27 MAYIS: DEVRİM mi DARBE mi?

27 Mayıs’ın üzerinden 50 yıl geçti.
12 Eylül dönemine kadar 27 mayıs “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlanılır ve bir devrim olarak kabul edilirdi. Bu dönemden sonra darbe kategorisine alındı. İlginç olan hürriyet bayramı olarak kutlanan bu günü, bayram olmaktan çıkaranın darbeciler olmasıydı.

27 Mayıs, askeri müdahalelerin ilkiydi ve en başta gelen eleştiri, daha sonraki müdahalelere zemin hazırlaması, askeri darbeleri meşru kılar olmasıydı.
Peki darbeyse eğer nasıl bir darbeydi? Nitelik olarak 12 Mart ve 12 Eylül’le aynı antidemokratik ve faşist özelliklere mi sahipti? Yoksa ilerici-devrimci bir niteliğe mi sahipti?

Can Dündar’dan ihtilal sonrasını okuyalım:

27 Mayıs’ın üzerinden 3 gün geçtiği halde “ihtilal coşkusu” hâlâ sokaklardaydı. Ortalık bayram yeri gibiydi.
Burke, tankların, kamyonların üzerinde elde bayraklar, çiçekler ve Atatürk fotoğraflarıyla sevinç gösterisi yapanları görüntüledi. Nerede bir üniformalı subay görseler omza alıp tezahürata başlıyorlardı. Sevinç pozu verenlerin ellerinde 30 Mayıs 1960 tarihinde çıkan Akis dergisi vardı.
Kapakta “Sabık Başbakan” Menderes, üzerine bir çarpı atılmış halde görünüyordu. Coşku o kadar büyüktü ki, radyolardan “Artık tezahürat durmalı” diye anons yapılıyordu.

Sokaklara taşan coşkuyu anlamak için önce Menderes yönetiminin 1950’lerin sonuna doğru nasıl despotlaştığını hatırlamak gerekiyordu.
O günkü coşkunun neden daha sonra söndüğünü anlamak için de 27 Mayıs yönetiminin nasıl kontrolü elden kaçırıp Menderes ve 2 bakanının idamına onay vererek tarihsel bir faciaya imza attıklarını bilmek gerekiyordu.

http://www9.gazetevatan.com/50-yil-once … 0/1/Gundem

27 Mayıs’ı o dönemin tüm ilericileri, devrimcileri desteklemişti. “O gün rahatlamıştık. Artık rahatça konuşabiliyorduk. Daha önce başımız derde girmesin diye fısıltıyla konuşurduk.” diyorlardı. Deniz Gezmiş savunmasında 27 Mayıs’ı karşı devrimci ve gerici ittifaka yapılmış bir ihtilal olarak nitelendirir.

Deniz Kavukçuoğlu diyor ki:

27 Mayıs 1960 müdahalesi kâğıt üzerinde de olsa parlamenter demokrasinin ortadan kalktığı/kaldırıldığı koşullarda gerçekleşmiştir ve 12 Mart darbesi ile de, 12 Eylül darbesi ile de bir benzerliği yoktur. Ama ille de bir benzerlik aranıyorsa, bu benzerlik 25 Nisan 1974 günü Portekiz’de, genç subaylar tarafından gerçekleştirilen ve ülkede demokrasinin yollarını açan ‘Karanfil Devrimi’ ile kurulabilir.

http://erdem43.blogcu.com/27-mayis-1960 … lu/3931930

Bence darbe, devrim ya da ihtilal; ismi ne olursa olsun, yapılan ülke yönetimine müdahaledir.
Müdahale askeri olabilir, sivil olabilir ya da sivil-asker birlikte olabilir.
Önemli olan müdahalenin ne tür bir yönetime ve ne amaçla yapıldığıdır. Yani, bir darbe vurulmuştur ama neye ve ne amaçla vurulmuştur?
Darbeyi yiyen iyi midir, kötü müdür?
Darbe diktatörlüğe mi vurulmuştur, demokrasiye mi? Önemli olan budur.

Örneğin bir diktatöre karşı da müdahale yapılabilir. Müdahaleyi yapanlar diktatörlüğü yıkıp demokrasiyi getirebilirler. Veya eski diktatörün yerine yeni bir diktatör gelebilir.
Müdahale, demokrasiye karşı da yapılabilir. Demokrasi yerine dikta rejimi getirilebilir. Ya da eskisinden daha farklı bir demokratik aşamaya geçilebilir.

Bu tür müdahalelerde gerekli ve olumlu olan, sonucunda kötünün yerine daha iyi bir sistemin ya da köklü değişimlerin getirildiği haller genelde devrim olarak adlandırılır.
Devrim sözcüğü ile ihtilal sözcüğü aynı anlamı içerse de, genelde olumsuz nitelendirilenler ihtilal diye adlandırılır.
Sonuçta ister devrim ya da ihtilal olsun, ister askeri ya da sivil müdahale olsun, bunların tümü yönetimlere yapılmış bir darbedir. Tekrar vurgularsak iktidara karşı yapılan sivil ya da askeri bir müdahalenin devrim olarak nitelendirilebilmesi için düzen-sistem değişikliğinin yapılmış olması gerekir.

İstenmeyen müdahaleler, demokrasi yerine diktatörlüğü getiren ya da demokrasi içinde bir kesime yapılıp diğer kesimi iktidara getirenlerdir.
Ülkemizdeki yaşananların tümü, demokrasiden kısa süreli bir cunta aşaması geçirildikten sonra tekrar göstermelik de olsa demokrasiye geçilen müdahalelerdir.
Bunlar içinde 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’le kıyaslandığında olumlu yanlarının çok daha fazla olduğu ve faşizan uygulamalara sahip olmadığı görülür. 12 Mart ve 12 Eylül’deki gibi işkencehaneler kurulmadığı gibi anayasası bir devrim niteliğindedir. Sonuçta 27 Mayıs’ın daha demokratik bir anayasa yapması açısından bir devrim, ama siyasi açıdan bir darbe olduğunu söylenebilir.  DP iktidarını alaşağı etmesiyle darbeci, mükemmel  anayasası ile devrimcidir. Ancak darbeci yanı gözardı edilip direk bir devrim olarak nitelendirilmesi kesinlikle yanlıştır. Çünkü devrimler sadece yöneticileri değil, sistemi de değiştirir. Halbuki sistem aynen sürdürülmüştür.
27 Mayıs’ın en olumsuz yanı ise Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun idam edilmesidir.

27 Mayıs’ın az da olsa varolan devrimci yanını idamlar gölgede bırakmıştır. Bugün DP iktidarının tüm kötülükleri, olumsuzlukları unutulur, hatta hep olumlu işlerinden bahsedilerek göklere çıkarılır, yapılan anayasa takdir edilmez ama idamlar nedeniyle 27 Mayıs’a lanet edilir. Savunmak isteyenler de bu idamlar nedeniyle savunamaz.

Tüm olumlu yanlarına rağmen günümüz değerleriyle düşünüldüğünde darbe yapılması yerine seçim beklenseydi, çok daha uygun olurdu.
Çünkü Menderes hükümeti son dönemlerinde demokrasi rayından iyice çıkmış, orduya, yargıya, muhalif siyasilere ve üniversitelere tavır almış, gazete ve dergileri kapatmış, meclisteki konuşmalara sansür koymuş, tahkikat komisyonları kurmuş ve tahammül edilemez hale gelmişti ama;
1957 seçimlerinde oyları iyice düşmüştü. DP %47, CHP ise %41 oy alabilmişti. Aralarındaki oy farkı sadece 600.000 idi. Seçimden sonraki 3 yıl içinde hükümet çok daha kötü bir icraat içindeydi. Halkın tepkileri gitgide artmıştı. Müdahale yerine seçim olsa kesinlikle kaybedecekti.
Buna rağmen neden müdahale edilmişti?
Sebebi ABD’den ümidi kesip Sovyetler Birliğine yanaşması olabilir miydi?
ABD, Menderes hükümetini gözden çıkarmış mıydı?

İsrail büyükelçimize yapılan diplomatik nezaketsizliği hatırlarsınız.
Alçakta oturtulması olay olmuştu. Bir konu daha vardı. Görüşme öncesi kapı önünde birkaç dakika bekletilmesi. Bu bekletme dahi kasıtlı görülmüştü ve kabalık olarak karşılanmıştı. Sadece 3-4 dakika.

Ben de tahammül edemem böyle bekletilmelere. Devlette, kamuda çeşitli görüşmelerim oldu. Randevu aldığım vali yardımcısı, belediye başkanı ve iş görüşmelerinde birkaç dakika ötesinde hiç bekletilmedim. 1-2 iş başvurusu görüşmesindeki bekletilmem 15-20 dakikayı bulduğu için terkettim.

Peki bir devlet başkanı, bir başbakan, bir bakan başka bir ülke ziyaretinde kapı önünde bekletilir mi?
Hele bu bekletilme birkaç dakika değil, 50 dakikayı bulmuşsa bu ne demektir?

Dönemin gazetecilerden Orhan Karaveli anlatıyor:

Menderes’le Amerika’ya gittiğimizde başkan Eisonhaver Menderes’i karşılamadı. 20-25 dakikalık kısa bir görüşme ile başından savdı. Dışişleri Bakanlığı’nda ise yaklaşık 40-50 dakika özel kalem odasında bekletildik. Menderes sürekli olarak ipek bir mendille alnını siliyordu. Son derece rahatsız olduğu da belliydi. Ben yanımda oturan o zamanın Dışişleri Bakanı Suat Hayri Ürgüplü’ye “Abi, böyle bir şey olur mu? Koskoca Türkiye Başbakanı bekliyor”dedim. O da kulağıma eğilerek ’Orhan Bey, bunu yazılmamak üzere ben size söyleyeyim. Amerika Menderes’i sildi’ dedi..

Menderes’in o gezideki amacı 500-600 milyon dolar kredi almaktı. Beklediği krediyi Eisenhover’den alamadı. Hover, “size bir uçak hazırladım. Yarından itibaren bu uçakla Amerika’da istediğiniz kadar dolaşabilirsiniz”dedi. Ürgüplü ” Amerika buraya gelip aradığını bulamayanlara hep bunu yapar. Git ne yaparsan yap der gibi.” Diye yorumladı.

http://www.cevizkabu….asp?procid=131

http://www.tumgazeteler.com/?a=122581

1957 seçimlerine bir göz atalım:

9 milyon seçmen var.  610 milletvekili seçiliyor.
4.372.000 oyla DP 424 milletvekili çıkarıyor.
3.753.000 oyla CHP 178 milletvekili çıkarabiliyor.
Aradaki yaklaşık 600.000 oyun karşılığı 40 milletvekili olmasına rağmen 246 milletvekili fazlasıyla mecliste anormal bir üstünlük kuruyor. Çünkü seçim çoğunluk sistemine göre. Bu küçük farkla mecliste sağladığı haksız üstünlüğü kötüye kullanıyor. Halk Menderes’in oylarını düşürmüş, oy oranı ile desteğini çektiği yönünde mesajını vermiş ama DP bunu anlamıyor ve kötü yönetim devam ediyor.
Ekonomik bunalım büyüyor. Halkın rahatsızlığı gitgide belirginleşiyor. Düşüşü hızla sürüyor.
ABD bunun farkında. Bir sonraki seçimde kesinlikle kaybedeceğini biliyor ve kaybedenin yanında olmak ABD’yi tedirgin ediyor. Neden?

Çünkü yıl 1959’dur ve burnunun dibindeki Küba’da devrim olmuştur.
ABD’nin psikolojisi bozulmuştur. Nitekim daha sonra Domuzlar Körfezi çıkartmasına kalkışacak ve hezimete uğrayıp geri püskürtülecektir. Bir Sovyet ve komünizm tehlikesi ABD’nin 1. derecede sorunu haline gelmiştir. Ve gladio projelerini uygulamaya koymak zorunlu görülmeye başlamıştır.

Darbe ile direk ABD’nin bağlantısını iddia etmek belki mümkün değildir. Ama darbenin içindeki bazı isimlerin ve en başta radyodan müdahaleyi duyuran Alpaslan Türkeş’in ABD’de 2,5 yıl eğitim aldığı biliniyor. Darbe öncesi yüksek rütbeli subaylardan destek bulunamıyor. Hiçbir kuvvet komutanı katılmıyor sadece Amerika’ya 12 günlük bir gezi yapan Kara Kuvvetleri komutanı Cemal Gürsel son anda desteğe razı oluyor. Bu dikkate değer bir bilgi. Acaba ABD’den bir onay alıp almadığını düşünmeden edemiyor insan.
ABD’nin darbeden habersiz olması düşünülemez. İran’ın bile haberi var.
Üstelik daha önce DP hükümetine karşı bir harekat durumunda, hükümete destek olacak şekilde müdahale etmesi yönünde Menderes’le anlaşmışken, hiçbir girişimde ve eleştiride bulunmuyor.

ABD’nin darbe ile direk ilgisinin olup olmadığı önümüzdeki yıllarda açıklığa kavuşabilir. Çünkü üzerinden 50 yıl geçince gizli belgelerin çoğunu açıklıyorlar.
Örneğin darbe gecesi ABD büyükelçiliği Washington’a 32 mesaj gönderiyor. Bunlardan sadece ikisi açıklanıyor.
Biri Ankara’da 50 kişinin öldüğünün sanıldığı, diğeri ise cuntanın para talebi.
Diğer 30 mesaj gizli tutuluyor. Bu gizlilik ilginç.
50 kişinin öldüğü yolundaki haberin sebebi ise anlaşılır gibi değil. Çünkü Türkiye’de böyle bir haber hiç yok. Acaba önemsenmesi için mi 50 ölü olasılığından bahsediliyor?

Darbecilerin maaşları ve emekliye ayıracakları istenmeyen askeri personelin emekli ikramiyelerini ödemek için 15 milyon dolara ihtiyaçları var ve bunu ABD’den sağlıyorlar. Üstelik bağış olarak. Ayrıca ilave olarak ordunun modernizasyonu için 50 milyon dolar daha alıyorlar. Bunu Alpaslan Türkeş anılarında açıklıyor.

Şimdi düşünelim. Bir ülke darbeyle işbaşına gelen cuntaya para yardımında bulunuyorsa, bu cuntayı destekliyor demektir. Karşı olduğu bir cuntayı tanımaz ve eleştirir. Halbuki ABD, daha ilk gün para talebine olumlu yanıt vermiştir.

Bir başka bilgi de o sıra İran büyükelçiliği görevi yapan Mahmut Dikerdem, İran istihbaratının ve şahın 27 Mayıs’ı bildiğini ama Menderes’e haber vermediğini söylemesidir. Mahmut dikerdem, İran’ın bu bilgiyi CİA’den almış olacağını, dolayısıyla CİA’nin darbeyi önceden bildiğini belirtiyor.

Peki neden astılar?

Menderes’ler 27 Mayıs’tan 16 ay sonra idam edildiler.
Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İran, Pakistan vb. ülkelerden, İnönü’den idamların yapılmaması yönündeki isteklere aldırış edilmemesinin sebebi neydi?
İdamları hapse çevrilmiş olsa, bu cuntacılara + puan yazacaktı. Üstelik artık Menderes cephesinden bir tehlike gelemeyeceği belliydi. DP iktidarına olan öfke de 16 ayda geçmiş olmalıydı. Ama buna rağmen idamlar uygulandı.
Darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi kademe subaylardan oluşuyordu. Yani, binbaşı-albay düzeyinde ve daha astlardan müteşekkildi. İdamları da isteyenler onlardı. Bunun bir ders olmasını ve bir daha böyle bir vatan hainliğine (!) yeltenecek bir kadronun ortaya çıkmamasını istiyorlar, o yüzden de en ağır cezada diretiyorlardı. Cemal Gürsel bile idamlara karşıydı ama söz geçiremiyordu. MBK ve genç subaylar artık büyüklerini dinlemiyor, hainlere taviz verilemeyeceğini söylüyorlardı. Faşistlikle nitelendirilmesi anormal olmayacak olan bu zihniyetin etkisi sonucunda idamlar gelmiş, “Sizi ben bile kurtaramam” diyen İnönü’nün sözü doğru çıkmış, onu bile dinlememişlerdir.

Darbe dönemlerinin artık bittiğini düşünebiliriz. Ancak orduda yapılan tasfiyelerle ve Genelkurmay’ın iktidara bağlanmasıyla bunun önlenmiş olduğunu sananlar yanılırlar. Bu konuda baz olarak 12 Eylül değil, 27 Mayıs alınmalıdır. O dönemde de orduda  tasfiyeler yapılmış ve Genelkurmay iktidara bağlı kılınmıştı. Ama darbeyi Genelkurmay dışında ve TSK’yı temsil ettiği söylenemeyecek 37 subay gerçekleştirmişti. Bu subayların geneli albay-binbaşı rütbesindeydi. Or rütbesinde olan hiç bir paşa yoktu. Cemal Gürsel müdahaleden sonra Milli Birlik Komitesinin başına geçmişti. Dolayısıyla artık bir darbenin olmamasını, hükümetin TSK’yı hizaya getirmiş olmasına bağlamak yanlış olur. Doğrusu, darbelere bakışın hem orduda hem de toplumda değişmiş olmasıdır. Özellikle de ABD’nin darbeye ihtiyaç duyduğu zeminlerin ortadan kalkmış olması, kendisi için bir komünizm ya da başka bir tehlikenin kalmamış olmasıdır. ABD’den biat alamayacağını düşünenlerin darbeye yeltenmesi olanaksız gibidir. Artık ABD’nin “Bizim çocuklar” dediği darbeyi düşünmeyen, iktidarla uyumlu olan uslu çocuklardır. Ama yarınların ne getireceği belli olmaz. ABD, kendisine yanlış yapan, rayından çıkan iktidarın biletini keser. Ama partiyi bölerek, ama bir tertiple gözden düşürerek, ama orduyu kullanarak. Sonuç olarak ne tek başına tam demokrasi  ne de tek başına tam bağımsız olmak yetmez. Biri eksikse diğeri de eksilecektir. Tam demokrasi için tam bağımsız olmak şarttır. İşte bundan dolayıdır ki  biz ikisine de tam olarak sahip değiliz…

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Tarih içinde yayınlandı ve , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

3 Responses to 27 MAYIS: DEVRİM mi DARBE mi?

  1. KOKO dedi ki:

    ATATÜRK ÜN AYDIN GEZİSİNDE KÜRSÜDE DİNLEYİP BEĞENDİĞİ VE MEBUS YAPTIĞI CHP GENÇLİK KOLLARI BAŞKANI SN.AYDIN MENDERES İN ASILMASI ÜLKEYE İHANETTİR…

  2. babeuf dedi ki:

    27 mayısın içinde Alparslan Türkeş var mı natoya bağlı olduklarını söylemiyor mu demek ki 27 mayıs devrim değilmiş. Adnan menderesi düşürdü de sosyalizme mi gitti hayır.Menderes gitti askerler geldi çoğu insan da devrim diye keklendi işin acı gerçeği bu askeri darbeler yoluyla devrim türkiyede yapılmaz gibi gözüküyor.

  3. babeuf dedi ki:

    Fakat menderes de en azılısından bir haindi ve asılması da yerinde isabetli oldu fakat ne yazık ki bir hainin yerinin başka bir kliğe devredilmesi ile devrim falan olmaz . Menderes de Turgut özal ve tayyip Erdoğan nezninde zaten iktidara geri döndü. (demirel ve Ecevit de farklı versiyonları idi) örneğin Ecevit namuslu bir adamdı ama sosyalist falan da değildi ve sosyalistlere büyük zararları dokunmuştur. Tayyip Erdoğan ise menderesten dahi dişli çıktı. (Tayyip erdoğandan ecevtin gösterdiği maddi namusluluğu beklemeyin ama şaşırtıcı olan hepsinin Amerikan yetiştirmesi olmasıdır. Birbirinden uzak gibi gözükenler tayyip Erdoğan, Bülent Ecevit, Turgut özal, Süleyman demirel hatta tansu çiller ortak özelliklerini bulalım hepsi u.s.a in adamı. Alparslan türkeşin zaten amerikanın has adamı olduğunu söylememe gerek yok. Onun dahil olduğu bir darbeden hayır da beklenmez zaten.

Yorum bırakın