AZRAİL MAVALI

Secde-11. De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”

Kur’an’ı, İncil’i ve Tevrat’ı tarattığımızda Azrail’in geçmediğini görürüz. Kur’an’da Secde ayetinde ölüm meleği geçer.

Bu ayette insanın canını alanın ölüm meleği olduğunu yazar ama başka bir ayette ölüm meleklerinin can aldığını, bir başka ayette ise Allah’ın can aldığı belirtilir.

Nisa-97. Muhakkak ki melekler, kendi nesflerine zulmedenleri öldürürken : “Siz nerede idiniz?” dediler. “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.” dediler. “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Öyleyse orada hicret etseydiniz!” dediler. İşte onlar, onların varacağı yer cehennemdir ve kötü bir varış yeridir.

Ölüm melekleri ayrıca Enfal 50, Nahl 32-33 ve Naziat 1-2’de de geçer.

Zümer-42. Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.

Görüldüğü gibi “Canı kim alır?” sorusunun üç yanıtı vardır Kur’an’da. Allah, ölüm meleği ve ölüm melekleri. Bu durum tefsirciler tarafından şöyle açıklanmaya çalışılır:

“Gerçekte öldüren Allah’tır ama diğer işlerde olduğu gibi can alma işinde de melekleri kullanır. Canı alan ekibin başı ölüm meleğidir ama yardımcı melekleri de vardır.” (Razi)

Tabi bu açıklama ikna edici değil. Herşeyden önce neden can almak için meleklerden memur tayin edilmiş olsun ki? İnsan zaten ölümlü. Organlarının bir ömrü var. Kaza geçirmese, savaş ya da cinayetle öldürülmese, hastalığa yakalanmasa bile organları en fazla 100-150 sene ömre dayanabilir. Kazada ise örneğin kafasını şiddetle çarpan bir insan zaten ölmüş demektir, niye melek gereksin? Yüksek voltaja yakalanan birisine ayrıca gelip Azrail mi el atıyor? Uydurma hadislerde Azrail’in bir ağacın dalları gibi tüm vücuda ve damarlara yayılmış olan canı şiddetle söküp çıkarttığından sözediliyor. Ama cennetlik olanların canını yağdan kıl çeker gibi aldığı zırvası kafalara şırınga ediliyor. Örneğin yüksek voltaja yakalanan insanın müslümansa canını acı çekmeden, müslüman değilse büyük acılar çekerek can verdiği yutturulmaya çalışılıyor. Bu din propagandasından başka birşey değil. Bazı dinci alimler de örneğin Abdullah b. Abbas, ölüm meleğinin asıl vazifesinin ruhu zaptetmek, bir an bile yalnız bırakmadan alıp ruhlar alemine götürmek olduğunu söylüyor:

“Kâfirlerin ruhları göğe doğru yükseltilir. Gök onlan kabul et­mez. Onlar yeryüzüne indirilir. Onları yer de kabul etmez. Onların ruhları yedi kat yerin dibine indirilir. Siccine kadar götürülür. Müminlerin ruhu ise 7. gökte Sidretül Münteha ağacının gölgesinde yelleneceklerdir. Müminlerin ruhu mis gibi, kafirlerin ruhu çok kötü kokacaktır.” deniyor.

Azrail ismi nereden alınmıştır?

Razi tefsirinde “Hz. İsrafil ile Hz. Azrail adlı meleklerin varlığı haberlerle sabittir. Ayrıca canları alan meleğin Azrail olduğunu gösteren haberler de vardır” demiştir.

Haberden kastettiği sahih olmayan hadislerdir. Çünkü kitaplarda ve sahih kabul edilen hadislerde Azrail ismi geçmez. Kütübü Sitte’yi tarattığınızda Azrail’e ait bir hadis bulamazsınız.

Sahih olmayan bu hadislere yer veren Suyuti’ye göre kıyamet günü Allah dört büyük meleği isimleriyle çağıracak ve görevlerini yapıp yapmadıklarını soracaktır. Bu arada “Ey Azrail! Gel bakalım, sen görevini nasıl yaptın?” diyerek Azrail’i ismiyle çağıracağını yazmıştır.

Yine Suyuti’ye göre Şuayb peygamber ölüm meleğinden Azrail diye bahsetmiştir.

Suyuti’nin bir kanıta-kaynağa dayanmayan bu hadislerinin uydurma olduğu açıktır.

İsrailiyatta Azrail

Rabbiler  denilen yahudi din bilginleri tarafından yazılan kitaplarda ölüm meleği için sayılan 10-12  isimden birinin “azrail” olduğu ifade edilmektedir. (Ahmet Saim Kılavuz, “Azrail,  tdv islam ansiklopedisi)
A.S.Kılavuz, Azrail için “muhtemelen ibranice kökenlidir” demektedir.  Ancak hadisçilerden Askalanî, “müfessirlerin çoğunluğuna göre Süryanice, bazılarına göre İbranicedir, az sayıda alim ise Arapça kökenli olduğunu söylemiştir” demektedir.

Süryanice veya İbranice olduğunu söyleyenlere göre azer ve el”veya îl kelimelerinden oluşan bir terkiptir ve Abdullah yani Allah’ın kulu” manasına gelir.  (Kurtubî, tefsir, 2/39; alusi, ruhu’l-meanî, 15/499)
Aslının Arapça olduğunu söyleyenlere göre ise a-ze-ra ve el (îl)” kelimelerinden oluşmuştur ve manası da güçlü kuvvetli,  salabetli demektir (Askalanî, Ahmed b. Ali, El-imtinâ bi’l-erbaîne’l-mütebâyinetü’s-sima’, 1/110)

Musevilikte Azrail  “malakh hamavet” yani ölüm meleği olarak geçer.  Kur’an’da ise “melek elmevt”  idi.

Malakh hamavet = melek elmevt

Musevilerin Talmud kitabında ölüm meleği, şeytan ve kötü ruhun aynı olduğu belirtilir.

Kaufman Kohler ve Blau’un yazdıkları makalede Azrail hakkındaki Yahudi inancı konusunda detaylı bilgiler verilmektedir. Bunları kısaca özetleyecek olursak:

Ölüm meleği emri Allah’tan alır. Helak iznini alınca, iyilerle kötüler arasında bir ayırım yapmadan bu görevi yerine getirir. Ölüm meleği birinci günde yaratılmıştır. Onun ikametgâhı cennettedir. On iki kanadı vardır. Tüm bedeni çok sayıda gözlerle kaplıdır. Elinde ölüm işinde kullandığı bir kılıç taşır. Bazen kılıcın yerini bıçak veya kement (sicim) alır. Dünyadan ayrılma saati geldiğinde ölüm meleği, ucunda öldüren ve bedeni çürüten bir damla taşıyan bir kılıçla öteki dünyaya geçen kişinin başında dikilir. Ölmekte olan insan, meleği görünce ağzı açılır. Ölüm meleği elindeki kılıcın ucundaki damlayı o insanın ağzına bırakır. Bu damla onun ölümüne, yüzünün sararmasına ve kabirde çürüyüp dağılmasına sebep olur. Ölüm meleği iyi insanların ruhunu üç iyi melekle birlikte, kötülerin ruhların ise üç kötü melekle birlikte alır.

Yahudi Angelojisinde altı tane ölüm meleğinden bahsedilir ki, bunların her biri farklı canlıların ölümleriyle ilgilendirilir: Cebrâil kralların, Kapziel gençlerin, Maşbir hayvanların, Maşhit çocukların, Af ve Hemah da insanların ve büyük hayvanların ölümleri üzerinde yetkilidirler.  Mesih geldiği zaman, ölüm ortadan kalkacak ve Mesih’in bizzat kendisi ölüm meleğini yok edecektir. Gelecek hayatta Allah’ın, Firavun, Sezar  ve Sanherib ile savaşması için ölüm meleğine izni vereceği söylenmektedir.

http://www.jewishencyclopedia.com/view.jsp?artid=178&letter=D&search=azrael

Hıristiyan Angelojisinde kendisinden “Şeytan Meleği”, “Bela Meleği” olarak da bahsedilen ölüm meleğine “Şeytanların Prensi”, “Yok edici melek” isimlerinin de verildiği görülür. İncil’de de sadece bir yerde ölüm meleği geçer.

Korintliler 10/10. Kimileri gibi de söylenip durmayın. Söylenip duranları ölüm meleği öldürdü.

Sonuç olarak görülmektedir ki kutsal olduğuna inanılan kitapların ve sahih kabul edilen hadislerin hiç birinde Azrail geçmemektedir. Ama Azrail sözcüğü ölüm bahislerinde Müslümanların dilinden düşmez. Azrail üzerine türlü masallar-mavallar anlatılır. Anlaşılmaktadır ki İslam sadece Kur’an’a dayanan bir din olmadığı, hadislerle oluşturulan bir din olduğu gibi, Kur’an ve hadis dışında inançları da içine katmıştır. Hangi müslümana sorulursa sorulsun 4 büyük meleği Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail olarak sayar. Müslümanlar dini İslam din adamlarından öğrendiğine göre bu din adamları Kur’an’da, Tevrat’ta, İncil’de ve sahih hadislerde yer almayan bir ismi dine taşımış ve perçinlemişlerdir.

Can almadaki farklar:

İslamcılara göre Azrail ve yardımcılarının insanların ruhlarını mümin veya kafir olmalarına göre nasıl kabzettikleri gerek Kuran’da, gerekse hadislerde  anlatılmaktadır. Ölüm melekleri mü’minlerin ruhlarını yumuşaklıkla, incitmeden ve müjdeler vererek alırlarken, kafirlerin ruhlarını ise acı çektirerek, korkutarak dehşetli ve şiddetli bir şekilde kabzederler.

Nahl-32. Melekler, müminlerin canlarını iyi kimseler olarak alırken, “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin cennete” derler.

Naziat süresi de meleklerin nasıl can aldığından bahsederek başlar:

Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara,                                                                                 Yumuşacık çekip alanlara,                                                                                                      yüzdükçe yüzenlere,

Bu ayetler tefsircilerce şöyle açıklanır:

“Bu ayette bahsedilenler boğa boğa, daldıra daldıra şiddetle can alan melekler, yahut kâfirlerin canını alan azap melekleridir. Nâşitât, tatlı ve yumuşak bir şekilde can alan, müminlerin ruhlarını alan rahmet melekleridir. Sâbihât, ilâhi emir ile ufuklardan gelip giderek iş yapan veya can alırken nefislerde dalgıç gibi dalıp yüzen meleklerdir. Sâbikât, kâfirlerin ruhlarını cehenneme, müminlerin ruhlarını cennete götürmek için yarışıp giden meleklerdir.

Enfal 50’de ise “Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “haydi tadın yangın azabını” diyerek canlarını alırken bir görseydin.” der.

İlginç Hadisler:

Musa, ölüm meleğinin gözünü çıkarmış

Ebu Hureyre (ra) dan rivayet, Rasul-u Ekrem (s.a.v.) buyurdu ki:

Melekul Mevt, Hz. Musa‘ya ruhunu kabzetmek için gönderilmişti.
Hz. Musa, melekul mevt’e tokat atıp bir gözünü çıkarmıştı.
Melekul mevt Rabbine dönerek: “Beni öyle bir kula gönderdin ki, ölümü istemiyor.” demiş,
Cenabı Hak tekrar ona gözünü iade etmişti.
(Sahihi Buhari, 2/113 ve 4/191; Sahihi Muslim 4/1843)

İbrahim Azrail’i görünce bayılmış

Suyuti’nin hadisinde İbni Mesud ve Abbas’tan rivayet edildiğine göre;

Hz. İbrahim bir gün Azrail’e «Günahkâr insanın canını alırken büründüğün kılığı bana gösterebilir misin?» diye sorar.

Azrail ona «Bunu görmeye dayanamazsın» diye cevap verir.

Hz. İbrahim, «Dayanırım, sen göster» diye ısrar edince Azrail ona «başını çevir» der.

Bir müddet arkasını döndükten sonra tekrar yüzünü dönünce Hz. İbrahim, kapkara yüzlü, saçları diken diken, kötü kokulu, siyahlara bürünmüş, ağzından ve burun deliklerinden ateş ve duman çıkan bir adam ile karşılaşarak yere baygın düşer.

Hz. İbrahim ayılınca Azrail, ilk kılığına dönmüştür. Hz. İbrahim ona «Ey ölüm meleği, günahkâr insan ölüm anında senin bu kılığın ile yüzyüze gelmekten başka bir felâket ile karşılaşmasaydı, bu ona yeterdi» der.

Sözde İbrahim böyle der ama bu Allah’a yetmez. Günahları sevaplarından ağır basan kulunu cehenneme mahkum eder ve sonsuza kadar ateşte yakarak cezalandırır.

Azrail’in Tahtı

Sahih olmayan hadisçilerden sayılan Mukatil İbni Süleyman şöyle yazmıştır:

Azrâil yedinci göktedir. Dördüncü gökte, yetmiş bin ayaklı nurdan yaratılmış bir taht vardır. Azrâil’in dört kanadı o taht üzerinde oturmaktadır. Azrâil’in ruh sahibi mahlûkların sayısınca tüyü vardır. Her tüyünde ait olduğu canlıyı temsil eden yüz, göz, ağız ve dil vardır. Kimin eceli geldiyse onun yüzü yok olur ve Azrâil ona ait olan gözle bakar ve ona ait elle ruhunu alır. Bütün mahlukat yok olduğunda Azrâil’in vücudundaki gözler de, sekiz tanesi dışında, yok olur. O sekiz göz, dört büyük meleğe ve onların dört yardımcısına aittir. Allah-u Tealâ, Azrâil’e diğer meleklerinde canını al buyurduğun da onlarınkini de alır. En son kendi canını alır. Çünkü Allah dışında her canlı ölümlüdür.

Azrâil’in bir ayağı, cennetteki bir taht, diğeri de cehennem üzerine kurulan Sırat’ın üzerindedir. Azrâil o kadar büyüktür ki, başından bütün denizlerin suyu dökülse bir damla yere düşmez. Semâ ve yer, Azrâil’in önünde, bir kimsenin önündeki sofra mesafesindedir. Mevcut her şeyi görür.

Bir başka uydurma da şöyledir:

Aleykümüsselam

Bir kimse can çekişmeğe başladığı zaman Cenab-ı Hak, Azrâil’e emreder:

-Ey Azrâil! Kullarımın canını alırken sabırlı ol. Canları dizlerine, göbeklerine ve göğüslerine geldiği sıralarda biraz dinlensinler. Can boğaza gelince biraz daha sabret, organlar birbirleriyle vedalaşsınlar, buyurur.

Can boğaza gelince sağ göz, sol göze; sağ kulak, sol kulağa; sağ el, sol ele; sağ ayak, sol ayağa; baş ise tüm vücuda veda eder ve şöyle derler:

“Bugün ayrılık günüdür. Kıyamete kadar size selâm olsun”…

Selam denince Nahl 32 ayetini hatırladık. Ölüm meleği cennetlik bir insanın canını almaya geldiğinde “Selamünaleyküm” dermiş. Bu da Atatürk’ün son sözü iddiasını aklımıza getirdi. Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün genel sekreteri ve ölümü sırasında başucundaymış. Soyak’ın anlatımına göre Atatürk’ün son sözü “Ve aleykümüsselam” olmuş…

Serdar Kaangil

 

 

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

64 Responses to AZRAİL MAVALI

  1. hakan dedi ki:

    sn pante güzel bir yazı hele uydurma hadislerdeki hayalgücü tam oscarlık ,bir ekleme kıyamet bir son bilim güneşin dünyayı yutacağı günden bahsediyor kutsal kitap parmak ucuna kadar birleştirmekten bunu söylerken maddi bir birleştirmeden bahsediyor o halde burada bir çelişki olmuyor mu

    • Azizi Ahmet dedi ki:

      Net yazar mısınız ne dediğiniz iyi anlaşılmıyor.. Din kıyamet için ne diyormuş?
      Ama şunu belirteyim güneşin dünyayı yutması, sanki bir birleşme değil midir düşünürseniz.. ya da kıyamet denen şey dünyanın sonu demek olduğuna göre bu cahil çöl insanları, diğer dinler de buna dahil,bilimden uzak oldukları halde, bu dünyanın sonunun bir zaman geleceğinde nasıl olmuş da bilimle hemfikir olmuşlar.. yıllar öncesinin insanları bu dünyanın sonunun geleceğini biliyor ve modern bilim de bunu destekliyor.. Bu büyük bir ispat değil mi sence..

  2. Şefaat ya Rasulallah dedi ki:

    İslâm dinini mantığına sığdıramayanlar, bilimden sözediyor ya gerçekten dünyanın sonu geldi.

    hakan kardeş, evet dünya yokolacak, ama Hz. İsa (a.s) nın babasız doğmasına vesile olan, kainatı yaratan şu dediğine mi güç yettiremeyecek ?
    Biz inandığımız halde, ölüm anında, mahşer gününde ne yapacağımızı düşünüyoruz, sizin içiniz rahat. Rahatsınız, gayet rahatsınız ama her şey o son dakikanıza kadar 😉
    Allah inananlara yardım etsin, amin…

    • blackacidevil dedi ki:

      Hayatınız korku ve hurafadan ibaret. Sandalyesini kaybetmek istemeyen bir politikacı gibi cennetinizi kaybetmekten korkuyorsunuz. Allah cenneti taahhüt etmeseydi ne yapıcaktınız acaba? Korkuyla bu safsatalar nereye kadar daha ne kadar sürecek? Arabın çöldeki oyununda sana düşen pay ne?

      • Zehra dedi ki:

        merak ettim gerçekten cennet cehennem olmadığını düşünüyorsanız sizin düşünceniz nedir, öldüğünüzde ne olacak size ?…

      • Azizi Ahmet dedi ki:

        Değildir huri vu gılman ne cennet, köşk ne de rıdvan
        Bu benim derdime derman değildir lakin illa Hu… Hacı Bayram-ı Veli ks.
        Arabın çöldeki oyununa kanan biziz derdimizi çeken siz..
        Peki lain, melun şeytanın insanoğlunu kandırmak için kurduğu oyunda senin payın ne…

      • tolga Yıldırım dedi ki:

        Karaşeytan, davasında samimi bir müslüman zaten cennet arzusu ya da cehennem korkusuyla ibadet etmez.. Allah’ın da buyruduğu üzere bizler için aslolan O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır. Bu cennetten de yüce bir nimettir. Onun rızasını kazanmak için ibadet ederiz ki Rabbimiz bunun karşılığın da mükafatlandıracağını vadetmiştir bizlere. Amaç cennet ya da cehennem değil. Rabbimizi kendimizden razı etmektir. Çünkü O can verendir, yaratandır, yoktan varedendir. bunu da böyle bil

      • sevginin ışığı dedi ki:

        ‘’Cennet cennet dedikleri
        Birkaç köşkle birkaç huri
        İsteyene Ver onları
        Bana seni gerek seni’’
        Yunus Emre

  3. eleştirisel yaklaşım dedi ki:

    “Herşeyden önce neden can almak için meleklerden memur tayin edilmiş olsun ki? İnsan zaten ölümlü. Organlarının bir ömrü var. Kaza geçirmese, savaş ya da cinayetle öldürülmese, hastalığa yakalanmasa bile organları en fazla 100-150 sene ömre dayanabilir. Kazada ise örneğin kafasını şiddetle çarpan bir insan zaten ölmüş demektir, niye melek gereksin?”

    siz bu yorumları ciddi ciddi güzel oldu diye mi yayınlıyorsunuz merak ediyorum.
    bundan sonrasını okuyamadım. dayanamadım. beyninizin ve mantığınızın işleyişi yanlış çünkü.
    sorarım. bu yazdıklarınız yakışmış mı? bir çürütme mi? yoksa laf olsun diye mi yazdınız?

    gerçekten bu yazdığınızın içindeki tutarsızlığı göremiyor musunuz? göremiyorsanız bırakın bu işleri.

  4. eleştirisel yaklaşım dedi ki:

    okumayayım dedim, ama son paragraf gözüme çarptı.

    “Selam denince Nahl 32 ayetini hatırladık. Ölüm meleği cennetlik bir insanın canını almaya geldiğinde “Selamünaleyküm” dermiş. Bu da Atatürk’ün son sözünü aklımıza getirdi. Hasan Rıza Soyak Atatürk’ün genel sekreteri ve ölümü sırasında başucundaymış. Soyak’ın anlatımına göre Atatürk’ün son sözü “Ve aleykümüsselam” olmuş…”

    doğaçlama işte… inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz? yoksa, ya varsa mantığı mıdır? atatürk cennetlik midir, cennet var mıdır, atatürk cennete inanıyor muydu? atatürk ile ilgili diğer yazılarınızla çelişiyor bu yazdığınız. aslında kendi kendinizle çelişiyorsunuz bunu buraya yazmakla.

  5. hak yolcusu dedi ki:

    ne diyeyim size be kardeşim islam dini mantık dini değil mantık üstü bir dindir….allah size hidayet etsin:(

  6. gayb`a inanan dedi ki:

    onlar mantik arama islerine devam etsinler. hadi ” Ölüm” olayini bir kenara birakalim, insan oglu daha “uyuma” olayina aciklama getirememis. Yani insan neden uyur bunun aciklamasini bugünün bilim adamlari dahi cözememisken, bu arkadas ölüm olayini cözmüs olucakki, “kafasını şiddetle çarpan bir insan zaten ölmüş demektir, niye melek gereksin?” diye yazmis.Kur`an da ” Her canli ölümü tadacaktir” diye bir ayet vardir, iste o zaman o da anlar…ama o zamanda gene ayetlerde gectigi gibi ” Rabbim beni geri gönder de hayira ve barisa yönelik isler yapip sana kulluk edeyim” der. Ama kapilar kapanmistir bir kere. Allah`in selami müslümanlarin üzerine olsun.

  7. tamer dedi ki:

    kıyamet alametleri bu günlerin geleceğini zaten haber veriyordu dinini muhafaza edenler kurtuluşa erecek diye siz şeytanlarında bukadar insafsız ve nankör olacağını helak edilen kavimlerin neden helak olduğunu senin yazını okuyunca daha iyi anladım zamanı gelecek kelimeyi tevhid getirmenin bile cenneti kazanmak için yeterli olacağına senden sonra dahada inandım…..senin kalbine kara mühür vurulmuş artık iflah olmassın ALAHA HAVELE EDİYORUM

  8. emel dedi ki:

    iyice saçmalamışşın zırvalamışşın sen ,resmen Kur’anı Kerim i yalanlamak seninkisi

  9. yasir dedi ki:

    ((((( ALINTI Bu ayette insanın canını alanın ölüm meleği olduğunu yazar ama başka bir ayette ölüm meleklerinin can aldığını, bir başka ayette ise Allah’ın can aldığı belirtilir. ALINTI )))))))

    Bir fabrika düşün işçisi var memuru var her işe tayin edilmiş görevli var Patron Müdürü atar müdür işleri emreder işçi yapar. yaptıran kim? Potron Araçılığı ile müdür, Yapan ise işçi.
    eeeeeeee…

    Şimdi Her şey ALLAHIN izni-ismi ve yardımıyla olduysa canı alanda ALLAH aldıranda ALLAH.
    ALLAH al diyor Görevli melekte alıyor tamamen emire tabi.

    İnsan ve cin ALLAH katında kovulduğu için hür iradeye sayip ister iman eder ister isyan eder.
    Ya nefsine uyarsın ya ALLAH’a, nefsine uydunmu yoldan saparsın çünkü nefis hep kötülüğü ve azğınlığı hatti aşmayı emreder, ALLAH’a uyarsan doğru yola girersin çünkü ALLAH hep iyiyi ve doğruyu emreder azğınlığı ve haddi aşmayı yasaklar yakınlara bakmayı emreder.

    Hayırda şerde ALLAH’tandır lakin ALLAH doğruyu emrettiği için bütün iyilikler ALLAH katındandır, nefis yanlışı kötülüğü emrettiği için bütün yanlışlar ver şerler bizim kendimizden ve nefsimizdendir.

    ALLAH, aç kaldınızmı sabredin diyor, nefiz ise açlığa dayanamayıp hırsızlığı emrediyor saldırmayı emrediyor. işte doğruyu yanlışı aklını kullanarak ayırt et ,iştye sana iki yol.Biri iyi biri kötü biri ALLAH tan bire senden.

  10. yasir dedi ki:

    Azrail ismi Kuran’da geçmiyor…Tevrat’tan geçme olasılığı İsrailiyattan geçme olasılığı olabilir.
    Kuran’da sünnet olmakta geçmez, sünnet İbrahim peygamber ve Tevrattan beri her teslim-Müslüman olan her kes Sünnet olur.
    bu site neye hizmet ediyor tam anlayamadım islamı karalamak adına ortaya attığınız tezler ilk etepta çelişki gelsede selim akıl sahipleri ve selim kalp sahiplerin ancak imanını arttyrıyorsunuz kendinizinde sadece ateşini.

    Melek ne anlama geliyor?
    Sizin Adli meleke’leriniz(aklınız) yerinde mi?
    Ölüm meleke’leri her nefis’e gelir.

    Kuranda Geçen Melekler…Allah Bazı ayetlerde Melekleri isinleri ile bazılarını görevleri ile bazılarını melekut(oluşum-süreç) olarak yazmıştır.
    Cebrail-Mikail-Malik-hafaza-Katibin-Harut-Marut.
    Meleklerin isimleride aynı zamanda görevlerinden almaktalar.

    Cebr–Allahın güçü demek.

    malik-Sahip olmak demek–Cehennem baş meleği…Zaten malik olmak yani sahip olmak bilmek sorumluğu arttırır derdi tasayı, arttırır. Adem peygamber eşi ile cennetten neden atıldılar bilmeye başladıkları için bilmeye başlamak kayğılanmayı korkuyu getiriyor bunların hepsi sahiplenmeyi ve sonuçta paylaşım değilde sahiplendinmi yaşam cennetten cıkıp cehenneme dönüyor… şimdi dünyada olanlar bunlar değilmi…

    Harut ve Marut meleği-Babile indirilen iki melek insanlara bir sınav için gönderilmiş ve bazı gizli ilimleri öğreten iki melek…

    Zebani Meleği- Cehennam melekleri

    Hafaza Melekleri-Yazıcı melekler Hıfz eden muhafaza eden.

    Kiramen Katibin-Katip yazıcı melekler.

    Hakka süresi 17’de Arşı taşıyan 8 melek vardır bu nedek 8 güç demek 8 enerji demek.

    Enam – 75’te ne diyor İbrahime yerlerin ve göklerin melekutunu meleklerini gösteriyorduk.
    Yani yerlerin göklerin oluşumunu sırlarını güçlerini enerjilerini demek istiyor.

    Enbiya-56’da..İbrahim onlara, «bilâkis (ciddi söylüyorum). Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbıdır ki onları yokluk karanlığını yırtıp yaratmıştır ve ben de şâhid olanlardanım» demişti.

    Demekki İbrahim peygambere yerlerin ve göklerin sır ve güçlerinden bazıları gösterilmiş.
    Melek ve melekutunu gösterdik demelerin meleklerin bir bir cismani-ruhani-nurani varlıklar oluşumlar süreçler enerjiler, güçler olduğu manası çıkıyor…

    BURDA TAMAMEN ZANNA UYMAKTAYIM RABBİM BENİ AFFETSİN EN İYİSİNİ ALLAH BİR, ÇÜNKÜ BİZ HER ŞEYİ BİLEMEYİZ, GÖRMEYİZ,DUYAMAYIZ VE HER ŞEYE GÜÇÜMÜZ YETMEZ. ALLAH İSE HER ŞEYLERİ BİLİR, GÖRÜR, DUYAR VE HER ŞEYLERE GÜÇÜ YETER.

    2 / BAKARA – 98
    Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe innallâhe aduvvun lil kâfirîn(kâfirîne).
    Kim, Allah’a ve O’nun meleklerine ve O’nun resûllerine ve Cebrail’e ve Mikail’e düşman oldu ise, o taktirde muhakkak ki Allah kâfirlere düşmandır.

    82 / İNFİTAR – 10
    Ve inne aleykum le hâfızîn(hâfızîne).
    Ve muhakkak ki, sizin üzerinizde mutlaka (hıfzeden) hafaza melekleri vardır.

    82 / İNFİTAR – 11
    Kirâmen kâtibîn(kâtibîne).
    Şerefli yazıcılar (kaydediciler) olarak.

    82 / İNFİTAR – 12
    Ya’lemûne mâ tef’alûn(tef’alûne).
    Yaptığınız şeyleri bilirler.

    50 / KAF – 17
    İz yetelakkâl mutelakkîyâni anil yemîni ve aniş şimâli kaîdun.
    O zaman, sağda ve solda oturan iki telâkki edici (tesbit edici melek), (amelleri) tespit ederler.

    50 / KAF – 18
    Mâ yelfızu min kavlin illâ ledeyhi rakîbun atîdun.
    Bir söz söylenmez ki, onun yanında hazır gözetleyiciler (tarafından tespit edilmiş) olmasın.

    50 / KAF – 19
    Ve câet sekretul mevti bil hakk(hakkı), zâlike mâ kunte minhu tehîdu.
    Ve ölüm sarhoşluğu hak ile geldi. İşte senin ondan kaçtığın şey budur.

    50 / KAF – 20
    Ve nufiha fîs sûr(sûri), zâlike yevmul vaîdi.
    Ve sur’a üflendi. İşte bu vaîd (ikaz) günüdür.

    50 / KAF – 21
    Ve câet kullu nefsin meahâ sâikun ve şehîdun.
    Ve bütün nefsler beraberinde bir saik (hayat filmini çeken) ve bir şahit ile gelir.

    50 / KAF – 22
    Lekad kunte fî gafletin min hâzâ fe keşefnâ anke gıtâeke fe besarukel yevme hadîdun.
    (Allahû Teâla buyurur): “Andolsun ki sen bundan gaflet içindeydin. İşte senden perdeni kaldırdık. Artık bugün senin görüşün keskindir.”

    96 / ALAK – 18
    Sened’uz zebâniyeh(zebâniyete).
    Biz yakında zebanileri çağıracağız.

    43 / ZUHRUF – 77
    Ve nâdev yâ mâliku li yakdi aleynâ rabbuk(rabbuke), kâle innekum mâkisûn(mâkisûne).
    Ve (mücrimler): “Ey malik (ey cehennem bekçisi)! Rabbin bizim üzerimize hüküm versin (bizi öldürsün).” diye seslendiler. (Malik): “Muhakkak ki siz, (bu azabın içinde) kalacak olanlarsınız.” dedi.

    74 / MUDESSİR – 30
    Aleyhâ tis’ate aşer(aşare).
    Onun üzerinde 19 vardır.

    74 / MUDESSİR – 31
    Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ(yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû(huve), ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer(beşeri).

    Ve Biz, ateş ehlini (cehennem bekçilerini), meleklerden başkası kılmadık. Ve onların sayısını kâfirler için fitneden başka bir şey kılmadık, kitap verilenler yakîn sahibi olsunlar ve âmenû olanların da îmânı artsın. Ve kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesinler. Ve de kalplerinde maraz (şüphe) bulunanlar ve kâfirler desinler ki “Allah, bu mesele ile ne murad etti (ne demek istedi)?” İşte böyle, Allah, dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğini de hidayete erdirir. Ve Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Ve O, insanlar için zikirden başka bir şey değildir.

    2 / BAKARA – 102
    Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
    Onlar Süleyman (a.s)’ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri’ndeki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah’ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.

    6 / EN’AM – 75
    Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).
    Ve böylece Biz, İbrâhîm’e onun mûkınîn (yakîn hasıl edenlerden) olması için yerin ve göklerin (semaların) melekûtunu gösteriyoruz (gösteriyorduk).

    69 / HAKKA – 17
    Vel meleku alâ ercâihâ, ve yahmilu arşe rabbike fevkahum yevme izin semâniyeh(semâniyetun).
    Ve o melek, onun (göğün) çevresi üzerindedir. Ve izin günü Rabbinin arşını üstlerinde taşıyanların sayısı sekizdir.

  11. yasir dedi ki:

    Ve ayrıca sizler Kuaran’ı tevsirinden alıp burda karalamalar yapıyorsunuz…Arapçanız acaba nasıl?
    Arapça bilip bilmediğinizi bilmiyorum lakin türkçe mealleri alıp burda kuranda mantıksızlık var edebiayat hataları söylem hataları var demeniz sizi hataya düşürüyor.

  12. ahmet dedi ki:

    ataturkumuzun dikkat edin ataturkumuzun diyorum vefat ederken son sozunun cennetlik insanlar icin selamun aleykum diyerek gelen azraile cevap olarak ve aleykum esselam dedigini kabul ederek azrailin maval oldugu iddasini kendiniz curutuyorsunuz.bu mavalinizi goren bir yobaz size neler demez\

  13. teoman dedi ki:

    benim inancıma görede bir yaradan var ama dinlerin hepsi yalan..dönemin zeki insanlarının o devre göre birbirlerinin kitaplarından %70-80 alıntılar yapılarak öbür inançları karalamış benim dinim seninkinden daha iyidir diyerek,(hepsini yaradanın gönderdiğinide hesaba katarsak daha da komik tabii)ve bunu bir çeşit ciddi bir ekonomik getiri haline dönüştürmüşlerdir,hala günümüzdede en büyük gelirler kiliselere,camilere yahudi ibadet yerlerine ve din adamlarına akmaktadır..alıntılardan yola çıkarsak bütün yazılı inançlarda söz edilen ademin yaradılışı sırasında tanrının (allahın) ademi ben yarattım ona ruhumu üfledim,hepiniz biat edeceksiniz dediği meleklerinden şeytanıın isyanı üzerine cehennemden kovulduğu sabittir,daha sonra yaratılan havva ademle birlikte cennette mutlu bir ayşam sürerken şeytanında kışkırtması ve kandırmasıyla yasak elmadan önce havva sonrada adem yer ve cennetten kovulurlar..şimdi 20.000 senelik yalanı birileriniz bana açıklasın bakalım : yaradan,allah tarafından ademin yaradılışında cennetten kovulan ŞEYTANIN CENNETTE NE İŞİ VAR..kainatın sahibi,alemlerin efendisi bir cennete sahip çıkamamaktamıdır,yol geçen hanımıdır orası,yada biz cehennemlikler günü geldiğinde arada bir cennet kapısındaki görevlilere ”içerde bir arkadaşa bakıp çıkacağız,, mı diyeceğiz…o yüzden sevgili arkadaşlarım,,inanç sahibi yada inanmayanlar bana bu BÜYÜK YALANI bir anlatınız bakalım engin bilginizle,izlemedeyim..

    • Mert dedi ki:

      Şeytanın cennetteki Adem babamız ile Havva anamızı kandırması için cennete girmesi gerekmiyordu ki. 21. yüzyılda uzaktan haberleşme yöntemleriin binbir çeşidini görmüş birisinin böyle bir soru sorması şaşılacak şey. Muhtemelen kenardan seslenerek yapmış olmalı. İmtahan söz konusu olduğundan bu kadarına izin verilmiş olmalı. Neden imtihan derseniz, çünkü O Rabbimizdir, hâşâ hizmetkârımız değil. Bütün cenneti önlerine sermiş ama küçücük bir yasak koyarak da itaat ve kulluk istemiş.

      Şimdi asıl sizin aşağıdaki soru grubuna cevap bulmanız lazım.

      Ateistlik demode, agnostiklik moda olmuş. Bir de binlerce yıldır süregelen ve Kuran’da pekçok yerde belirtilen zihniyet: Yaratanı kabul edip, elçileri kabul etmemek. Bu zihniyetin aslı, ilahi emirlerin nefsin hoşuna gitmemesi sonucu beyni düşünmekten uzak tutmak. Çünkü düşünürsek gerçekler çok acı, çok ağır. İslâmın asgari emirlerine harfiyen uymak bile çok hafif kalıyor gerçeğin ağırlığı yanında. Düşünsenize, her an patlamak üzere olan bir bombanın yanında duramazken her an ölebileceğimiz halde çok rahatız. Sonsuz cennet ve cehennemden biri kaçınılmaz olduğu halde çok tembeliz. Bir yerlerde insanlar açlık ve acılar içinde kıvrandığı halde biz rahat rahat yiyip uyuyabiliyoruz. Bu düşüncelerden kaçmak için uydurulmuş zihniyetler ateistlik, agnostiklik ve yaradanı kabul edip elçilerini inkâr. Öyleyse Yaradan ne murad etmiş de yaratmış? Hayat sadece dünya hayatı olsa bu dünyada çekilen zulümleri ve çok zalim nice insanı dünyada sefahat içinde yaşatmayı karşılıksız bırakmayı mı uygun görmüş? Yoksa oyun olsun diye mi yaratmış? Hâşâ! Enbiyâ sûresi 16-18. âyetlere bakınız lütfen.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Mert;

        sana basit bir soru,

        yasaklanan meyvenin ne olduğunu biliyor musun?

        cevaplamak zor olmasa gerek.

  14. Mert dedi ki:

    Halk arasında ve belki de hristiyan/yahudi kaynaklarında elma derler ama buğday, üzüm ya da incir olduğuna dair rivayetler de varmış. Bunun konumuzla ilgili olduğunu ve bilmemizin çok önemli olduğunu sanmıyorum. Sizce önemli mi?

  15. 1okuyucu dedi ki:

    Mert;

    elbette önemli, yasaklanan meyvenin ne olduğunu bilelilimki ademin suç işleyip işlemediğini bilelim,

    eğer sözünü ettiğin yasak meyve yukarıdakiler ise bunları yemenin neresi suç,

    demekki Kuranın tanrısı keyfi bir yasak getirerek Ademi sınamaya kalkmış, böyle saçma bir sınavı ancak zalim bir tanrı yapar ama gene de Kuranın tanrısı insaflıymış, ya su içmeyi yasaklayarak denemeye kalksaydı yada hacet gidermeyi yasaklasaydı?

    elma, buğday, üzüm veya incir yemenin neresi suç, demekki Adem bunlardan birini yediği için Kuranın tanrısına göre suç işlemiş,

    meyve yemenin suç olmadığını bildiğimize göre sence Adem meyve yediği için haksız yere suçlanmış olmuyor mu?

  16. Mert dedi ki:

    Sahibinden izinsiz yerseniz suç olur tabii, hem de önünüzde yeterince başka nimet varken. Burada bir dizi mantık hatası yapıyorsunuz. Uzattığım için özür dilerim ama dikkatlice okumaya değeceğini düşünüyorum. Özellikle 4. madde ve sonuç paragrafa dikkatinizi çekerim.

    1) Bir yasak koyması için Allah’ın zorunlu bir sebebi olmasını, keyfî olmaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Halbuki bizim inancımızda her şeyi yaratan zaten O’dur. Hiç bir şey O’nu zorlayamaz. Hikmet icabı denen şeyler bile zaten O öyle olmasını istediği için öyledir. Yani sebep her ne olursa olsun, yine Allah’ın keyfince koyduğu bir yasaktır.
    2) Saçma bir yasakla sınamaya kalkışmış diyorsunuz. Sınavlarda sorulan sorular zaten sınamak için kurgulanmış değil midir? Amaçlardan birisi herkese kimin daha güzel iş işleyeceğini göstermek, ki Allah bunu zaten bilir.
    3) “Haksız” derken hakkın sizce bir kaynağı veya dayanağı var mı? Ney haktır ney değildir? Niçin acıkınca bir insanın malını gaspetmeye hakkınız olmadığını, ama bir balık tutup yemeye hakkınız olduğunu düşünürsünüz? Bizim inancımızda “Hak”, Allah’ın ismi olup hakkın kaynağı da ancak O’dur. Dilediğine dilediği hakkı verir ya da vermez.

    4) “Zalim bir tanrı” diyorsunuz. Böyle bir mantık hatası “Allah” ile “tanrı” kelimelerinin anlamlarını karıştırmanızdan kaynaklanıyor sanıyorum. “Tanrı” veya Arapça “ilah”, “tapılmaya layık görülen”, “fayda vermesi umulan ve zarar vermesinden korkulan” gibi anlamlara gelir. Birden fazla tanrı varsayımıyla “zalim bir tanrı” ifadesinin bir mantığı olabilirdi; çünkü “zalim” bir başkasının hakkını çiğneyene denir. Ancak birden fazla tanrı varsayımı ile ateistlik mantıken aynı şeydir. Çünkü birden fazla tanrı kabul edince o sıradan bir cins isim oluyor. O zaman sorarım “kendini neden tanrı saymıyorsun?” diye. Tanrı saydığın insanüstüyse sen de pek çok yönden hayvanüstüsün. Hem güçlü ve üstün gördüğün insanları tanrı mı sayarsın?
    “Allah” ise bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm isimlerinin anlamını birlikte kapsayan zât ismi olup, TEK GERÇEK VARLIK, yani tek tanrıdır. Her şeyi yaratan da O’dur. O’ndan başka zarar veya fayda verebilecek yoktur. Yaratılmışlar ayrı birer varlık değildir; yaratılmış diye gördüklerimiz/hissettiklerimiz, aslında O’nun isim ve sıfatlarının yansımasıdır. Gördüğümüz O’nun “nur” isminin yansımasıdır. Dokununca elimizle hissettiğimiz O’nun “kayyûm” isminin yansımasıdır, acıkmamız ve doyurulmamız, üşütülmemiz ve ısıtılmamız, sapıtmamız ve hidayete ermemiz, vs, vs… hep O’nun isimlerinin yansımasıdır. Kendi varlığımız bile vehimdir. “Ben düşünüyorum; öyleyse ‘ben’ (diye birşey) var” diyen Descartes, sonuçta Allah’ın varlığına ulaşmış ise de mantık hatası yapmıştır. Meselâ gölgemiz hareket ediyor, ama gölgemiz bir varlık değil; bilakis bir yokluk. Yani “Allah” için “zalim” sıfatı tamamen mantık hatasıdır; çünkü O’ndan başka gerçek bir varlık yoktur. Kimsenin hakkını çiğnemesi söz konusu değildir. (Bu “vahdeti vücut” inancını, batıl bir inanç olan “vahdeti mevcut” yani “karma felsefesi/nirvana” ile karıştırmayalım lütfen.)

    5) Patronunuz ya da askerde komutanınız size, o zamana kadar herkesçe güvenilen, hiç yalan söylemez bilinen bir arkadaşınız aracılığıyla bir emir veya yasak bildirse de bu sizin aklınıza yatmasa, patronun sizi işittiğini bile bile bu aracı arkadaşınıza hemen “bunu sen uydurdun, bizim patronumuz/komutanımız böyle saçma şey emretmez” mi dersiniz, yoksa “patron odur, keyfince yasak da koyar, emir de verir, gücümüzü aşmadıkça ve ücretimizi verdiği sürece bize düşen emre uymaktır” mı dersiniz? Patronunuza layık gördüğünüz yetkiyi yaradanınıza çok mu görüyorsunuz? O’nu yargılamaya kalkışmak başlıbaşına bir mantık hatası. kimin verdiği akıl mantıkla kimi yargılıyorsunuz?

    Sonuç olarak gerçekte çelişki diye bir şey yoktur. Çelşkiler soruların ve tanımların kendi içindedir. İslâm’a aykırı tüm sistemler kendi içinde çelişkilidir. Mesela zinayı serbest bırakırsanız milletvekillerinin namus/şeref üzerine yemin etmesi ve namusa sövmenin suç olması anlamını kaybeder. Önyargısızlık gibi kendi içinde çelişkili önyargılarla düşünmeye başlayamazsınız. Ama başlangıç önyargı(ları)nız kendi içinde tutarlı olmalıdır. Matematikte bile ispatlanması imkânsız şu önyargı vardır: “a=b ve b=c ise a=c”. Hayatta kabul edilmesi gereken ilk önyargı “Allah’ın varlığı”dır. Hidayet Allah’tandır.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Mert;

      sahibinin yasakladığı şey yenirse elbette sahibinden izinsiz yenmiş olur ama yasaklanan şeyin yasaklanmaya değecek bir şey olması gerekir, eğer yasaklanmaya değecek bir şey değilse orada konulan yasağın keyfiliğinden söz edilir, o nedenle yasaklanan meyvenin yenmesinin suç olup olmadığının bilinmesi gerekir, eğer yasaklanan şey yasak koymayı gerektirmiyorsa bu durumda yasak koyanın keyfi davrandığından söz edilir,

      1) insan oğlu suya, havaya, beslenmeye barınmaya muhtaç bir varlık olarak yaratıldıysa, zorunlu olarak tanrı, insan oğlununun ihtiyaçlarını karşılayacağı ortamı da yaratmak zorundaydı, insan ihtiyaçlarını yaratmadaki en ufak eksiklik bile tanrının yaratmada kusurlu olduğu anlamına gelirdi ki tanrı böyle bir şey yapmaz, yaparsa tanrı olmaz,

      insan oğlu temel ihtiyaçlarını temin etmek için çabalayıp dururken, tanrı insan oğlunun kullanımına tahsis edilmiş materyalleri dilediğine vermek, dilemediğine vermemek gibi bir keyfiyetin içerisinde olamaz,

      tanrının, sebebini açıklamadığı yasağı, tanrının hikmetinden sual sorulmaz zırvasıyla savunarak keyfi davranabileceğini söylemek ancak yarattıklarıyla ping pong topuyla oynar gibi oynayan, eşek saatiyle eşref saati bir arada gezen tutarsız bir varlığın yapacağı bir iştir ama bunu yapan Kuranın tanrısı olunca yadırgamamak gerekir,

      2) sınav keyfi bir yasakla yapılıyorsa öyle bir sınava ancak cenneti kaybetmek istemeyenler itibar eder,

      3) doğru söylüyorsun, sizin tanrınız dilediğine verir dilediğine vermez, sizin tanrınızın nezdinde çalışmanın çabalamanın hiçbir anlamı yoktur, kimine yürüt ya kulum der, kimi ağzıyla kuş tutsa havasını alır,

      4) tanrınızdan ismiyle bahsetmem şart mı? ben genellikle tanrınızdan bahsederken Kuranın tanrısı ifadesini kullanırım, ayrıca ben birden fazla tanrıdan söz etmiyorum, benim için bir tane tanrı vardır o da evrenin tanrısıdır, o nedenle Muhammedin uydurduğu Kuranın tanrısına itibar etmem, o nedenle keyfi davranan tanrınıza zalim diyebiliyorum,

      5) patronum yada komutanım benim bildiğim tanıdığım bir kimsedir, bana onlardan emir getirdiğini söyleyene itimat etmezsem, komutanımla veya patronumla irtibata geçerek emri doğrulatma yoluna giderim,

      ama biri ben tanrının elçisiyim dediğinde, tanrının elçisi olduğuna dair kanıtın var mı? diye sorarım, bana tanrının gönderdiğini iddia ettiği kitabı kanıt olarak göstermesinin de bir anlamı olmaz, çünki tanrı kanıtlamadıkça, bana gösterdiği kitabı tanrının gönderdiğini kanıtlayamaz,

      ne demek istediğimi anlayamadıysan daha açık yazayım,

      Muhammedin tanrının elçisi olduğunun kanıtı var mı?
      cevap, tanrı Kuranda Muhammedin elçisi olduğunu söylüyor
      Kuranı tanrının gönderdiğinin kanıtı var mı?
      cevap: Muhammed Kuranı tanrının gönderdiğini söylüyor,

      işte sizin bozacısıda şıracısıda kendisi olan birine inanmanızın temelinde tamamen öteki dünya beklentisine uyan söylemlerin etkili olduğu açıktır, yani dinler öteki dünya beklentisi içerisinde olanlara cennet pazarlayan umut tacirlerinin taraftar toplamak için uydurdukları zırvadan başka bir şey değildir,

      —Matematikte bile ispatlanması imkânsız şu önyargı vardır: “a=b ve b=c ise a=c”. (senden alıntı)

      bahsettiğin önerme, bilinmeyenlerden herhangi birine bir sayı atanarak ispatlanabilen bir önermedir, sen ise tamamen tersini söylüyorsun, biraz matematik çalışman lâzım?

      • Mert dedi ki:

        Bu konuşma üslubuyla tartışmaya devam etmeyi reddediyorum. Başlıktaki “bilimsel” kelimesine kapılarak buraya gelmiştim. Sadece tartışmadan kaçma sebebimin mantıklı cevap verememek zannedilmemesi için belli başlılarına cevap yazayım:

        Belirttiğim matematiksel önermeyi, onu ispatladığınızı zannederken de kullandınız, yani Hz Muhammed’e atfettiğiniz kendinden menkul kanıt yöntemini asıl siz kullandınız. Tepkileriniz sadece duygusal, mantıken bir çelişki gösteremediniz. Ben zaten, evet Allah keyfince hükmeder, yargılar ama yargılanmaz, çünkü sebep olarak gösterilebilecek şeyleri de var eden O diyorum, siz sırf hoşlanmadığınız için, gerekçe gösteremeden böyle tanrı olmaz deyip çirkin laflar kullanıyor, insanların ve partililerin yolsuzlukları ile suçluyorsunuz.
        Koç’a ait bir iş yerinde çalışan bir işçinin, aklına yatmayan üst düzey bir emri “gerçekten sen mi emrettin?” diye Mustafa Koç’a sormak istediğini düşündüm de komik geldi.
        En önemlisi, Hz Muhammed’in peygamberlik kanıtı için bir zahmet araştırınız: Bizans kralı Heraklius’un Mekke’den Şam’a gelen (o tarihte henüz) müslüman düşmanı olan bir kafileye sorduğu sorulara aldığı cevaplarla nasıl ispatladığını okuyunuz. Yazık ki korkusundan geri adım atarak müslüman olmaktan vazgeçmiş.
        Madem Yaradan’a inanıyorsunuz, Hz Muhammed’e bu kadar bilinen özelliği verenin O olduğunu da kabul ediyorsunuz demektir. Bu özellikleri kullarını yanıltmak için mi verdiğini düşünüyorsunuz?
        _ 40 yaşına kadar hiç yalanı, ihaneti, kötülüğü görülmemesiyle “Muhammedül Emîn” namını almış. 40’ından sonra birdenbire dünyanın en büyük yalancısı mı olmuş? Hâşâ!
        _ Hiç yazı okumamış, yazmamış. 40’ından sonra dünyanın en çok okunan, en sevilen, en veciz, en sanatlı, en etkileyici kitabını (mı yazmış bile diyemiyoruz) nasıl söylemiş? Yoksa siz de şair ya da sihirbaz olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yoksa Kuran’daki sanattan bihaber misiniz?
        _ Pek çok tarihi bilgiyi Tevrat’ın elde mevcut halindeki pek çok kısmı doğrulayan, bir kısmını da düzelten ya da yahudilerin bile haberi olmayan ayrıntılarla biçimde vermiş. Mesela Hz Yusuf’un güzelliği ve hikâyesi yahudileri bile kıskandıracak ve şaşırtacak ayrıntılarla ve sanatla 15 sayfalık bir sûrede bir defada verilmiş. Ona bunları birisinin öğrettiğini iddia edebilmişler ve (Kuran’da) gelen cevap onları susturmuş: O kişinin dili yabancı, Kuran ise fasih Arapça! Kuran’da nice yerde inkârcıların sorularına tam oturaklı cevaplar var. Hiç birine edilecek bir mantıklı cevap bile yok. Meselâ Kaf sûresi 15. âyette: “İlk yaratmada âcizlik mi gösterdik ki (yeniden yaratamayalım)? Doğrusu onlar, yeniden yaratılış konusunda şüphe içindedirler. ”
        _ 10 yılda kaliteli 40 insan yetiştirebilmiş, göçe zorlandığı 12. yılında sayı 100 civarına ulaşabilmiş ve sonraki 7-8 yılda adeta patlama yaparcasına hem Arap yarımadasını kontrolü altına almış, hem Bizans’a hesap sorar hale gelmiş. Son seferinde Bizans karşısına çıkmaya bile cesaret edememiş. Sahabeleri vefatından birkaç yıl sonra zamanın bir süper devletini (İran) fethetmiş, sahabeler daha hayattayken diğer süper devletin başkenti Konstantiniye’ye dayanmış.
        _ Tarihte bir örneği daha var mıdır ki bir şehir (Mekke), 21 yıl mücadele ettiği, savaştığı kişi tarafından zaptediliyor ve o gün o şehir halkının en mutlu günü oluyor? Sırf kibarca ve kansız almak için, alabileceği halde fethi 1 yıl geciktiriyor.
        _ 23 yılda o kadar baskı ve zulüme rağmen o fakirlikle, açlıkla sadece 250 civarında şehit vererek (Bizans ile savaş dahil) bu zaferlere ulaşmış. Ne büyük bir komutan, ne büyük bir devlet başkanı!
        _ Faizi ayakları altına almış! Sadece bu bile peygamberliğini ispatlamaya yeter!
        _ Hiç bir hastalığı yokken veda hutbesi vermiş ve bir kaç ay sonra vefat etmiş.
        _ Allah peygamberini (ölüm vakti) kendi ile dünya arasında serbest bırakır, o da Rabbini seçer diye bildirmiş ve kendisinin de son sözleri “Allah’ım beni refik-i âlâ’ya (yüce dostluğuna) ulaştır” olmuş.
        _ Karnını hiç doyurmamış, her gece üşenmeden kalkıp 5 vakit namazdan ayrı gece namazı kılmış. İnanmayan biri bunları yapabilir mi? Siz şimdi onun münafık olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Hâşâ! El-insaf!
        Bu bilgilerden şüpheniz varsa başlıca 6 hadis kitabının ne kadar hassasiyetle yazıldığını araştırınız.
        Dediğim gibi benden bu kadar. Hidayet Allah’tan.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Mert;

        —-Ben zaten, evet Allah keyfince hükmeder, yargılar ama yargılanmaz (senden alıntı)

        sen tanrının keyfi davranabileceğini söyleyebiliyorsan, bende keyfi davranan bir tanrının zalim olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim, çünki firavunlarda kendi keyiflerine göre istediklerini asıp istediklerini kesebiliyorlar, eğer tanrı keyfi davranabiliyorsa, bu durumda tanrının firavunlardan, diktatörlerden ne farkı kalıyor?

        kaldıki Kuran tercümanları tanrının keyfi davranamayacağını, Arapların kırdığı pot nedeniyle “dilediğini” ifadesini “dileyeni” diyerek değiştirme çabasına girmişken sen tanrının keyfi davranabileceğinden söz edebiliyorsun,

        —Koç’a ait bir iş yerinde çalışan bir işçinin, aklına yatmayan üst düzey bir emri “gerçekten sen mi emrettin?” diye Mustafa Koç’a sormak istediğini düşündüm de komik geldi. (senden alıntı)

        koç kimdir, tanrı mı? peygamber mi? yoksa tanrı tarafından dokunulmazlık sağlanmış biri mi? koçu bu kadar gözünde büyütmene sebep ne? yoksa sen bazı insanları gözünde büyütüp tırsan biri misin? oysa ben kendi genel müdürümü .ıç üstü oturtmuş biriyim, karşımdaki kim olursa olsun doğru bildiğimi söylemekten asla çekinmem ama sen bir patrona soru sormayı komiklik olarak görüyorsan, bu senin gözünde büyüttüğün insanlar karşısında el pençe divan durup sesini çıkarmadan biat eden tiplerden biri olduğun anlamına gelir,

        —Madem Yaradan’a inanıyorsunuz, Hz Muhammed’e bu kadar bilinen özelliği verenin O olduğunu da kabul ediyorsunuz demektir. Bu özellikleri kullarını yanıltmak için mi verdiğini düşünüyorsunuz? (senden alıntı)

        Muhammedin bilinen özelliklerini İslâmi kaynaklardaki anlatılanlarla açıklamanın, objektif kavramının ne olduğunu bilenlerce inandırıcı olmayacağını söylemeye gerek yok, yani bozacının şahidi şıracı misali İslâmi kaynaklarda bahsedilen tek yanlı anlatımların subjektif olacağı açıktır,

        o nedenle senin İslâmi kaynaklara itibar etmen seni bağlar, ben ise subjektif anlatımlara itibar etmem, resmin bütününe bakarım,

        örneğin; Kâbenin bakım ve onarımı için Kâbenin içersindekileri dışarı çıkarıp gerekli bakım ve onarımı yapıldıktan sonra, dışarı çıkarılanları içeriye taşırlarken Hacer ül evsedin içeriye taşınacağı sırada iki aşiretin sen taşıyacaksın ben taşıyacağım kavgasına Muhammedin ikiniz birden taşıyın diyerek çözüm bulduğunu söyleyenler nedense Hacer ül Esved Kâbeden dışarı çıkarılırken iki aşiretin kavga ettiğinden söz etmez, öyle ya, içeri taşınması kavgaya neden olan bir taşın, dışarı çıkarılırken de kavgaya sebep olması gerekmez miydi? o nedenle anlatılan hikâye tutarsız?

        Muhammedin yaptıklarına gelince, kendi yaşadığı toplum içerisindeki törelerde bazı değişikliklere sebep olmuşsa da cahiliye döneminde evlatlılığı ölünce üvey kayınpederin evlatlığının karısıyıyla evlenmesi ayıplanırken, sırf Muhammed halasının kızıyla evlenebilsin diye, evlatlığının karısından boşanmasına sebep olan gelişmelerin akabinde Zeyneple evlenerek, hem üvey kayınpederlerin evlatlıklarının karılarıyla evlenebilenin önünü açılmış, hemde akraba evliliğinin önünü açılmıştır,

        —-Bu bilgilerden şüpheniz varsa başlıca 6 hadis kitabının ne kadar hassasiyetle yazıldığını araştırınız. (senden alıntı)

        yaşanmış olaylar dışında hadislere itibar etmem, eğer sen itibar ediyorsan mirac hadisine inanıyorsun demektir,

        sahi sen mirac hadisini kabul ediyor musun?

      • Mert dedi ki:

        Yuh yani! Ben patronuna layık gördüğü hükmetme ve elçisine saygı isteme yetkisini, rabbine çok gören zihniyeti eleştirmek için Koç örneği verdim, biraz da sorup cevap alması zor olduğu için, sen nereye çekmişsin?
        Özetle İslâm’da hoşuna gitmeyen şeyler olabilir ama çelişki diye bir şey yok. Senin gibilere İslam’ı şirin göstermek için çarpıtanlar ve çelişkiye düşenler olabilir, bu bizi bağlamaz.
        Asıl sen İslam’a aykırı hayat nizamlarını bir eleştir önce, istisnasız hepsi kendi içinde çelişki dolu. Mesela kendi zihniyetini eleştir önce. Önyargılarının kaynağı ne? Duyguların. Duygularının kaynağı ne? Önyargıların. Bozacı da şıracı da sensin. Dayanaksızsın yani. Daha “Allah” bile diyemiyorsun, tutarlı bir “tanrı” tanımı bile kullanamıyorsun. Kim tarafından konduğu meçhul kurallara uymak zorunda olan aciz bir “tanrı” kavramı uyduruyorsun. Tabiata bir bak. Senin kurallarına uyan bir tanrının eserini mi görüyorsun, yoksa dilediğince hükmeden, çoğuna aklımız ermese de herşeyi kendi hikmetine göre yapan Allah’ın eserini mi?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Mert;

        —-Asıl sen İslam’a aykırı hayat nizamlarını bir eleştir önce, istisnasız hepsi kendi içinde çelişki dolu. Mesela kendi zihniyetini eleştir önce. Önyargılarının kaynağı ne? Duyguların. Duygularının kaynağı ne? Önyargıların. Bozacı da şıracı da sensin. Dayanaksızsın yani. Daha “Allah” bile diyemiyorsun, tutarlı bir “tanrı” tanımı bile kullanamıyorsun. Kim tarafından konduğu meçhul kurallara uymak zorunda olan aciz bir “tanrı” kavramı uyduruyorsun. Tabiata bir bak. Senin kurallarına uyan bir tanrının eserini mi görüyorsun, yoksa dilediğince hükmeden, çoğuna aklımız ermese de herşeyi kendi hikmetine göre yapan Allah’ın eserini mi? (senden alıntı)

        sen, tanrının gönderdiğinin ispatı olmayan bir kitabı öbür dünya beklentilerine cevap veriyor diye sorgulama gereği duymadan gözü kapalı kabul ediyorsan o senin tercihindir,

        o nedenle bana inanmadığım bir kitabı örnek vererek beni eleştirme hakkına sahip değilsin, nasıl biri olduğumu bilebilmen için de beni çok yakından tanıman gerekir, mesnetsiz suçlamalarda bulunman ise gözü kapalı iftira atmak anlamına geldiğinden senin ahlâk yapını ortaya koymaktan başka bir işe yaramaz,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        bak, senin tanrın yukarıdaki ayette toplumu hür, köle ve kadın olarak kategorize ediyor, yani köleliğin var olduğu bir düzende toplumu hür ve köle olarak ikiye ayırması yetmiyormuş gibi cinsiyet açısındanda toplumu kadın erkek olarak ikiye ayrılıyor, o günkü mevcut olan toplum yapısını, yani kölelik düzeninin olduğu, kadının aşağılandığı ataerkil toplum yapısını onaylıyor ve olması gereken toplum düzenini bakara-178’le hüküm altına alıyor ve Kuranın tanrısı, olması gereken toplum yapısı, hür erkek, hür kadın, köle erkek, köle kadın olarak tarif ediyor,

        yani senin tanrın günün birinde köleliğin yasaklanacağını bilememiş, bir kısas ayetinde öldürülenlerle ölenlerin cinsiyetinden ve statüsünden bahsedebilme saçmalığını göstermiş?

        ayetin iniş sebebi farklı olsada toplumu statü ve cinsiyet açısından kategorize ediyor olması göz ardı edilecek bir olgu değil, çünki ayet günümüzde de aynen karşımızda duruyor.

        ışid’in esir aldığı kadınları cariye olarak ilân etmesinin gerekçesinde bu ayet yatıyor.

  17. teoman dedi ki:

    YAVVV MERTTT…etme kardeş,ATMA KARDEŞ,kainat boyunca yaşayan tüm canlıları hepsinin günahsız olabileceğinden yola çıkarak alabilecek büyüklükte,yani bizim hayal dünyamızı aşan ebatlarda bir cennet ve kenardan seslenen ve bu büyüklükteki cennete sesini duyuran şeytan öylemi,tabi bu arada daha sorgulanabilecek binlerce hayal ürünü olaylar var..1-mesala bu kadar büyüklükte olmasını düşündüğümüz cennette nedense havvanın yasak elmanın etrafında dolaşması gibi,sadece dünyadan basit bir örnek versek,ingilterede bulunan yasak elmaya ulaşmak için tam tersi amerikada bile olmadığını varsayalım hindistan,yada türkiyeden elmanın yanına gidip onu bulması ve yemesi gerekmekte NE KADAR ZAMAN ALIR bir,NEDEN İLLEDE ELMAYA ULAŞMAYA ÇALIŞIR iki…2–şeytan allah tarafından kovulunca giderken bende senin yarattıklarını baştan çıkarmassam adam değilim,baştan çıkardıklarımın hepsi cehenneme gidecek görürsün anlamında sözler sarfetmiş olduğu farzedilir,allahta beni dinleyenler cennete seni dinleyenler cehenneme demiş olduğunu (kabaca ve fantezi ile belirtiyorum) belirtirsiniz..a)-allah şeytanla kendini eşit mesafede görmekte,beni dinleyenler cennete senin peşinden gidenler cehenneme demektedir,kendine şirk koşmaktadır,,,,b)– daha o zaman havva yaratılmamış insalığın çoğalacağı kesinleşmemişken şeytan nereden bilmektedir insanların binlerce,milyonlarca,milyarlarca,hatta trilyonlarca çoğalıp yaşayabileceğini….yav neresinden bakarsan bak,elinde kalıyor düşünebilen ve sorgulayabilen insanın..inanırsan..inananada saygım sonsuz bu arada..

    • Mert dedi ki:

      Teoman, inşallah gerçek kardeş oluruz İslam’da. Allah imtihan etmek istedikten sonra mesafeler, binlerce yıllar, trilyonlar vs engeller sorun olmaz. Elma bahane, yasakların cazibesi. Şeytan Allah’ın zıttı değil, Hz Muhammed’in zıttı. Biri rahmet elçisi, biri lanet elçisi. Cenneti de cehennemi de doldurmak Allah’ın vaadi idi. Cennet için Hz Muhammed’i, cehennem için şeytanı kullanan O’dur. Kendine şirk koşması söz konusu değil. Şeytan melek zannedilen bir cin olup melekler arasında en âlimi idi, hatta ismi Azazil idi. Bazı şeyleri bilmesi de ondan. Allah’a karşı küstahça konuşması da önce mühlet almasından cesaretle.
      Evet kâinat çok büyük. Ama şirk en büyük bir zulüm. Allah ise hadisi kutside bildirdiğine göre kâinata sığmamış, ama bir mümin kulunun kalbine sığmış. İşte cennetle cehennemin neyin karşılığı olduğu.

      • AVNİ dedi ki:

        Sn mert
        “Şeytan melek zannedilen bir cin olup melekler arasında en âlimi idi, hatta ismi Azazil idi. Bazı şeyleri bilmesi de ondan. Allah’a karşı küstahça konuşması da önce mühlet almasından cesaretle.” senden alıntı..
        Sence alemleri yaratan, atom altı ve üstü herşeyin sahibi, ol demesiyle herşeyin olduğu bir tanrının şeytanla diyaloğu, katından kovması vs kralın huzurundan vezirini kovmasına benzimiyormu . Şeytan nerdeydiki nereye kovuluyor, allahın katı ne ( hani heryerdeydi ). Bu masalsı anlatım pagan tanrılarının birbirinize karşı gelmesine benziyor, sonuçta insan ürünü bir senaryo gibi…
        Tanrının ben cehennemi insanlarla dolduracağım demiştir ama cenneti dolduracağım diye bir vaadi kuranda yoktur.. Neden tanrı cehennemi insanlarla dolduracağım diye ant verir. Tevratın kızgın tanrısına çok benzemekte…
        Saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        AVNİ;

        —-Tanrının ben cehennemi insanlarla dolduracağım demiştir ama cenneti dolduracağım diye bir vaadi kuranda yoktur.. Neden tanrı cehennemi insanlarla dolduracağım diye ant verir. Tevratın kızgın tanrısına çok benzemekte… (senden alıntı)

        her şeyin ölümle bitmesini kabul edemeyenlere cennet pazarlayan uyanıkların, müşterilerini kayıtsız şartsız kendine biat ettirmek için tabiî ki korkutacakları bir cehennemleri de olacaktı, hele birde cehennemi insanlarla doldurmaya yemin etmiş bir tanrıdan söz ettiklerinde, cehennem korkusuyla Allah yolunda savaştıracak eleman bulmaları zor olmayacaktı,

        yeni kurulan İslâm Devletine akın akın her yerden insanlar katılırken içlerinde ailecek katılanlar bile var, katılanlar herhalde Allah yolunda savaşarak cenneti hak etmeyi amaçlıyorlar,

        realiteye baktığımızda, farklı mezheplere ve tarikatlara bölünmüş grupların hepsi Allah yolunda savaştıklarını söyleyerek birbirlerini boğazlıyorlar, bu durumda hangisinin Allah yolunda savaştığı kafa karıştırıyor, üstelik Kuranın tanrısının, “bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey mi?” diyerek bir müminin bir mümini öldürmesini kabullenenmişken, Allah yolunda savaşan gurupların birbirini boğazlaması olacak şey mi? sorusunu beraberinde getiriyor, çünki Müslümanların birbirlerini boğazlaması tanrının değil ancak şeytanın hoşuna gidecek bir durum,

        eğer şeytan başarabilseydi, Kuranın tanrısının inanırlarını birbirine boğazlatmaktan büyük zevk alırdı ama şeytanın bu isteğini Kuranın tanrısı 4 ayrı kitap göndererek, farklı dinlere mensup olanların birbirlerini boğazlamasına, anlaşılmaz kitaplar göndererek, farklı yorumların sebep olduğu bölünmelerle ayni din mensuplarının birbirlerini boğazlamasına sebep olmuş,

        yani Kuranın tanrısı şeytanı mutlu etmek için elinden geleni yapmış, tabi yeryüzündeki kötülüklerin sebebinin kendisi olduğunu gözden kaçırmak için kötülükleri ihale ettiği şeytana olan minnet borcunu bir şekilde ödemesi gerekiyordu, olay bundan ibaret.

  18. teoman dedi ki:

    çok boş ve arkası olmayan sadece kurana dayalı sözler söylüyorsun mert,mantık sıfır..oysa sorgulama yapmaktayız..eğer alın yazısı varsa..İMTİHAN YALAN..eğer imtihan varsa ALIN YAZISI YALAN..ben yaradılış kaynaklarından bahsediyorum sense daldan dala uçuyorsun kardeş,bak bütün mit’lerde şeytan cennette ve elma ağacının üzerindeki yılan olarak anlatılır ve tasfir edilir,FİZİKSEL dir..sense sokaktan geçen yabancı yaptın,dışardan şetmiştir diyorsun,şeytanı yaratan tanrıdır ama,ona inananlar cehenneme,allaha inananlar cennete gitmektedir yani iki eşit güç savaşı var yani şirk var ŞİRKK..ve bu şirki koşanda allah olmaktadır yarattığı bir yaratıkla mücadele eden,sen aksini söylesende mantıken TRAJİ KOMİKK…neden allah cehennemi doldurmak için durup dururken vaad eder yav kardeşim bu kadarmı saplantılısınız,yarattığı insanlığa sonradan durup dururken gıcık mı oldu,yoksa canımı sıkıldı nasıl bir tasfirdir bu yahu..SONRADA HİKMETİNDEN SUAL OLUNMAZ DEYİP MANTIK VE AKIL SÜZGECİNDE YOK ULUYORSUNUZ İDDİALARINIZLA,gözünüzdeki merteği görmüyorsunuz,yani adam şeytana uyacak 6 aylık bebeğe tecavüz edecek,yukardan da allah seyredip ”napim canım cehennemi doldurmak için söz verdim çaresisizim” diyecek öylemi,,,bu arada 1-şeytanın havva yaratılmadığı ve insan soyunun çoğalacağı bilinmediği halde şeytanın söylenmesine vıdı vıdı yapmasına cevap gelmemiş,2- ok ada rbüyüklükteki cennetin sanki 3 dönümlük bahçen gibi anlatmana da cevap yok hayırdır kuranda hz muhammet bu konuyla açıklama yapmamışmı ..

    • kadir dedi ki:

      sayın teoman…

      kuranda geçen. “insanları ve cinleri cehenneme dolduracağım” ne demek..

      kurandan haber olduğumuz gibi allah insana özgür irade vermiştir.. bu iradenin pozitif ve negatif tercihlerinin mutlaka bir karşılığı olduğunu söylemiştir. haktan sapanlara cehennem. hidayeti seçenlere ise cenneti vaad etmiştir.. şimdi;

      “Bir görseyedin o suçluları: Rab’lerinin huzurunda,(ahirette) mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken:‘’ Gördük işittik ey Rabbimiz ! Ne olur bizi dünyaya bir gönder de,güzel ve makul işleri yapalım,artık kesin olarak inandık. ” (secde -12)

      “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: “Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.” sözü hak olmuştur.” (secde-13)

      bu ayetlere dikkat ederseniz kıyamet sonrası mahşerde inkarcılara değinilmiştir.. allah istersek herkesi doğruya yöneltildi. ama bunu istemedi. çünkü ben insana özgür irade vermeyi taktir etti… yani insanı bir robot yapmadı. insana seçme ve seçilme hakkı verdi..

      secde – 13 te “söz hak olmuştur ifadesi” kuranın başka ayetlerindede geçer.. yani allah vermiş olduğu sözden asla dönmez.. onun sözü haktır..

      “şeytan; beni saptırmana karşılık bende senin doğru yolunun üzerine busu kuracağım. pek azı hariç insanların ekserisi sana şükreder bulmayacaksın”

      işte bu ayette allah şeytanın bu tuzaklarına karşın kendisine uyanları cehenneme atacağı sözü vermiştir.. hidayete gelenlerede cennet vaad etmiştir..

      işte o söz (insanları ve cinleri cehenneme doldurma vaadi.) başlarına geldiğinde bundan dönüş asla yoktur.. bundan maksat inkarcı insanlardır.. o söz bu insanların üzerine haktır.. ve sözden dönüş asla yoktur..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —-“Bir görseyedin o suçluları: Rab’lerinin huzurunda,(ahirette) mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken:‘’ Gördük işittik ey Rabbimiz ! Ne olur bizi dünyaya bir gönder de,güzel ve makul işleri yapalım,artık kesin olarak inandık. ” (secde -12) (senden alıntı)

        Muhammede inanmayanların Kuranın tanrısına, “sen peygamber gönderdiğini ispatlayamamışken, benden kendisine ben tanrının elçisiyim diyene inanmamı nasıl beklersin? sorusunu haklı olarak soracakları hiç aklına gelmiyor mu?

        yoksa senin tanrın, insanların kendilerini savunmasına izin vermeyecek mi?

        yukarıdaki anlatım, Muhammedin uydurduğu korkutma numaralarından biri ve hiçbir tutarlılığı yok, çünkü hayatteyken Muhammede inanmayanlar, niye inanmadıklarının sebeplerini biliyorlardı ve haliyle kendi gerekçeleriyle kendilerini savunma yoluna gideceklerdir, tabi sınav denen bir masal varsa?

        iyisimi sen tanrını uyar, dersine iyi çalışsın, çünkü muhatap olacağı sorular soğuk terler dökmesine sebep olacak.

  19. Mert dedi ki:

    Anlamamakta ısrar ediyorsunuz. Allah’ı bir insanı yargılar gibi, sanki zorlamalarla iş yapması gerekirmiş gibi düşünüp yığınla darmadağınık sorular soruyorsunuz. Sen buradan cep telefonuyla dünyanın öbür ucuyla konuşacaksın aklın alıyor da Allah’ın uzaktan iki kişiyi konuşturmasını mı aklın almıyor? Kölelik kalkmışmış. Bugün dünyada resmen alınıp satılan 27 milyon köle olduğunu duymadınız mı? Milyardan fazla da resmi kölelikten beter düşük ücret köleliği var. Köleliğin resmen ya da de facto olarak devam etmesi kaçınılmaz. Bir standardı olsa (yediğinden yedirilip, giydiğinden giydirilmek gibi) köleler bile daha mutlu olurdu. Faiz ise insanların çoğunu esir alan ayrı bir kölelik.
    Benim sorularıma ise cevap veren yok:
    1) Heraklius’un Hz Muhammed’in peygamberliğini ispatlama (hem de Mekke müşriklerine sorup öğrendikleriyle) konusunu okudunuz mu? Kendisi dinini değiştirmeye korktuysa da onun saygısı sayesinde Hz Muhammed’in mektubu günümüze kadar gelebilmiştir. İnanmasanız da ispat yine geçerli.
    2) İnancımızda bir çelişki iddia edebilen yok. Sadece onu bunu beğenmemek var. Yalnız Teoman ne zamandır beklediğim alın yazısı sorusunu sordu. Onun da çelişkisi kader sorularının içinde gizli. Gerçeğin kendisinde değil. Ama şimdi uzatabilecek zamanım yok.
    3) Tabiata bir bakın. Sizin varsaydığınız kurallara uyan bir tanrının eserini mi görüyorsunuz, yoksa dilediğince hükmeden, çoğuna aklımız ermese de herşeyi kendi hikmetine göre yaptığında şüphe olmayan Allah’ın eserini mi?
    Pardon 1okuyucu, şahsıma ve inancıma karşı maruz kaldığım bunca çirkin lafa karşı senin zaten kaç defa kullandığın bozacı-şıracı benzetmesi mi iftira ve ahlaksızlık göstergesi oldu? Kabalaştığım yerden bir alıntı yap da göreyim. Sizden bir kusurumu öğrenmiş olayım bari burada harcadığım bunca zamanın karşılığında.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Mert;

      cep telefonuyla konuşmaya şahit olduğumuz için inkâr etmemiz mümkün değil ama tanrının başkalarıyla konuştuğuna şahit olmadığımız için ben tanrının elçisiyim diyene inanma zorunluluğumuz yok, eğr tanrı bize peygamber gönderdiğini ispatlayabilseydi o zaman itiraz etme hakkımız olmazdı, o nedenle ispatı yapılamayan şeylere inanma mecburiyetimiz yok,

      ayrıca bir kişinin güvenilir olması, hiç yalan söylememiş olması (İslâmcıların iddiası) onun peygamber olduğunun kanıtı olamaz, kaldıki Muhammedi çok yakından tanıyan bir topluluk içerisinde bile 12 yılda kendisine inananların sayısı o toplum içerisinde devede kulak kalmıştır, (Mekke dönemini kastediyorum)

      üretimin olmazsa olmaz en önemli iki ayağı işçi ve işveren her zaman pazarlık masasında ücret konusunda debelleşip durmuşlardır, işçi daha fazla ücret almanın, işveren daha az ücret vermenin peşinde koşmuştur, ekonominin doğal bir refleksi olan böyle bir durum, rızkını kazanmak için çalışan insanları köle olarak izah etmeye kalkmayı gerektirmez,

      kaldıki, ticari kervan yöneten Muhammed bile toptan fiyatına aldığı malları en ucuza alabilmek için satıcıyla pazarlık yapmıştır,

      o nedenle rızkı için çalışanları köle olarak göstermeye çalışacağına bakara-178’le ilgili bir şeyler söyleseydin daha doğru yapmış olurdun?

      Herakliüs Muhammedin peygamber olduğuna inandıysa niye iman etmedi? koskoca hükümdar kimden korkmuş olabilir ki?

      ekonomide enflasyon denen bir olgunun varlığını bilenler hiç kimseye enflasyonun satın alma gücündeki azalmayı telafi edecek bir payı garantiye almadan borç vermez, yani enflasyon payının öngörülmediği bir parayı kimse kimseye borç olarak vermez,

      kaldı ki toprağını yarıcıya verenler bile ürünün yarısına ortak oldukları gibi tarlalarında toprak açısından bir eksilmeyle karşılaşmazlar, haliyle borç verenlerde borç verdikleri paralarının enflasyon karşısında satın alma gücünün azalmasını istemezler,

      tabi enflasyonun söz konusu olmadığı ilkel kabile ekonomisinde Muhammed enflasyon denen olguyu nereden bilecekti, faizi yasakladım demiş, herkes faizi anaparaya yapılan ilâve olarak anladığı için bu durum enflasyon ortamında enflasyon payının faiz olarak anlaşılmasına sebep olmuş,

      ne zaman enflasyon sıfır olur, o zaman faizde otomatikman sıfır olur, yani bunun faizi yasaklamakla bir ilgisi yok, paranın satın alma gücünü ekonomik koşullar belirler,

      sadece, Devletin resmi faiz oranının üzerinde borç veren tefecileri faizcilikle suçlayabilirsin,
      tefecilere de zaten hiç kimse hoş gözle bakmaz,

      ben tabiata baktığımda evrenin tanrısının yarattığı bir şaheseri görüyorum, o da bana yetiyor, o nedenle tabiattaki şahaneliği görebilmem için ben tanrının elçisiyim diyenlere gerek duymuyorum, yani ben evrenin tanrısının yarattığı şahaserin şıracısıyım?

      ben inanmadığım bir kitabın bana propagandasının yapılması karşısında, tanrıdan geldiği kanıtlanamamış bir kitabın pazarlayıcısının kendinden başka şahidi olmaması nedeniyle bozacı konumunda olduğunu, bozacının sözlerini savunanlarında bozacının şıracısı olduğunu tabiri caizse biraz nasreddin hocavari üslupla tarif ediyorum, yani tanrının elçisi olduğunu ispatlayamamış birine inanıyor olmanız, bana sizin durumunuzu başka türlü tarif edebilme olanağı vermiyor, kabalık olarak algılasanda başka türlü düşünmeme imkân yok?

      ayrıca siz o kitaba inanmakla, o kitapta bizlerle ilgili çirkin yakıştırmalarıda ister istemez inanmak zorunda kalıyorsunuz, hatta içinizden bazıları bize hakaret etmek istediğinde, bizle ilgili o ayetleri gözümüzün içerisine sokuyor, tabi biz onun inandırıldığı için öyle davrandığını bildiğimizden onun öyle inanmasına vesile olanlara yani Muhammede ve Kuranın tanrısına bilmukabele diyerek aynen iade ediyoruz,

      —-Asıl sen İslam’a aykırı hayat nizamlarını bir eleştir önce (senden alıntı)

      burada dinleri masaya yatırdığımız için haliyle dinlerden konuşacağız, haliyle dinlerin sebep olduğu sonuçları konuşacağız, beşeri değilde, peygamberleri tanrıyı masaya yatıracağız,

      bana karşı işlediğin bir kusur yok, varsa da bunun sorumlusu sen değilsin?

  20. Mert dedi ki:

    Avni Bey,

    Allah katından/huzurundan bahsetmekle O’na mekân atfetmiş olmuyoruz. Yaratılmışların kendilerini O’nun muhatabı olarak hissettikleri zaman ve mekândan bahsediyoruz. Namazdaki gibi, Kâbe’deki gibi.

    Dinimizin tüm anlatımları ve ilkeleri “Allah” önyargısına (21 Eylül tarihinde yazdıklarımın 4. maddesinin ortalarında açıklanan önyargı) dayanan, kendi içinde tutarlı bir sistem. Birilerinin beğenip beğenmemesi, onların önyargılarıyla çelişmesi dinimizin sorunu değil. Onların önyargıları zaten kendi içinde çelişkilerle dolu. Bizim önyargımız ise bilakis kabul edilmediği takdirde bizi hiç bir şeyi, kendi varlığımızı/yokluğumuzu bile ispatlayamayacak duruma getiren, çelişkilere atan bir zaruret.

    Şimdi siz, “Neden” sorularınıza nasıl bir cevap bekliyorsunuz? Sanırım “şundan dolayı mecburen ya da ihtiyaçtan böyle yaptı” gibi bir cevap bekliyorsunuz ki bu bizim “Allah” önyargımıza ters. Ancak “şu hikmeti murad etti” gibi bir cevap bu önyargıyla çelişmez; o hikmeti de çoğu insan anlamayabilir. Tabiata bakınca O’nun işlerinin hikmetini ne kadar anlayabiliyoruz ki? Ama kabul etmek zorunda kalıyoruz. Zâriyat sûresi 56. âyette belirtilen amaç/hikmet sizinki benzeri sorulara da cevap niteliğinde: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

  21. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “sen, tanrının gönderdiğinin ispatı olmayan bir kitabı öbür dünya beklentilerine cevap veriyor diye sorgulama gereği duymadan gözü kapalı kabul ediyorsan o senin tercihindir,”

    sana göre ispatsızdır… aklı selim olan kuranı düşünerek okuyan onun allahtan bir hak olduğunu bilirler.. yazını yazarken başına “bana göre” ibaresini koymayı unutma..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —-sana göre ispatsızdır… aklı selim olan kuranı düşünerek okuyan onun allahtan bir hak olduğunu bilirler.. yazını yazarken başına “bana göre” ibaresini koymayı unutma.. (senden alıntı)

      bana göre sen, beklentilerini karşıladığı için inanma eğilimi gösterdiğin bir kitaba ispatı olmasa da gözü kapalı inanıyorsun, bunun aklı selim olmakla Kuranı düşünerek okumakla bir ilgisi yok, olay tamamen psikolojik, herhalde bana Kuranı okuduktan sonra Müslüman olduğunu söylemeyeceksin.

      yada budizme inanan bir Hintliyken Kuranı okuyup Müslüman olduğunu söylemeyeceksin,

      • toro dedi ki:

        1Okuyucu,

        Sayın Kadir’in iddiası her zaman senin iddialarını bertaraf edecek kuvvettedir! Çünkü Kadir öyle söylüyor!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —–Sayın Kadir’in iddiası her zaman senin iddialarını bertaraf edecek kuvvettedir! Çünkü Kadir öyle söylüyor! (senden alıntı)

        haklısın, Kadir söylüyorsa yapacak bir şey yok? çünki Kadirin arkasında Kuranın tanrısı gibi bir kılavuzu var, hikmetinden sual edilemeyecek bir tanrısı var, her şeyin en doğrusunu bilen bir tanrısı var,

        peygamber gönderdiğini ispatlayamasada, ona bu dünyada bastırılmış duygularını, (egosunu) sahip olmak isteyipte sahip olamadığı her şeyi öbür dünyada vaad etmiş bir tanrısı var, böyle bir tanrının varlığına inanmamak ahmaklık değilde nedir?

        yani Kadirin elinde asla çürütülemeyecek çok sağlam doneler var, bizim elimizde ne var, her şeyi mantık süzgecinden geçirebileceğimiz bir aklımız var,

        biz her şeyi sorgulama akılsızlığını, salaklığını gösterirken, Kadir aklını kullanarak beklentilerini karşılayabilen vaadlerin cazibesini göz ardı etmeme akıllılığını göstermiş, biz bu dünyada boşa kürek çekerken, Kadir cenneti vaad edenlerin safında yer almış,

        yani Kadir işi biliyor, cenneti vaad edenlerin safında yer alarak hem beklentilerine kavuşacağı günün hayaliyle yaşıyor, hemde cehenneme gitme riskinden kurtuluyor, o nedenle Kuranın tanrısı ne derse eyvallah diyor, aklına mantığına yatmayan şeylerin sebebini anlamasada eyvallah diyor, anlayamadığı şeyler için tanrının hikmetinden sual olunmaz deyip geçiyor,

        demese cenneti kaybedecek, hiç akıllı bir insan cenneti kaybetmek ister mi?

        Kadirin iddialarını çürütemeyeceğimizi bir örnekle açıklayayım,

        Yahudiler, tanrının dünyayı 6 günde (bildiğimiz haftanın günleri) yarattığını, yorulduğu için 7. günü (cumartesi) dinlenerek geçirdiğine inanırlar, Kuranın tanrısı, “siz nasıl olurda bir tanrının yorulabileceğini düşünebilirsiniz diyerek” fırça atacağına, “yorulmadım” diyerek kendisinin yorulmayan bir varlık olduğunu savunma gafletini gösterir,

        bu inançları nedeniyle Yahudiler cumartesi günü tatil yapmak isterler, tanrı onların bu isteğini kabul ederek sanki tatil olması çalışmaya engelmiş gibi cumartesi günü çalışma yasağı getirir, tabi tanrı bir yasak getirdimi orada bir sınav var demektir, her ne hikmetse, (tanrının hikmetinden sual olunmaz) geçimini balıkçılıkla sağlayan bir kasabada balıklar haftanın diğer günleri hiç gelmezken, yine her ne hikmetse cumartesi günü akın akın gelirler? her ne hikmetse, hikmetinden sual edilmeyen yasakların hepsinin suç işlemekle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur, meyve yemek gibi, balık avlamak gibi, vs?

        biz sadece cumartesi günü gelip diğer günler gelmeyen balıkların bu davranışının doğa kurallarına aykırı olduğunu düşünürken, üstelik diğer günler gelmediği için geçimlerini balıkçılıkla sağlayan insanların cumartesi günü balık avlamadıkları taktirde geçimlerini sağlayamayacakları için aç, susuz kalacaklarını düşünürken, bu durumdaki insanların içine düştükleri çaresizlik nedeniyle sırf tanrı cezalandırsın diye cumartesi günü balık avlamak zorunda bırakılmalarının ancak kafasına zulmetmeyi koymuş zalim bir tanrının insafsız bir davranışı olarak düşünürken,

        Kadir arkadaşımız bunun sınav olduğunu söyleyerek, onların Kuranın tanrısı tarafından yapmak zorunda bırakıldıkları bir eylem yüzünden cezalandırılabileceğini savunabiliyor,

        yani Kadirin elinde sınav gibi, tanrının hikmetinden sual sorulmaz gibi sağlam doneleri varken, bizim Kadirin iddialarını bertaraf etme şansımız ne mümkün!

      • kadir dedi ki:

        OKUYUCU…

        “bana göre sen, beklentilerini karşıladığı için inanma eğilimi gösterdiğin bir kitaba ispatı olmasa da gözü kapalı inanıyorsun, bunun aklı selim olmakla Kuranı düşünerek okumakla bir ilgisi yok, olay tamamen psikolojik, herhalde bana Kuranı okuduktan sonra Müslüman olduğunu söylemeyeceksin.”

        söyleyeceğim… ben kuranı okuduktan sonra ve sorguladıktan sonra tam anlamıyla allaha teslim oldum. daha öncede yazmıştım. geleneksel din beni çok rahatsız etti.. geleneklerle yaşanan bir dini kabul etmem mümküm değildi.. taa ki kuranı okuyana kadar.. kuranı okuduğumda yaşanan din ile kuranda din arasında uçurum vardı.. görülen şu ki allah bana kuranın tebliğini nasip etti. kuranı anladıkça imanım dahada arttı.. benim hayatım 2 ye ayrılır.. kurandan önce ve kurandan sonra…

        kuranı okuyan dinden çıkar söylemlerinizle sizlerin mesnetsiz iddalarıda tamamen boştur..
        kuranı düşünerek okuyan bir insan onun allahtan bir gerçek olduğunu görür. ve bu gördüğü gerçeğin çıktısı allaha teslimiyettir..

        kimileride mesela sizin gibi insanlar. kuranı düz bir metin zannedip, lafzi olarak okur. ve imansızlığa sürüklenir.. işte bu böyledir..

        şimdi kuranı okuyup iman edenler. psikolojik hasta, okuyup iman edenlerin akıl sağlığı yerinde öylemi.. senin verdiğin hükmün değeride ancak bu kadar olur okuyucu..
        sana yakıştıramadım…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —–OKUYUCU… (senden alıntı)

        sağır olmadığımı söyledim ya!

        biri tanrıdan bir kitap getirdiğini söylüyorsa elbette o kitapta cafcaflı birkaç söz olmasıda beklenir, sen cafcaflı birkaç söze bakarak o kitabın güzel olduğunu düşünebilirsin ama o kitaptaki resmin bütününe baktığında tanrının gerçek niyetinin ne olduğu kendiliğinden ortaya çıkar,

        senin geleneksel olarak tanımladığın uygulamaların hepsinde Kurandan alınmış referanslar var, yani şeriatla yönetilen tüm Ülkeler Kuranı referans alırlar, uygulamalarda ise itilaflı olan konularda farklı uygulamalara giderler, itilaflı oldukları konular ise tartışıpta bir sonuca bağlayamadıkları konulardır, bunda müteşabih ayetlerin yanı sıra peygamber dönemindeki uygulamaların yeterince bilinememesi önemli rol oynar (peygamber dönemindeki uygulamaların kayıt altına alınamamış olmasından dolayı)

        örneğin; recm uygulaması Ömerin iddiası olup şiilerce uygulanılmasında bir sakınca görülmemektedir veya nisa suresini kanıt olarak göstererek muta nikâhını mübah sayarlar,

        yeni kurulan İslâm Devleti (ışid) esir aldığı kadınları cariye yapıyor, çalışan kadınların çalışmasını yasaklıyor, sokağa erkeksiz çıkmalarını yasaklıyor, küçük kızların bile başlarının örtülmesini istiyor,

        köleliği geri getirmekle kalmayıp, kadını aşağılayıcı tedbirleri alıyor, yani peygamber dönemindeki mevcut toplum düzeninini, statü ve cinsiyet ayırımcılığının geçerli olduğu ataerkil toplum yapısını geri getirmeye çalışıyor, bunu neye dayanarak yapıyor, tabiî ki bakara-178’e göre?

        çünki bakara 178, o günkü toplum yapısındaki sınıfsal farklılıkları (hür, köle, kadın) göz önüne alarak bir kısas hükmü bildiriyor, ve kısas uygulamalarının statü ve cinsiyet ayırımına göre yapılacağını hüküm altına alarak farz kılıyor,

        ayet, o günkü toplum yapısı hakkında bilgi veren bir ayet olsaydı, kimse bir şey söyleyemezdi ama kısasla ilgili bir hükmü statü ve cinsiyet ayırımı yaparak hüküm altına almış olması ister istemez, statü ve cinsiyet ayırımının yapıldığı bir toplum yapısını da beraberinde getiriyor,

        yani Kuranın tanrısının farz kıldığı kısas ayetinin uygulanabilmesi için statü ve cinsiyet ayırımının söz konusu olduğu bir toplum yapısının vücut bulması gerekiyor,

        işte yeni kurulan İslâm devletinin yapmaya çalıştığı bu,
        yani hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükmü gereğince, toplumu hür erkek, hür kadın, köle erkek, köle kadın olarak dizayn etmeye çalışıyor, yani Muhammed dönemindeki toplum yapısını geri getirmeye çalışıyor, neye dayanarak geri getirmeye çalışıyor, tabiî ki bakara-178’e dayanarak?

        o nedenle İslâm aleminde gördüğün her türlü uygulamanın bir tek dayanağı vardır, o da Kuran?

        ayrıca, İslâm alemindeki uygulamalar senin kafandaki kitaba uymuyorsa, senin kafandaki kitap Kuran değildir, bunu böyle bil.

        —-şimdi kuranı okuyup iman edenler. psikolojik hasta, okuyup iman edenlerin akıl sağlığı yerinde öylemi.. senin verdiğin hükmün değeride ancak bu kadar olur okuyucu..
        sana yakıştıramadım… (senden alıntı)

        ben insanların beklentilerine cevap veren söylemlere inanma eğilimlerinin psikolojik bir olay olduğunu söyledim, bu her insanda olabilecek bir şeydir, yani her insanın gösterebileceği doğal reflekstir bu, ben bu sözü söylerken genel bir tespitte bulundum, biliyorsun genel ifadelerde istisnalar kaideyi bozmaz, alınganlık göstermene gerek yoktu, istisna olduğunu söylemen yeterliydi,

        ayrıca müzip biri olduğum için arasıra kinayeli sözler de söylüyorum, eğer yüzyüze konuşuyor olsaydık, karşılıklı çaylarımızı yudumlarken de ayni müzipliği yapmaktan geri kalmazdım, hani bir şarkı vardır,” beni böyle sev seveceksen, olduğum gibi göreceksen” diye?

        İslâm aleminin içerisine düştüğü duruma ben bile üzülürken, senin ızdırabını anlamadığımı mı sanıyorsun?

  22. pamuk1kale dedi ki:

    Kadir,
    sana göre ispatsızdır… aklı selim olan kuranı düşünerek okuyan onun allahtan bir hak olduğunu bilirler.. (senden alıntı )
    aklı selim olan demişsin
    -Herşeye akıl sır ermez
    -Şu küçücük aklımızla Allahın yaptıklarını anlayamayız
    -Vardır bir hikmeti…vb
    Sorguladığın zaman dinden çıkmış,ha çıktı ha çıkacak damgası yiyorsun ve en sonunda sana söylenen ”fazla kurcalama,düşünme vardır bir hikmeti…” gibi bir cümleyle kapılar kapanıyor.
    Kuranı düşünerek okuyan demişsin
    Allah aşkına senin çevrende kaç kişi Kuranı Türkçe olarak,kendi diliyle okumuştur? Benim çevremden söyleyeyim 100 kişiye sorsam 1 kişinin çıkacağından emin değilim.Kendi diliyle okumayan neyi anlayacakta neyi sorgulayacak.Şimdi çıksın söylesin biri ”Kuran Türkçe okunsun,hatimi Türkçe indirin vb…neler olur sence?

    • hakan adanır dedi ki:

      Pamuk1kale sorun kuranı türkçe okuyup anlamaklada bitmiyor.Sen türkçe okuyup kuranda çelişki buldun mu bu seferde senin arapça bilmen gerekir. Arabın alimi çıkar dünya düz der bizimkiler de çıkar peygamber olmaya soyunur.Vay efendim arabın alimi nasıl öyle bir şey deyip arabın pisliğini temizlemeğe çalışır,yani anlayacağın bu kitabın vede dinin neresinden tutarsan tut elinde kalıyor.

    • kadir dedi ki:

      sayın pamukkale…

      kuranı kerim insanlar anlasın diye inmiiştir.. anlamadığın bir şeyi okumanın hiçbir anlamı yoktur.. kuranı her millet kendi dilinden okumalı. fakat sorgulayarak, düşünerek anlayarak okumalıdır.. yoksa kendi dilindende okusa anlamakta güçlük çeker.. çünkü kuranı kerim baştan sona insanın düşünmesini ister ve o maksatla inmiştir..

      yaratan rabbinin adına ikra et (düşünerek oku. anlamaya çalış)
      o insanı bir alaktan yarattı..
      ikra et ki rabbin sonsuz kerem sahibidir..
      kalemle yazmayı öğretendir..
      insana bilmediklerini öğretendir..

      işte kuranı düşünerek okuyan ve varoluş amacını sorgulayan her insan kuranı anlar ve allaha iman eder..

      • hakan adanır dedi ki:

        Kadir senin yazdıklarında samimi olduğunu düşünerek sana bir soru sormak istiyorum
        diyelimki afrikanın bir kabilesi yarın yada başka bir bir gün bağımsız bir devlet oluşturdu.Bu devletin dilinde sadece bin tane kelime var diyelim. Ve bu dil yapısı gereği mecazi ve şiirsel anlatıma kapalı bir dil olsun kuranı bu dile nasıl çevirebilirsin? bu ülkedeki insanlar nasıl anlayacaklar bu kuranı bu konudaki düşüncelerinizi alabilirmiyiz? Bu insanlar nasıl düşünecekler nasıl varoloş amaçlarını sorgulayacaklar?

  23. pamuk1kale dedi ki:

    Kadir;
    kuranı kerim insanlar anlasın diye inmiiştir.. anlamadığın bir şeyi okumanın hiçbir anlamı yoktur.. kuranı her millet kendi dilinden okumalı. fakat sorgulayarak, düşünerek anlayarak okumalıdır.. yoksa kendi dilindende okusa anlamakta güçlük çeker.. çünkü kuranı kerim baştan sona insanın düşünmesini ister ve o maksatla inmiştir.. ( senden alıntı )
    Bak ne kadar güzel söylüyorsun kendi dilinde okumanın gerekliliğini.
    Peki neden istenilmiyor? Neden illaki arapça okuyacaksın yoksa sevap kazanamazsın deniliyor,neden Türkçe okunsun diyenler 2. güne bırakılmadan islam düşmanı,dinsiz vb. denilerek toplum içine çıkamayacak şekilde eziliyor.Bu münferit bir şey değil sende bilirsin;deneyenlere neler söylenildiğini ve başlarına neler geldiğini.
    Ya benim aklım afsalağım almıyor (du) herkesin evinin baş köşesinde inandığı hayatını bu kitaba göre dizayn ettiği en kutsalı asılı duruyor ve 100/99 u o kitabı oradan indiripte anlayarak okumuyor.İndirdiği zaman Arapçasını okuyor ve haliyle hiç bir şey anlamıyor.Kelimeler tarifsiz kalıyor inan…Kelimelerin tarifsiz kaldığı böyle bir durumda bile söylesen tu kaka olursun anında.
    Böyle bir bataklıktan bırak çiçek çıkarmayı,her hangi bir ot da çıkmaz inan.Halimizde ortada zaten.

    Benim şöyle bir öngörüm var;
    Herkes bizim gibi 1 ay sonrasını düşünmeden yaşamıyor bu dünyada,birileri toplumu için,kendine göre insanlık için birşeyler düşünüyor veya düşünecek belki 20 yıl belki 50 yıl sonra.
    ”Dünyanın sınırları belli kaynakları belli,nüfus gittikçe katlanıyor,yaşanacak şu andaki bilimsel verilere göre bir tek kaynak o da dünya.O zaman eleminize edelim diyecekler ve ilk yok edecekleri bizim gibi hiç bir şey üretmeyen,insanlığa bir şey katmayan,toplumsal yaşayıştaki düzeni hala oturmamış ve habire dünya nimetlerini sömürenler olacak.Savaşla,kimyasal veya biyolojik silahla değil basit bir virüsle.Aşısını bulacak ve bizi virüsle başbaşa bırakacaklar.

    • kadir dedi ki:

      sayın pamukkale

      “Bak ne kadar güzel söylüyorsun kendi dilinde okumanın gerekliliğini.
      Peki neden istenilmiyor? Neden illaki arapça okuyacaksın yoksa sevap kazanamazsın deniliyor,neden Türkçe okunsun diyenler 2. güne bırakılmadan islam düşmanı,dinsiz vb. denilerek toplum içine çıkamayacak şekilde eziliyor.Bu münferit bir şey değil sende bilirsin;deneyenlere neler söylenildiğini ve başlarına neler geldiğini.”

      çünkü amaç insanları kurandan, yani gerçek tebliğden uzaklaştırmaktı.. ve bunuda başardılar.. çünkü insanların kuranı anlaması allahın dinini üç beş kuruşa satan insanların işine gelmezdi.. şimdiki tarikatlar, şeyhler, şıhlar nasıl rant elde edecekti..
      bu konudan en az bende sizin kadar rahatsızım..

      dünyada insanlar gerçek tebiliği almadıklarından birbirlerini katlediyorlar. müslüman ülkelerin bu kadar geri kalmalarının, başkalarının oyuncağı olmasının tek nedenide budur.. çünkü emperyalistlerin kendine sömürge bulması için bu durumun olması gerekiyordu….

      şu bir gerçektir. ortada bir geleneksel islam, birde kuran vardır.. bizler geleneksel islamı bırakıp kuranın tebliğlerine yönelmeliyiz..
      geleneksel islamda
      1) ayrımcılık vardır (tarikatlar, şeyhler,)
      2) bir yön gösterici insan vardır (tarikat başkanları)
      3) bölünme vardır (meshepler, şiiler, sünniler vs.vs.)
      4) kuranı “arapça okumak sevap, türkçe okumak günah” anlayışı vardır.
      5) hz.muhammedi ilahlaştırma vardır..
      6) uydurulmuş hadis külliyatı vardır..
      7) tevrattan geçen hükümler vardır. (isanın yeryüzüne inişi, mehti-mesih vs.)
      8) kafa kesme, fetfa ile insan katletme, inanmayanı dışlama, toplumdan soyutlama… vs.
      bunları dahada çoğaltabiliriz..

      kuranı kerimde ise… sadece müslümanların birlik ve bütünlüğü vardır.. dinde ayrımcılığın olmayacağı vardır. yaradılış sırlarını araştırma, bilime yönelme, nefsi müdafa dışında hiçkimseye zarar vermeme. sorumlu ve bilinçli bir şekikde yaşama, ve kuranı anlayarak bir yaşam tarzı edinme vardır..

      bizler aklımızı başımıza almaz isek kurandan uzaklaşırsak. ve anlamazsak geleneksek islamı yaşamaya devam ederiz..

      saygılarımla..

  24. kadir dedi ki:

    sayın hakan adanır…

    “Kadir senin yazdıklarında samimi olduğunu düşünerek sana bir soru sormak istiyorum
    diyelimki afrikanın bir kabilesi yarın yada başka bir bir gün bağımsız bir devlet oluşturdu.Bu devletin dilinde sadece bin tane kelime var diyelim. Ve bu dil yapısı gereği mecazi ve şiirsel anlatıma kapalı bir dil olsun kuranı bu dile nasıl çevirebilirsin? bu ülkedeki insanlar nasıl anlayacaklar bu kuranı bu konudaki düşüncelerinizi alabilirmiyiz? Bu insanlar nasıl düşünecekler nasıl varoloş amaçlarını sorgulayacaklar?”

    bu o toplumun kuranı öğrenme ve yaşam tarzı edinme isteğine bağlıdır.. şöyle ki; o kabilenin ileri gelenleri arapça öğrenip kendi dillerine çeviri yapamıyorlarsa, o toplum tebliğ almadığı için ahirette yargılanmadan sorumlu değildir..

    çünkü kuranı kerimde ” tebliğ etmediğimiz halkı cezalandırmayız.” diye isra suresinde bildirir..

    günümüzde kuranı kerim. hemen hemen her dile çevrilebilmektedir. kuranı kerimi okumaya ve anlamaya imkanı olan her insan kurandan sorumludur..

  25. Mert dedi ki:

    1okuyucu, ısrarla sorduğum 3 basit soruya hiç cevap vermemişsin.

    1) Heraklius’un Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispat konusunu iyice okusaydın, neyden korkup da iman etmediğinin cevabını görürdün. Heraklius’un ispat yöntemi, metematikte “contradiction” ya da (basitçe “çelişki yöntemi” demek yerine dandik bir çeviriyle) “olmayana ergi yöntemi” olup, bir iddianın aksi kabul edildiğinde eldeki mevcut bilgilerle çelişkiye düşüldüğünün gösterilmesiydi.

    2) İslam’da kendi içinde bir çelişki gösterebilir misin dedim, gösteremedin. Sadece tamamen duygusal kendi önyargılarınla çeliştiğini söyleyip durdun, İslam’a aykırı sistemler kaçınılmaz olarak kendi içinde bile çelişkili olup, İslam’la da çelişmesi İslam’ı bağlamaz, Sahtesiyle gerçeğini ayırmadan tasavvufa, şeyhlere ve mezheplere karşı çıkan, güya Allah’ı aklamak adına cüzi (alt küme) olan insan iradesini sadece “mesul” saymak yerine (âmentünün son cümlelerine ve pek çok âyete meselâ Tekvîr sûresi son âyete ve Müddessir sûresi sondan bir önceki âyete rağmen) “özgür” sayanların düştüğü çelişkiler de bağlamaz. Kader ile adalet/imtihan çelişkisi olduğu iddialarına karşı kısaca söyleyebileceğim, çelişkinin gerçekte değil, sorunun/iddianın/yaklaşımın kendi içinde olduğudur. Asıl kaderi inkâr edince (ya da aynı anlama gelen kıvırtma laflar edince) Yaradan’ın zerrece ortaklık kabul etmemesi ile çelişkiye düşülür.

    3) Sana inandığın tanrıya (“evrenin tanrısı”) ne isim verdiğini değil, tabiata baktığında senin varsaydığın kurallara (müsaadenle biraz karikatürize edersem, demokratik, çağdaş, özgürlükçü, eşitlikçi vs) uyan mı, yoksa Kuran’ın bildirdiği gibi dilediğince hükmeden ama her işi hikmetiyle yapan, dilediğine rahmet dilediğine azab eden, dilediğine hidayet dilediğine sapıklık veren, buyruğunu herşeye geçiren (Cebbar) vs vasıflarda mı bir Yaradan gördüğünü sormuştum.

  26. Mert dedi ki:

    Buraya kadar forumun adına göre hep “bilimsel mantıkla” yazmaya çalıştım. Ama bilakis hep mantıksız bulduğunuzu söylediniz. Belki de ünlü 18. yüzyıl matematikçisi Euler’in, İngiltere Kraliçe’sinin ricasıyla Londra’da halk huzurunda mantık tartışmalarıyla kimsenin susturamadığı bir ateisti 2 cümleyle yenmesi gibi bir yol izlemeliydim 🙂 Bu şaka tabii, açıkça hileli bu yöntemi okumanızı öneririm biraz tebessüm isterseniz. Fakat iman mantık işi değil, kalp işi ve hidayet ancak Allah’tan. Şimdi üslubumu tamamen değiştiriyorum kalbinize hitaben:

    Telefonla haberleşmeye şahit olduğunuz için aklınız alıyor da şahit olmadığınızı almıyor ya. İşte aynen ben de şahidim ki Hz Muhammed Allah’ın elçisidir, şahidim ki Kuran Allah’tandır. Nasıl mı? Pek çok defa olmuştur ki yolumu şaşırıp hüzne kapıldığımda, Allah’ıma yönelerek acz içinde bana bir yol göstermesini dilemiş ve tevazu ile Kuran’a bakmışımdır da karşıma çıkan ilk âyet şüphe götürmez biçimde bana yol göstermiştir. İki örnek vereyim:

    1) Yıllar önce bazı sebeplerden ümitsizlik üstüme öyle bir çökmüştü ki kendimi tam bir cehennemlik olarak görüyordum. İnsanların yanında gizlesem de azıcık tenha bir yerde bu ızdırapla inim inim inliyordum. Geceleri yatarken pencereden gökyüzüne bakıp, gördüğüm en sönük yıldızı seçiyordum, belki milyonlarca ışık yılı uzaklıkta. Kendimi milyonlarca ışık yılı derinlikte bir kuyuya düşmüş, o yıldızı da kuyunun ağzındaki ışık olarak hayal ederdim. İşte cehennemden kurtulma ümidim o kuyudan kurtulma ümidi kadar zayıftı, ama yok da değildi. Bir izmariti yerden alıp çöpe atsam, belki Allah’ım affeder diye de umardım. Bu duygular içinde bir gün evde abdest alıp salona geçtiğimde TV’de Kuran okunmak üzere olduğunu gördüm ve tüm kalbimle yalvardım Allah’ıma, nolur bana birazcık ümit verici bir ayet okutsun diye. Arapça’sını saygıyla dinledikten sonra meali okunmaya başlayınca ne hale geldiğimi siz hayal edin. Okunan kısım Zümer sûresi 53. âyet ile başlıyordu!

    2) Hanımla aram iyice bozulmuştu. Herşeyime sinirleniyor, küçücük sebeplerle çok ağır laflar ediyor, ben sabrettikçe daha da küplere biniyordu. Bir gün namaz kılarken olanca siniriyle bana söylenerek beni aradı, namaz kıldığımı görünce ardımdan: “Allah yok! Allah yok! Size var Allah. Beni dinden imandan çıkardın!” gibi laflar etti. Çok üzüldüm ama, kendinde değil, ne söylediğini bilmiyor, zaten demir eksikliği de had safhada diye düşündüm. Birazdan tövbe eder diye umdum. Ama ertesi gün gayet sakin olduğu halde beni abdest alırken görünce yine benzer laflar etti. Artık durum çok ciddiydi. Çünkü dinimize göre böyle bir durumda tövbe edene kadar onunla aynı yatağa bile giremezdim; iddet müddetince (3 ay civarı) de tövbe etmezse nikâh hepten düşerdi. O gecenin seher vaktinde “ne yapayım Allah’ım? Bana bir yol göster” diye O’na yönelerek bilgisayardan Kuran’ı (Arapça olarak) açtım. Scroll çubuğunu yukarı aşağı kaydırıp rasgele bir yerde durdum. Fontu büyütmüş olduğumdan ekrana sığan sadece 1 âyet vardı. Hiç kaçarı yok o âyeti okuyacaktım. Arapça olmasına rağmen tanıdık bir âyet idi: Nûr sûresi 3. âyet!
    “Ahh!” diyerek parmağımı ısırdım. Çok şükür fiziksel bir zînam yoktu; ama son birkaç yılda bilgisayarda, gazetelerde, TV’de karşıma çıkan müstehcenlikten gözlerimi hiç sakınmaz, çok fazla göz ve gönül zînası işler olmuştum. Bu olayı hanıma anlatamadım tabii; ama onun zaten önceden teklif ettiği ama bir türlü fırsat bulamadığımız birlikte tövbe edip yeni başlangıç yapma önerisini hatırlatıp uygulayarak işi tatlıya bağladık.

    Bunlar benim yaşadığım sadece iki örnek. Bana mahsus değil. Kuran canlı ve Allah bizimle o kanalla konuşuyor. Milyonlarca müslüman kendi haline göre bunun gibi nice haller yaşıyor. Halimizi bilmeden bizi “düşünmüyorlar, akıl etmiyorlar, körü körüne inanıyorlar” diye kınamayın. Böyle nice olay yaşadıktan sonra O’nu inkâr edersem asıl o zaman kınayın beni. Bu iş mantık işi değil, kalp işi. Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh.

    • hakan adanır dedi ki:

      Sayın mert aslında siz mucize görmek istediğiniz için mucizeler oluyor.Sizin durmunuz bir nevi çok ağır ve çaresi olmayan bir hastalığa yakalanan iki hasta gibidir. Hastalardan biri ölür biri hayatta kalır.Hayatta kalan işi mucizeye bağlar işin özü budur kardeşim
      Bu anlattığın mucizeler diğer dinlerdede olmaktadır eğer sizin anlattıklarınızdan yola çıkarsak diğer dinlerinde gerçek olması gerekir.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Mert;

      anladığım kadarıyla bir depresyon geçirmişsin ve dine sarılarak huzuru bulmuşsun, zaten insan oğlu kısacık ömründe huzurlu bir yaşamı olmasını ister ve huzuru neyde buluyorsa onla olmak ister,

      ölümsüzlük, sonsuzluk gibi kavramlardan söz ederek kafanı karıştırmamak için sorularına cevap verme gereği duymuyorum,

      sana bundan sonraki yaşamında mutluluklar dilerim,

  27. aganın biri.. dedi ki:

    sayın mert….”Buraya kadar forumun adına göre hep “bilimsel mantıkla” yazmaya çalıştım. Ama bilakis hep mantıksız bulduğunuzu söylediniz.,,senden alıntı..
    bilimsel mantıkla yazmaya çalıştım diyorsun ama anlattıklarının ve paylaştıklarının hiç birisinde ilimde yok bilimde..kardeşim zaten kuran ve bilim,her ne kadar islam alemi tersini söylesede biribirine uymaz,birisi durağandır yeniliğe kapalı din böyle diyor,tartışılmaz bile der,oysa bilim araştırma sorgulama yeniliğe açık ertsi gün bu gününü çürütür..o yüzden senin paylaştıkların maneviyatı ön planda tutan,kuranın insanları etkilemek için içinde barındırdığı,vaadler,palavralar,elindeki avucundakini alabilmek için uydurulmuş lafonten masalları ile doludur,dünya yuvarlaktır diyemeyen,sözde kendi yarattığı kulları arasındaki köleliği kaldıramayan,kadınlara 2. sınıf insan muamelesi gören,erkek egemen bir öğretiden öteye gidemeyen vede daha ötesi kimin yazdığıda bilinmeyen bir kitaptır..insanlar inanır inanmaz tartışmıyorum bak,kendisinden bir parça bulanlarada saygı duyarım yeterki diğer insanlara zarar verecek boyut olmasın..ama zarar veriyormu vermiyormu,hatta günümüzde bile ne dersin…

    • yusuftuyluoglu dedi ki:

      evrenin tanrısıda olsa kuranin tanrısıda olsa..
      bahsi geçen yaratıcı aynıdır.
      evren bölge bölge yaratıcılar ile var olamaz..
      yaradan tek ise herkes aynı yolda demektir.
      peygamberler akıllı insanlara zaten yaratıcıyı
      ispat etmezler. .
      her insan aynı zekayla yaratılmamış.
      aptal dercesinde beyinlere yaratıcı olduğunu ve doğru hayatı yaşamasının önünü açacak rehbere ihtiyaç vardır. ..
      zeki insanlar aptallarla uğraşmaz.
      aptallarla ancak sabırlı insanlar uğraşır.
      ve dikkat ederseniz peygamberler hep sabırlı.
      hiçbir peygamber kötülük öğretmez…
      Eğer çıkarları için hareket etseydiler..
      karun gibi zengin olurdular…
      siz hiç zengin peygamber bilirmisiniz..
      yaradan o kadar şaheserin sahibiyken..
      birkaç öğe ile farkındalık arzu etmesi suçmu.

      • 1okuyucu dedi ki:

        yusuftuyluoglu;

        —peygamberler akıllı insanlara zaten yaratıcıyı ispat etmezler. . (senden alıntı)

        peygamberler akıllı insanlara peygamber olduklarını da ıspat edemezler, çünki akıllı insanlar tanrı kanıtlamadıkça, tanrının elçisi olduğunu iddia edenleri ciddiye almaz, peygamberlik iddiasında bulunanlar, her şeyin ölümle bitmesini istemeyenlere (ahiret inancı) sundukları iştah kabartıcı vaadlerle (cennet yaşamı) çekim merkezi haline getirdikleri dinlere balıklama atlayacak olan saftiriklerin bir hayli çok olduğunu insan fıtratından bilirler, (insana has özelliklerden kanma aldanma özellikleri) ahret inancı olupta şüpheyle yaklaşanları da cehennemle korkutarak kendi saflarına çekeceklerini bilirler,

        akıl demişken, peygamber gönderdiğini kanıtlayamayan bir tanrının, ben tanrının elçisiyim diyenlere inanılmasını isteme hakkı, inanmayanları cezalandırma hakkı olur mu? aklını kullanarak cevapla,

        —-siz hiç zengin peygamber bilirmisiniz.. (senden alıntı)

        sen hiç geçim sıkıntısı çeken peygamber duydun mu? 11 defa veya 13 defa evlilik yapan bir peygamberin fakir olduğu düşünülebilir mi?

        hiçbir mal varlığı ve birikimi olmayan, Devletten aldığı emekli maaşından başka hiçbir geliri olmayan birinin yurt dışında lüks bir malikanede yaşamını sürdürmesi, en pahalı hastanelerde tedavi görmesi sence nasıl açıklanabilir? sakın her şeylerini uğrunda feda etmeye hazır olan müritleri sayesinde olmasın? aynı Muhammedin müritleri gibi?

        peygamberlerden söz etmişken, İsrail oğullarına gelen peygamberleri bir araştır bakalım, orada hükümdar olan peygamberler görürsün, babadan oğla geçen bir peygamberlik müessesesi görürsün, başka toplumların boyunduruğuna girdiklerinde ise peygamberlik müessesinin sona erdiğini görürsün, bunun istisnası şansını zorlayan marangoz İsayı görürsün,

        ayrıca tek peygamber gönderdiği toplumları, peygamberlere inanmadıkları için top yekün imha eden bir tanrı, nedense İsrail oğullarına bir sürü peygamber göndermiş, üstelik gönderdiği dini yaymaları gerekirken kendilerine mal edip yerel din haline getirmeleri yetmezmiş gibi, tanrıyıda kendilerine mal edip yerel tanrı konumuna getirmişler, tüm insanlığa tebliğ etmeleri için din görderdiği iddia edilen bir tanrıda, buna rağmen tebliğ görevini yapmadıkları halde ısrarla Yahudilere devamlı peygamber gönderme gafletinde bulunmuş, hemde binlerce yıl süren bir zaman diliminde göndermiş,

        yani Kuranın tanrısının, Yahudilerin tebliğ görevini yapmadıklarını anlaması için aradan binlerce yıl geçmesi gerekmiş? sence bunun akılla bağdaşır bir tarafı var mı? daha geniş bilgi için peygamberlerin yaşamını anlatan kitapları okuyabilirsin,

  28. ahmet dedi ki:

    inkar edenlere gelince, anlatsan da anlatmasan da birdirler. Uykusu çok ağır birini uyandırabilirsiniz ama uyanmak istemeyen uykuda numarasını yapan birini uyandıramazsınız. Herkes nasıl mutlu olacağına inanıyorsa öyle yaşasın. Sonuçta ölüm gelip hepimiz son bulacağız. Ölümden sonrasının nasıl olduğunu şimdilik bilemezsek de…

  29. Moriarty dedi ki:

    Azraille ilgili anlatılan hikayelerden birisi de yaratılışla ilgili olandır. Allah, Ademi yaratmaya karar verir ve cebrail, israfil ve mikaili toprak alması için dünyaya yollar. dünya feryad eder yalvarır ve toprağımı alma der ve üç meleği geri çevirir bu üç melek yufka yüreklidir ve dünyayı kıramaz ve geri dönerler. en son Azrail gider ve o dünyanın yalvarmasına bağırmasına çağırmasına aldırmadan toprağı alır. Allahın emri senin yalvarmandan üstündür der. sonra Allah azraile bu metinliği güçlü acımasız karakteri yüzünden can alma görevini verir ve insanların ve canlıların canlarını almaya başlar. yani burada anlatına göre azraile can alma görevi insan yaratıldıktan sonra verilmiş. ölüm de azrailin can alması ise ölüm olayı insan nesli dünyaya geldikten sonra başlamış. arkeolojik ve paleontolojik kazılarda en eski insan iskeletlerinin yaşı etiyopyada bulunanlar 3,8 milyon yaşındalar oysa insandan nesli yokken dünyada bir sürü canlı yaşıyordu örneğin dinozorlar günümüzden 65 milyon yıl önce yok olmuşlar. ve en eski dinozor fosilleri de 150 milyondan daha eski yani dünya üzerinde 100 milyon yıldan fazla yaşamışlar ve bu canlılar sonuçta kesin ölmüşler ama yaşadıkları yerlerde de doğal yollarla ölüyor vs sebeblerle ölüyorlarmış. ve bu dinozorların bazı türleri etçildi ve diğer hayvanları dinozorları öldürerek etlerini yiyerek besleniyorlardı. yani kısaca ölüm olayı insandan çok önce de vardı. oysa islam inancında ölüm ademin yaratılışıyla başlıyor. azraile canlıların canını alma görevi adem yeryüzüne inince veriliyor. gerçi islam alimlerine göre dinozorlar diye bir şey hiç varolmadı. insanlık da zaten toplam ömrü 7000 yıl. müslümanların paleontojiyle arkeoloji ile ne işleri olur ki. 2012 de ırak televizyonunda dünya düz mü yuvarlak mı diye tartışıyorlardı

  30. bir kul dedi ki:

    Moriarty dedi ki:
    21/10/2015, 09:47 bu tarihli yazına istinaden
    azrail isminde bir melek yok

    Görseydin o inkâr edenleri. Melekler onların canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar ve “Haydi yakıyazdıcı azabı tadın!” diyorlardı. enfal 50. ayet

    Onlar bir kötülük işlediklerinde, “Babalarımızı bu kötülük üzerinde bulduk. Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” araf 28. ayet
    senin gerceklere dayanan akıl ve mantıgımızı kabul edecegi bilgiler varsa onu payalş sen ne düşünüyorsun ölünce ne olacak gibi vs vs vs
    iyi düşünceler

  31. Ezgi bobur dedi ki:

    Harika

  32. musa bobur dedi ki:

    harika

Yorum bırakın