SAMİ TOPLUM DİNLERİNDE HİNT ETKİSİ

ALLAH ve ALLAT  (El-İlah ve El-Lat)

Fahreddin Razi’nin yazdığına göre Allah sözcüğünün kökeni; Küfeli alimlere göre ilah’tır.
Basralılara göre ise Lah’tır. (Razi, tefsir, c.1,s.163)

İlah’ın başına yüceltmek maksadıyla elif ile lam konmuş, el-ilah olmuş.
El-ilah dile ağır geldiğinden ilah’taki hemze (i) kaldırılmış, ve biraraya gelen iki lam birbirinin içine geçirilmiş (idğam), böylece “Allah” sözcüğü meydana gelmiş.

Basralılara göre ise lah’ın başına elif ve lam getirilmiş ve idğam sonucu Allah sözcüğü oluşmuş.

İlah sözcüğü  de Arapça’ya diğer dillerden geçmiştir.

Akad dilinde –> İLU

Kenan dilinde –> İL

İbrani dilinde –> EL – çoğulu: ELOHİM

Arami dilinde –> EL ve ELAH

Güney Arap dilinde –> İL ve İLAH

Süryani dilinde –> ALOHA

İl, El ve Al kelimeleri,  birçok dilde “tanrı” manasında kullanılmıştır.

Ünlü tarihçi Herodot, milattan önce 5. yy.da şöyle der:

“Afrodit’e Suriyeliler Mylitta, Araplar Alilat, Persliler ise Mitra der.”

Herodot’a göre, “eski Araplar iki tanrı’ya inanırlardı. Dionysus ve Aphrodite.”

Herodotus (Translated by David Grene) (1987). The History. Chicago University Press. ISBN 0-226-32770-1.

Alilat –> Al-ilat –> Allat –> Allah olabilir.

Bununla beraber Herodot’un belirttiği (Afrodit) Allat ay tanrıçası olabilir.
Dionysus’un Arapçasını belirtmemiş. Bu durumda o da güneş tanrısı.
Bunlar eş ve melek kızları var.
Acaba Güneş tanrısı Allah mıydı?
Zamanla tek tanrıcılığa doğru meyledip Allat’ı kızları arasına katmış olabilirler mi?

Aşağıdaki linkte Allah ve Allat karı-koca olarak alınmış.

http://www.blessedqu…LHAJ/page15.htm

Muhammed Abdulmuid Han’ın kitabında şunlar da yazıyor:

Devidson bir makalesinde şöyle der: “Herhalde, EL, ELAHİM, SHADDAİ ve YEHWEH adları, tarih öncesinde de kullanılıyordu. Kapalı ve bilinmeyen anlamlarda… İleri sürüldüğüne göre: “İL” birçok yazıtta bulunmuştur. Bilginler, “VEHEB’ÜL EL” (tanrı armağanı, “ABD’UL EL” (tanrı kulu), “ZEYDULLAH” (tanrının zeydi ve “ABDULLAH” (tanrının kulu) adlarına Safa yazıtlarında rastlamışlardır.
Nabatça yazılarda, ALLAH ya da HALLAH adları, özel ad gibi yer almamakta, her yerde bir put adı olarak geçmekte. Yalnızca Safa yazıtlarında ALLAH tek başına yer almakta.
Wellhausen diyor ki: Herhalde Araplar tıpkı Nabatlar gibi, putlarından her birine ALLAH lakabı veriyorlardı. Başlangıçta lakab olarak kullanılan Allah sözcüğü sonraları en büyük tanrının adı oluvermiştir.

Kimi incelemeciler de Allah sözcüğünün, şiddet ve güç anlamı içeren bir İbranice sözcükten geldiğini ileri sürerler. Elah, Elahim biçiminde çoğul olur. Arap düzyazısında İLAH, “El İlhu’l ezeli” (Ezelde var olan tanrı), “El İlahu’l Muteal” (yüce tanrı) gibi niteliklerle nitelenmiş olarak geçer. Ama peygamberlerin ve şairlerin sözlerinde ÖZEL AD OLARAK kullanılır. Aramca dilinde “Elah” bulunmaktadır. Arapça’da da “İlah” vardır. Arapça’da herf-i tarifle “El ilah ya da Allah biçimini alır.
(Muhammed Abdulmuid Han, El Esatiru’l Arabiyyetu Kable’l İslam, Kahire, 1937, s. 135.)

RAHMAN

Öncelikle aşağıdaki sözcüklere ve benzerliklere dikkat edelim.

ABRAHAM – İBRAHİM

BRAHMA – BRAHMAN

RAHAM –(Ram’dan türeyen Raham: Hint Keşmir dilinde “ilahi merhamet” , Rahman’dan türeyen rahmet’le aynı)
RHM = RAHİM

RHMN = RAHMAN  – RAHMET

HRM =HARAM
İ-HRM = İHRAM
MHR-M = MAHREM
EHRAM
MESCİD-İ HARAM
RA

RAM

RAB

AMON –RA

TENGRİ – TANRI – TAN-RA (sabahın tanrısı)

AB-RA-HAM
İS-RA-EL

Kuran’da Rahman

Nuzül sırasına göre başlarda yer alan surelerde RAB ya da RAHMAN kullanılmıştır. Allah ismi ise sonraki yıllarda kullanılmaya başlar ve zaman içinde yoğunlaşır.

Örneğin 4. Yıldan bir örnek ele alalım. Müzemmil suresi 20 ayettir ve ilk 19 ayeti 4. yılda yazılmıştır.

20. ayeti ise 12. Yılda. İlk 19 ayetinde hiç Allah sözcüğü geçmez. Ama 12. Yılda yazılan 20. Ayette tam 7 kez Allah geçer.

Kuran’da geçen “rahman” kelimelerinin neredeyse tümü Mekke dönemine aittir, medine döneminde sadece bir kez kullanılmıştır, o da Bakara 163’de.

Bu isimlerin başlangıçtaki ve sonraki kullanımları göstermektedir ki, Muhammed İslam öncesi diğer Hanifler gibi başlangıçta Rahmancıdır. Putperestlerin tanrılarından Allah ismi yerine Rahman’ı kullanmayı tercih etmektedir.

Ama ilk 5-6 yıl boyunca inandırabildiği insan sayısı 100’ü geçmez. Çünkü bir toplumu asırlardır inandığı tanrı isminden vazgeçirmek çok zordur. Hatta “Biz Rahman’ı bilmeyiz. Rahman’a inanmayız.” Diye açıkça tavırlarını koyarlar.  “Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame’deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman’a inanmayız.” (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254) Burada Rahman denen adamla kastedilen İslam’da Müseylime olarak tanınan Yemameli Rahman Müslim’dir. O da peygamberlik iddiasındaydı ve o da ayet yazardı. Muhtemelen Rahmancı haniflerdendi.

Nitekim “İster Allah deyin, İster Rahman. En güzel isimler onundur.” ayetiyle Allah’a geçiş yapılır. Ve “Allah, Rahman, Rahim adıyla” diyerek besmele şekillendirilir.

Güney Arabistan’da İ.Ö. 500 yıllarına dayanan krallıklar var. Bu krallıklar Ma’in , Saba, Kataban ve Hadramut ve Lihyan krallığı. Bu krallıklara ait 19. yüzyılda bazı yazıtlar, kitabeler bulunuyor. Ve bunlarda Rahman adına rastlanıyor. Bu eski kitabeler British Museum daki “Himyeri Odası” denen yerde  sergileniyor.

YAHUDİ HİNT BAĞLANTISI ve ABRAHAM

Aristo’ya göre, Yahudilerin kökeni Hint filozoflarına dayanıyormuş. (Yahudilerin tarihi, Flavius Josephus, I :22)

Soli’li Clearchus da şöyle yazmış: “Yahudilerin menşei Hint Filozoflardır. Filozoflara Hindistan’da Kalanilar ve Suriye’de Yahudiler denilir. Başkentlerin adı çok zor telaffuz edilir, ona “Jerusalem” (Küdüs) denilir.

Godfrey Higgins “Anacalysis” kitabında (Cilt I, sayfa 400) şöyle yazar. “Seleucus Nicator tarafından İsa’dan üç yüz yıl önce Hindistan’a gönderilen ve yazdıkları gün geçtikçe doğrulanan Megasthenes şöyle diyor: Yahudiler Kalani adında bir Hint kavim veya mezhepti…”

Meksikalı yazar Tomás Doreste, “Moisés y los Extraterrestres” kitabında şöyle yazar: “Voltaire Abraham’ın Hindistan’ı terk edip öğretilerini dünyaya yaymak isteyen sayısız Brahman rahiplerden biri olduğunu inanırdı ve bunu kanıtlamak için isim benzerlikleri ve Abraham’ın doğduğu Ur şehrinin İran hududuna yakın Hindistan yolunda olduğunu ileri sürmüştü.

Hint tarihçi Kuttikhat Purushothama Chon, Abraham’ın Hindistan’dan kovulduğuna inanıyor. (Hint Avrupalı) Ariler, Asuraslara (Bir zamanlar İndus Vadisini hükmeden ticari sınıf ve Harappanlar) karşı yıllardır savaşmışlardı ve onları yenmek için devasal suni göl ve sulama kanal sistemlerini yok edip sellere sebep oldular. Bunun üzerine Abraham ve yakınları vatanlarını terk edip Batı Asya’ya doğru göç ettiler (Bakınız “Remedy the Frauds in Hinduism,” “Hinduizmdeki Aldatmacalar ve Düzeltilmesi”). Dolayısıyla, Kuzey Irak’tan seller tarafından kovulmaları dışında, Ariler ayrıca Hint tüccarlar, sanatçı ve eğitimli sınıfların Batı Asya’ya kaçmalarını zorladılar.

Holger Kersten “İsa Hindistan’da Yaşadı” eserinde şöyle yazmaktadır:

“Kadim İsrail ve Keşmirce arasındaki ilişki dil biliminde neredeyse açıkça gösterilir. Keşmirce, menşei Sanskritçe olan  bütün diğer Hint dillerinden farklıdır. Keşmirce’nin gelişimi İbranice tarafından önemli derecede etkilenmiştir.  Abdul Ahad Azad şöyle yazar: “Keşmirce dili İbranice’den gelmiştir.” Geleneksel kaynaklara göre kadim çağlarda Yahudiler buraya yerleşmiştir ve dilleri günümüzde konuşulan Keşmirce’ye dönüşmüştür. Keşmir diline açıkça bağları olan birçok İbraniçe kelime vardır” (sayfa 68-69)

Kersten’in yazdıklarından Keşmirce’nin Sanskritçe’den gelmediğini inandığı ima edilmektedir. Bu konuda hemfikir değilim. Grierson’un Keşmirce sözlüğünden İbranice kelimeler çıkarırken Keşmirce’de İbranice kelimelerden fazla Sanskritçe kelimelerinin bulunduğunu keşfettim. Ama yine de İbranilerin bu az bilinen dile önemli bir katkıda bulunduklarını kabul etmiyorum.

“Lord Krişna’nın Yedu kabileleri, Yahudiler Dwarka bölgesinden ayrıldıktan sonra, Lodr Krişna zamanında konuştukları esas Sanskritçe önemli değişime ve eklemeler uğramıştır, böylece 5,742 yıl önceki Sanskritçe artık günümüzün İbranice’sine dönüşmüştür.”  (Dünya Vedik Mirası; yazan P. N. Oak; sayfa 530.)

Alman yazarı Siegfried Obermeir “İsa Keşmir’de Öldü mü?” kitabının İspanyolca baskısında (“¿Murio Jesus en Cachemira?”), yazar dilin Sanskritçe menşeini tanımaktadır:

“İnsan belki de Keşmirce olarak bilinen dilini İbranice ve Aramikçe’nin yakın akrabası olabilir mi? Buna yanıt kesin bir hayırdır. Keşmirce Sanskritçe’den gelir. Bunun tek bir açıklaması olabilir. Keşmir’e göç eden Yahudiler oraya dillerini getirdiler.” (sayfa 150)

Ülkesinde Hz. İsa’nın yaşamı konusunda bir otorite olan Keşmirli Profesör Fida Hassnain, “Tarihi İsa için Arayış” eserinde şöyle yazmıştır: “Günümüzde Keşmirce % 30 Acemce, % 25 Arapça ve % 45 Sanskritçe ve diğer dilleri içerir, bunların arasında % 9 İbranice de vardır.”

İSLAM ÖNCESİ ARAPLARDA HİNT ETKİSİ

“Kabe’deki tapınakların biri de Hint Yaratıcı Tanrı Brahma’ya adanmıştı, bundan dolayı İslam’ın eğitimsiz peygamberi Muhammet onun Abraham’a adandığını iddia etmişti. “Abraham” kelimesi Brahma kelimesinin yanlış telaffuzundan başka bir şey değildir. Her iki kelimenin kök anlamlarına inerseniz bu açıkça kanıtlanır. Abraham, Sami ırkının en eski peygamberlerinden biri olduğu söylenir. Adının iki Sami kökenli kelimelerden kaynaklarını, baba anlamına gelen “Ab” ve yüce anlamına gelen “Raam/Raham.” Tevrat’ın Tekvin kitabında, Abraham basit olarak “Kalabalık Topluluk” anlamına gelir. Abraham kelimesi Sanskirtçe’de Brahma’dan kaynaklanır. Brahma’nın kökeni “Brah”tır ve büyümek, sayı olarak çoğalmak anlamına gelir. Ayrıca, Hinduizm’in Yaratıcı Tanrısı Brahma’nın İnsanların Babası ve bütün tanrıların en yücesi olarak kabul edilir. Çünkü bütün varlıklar ondan zuhur etmiştir. Burada yeniden “Yüce Baba” anlamına rastlarız. Bu açıkça Abraham’ın semavi baba Brahma olduğunu açıkça ima eder.” (Vedic Past of Pre-Islamic Arabia; İslam Öncesi Arabistan’ın Vedik/Hint Geçmişi, Bölüm VI; sayfa.2.)

İstanbul’da eski Batı Asya edebiyatının en geniş koleksiyonuna sahip olmasıyla ünlü Mekteb-i Sultani adlı bir kütüphanenin  Arapça bölümünde eski Arap şiirinin bir antolojisi vardır. Bu antoloji 1742 yılında Sultan Selim’in buyruğuyla derlenmiştir. Antoloji Sayar-ul Okul olarak biliniyor. Antolojinin ilk bölümünde İslam öncesi Arap şairlerin şiir derlemeleri bulunmaktadır.

Sayar-ul-okul bize İslam öncesinde yıllık Ukaz panayırında tüm kalburüstü şairlerin katıldığı Arap şiiri yarışmalarının düzenlendiğini bildiriyor. En iyi olduğu düşünülen şiirlere mükafat veriliyor, altın levhalara kazınarak mabet içine asılıyordu. Diğerleri ise deve ve keçi derisine baskı yapılarak mabet dışına asılırdı. Böylece Kabe binlerce yıldır en iyi Arap şiirsel düşüncesinin hazinesi olmuştur. Bu gelenek çok eski zamanlardan beri antiktir. Ama Şiirlerden çoğu Mekke’nin fethinde  kaybolmuş ve tahrip olmuştur.

Kefa vinek zikra min ulumin tav eseru kaluben ayetül heva ve tezekkuru
Ve tezekkuruha uden ilel vedae lilvara veluk yank zatullahe yum tab aseru
Ve ehluleha ezahu ermiman mahadev o menazel ilamuddine minhum ve seyattaru
Ve sahabi kiyem feem kamil hinde yovmen ve yakilun lete hazan feynnak tevajharu .
Meyasseyare akhalekan hasenen kullahum naimun azaed summ gebul Hindu.

Bir adam ki, tüm yaşamını günah ve erdemsizlikle geçirip tutku ve öfke ile harcasa,
Bir yol var mıdır kurtuluşu için,  sonunda pişman olup erdemliliğe dönüşü istese?
Dürüstlük yolunda en yüksek konuma ulaşabilir,  bir kez bile içtenlikle Mahadeva’ya ibadet etse,
Ah tanrım! Tüm yaşamımı al, yeter ki ruhumun özgür olacağı Hint’deki kutsal topraklarda bir günlük kalış ihsan eyle;
Soylu davranışların mükemmelliğini kazanır insan ve ideal Hindu hocalarla dindarlığın ayrıcalığını elde eder, Hint’e bir hac sayesinde.

Mahadeva Hint Tanrısı Şiva’nın bir diğer ismidir.

http://volker-doormann.org/the0.htm

Hintlerde Namaskara (Namaz)

Sansktitçe Surya ‘güneş’ Namaskara ise ’selamlama’ veya ‘bağlantı’ demektir. Surya Namaskara, ‘güneşle bağlantı’ anlamına gelmektedir.

Şimdi Suryacıların Güneşe tapınırken uyguladıkları Surya Namaskara’nın nasıl yapıldığını görelim:


“Hareketli ya da hareketsiz ne varsa hiçbir şey benden ayrı değil, Maya (maddesel yanılsama sünyası) bile ayrı değil benden ki bu, yüce bir hakikattir.Tüm dünya her yönde olmak üzere benim içimde örülegeldi, ben Rab ve kozmik can’ım, kozmik beden’im.Ben hem Brahma hem Vişnu hem de Şiva’yım, güneş ve yıldızlarım ben, hayvanlar ile kuşların çeşitli türleriyim, ben kesinlikle dişilim aynı zamanda cinsiyeti olmayanım,” (Devi Gita)

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

5 Responses to SAMİ TOPLUM DİNLERİNDE HİNT ETKİSİ

  1. akeneton dedi ki:

    tebrik ederim saçmalamada üstünüze yok bu kadar aptalca bir yazı olamaz resmen saçmalamışsınız

    • abdumenaf dedi ki:

      dikkat ederseniz, anlatılanlar askerlik anısı falan değil.
      tamamı belgelere dayandırılmıştır. neresini saçma bulduğunuzu belirtin ki sizin bu makaleyi okuduktan sonra yorum yaptığınızı düşünelim.

      neyse ki yazan arkadaşa mason, yahudi gibi yaftalama yapmamışsınız. buna da şükür…

  2. yusuf a. dedi ki:

    BAŞÖRTÜSÜ VE KAPANMA
    Peygamberimiz’in vefatından sonra din adına yapılan saptırma ve ilavelerde, kadınlarla ilgili konuların özel bir yeri olduğunu bir evvelki bölümde gördük. Kadınların kapanması ise kadınlarla ilgili uydurulanlar içinde özel bir yere sahiptir. Bu yüzden kitabımızda bu konuyu ayrı bir başlık altında inceliyoruz. İnsan memeli canlılar içinde tek çıplak doğan ve tek giyinendir. 7 Araf suresi 22. ayetten insanların giyinmesinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu öğreniyoruz. Kıyafet, zamana, toplumun geleneklerine, iklimin şartlarına, meslek gruplarına, makama, mevkiye, yaşa ve birçok faktöre göre hem toplumlar arası hem de toplum içi çeşitlilik göstermiştir. Bazı toplumlar, Hint-Avrupa ırkında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde birçok kere değişiklikler yapmışlardır. Bazı toplumlar ise, Asya toplumlarında olduğu gibi tarih boyunca kıyafetlerinde çok daha az değişiklikler yapmışlardır. Toplum içi kıyafet farklılıklarınınsa en iyi örneklerinden birisi Osmanlı’dır. Osmanlı’da padişah üç sorguçlu sarık takarken, veziri azam iki sorguçlu, halk ise tek sorguçlu takabilirdi. İki veya üç sorguç halka yasaktı. Saraylının, esnafın, tekkecinin, ayrı din mensubu kadın ve erkeklerin başlıkları, kıyafetleri, renkleri Osmanlı’da hep farklıydı. Bu kıyafetlerin farklılığı kanunlar ile korunurdu. Görüldüğü gibi hem toplumlar arası, hem toplum içi kıyafetlerin farklılığı, gelenek ve şartların bu kıyafetleri oluşturması, zengin malzemeli bir tarih ve sosyoloji konusudur.

  3. misafir dedi ki:

    ellerinize sağlık. çok değerli bir çalışma olmuş.
    gel de bunu yobazlara anlat. Ahzab 59’daki “tanınmaları için” kısmını “tanınmaMaları için” olarak değiştirip ayeti farklı yorumlamışlardır. gerçi burda Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın payı büyüktür. Bu hatayı ilk o yapmış, sonradan pek çok mealci irdelemeden kopyalamışlardır. Doğru çevirilerin de hakkını yememek lazım.

    sonuç: kur-an’a göre ne türban, ne burka, ne çarşaf farz değildir. yazık bu kadınlarımıza, güneşin altında görüp üzülüyorum.

  4. nihan bağrıyanık dedi ki:

    inanç hep al içimi biçim ver her dem içime

Yorum bırakın