradeyi en baştan ret ve inkâr eden materyalist mantığın ürünü olduğundan şüphe yoktur. Bu gün bu mantık adaletten sanata kadar hemen, hemen tüm alanlarda toplumsal oluşumların kurgulanmasına ve işleyişine güçlü ve derinden etkilemiştir ve etkilemektedir. İnsanlık bu doğa dışı yapay örgütlenmenin oluşturduğu baskıdan bir an önce kurtulup doğallığa kavuşma çabalarının sancılarını çekmektedir.
    İnanç özgürlüğünün sadece sözde kalmayıp işlerliğinin sağlanması görevinin devletlere düştüğünü daha önce yazmıştık. Bu da ateist devletlerin bir öcü olarak takdim ettikleri şeraitin eksiksiz uygulanması anlamına gelir. Gerçektende İslam gibi büyük dinlerin kendine özgü toplumsal düzenleri vardır. İnanç sahipleri de hayatlarını bu düzenler içinde geçirmek isterler. Kimi felsefelerin şiddetle karşı çıkmaları bu gerçeği değiştirmez ayrıca devletleri de doğrudan ilgilendirmez. Bunun nedeni de devletlerin inançlara müdahale edemeyeceğidir.
    Referans aldığımız İslam dinin toplumsal gereksinimlerinden bir kaçından bahsederse şunları yazabiliriz.
    İslam dini her şeyden önce toplumsal eşitliği ve dayanışmayı ön planda tutar. Fark sadece taattadır.
    İslam dini öngördüğü toplumsal eşitlik ve dayanışmayı sağlamak için tüm olanaklarını seferber eder, devlet gelirleri dahil her imkânı kullanır.
    İslam devleti gelir kaynaklarının zekât, humus ve fey olmak üzere üç sınıftan oluştuğu görülür.
    Zekât Müslümanların ilgili yerlerde harcaması için devlete verdikleri vergilerden, humus ve fey ise gayr-i Müslimlerden elde edilen cizye, haraç gibi gelirlerden oluşur.
    Humus, fey, gümrük vergileri gibi gelirler bedir ehli, peygamber efendimizin hanımları gibi istisna tutulan bir kısım dışında Müslümanlar arasında herhangi bir ayırım yapılmadan eşit bir şekilde dağıtılmıştır.
    Bu gelirlerin içinde zekâtın özel bir yerinin ve amacının olduğunu, bu nedenle bu gelirlerin Müslümanlar arasında eşit şekilde dağıtılmadığını görürüz.
    Zekat gelirlerinin nerelere sarf edileceği Kuran ayet ve hadislerle açık bir şekilde belirtilmiştir. Bir bakıma zekâtın toplanması ve belirtilen yerlere dağıtımı diğerleriyle birlikte devlete ait bir görevdir.
    Laik devletler bu görevlerden kimilerini yapıp kimilerini yapmama ya da istedikleri gibi yorumlayıp uygulama hakkına sahip değildirler. Bir bakıma dinsel hukuk laiklik gereği devletleri de bağlar. Devletler hiç bir şekilde vatandaşlarının inançlarını özgürce yaşamasına engel yasalar, kurallar koyamaz. Nice uzun zamandır dinmeyen bir sızı, kapanmayan bir yara olarak ülkemizde güncelliğini koruyan başörtüsü yasağı laik devlet adına tam bir yüz karasıdır.

    Hüdai ÇAKMAK
    Yazar
    Tersinim Teorisi Kurgulayıcısı

  11. yusuf bilge dedi ki:

    ERZURUMLU İ.HAKKININ MARİFETNAME ADLI KİTABINDAN
    (kitap Darvin’ den önce yazılmıştır)
    Hak Taâlâ’nın tesiriyle felekler, yıldızlar, dönüp ve hareket
    eyleyip; dört unsuru anlatılan başkalaşım üzere birbirine
    kaynaştırıp, hamur etmişlerdir. Ta ki unsurların kaynaşmasından,
    önce madenler hasıl olup, ondan bitkiler peyda olup, ondan
    hayvanlar vücuda gelmiştir. Hayvan kemalini buldukta; insan ortaya
    çıkmıştır. Bu dört bileşik cismin bileşik aracısı da
    vardır.
    Madenler ile bitkiler arasında aracı mercandır. Zira ki salabette taş
    gibidir ve bitki gibi zerre zerre denizin dibinde bitip, suyun
    yüzünden yukarı gelip, kuruldukta; sert olur. Bitkiler ile
    hayvanlar arasında aracı hurma ağacıdır. Zira ki o, bitki iken
    hayvan gibi erkeğine yakın olmadıkça; neticesi hurma olmaz.
    Başını kesseler helak olup, kuru ve yapraksız, meyvesiz kalır.
    Hayvanlar ile insan arasında aracıların en belirgini maymundur.
    Zira ki, cümle azası, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi
    insana benzer.
    Bu aracıların vücudunda hikmet budur ki, her biri kendi mertebesi
    altından son yükseklik mertebesine ulaşıp; varlıkların
    mertebeleri tek silsileyle bileşik ola ve insanlık mertebesinde
    nihayet bula. Şu halde zaman devrinin tamamlayıcısı, cihanın
    parçalarının zübdesi, yedi yüksek babanın ve dört aşağı
    ananın ve üç bileşiğin son hülasaları insan bedenidir. Belki
    her iki cihandan gaye ancak hazreti insandır. Bu feleklerin,
    unsurların, bileşiklerin kabuğu, zarfı ve kabıdır. O,
    cümlesinin iliği ve özünün özüdür. Bütün eşya, insana
    hizmetçidir O, hizmet ve ikram edilendir. Aziz, şerif ve
    muhteremdir. Zira ki o, cümleden güzel ve yücedir.

    • bir kul dedi ki:

      yusuf bilge dedi ki:
      15/12/2010, 23:32
      ERZURUMLU İ.HAKKININ MARİFETNAME ADLI KİTABINDAN
      (kitap Darvin’ den önce yazılmıştır)
      Hak Taâlâ’nın tesiriyle felekler, yıldızlar, dönüp ve hareket
      eyleyip; dört unsuru anlatılan başkalaşım üzere birbirine
      kaynaştırıp, hamur etmişlerdir. Ta ki unsurların kaynaşmasından,
      önce madenler hasıl olup, ondan bitkiler peyda olup, ondan
      hayvanlar vücuda gelmiştir. Hayvan kemalini buldukta; insan ortaya
      çıkmıştır. Bu dört bileşik cismin bileşik aracısı da
      vardır….. BU YAZINA İSTİNADEN YAZDIM

      BEN O KİTABI BAŞTAN SONA OKUDUM BİR İNSAN DÜŞÜNÜN DAHA İNSANIN MAYMUNDANMI YADA İLK ATAMIZ OLAN ADEM DENMİ TÜREDİİGİNİ KESİN OLARAK ANLAYAMAMIŞ VEDE KALKMIŞ CENNETİ TARİF ETMİŞ BELKİDE O KİTABA İLAVE YAPILMIŞ OLABİLİR EGER OLUMSUZLUKLARI ONA YANİ KİTABINA İLAVE YAPILMIŞSA KESİNLİKLE SÖZÜM OLAMAZ OLMASIDA MÜMKİN DEGİLDİR BENİM KANAATİM MUTLAKA İLAVE YAPILMIŞTIR HİÇ BİR AKLI BAŞINDA BİR MÜSLÜMAN ASLA VE ASLA ASLA İDRAK EDEMEYECEGİ BİR KONUDA GÖRMÜŞ GİBİ YAZAMAZ BU YÜZDEN İLAVE OLDUGU KANEATİ HASIL OLDU BENDE

      BAKARA 30. AYET Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit melekler, “Biz seni överek anarken ve yüceltip dururken, orada fesat çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” diye cevap verdi.

      BAKARA 31. AYET Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra o varlıkları ve nesneleri meleklerin karşısına çıkarıp “Görüşünüzde doğru iseniz, bunların adlarını bana söyleyiniz” dedi.

      BAKARA 32. AYET Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız! Bizim senin öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Her şeyi bilen ve hikmet sahibi sensin” dediler.

      BAKARA 33. AYET Allah, “Ey Âdem! Onlara eşyanın isimlerini anlat” dedi. Âdem, onların isimlerini meleklere anlatınca Allah, “Size demedim mi, göklerin ve yerin sırlarını ben bilirim ve ben sizin açıkladığınız ve gizlediğiniz şeyleri de bilirim” dedi.
      GÖRDÜNMÜ BU AYETİ BİLEN BİR MÜSLÜMAN ALLAHIN DEMEDİİGİNİ ALLAH A RAGMEN KENDİ SİDE ORADAYMIŞ GİBİ KALKIPTA BİR DE ÜSTELİK DEMEDİİGİNİ DER SÖYLER BU MÜMKİN DEGİLDİR
      BİRDE O KİTAPTA CENNETİ TARİF EDİYOR YANILMIYORSAM COK UZUN ZAMAN OLDU OKUYALI CENNETİ BİR İNSANIN TASAVVUR EDE BİLMESİ ASLA VE ASLA MÜMKİN DEGİİLDİR HELE BİLMEDİGİNİ BİLİYORMUŞYADA GÖRMÜŞ GİBİ ANLATMASI TAM BİR ŞARK KURNAZLIGIDIR HEMDE CİZEREK ANLATMIŞ BEN O ŞAHSIN KİTABINA İLAVE YAPILDIGINI ZANNEDİYORUM ÇÜNKİ BİR MÜSLÜMAN HAYELLERLE VARSAYIMLA YADA BELGESİZ BİLGİSİZ DELİLSİZ AKLIN KABULLENMEYECEGİ İKNA OLMAYACAGI HURAFELERE ASLA İNANMAZ

      “Allah adına yalan uyduran dan yahut onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir?” (Enam suresi 21)
      NOT ALLAH BEN BİR MAYMUN YARATACAGIM ONDANDA İNSANI EVRİMLEŞTİRECEGİM Mİ DEMİŞ Kİ KALKMIŞ DEMEDİGİNİN AKSİİNİ SÖYLEYE BİLİYOR BU BİR MÜSLÜMAN İÇİN MÜMKİN DEGİLDİR YANİ BENCE O KİTABA İLAVE YAPILMİŞ OLABİLİR BİR İHTİMAL

      Sen yüzünü, Allâh’ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allâh’ın yaratma yasasına (uygun olan dine dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allâh’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din odur. Fakat insanların çoğu bilmezler.(Rum 30)

      Bunun üzerine Âdem, Rabbinden bazı kelimeler alıp öğrendi. Allah da tövbesini kabul etti. Çünkü Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.BAKARA 37. AYET

      Dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Size benden doğru yolu gösteren bir rehber geldiğinde, kim rehberime uyarsa, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir”.BAKARA 38. AYET

      “Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah’tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca (ona yaklaşınca), eşi hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: “Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.” (A’raf, 7/189)

      “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının…” (Nisâ, 4/1)

      Şanı ne yücedir O nun ki, yer yüzünün tüm bitkilerini insanların bizzat kendilerini, ve hakkında henüz hiç bir bilgiye sahip olmadıkları şeyleri çifter çifter Oyarattı. (Yasin, 36/36)

      HEPSİ AKLI OLAN BİRER İNSAN İLK YARATILIŞTAN KIYAMETE KADAR DA İNSAN İNSAN OLARAK YAŞAYACAK MAYMUNDA MAYMUN OLARAK KALACAK GÖZLEMLEMESİ BEDAVA AKILDAN DAHA BÜÜYÜK BİR BİLİM VARMI BİLİM ADAMI BİLİM ADAMI YAPAN BİZZAT YÜÇELER YÜÇESİ OLAN ALLAH TIR KAİNATA KOYDUGU DEGİŞMEZ OLAN ASLA DA DEGİŞMEYECEK OLAN BU YASASI SİSTEMİ KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEKTİR TAVŞAN TAVŞAN OLARAK KALACAK İT İT OLARAK KALACAK MAYMUNDA MAYMUN OLARAK KALACAK BALİNADA BALİNA OLARAK KALACAK AKLIN YOLU BİR DİR ALLAH IN KAİNATTAKİ DELİLLERİ ORTADAYKEN BAŞKALARININ YADA SAHTE BİLİM ADAMLARININ
      KIYTIRIK SACMA SAPAN AKIL VE MANTIK DIŞI SÖYLEMLERİNİ İSPATLAMAMIŞKEN BİR BİLGİYİ YADA DELİLİ ORTAYA KOYMAMIŞLARKEN CİDDİYE ALACAGIM YADA ALACAGIZ
      AKIL ASLA KABUL ETMEZ EDEMEZ ETMESİDE MÜMKİNDEGİLDİR HELE HELE YÜCELER YÜCESİ OLAN KUDRET SAHBİ OLAN ALLAH IN KURAN I YANİ KILAVUZU DA ORTADAYKEN
      GERCEK BİR MÜSLÜMAN ASLA VE ASLA ALLAH IN DIŞINDA İNSANIN BİZZAT KENDİSİYLE İLGİLİ KONUYU YANİ HYARATMA İLE İLGİLİ BİRKONUYU BAŞKASINA DANIŞMAZ HELE BU İNSAN OLAN İNSANIN TA KENDİSİ DURURKEN ORTADA

      ÖRNEK
      68,69. Rabbin bal arısına, “Dağlardan, ağaçlardan ve kurulmuş kovanlardan yuvalar edin, sonra da her türlü üründen ye de, Rabbinin işlek olan yollarından yürü!” diye vahyetti. Karınlarından, insanlara şifa olan türlü türlü renkte içecek çıkar. Düşünen topluma bunda bir ders vardır. NAHL 68. AYET
      BAK ARIYA VAHYETİK DİYOR VE ARIDA YÜCELER YÜCESİ OLAN YARATIISININ EMRİNİ EKSİKSİZ YERİNE GETİRİYOR BU KIYAMETE KADAR BÖLE DEVAM EDECEK YÜCELER YÜCESİ OLAN ALLAH KİME NE GÖREV VERMİŞSE YADA HERŞEYİ N KENDİSİNE ÖZÜNÜ YÜKLEMİŞSE O ŞEY KIYAMETE KADAR O DUR BAŞKA BİR ŞEYE EVRİLMEZ
      ÖRNEK
      AT ZEBRA EŞŞEK KATIR BUNA EVRİM DERSEN BUNLAR KENDİSİ GİLLERDİRLER ZATEN KIYAMETE KADARDA DEVAM EDİP DURACAKLAR ASLA BİR DEGİŞME OLMAYACAKTIR

      HAŞR 21. AYET Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, Allâh korkusundan onu, baş eğmiş, çatlamış, yarılmış görürdün. Bu misâlleri, düşünmeleri için insanlara anlatıyoruz.

      İYİ DÜŞÜNCELER

  12. Geri bildirim: Allah bize mezhebimizi sormayacak!

  13. Aurum dedi ki:

    Tanıdığım bir ilahiyatçı Kur’an-da yaratılışın veya canlının oluşumu diyelim Allah’a göre olduğunu söylüyordu. Allah’ın zamandan münezzeh olduğunu ve Allah için bir anda olan olayların bizler için uzun zamanlar ifade ettiğini söylüyordu.
    Kur’an-da Allah genellikle ani bir yaratılıştan söz etse de düşündürücü nitelikte olan şu tip ayetler de mevcut:
    “İnsan, adı anılmaya değer bir şey olana kadar, üzerinden uzun bir zaman geçmedi mi?” (İnsan S. 1)
    “Oysa, sizi türlü merhalelerden geçire geçire O yaratmıştır.” (Nuh S. 14)
    Hatta Edip Yüksel bir adım daha ileri giderek son verdiğim ayeti şu şekilde çevirmiştir:
    “Oysa sizi evrimler halinde yaratan O’dur.”
    Kur’an-da insanın bu dünyada kusurlu ve zayıf bir şekilde yaratıldığını ve ölümden sonra en yüksek yaratılışla yaratılacağına dair ayetler de mevcuttur.
    Kur’an-da farklı üsluplar mevcuttur. Örneğin Allah için bazen Rahman, bazen ben, bazen biz ve o gibi kullanımlar mevcuttur. Yani Kur’an tek tip, belirlenmiş, kalıplaşmış bir üslupla hareket etmiyor. Olaylar çeşitli şekillerde, üsluplarda anlatılıyor.

  14. Oya Acar dedi ki:

    senelerdir ilgilendigim konu. bazi insanlarin hangi hayvanda yasadigini görebiliyorum.

  15. necati dedi ki:

    Bence Levh-i mahfuz üzerine yapılacak araştırmalar yaradılış felsefesinde bizlere önemli ip uçları verecektir.

  16. murat dedi ki:

    önceden ben evrim deyince pala kılıç saldırır bunu savunanlara hakaret eder, islam inancına aykırı olduğunu düşünürdüm. ancak, yaşım kırk olunca nedense daha sağduyulu ve araştırıcı düşünmeye başladım. şimdi öncelikle bilim, bir tabu değildir. doğma değildir. bilimde mutlak doğru diye birşey yoktur. bulgulara gözlem ve deneylere göre hareket eder. evrim teorisi sonuçta bilimsel bir teoridir. belki ispatlanıp bir kanun haline gelecek belkide çürütülecek. Ancak, müslümanların yani benim içinde olduğum grubun evrime karşı çıkma mantığını yanlış buluyorum. efendim kuranda ademle havva kıssası var bu nedenle evrim teorisine karşıyız diyenlere soruyorum peki o zaman astronomi bilimine neden karşı çıkmıyorsunuz. bugün astronomi dünyanın geoid küre olduğunu söylüyor oysa kitabımızda Allah c.c. yeri yaydım düzledim diyor. hadisler hiç bir şekilde dünyanın kürselliğinden bahsetmiyor dünya öküzün boynuzundadır. diyor. astronomi dünya güneşin etrafında döner diyor. oysa buharide geçen hadiste sahabeden biri peygamberimize güneş battıktan sonra nereye gider diyor doğana kadar arşın altında ibadet eder diyor. bunları sorduğumuzda dini otoriteler oradaki anlatımların sembolik olduğunu günümüz astronomi bilgisinin kuranı kerimle çelişmediğini söylüyorlar. yeri yaydım düzledim ayeti dünyanın küre şeklinde olduğunu anlatıyorsa havva ve adem de evrim teorisiyle çelişmiyordur. ve birde islam otoriteleri türler arasında geçiş olmayacağını söylüyorlar oysa Allah kuranda cumartesi yasağına uymayan yahudileri aşağılık maymunlar olun diyerek maymuna dönüştürmüş. demek ki türler arası geçiş mümkün. ve neden maymun. fare, levrek, hamsi değil.maymun. demek ki insanın aslı maymun. insanı aslına çevirmiş. yani evrim teorisi islam inancına aykırı olmayabilir. buna körü körüne karşı çıkıp pala kılıç saldırmanın dinimize hiç bir faydası yok. tabii herşeyin en doğrusunu yüce yaradan bilir.

    • bir kul dedi ki:

      murat dedi ki:
      21/05/2014, 10:00 BU TARİHLİ YAZINA İSTİNADEN

      Darvinizm!
      Geçen gün “dunyalılar.org” da “Batı’nın tarihindeki utanç: İnsan hayvanat bahçeleri” başlıklı bir haber vardı. “55 yıl öncesine kadar Belçika, Hollanda, İspanya, Macaristan, Almanya, İsveç, İtalya, ABD’de, etrafı dikenli tellerle çevrili ‘insan hayvanat bahçeleri’ninvarolduğunu biliyor muydunuz?” diye soruyordu haberi yazan kişi.

      1983 yılında ilk baskısını yapan, bugüne kadar 11 baskı yapan “Coğrafi keşiflerin içyüzü” kitabında da aynı soruyu sormuştum.. Darvin Avustralya’ya bilimsel çalışmalar yapmak için gelmemişti, Aborijinlerin insan olup olmadıklarını tanımlamak için gelmişti. Beyin ve midesine bakıp, kafatasını ölçüp karar veriyorlardı. Sonuç “bunlar insanlaşma aşamasını tamamlamamış maymunlardır. İhtiyacınız kadar ve size zarar verdikleri ölçüde öldürebilirsiniz.” Aslında Darvin denen adam, bir teorinin arkasına saklanarak cinayet emri veren bir sömürgecidir ve Darvin adı hâlâ Avustralya’da bir eyaletin adıdır.

      Evet çok değil bundan 55 yıl öncesine kadar Belçika, Hollanda, İspanya, Macaristan, Almanya, İsveç, İtalya, ABD’de, birçok şehirde 1870’lerden 1960’lara kadar Afrika’dan getirilen insanlar araştırmacılar tarafından kobay olarak kullanılıyor ve etrafı dikenli tellerle çevrili hayvanat bahçelerinde teşhir ediliyorlardı. Çünkü onlar insanlaşma aşamasını tamamlamamış maymunlardı.

      Hani derler ya, kedi yavrusunu yemeye karar verince onu fareye benzetirmiş. İşte o hesap.. Öldürmeye karar vermiş, onu hayvana benzetecek. Sonra da bu hükmüne bilimsel bir kılıf hazırlayacak. Hani minareyi çalan kılıfını hazırlar diye bir söz var ya. Gözleri dönünce ne yaptıklarını bilmiyorlar..Daha 100 yıl önce Filistin’i işgale başladıklarında askerlerine “Bir damla kan, bir damla petrol” emrini verenler bunlar değil mi..

      Bu işin doğulusu batılısı, siyahı beyazı yok..Tarih bu tür cinayetlerle dolu. İnsan merhamet duygusunu, vicdanını, hakikatin bilgisini kaybediyorsa o zaman “kan dökücü” oluyor.. “ekmeli mahlukat – eşrefi mahlukat” olmaktan çıkıp, “belhumadal” oluyor.

      Bu hayvanat bahçelerinde, fuarlarda, sergi alanlarında teşhir edilmek için binlerce insan kadın, erkek, çocuk Afrika’dan gemilerle taşınıyorlardı. İnsanlar nadir hayvanlarmış gibi seçiliyorlar ve kafese konuyorlardı. Diğerleri maden ocaklarında, gemilerde, limanlarda, tarlalarda, yol ve tünel inşasında, riskli, pis ve zor işlerde çalıştırılıyordu. Modern batı uygarlığının arkasında Kızılderililerin kanı, kara derililerin gözyaşı, sarı ırkın çalınan alın teri var. Bu gerçeği, Montaigne de, Jean Paul Sartre de daha vicdan sahibi birçok batılı düşünür itiraf eder.

      Aslında Darvin, Freud ve Marks’ı bir de bu gözle görmek gerek. “Üstün ırk” teorisine bakmak gerek bir. Bu iddia sadece Yahudilerin iddiası değildi. Hitler’e göre Alman ırkı idi üstün ırk. Marks’a göre, üstün olan emeğin sahibi işçi sınıfı idi. Kapitalistlere göre üstün olan paranın sahibi idi. İlk ırkçı Şeytandı aslında. İlk lanet, ilk haram, ilk günah ırkçılıktı. Bu bugün işi layık olmayana, din, mezhep, tarikat, hemşehricilik, ideoloji, siyaset uğruna işi ehline değil de kendinden olana vermeye çabalayanların ortak karakteridir.

      Sözkonusu haberin devamında şu bilgiler veriliyor: “Fuar alanının dışındaki levhada ‘Lütfen yiyecek vermeyin daha önce beslendiler’ yazılıydı. Çoğunun üzerindekiler çıkarılıyordu, göğüsleri açıktaydı. Bazıları intihar etti, bazıları ise teşhir edilirken öldü. Ölen de sergilendi. Aynı dönemlerde bazı bilim adamlarının görüşleri de aktarılıyordu: ‘Haftalardır bunların üzerinde çalışıyoruz, bunların aklı aşırı derecede geri. Fevkalede saldırganlar ve hiçbir hisleri yok. İnsana en yakın vahşi örneği denebilir’. 1931’de Paris’te, Eyfel’in altında açılan insan hayvanat bahçesini 34 milyon kişi gezdi. 82 yıl önce yeni kıtada ekonomik buhran, Sovyetler’de kıtlık vardı. Avrupa’da ırkçılık yükselişteydi. Eyfel’in altında açılan insan hayvanat bahçesinin tanıtımında ‘Fransa’nın medeniyet misyonunu gerçekleştirirken nelerle meşgul olduğunu keşfedin’ yazıyordu.” Onlar bizim insan kardeşlerimizdi ve çoğu Müslümandı. Bize bugün kim neyin hesabını soruyor.. Düşünsenize ben doğduğumda bu zulüm hâlâ devam ediyordu. Bugün bize hayvan haklarından söz edenlerin haline bakın hele siz..

      Selâm ve dua ile.

      -Coğrafi keşiflerin içyüzü. 11. Baskı. 280 sayfa. İnkilab yayınları. Fatih-İstanbul


      http://www.barandergisi.net/hangi-medeniyetten-bahsediyorsunuz-makale,1041.html

  17. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    GERÇEK BİLİM – GÜDÜMLÜ BİLİM

    Gerçek anlamda bilimi tartışabilmemiz için gerçek bilimin ne olduğunu bilmemiz gerekir.

    Kendini bilim insanı zanneden kimi insanlar karşıtlarını yermeyi, sövmeyi, hor ve hakir görmeyi bilim yapma zannetmektedirler.

    Bu şekilde düşünüp davranmanın karşıtlarına da aynı şekilde davranma hakkı verdiğini nedense düşünememektedirler.

    Halbuki bilim kavga etme değil gerçeklerin, doğruların aranıp bulunduğu insanlığın diğer canlılardan farklılaşıp uygarlaştığı tek yoldur.

    Bilimi çeşitli yol ve yönetemnlerle gerçekleri, doğruları arayıp bulma çabaları olarak tarif edebiliriz.

    Öğrenme , düşünme muhakame edip sonuç çıkarabilme melekelerine sahip her insan bu çabalara ortak olabilir.

    Bilim yapma hiçbir zümrenin tekelinde değildir.

    İnsanlar genelde fikir ve düşünce yönünden tarafsız olamazlar.

    Fikir ve düşünceler hayatlarını yol ve yön verdikleri, onlarla doldurdukları dinlerin, inançların ve de inançsızlılkarnın felsefe temellerinin… vb gibi çok çeşitli etkenlerin etkisi altında farkılaşırlar.

    Bu nedenle birilerinin siyah dediğini bir başkaları beyaz diyebilir.

    Bu farklılıklar tam bir zıtlık oluşturabilir.

    Gerçekte bu farklılıklar düşünce-fikir ufkumuzu genişleten zenginliklerdir.

    Bu nedenle bilimi yanlışların içinden doğruları – gerçekleri bulma çabaları olarak da tarif edebiliriz.

    Bir insanın kendi düşüncesini bilimsel yol ve yöntemlerle ortaya konulmuş kanıtlarla desteklenmediği halde tartışmasız gerçek ya da gerçekler olarak kabul etmesi tüm düşüncelerini, teorilerini bu sahte gerçek üzerine kurgulamaya çalışması tutuculuk olur ve bilimin en büyük düşmanıdır.

    Gerçek bilim insanları hiçbir zaman şu düşünceyi – fikri – teoriyi peşinen doğru kabul edelim de sonra kanıtlanı arayıp buluruz demez, diyemez.,

    Gerçek bilimin temeli önce kanıt sonra sonuç ilkesidir.

    Gerçek bilim gözlem ve deneylerle sınanmış kanıtların işaret ettiği gerçekler ve bu gerçeklere dayalı mantıksal çıkarımların oluşturduğu basamaklarla yükselir.

  18. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    BİLİM ATEİST YA DA DİNCİ OLUR MU?

    İnsanlar genelde fikir ve düşünce yönünden tarafsız olamazlar.

    Fikir ve düşünceler hayatlarını yol ve yön verdikleri, onlarla doldurdukları dinlerin, inançların ve de inançsızlıklarının, kimi felsefe temellerinin… vb gibi çok çeşitli etkenlerin etkisi altında farkılaşırlar. Bu nedenle birilerinin siyah dediğini bir başkaları beyaz diyebilir. Bu farklılıklar tam bir zıtlık oluşturabilir.

    Gerçekte bu farklılıklar düşünce-fikir ufkumuzu genişleten zenginliklerdir.

    Düşünen fakat zaman zaman yanılan insanlar düşünüp üretmeyen insanlardan çok daha değerlidir.

    Bu nedenle bilimi yanlışların içinden doğruları-gerçekleri bulma çabaları olarak da tarif edebiliriz.

    Bir teist için Tanrının, bir Yaratıcı İradenin varlığı inkar edilemez gerçek kabul edildiği gibi bir ateist içinde aynı şekilde bir Tanrının, bir Yaratıcının var olmadığı tartışılmaz bir şekilde gerçek kabul edilir ve tüm öngörüler doğruluğu şüpheli bu bir birine zıt öngörüler üzerine inşa edilir.

    Bu nedenle bir teistle bir ateistin tutuculuk yönünden herhangi bir farkı yoktur.

    Bir ateistin Tanrının var olup olmadığına tartışmaya bile tahammülü yoktur. Tanrının varlığını iddia eden her fikir; akıl, mantık ve bilim dışıdır.

    Ateizm dışı bu tür fikirleri ortaya koyup savunanlar örümcek kafalı yobazlar, gericilerdir.

    Ateizme gönülden inananan bir kimse için:

    Tanrı, Yaratıcı İrade yoktur.

    Tanrı, Yaratıcı irade yok ise:
    1)-Tüm evren, evrendeki düzen ve sistemlere benzeyen yapılar rastlantıların sonucu oluşmuştur.

    2)-Bu gün şaşkınlık ve hayranlıkla gözlemlediğimiz canlılık rastlantılarla oluşmuş bir canlı hücresinin zaman içinde evrimleşmesi sonucu meydana gelmiştir.

    Ateizme göre bunların başka cevapları yoktur. Bu nedenle doğrudur.Bir bakıma ateizm doğru yada yanlış bu tek yönlü cevaplara mahkumdur.

    Akla mantığa bilime uysun uymasın sahip çıkmaya, ssvunmaya mecburdurlar.

    Ateizimin temel aldığı bu görüşler gözlem ve deneylerle gösterilmiş gerçekler midir?

    Tarafsız bilim bu soruya hayır cevabı veriyor.

    Ateizmin temelleri başta maddenin sakımı, termodinamik kanunları olmak üzere tüm doğal kanun, kural, ilkeler ve bütün bunlara dayalı mantıksal çıkarımlar tarafından şiddetle ret ediliyor ve yalanlanıyor.

    Bu iddiamız şiddetle tepki görse bile gerçek budur.

    Bir bakıma ateizm ve uzantısı öngörülerin bilim yönünden temelleri yoktur.

    Bilim hiç bir felsefenin-inancın-inançsızlığın tapulu malı değildir.

    Bilim ve bilgi insanlığın ortak servetidir.

    Evrimleşen tek şey bilimdir.

  19. Hüdai ÇAKMAK dedi ki:

    TERSİNİM GERÇEĞİ

    Ateizmin yan ürünü olan Materyalizm her şeyin maddesel bir karşılığının olduğu maddeye indirgenebileceği mantığını temel almış nice bin yıllardan beri bilimi etkileyen felsefelerin başında gelir.

    Materyalizmin Tanrı tanımazlar tarafından sahiplenilerek bilimin Tanrının olmadığı doğrultusunda yorumlanmaya çalışması bu felsefeye dinselliğe benzer tek yönlülük, tutuculuk, bağnazlık getirmiştir.

    Hâlbuki bilim tam bir düşünsel özgürlük ve tarafsızlık ister.

    Bunun nedeni ise doğamız gereği çok sık yanılmamız aldanmamızdır. Bir bakıma algılayabildiklerimiz bir doğrular yanlışlar yığınıdır.

    Gözlem ve deneylerle; ulaştığımız gerçeklere dayanan mantıksal çıkarımlarla bu yığından doğruları arayıp bulmaya çalışırız ki buna bilim yapma diyoruz.

    Gözlem ve deneylerin mantıksal çıkarımların sonuçlarına dayanmadığı halde peşinen ret ve inkâr edilemez gerçekler kabul edilmiş dinlere inançlara ya da felsefelere dayalı hiç bir varsayım bilime temel alınamaz, bilim bu tür varsayımların üzerine kurgulanamaz.

    Kurgulanırsa ortaya çıkan pek çok vahim hatalar, yanlışlar içeren güdümlü bilim olur.

    Temel alınan mantık yanlış ise ulaşılan sonuçların da yanlış olacağı açıktır.

    Her şeyden önce bilim terazisinin doğru kurgulanmış olması gerekir. Eğer terazi yanlış tartıyorsa doğru tartmak için yapılan çabalar sonuç vermeyecektir.

    = = =

    Tersinim nice uzun zamandır uygulanan bir büyük yanlışı ortaya koymakta bilime yeni bir anlam ve boyut kazandırmaktadır.

    Bu nedenle tersinim tüm bilimsel bulguları yeniden sorgulayıp yorumlayacak tüm yaşantımızı yeniden yön ve şekil verecek kadar önemlidir.

    Fakat her şeyden önce bir mantık düzeltmesi gereklidir.

    İyiler kötülerle, güzeller çirkinlerle, doğrular yanlışlarla tartılıp kıyaslanırsa gerçek gerçeklere; her türlü yanlışlardan hatalardan arındırılmış gerçek bilime çok daha kolay ulaşabiliriz.

    Bu nedenle bilim kesinlikle tarafsız ve özgür düşüncelerin, araştırmaların, yorumların ürünü olmalıdır.

    Tersinim buna önce kanıt sonra sonuç ilkesi olarak tanımlar ve bilime temel alır.

    Tersinim hangi dine inanca felsefeye temel olursa olsun doğruluğu bilimsel yöntemlerle gösterilmemiş hiçbir varsayımı inkâr edilemez gerçek ya da gerçekler olarak kabullenmez.

    Bilimin bu tür sahte gerçekler ya da şüpheli varsayımlar üzerine kurgulanmasına izin vermez.

    Bilimin ortaya koyduğu gerçekler hiçbir zaman birbirleriyle çelişmez. Uydurmak için eğip bükmeler, zorlamalar gerektirmez

    = = =

    Tersinim şu esaslar üzerine kurulmuştur.

    1)-Varoluştaki tüm düzen ve sistem sahibi yapılar zaman içinde tersinime uğrar. Sonuç kaçınılmaz olarak düzensizlik, sistemsizlik, bozum ya da karmaşadır.

    Tersinim tüm düzen ve sistem sahibi yapılarda zaman içinde ve doğal şartlarda oluşan eskime, yıpranma, azalma, çoğalma, çeşitlenme, değişme, sakatlanma, hastalanma, yaralanma, ihtiyarlama vb. Şekille-rindeki OLUMSUZLUKLARIN genel ifadesidir.

    Olumlu değişimler yoktur.

    Mutasyonların tümü az ya da çok zararlıdır.

    2)-Tersininim başta maddenin korunumu, termodinamik olmak üzere tüm doğal kanun, kural ve ilkeleri kendine temel alır hiç biriyle çelişmez.

    3)-Tersinim yaşamın her safhasında rahatlıkla gözlenip sınanabilir; daha da önemlisi yaşanır.

    4)-Düzen ve sistemlerin bir başlangıcı ömrü ve sonu vardır. Bu nedenle ezelden gelip ebede gitmezler.

    5)-Düzen ve sistem sahibi yapılar irade-bilgi-yeterli güç-yeterli madde ve yeterli zaman beşlemesinin sonucu oluşur aniden ve rastlantılarla ortaya çıkmazlar.

    6)-Tüm düzen ve sistem sahibi yapılar tersinime açıktır.

    Tersinimin fiziksel ve kimyasal pek çok nedenleri vardır ama en önemlisi kontrolsüz enerji giriş, çıkışları gibi etkenlerdir.

    Tersinim etkisi bu yapıların korunma – savunma – bağışıklık – çevreye uyum sistem düzen ve mekanizmalara sahip olup olmadıklarına; bu mekanizmaların işlerliğine hassaslığına, genişliğine, derinliğine; zamanın uzunluğuna ya da kısalığına, tersinim etkenlerinin gücüne ve çeşidine bağlı olarak değişebilir.

    7)-Düzen ve sistemler oluşturmak zor karmaşa ise kolaydır. Karmaşalar için kaba güç ve kısa süreçler yeterli olabilir.

    Düzen ve sistemler ne kadar kompleks ve hassas ise bozum o kadar kolay olur.

    8)-Düzen ve sistemler amaçlarına uygun kanunlar, kurallar, ilkelerle şekillenip yapılanırlar; işlerlik kazanırlar varlıklarını korumaya çalışırlar.

    9)-Karmaşalarda (düzensizliklerde sistemsizliklerde) kanunlar, kurallar, ilkeler bulunmaz.

    Kanun kural ve ilkelerin bulunması o yapının düzen ve sistem sahibi olduğunun kanıtlarıdır.

    10)-Nice milyar yıllardan beri değişmeyen kanun, kural ve ilkelerle şekillenip işlerlik kazanan evrenimiz (ve tabii ki dünyamız) düzen ve sistem sahibi muazzam bir yapıdır.

    İrade, nitelikli bilgi, nitelikli güç, nitelikli madde ve yeterli zaman beşlemesinin ürünüdür.

    11)-Maddenin korunumu kanunu evrenimizin bir başlangıcının ve sınırının olması bir Büyük Bütünün var olduğunun kanıtlarıdır.

    12)-Büyük Bütün kütlesiz bir NURDUR. Kütlesiz olduğundan sonsuzdur.

    Evrenimiz ve diğerleri bu kütlesiz Nurun içindedir. Onunla kuşatılmış; sarılıp sarmalanmıştır.

    13)-Big Bang güdümlü bilimin varoluş sorusuna tabi olduğu felsefe temellerine uygun cevap bulma amaçlı sipariş bir teoridir.

    Akıl mantık ve bilim dışı pek çok çelişkileri içerdiğinden tamamen yanlıştır.

    14)-Varoluş Büyük Bütünün bir zerresinin kütle ve hacim kazanması, maddeleşmesi, genişimi ile başlar. İlk madde, olabilecek en büyük atom ve moleküllere sahiptir.

    15)- Elementleri oluşturan atom ve moleküller atom içi parçacıkların eksi ve artı elektrik yüklü yapıları gereği zaman içinde kademeli oluşmazlar.

    Başlangıçtan itibaren bir düzen içinde varolmak zorundadırlar.

    Elementlerin oluşumu kademeli fisyon (bölünme) şeklindedir.

    Sonunda en basit element olan hidrojen ortaya çıkar.

    16)-Elementlerin füzyon (birleşme) sonucu oluştuğu varsayımı gözlem, deney ve mantıksal çıkarımlara dayanmadan çok, güdümlü bilimin temellerine uygun olduğu için ortaya atılmıştır.

    Akıl mantık ve bilim dışı pek çok çelişkiler içerir.

    17)-Bir yapının canlı olarak nitelenebilmesi için en azından korunma – savunma – bağışıklık ve çevreye uyum – beslenme – üreme özelliklerini eksiksiz sahip olması gerekir.

    Bu nedenle en basit canlı bile düzen ve sistemlerin bütünselliğindedir. Rastlantılarla oluşamaz.

    18)-Her canlı türünün uygun yer ve zamanlarda yeterli sayılarda var edilmiş bir arı ırkı vardır.

    19)-Canlılarda zaman içinde gözlenen değişmeler gen havuzu dâhilinde oluşur. Bu yolla canlılar çeşitlenirler. Irklar dar alanda çeşitlen-meler sonucu oluşurlar..

    20)-Gen havuzundaki değişimler kesinlikle tersinim yönündedir.

    21)-Türlerden türlere geçiş mümkün değildir. Bu tür oluşumun önünde aşılması mümkün olmayan doğal engeller vardır.

    22)-Tüm canlılar ekolojik sistemin bir parçasıdır. Her canlının bu sistemde bir yeri ve görevi vardır.

    23)-Tüm canlılar yapılarını yaşam avantajlarını korumaya çalışırlar. Koruyamayanlar elenir. Buna doğal elenme denir. Doğal seleksiyon yanlıştır.

    24)-Canlıların korunma – savunma – bağışıklık ve çevreye uyum düzen sistem ve mekanizmaları ZARARLILARDAN korunma mantığıyla kurgulanmıştır.

    Canlılar faydalıları seçmezler.

    Bu nedenle faydalıları seçip üstünlük sağlayanlar diğerlerini eler mantığındaki doğal seleksiyon yanlıştır.

    25)-Canlılarda üreme doğal YENİLENME şeklidir. Canlılar bu yolla varlıklarını uzun süreçlerde koruyabilirler.

    26)-Irklar dar alan (allopatrik) çeşitlenmesi sopnucu meydana gelmiştir.

    27)-Doğal olan en güzeldir. Doğallığı korumak zorundayız. Bilim, tersinim sonucu bozulan doğallığı düzeltme yönünde çabalamayı, geri kazanmayı ana gaye edinmelidir.

    28)-İnsanlar doğanın efendisi değil doğanın bir parçasıdır.

    29)-İnsanlık dünyanın kaynaklarını har vurup harman savuran, dıoğallığı zehirleyip bozan, modern kölelik düzeni oluşturan tüketim ekonomisinden süratle kurtulmalıdır.

    30)-Dünyanın askere ve silaha ihtiyacı yoktur. Bu yönde harcanan güç, para ve zamanı dünyamızı daha doğal, daha verimli, daha güzel bir hale getirmek için kullanmalıyız.

    31)-Doğalllıkta aileler anaerkildir. Anne ailenin reisidir. Baba dahil diğer aile bireyleri anneye yardımla görevlidirler.

    32)-Anne ve çocuklar kesin devlet himayesinde, desteğinde, her türlü koruması altında olmalıdır. Annelere çocuklarından ayırmamayı dikkat edilmeli; kadınlarımız, kızlarımız bu doğal görevlerine uygun eğitilmeli, annelik birinci görevleri olmnalıdır.

    33-Bu günkü adalet mekanizması tam bir keşmekeş içindedir. Sosyal düzen ateizm güdümlüdür.

    Ciltler dolusu kanunlarımız olmasına rağmen suçluluk önlenemektedir.

    Kanunlar herkesin anlayıp uygulayabileceği şekilde basitleştirilmelidir.

    34)-Suç=ceza iyilik=mükafat sistemi uygulanmalıdır.

    35)-Suçlular hapislere atılma yerine teşhir ve sürgün cezası uygulanmalıdır.

    Bu konuda pek çok öneri yapılabilir.

    Vb……..

  20. mgulmus dedi ki:

    Geçerli bir kaynaktan kaynakça verebiliyor musun? Hayır, çünkü bunlar gerçekte bu insanlar tarafından söylenmemiş. Belirttiğin kişiler-en bir çoğunun Osmanlıca, arapça, fransızca, ingilizce eserlerini okudum. Evrimi destekler nitelikte tek bir cümle dahi okumadığımdan eminim. Üstelik yazında şöyle demişsin. Evrim teorisi ilk canlının yaratılışı ile değil günümüz canlılarının ilk canlıdan nasıl geldiği lle ilgilidir. Yani tanrı ilk canlıyı yaratmış olabilir sonra bir evrim başlatmış olabilir. Doğru bu tanru inancına ters bir düşünce değildir. Yine yazında belirttiğin gibi kitaplar evrim teorisini kabul etmez. İnanmanın temelinde h şart vardır bunlarda allaha imanla birlikte kitabına da iman vardır yani birine inanıp diğerine inanmamak söz konusu değildir. Hiç bir din insanın imana zorlamaz. İman etmesi için bir takım sebepler sunar ve insan kendi iradesiyle inanmayı seçer. İslam dininde ayrıca tanrı, insana aklı ergin hale geldiğinde tanrıya aramasını ister. İnsan tanrıyı arar. Tanrıya inanmak için sebepler arar ve öyle iman etmesi istenir. Bizim gibi tanrıyı arayıp bulan insanların aklını karıştırmak zordur. Tanrı bunu gayet tabii bildiği için böyle iman etmemizi istiyor. Sana tavsiyem yeni doğmuş bir insan gibi aklının ve bütün inanadıklarını sil akloından ve tanrıyı ara bulacağını ümit ediyorum. İçeriğini kabul etmesem de iyi bir yazı teşekkür ederim ama bir de benim söylediğimi yapıp bir yazı daha yazmaya başla. Uzun yazdım biraz ama kusura bakma.

  21. Bir meraklı dedi ki:

    Bir kimsenin düşüncesine taraflı bakarak, tam ters ise bile kişi kendi düşüncesiyle özdeş görebilir onu. Mesela Aristo mantığı tüm eski bilginlerin temel taşı olmasa da şöyle böyle dokundukları bir konudur. Ancak bu yazıdaki çoğu kişinin etkilendiği söylenen Aristo fikrine göre Dünya ve Evren genel itibariyle değişmezdir. Bu ortamda da evrimden bahsetmek mümkün olamaz. Abiyogeneze gelecek olursak, Aristo, canlıların cansız varlıklardan çok basit yollarla oluşabileceğini (sözgelimi leşlerin etlerinin sineğe, çamurun kurbağaya dönüşebileceğini) savunmuştur. Bu yaklaşımla evrimdeki abiyogenez fikri arasında dağlar vardır. Dediğim gibi bir kişinin fikrini kendi çerçevende anlamaya yatkınsan böyle tablolar çıkıyor ortaya. Mesela özellikle Mevlana ve Einstein başta olmak üzere bazı kişileri her fikirden şahıslar kendi düşüncesini ispat için kullanıyor. Einstein kimi zaman ateist ve materyalist olarak lanse edilirken, kimi zaman da yaratılışın bir aşığı ve ilah kavramını ispatlayabilen yegane kişi olarak tanıtılmaktadır.

Yorum bırakın