ALLAH’IN KAYIP KİTAPLARI

FURKAN VE SUHUFLAR

İslam’ın amentüsünde Allah’ın kitaplarına iman vardır.
Ama ne hikmetse Allah’ın kitaplarının hiçbirinin orijinali ortada olmadığı gibi birçoğundan da hiç eser yoktur.
Kur’an’ın orijinalinin taş, hayvan derisi, kemik ve yaprak gibi ilkel malzemelere yazıldığı ve bunların yokolduğu iddia edilir.
Ne var ki bu ilkel orijinallerden toplanan ilk kitabın da yakıldığı rivayet edilir.
Eldeki Kur’an’ların ise kaynağının ne olduğu, neye göre yazıldığının bir dayanağı, delili yoktur.

Aynı şekilde Tevrat’ın da orijinali yoktur. Orijinalini kimin yazdığı, içeriğinin ne olduğu belirsizdir.
Asıl Tevrat’ın yitirildiği, MÖ. 500’lerde Ezra adında bir haham’ın Tevrat’ı yeniden yazdığı iddia edilir.
İncil’de durum daha da karışıktır. İsa’ya indirildiği iddia edilen bir İncil yoktur. Yüzlerce İncil hikayesi arasından 4 tanesi uygun olarak seçilip Kilise’ce onaylanmış ve kutsal kitap olarak kabul edilmiştir.

Zebur diye adlandırılan ve Davud’a indirildiği söylenen kitap ise, Musevi ve Hristiyanların peygamber olarak görmedikleri ve sadece büyük bir kral olarak kabul ettikleri Davud’a ait aşk şiirleri ve ilahilerden oluşan bir kitaptır.

Müslümanlar dört kitaba inandırılmıştır ama Kur’an’da 4 değil daha fazla kitaptan bahseder.
Tevrat diye bahsedilen Tanah adı verilen ve Hristiyanlarca Eski Ahid denen bütün kitabın ilk 5 kitabıdır. Tanah’ın tamamı ise 39 kitaptan oluşur ki bunların içinde Süleyman, Eyüp, Yunus, gibi peygamberlerin ve kralların da kitapları mevcuttur.

Ortada olmayanlardan biri de on emir levhaları’dır. Musa’ya indirildiğine inanılan bu levhalar da kayıptır. Ayrıca Kur’an’a göre kitapların haricinde kimi peygamberlere suhuflar (sayfalar) verilmiştir. Örneğin;

Ala/ 18-19. Bu, elbette önceki suhuflarda, İbrâhim ile Mûsâ’ya verilen suhuflarda da vardır.

Kur’an’da Tevrat’ın açık olarak Musa’ya verildiği yazılmaz. Tevrat geçen yerlerde hep Musa anıldığı için İslam, Tevrat’ın musa’ya verildiğini bildirir. Bu ayetteki Musa’ya verilen suhuftan, Tevrat’ın sayfaları kastedilebilir belki. Ama ayette İbrahim’e verilen suhuftan da bahseder ki; İbrahim’e ait bir suhuf da mevcut değildir, varsa o da kayıp kitaplar arasındadır.
Bunun yanında Musa’ya ve İbrahim’e verilen suhuflardan, Tevrat’taki kendilerine ait kısımlar kastediliyorsa; Bu kısımlar onların hikayelerini anlatır ki onlara verilen kitaplar olamaz.

Kur’an’dan önce Muhammed Hazretlerinin bir kitabı daha mı vardı?

Kur’an’daki bazı ayetler, daha önce yaşanmış, daha önce emredilmiş gibi ifade edilmiş.
Örneğin müslümanlara namaz şartının miraçla geldiği öne sürülür.
Miraç’ın ise Hicrete yakın bir zamanda gerçekleştiği belirtilir.
Ama Alak suresi ilk gelen surelerdendir ve içinde namazdan bahseder.

Alak/ 9-10. Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?

Eğer Alak suresi ilk surelerdense, namaz bundan önce emredilmiş olmalıdır.

Bir başka örnek Kalem suresinde geçen “Eskilerin Masalları derler” ifadesidir.
Kalem suresi de ilk yıllarda gelen surelerdendir ve o sureden önce İbrahim’in, Musa’nın vb. peygamberlerin hikayeleri anlatılmamıştır.

Kalem-15. Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.

Demek ki daha önce bu masallar anlatılmış ve Kureyşliler de burun bükmüş: “Eskilerin masalları” diyerek.
Bu durumda insan düşünmeden edemiyor. “Daha önce Kureyşlilere okunan bir başka kitap mı vardı?” diye.
Bunu destekleyen bir ayet de var üstelik:

Nisa-136. Ey iman edenler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba, daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa, pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir.

Ayete dikkat edilirse; “Daha önce indirdiği kitaba da” diyor.
“Kitaplara” deseydi, Tevrat,ı, Zebur’u ve İncil’i anlardık.
Ama tekil kullanıyor, “kitaba” diyor.
Ya ortada bir yazım hatası vardır ki bu da Allah’tan geldiğine inanılan bir kitap için bir çelişkidir. Ya da bilinçli kullanılmıştır ve Kur’an’dan önce Kureyş’e ait bir kitap daha mevcuttur.

Kureyş’te Kur’an’dan önce bir kitap daha varsa bu kitaba ne olmuştur?
Yoksa batılı yazarların Ur-Quran diye adlandırdıkları bir ön kitap iddiası doğru mudur?Tevrat’ta şöyle bir ayet vardır:

Çölde Sayım/ 21-14. RAB`bin Savaşları Kitabı`nda şöyle yazılıdır: Sufa topraklarında Vahev Kenti, vadiler, Arnon Vadisi, (…)

Eski Ahid’de bu adda bir kitap yoktur.
“Rab’bin Savaşları” diye bir kitaptan bahsediliyorsa bu kitaba ne olmuştur?

Kur’an’da İdris peygamber’den bahsedilir. Ve onun yüksek bir mevkiye alındığını yazar.
İdris’in adı İncil ve Tevrat’ta Hanok olarak geçer. Ezoterik metinlerde Hermes olarak biliriz onu, Terzi Hermes. İslam’a göre İdris’e 30 sayfalık bir suhuf verilmiştir. Tevrat’ta Tanrı’nın onu yanına aldığını yazar. Onun da kitabından bahsedilir.
Hanok’a ait 2 kitap bulunduğu öne sürülür. Biri Hanok’un Kitabı, diğeri Hanok’un Sırlar Kitabı.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Hanok%27un_Kitab%C4%B1

Orhan Hançerlioğlu, Yunan Kaynaklarında Hanok’un 42 kitabından bahsedildiğini ama bu değerli papiruslar kayıp olduğunu yazar.

1945’lerde bulunan Qumran ve Nag hammadi tomarları arasında Hanok’a ait bir kitabın da olduğu söylenir. Düşmüş meleklerden ve kafa karıştırıcı bilgilerden söz edildiği için Vatikan bu kitaba sıcak bakmaz.

Bir başka iddia ise Tevrat’ın %40’nın kayıp olduğu. 196 sayfalık bu kayıp kısmı bulmak için seferber olunduğu söyleniyor.

http://www.tumgazeteler.com/?a=4167611

Burak Eldem ise kayıp kitaplar konusundaki araştırmasında bu sır dolu kitapların Mason üstatların elinde olduğunu öne sürüyor. İddiasına göre bu kitapların yazarları bilge kadınlar ve kökeninde de ana tanrıça inancı var.

http://www.tumgazeteler.com/?a=1414655

Gelelim Furkan’a.
Müslümanlar Furkan denince Kur’an anlarlar.
Furkan’ı Kur’an’ın bir başka ismi zannederler.
Çünkü İslam’da öyle kabul edilmiş, insanlar da böyle bilgilendirilmişlerdir.
Ama yalandır, yanlıştır. İnceleyelim, görelim:
Furkan-1. Tebârekellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîrâ
Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indirenin şanı yücedir.

Meallere baktığınızda bazı mealcilerin “Kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren” diye yazdığını göreceksiniz. Halbuki ayette Muhammed geçmez. Yanıltma da bu ayetle başlar.

“Furkan” sözcüğünün geçtiği bir başka sure Ali İmran’dır.

Ali İmran: 3-4. Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl
Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân, innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd, vallâhu azîzun zuntikâm.

Sana öncekileri doğrulayan kitabı bir hak ile parça parça indirdi. VeTevrat’la İncil’i de indirmişti. Daha önce de hidayete erdirici Furkan’ı da o indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz’dir, intikam sahibidir.

3. ayetin ilk cümlesinde Kur’an’dan bahsedildiği belli.  Çünkü “Sana kitabı peyderpey indirdi” diyor. Devamında “Tevrat ve İncil’i de indirmişti.” dedikten sonra Furkan’dan bahsediyor.
Ve “Ondan önce de, daha önce de” diyor. Yani Tevrat ve İncil’den önce.
Öyleyse şunu bir kenara yazabiliriz:
Furkan, Tevrat ve İncil’den önce indirilmiştir.
Kitaplardan bahsettiğine göre Furkan da bir kitaptır.

Acaba gerçekten öyle midir?
Şimdi Furkan’ın geçtiği diğer ayetleri görelim:

Bakara-53. Ve iz âteynâ mûsâl kitâbe vel furkâne leallekum tehtedûn

Doğru yola gelesiniz diye Musa’ya kitabı ve Furkan’ı vermiştik.

Ayette Tevrat ve İncil’den önce gelmiş olan Furkan’ın Musa’ya verildiğini okuyoruz. Musa’ya ayrıca kitap da verilmiş. Musa’ya verilen kitabı Tevrat olarak biliriz ama Kur’an’da açık olarak Tevrat’ın Musa’ya verildiği yazılı değildir.

Enbiya-48. Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttekîn

Andolsun ki biz takva sahiplerine bir ışık ve bir öğüt olsun diye Musa ve Harun’a Furkan’ı vermiştik.

Bakara-53 ve Enbiya-48 ayeti bizi, “Acaba Furkan 10 emir levhaları mı?” diye düşündürüyor.
Ama acele etmeyelim.

“Furkan” sözcüğünün geçtiği bir ayet daha vardır.
Enfal-41. Va’lemû ennemâ ganimtum min şey’in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem’ân, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr.
Eğer Allah’a ve iki topluluğun (ordunun) karşılaştığı gün kulumuza indirdiğimiz Furkan gününe inanıyorsanız, ganimet olarak aldığınız birşeyin beşte birinin muhakkak ki Allah’ın ve Resûl’ün ve yakınlarının ve yetimlerin ve miskinlerin ve yolculukta olanların olduğunu biliniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir.

Bu ayet, kafamızı biraz karıştıracak.
“Kulumuza indirdiğimiz Furkan günü” ne demek?
İki ordunun karşılaşmasından ve ganimetten bahsettiğine göre kulumuz dediği Muhammed hazretleri. Demek ki Muhammed hazretlerine verilmiş bir Furkan günü var.
Öncelikle şunu belirtelim. Bundan önceki ayetlerde tek başına bir Furkan sözcüğü vardı. Bu ayette ise “Yevmel Furkanî” olarak geçiyor. Bu bir kelime benzerliği olabilir. Örneğin Kitabın adı Kurtuluş ya da zafer anlamındadır. Bir ayette de kurtuluş günü ya da zafer günü olarak geçebilir.

Bu noktada Furkan’ın kelime anlamını bulmaya çalışalım.
İslam’a göre Furkan’ın anlamı doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayıran demektir. Bu anlamla ilişkilendirilmesinin nedeni Furkan’la fark, tefrik kelimelerinin benzeşmesidir. Ama mealcilerin bu anlam vermesi doğru değildir.
Kur’an’daki bazı sözcüklerin Arapça olmadığını, Aramice, Süryanice, İbranice olduğunu biliyoruz.
Süryanice’de Furkano diye bir sözcük var ki esenlik-kurtuluş anlamına geliyor.
Bu anlam, Enfal-41’deki savaşla ilgili ayetteki furkan gününü açıklamaya yetiyor.
Öyleyse ayetteki furkan günü, zafer günü, kurtuluş günü, esenlik günü anlamındadır.
Dolayısıyla bu ayetteki furkan günü’nün, önceki ayette geçen Furkan’la ilgisi olmayabilir.
Çünkü o ayetlerde Furkan’ın bir kitap olduğu iması var. Kur’an’la, Tevrat ve İncil’le birlikte zikrediliyor.

Şimdi bir de şu ayete bakalım:

Enfal-29. Ey iman edenler; Allah’tan korkarsanız O, size bir furkan verir. Suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Bu ayetten ise Furkan’ın iman sahiplerine de verilebilen bir şey olduğunu anlıyoruz.

Bu durumda birkaç olasılık var.
1.si Furkan, Musa’ya ve Harun’a verilmiş olan 10 emir levhaları ya da Tevrat haricindeki bir suhuf, bir ön kitaptır.
2.si Furkan, Hem Musa ve Harun’a, hem de Muhammed’e verilmiş olan zaferdir, kurtuluştur, esenliktir.

3.sü Furkan, bazı peygamberlere ve takva sahibi müminlere verilen özel bir yetenektir. Bu yetenek duyugörü-duyu ileti gibi, sezgi gücü gibi, ileriyi görme gibi bir özellik olabilir.

1. olasılık güçlü olandır. 2.si ise zayıf olmakla birlikte ihtimal olarak yer verilmesi gerekir. Çünkü Musa ve Harun’un da kurtuluş ile, esenlik ile ilgili olarak Mısır’dan çıkışları, Firavun’dan kurtuluşları hikayesi vardır. 3.sü ise Enfal-29’la ihtimal kazanmaktadır.

Bu sonuca göre Furkan, Kur’an değildir. Kur’an’la hiç ilgisi yoktur.
Muhammed hazretlerine verilen Furkan değil, furkan günüdür, yani zafer-kurtuluş günüdür. Ve diğer iman edenlere de verilebilen özellikte birşeydir.

Ayrıca Furkan, Musa’ya ve Harun’a verilen kitap benzeri bir nesnedir ki muhtemelen 10 emir levhalarıdır. Ama eğer bir kitapsa; ortada yoktur, kayıptır.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

43 Responses to ALLAH’IN KAYIP KİTAPLARI

  1. =) dedi ki:

    yakında sende öğreneceksin serdar hazretleri.. ölüm sadece müslümanlara değil ya.. 🙂

  2. TEBLİĞCİ dedi ki:

    TEBRİKLER..
    GERÇEĞİ GÖREBİLECEK KADAR SORGULAYABİLDİĞİN İÇİN..
    TORUNLARIMIZ YÜZ YIL SONRA GERİYE BAKTIĞINDA

    HERKES SALAK DEĞİLMİŞ
    AKILLI OLANLAR DA VARMIŞ DİYEBİLECEKLER..

    SANA BİLEMSEL BİR TEZ İLERİ SÜREREK KARŞI ÇIKAMAYIP SATAŞANLARA BİR ÇİFT SÖZÜM VAR..

    GÜNAHKARSINIZ..
    GÜNAH İŞLİYORSUNUZ..
    TEKNOLOJİYİ KULLANMAYIN..
    ARABAYI,
    UÇAĞI
    TELEFONU
    ELEKTRİĞİ KULLANMAYIN..
    GÜNAHKAR OLURSUNUZ..
    BUNLAR LAZIM OLSAYDI ALLAH KURANDA YAZARDI..
    MUHAMMED
    ÖMER
    EBU BEKİR
    ALİ
    BUNLARI İCAD EDERDİ..
    GEREKLİ OLSAYDI BUNLAR ONLAR YÜKSEK ZEKALARIYLA BU İCATLARI YAPARLARDI
    GÜNAHA GİRMEYİN
    BİLGİSAYARA ELİNİZİ SÜRMEYİN

    • Ahmet Balkan dedi ki:

      İslamın neresinde,kuran’ın neresinde teknolojiyi kullanmayın diye birşey var?
      Sen ali baba ve kırk haramileri okumuş olmayasın? Dünya üzerinde İslama inanan ve içerisinde bilim adamları dahil bir sürü okumuş yazmış adam var,onlar bu yukarıdakileri bilmiyor bir tek sen kainatın sırlarına erdin he? yoook artık.
      Turan Dursun’u bilirmisin? Nasıl Ateist olduğunu anlattığını bilirmisin?
      Ben söliyeyim sen zahmet etme araştırmaya,Bir gün evinin bahçesinde, su dolu kovaya süpürgeyi daldırıp duvara fırlatıyor suyu,sonra yine aynı şekilde bir daha aynı eylemi yapıyor.bakıyorki ikinci şekille birinci şekil aynı değil.diyorki evren işte böyle tesadüfen oluştu.kısacası bu yani.Burdaki zekayı da bilimsel gerçeğin anlaşılmasını da tartışacak değilim.ama bana hiç bilimsel gelmediğini söyliyebilirim.Ayrıca bilim kimsenin tekelinde değildir ve bu ateist olup evrenin sırlarına ulaşanların hiçbiri çevresindeki bilgi sahibi ve inançlı insanlara bir türlü ulaşamıyorlar nasıl oluyorsa.Bu da başka bir yetenek olsa gerek. Bence Ateist olmadan önce iyi bir türkçe okuma ve anlama dersi de almalı insan.Her nedense İnsanları cahillikle ve aptallıkla suçlama öncesi birde dönüp kendine de bir bakabilmeli insan.tek taraflı değil çok taraflı okumayı adet edinmeli.
      Kısaca Başkasınınkini görmeyen kendininkini piyade tüfeği sanırmış türünden sözlere muhattab kalmamalı.(Zeka bakımından)
      Aptallık ve dahilik arasındaki fark; dahiliğin sınırları olmasıdır. Demiş Albert Einstein..
      Eğitimli bir dangalak cahil olanından daha büyük bir dangalaktır.
      Demiş Benjamin Franklin. Çaktın köfteyi? ….

  3. Furkan dedi ki:

    ALLAH insanlara aklı boşu boşuna vermemiştir. Senin dediğin görüşe katılmıyorum çok yanlış bir düşünce. Allah zekayı insanlar kullansın diye vermiştir. Hatta bütün melekleri ve diğer varlıkları Hz.Adem e o yüzden secde ettirmiştir(sorulan soruyu zekasını kullanıp cevapladı diye) eğer o devirde savaş vb. olaylar olmasaydı onlarda büyük ihtimal zekalarını kullanıp teknolojiyi yapabilirlerdi imkanları olsaydı… hem bunları yazmıssın o halde sen niye elini sürüyorsun? Zekanın nimetlerinden yararlanmak varken neden böyle saçma konusuyorsun ? ve de yazıyı yazan serdar Kaangil farklı bir bakış açısı güzel bir düşünce 🙂

    • karaca dedi ki:

      Furkan
      Allah zekayı insanlar kullansın diye vermiştir
      insandan başkasına zeka verilmemiş diyorsanız
      bu zeka meleleklerde de olabilirmi
      yoksa sadece insana mı aittir.

  4. gmz dedi ki:

    hayat herşeyi beklemek deil hz.muhammd zamanında gerekli deilmişki allh hz.muhammede işte bunu yap dememiş furkana katılıyorum allah bize zeka vermiş neden kullanmayalım? allahın kayıp kitaplarından biri enok:(hanok)olarakta bilinir birkaç araştırma sonucu bunun rusya da bi kilise de olduğunu öğrendim içeriği meleklerle ilgili mayısta rusya ya gidip kitabı inceliycem kitap birçok roman kitabına(meleklerle ilgili kitaplara)isim olmuş(25
    yaşında araştırmacıyım)

    • Bora dedi ki:

      “25 yaşında araştırmacı”sın ama Türkçe yazamıyorsun.. Öyle mi?

    • MaMaLi dedi ki:

      gmz!siz araştırmacılığa,kısa bir süre,ara verin türkçe derslerine,gidin,sonra araştırmaya devem edebilirsiniz))))

  5. Hilmi dedi ki:

    İslam dünyası gerçelerle yüzleşmeyi başardığında çağdaş bir ülke olmayı başarabilecez..

    Yukarda ki yorumlardan birinde yüz yıl sonra torunlarımız herkez salak değilmiş diye yazılmış aynen katılıyorum..

    Nezaman dindar kardeşlerimiz eleştirilere iftirayla, hakaretle ve silahla değil de bilgi sahibi olup fikirle karşılık verebilirse o zaman onlarda medenileşmeye başlayabilecekler.. not: 1000 yıl sürebilir..:)

  6. sevginin ışığı dedi ki:

    Bu 4 kitaptan sadece Yeni Ahit’de yani İsa’nın hayatı ve öğrencilerinin öğretilerini anlatan İncil’de, yaratıcı sonsuz ve ebedi sevgi olarak gözükür… Diğerlerinde hep intikam alıcı korkutucudur, kendini ispat etmeye çalışır… İsa’nın sözlerini yargısız tekrar okumanızı dilerim… (İsa’nın ona baba demesi sizi yanıltmasın 🙂

    Bu konularda gerçeği dürüstçe arayan arkadaşlara üç tane kitap tavsiye ediyorum. Bana göre bütün kutsal denilen kitapların, hadisler de dahil olmak üzere hepsinden çook çok daha açıklayıcı oldular..
    *Bir yoginin otobiyografisi…. yazar: Paramahansa Yogananda…. Klan yayınları
    *Işığın doğuşu….. yazar:Barbara Ann Brennan………. Meta yayınları
    **Ben O’yum… yazar: Sri Nisargadatta Maharaj……… Akaşa yayınları….

    Merak etmeyiniz, üç yazar da ateist değildir, okuyunca dinden çıkmazsınız :)… Ama ateist arkadaşlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim 🙂 🙂

    • Reşat Uğur Ulu dedi ki:

      Merhaba,
      Bir yoginin otobiyografisi adlı kitabı hiçbir yerde bulamıyorum. Bana ödünç verir misiniz?

    • Eski Ahit+Yeni Ahit= İncil.
      Yeni Ahit’te Tanrı hep sevgiden bahs ediyor söylemi doğru degil.
      Yeni Ahitte İsa Eski Ahit yasalarını kabul ediyor, hatta değiştirelemeyeceğini söylüyor.
      Matta5. 17 “Kutsal Yasa’yı, ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim.
      18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. 19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak.

      Birde yeni Ahit’in sevgi Tanrı’sı İsa bakın ne söylemiş;
      Luka 25.27
      “Beni kral olarak istemeyen o düşmanlarıma gelince, onları buraya getirin ve gözümün önünde kılıçtan geçirin!”

      İncil konusunda daha fazla bilgi edinmek için.
      http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/incili-okuyun-/

  7. Doç.Fisun Demir Saygın dedi ki:

    Selamlar,
    Sitenizi inceledim çünkü insanın iman etmesi değerlidir,araştırıp,sorgulayıp,bulup,anlayıp iman etmesi daha değerlidir.Siz şu an sorgulama evresindesiniz anlaşılan,en azından verilen aklı boşuna harcamamışsınız.Ne yazık ki pek çok konuda da eksikleriniz var.
    Bunu ahkam kesmek veya yargılamak amaçlı değil bir uzman bakış açısıyla söylüyorum.Nacizane kendim tarih araştırmacısıyım,doçentlik ana dalımda dinler tarihidir.Halen özel bir üniversitede hocayım,ilahiyatçı veya yobaz değilim.Bunlar olmadan da araştıran,arayan ve bulan,inanan çok insan var.
    Şimdi konuya geleyim;Furkan evet köken olarak arami kaynaklarda bulunur,FRK veya FRN kökü kabul edilir,kureyş arapçasında ise kullanımı ayırma-Fark gibi-,Bi furakeyn,iyiyi habisten ayırma,gerçeği ayırma manasınadır.İyi ile kötüyü birbirinden ayırana da kurtuluşa eren anlamı yüklenebilir.Bu açıdan furkan a kurtuluş,zafer,hidayet gibi anlamlar yüklemek yanlış değildir.
    Yanlış olan onu özel isim zannedip,tamlama olduğunu anlamayıp,kitap manası çıkarmaktır.
    Furkanın kitap olduğu belirtilmek istenseydi doğrudan kitap vurgusu olan kelime seçilirdi.el kitabe veya el kitab gibi.
    Şüphesiz ki bu Allah İçin daha açıklayıcı ve doğru olurdu,sizce de değil mi?
    Furkân-ı Hâkim, Mushâf-ı Şerif, Kelâmullah, Kitâbullah gibi adlar Musaflar toplanıp Kur’an adını almadan önce Kureyş ve civar kabilelerde Kur’an-ı Kerimi ifade etmek için kullanılmıştır.
    Kısaca Kur’an kelime anlamı olarak toplanılmış,bir araya getirilmiş,musaflardan derlenmiş demektir.Tevlebi anlamı da yol manasına gelir.İslamda Barış,Esenliktir.Barış veya Esenliğe giden yol anlamı zannederim en yakışan ifadedir.
    Şimdi Furkan yerine örneklerinize kurtuluşu veya fark etme anlamını koyalım.
    Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indirenin şanı yücedir.
    Tebârekellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîrâ
    Alemlere nazire-uyarıcı,ibret-olması için kuluna(bakın peygambere değil,kulu insana) furkanı yani iyi ile kötünün farkını yani bir anlamda AKILI bahşedenin(Allah kelimeside geçmiyor)şanı yücedir.Mübarektir anlamında.
    Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân–burada ayırt etme gücü anlamında

    Bakara-53. Ve iz âteynâ mûsâl kitâbe vel furkâne leallekum tehtedûn

    Doğru yola gelesiniz diye Musa’ya kitabı ve Furkan’ı vermiştik yanlış çeviridir yada eksik anlamlı çeviridir.
    Doğru yolu kabul edenlere(ateyna=itaat etmek,kabul,onay demektir.) nasıl ki Musanın Kitabını ve farka varmayı bahşetmiştik.(vermiştik-Sunmuştuk)
    Furkan günüde bir nevi uyanma,farkına varma,katı farkı ayırma günüdür ki kesin olarak inanlar ve inanmayanların saf tuttuğu-savaştığı ve açığa çıktığı günü ifade eder.
    Sanırım ki sizin vebir çok araştıran kardeşimizin sıkıntısı arapçaya tam hakim olamamak,özellikle kureyş arapçasını ve dil yapısını bilememektir,kaldı ki bunun yanında aramice,farsça ve osmanlıcayı da bilmek lazım gelir,çünkü birçok tefsirde bu dillerden elde edilmiştir.
    Tam 15 yıldır işin içinden tam çıkana pek rastlamadım bu dillere hakim olmama rağmen.
    Hakikat şudur ki mealler hatalı değil ama tutarsızlık içindedir,anlam bütünlüğü kalmamıştır.
    Tıpkı toplandığı ve yakıldığı iddia ettiniz dönem gibi.Bunu da ayrıca yazarım.Uzun oldu kalın salıcakla.
    Aklınıza takılan çevirilerde yardıma hazırım.

    • pante dedi ki:

      Ee artık madem dinler konusunda uzmansınız ve Arapça’ya, Kureyş diline de hakimsiniz.
      Çelişkiler bölümlerine takılır, özellikle bilimsel çelişkiler konusunda bizi aydınlatırsınız.
      Füssilet 9-12’yi mealciler Arapça’yı iyi bilmediklerinden yanlış sunuyorlardır örneğin.
      Siz bir zahmet düzeltiverin.

    • Ergun ikiel dedi ki:

      Sayın Doç. Fisun Demir Saygın,
      Madem bu konularda araştırıcısınız, öyleyse kişisel olarak merak ettiğim şu sorular için bilginiz var mı veya araştırmaya değer görür müsünüz?
      1. Allah’ın sözleri yani vahiyleri, niçin vahiy sırasıyla değil de Kuran sırasıyla kitaplaştırılmıştır?
      2.Kuran-ı Kerim, niçin ilk vahyolunan “Oku” ayetiyle başlayan ALAK suresiyle başlamıyor da, FATİHA suresiyle başlıyor?
      3.Allah’ın uygun görüp sırasıyla vahyettiği ayetleri, kim ya da kimler; hangi amaçla daha değişik bir sıraya koyarak Kuran-ı Kerim’i yeniden kaleme almışlardır? Bu değişikliğin ana amacı nedir?
      4.Topkapı müzesinde bulunan Kuran’da üstün, esre gibi hareke işaretleri bulunmamaktadır. Öyleyse, günümüz Kuran kitaplarında bulunan harekeler, hangi yılda Kuran-ı Kerim’e nakşedilmiştir? Kuran’nın bu şekilde harekeli olarak yazılmasını kim istemiş vaya talimatını vermiştir?

    • bir kul dedi ki:

      Doç.Fisun Demir Saygın

      HADİSİN TENKİDİ: Kuran’ın, Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olmadığı, sonradan rast gele bir araştırmayla, hurma dallarından, deri parçalarından, taş levhalardan, kürek kemiklerinden, hafızların ezberlerinden toplanmış bir kitap olduğu hususunda müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Öyle ki, Kur’an bu dedikleri şeylere yazılı bir Kitab olmuş olsaydı, bir ambarı doldurması gerekirdi, bu iddiaları Kur’an’a bir iftira ve saygısızlığın ifadesidir. Allah, Kur’an’da Kitab indirmiş olduğunu ayetlerle bildirmiştir. Kur’an Kitab halinde Peygamber zamanında mevcut değil idiyse insanlar Kitab mevcut olmadığı halde, ayetlerde niçin Kur’an’dan Kitab olarak bahsediliyor diye sorarlardı. Peygamber zamanında Kur’an Kitab olarak mevcut idi, ve iddia ettikleri gibi, taş parçalarına , hurma dallarına v.s. yazılmıyordu. İnce ceylan derileri üzerine yazılan bir Kitab halindeydi. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

      – Andolsun Tûr’a (52/1)
      – Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)
      – Yayılmış ince deri üzerine (52/3)

      İfadeleri Kuran’ın nasıl yazılmış bir Kitab olduğunu belirtir. Ayetler peygambere inmişti, eğer Kur’an ince deri üzerine yazılıp tespit edilmemiş olsaydı bu ayetleri duyanlar, siz hangi ince deri üzerine yazılmış kitaptan bahsediyorsunuz diye sormaz mıydılar! Kuran’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

      – Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)
      – İsteyen onları idrak eder. (80/12)
      – Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)
      – Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)

      Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kuran’ın sonradan rast gele, taş parçalarından,ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitab olduğu yolundaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur.
      Rivayetler uydurulurken, daha öncede belirttiğim gibi bazen kasıtlı, bazen de tutarsızlık şeklinde bir çok çelişkilere düşülmüştür. Fert ve kişilere kabul ettirmek ve sıkıştıklarında kendilerini kurtarmak için bazen doğrulara da yer vermişlerdir. Öyle ki bir konu hakkında bir rivayet uydurduklarında, muhakkak ona muhalif bir veya birden fazla rivayet uydurmaya özen göstermişlerdir. Sık sık bu tür çelişkili ifadeleri yan yana yazarak okuyucunun bu hususa dikkatini çekmeye çalışacağım. Zira hadis uydurma sistemlerinin kökü budur. Örneğin, Kur’an’ın sonradan rast gele toplanmış bir kitap olduğunu söylerken başka bir yerde, peygamberin onu Mushaf halinde bıraktığını rivayet etmek onlar için gayet normal bir durumdur.

      NOT BU AYETLER SENCE NE DEMEK İSTİYOR
      BU AYETLERİ ÖRNEKLEYİNİZ
      BU MEALLAR SİZCE DOGRUMU YANLIŞMI DOGRUYSA NE OLACAK YANLIŞSA
      SORU
      10 SAYFA
      20 SAYFA
      60 SAYFA
      100 SAYFA
      HER BİRİ SENCE KİTAP DEGİLMİ DEGİLSE NEDEN SITANDARDINI KİM BELİRLİYOR
      SITANDARDINI BELİRLEYEN HANGİ AKIL

  8. Mehmet dedi ki:

    ” İslam’ın amentüsünde Allah’ın kitaplarına iman vardır.
    Ama ne hikmetse Allah’ın kitaplarının hiçbirinin orijinali ortada olmadığı gibi birçoğundan da hiç eser yoktur.
    Kur’an’ın orijinalinin taş, hayvan derisi, kemik ve yaprak gibi ilkel malzemelere yazıldığı ve bunların yokolduğu iddia edilir.
    Ne var ki bu ilkel orijinallerden toplanan ilk kitabın da yakıldığı rivayet edilir.
    Eldeki Kur’an’ların ise kaynağının ne olduğu, neye göre yazıldığının bir dayanağı, delili yoktur. ” şeklindeki uyduruk sözlerini sarfederek Kur-an’ın orjinal olmadığını iddia ediyorsun demek. Şüphesiz ki dediklerin doğru olsaydı İslam’ın bu kadar çok düşmanı olmazdı.Lakin o kitaplarını değiştirenler şimdilerde İslam’a karşı tek bilekler.Kitabımızı değiştirmeyi başaramamış olsalar da sen gibi insanların anlayışlarını değiştirebilmişler ve kendilerine benzetmişler.Yazık size, çok yazık!

  9. mehmet dedi ki:

    Furkan’ın, Kur’an’ın diğer adı yahut Kur’an’dan önce Hz. Muhammet (s.a.v)’ e indirilmiş bir kitap olmadığı zaten çok açık bir şekilde bildirilmiştir. Enbiya suresinin 48. ayetinde: ”Yemin olsun ki, Musa ve Harun’a Furkan’ı verdik, takva sahipleri için bir ışık ve öğüt olarak.” şeklinde Kur’an’da bildirilerek gayet net bir şekilde açıklanmıştır bu.

  10. ankara dedi ki:

    güzel.

  11. Aydın dedi ki:

    incilde hz muhammedin geleceği son peygamber olacağı adı ise Ahmed olarak gectiği söylenmekte araştıran varsa yazsın

  12. furkan dedi ki:

    ALLAHA inan ve güzel yorumları harfiyen fazlasıyla zengin kelimelere türeterek YORUMLARIN HAKINI verenlere Teşekkür ediyorum ALLAHIMIN verdi ilim şuhur AKIL kapasitesiyle üstün zeka performansımla bu BASAMAKLARA kadar iliştim o emir vericek kuranı KERİMİ kutsal kitapları ayit oldu yere ileteceyim ozman inanmayanlara kapak olur bu AKILI hikmetli sözlerim hayırlı RAMAZANLAR VE iyi bayramlar …

  13. Erdem Alaca dedi ki:

    Google’da aradım, taradım; Fisun Demir Saygın adında bir doçentten ne bahseden bir yer, ne bir resim, ne bir bilgi bulamadım. Yok mu sayın hocam sizin üniversitenizin web sitesi? Ya da doçent olarak yazdığınız bir yazı, katıldığınız bir program?

  14. serkan dedi ki:

    İnsan ve dünya hayatının anlamı üzerine yazılmış en iyi yazılardan birinin linkini aşağıda veriyorum.Deizm ve negatif ateizm’in kıyılarında yürüyen bir insan olarak Elhamdülillah Rabbim bana doğru yolu yani hakikati göstererek karanlıklardan aydınlığa çıkardı.(Bakara 213 bunun en somut örneğidir).Dileyen Rabbine bir yol tutup benliğini arındırarak Hakikate ulaşır..
    Burada amacım ne bir kimsenin reklamını yapmak ne de propaganda yapmaktır.Benim gibi hakikati arayan ve biryerde tıkanıp kalanlar için bir vesile olabilir..Tabiki Rabbimizin izniyle,Elhamdülillah..
    Sevgiyle kalın.. Selam ile..

    http://www.temizfikir.com/?p=807

  15. yasir dedi ki:

    Ali İmran: 3-4 (Sana öncekileri doğrulayan kitabı bir hak ile parça parça indirdi. VeTevrat’la İncil’i de indirmişti. Daha önce de hidayete erdirici Furkan’ı da o indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz’dir, intikam sahibidir.———— BU SENİN VERDİĞİN MEAL)

    Senin verdiğin mealde (DAHA ÖNCE) diye geçiyor bundan FURKAN Tevrat ve incilden önce inen bir kitapmış gibi anlaşılıyor ki bu senin vermiş olduğun yanlış ceviriden kaynaklanan bir yanlışlıktır.

    3 / AL-İ İMRAN – 3
    Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl(incîle).
    Sana, onların ellerindeki (kitapları) tasdik eden Kitab’ı (Kur’ânı) hak ile, kısım kısım (âyet âyet) indirdi. Ve Tevrat ve İncil’i de indirdi.
    3 / AL-İ İMRAN – 4
    Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(furkâne), innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd(şedîdun), vallâhu azîzun zuntikâm(zuntikâmin).
    Daha önce insanlar için, hidayete erdirici olarak (Tevrat’ı ve İncil’i indirdi) ve (sonra da) Furkan’ı (Hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ı) indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz’dir, intikam sahibidir (intikam alandır).

    Bu verdiğim ve diğer tüm cevirileri kontrol ettim hepsinde Tevrat ve İncil’den (DAHA SONRA) zaman veya ayetin indiği şimdiki zaman kavramı kullanılmakta.(BU SENİN İLK YANLIŞIN)

    2 / BAKARA – 185
    Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
    Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete erdirici (hidayete erme, Allah’a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur’ân, Hüda tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim, hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği şeye karşılık (sizin de) Allah’ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.

    Yukarıdaki vermiş olduğum ayeti iyi oku Ramazan ayında Furkan’ın indirildiğini yazıyor ki buda Kuran’a işaret etmektedir… Zaten daha önceki bir yazımda Furkan’ın bütün kitapların ortak adının olduğunu yazmıştım.

    8 / ENFAL – 29
    Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
    Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

    Bu yukarıdaki ayettede Furkanın ALLAH’a hakkı ile bağlanan herkese verilebileceğini belirtiyorki buda Selim akıldır iyi ile kötüyü,,, hak ile batılı ayırt edebilme kabiliyeti yeteneği ve aklıdır.

    8 / ENFAL – 41
    Va’lemû ennemâ ganimtum min şey’in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem’ân(cem’âni), vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
    Eğer Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı gün, furkan günü (hak ve bâtılın ayrıldığı gün) kulumuza indirdiğimiz şeye inandıysanız, ganimet olarak bir şey aldığınız zaman artık onun beşte birinin muhakkak ki Allah’ın ve Resûl’ün ve yakınlarının ve yetimlerin ve miskinlerin ve yolculukta olanların olduğunu biliniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir (gücü yetendir).

    Yukarıdaki ayette ise Furkan günü hak ile batılı karşılaştığı ve ayrıştığı çarpışma gününü kas ediyor.

    21 / ENBİYA – 48
    Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttekîn(muttekîne).
    Ve andolsun ki Biz, Musa (A.S)’a ve Harun (A.S)’a, takva sahipleri için Furkan’ı (Tevrat’ı), bir Işık (Nur) ve Zikir olarak verdik.

    Bu yukarıdaki ayette ise Furkandan kasıt yine hak ile batılın ayrıştığı Kitap Tevrattır. Zaten zaten ayetin sonunda ZİKREN LİL MUTTEKİN… Zikir den kasıt kitaptır Muttakilerin zikri okuması uyğulamması gerektiği. Kuran yine kendisi içinde Zikir kelimesini kullanır.

    38 / SAD – 1
    Sâd, vel kur’âni zîz zikr(zikri).
    Sâd, zikrin sahibi Kur’ân’a andolsun.

    38 / SAD – 87
    İn huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
    O (Kur’ân), ancak âlemlere Zikir’dir.

    Kuran’ın bir diğer adı da zikirdir.

    25 / FURKAN – 1
    Tebârekellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîrâ(nezîren).
    Âlemlere uyarıcı olması için kuluna Furkan’ı indiren (Allah), mübarek’tir.

    Furkan süresini sakin ve hırlarınıza kibir ve kinlerinize kapılmadan okursanız Furkan sözcüğününde orada Kuran kastedildiği anlaşılıyor devamındaki ayetler Kuran ve dönemin müşrikleri anlatıyor.

    Furkan sözcüğü kimi yerde Tevrat (hak ile batılı ayıran) kimi yerde Kuran(Hak ile batılı ayıran) kimi yerde savaş günü(hak il batılı ayıran) kimi yerdede ALLAH’a bağlı kullara verilen (iyi ile kötüyü ayırt etme özelliğidir)…Bu sizin dediğiniz gibi on emiride kapsar çükü on emirde helal ile aramı bir birinden ayıran yasalardır.

    • angelus dedi ki:

      benim anlamadıgım konu iyilik barıs sevgı hosgoru felanda bu savas ganimetlerinin neden beste biri hz muhammede gidiyor allahın resulunun ıhtıyacı mı varmıs…

      • MaMaLi dedi ki:

        1/5 -100 devenin 20 si demek))10,muhammede,10 allah!a ait)))allah devleri ne yapacaksa)))kısaca,arap,şakiliğinin,allaha havale edilmesi)))

      • Ahmet Balkan dedi ki:

        Ömründe bir gün dahi sofradan tok kalkmamış bir Peygambere yarım akıl, dandik Türkçeyle hakaret etmeyi maarifet saymak ayrı bir Psikosomatik konu zaten.
        Bir İnsanı Öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir, Bir İnsanı kurtarmak Tüm insanlığı kurtarmak gibidir diyen bir Dinden olduğunu iddia eden bir sürü katil sürüsü mahlukata İnançlı insanlar inanamıyor en başta.ama bu konuda Mevlananın Bir sözü yokmu zaten.’Her kim kusur ararsa İslamda, kusur İslamda Değil Müslümanda…Savaş ganimetleri ne olmuş sonuçta? sonrası ne yapmış peygamber onları? Tahrifat tamam anladıkta biraz da insaf, biraz vicdan be birader…Vicdan ve insaf,İnsanın insanlığının ölçüsüdür. Biz yazarız pehlivan tefrikası gibi de, okuduğunu anlamayan kitap yüklü eşektir sözünü haklı çıkarmaz insanlar umarım…
        İnanmayabilirsin sorun değil ama en azından karşındakine saygı gösterebilirsin…..

      • bilal dedi ki:

        Sn.angelus ve MaMaLi ,

        MEŞRU MÜDAFAA SAVAŞINDAN SONRA ELE GEÇEN GANİMETLER !!!

        Enfal-41.ayette müdafaa savaşı sonunda ele geçen ganimetlerin nasıl,ne kadar ve nereye harcanacağına dair hüküm veriliyor.

        Buna göre,ganimetlerin 1/5’i ALTI pay yapılır ve bu paylardan her biri aşağıdaki gibi dağıtılır.

        a) Allah içindir.Yani Allah için,ammenin,kamu hizmetinin vb.yerler içindir.

        b) Allah resulu içindir.Yani Allah reslu islam devletinin başkanı sıfatıyla uygun gördüğe yerlere harcama yetkisine sahip olur.

        c) Elçinin fakir ve yoksul akrabaları içindir. Çünkü diğer müslümanlara zekatten pay verildiği halde,Allah Resulu ve yoksal akrabalarına zekat geçmediği için ganimetten bir şey gelseydi onlara da bundan verilirdi.

        d) Toplumun yetimleri içindir,

        e) Toplumun yoksul ve fakirleri içindir,

        f) Memleketinden uzak kalmış yolcu,yabancı ve garibanlar içindir.

        g) Kalan ganimetlerin 4/5’ü ise toplumun (devletin) bütçesine gider.

        Ayrıca sn.MaMali aşağıdaki ifadenle pek hasap ve kitap bildiğinizi ” 19/11/2014, 15:54
        1/5 -100 devenin 20 si demek))10,muhammede,10 allah!a ait)))allah devleri ne yapacaksa)))kısaca,arap,şakiliğinin,allaha havale edilmesi)))

        Ayrıca sn.MaMali’nin yukarıda yapmış olduğu hesaba göre hesap ve kitap bilmediği de açıktır.

        Çünkü ” 1/5 -100 devenin 20 si demek))10,muhammede,10 allah!a ait ” diyor.

        Eğer 100 devenin taksimatini yaparsak şöyle olur. 100 devenin 1/5’i 20 devedir.

        Bu 20 deveyi 1/6 yaparız. Çünkü bu beşte bir 6 yere verilecek veya haracanacaktır. Bunlar ise yukarıda ( a,b,c,d,e,f ) maddeler halinde belirtmiş olduklarımdır.

        Buna göre 20 deve şöyle bölüştürülecektir.

        6/20 = 3.3…gibi bir pay düşer.

        Yani sn MaMali’nin” ))10,muhammede,10 allah!a ait ” şeklindeki hesap ve kitabı da çok yanlıştır.!!!

        Not: Kur’an’ı kerim de ” Allah içindir ” denildiği zaman,bunun anlamı ”Allah rızası içindir” demek.YANİ ALLAH’IN RAZI OLDUĞU YERLERE HARCANACAKTIR,HAŞA ALLAH’A VERİLMEZ,ALLAH’IN BUNA İHTİYACI MI OLUR ???

        İşte sn.MaMali,nin ”allah devleri ne yapacaksa) ” şeklindeki ifadesinin hiç bir mantıkı ve anlamı yoktur.!!!!

        Saygılarımla.

  16. yasir dedi ki:

    Bu alttaki iki ayetleri kıyaslayarak tekrardan atmak istiyorum…

    3 / AL-İ İMRAN – 3
    enzelet tevrâte vel incîl(incîle).

    3 / AL-İ İMRAN – 4
    Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân(furkâne),

    Ali İmran süresinin 3.ayetide kuranın kısım kısım indiğini ve Tevrat veincilide ALLAH indirdi diyor…akabinde arapca ve edebiyatını, zaman kavramlarını bilmediğimiz için cevirilere baş vurmaktayız bazı cevirilerde bir birini tumayan durumlar söz konusu olabilir…Yukarıdaki ayette 3. Ayette Tevrat ve incilinde indiğini belirtirken daha sonra Furkan’ıda ALLAH indirdi diyor.

    2 / BAKARA – 185
    Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni),

    Bakara 185. Ayette Kuran’ın Bu ayda indiğini ve Furkan olduğunu yani helal ile haram’ın ayrıldığı Kuran diyor.
    Tevrat ve İncil içince bunu demek istiyor…On emir içinde kullanılmış olabilir veya daha önceki Peygamberlere inin sahileride kastediliyor olabir… Sonuçta ALLAH’tan gelen iyi ve kötüyü ayıran her emir ve yasalar veya ilim irfan görüş ve düşünceler Furkan olarak ismlendirilebilir.

  17. selim şerif dedi ki:

    İşe bak,bir sürü ayette Allah’ın ”apaçık” ayetler yolladığı iddia ediliyor ama Müslümanlar 1400 yıldır henüz Kuranda tam olarak ne anlatıldığını bile anlayabilmiş değiller.Ne dediği bile belli olmayan,bilimle ve kendisiyle yüzlerce yerde çelişen bir kitaba ne tür bir tanrı insanların inanmasını bekler ki?
    İnanmayanları hangi hakla suçlayabilir?
    Bildiğin mitoloji bunlar,inanmak için değil araştırmak için okunabilir ancak.

  18. ismailkenzo dedi ki:

    Allah fikri suje yani bilen ile obje yani bilinen nesne,yani vicdanın alış verişi sonucunda ortaya çıkan bir urundur.Başka bir deyişle,akıl ile vicdanın alış verişi sonucunda ortaya çıkan dini bir bilgidir,yaratıcısıda insandır.Eğer dedikleri gibi bir allah olsaydı eserlerine sahip çıkardı.

  19. yağmur dedi ki:

    ben birşey merak ettim siz furkan yazmıyor diyorsunuz.tevrat incil ve kuranın tahrifi adlı yazınızda şu ayeti örnek vermişsiniz.ali imran 3 o sana kendisinden öncekileri tastik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi.daha önce insanlara hidayet olarak tevratı ve incilide yine o indirmişti.evet bu furkanıda o indirdi.gerçek şuki allahın ayetlerini inkar edenler için çetin bir azap vardır.allah çok güçlüdür ,intikamını alır.neden yalan söyleme gereği duyuyorsunuz.neden olduğu gibi eleştirmiyorsunuz.madem bilgilerinize bu kadar güveniyorsunuz neden olduğu gibi ele almıyorsunuz.bu tutumunuz yanlıştır.cevap yazarsanız sevinirim.

    • pante dedi ki:

      Furkan yazmıyor mu demişiz?
      Daha dikkatli okuyun, yalanla itham etmeden önce doğru anlamaya çalışın.
      Ne yazdıklarımızda ne de örnek verdiğimiz ayette bir yalan-yanlış yoktur.
      Yalan diye bahsettiğiniz şeyin ne olduğu belli değil en başta. “Furkan yazmıyor demişsiniz” bu nedir, ne demek istiyorsunuz, önce onu açıklayın.

  20. yağmur dedi ki:

    KUSURA BAKMAYIN YAZMAK İSTEDİĞİMİ NET YAZAMAMIŞIM.BİR KAÇ HATALI AYET YORUMUNA RASTLADIM.FURKAN MEVZUUNDA DİYORSUNUZ Kİ MÜSLÜMANLAR KUANIN DİĞER ADINA FURKAN DİYOR ÖYLE BİLİYOR ASLINDA KURANDA FURKAN KURANIN ADI OLARAK GEÇMİYOR DEMİŞSİNİZ.BAŞKA BİR KONUYLA ALKALIDA VERDİĞİNİZ AYET ÖRNEĞİNDE SİZE YAZDIĞIM AYETTE FURKAN BİZZAT KURANA İTAF EDİYOR.BİR DİĞER YAZINIZDADA AYET ÇEVİRİSİ FARKLI. ŞİMDİ KURAN MEALLERİNİN ÇEVİRİSİNİ YAZACAĞIM SONRADA SİZİN YAZDIĞINIZ MEALİ.ALLAHI KAYIP KİTAPLARI ADLI YAZINIZDA YER VERDİĞİNİZ AYET.ALİ İMRAN 3-4 AYETLERİ.KURAN MEALİ.DAHA ÖNCE İNSANLAR İÇİN,HİDAYETE ERDİRİCİ OLARAK TEVRATI VE İNCİLİ İNDİRDİ.VE SONRADA FURKANI HAK İLE BATILI AYIRT EDEN KURANI İNDİRDİ.MUHAKKAK Kİ ONLAR,ALLAHIN AYETLERİNİ İNKAR ETTİLER.ONLAR İÇİN ŞİDDETLİ AZAP VARDIR.VE ALLAH AZİZDİR İNTİKAM SAHİBİDİR.
    SİZ SİTENİZDE AYNEN ŞÖYLE YAZMIŞSINIZ.SANA ÖNCEKİLERİ DOĞRULAYAN KİTABI BİR HAK İLE PARÇA PARÇA İNDİRDİ.VE TEVRATLA İNCİLİDE İNDİRMİŞTİ.DAHA ÖNCEDE HİDAYETE ERDİRİCİ FURKANIDA O İNDİRDİ.MUHAKKAK Kİ ONLAR,ALLAHIN AYETLERİNİ İNKAR ETTİLER.ONLAR İÇİN ŞİDDETLİ AZAP VARDIR.VE ALLAH AZİZDİR İNTİKAM SAHİBİDİR. ŞİMDİ SİZ BURADA FURKANI DAHA ÖNCEKİ KİTAP OLARAK YORUMLUYORSUNUZ OYSAKİ DİĞER MEALDE FURKAN KURAN OLARAK GÖRÜNÜYOR.DİĞER AYETTEDE AYNI TUHAFLIK VAR BUNA İSTİNADEN YALAN DEME GEREĞİ DUYDUM.BENİ BU KONUDA AYDINLATIRSANIZ SEVİNİRİM.

  21. Turan Sır dedi ki:

    HAYATIN MERKEZİ

    Bilgi bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.
    Düşünen herkese…

    VAROLUŞ

    Ezeli ve ebedi (başlangıcı ve sonu olmayan), varlığı kendinden olan Allah, bilinmeyi dilemiş; zamanı, evreni, melek, cin ve insanı yaratmıştır. Allah’ın yaratması; varlığı, yoklukta bırakmamak içindir ve tercihini yaratmaktan yana kullanmasının bir sonucudur. Bu ise Rahman ve Rahim isminin bir tecellisi olsa gerek. Allah; evreni, melek, cin ve insanı kendi ihtiyacı olduğu için, yani yaratmadığı takdirde kendi varlığını devam ettiremeyeceği için yaratmış değildir. Bu ihsanlar, her daim yaratmalar ve lütuflar olmasaydı, Allah’ın bu sıfatları belkide tecelli etmemiş olacaktı. Ama varlığı her daim hiç bir şeye ihtiyaç duymadan devam edecekti. Allah’ın varlığını kavrayabilecek potansiyelle yaratılan bilinçli varlıkların yaratılış sırası; önce melek, sonra cin, sonra insan şeklinde olmuştur. İnsanlar bir tür olarak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde eşzamanlı olarak çok sayıda yaratılmışlardır. Bu üç varlığın dışında varolan, evrendeki canlı ve cansız diğer bütün varlıklar, Allah’ın evrende varettiği eşyanın tabiatına (doğadaki yasalarına-kurallarına) uygun olarak hareket ederler, ancak bilinçli ve sorumlu varlıklar değillerdir. Yani bilinçli ve sorumlu olarak üç tür mevcuttur. Melek, cin, insan… Yaratılışta, insan türüne saygı göstermeyi reddeten, cin türünün kafir olanı yani şeytandır. İnsanın yaratılışından sonra şeytanlaşma temayülü insan türünde de oluşmuştur. Şeytan; kafir cin ve insandır. (114:6) Şeytan ayrı bir tür değil, (kafir) gerçeği örten özellikler gösteren cin ve insanın bu durumunu devam ettirdiği süre içindeki halidir. Şeytan diye ayrı ontolojik bir varlık türü yoktur. Şeytanlık bir sıfattır. Kötülüğü temsil eder. Vesvese ve kötü düşüncedir. İnsan ve cin özgür iradesiyle yaşar ve ölür. Yaşam boyu tercihleriyle ilgili cennet ya da cehenneme muhataptır. Evrende bulunan; insan, cin, hayvanlar ve bitkiler dahil bütün canlılar ölümlüdür. Ahirette bütün canlılar tekrar, dünyadaki bedenleri ile diriltilecek ve hesaplaşma olacaktır. Adaletli olan Allah; insan, cin, hayvanlar ve bitkilerden, canlı ve cansız bütün varlıklardan; yaşamları boyunca birbirlerine hakkı geçenlerin haklarını Ahirette teslim edecektir. Melekler ve kafir olarak ölen insan ve cin dışındaki bütün canlılar, bir daha ölmemek üzere cennette, dünyadaki bedenleri ile sonsuz yaşayacaktır. Ancak kafir (gerçeği örten) insanlar ve cinler ise, hayatları boyunca yapmadıkları iyiliklerin ve yaptıkları kötülüklerin bir sonucu olarak Allah’ın takdir ettiği uzun bir süre cehennemde azap gördükten sonra yokolmayı istemedikleri halde Allah onları ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandıracaktır. Kötülük (cehennem) biter, sonludur. Güzellik (cennet) süreklidir, sonsuzdur.

    Hayatı kurgulayan Allah, tabiki Mutlak Tercih hakkına sahiptir. Neden? Niçin? soruları O’nu bulmaya yönelik olmalı, benlikleri, nefisleri tatmin etmeye yönelik değil. Çünkü cin ve insanın, Allah’a ulaşmadan varlığını anlamlandırması mümkün değildir. Varoluşu Yaratıcıya bağlı. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yaratılış, Allah’ın bir ihtiyacından kaynaklanmıyor, belki Allah’ın sıfatlarının tecelli etmesinden kaynaklanıyor. Mutlak hikmeti ve herşeyin en doğrusunu şüphesiz Allah bilir. İlk ve son, iç ve dış Allah’tır ve Allah her şeyi bilir. (Allah alimdir)’’ (Hadid-3). “Allah gökleri ve yeri altı günde (altı zamanda-aşamada-evrede) yarattı. Sonra Allah, arşa istiva etti (arşı istila etti-kapsadı)” (Araf-54). Şu ayetle her şeyi kapladığını teyit etti. “Allah her şeyi muhittir (ihate etmiştir, kaplamıştır)” (Fussilet-54) . “(Sonra her şeyi yok edecek, Zatı baki kalacaktır) “(Kasas-88). Allahın zatı, alemlerden (Her şeyden, evrenden yaratıklardan ganidir, müstağnidir). Allah evren olmadan da vardır ve alidir-aşkındır. Allah sameddir. Varolmada ve varlığını devam ettirmede hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat yarattıkları evren ve içindekiler, var olmada ve varlığını devam ettirmede Allah’ın zatına muhtaçtırlar. Allah, ilk varın kendisi, son varın kendisi, dış varın kendisi ve iç varın kendisi olduğunu buyurmakta. (Zahir-batın Allah’tır) Sonra kendisinin, evreni yaratıp, kapsadığını ve evreni aşkın olup, sonsuz olduğunu vurgulamakta. Evvel- ahir ilk ve son Allah’tır. Her şeyi bilen Rab olduğunu ve her şeyi donattığını, eğittiğini, yönettiğini buyurmaktadır. Allah’ın dışındaki bütün varlıklar evrende zamana bağımlıdır. Zaman ise canlılığı tüketir. Ahirette ise cehennem yine zamana bağımlıdır ve sonludur. Ancak, zamana değil, Allah’ın varlığına bağımlı olan cennet sürekli ve sonsuzdur…

    Allah; kendi kudretinde, gizli iken bilinmeyi dileyip, zamanı, evreni, alemleri ve içindeki her şeyi yarattığını, daha dünyanın ötesinde gökleri olduğunu orada da soyut-gaybi nesneler olduğunu (melek-cin) gayb-gizli alemlerin de bulunduğunu, canlılığı/ruhu gayb aleminden insana, cine, kendi ruhundan vererek, onu bilmekli, düşünen, akleden, anlayışlı kıldığını bu suretle cinle ve insanla diyaloğu, zati ve sıfati ilişkisi bulunduğunu beyan etmektedir. Allah kendi kudretinde gizli iken, kendinden başka hiç kimse yok iken ve kendini kendinden başka bilen de yok iken, zatından zatına tecelli edip, önce arşı, arşın nurundan melek ve cin türünü yarattığını sonra, sırası ile örnekler alemini, güneşi, gezegenleri, yıldızları, sonra cisimler alemi olan yerküreyi güneşin hararetinin yoğunlaşması sonucu yarattığını, sonrada insan türünü yaratıp, Zati Nuru olan ruhunu/nefsini/canını verdiğini açıklamıştır. İnsan ve cinin ruhu/nefsi/canı/kişiliği; kendi bedeninden ayrı bir varlık değildir ve bedeniyle birlikte gelişir, olgunlaşır, tekamül eder. İnsan ve cin bedeniyle birlikte vardır. Uyanıkken ve uyurken hayal aleminde dolaşan ise insan ve cin beyninin ürünü olan düşüncedir. İnsan ve cin kainattaki/evrendeki/dünyadaki bedeniyle ahirette tekrar diriltilecektir. Allah; herşeyi kapladığını, aştığını, melekle-cinle-insanla konuştuğunu, kelam ettiğini, okumayı, yazmayı, dilleri öğrettiğini açıklamıştır… En büyük öğretici Allah’tır. Allah’ın kainatı ve içindekileri yaratma amacı ise kendisini göstermektir.

    “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Yazmayı öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5)

    İnsan ve cin, doğrudan bir etkileşim içerisinde kalmadan, O’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce tasdik’, ‘coşkularıyla ifade’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde sunmak’; nihayet, ‘O’nun kavranmaktan da yüce olduğunu kavramak’ üzere yaratılmıştır. Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, bu sevgisini ve özenini, bin bir ihsan ve rahmet yansımalarıyla ispat eden Allah’a karşı; ibadetleriyle bu sevgiye layık olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O’na yakınlaşmaya çalışmasıdır. Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, kendi benliğidir. İnsan ve cin, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları mümkün olmayan bir engeli de aşıp, melekleri insanın üstün özelliklerini kabul eder hale getirten o hakikate râm olacaktır ve Allah’a ulaşacaktır… Yani insan ve cin, böylece melek gibi ölümsüz hale gelebilecektir…
    DİN = KURAN = HAYAT

    Allah inanç sahiplerini inananlar olarak isimlendirmiştir. İnananlara birden fazla din değil, tek bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler hep aynı dini tebliğ etmiştir. İnsanlar ve cinler, inananlar ve inanmayanlar olarak sadece iki sınıfa ayrılır. Allah’ın gönderdiği dini hükümler hep aynıdır. İnananlar kendilerine gönderilen dine ve kitaplara gönderildikleri dönemlerde çeşitli isimler vermişlerdir. Bu isimlerin bir bağlayıcılığı yoktur. Hepsi aynı şeyi ifade eder. Allah’ın dini ve Allah’ın kitabı tektir. Din Kuran demektir, Kuran din demektir.

    Kutsal kitapların kelime kelime aynı olması değil, aynı emir ve yasakların bulunması esastır. Bugün Kuran’da bulunmayıp Tevrat, İncil vb. kitaplarda yer alan emir ve yasakların bir bağlayıcılığı yoktur. Bu kitaplara bu emir ve yasaklar sonradan inanırları tarafından eklenmiş ya da daha önce bu kitaplarda bulunan hükümler sonradan çıkarılmıştır. Tahrif edilmiştir. Zaten Kuran son olarak bu tahribatı düzeltmek için yeniden gönderilmiştir. İlk gönderilen Tevrat ve İncil gibi kitaplar da ilk hali itibariyle Kuran’dır.

    Peygamberlerin ilk gönderildikleri dönemlerde insanlar Haniflik, Hıristiyanlık, İsevilik, Musevilik, Muhammedilik, İslamiyet, Müslümanlık gibi sıfatlar kullanmışlar ve kullanmaya devam etmektedirler. Allah’ın, insanların ve cinlerin içlerinden kendisine inananları tanımlaması “inananlar” ve emir ve yasakları tanımlaması da “Kuran” (okunan, okunacak ayet) şeklindedir. Zaten bütün dinlerin emir ve yasakları Kuran’da mevcuttur. Kuran, bütün emir ve yasakların bir arada bulunduğu (toplanmış, kitaplaşmış) şeklidir. Kuran’da bulunmayan emir ve yasaklar diğer kutsal kitaplara sonradan tahrif edilerek girmiştir. İslam (müslümanlık) yeni bir din değildir. Allah’ın inananlara gönderdiği tek bir din vardır. Bu dinin adını, inanırlarının çeşitli isimlerle adlandırmış olmalarının bir önemi yoktur. İyi bir Hıristiyan, ya da iyi bir Musevi olmak isteyenler, erdemli olmak, Allaha ulaşmak isteyenler Kuran’a uymak suretiyle inananlardan olurlar. Emirler (ibadetler) vardır. Yasaklar (kötülükler) vardır. Allah koruyan (rahman) ve bağışlayan (rahim) olandır. Emirlerle sevap, yasaklarla günah yüklenir cin ve insan…

    Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok Müslümanı öldürmüşler ve Emevilerin başlattığı sapkınca halifelikle birlikte İslam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı din adamlarını seferber etmişlerdir. İslam dininin tek ve biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik din adamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini; Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhciklerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:29; 9:31; 16:52;39:2,11,14; 40:14,65; 42:21; 98:5). Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kuran’daki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur.

    Peygamberin okuma yazma bilmediği yalanından, onun insanların gözlerini kızgın çivilerle oyup çölde ölüme terkettiği iftirasına kadar… Taşla öldürme iftiralarından, Kuran’da nasih-mensuh ayetler bulunduğu şeklindeki melanete kadar… Aç bir keçinin yiyerek Kuran’dan çıkardığı taşlama ayetinden, halktan korktuğu için onu Kuran’a sokamayan hazrete kadar… Mezhepçiliğin kutsanmasından, şefaat mitolojilerine kadar… Hacerül esved denilen işaret taşının putlaştırılmasından, peygamber mezarının ziyaretinin faziletlerine kadar… Peygamberin sünnetli doğduğu yada sonradan sünnet olduğu yalanlarından, Peygamberin 30 erkeğin cinsel gücüne sahip oluşu hikayesine ve sahabenin savaş dönüşü kadınlarına koşarken orgazm oldukları uydurmalarına kadar… Aişe annemizin 53 yaşındaki Peygamberle evlenirken 19 yaşında bir ergen olduğu halde, 9 yaşında olduğu yalanından, Peygamberin bir gecede 9 kadınla cinsel ilişkide bulunduğu uydurmasına kadar… Peygamberin Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendikten sonra haftalarca şaşkın şaşkın dolaşmasından, açlıktan ötürü zırhını bir Yahudi’nin yanına bir kaç kilo arpa karşılığında rehin bırakmış olarak ölmesine kadar… Alimlerin icmasının dini kaynak oluşundan, sevadül azam yani büyük karaltı masallarına kadar… Miracta Allah ile namaz pazarlığı uydurmasından, ayın mucizevi bir biçimde yarılıp bir parçasının Ali’nin bahçesine düşmesine kadar… Dinden dönenin öldürülmesinden, namaz kılmayanın dövülmesi veya öldürülmesi gerektiğine kadar… Erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yanlış çıkarsamasından, hayızlı kadınların camiye girmemeleri ve Kuran’a el sürmemelerine kadar… Kadınları eşekler ve köpeklerle aynı kategoride değerlendirmekten, cehennemi kadınlarla doldurmaya kadar… Haremlik ve selamlık yoluyla kadınları hayattan soyutlamaktan, kadınları başörtüsü, peçe ve çarşafla örtüp kimliklerinden soymalarına kadar… Kuran’daki, kadınların göğüslerini örtmelerini emreden ayeti saptırarak, saçlarını örtmeleri emredildiği yalanına kadar. Erkeklere altın yüzük ve ipek elbisenin yasak/haram olduğu uydurmasından, kadınla erkeğin tokalaşmasının kötü görülmesine; erkekler için gümüş yüzük ve sakal bırakmanın dinin bir alameti gibi görülmesinden, müziğin, resmin ve satrancın haram edilişi yalanına kadar… Boşama haklarını gasbederek kadınları köleleştirmekten, erkeğin ağzından kazara çıkan bir kaç sözle aileleri dağıtmaya kadar… Zekatı senede bir kereye indirmekten, Haccı birkaç güne sıkıştırmaya kadar… Namazı üç vakitten beşe çıkarmaktan; sünnet, teravih ve bayram namazları uydurmaya kadar… Kurban kesmek yalanından ve hayvanlarla ilgili yüzlerce haramlar uydurmaktan, Kureyş’in yemek tercihlerinin dini ölçü kabul edilmesine kadar… Hilafetin Kureyş’in hakkı oluşundan, La ilahe illallah demedikçe insanları öldürmenin gerekliliğine kadar… Sakal bırakmanın ve sarık sarmanın faziletinden, kabak sevmemenin peygambere hakaret sayılmasına kadar… Peygambere uymanın hadis kitaplarına uymakla eş anlamlı oluşundan, hadislerin ayetleri iptal edebileceği küstahlığına kadar…

    İnsan ve cinin varlık iddiasında bulunması ve hurafelere sapması geçici ve mecazidir. İnsan ve cin ancak, acziyetinin farkına varıp yaratanına yöneldiğinde bilme duygusunu kavrayabilecek ve gerçeğe ulaşacaktır…
    Dini meslek edinen profesyonel din adamları, insanları Kuran’dan uzaklaştırmak için Kuran’ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran’ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiği yalanına kananlar, Kuran‘ı öğrenmeye vakit bulamadılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran’ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah’ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran’ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

    Muhammed Peygamberin biricik şikayetinin halkının Kuran’dan uzaklaşması hakkında olması çok ilginç (25:30). Buna rağmen, son Peygamberin halkı, daha hicri birinci yüzyılda hadis üretim fabrikaları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran’ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üzerinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu sapkınca tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin karması bir din haline dönüştürüldü.

    Peygambere yakıştırılan yalanların Hadis ve Sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111; 31:6; 33:53;45:6; 52:34; 66:3). Sünnet (yasa) kelimesi de sürekli “Allah’ın sünneti (sünnetullah)” olarak tanımlanır (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Dahası, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 70:18; 104:2; 3:173; 3:157;10:58; 43:32; 26:38; 12:15;10:71; 20:64; 17:88; 22:73; 54:45; 28:78; 7:48; 26:39; 26:56; 54:44…).

    Kuran’ı yeterli görmeyen inkarcılar, Tanrı tarafından Kuran’ı anlamaktan engellenmişlerdir (17:45; 18:57). Çok ilginçtir ki, Kuran’ı kaynak olarak yeterli görmeyenler Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ayetlerin bizzat kendilerini anlamamışlardır. Nitekim, 7:3; 17:46; 41:44; 56:79 ayetleri, hem-tez-hem-kanıt olan özgün bir dille kanıtı tezin içine gömen birer sanat eseridir. Hemen hemen tüm Kuran ciltlerinin arka kapağında Arapça üç ayet yer alır. Elinizdeki Kuran’a bakarsanız büyük olasılıkla 56:77-79 ayetlerinin yazıldığını göreceksiniz. Bütün Kuran’ın içinden neden bu ayetler icma ile seçiliyor merak ettiniz mi? Neden, ellinin üzerindeki isim-sıfatı arasından sadece bir kez burada geçen Kerim (Şerefli/Yüce) seçiliyor? Neden Kuran için sıkça kullanılan Zikr (Mesaj), Hakim (Hikmetli), Mübin (Apaçık), Nur (Işık) gibi kelimeler değil de bu ayette geçen Kerim? Neden bu ayet? Neden örneğin, Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu üst üste dört kez vurgulayan ayet değil (54:17,22,32, 40)? Veya neden 12:111; 15:1; 17:9; 17:88; 17:89; 30:58; 41:3; 55:2… ayetlerinden biri değil? Mesajın “dirileri” uyarmak için gönderildiğini bildiren biricik ayeti içeren Yasin suresini, inadına ölülere hasredenlerin niyetlerinden kuşkulanmaya hakkımız var (36:70). Kuran’ın bilgisine sahip olanlarınız bu sorunun cevabını iyi bilirler: Müşrik din adamları, bu üç ayeti (56:77-79) icma ile anlamamışlar ve anlamadıkları biçimiyle onların halkın büyük çoğunluğunu Kuran’dan uzaklaştırabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim onlar bu ayetlerin anlamını, abdestsiz olanların Kuran’a dokunmamaları olarak çarpıtırlar. Hayızlı kadınları pis olarak değerlendirdiklerini de düşünürsek, anlamı icma ile çarpıtılmış bir ayeti en popüler ayet ve o ayette geçen Kerim kelimesini en popüler sıfat haline getirmelerinin şeytanca bir melanetin ürünü olduğu anlaşılır. Kuran’ın bir cep kitabı, bir başucu kitabı olmasını engellemek, Kuran’ı rafa kaldırmak ve duvara çivilemek amacını güden plan ne yazık ki büyük oranda başarıya ulaşmıştır. Kuran, bir tren gibi, yüksek voltajlı bir trafo veya cin gibi çarpacak tehlikeli bir nesneye çevrilmiştir. Kuran, anlaşılması çok zor, dokunulması tehlikeli, ve ulaşılması imkansız yüce bir kitap olunca, hoşgelsin hadisler, sünnetler, mezhepler ve din ticareti yapan parazitler.

    Kuranın dışındaki din adına ortada duran bütün kaynaklardaki bilgiler Kuranın aydınlığına muhtaç ham bilgilerdir. Hadis, sünnet adıyla Peygamber sözü ya da uygulaması olduğu iddia edilen sözler ve uygulamalar da olsa bu böyledir. Ki hiç bir sözün veya uygulamanın peygamber sözü veya peygamber uygulaması olduğu ispatlanamaz. Tarihsel olarak bu mümkün değildir. İletişimin ve kayıt sistemlerinin bu kadar yaygınlaştığı günümüzde bile bir kaç yıl önce bir insanın söylediği sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığı bile tartışılabilirken, peygamberin ölümünden bir asır sonra yazılan hadis kitaplarından peygamber sözleri veya uygulamaları hakkında gerçeğe uygun bilgi elde edilemez. Şüphesiz, Allah bize bilginin tek kaynağının Kuran olduğunu bildirerek düşünüp öğüt alanlar için bu durumu açıkça vurgular. Bilgiye sınır konulamaz. Evrende varolan bütün bilgilerin kaynağı ise Kuran’dır…

    Allah’ın yol gösterdiği akıl sahipleri, kaynak bilginin en güzeli olan Kuran’a uyarlar. (39:18)

    Din adına uydurulan inanç ve uygulamalardaki çelişkiler; rivayetlerden (hadis, sünnet, içtihat, icma gibi kaynak kabul edilen rivayetlerden) kaynaklanmaktadır. Oysa Allah’ın tek dininin tek kaynağı sadece Kuran’dır. Kuran’ın kendisinde çelişki bulunmaz. Çelişki zannedilen hususlar yanlış anlaşılmalardan ve yanlış Kuran meallerinden, tefsirlerinden kaynaklanmaktadır. Din adına Kuran’a dayanmayan, fakat İslam’ın bir emri ya da tavsiyesi zannedilen konulara örnek olarak, erkek çocukların sünnet ettirilmesi bidatını (kötü geleneğini) hemde sünnet adı altında dine sonradan sokulmuş, insan fıtratını bozan sağlıksız bir adet olarak görmekteyiz.

    Erkek çocukların sünnet ettirilmesi, erkek çocuklara yapılan en büyük kötülüktür ve fıtratı (yaratılışı) bozmak, değiştirmektir. Allah’ın böyle bir emri yoktur. Cahili bir adettir. Erken boşalmanın ve ereksiyon kaybının en önemli sebebi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Zaten bu geleneğin ortaya çıkması ve yapılış amacına bakılırsa cinsel isteği azaltmayı ve ruhbanlaşmayı artırmayı amaçlayan Yahudi ırkına mensup insanların geleneğinden kaynaklandığı bilinen bir gerçekliktir. Oysa cinsel isteğin azaltılması değil, meşru bir şekilde tatmin edilmesi fıtratın gereğidir. Bu kötü geleneğin, Yahudilik diye de adlandırılan Musevilik inancıyla da bir ilgisi yoktur.
    Kötü bir gelenek olan bu işlem Musevilik dininin bir gereğiymiş ve Allah’ın bir emriymiş gibi önce uydurma rivayetlerle Tevrata eklenerek Musevilik dinine sokulmuş daha sonra da Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde Müslümanmış gibi görünen bazı münafık Yahudiler tarafından deşifre olmamaları için İslam dinine yine uydurma rivayetler yoluyla hem de sünnet adı altında şeytani bir akıl oyunuyla sokulmuştur. Münafık bazı Yahudiler şekil itibariyle Müslümanmış gibi görünebilmekte ancak Musevilik dininin bir emri haline getirdikleri bu gelenekleri gereği sünnetli oldukları için (Müslümanlar da sünnetsiz oldukları için) deşifre oluyorlar ve münafıklıkları kolayca ortaya çıkıyordu. Bu çirkin geleneği Müslümanlar arasında da yaygınlaştırarak böylece münafıklıklarını gizlediler.

    Erkek çocukları sünnet ettirme geleneğinin Musevilik veya Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur. Kuran’da erkek çocukların sünnet edilmesi diye bir emir bulunmamaktadır. Allaha ve Kuran’a inananların; bütün hayatlarını olumsuz etkileyen en büyük kötülük olan bu işlemden kendilerini ve çocuklarını korumaları, Allah’ın verdiği aklın kullanılmasının gereğidir. Allah’a inananlar çocuklarını sünnet ettirmezler. Kendilerinin rızası olmadan sünnet ettirilmiş olanların ve bilmeden çocuklarını sünnet ettirmiş olanların durumu ise Allah’a kalmıştır…

    “Hiç kimse Allah’ın verdiği bilgiyi ve aklını kullanmadan inanamaz ve Allah akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.” (Kuran-ı Kerim 10-Yunus Suresi 100. Ayet)

    Günümüz Müslümanlarının bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed Peygamberin bildirdiği İslam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, mehdiler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırkai şerifler, sakalı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini Allah’ın doğadaki ayetleriyle çelişen, karmaşık ve yaşanmaz bir dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik din adamları ve onları kullanan politikacılardır.

    Maalesef, bugün müslümanlık iddiasında olanların büyük çoğunluğu, Muhammed Peygamberin tebliğ ettiği din yerine onun baş düşmanları olan Ebu Cehil’in ve Ebu Leheb’in savunduğu şirk ve cehalet dinini izlemektedirler. Ne var ki Allah’ın verdiği söz gelmiş ve yüzyıllardır anlaşılmaz ve yetersiz diye damgalanarak köşeye atılan Kuran’ın mesajı karanlıkları dağıtmaya başlatmıştır. Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel din adamları ve onların kör izleyicileri büyük gürültüler koparsalar da Allah nurunu devam ettirmektedir. Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.

    “Bu Kuran senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de yasasıdır. Sen bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın.” (Kuran’ı Kerim 17-İsra Suresi 77. Ayet)

    KURAN SOY BİR KİTAPTIR

    Kuran 24 ayar altına benzer. Sahtekarlar altına teneke yapıştırsalar da, hatta altın rengine boyasalar da, altının özelliklerini bilen bir sarraf altını tenekeden rahatlıkla ayırabilir. Demek ki soy metal olan altın, kimyasal yapısıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur. Aynı şekilde soy ve son kitap olan Kuran, asal bir sayı olan 19 sayısı üzerine kurulu matematiksel bir yapıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur (74:30). Mesajını böylesine mükemmel ve otomatik bir iç savunma sistemine sahip kılan Tanrı çok yücedir!

    Kuran’daki toplam ayet sayısıyla ilgili olarak; Kuran hakkında önemli bir bilgiye sahip olmayan bir Müslüman’a sorarsanız büyük olasılıkla 6.666 sayısını cevap olarak alacaksınız. Ne var ki, bu sayı Zamehşeri adında bir hikayecinin uydurduğu hoş bir sayıdan ibarettir. Altılardan oluşan bu sayı kolayca akılda kaldığı için popüler olmuştur. Fakat elinizdeki Kuran’dan dikkatle sayarsanız, sonucun farklı olduğunu göreceksiniz. Kuran nüshalarında 6.236 ayet bulunduğuna tanık olacaksınız. Bu sayıya Fatiha Suresinin (İlk Sure) başındaki ve Karınca (Neml) Suresinin (27. Sure) içinde geçen Besmeleler dahildir. Bağımsız birer ayet olarak numaralanmadıkları halde Kuran’ın yapısına dahil olan Sure başlarındaki diğer 112 Besmele’yi de eklediğinizde bu sayı 6.348 olur. Ültimatom (Barae, Tevbe) (9. Sure) suresinin sonuna eklenen, ancak Kuran’ın koruma sistemi tarafından dışlanan 2 “ayeti” bu sayıdan çıkardığımız vakit Kuran’da Besmelelerle birlikte tam 6.346 ayet olduğunu görürüz. Bu sayı, Kuran’ın diğer birçok elementi gibi 19 sayısının tam katıdır. Kısacası, 6.234 adet bağımsız ayet içeren Kuran, tekrarlanan Besmelelerle birlikte toplam 6.346 ayete sahiptir.

    İSLAM MUHAMMED PEYGAMBERLE BAŞLAMADI

    İslam özel bir isim olmayıp Tanrı’ya teslimiyet anlamına gelir. Tüm elçiler ve inananlar islam ve müslüman kelimelerinin kendi dillerindeki karşılıklarını, kendi inançlarını tanımlamak için kullanmışlardır (2:131; 7:126; 10:72; 22:78; 27:31,42; 28:53; 72:14). Nitekim, Tanrı yanında makbul biricik din İslam’dır, yani Allah’a teslimiyettir (3:19). Bir çok sözde müslüman, “(Allah’ın buyurduğu gibi) Kuran, tam ve detaylı ise namazların rekatlerini Kuran’ın neresinde bulabiliriz?” diye Tanrı’ya meydan okumaktadır. İslam’ın tüm pratiklerinin Kuran’ın vahyinden çok önce ortaya konmuş olduğunu yine Kuran’dan öğrenmekteyiz (8:35; 9:54; 16:123; 21:73; 22:27; 28:27). İbrahim Peygamber ve tüm elçiler namazı gözetiyorlar, zekatı veriyorlar, oruç tutuyorlar ve hac ediyorlardı (2:43; 3:43; 11:87; 19:31,59; 20:14; 28:27; 31:17). Mekke müşrikleri ise rivayetlerin ileri sürdüğü gibi heykellere tapmıyorlardı; Allah’ın kutsal kulları olduklarına inandıkları Lat, Uzza, Menat gibi isimlerden şefaat bekledikleri (53:19-23; 39:3) ve Allah adına haramlar ve farzlar uydurdukları için müşrik olarak tanımlanmışlardır (6:145-150).
    Mekke putperestleriyle olan benzerliği ortadan kaldırmak için rivayetler uyduranlar, uydurdukları heykel tasvirlerindeki çelişkileri ile aslında yalanlarını ele vermektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde onların heykellere taptıkları, Muhammed Peygamberin heykelleri kırdığı v.s. bildirilmemektedir. Aksine, Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim Peygamberi izleyen ve Tek Tanrı’ya inanan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz (6:23; 39:3). Nitekim onlar, İbrahim Peygamberin hatırası olan Kabe’ye saygı gösteriyorlar (9:19), namaz, oruç ve haccı bazı tahrifatlarla da olsa uyguluyorlar, (2:183,199; 8:35; 9:54; 107:4-6), zekatı bildikleri halde gereği gibi yerine getirmiyorlardı (53:34). Zekat, gelirin ihtiyaçtan fazla olan bölümünü (2:219) geciktirmeden (6:141) ihtiyaç sahiplerine ve Allah yoluna (9:60) gizli veya açık olarak (2:274) verme yükümlülüğüdür (51:19).
    İslam özel isim değildir; kök olarak teslimiyet/barış anlamına gelir. İbrahim Peygamberle tekrar yenilenen (4:125; 22:78) ve tüm peygamberler ve elçiler tarafından iletilen ilahi sistem Allah tarafından bu kelimeyle tanımlanır (5:111; 10:72; 98:5). Yalnızca Allah’a teslim olmaktır (2:112,131; 4:125; 6:71; 22:34; 40:66). Yaratılışımızdaki sistemdir (30:30). Doğa ile uyumlu evrensel ilkeler sistemidir (3:83; 33:30; 35:43). Yalnızca öznel deneyimler değil nesnel kanıtları da ister (3:86; 2:111; 21:24; 74:30). Bir savın doğruluğunu kabul etmek için kalabalıklara veya duygulara değil aklın ölçüsüne başvurmamızı bekler (17:36; 4:174; 8:42; 10:100; 11:17; 74:30-31). Bilgi, eğitim, ve öğrenime önem verir (35:28; 4:162; 9:122; 22:54; 27:40; 29:44,49). İnsanın yeryüzündeki yaratılışını bilimsel olarak araştırmamızı öğütler (29:20).

    “KURAN’A GÖRE NASIL NAMAZ KILABİLİRİZ?”
    Kuran’daki 16:123 ayeti, bütün peygamberlerin ve İbrahim Peygamberin pratiklerinin Muhammed Peygamber tarafından da izlendiğini bildirir. Kuran, ilk insandan bu yana herkes tarafından bilinen bir ibadet olan namazla ilgili olarak yapılan tahrifatları ve eklenilen bidatleri düzeltmiştir. Kuran’da namazla ilgili ayetleri topluca incelendiğinde, Kuran’ın namazı tüm gerekli detaylarıyla bildirdiği görülür. Üstelik, Kuran’daki namaz hakkındaki detaylı bilgi hadis kitaplarında yapılan namaz tarifinden çok daha üstündür. Ne Kuran ne de hadis kitapları peygamberlerin ve eski ümmetlerin nasıl namaz kıldığını gösteren resimler ve video klipleri içermemektedir. Hem Kuran ve hem hadis kitapları namazı kelimelerle tarif eder. Şimdi bu tarifleri üç maddede karşılaştıralım:
    1. Kuran’ın dili hadis rivayetlerde kullanılan dilden daha üstündür. Hadis rivayetleri, farklı lehçeler, kronik ve endemik gramer hataları içermektedir. Kuran’ın dili genel olarak sadedir. Kuran’ın bu özelliği ayetlerle vurgulanır ve Kuran’ı inceleyen inananlarca teslim edilir (11:1; 54:17,22,32,40). Hayatın merkezi Kuran’dır. Peygamberler ve inananlar yaşayan Kuran’dır.
    2. Hadis kitapları çok daha fazla detay içermektedirler. Ancak bu detaylar Allah’ın gerekli gördüğü ve elçisinin öğrettiği detaylar mı? Bu detaylar Kuran ile uyumlu mu? Bu detaylar arasında çelişkilere ne demeli? Hadis kitaplarında namazın detaylarıyla ilgili düzinelerce çelişkiden hangisini seçeceğiz? Babamızın üzerinde bulunduğu mezhebin imamının seçtiğini mi seçmeli? Örneğin, Sahih-i Müslim’de Peygamberin Fatiha okuduktan sonra rükuya vardığını, yani eğildiğini bildiren birçok hadis rivayeti var. Ancak, bir başka hadis kitabında Muhammed Peygamberin falanca veya filanca sureyi zammettiği rivayet edilir. Abdestin alınması ve bozulması hakkında çelişkili bir sürü hadis, mezhepler arasındaki ihtilaflara katkıda bulunmuştur. Elleri salmalı mı bağlamalı mı? Bağlayınca göbek üzerinde mi yoksa kalp üzerinde mi tutmalı? Tekbir getirirken elleri ne kadar kaldırmalı? Ayak parmaklarını nasıl tutmalı? Şehadeti söylerken işaret parmağını ne yapmalı? Ağzı nasıl misvaklamalı? Cemaatle kılarken omuzları ne kadar sürtüşmeli? Kılarken önündekinin ensesine mi yoksa yere mi bakmalı yoksa gözleri tümüyle mi kapamalı? Akşamdan sonra kaç rekat sünnet kılmalı? Öğle namazından sonraki iki rekat sünnet mi, vacip mi, müstehap mı? Abdesti alırken sağdan başlamak ne kadar önemli? Kafaya sarık sarmak mı yoksa takke takmak mı daha sevap? Tuvalete girerken ne demeli ve hangi ayakla girmeli?… Hadis kitaplarında namaz konusunda rivayet edilen çelişkili “detayları” Allah’ın kelamındaki detaylara eklemek doğruya iletmez; olsa olsa kıldan tüyden, parmaktan tırnaktan bir sürü gereksiz detayla meşgul ederek namazın asıl amacını kaybettirir bize.
    3. Hadis kitapları namazın vakitleri konusunda garip bir hikaye anlatırlar. Buhari’deki en uzun hadislerden biri olan “miraç” rivayeti ünlüdür. Beş vakit namazın aslında az bile olduğunu vurgulayan, ama bu arada Allah’a hakaretler yağdıran ve Muhammed Peygamberi düşünemeyen birisi olarak tanıtan bir rivayet! Rivayete göre, acayip bir ata binerek göğe yükselen Muhammed Peygamber, altıncı gökte ikamet eden Musa Peygamberden akıl alarak, altıncı gök ile yedinci gök arasında mekik dokuyarak, Allah ile büyük bir pazarlık sonucunda günde 50 vakit (her 28 dakika için bir vakit) emredilen namazları 5 vakte indirmiş. Hesap-kitap bilmeyen ve kullarına karşı acımasız olan bir tanrı ile cesaretle pazarlık yapan ve ümmetini bu büyük felaketten kurtaran bir kurtarıcı olarak olarak sunulmak istenir Muhammed Peygamber. Tabii, onun bu basit hesabı bilebilmesi için, sürekli olarak Musa Peygamberden akıl alması gerektiği de… 5 vakit namaz uygulamasında bile namazların giriş-çıkış zamanları arasındaki vaktin kısa olması hayatın olağan akışı içinde uygulaması güçlüklere yol açmaktadır. Kuran, kuşkusuz böyle hikayeleri içermez. Bilginin kaynağı Kuran’dır ve Kuran’a yönelen de Allah’a ulaşır.
    Dini sadece Allah’a özgülemeye çağrıldıkları, Kuran’ın dışında izledikleri öğretilerdeki çelişkiler ve hurafeler sergilendiği vakit, Sünnilerin ve Şiilerin koro halinde: “Hadisleri, sünneti, mezhep imamlarının ictihadlarını Kuran’a eş koşmasak nasıl namaz kılabiliriz?” diye mazeret ve soru yönelttikleri bilinen ve sürekli tekrarlanan bir durum. Bu soruyu samimiyetle soranlar varsa, onlara bir müjdemiz var: Namaz kılabilme uğruna onca çelişkiyi ve hurafeyi din edinmenize ve şirk çamurunda boğulmanıza gerek yok artık; Kuran sorunuzun cevabını vermekte ve namazın nasıl kılınacağını detayıyla bildirmektedir. Gerçeğe ulaşmada ise hiçbir mazeret asla başarının yerini tutamaz.
    Sadece Kuran’ı izlersek mezhep kitaplarının tarif ettiği namazın gerçeğini bulabiliriz. Namaz uygulamalarında mezhepler tarafından ilave edilen hususları ve eksik bırakılan yönleri tespit edebiliriz. Kuran’dan Allah’ın emrettiği, elçilerinin ve müminlerin kıldığı namazı tüm detaylarıyla öğrenebiliriz. Kuran’a yöneleni Allah mahcup etmez. Mutlak başarıya ulaştırır.
    Namaz kılmak mutluluktur. Namaz hayatın/dinin direğidir. Hayatımızda namaz yoksa her şey boştur. Hayatın merkezinde namaz vardır. Namaz Allah ile konuşmaktır. Kalp gözü açılanlar, namaz kılmanın ne kadar büyük bir mutluluk olduğunu bilirler. Düşünün ki; karşınızda bir duvar var. Ama Allahû Teâlâ size o duvarı göstermiyor, duvar yok. Önünüzde âlemleri açmış Allahû Teâlâ. Dilediğini kalp gözünüzle gösteriyor. Baş gözleriniz açık olsa da açık olmasa da netice değişmez. Kalp gözünüzle görürsünüz. Bu sebebe dayalı olarak kalp gözü açık olanlar, baş gözleri kapalı namaz kılarlar. Kapalı olarak kılmaları da bazılarını rahatsız eder. Bazıları aralarında kaideler koyarlar. “Namaz kılarken gözler kapanmaz.” diye. Bu kural Allah’ın emrine uygun değildir. Kalp gözü açık olanlar, dış dünya ile ilişkilerini minimuma indirmek amacıyla gözlerini kapatabilirler. Allah’ın size göstereceği şeyi görebilmek için gözlerinizi özellikle kapatın ki; manzarayı bozan bir negatif faktör oluşarak dikkatiniz dağılmasın. Bütün kâinat önünüzde açıktır. Bütün kâinat; yerler, gökler… Allah’ın gösterdiklerini birer birer görürsünüz.
    Eğer Allahû Teâlâ kalp gözünüzü açmışsa, size bu dünyada görmek mümkün olmayan güzellikleri gösteriyorsa, o zaman namaz kılmak bir mutluluktur. Namaz boyunca Allahû Teâlâ size kalp gözünüzle neyi isterse onu gösterir. Son bilmece, Allah’ı görmektir. Bir gün Allah’a ulaşacaksınız. İradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz ve Allah’ın Zat’ını göreceksiniz. Allah’ı dünyada görebilmek inananlar için imkansız değildir…
    Allah yoktan varedendir. Allah sürekli yaratandır ve yokedendir, herşeye hakimdir ve Allah için imkansız yoktur. Allah her şeye kadirdir ve Allah için herşey mümkündür. Allah dilediğine/dileyene, dilediğini verendir…

    Eğer siz Allah’ı gereği gibi tanımış olsaydınız, sular üzerinde gezerdiniz ve duanız sayesinde dağlar yerinden oynardı…

    NAMAZ VE VAKİTLERİ

    • Sabah Namazı, Öğlen Namazı, Akşam Namazı olmak üzere bir günde üç vakit namaz kılmayı Allah bütün inananlar üzerine farz kılmıştır.

    • Cuma Namazı olarak bilinen, Cuma günü kılınan Öğlen Namazının cemaatle kılınması gerekir. Diğer zamanlarda namazlar cemaatle veya yalnız kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazlarına bu namazların kendi isimleriyle niyet edilir ve ancak kendi vakitlerinde kılınır. Vakti geçtikten sonra kaza namazı adı altında bu namazların kılınması söz konusu değildir. Allah’ın tanımladığı namaz kendi isimleriyle Kuran’da belirtilen Fecr-Vusta-İşa Namazlarıdır ve birinin vaktinin girmesiyle diğerinin vakti sona erer. Allah’ın iki bağımsız ayette 3 vakit namazı tanımlaması da vakitlerin başlama ve sona erme zamanlarının belirtilmesi amacıyladır. Önce Sabah ve Akşam namazları bir ayette (11:114) tanımlanmış, sonra başka bir ayette (2:238) orta namaz tanımlanmak suretiyle vakitlerin giriş-çıkış zamanları vurgulanmıştır. Yani bir günlük süre 3 ayrı namazın vaktinin bulunduğu zaman dilimine ayrılmıştır. İmsak-Öğlen arasındaki zamana sabah, Öğlen-Akşam arasındaki zamana Öğlen, Akşam-İmsak arasındaki zamana Akşam tanımlaması yapılmış ve namazların bu geniş zaman dilimlerinde kılınması emredilmiştir. Kuran’da namazla ilgili geçen diğer bütün ayetler de hep bu üç vakitle ilgilidir. Kuran’da sabah-öğlen-akşam namazı dışında herhangi bir namazdan bahsedilmez.

    • Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd adıyla bilinen diğer bütün farz olmayan ve sevap amaçlı kılınan nafile (serbest) namazlar kılınırken “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” diye niyet edilir. Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazını kılmaya diye veya başka isimler altında niyet edilmez.

    • Allah rızası için, farz namazlar öncesi ve sonrasında ya da diğer zamanlarda her zaman namaz kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazları dahil bütün namazlar için rekat sayısında bir sınırlama bulunmamaktadır. Ancak namaz en az 2 rekat olarak ikame edilebilmektedir. Bütün namazlar 2-3-4 rekat olarak kılınabilir. Allah’ın namazla ilgi farz olan emri Sabah 2 rekat, Öğlen 2 rekat, Akşam 2 rekat olmak üzere bir günde üç vakitte 6 rekat namaz kılınmasıdır. İlave kılınan kısımlar/rekatlar ilave sevap amacıyladır.

    • Namaz Allah tarafından çok sevilen ve değer verilen bir ibadet olduğu için; farz ve diğer namazların 2 rekattan fazla olarak 3 veya 4 rekat kılınması, farz namazlardan önce veya sonra ayrıca nafile (serbest) namaz kılınması ilave sevap kazanılması amacıyladır. Normal zamanlarda 3 veya 4 rekat olarak kılınan farz namazlar ve sevap amaçlı kılınan diğer namazlar, her türlü ihtiyaç halinde, (yolculuklarda, sıkışık zamanlarda vb.) 2 rekat olarak da kılınabilir. Nitekim Cuma günleri öğlen namazı 2 rekat olarak kılınmaktadır. Cuma namazı diye ayrı bir namaz bulunmamaktadır. Cuma günü cuma namazı diye 2 rekat olarak cemaatle kılınan namaz öğlen namazıdır ve öğlen namazı olarak niyet edilerek kılınmalıdır.

    SABAH (FECR) NAMAZI

    • İmsak ile Öğlen arasındaki vaktin tamamı Sabah Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 2 rekat namaz kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Sabah Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat Sabah (Fecr) Namazı kılınır.

    ÖĞLEN (VUSTA) NAMAZI

    • Öğlen ile Akşam arasındaki vaktin tamamı Öğlen Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Öğlen Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 4 rekat Öğlen (Vusta) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    AKŞAM (İŞA) NAMAZI

    • Akşam ile İmsak arasındaki vaktin tamamı Akşam Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Akşam Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 3 rekat Akşam (İşa) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    NAMAZIN AMACI
    Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkor (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).

    VAKİTLER

    Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah (Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) güneşin göğün ortasından sarkmaya başlamasından akşama kadar kılınması gereken Orta (Vusta: 2:238; 17:78) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

    Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır. İkindiyi anlattığı zannedilen ayetler öğleni, yatsıyı anlattığı zannedilen ayetler akşamı anlatır. Kuran’dan ve bütün peygamberlerin uygulamalarından bu üç vaktin dışında bir namaz vakti çıkmaz.

    1. Salat-el Fecr : Sabah Namazı (11:114; 24:58)

    2. Salat-el İşa : Akşam Namazı (11:114; 17:78; 24:58; 38:32)

    3. Salat-el Vusta : Orta Namaz (2:238; 17:78)
    Kuran’da Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. Kuran’da geçen namaz ayetlerinin tamamını topluca değerlendirdiğimizde Orta Namaz olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğle namazı olduğunu rahatlıkla bulabiliriz. Gecenin uyumamız için yaratıldığını (78:10-11) ve gece ortasında kalkıp Allah’ı anmanın üzerimize farz kılınmadığını (73:20) ve Cuma günü kılınan öğlen namazının günün ortasında kılınmasının emredildiğini (62:9-11) düşündüğümüzde “orta” namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğlen namazı olduğunu anlarız.
    Tevrat da bu anlayışı destekler. İbrahim Peygamberin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin ve bütün peygamberlerin namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine tam olarak güvenilememekle birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulunan bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğu olasılığı zayıftır. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlılığı dikkat çekicidir. (Bak: 1 Samuel 20:41; Zebur 55:16-17; Daniel 6:10).
    Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu kara dumanların izini mezhepler tarihinde görebilirsiniz. Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal?
    CUMA GÜNÜ KILINAN ÖĞLEN NAMAZI
    Kadın-erkek tüm inananlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğlen namazına açık bir duyuru ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). Duyuru Allah’ı anmaya bir çağırı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli.
    Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiç bir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).
    CENAZE NAMAZI / DUASI
    Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).
    ABDEST
    Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). Yüzler, eller yıkanır, başlar meshedilir, ayaklar da topuklara kadar. Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçiminde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). Böylece, duruma ve iklime göre bize serbesti tanınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; Kanamak, kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz (5:6; 2:222). Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak eller ve yüz meshedilir (5:6).
    GİYİM
    Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri dilerse şortla çıplak olarak namaz kılabilir. Allah bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz. Adem ve Havva’nın cennetteki tavırları (çıplaklıklarını saklamaya çalışmaları), kurallara uymayarak bedenlendikleri için, suçluluk psikolojisiyle gösterdikleri bir refleksti. Aradan milyonlarca yıl geçmiş ve bu suç herkese ayan beyan olmuştur!
    Ayrıca, örtü olarak kullanılan pamuk, yün, naylon gibi nesnelerin çıplak vücutları meleklerden gizleyeceği biçimindeki yaygın inanış da temelsiz. Bizim çıplak vücudumuz meleklerin umurunda bile olmaz. Kaldı ki, banyolardan veya yatak odalarından melekler kaçmaz.
    Onlar her an bizim hizmetimizdedirler ve yaptıklarımızı her an kaydetmektedirler. Ayrıca, namazda muhatabımız melekler değil, Allah’tır. Örtünme toplumsal bir gereksinme olup kişiyi cinsel ve duygusal ilişkilerde diğerlerinden koruma amacını güder. (7:26,31; 24:31; 33:59).

    KIBLE
    Namaz için İbrahim Peygamberin yeniden kurduğu Kutsal Mescide yani Kabeye yönelmeli (2:125, 143-150; 22:26). Yolculuk anında kıbleye dönme koşulu ihmal edilebilir (2:115).
    REKAT SAYISI
    Kuran namaz için belli bir rekat sayısı bildirmeyerek serbest bırakıyor. Normal koşullarda Rekatlerin minimum 2 rekat olduğu tartışılabilir (4:101-103). Cuma günü kılınan öğlen namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına ekleme yapılamamıştır. Cuma günü kılınan öğlen namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramış olabilir. Namazın kaç rekat kılınacağı kişinin durumuna ve koşullara bağlıdır. Toplu namazlarda namazı iki rekatle sınırlandırmak daha uygundur.
    MEKANİĞİ

    Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (ruku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).

    OKUMA

    Namazda okuduğumuz sure ve duaların anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (sure ve duaların anlamlarını öğrenmeliyiz) (4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, düşünmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli, tevbe etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). Fatiha suresinden sonra ilave olarak ayrıca bir sure daha okunabilir. Namazlarda sure ve duaları orta bir sesle okumalı. Sure başlarındaki besmeleler okunmalı, namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:111). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu sure ve dua dinlenmeli (7:204; 17:111). Otururken “Tahiyyat-Salli-Barik” denilen duaları okumamalı; zira bu dualar Muhammed Peygamber sanki herşey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla bir şey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şehadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir. Namazda otururken Kunut Dualarını ve Rabbena duasını okumak, Tahiyyat-Salli-Barik dualarını okumaktan anlam itibariyle daha uygundur.

    NAMAZ SONRASI

    Namazları oruç gibi kazaya bırakmak ve sonradan kaza namazı olarak kılmak diye bir şey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).

    BİDATLER (EKLEMELER-ÇIKARMALAR)

    Öğlen namazı, ikindi namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Aynı şekilde akşam namazı da yatsı namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Kuran’da ikindi ve yatsı vakti geçmez. Günün tam ortasından başlayıp güneş batıncaya kadar devam eden ve ikindi diye bilinen öğlenden sonraki akşamdan önceki zamanı da kapsayan zaman dilimine Öğlen denilmektedir. Aynı şekilde güneş battıktan sonra, yatsı denilen zamanı da kapsayacak şekilde güneşin doğmasına, yani imsak vaktine kadar geçen zaman dilimine akşam denilmektedir. Zaten ikindi denilen zaman dilimi öğlenin son vakitleri, yatsı denilen zaman dilimi de akşamın son vakitleridir. Ayrı bir zaman dilimi değildir. Kuran’dan ikindi diye anlaşılan namaz aslında öğlen namazıdır. Yine aynı şekilde Kuran’dan yatsı diye anlaşılan namaz akşam namazıdır. Kuran dikkatle incelendiğinde bu sonuca varıldığı açıkça görülecektir.

    Aslında öğlen ve akşam namazı olan ve sevap amaçlı kılınan ikindi ve yatsı namazlarını farklı ve ayrı namazlarmış gibi farzlaştırmak, Öğlen ve ikindi ile akşam ve yatsı namazlarını bazen veya her zaman cem etmek suretiyle birleştirmek (şii dünyasında ve bazı sünni kesimde yapılan bu uygulama ile yapılan, aslında namazları zaten üç vakitte kılmaktır), kaçırılmış namazları kaza etmek, Allah’ın emrettiği ve ilk insandan bu yana kılınagelen, bütün peygamberlerin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin, Muhammed Peygamberin de kılmış oldukları üç vakit olan orijinal namazlara sonradan eklenen fazladan bidatlerdir.

    Camide, mescitte veya herhangi bir yerde ikindi namazı kılan cemaatle imama uyarak, öğlen namazına niyet edilerek kılınan namaz öğlen namazı olur. Aynı şekilde yatsı namazı kılan cemaatle imama uyarak, akşam namazına niyet edilerek kılınan namaz akşam namazı olur. İkindi ya da yatsı diye ayrı bir vakti olan, ayrı bir namaz yoktur.

    Güneşin sabah imsak (fecr) vaktinde doğmasıyla başlayan ve öğlene kadar devam eden zamana (Sabah – Fecr), güneşin gökyüzünde tam ortadayken başlayan ve akşama kadar devam eden zamana (Öğlen – Vusta) ve güneşin batmasıyla başlayan, ertesi sabah güneşin tekrar doğmasına kadar devam eden zamana (Akşam – İşa) tanımlaması yaparak; namaz vakitlerini kolaylık için tamamen güneşe duyarlı halde kodlayan, inananları karmaşık hesaplara, takvimlere, saate ve zamana bağlı olmaktan kurtararak, bütün enerjilerin kaynağı olarak yarattığı güneşe uyumlu bir şekilde zamana serbestçe hakim hale getiren, namaz vakitlerini akla ve hayatın olağan akışına uygun ve net bir şekilde tasarlayan ve yaratan Allah’ın şanı yücedir.

    Sevap amaçlı her zaman kılınabilecek olan nafile (serbest) namazları katagorize etmek suretiyle, vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazı gibi isimlerle farklı bir namaz çeşidi olarak kılınmasını öngörmek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icad etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatu duasını okumak ve bu duada Peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar, hadis, sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra Kuran’ı ve aklı devre dışı bırakarak bilinçsizce dine eklenen bidatlerdir.

    ORUÇ – HAC – ZEKAT

    21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan Ramazan Orucu 21 Temmuza kadar 30 gün sürer (2:183-187). Yine 21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan ve 21 Haziran ile 21 Eylülde “Güz Gündönümü”nün başlamasıyla biten ve en az 2 gün olması gereken, Mekke Vadisindeki Kabenin ziyareti ise 3 ay devam eder. (2:196-203)

    Maddi manevi olarak gönülden yardım etmek anlamına gelen zekat; hediye, bağış, vergi olarak verilir. (9:60)
    98- BEYYİNE / KANIT SURESİ

    Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, kendilerine açık delil/kanıt gelmesine rağmen yollarını terketmezler. Allah’ın bir elçisi kendilerine arındırılmış/temizlenmiş sahifeler okuyor. Onda dosdoğru öğretiler vardır. Gerçek şu ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak onlara açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysa onlardan, dini sadece Allah’a ait kılan tektanrıcılar (monoteist) olarak O’na hizmet etmeleri, namazı gözetmeleri ve zekatı vermeleri istenmişti. İşte dosdoğru din budur. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, cehennem ateşinin içindedirler ve orada kalıcıdırlar (kafirler/gerçeği örtenler ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandırılacaktır). Onlar, yaratıkların en kötüsüdür. Gerçeği onaylayıp erdemli davrananlar ise yaratıkların en iyisidir. Rab’leri katındaki ödülleri, içinden ırmaklar akan bahçelerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. Rabbine saygı gösterenin ödülü işte böyledir.

    28:88 Her şey fani olacak, ancak Celâl ve İkram sahibi Rabbinin zatı Bâki kalacaktır.

    51:56 Cinleri ve insanları ancak beni bilmeleri ve bana ulaşmaları için yarattım.

    Bilinmeyi dileyerek evreni, melek, cin ve insanı yaratan Allah’a ulaşarak, Allah’ta baki kalmaya andolsun…

    Turan Sır
    Telefon : 0532 474 59 63
    İnternet : bilgedenetim@msn.com

  22. Kaan dedi ki:

    Yazılarınızdan anladığım kadarı ile sizin Edip Yüksel olduğunuz yada onun fikirlerini benimsiyen birisi olduğu kanaati bende hasıl oldu . herneyse siz bilgili 1 insana benziyorsunuz lütfen bana bu altta yazanlar doğrumudur değilmidir bizleri bir aydınlatsanız??

    Kuranın tamamı korunmamıştır, Kuranın bir kısmı eksiktir.

    Böyle bir cümlenin bir Müslüman için dinden çıkma sebebi olduğu bilinir. Bunun sebebi de Kuranın tamamının korunduğuna dair ayet ve hadisler olduğu söylenir. Kuranın bir kısmının eksik olduğuna dair recimde geçen ve keçinin yediği sayfalar dışında bazı hadislerde geçen eksik ayetlerin olması ve ayette geçen unutturma kavramları böyle bir iddianın doğruluğu için delil olarak getirilir.

    Öncellikle böyle bir iddia ile “Kuran değiştirilmiştir” iddiası ayrı şeylerdir. “Kuran değiştirilmiştir” dediğinizde Kurana ilave de yapıldığını ifade etmiş oluyorsunuz. Ancak bu astığım başlık ilavenin değil, eksikliğin olduğunu söylüyor. Peki, bu başlığı neye göre attım. İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Doçentlerinden ve vakti zamanında Hz.Aişenin yaşının 9 olduğunu ifade eden bir makalesi olan Mehmet Azimli Hocamız.Bu ifadeleri onu üzerine atarak işin içinden çıkıyor değilim.Amacım böyle harika bir çalışmayı sizinle paylaşmak ve kafamda da soru işaretlerini bıraktığını söylemek ve bu konuda belki de değişik bir itiraz ve yardımcı olacak görüş bulabilmektir.Uzun makalenin tespitlerimizle doğrudan ilişkili olan kısmını verelim:

    * * *
    Hz.Peygamberin vefatının hemen ardından Kuranın toplandığı ve bunun için bir komisyonun oluşturulduğu ve bu komisyou hassas davrandığı bilinmektedir. Burada dikattimiz çeken husus, Onlar hiçbir zaman şimdilerde Müslümanların devamlı olarak dile getirdikleri: “onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız ” ayetini dile getirip “Kur’an’ı Allah korur” demediler. Derlenen kuranın tamamının derlenip derlenmediği ve hatta ayetler ve süreler yerleştirilirken neye göre davrandığı konusu aslında ihtilaflıdır. Mesela Abdullah b.mesuda göre nas ve felak süresi ayet değildi.Ebu derda da aynı endişede idi.Ki bu iki sahabe hz.peygamberin kuran okumada öğretmen olarak gördüğü iki sahabe idi.

    Ayrıca Kunut dualarının Kur’an’dan ayetler olduğu konusunda bir takım rivayetler bulunmaktadır.Yine Müseylime ile yapılan savaş sonucu Kur’an’dan bazı ayetlerin kaybolduğu açıkça bildirilmektedir.

    Ne var ki , genel olarak: “onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız” ayeti kerimesi gündeme getirilerek bu tür rivayetler, örtülmeye çalışılmıştır. Bir rivayete göre İbni Abbas bir hadisi aktarır ve: “Bu Kur’ân’dan mıdır, değil midir, bilmiyorum.» şeklinde şüphesini ortaya koyar.Çünkü tüm Kuran her sahabinin ezberinde değildi. Hadisler bize kuranın bir kısmının unutulduğu ve elimizde olmadığını gösteriyor.Bize ulaşan Kur’an’ın sahabenin hatırladıklarından oluşan vahiylerdir. Bu düşünceyi çoğu klasik ulema benimsemektedir.

    Buna karşın “onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız” ayeti kerimesini delil göstererek Kur’an’da hiçbir değişikliğin olmasının mümkün olmadığını, onun Allah’ın koruması altında olduğunu, bu sebeple bu tür rivayetlerin Kur’an’ın eksik olduğunun göstergesi olabileceğinden dolayı hepsinin reddedilerek elimizdeki Kur’an’ın Allah’ın indirdiği gibi bize ulaştırıldığını, bu ulaştırmada esas amilin ilahi koruma olduğunu ve bu korumanın günümüzde de aynen devam ettiğini savunmak, pek tutarlı gözükmemektedir. Esasen bu ayetin anlamı, Kur’an’ı kıyamete kadar koruma anlamında değil, nüzul döneminde müşriklerin; Şeytanın Kur’an’a müdahale ettiği ve Kur’an’a bazı unsurları karıştırdığı iddialarına karşı Şeytandan koruma anlamında olduğunu müfessirler belirtirler, biz de bu kanaatindeyiz. Bize ulaşan korumalı ayetler de insan koruması ile olmuştur. Aksi bir durum neden tevrat ve incilin de korunmadığını ortaya koyacaktır.

    Ayrıca Hz. Ömer’in Kur’an’ı bir araya getirme konusundaki çabası onun büyüklüğün göstergelerinden biridir. Tehlikeyi sezerek derhal girişimde bulunmuş ve çağlar boyu Müslümanların yaşayabilecekleri problemin o dönemden halledilmesini sağlamış ve halife Hz. Ebubekir’i harekete geçirerek Kur’an’ı iki kapak arasına aldırtıp resmi mushafın oluşmasını sağlattırmıştır. Bunun sonucunda diğer sahabein ellerindeki farklı mushaf derlemeleri zaman içinde yok olmuştur. Onun bu girişimi olmasaydı, yukarıda değindiğimiz gibi farklı nüshalar arası problemlerle uğraşan bir İslam Dünyası ile karşı karşıya kalınabilir, herkes kendi elindeki Kur’an’a itibar eder ve sonuçta İslam medeniyeti günümüze bu şekilde ulaşması mümkün olmayabilirdi.

    Kur’an’ın tertibi konusu da tartışılan bir meseledir. Hz. Peygamber’in bir takım sureler arası tertipler yapmış olduğu bilinse de, bunun bütün Kur’an’a yansımadığı açık bir gerçektir. Bu konuda bizim kanaatimiz Kur’an’ın tertibinin de sahabe komisyonu tarafından oluşturulduğu şeklindedir. Bu durum, sure sıralamasında olduğu gibi, ayetlerin sıralamasında da geçerlidir. Sureler sıralanırken, büyükten küçüğe doğru sıralanmıştır. Ayetlerin tertibinde ise zaman zaman tertip hataları, takdim tehirler göze çarpmaktadır.

    Sonuç olarak elimizdeki Kur’an, sahabenin gayretleri ile toplanmış ve korunarak günümüze ulaştırılmıştır. Bu yapılırken, İncil’in oluşumunda havari katkı ve eklemeleri olduğu gibi, sahabenin bir ilavesi ve yorumu söz konusu olmamıştır. Sadece eksik bırakılan bir takım ayetlerin Hz. Osman dönemindeki çoğaltma sırasında ilave edildiği söylenebilir. Ancak sonuçta Hz. Peygamber’e indirilen ayetlerin hepsinin bize ulaşmadığı ortaya çıkmaktadır ki bu düşünceye klasik İslam bilginleri de katılmaktadır.

    Sahabe, Hz. Peygamber’den duyduklarını ve hatırlayabildiklerini yazıya geçirmişler ve böylece bize ulaşmasını sağlamışlardır. O dönemde herkes binlerce beyit şiiri rahatlıkla bilebiliyordu. İşte Kur’an öncelikle bu şekilde korundu. Sonra Hz. Peygamber’den yaklaşık bir iki asır sonra kâğıdın İslam Dünyasına yoğun bir şekilde girmesi Kur’an’ın korunmasını da kolaylaştırdı. Bu durum sadece Kur’an’ın değil o dönemde yazılan birçok klasik eserin de korunmasını sağladı. İlk 1.5 asır da yazılan eserlerin günümüze ulaşması bunun göstergesidir. Nöldeke; “Yahudiliğin 5 asırda sistematik yapısına kavuştuğunu, İncil’in ise derli toplu hale gelmesinin 4 asır sürdüğünü, Oysa Kur’an’ın Mushaf hale gelmesinin Hz. Peygamber’in vefatından iki üç sene sonra olduğunu” belirterek bu önemli başarıya temas eder.

    Sahabe döneminin üstün gayretleri ile toplanan Kur’an, İncil’in düştüğü duruma düşmemiştir. Bu titiz çalışma, İncil’de olduğu gibi farklı Kur’an nüshalarının ortaya çıkmasını da engellenmiştir. Sonuçta Kur’an, sahabenin koruması altında bir sonraki nesle ulaştırılmış ve o günden bu güne de insanların gayretleri ile korunmaktadır. Bu durum, bu kadar devasa ve önemli bir işi yapan sahabenin ne kadar başarılı olduklarının en önemli bir göstergesidir. Kâğıdın ve malzemenin bu kadar az olduğu bir dönemde, sadırlardaki ayetleri satırlara bu kadar az hata ile geçirebilmek çok zor ve fedakârlık isteyen bir iştir. Ancak sahabe toplumu bunu başararak ümmeti yüzyıllar sürecek kargaşalıklardan kurtarmışlardır. Bu sebeple her biri ne kadar şükranla anılsa eksik kalacaktır.

    * * *
    Makalenin genel bakışı, Kuran vahiylerinin tamamının Mushaf’a geçirilmediği yönündedir. Sebebini de, sahabelerin kuranın tamamını ezberlememelerine bağlıyor. Onun için İbn-i Abbas’ın bir rivayetini örnek gösteriyor: “Ayet mi yoksa hadis mi hatırlamadım” diye.

    Eğer ayetler iner inmez sahabelere ezberletiliyorsa ve dar imkânlı da olsa bazı kemik, ağaç ve deri parçalarına yazılıyorsa ortada bir unutmanın olmaması gerekir. Çünkü zaten insanlar o dönemde Arap şiirinde olduğu gibi ezberlemede başarılılar. Neden en çok önemsedikleri Kuranı ezberlememiş olsunlar. Dahası, Hz. Ömer’in kuranı bir araya getirme düşüncesi de buna göre geç kalmış bir önlem oluyor. Gerçi yazar, unutturulan vahiylerin az olduğunu da söylüyor ve sahabenin zor olanı başardığını söylüyor fakat bu sorunlar çözümlenmiş olmuyor.

    Müellifin ilk başta Hz.Aişenin yaşını 9 gösteren rivayetlerde olduğu gibi Kuranın eksik olduğunu belirten rivayetlere de güveniyor olmasını bir bakıma bir eksiklik görsek bile getirmiş olduğu delillerin de mantıklı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sözgelimi, Kuranın korunmasından bahseden ayetlerin, gelecekte koruma ile ilgili olmadığı, levh-i mahfuzdaki halini veya peygambere inerken durumunu ele alıyor olmasını ben de mümkün görüyorum. Zaten ayetin içinde “onu koruyacağız” değil de “onu korumaktayız” denmektedir.

    Diğer yandan, bizzat Kuranda peygambere unutturulan ayetlerin olduğunu söyleyen tespitlere rastlamaktayız. “Bir ayeti unutturur veya neshedersek….” gibi.Fakat başka bir ayette “sana okuyacağız ve sen unutmayacaksın” ayeti bu anlayışı yıkıyor.Onun için bazı tefsirciler unutturma değil de erteleme anlamında geldiğini söylemişlerdir.

    Konu tanrısal müdahale ile de ilgilidir. Buna göre Allah ancak erdemli insanların vicdanlarından mesaj ve vahyini bildirebilir ama sosyal olaylara etki edemez. Oysa eğer öyle olsaydı vahyin içinde insan hukuku ile ilgili hiçbir ayet inmemeliydi. Sadece bilgelik kokan öğretiler olmalıydı. Mesela amme cüzündeki ayetlerde biz bunu görüyoruz. Oysa Allahın insanları bizzat evlendirdiğini bile görüyoruz. Peygamberini evlendirerek sosyal hayata müdahaleden bir Allahın kitabını koruma konusunda müdahale etmiyor olması mümkün değildir.

    İşin en ilginç yanı genel olarak Kuranın eksik olduğu ama ekleme olmadığı yönünde bir izlenim veren yazı olmasına rağmen bir cümlesinde eklemenin de olduğunun söylenmesi.”Bu yapılırken, İncil’in oluşumunda havari katkı ve eklemeleri olduğu gibi, sahabenin bir ilavesi ve yorumu söz konusu olmamıştır. Sadece eksik bırakılan bir takım ayetlerin Hz. Osman dönemindeki çoğaltma sırasında ilave edildiği söylenebilir. Ancak sonuçta Hz. Peygamber’e indirilen ayetlerin hepsinin bize ulaşmadığı ortaya çıkmaktadır ki bu düşünceye klasik İslam bilginleri de katılmaktadır.” cümlesi gibi. Sadece diyor ama Hz. Osman döneminde bir ilaveye açık kapı bıraktığınızda ilavenin sayısının çok olabilmesi ihtimalini de getirmiş oluyorsunuz.

    Bizim görüşümüz: Kuranın diğer kitapların aksine özel olarak gerek vahiy esnasında gerekse de Mushaf haline getirilme esnasında insanlar tarafından korunmaya çalıştığını düşünüyoruz. Korumaktan bahseden ayet, Allahın korumasının peygambere vahiy inişi anını kastediyorsa da ilahi bir koruma yoksa da buradan insanların onu koruyamadığı anlamını çıkartmak mümkün değildir. Eksiklik, Kuranın içindeki çelişki görülen yerlere bir cevap olabilir. Buna göre unutulan ayetler var olan ayetin belki hükmünü kaldırmıştır. Ama biz bilmiyoruz. Fakat ekleme, işin içinden bir daha çıkmayacak derecede bir sorun verecektir ve kuranın değiştirilmiş olabileceğini göstermiş olacaktır.

  23. Turan Sır dedi ki:

    KURAN SOY BİR KİTAPTIR

    Kuran 24 ayar altına benzer. Sahtekarlar altına teneke yapıştırsalar da, hatta altın rengine boyasalar da, altının özelliklerini bilen bir sarraf altını tenekeden rahatlıkla ayırabilir. Demek ki soy metal olan altın, kimyasal yapısıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur. Aynı şekilde soy ve son kitap olan Kuran, asal bir sayı olan 19 sayısı üzerine kurulu matematiksel bir yapıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur (74:30). Mesajını böylesine mükemmel ve otomatik bir iç savunma sistemine sahip kılan Tanrı çok yücedir!

    Kuran’daki toplam ayet sayısıyla ilgili olarak; Kuran hakkında önemli bir bilgiye sahip olmayan bir Müslüman’a sorarsanız büyük olasılıkla 6.666 sayısını cevap olarak alacaksınız. Ne var ki, bu sayı Zamehşeri adında bir hikayecinin uydurduğu hoş bir sayıdan ibarettir. Altılardan oluşan bu sayı kolayca akılda kaldığı için popüler olmuştur. Fakat elinizdeki Kuran’dan dikkatle sayarsanız, sonucun farklı olduğunu göreceksiniz. Kuran nüshalarında 6.236 ayet bulunduğuna tanık olacaksınız. Bu sayıya Fatiha Suresinin (İlk Sure) başındaki ve Karınca (Neml) Suresinin (27. Sure) içinde geçen Besmeleler dahildir. Bağımsız birer ayet olarak numaralanmadıkları halde Kuran’ın yapısına dahil olan Sure başlarındaki diğer 112 Besmele’yi de eklediğinizde bu sayı 6.348 olur. Ültimatom (Barae, Tevbe) (9. Sure) suresinin sonuna eklenen, ancak Kuran’ın koruma sistemi tarafından dışlanan 2 “ayeti” bu sayıdan çıkardığımız vakit Kuran’da Besmelelerle birlikte tam 6.346 ayet olduğunu görürüz. Bu sayı, Kuran’ın diğer birçok elementi gibi 19 sayısının tam katıdır. Kısacası, 6.234 adet bağımsız ayet içeren Kuran, tekrarlanan Besmelelerle birlikte toplam 6.346 ayete sahiptir.

    (KURAN 19 MATEMATİKSEL KODLAMASIYLA EKLEMELERE VE ÇIKARMALARA KARŞI KORUNMUŞTUR. BAŞKA BİR KORUNMA ŞEKLİ YOKTUR.)

  24. MaMaLi dedi ki:

    Besmele ayet değildir kuran 6236 ayet dir,Pante’ye teşekkür edin bizler sizin sitelerinizde bu kadar,yoğun ve uzun yazmıyoruz,size bu kadar,söz hakkı verdiği için.Ayrıca verdiğiniz,örneklerin,hiç bir tutarlılığı yok,uzun,sıkıcı,bildiğimiz ve çürütüğümüz,rutin bilgiler,yinede,emeğiniz,için teşekkürler.

  25. sencer dedi ki:

    Allahın kayıp kitabı yoktur kuran değiştirilmiş tevrat ve incilden sonra kıyamete kadar korunacaktır.

    • furkan süresi dedi ki:

      bismillahirrahmanirrahim
      Allahımızın kayıp sakladı kitaplar vardır ve 10.07.2013 yılında allah beli etmiştir ramazan ayında ve 16.09.2013 yılında sayın cumhurbaşkanımız recep tayyip erdoğanımıza başbakanlık döneminde başbakanlığa gönderilmişir 17.09.2013 yılında başbakanlıktaki funda cetin er hanım teslim almıştır. allahu teala tarafından yurt içi kargoyla gönderilmiştir yurt içi kargo gönderi kodu 102672825530 seri sıra NO C105547 bu arada sebebi ziyaretime gelince kuran değiştirmemiştir onu allah koruyuyor vede kıyamete kadar korucaktır. kuranı kerim de ayetler kelime ayırıcılı tarafından allahın verdi mucize vede ayrı bi güçle furkan olan akıl deki sözünü çözmüştür allah de allah ki allah deki allah dediki cıkıyor ..tevtar ve incil de o kitapların içinde yazılıdır ayrı bilgiler olarak saygılarımla
      furkan can topaloğlu.

  26. Fatih Mehmet Karamemis dedi ki:

    Çok bilgili, her şeyini araştırmış gibi başladın yazıya. Başta şaşırdım kabul edeyim ama birkaç cümle sonra sıçtın be birader. O yüzden geri kalanını okuyarak değetli zamanımı çöp etmeye değmedi kusura bakma. Alak suresinde namazdan bahsediyor ama “inen ilk surelerden” diyorsun ya; kuran sure sure değil ayet ayet inmiştir ve her inen ayetin hangi surenin kaçıncı ayeti olduğu bildirilmiştir. Yani inen ilk sure alak suresi değil, alak suresinin ilk ayetidir yani “OKU” Bu ayet üzerinde senin de uzun uzun düşünmeni isterim 😉

    Bir de kitaplar / kitap ikileminden bahsedip çelişki olduğunu iddia etmişsin ya. tevrat incil zeburdan bahsederken daha sonra tek kitaptan bahsediyor imla hatası mı yapmış (haşa) diyorsun ya. 21. yüzyılda bile yaşayan milyarlarca insanın inandığı kitabı, peygamber olduğunu iddia eden birisinin uydurduğuna inanıyorsun değil mi? Bunları yapma gücüne ve zekasına sahip bir adamın böyle bir imla hatası yaparak çuvalladığına inandın öyle mi ?
    Orada kitabın tekil olarak anılmasının sebebinin düşündüğünden daha derin olup; “kuran da, incilin aslı da, tevratın aslı da, zeburun aslı da tek kitaptır, inandığımız kitabın bahsettiği hakikat birdir ” manasında olabilir mi?

    Furkan:
    Îmânı küfürden, ihlası riyadan, tevhîdi şirkten, hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, hayrı şerden, iyiyi kötüden, helalı haramdan, tayyîbi habîsten… ayıran ve gerçekleri açıklayan demektir.

    Yani sonuç olarak kıymetli vaktimi ayırıp meraktan okuduğum yazının devamında bahsettiğin Furkan kelimesinin anlamında da herhangi bir çelişki yok. çünkü sen kelimenin anlamını yanlış aktarıp, yeterince bilgi sahibi olmadığımız için bizim gibi müslümanların kafasını karıştırmaya çalışıyosun.

Yorum bırakın