ÖLÜM OLMASAYDI

ölüm

Ölüm Olmasaydı

İlkel toplumlardaki totem dinlerinin oluşumu belki öncelikle doğa olayları nedeniyledir. Şimşekler, yıldırımlar, gök gürültüleri, seller, fırtınalar vs. olaylar ilkel dinleri oluşturmuş olabilir. Ölüm bilincinin oluşması, yaşama bağlılık, çok sevdiklerinin ölümüyle duyulan acı ve *ölüm korkusu özellikle tek tanrılı dinlerle ve ruh kavramıyla birlikte ölüm sonrası yaşam ya da yeniden dünyaya gelme inançlarını ortaya çıkardı.

Ölüm olmasaydı denilince Voltaire’ni ünlü sözü akla gelir;
“Ölüm olmasaydı onu icat etmek zorunda kalırdık.”

Ölümsüzlük imkansız ama olsaydı herhalde yaşamın tadı ve değeri bu denli olmazdı.Peki ölümsüz bir dünyada dinler olur muydu?
Bilimin eriştiği bu noktada en azından bu kadar inançlı edinemezlerdi.
Kıyamet ve ölüm sonrası yaşam inançları olurdu. Yine dünyanın, kainatın birgün yokolacağı, tüm insanların öleceği ve iyilerin daha mutlu bir dünyada-cennette, kötülerin ise cehennemde yaşayacağına inanılırdı.

Müslümanlar ateistleri “Uçak düşerken içinde ateist kalmaz” diye tiye alırlar ama ölüm korkusunu herkesten daha çok yaşarlar. Yaşama bağlılık inanan-inanmayan ayırt etmiyor. Kimileri belli etmese de en dindar Müslümanlar dahi yaşama dört elle sarılıyor. 70 küsur yaşındaki hacı bile “Allah ne yazdıysa o olur” demeyip birkaç yıl daha yaşayabilmek için kalp ameliyatı oluyor.

Şu uçuruma düşen Müslüman fıkrasında olduğu gibi:
Bir dala tutunmayı başaran Müslüman yukarı seslenir: ” İmdaat! Kimse yok mu? “
Yukarıdan bir ses cevaplar: ” Bırak kendini. Bir şey olmayacak, kurtulacaksın. “
Adam: ” yardım et! ” diye tekrar seslenir. Yukarıdan ” Ben Allah’ım! Bana inan. Bırak
kendini. ” diye cevap gelir.
Bu defa adam daha yüksek sesle bağırır: ” Başka kimse yok mu? ” J))
Can tatlı ne de olsa. Din-iman tanımıyor.

Bilim ve tıp geliştikçe insan ömrü uzuyor. Belki de bu yıllarda doğanlar yüzyılı aşabilecekler. 100 sene sonrası insanlığın geleceği aşama ise bilinemiyor. Belki de yaşlanmayı engelleyici formüllere ulaşılabilecek ve insan ömrü 300-500 yıl olacak.
Tabi dünyanın kötüye giden şartları düzelirse. Bu gidişle 100 sene sonrası küçük kıyametler kesin gözüküyor.

Bir ateist ölümden korkar mı? Korkar. Ya müslüman? O da korkar.
Ateistin korkması normal. Çünkü ölüm ona göre yokoluş demek. Basit bir hayvan dahi, bir sinek, bir böcek bile yaşamaya çalışıyor. Tehlikeyi görünce kaçıyor.
Peki bir müslüman neden korkar ve yaşama bu denli bağlanır?
Madem ölüm sonrası sonsuz yaşam inancı var. Bu korku niye?
Ölümsüz bir dünyayı bırakalım ama ömrünü uzatabilmek için, daha uzun yaşayabilmek için müslümanın da, hristiyanın da imkan olsa yapamıyacağı yoktur. Yani yeni bir ilaç bulunsa ama fiyatı çok yüksek olsa, diyelim 1 milyon dolar. İlacı kullananların da
yaşlı olmalarına rağmen sağlıklı yaşadığını görüyorlar. Yani ilaç kanıtlanmış.
Zengin olsanız almaz mısınız? Alabilmek için ve zengin olabilmek için çırpınmaz mısınız?
Koşturanların başında yer alanların içinde müslümanlar da olurdu, eminim..

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Felsefe içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

38 Responses to ÖLÜM OLMASAYDI

  1. sevginin ışığı dedi ki:

    Sayın Pante,
    Bu yazınız bence çoook yavan olmuş. Bence temelinde: Dindar olanlar da neden diğer insanlar gibi yaşama dört elle sarılıyorlar sorusu var… Keşke başlığı da ona göre atsaydın. Ölümle ilgili güzel bir yazı bulmayı umuyordum, ama bu yazı ölümün şanına hiç de yakışmamış… ” Dinciler de neden ölümden korkarlar” gibi bir başlık atardım ben olsam, daha dürüst olurdu…

    Ölümü nasıl gördüğümle ilgili bir iki kelime edeyim bari de sırf eleştirmek için yorum yazmış olmayayım:
    *Ölüm korkusu kendini fiziki bedenle ilişkilendirmekten başka bir şey değil. Doğduğuna inanırsan, ölümün de varlığına inanırsın.
    *Ruh veya bilinç ne doğar ne ölür. Evrenin ne başlangıcı vardır ne de sonu. Her şey bir değişimdir, olgunlaşmadır, karmaşıklaşmadır…
    *Ölüm kendini unutmaktan doğmuştur. Özünü bilen varlık için ölüm sadece suretin bir değişmesidir.
    Yaprak düşer toprak olur. Tatmin olmayan arzular ruhu tekrar yeni bir bedene çekerler, özlem varsa ruhun bile gözü yollarda kalır. Ebediyetine erişemez….
    *Ödül ve cezalandırılma, acı ve zevk, ölüm ve doğum, iyi ve kötü ikileminde yaşayanlar ise hep bir cennet cehennemi düşler dururlar. Ellerindeki kitabı da ona göre yorumlarlar…

    HA ha ha bak benim yorum da dokundurma ile bitti 🙂

  2. sevginin ışığı dedi ki:

    Bir şeyi yazmayı unutmuşum… ”Bilim ve tıp geliştikçe insan ömrü uzuyor.” diye yazmışsın… Kusura bakma ama doğru değil. Ben şimdi kitap ehli olanlar gibi Hz. Adem 800-900 sene yaşadı demeyeceğim tabii ki 🙂 🙂 Bu idda ettiğin doğru değil. Tem tersi eskiden insanların büyük bir çoğunluğu, en azından Kafkaslar’da, Anadolu’da, diğer şaman kökenli topluluklarda, Hindistan’da vs…günümüzden çok çok daha iyi besleniyorlardı ve günümüzdeki gibi şehir stresinden, kimyasal yiyecek ve haplardan da yoksundular… 100, 120 civarına kadar yaşayanlar çok var…
    Ama istatistiki olarak bakarsan insan ömrü uzuyor diyorlar. Eski olarak da sanayileşmenin başladığı dönemleri baz alıyorlar, buna göre de son yıllarda daha uzun yaşıyoruz diyorlar. Bence tamamen Avrupa kaynaklı bir istatistik..
    Sevgilerimle

    • Gencer dedi ki:

      Tabii yaşarlardı her şey doğal plastik denen şey yok.Süt katkısız Meyva katkısız,Hormonsuz besinler.150 yıl yaşar insan o şartlarda.

  3. Geri bildirim: Anonim

  4. dünya insanı dedi ki:

    ÖLÜMDEN HEP KORKULUR. ÇÜNKÜ İNSAN BİLMEDİĞİ ŞEYDEN KORKAR VE İLK İNSANİ REFLEKS TEPKİSİ KAÇMAKTIR. BELKİ ÖLÜM HUZUR BİLEMEYİZ.. HEP DEDİĞİM GİBİ RUHUN CESETTEN KURTULUŞU VE TEKRAR GELDİĞİ ÜFLENDİĞİ YER RABBİNE DÖNÜŞ.. KİM BİLİR? AMA ÖLÜM OLMASAYDI HAYAT SIKICI OLURDU DEDİM BU BAŞLIĞI OKUDUĞUMDA.. VOLTAİRE AMCAYA YAKIN MI DÜŞÜNMÜŞÜM NE 🙂 ÇÜNKÜ ESASINDA ÖLMEMEK İÇİN ÇABAMIZ

  5. dünya insanı dedi ki:

    üslümanlar ateistleri “Uçak düşerken içinde ateist kalmaz” diye tiye alırlar ama ölüm korkusunu herkesten daha çok yaşarlar. Yaşama bağlılık inanan-inanmayan ayırt etmiyor. Kimileri belli etmese de en dindar Müslümanlar dahi yaşama dört elle sarılıyor. 70 küsur yaşındaki hacı bile “Allah ne yazdıysa o olur” demeyip birkaç yıl daha yaşayabilmek için kalp ameliyatı oluyor.. ALLAH NE DERSE O OLUR İNANCI TESLİMİYETİ İLE DEDİĞİNİZ FARKLI.. ÖNCE TEDBİR SONRA TEVEKKÜL…

  6. kadir dedi ki:

    sayın dünya insanı ölüm olmasaydı eğer doğumda olurmuydu. doğumun olduğunu fakat ölümün olmadığını düşünün o zaman dünyanın hermetrekaresine 1 insan düşer… o yüzden yüce allahın koyduğu kanunda bir düzensizlik göremeyiz…

    insanlar nedense ölümü kendi benliklerinde hep kötü görmüşlerdir. bu dünya hayatına bağlılık ölüm korkusunuda beraberinde getirir… ölüm aslında kötü değildir. ölüm korkusu kötüdür… insan bu dünya aleminde varlığını sürdürebilmesi için bedene ihtiyacı vardır. ruh bedenle birlikte vardır ve her zaman bedene ihtiyaç duyar. oysa ölümle birlikle ruhun bedenden kurtulması söz konusudur. en doğrusunu allah bilir diyerek herkesin imanlı bir şekilde can vermesini yüce allahtan dilerimmm… saygılar

  7. karaca dedi ki:

    İnsan ölümü kendi istemiştir.nasılmı
    Adem ve havva cennette iken ölümsüz idi.ne kadar ömür geçtiğini bile bilmiyorlardı yaşlanmak yoktu hep aynı idiler, demekki bu hayattan bıkmışlar Allahın yasak ettiği şeyi yaparak
    bu gidişe bir dur demişler yani ölümü arzu etmişler ve bu da gerçek olmuş
    bilerek ve isteyerek ölümü seçmişler,bunu kim tavsiye etmiş iblis yasak edileni yaparsan
    sana benzeyen senden olan çocukların olacak ve bu sonsuz yaşamdan kurtulucaksın diye
    mutlaka kulaklarına fısıldamıştır. ölümün ne olduğunu da iblis mutlaka anlatmıştır.
    yani ölümü insan oğlu kendi istemiştir.hiç bir insanın bu şartlar altında sonsuz bir yaşam isteyeceğini sanmıyorum. çünkü sonsuz yaşamın ne olduğunu bilmiyor bilse belki de tez zamanda ölümü arzu edecektir.

  8. karaca dedi ki:

    Ha bu arada iblis neler fısıldamış olabilir,
    dunya hayatında insanın başına gelebilecek her şeyi anlatmıştır.yalan söylediğini de hiç sanmıyorum Adem yada havva işi anladıktan sonra hadi bize eyvallah biz gidiyoruz demiş
    olabilirler biz yeryüzünde çoğalacağız demiştir muhtemelen,bize benzer çocuklarımız olacak
    yiyeceğiz ve içeceğiz dışkılayacağız,üzüleceğiz,sevineceğiz mutlu olacağız kederli olacağız
    aç kalacağız tok kalacağız,cinayetler işleyecek benim çocuklarım,iyi işler yapacak benim çocuklarım oh ne güzel cennetten kurtuluyoruz demiştir muhtemelen
    Havva ve Adem salakmı hiç bir şey bilmedan Allahın yasak ettiği şeyi yapsınlar
    o zamana kadar yapmamışlar ondan sonra niye yapıyorlar demek ki cennetteki sonsuz yaşamdam bunlar bıktı.sıkıldılar.iblise kulak verdiler bu ne diyor diye
    iblisin anlattıkları da tam istedikleri şeyler idi sonunda hadi güle güle denilmiş ve cennetten şutlanmışlar
    sonuç adem istediğine kavuşmuş olmalı
    sonuç yeryüzü insanlarla dolmuş taşmış
    sonuç iblisin söyledikleri gerçekleşmiş
    sonuç ademin uşakları ademin düşündüklerini yapıyor.
    sonuç adem baba ne dediyse o gerçekleşiyor.
    sonuç iblis Adem babaya tek tek anlattıklarının hepsi çıkmış
    Adem baba da kabul etmiş
    ne var bunda.

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      ”Ha bu arada iblis neler fısıldamış olabilir” sizden alıntı

      Bence yanlış sorular soruyorsunuz!

      Birde şu soruyu soralım mı?

      Şeytan cennetteki Adem’e NASIL fısıldayabilmiş olabilir?

      Birde şunu düşünün, diyelim ki sizde cennete gideceksiniz! Adem in sıkıldığı yerden sıkılmak gibi bir kaygınız varmı? Sizce cennete yerleştirilecekleri cennete yerleştirecek olan, onların içine cennetten sıkılma duygusunuda yerleştirecekmidir? Olurda hepimiz cennete gidersek bilinmez bir zaman sonra orada ”cennetten sıkılanlar” derneğinin kurulmasına şahitlik edebilirmiyiz?

      Saygılar,

  9. karaca dedi ki:

    Sayın toro
    yazınızı okudum,soru üstünden soru geliyor cennette karantina altına alınan havva ve ademe kovulmuş olan iblis nasıl oluyorda yaklaşabiliyor ve fısıldayabiliyor.cennetin muhafızları yokmu onlar bunu görmedilermi,esas sorulması gereken soru bu,olaya bakıyorsun cennette adem ve havvya iblis bir yolunu buluyor yaklaşıyor veya yaklaştırılıyor veya bir aracı konuluyor veya bizim bilmediğimiz bir usulde Adem ve havva ile temas kuruluyor,iblis diyeceklerini diyor.ne demiş olabilirki adem ve havvada bu yasak edilen şeyi yapma arzusu oluşuyor. ve kendilerine fısıldanan şeyin ne olduğunu öğrenmek için mi yasak edilen şeyi yaptılar,yoksa iş olsun torba dolsun diye mi yasak edilen fiili yaptılar bence iblis bunlara fısıldayasıya kadar dünya hayatından bunların haberi yoktu.cinsellik yoktu.yemek içmek serbest dışkılamak yok uyuyup uyumadıkları belli değil bana kalırsa uyumada dünya hayatına mahsus bir şey,uyumak yok.hastalanmak yok.dediğim gibi boşu boşuna iş olsun diye yasak edilen filli yapmış olamazlar.içlerinde şiddetli bir arzu oluştu ve buna karşı koyamadılar zaten iblis bu bilgileri veresiye kadar bunlar bu işlerden bi haber olmaları gerekir. ama haberleri olduktan sonra işler değişti ve yasaklanan fiili isteyerek bilerek kendileri uyguladılar maksat cennetten şutlanmak iblisin bahsettiği dünya hayatına kavuşmaktı.sonuç ta da öyle oldu cennetten kovuldular,siz ister kovulma deyin ister şutlanma ister gönderilme sonuç dünyaya geldiler yaşamlarını dünyada devam ettiler pişman mıydılar bunu bilemem bunu onlara sormak gerekir.dünya hayatı için geçerli olan her şeyi yaşamaya başladılar
    burda sorulması gereken iki soru var
    Allah dileseydi iblisi cennete yaklaştırmazdı böyle bir olayın olmasına kesinlikle müsade etmezdi.
    kesin olarak yaklaştırmazdı.çünkü iblis rahmetten uzaklaştırılanlardan olmuş,nasıl olurda cennetin içerisine yanına kıyısına içine vs yerine girmesine etki etmesine nufuz etmesine imkan tanınabilir
    girmesine bilgi vermesine adem ile havvayla konuşmasına Allah musade etmiştir. yoksa allahın bilgisi dahilinde olmadan iblis bunları yaptı demek abesle istigal demektir.
    bu da şunu gösteriyor.Allah adem ve havvya ya cennette kalın yada dünya hayatına dönebilirsiniz diye secenek sunmmuştur adem de iblisi dinleyerek Dünya hayatını seçmiştir.
    adem ve havvanın kandırılması yok öyle bir şey kim kimi kandırıyor.sadece adem ve havvaya dünya hayatı ile ilgili bilgiler veriliyor adem ve havvada tercihini dünya hayatına yönlendiriyor
    e bunlar cennet değilmiydi.cennetteydiler ne oldu da cennet hayatından bıkıp dünya hayatına yöneldiler. sormak lazım
    ekmek elden su gölden hebabı
    demekki bu hayattan hoşlanmadılar biraz da zorluk çekelim uğraşalım bunu da dünya hayatında yapabiliriz dediler tabiki benimkisi bir varsayım bunun böyle olup olmadığı bilinmez ama allah insana akıl vermiş ve ister istemez akıl çalışıyor bazı soruları soruyor cevablar yanlış yada doğru olabilir tıpkı dünya hayatında olması gereken gibi akıl dünyada çalışıyor ama diğer dünyada çalışırmı bilmem
    iyi günler.

    • hakan adanır dedi ki:

      Karaca çok dürüst bir insansınız tebrik ederim sizi.

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Birşey bilmeyenler, bilmedikleri şeyleri, bildikleri şeylerle karşılaştıramazlar! Bu noktada Adem ile Havva Dünya, oradaki yaşam vb. bilmiyorlardı! Yasak meyveyi yiyene kadar birbirlerinin cinsel kimliklerinden bile haberleri yoktu! Bu noktada bildikleri herşey tanrılarının kendilerine öğrettiklerinden ibaret olan bu insanlar hemde kendilerine düşman olduğu tanrıları tarafından söylenmiş şeytana neden ya da nasıl itibar etsinler?

      Bu hikaye iyiliğin temsilcisi olarak konumlandırılacak tanrının karşısında olacak kötülüğü ve temsilcisini dizayn etmek için dizayn edilmiş ve modern çağ insanın ciddiye almaması gereken basit bir kurgudur. Nereden tutsanız elinizde kalır.

      Düşünün tanrı dünyayı var etmiş ve içinde insanlığın var olmasını sağlayacak ilk bireyler yok! Peki dünya da insan hayatının başlaması neye bağlı, Adem ile Havvanın tanrılarının emrine karşı gelmesine! Ya karşı gelmeseler ne olacaktı, bütün evren tanrının seyir terası olarak mı kullanılacaktı?

  10. karaca dedi ki:

    hakan bey teşekkür ederim

    yine bizim bu hikayeye devam edelim
    Adem baba,Havva ana cennette iken dişimi erkekmi olduklarını bilmiyorlardı
    çünkü cinsel organları yoktu,bu gün bizim bildiğimiz manada cinsel organları yoktu
    belki kirpikleri,saçları,tırnakları,hatta bizim bildiğimiz manada ağızları,belki bizim bildiğimiz manada
    kulakları da yoktu,bunlar dünya hayatında lazım olan şeyler
    hatta dikkat edin belki dikkatinizden kaçmıştır erkek cinsel organındaki testislerin dışındaki dikişi dikkatli baktığınızda görebilirsiniz,bu nedemektir. kadında da aynı cennette iken cinsel organı yok
    sonradan açılmıştır,ilk yaratıldıklarında havva ve ademde bu organların yerleri dümdüz yani organ yok,ancak dünyaya mademki gönderilecekler bunlara operasyon yapılması gerekli
    cinsel organların yerleri yarılmış ademin içendeki organı dışarıya çıkarılmış Havvanın cinsel organının ağzı açılmıştır operasyonu tamamlamak için en sonunda dikiş atılması lazım bunun izlerini testistlerdeki dikişi görebilirsiniz yani birini ademin içinden çekip dışarı çıkarmak diğeri kapalı olan bölgeyi yararak cinsel organ haline getirmek gerekiyordu bu yapıldı.
    hatta şunu da göz ardı etmemek gerekiyor kadınlara doğacak olan çocuklarını emzirmesi için memelerinde operasyon yapıldı cennette iken göğusleri ikisininde erkek insanın göğüsleri gibi olduğunu sanıyorum. lazım olduğu için kadına göğsunde de operasyon yapıldı.
    yasak edilen bence ne meyve ne de başka bir şey idi transplantasyon için gerekli olan anahtar
    gerekli olan sistem idi,ve işlem başlatılarak adem ve havvanın yer yüzünde yaşamaları için ihtiyaç duydukları bütün işlemler tamamlanmış ve yeryüzü ne gönderilmiştir.
    Yok adem ile havva cennetten kovulmuş yok başka bir şey
    Adem ile Havva isteyerek cennetten çıkmışlardır. vesile ne olursa olsun ister iblis ister başka bir şey
    durup dururken Adem ve havva cennetten niye çıkmak istesinki
    çıkmak için bir zorunlulukları da yok diledikleri istedikleri kadar kalabilirler
    Ama yukarıda daki yazımda da bu anlaşılıyor.İblisin dünya hayatınının nasıl bir şey olduğunu Adem ile havvaya anlatmasından sonra işler değışmiş bu duygu adem ve havva da önlenemeyen bir arzuya dönüşmüştür.ve dünya hayatını seçmişlerdir çünkü burada ölüm var.

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Gerçekten inanırsanız herşeyi oldurabilirsiniz, bakın aşağıdaki hikaye de bir zamanlar milyonlarca insanın inandığı ve bu sayede tanrı sayılan Zeus’un insanları yaratma hadisesidir.

      ”Yunan mitolojisinde tanrıların kralı, göklerin hakimi Zeus’un yarattığı insanlar eskiden dört kollu, dört bacaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, sırtlarından birbirlerine yapışmış şekilde ve her insan çift olarak yaşar şekildeymiş. Bu insanlar çifter çifter mutlu şekilde yaşamlarını sürdürürken, keyiflerine düşkünlükten dolayı tanrıları Zeus’a şükretmeyi unutunca Zeus insanları uyarmış. Kendisini unutan halka krallığına yakışan bir ceza vermek isteyen Zeus, onların huzurunu toplamak için kolları sıvamış. Bakanların gözlerini kör edecek kadar parlak olan bıçağıyla insanları ikiye bölen Zeus (şimşeğiyle ayırdığı da söylenir), onların ruhlarını da ikiye bölmüş. Artık her insandan iki tane varmış, yani birbirinin eşi olmayan ama birbirinin eşi olan parçalar her tarafa dağılmış. Zeus insanları diğer parçalarından ayrı yaşamakla lanetlemiş ve böylelikle ömürleri boyunca ruh eşlerini aramaları için onları cezalandırmış. Aynı zamanda Zeus’un insanlığa hediyesi olarak bilinen ruh eşini arama olayı bu lanetle beraber günümüze kadar gelmiştir. Yunan mitolojisinden gelen ruh eşi efsanesi dünyanın bir ucundaki ruh eşini bulma olasılığıyla, insanları bir arada tutarak bir çeşit düzen sağlamaktadır.”

      Ah şu tanrılar ve onların onca güçlerine rağmen bitip tükenmeyen istekleri!

      • karaca dedi ki:

        amma büyük ceza vermiş zeus efendi.bitişik insan bu akıl karı değil.hem bak bakalım sırtına operasyon izi varmı bu yukarıdaki iş olacak iş değil.hadi iz ve belirtisi olsa tamam diyelim de operasyonun yapıldığına dair iz yok
        ama benim dediğimde dikkatli baktığında operasyon izlerini görebilirsin

      • toro dedi ki:

        Sayın Karaca,

        O izleri görmek için oraya nasıl baktığınız ayrı bir muamma olmakla beraber, anlıyoruz ki tanrı katında teknolojik ilerleme olarak tanımlayabileceğimiz gelişmeler yaşanmıyor! Zira insanların tıptaki ilerlemeleri ve özellikle estetik dikiş ile yapılan operasyonlar düşünüldüğünde iddanız komik bir hal alıyor! Lazer teknolojisinin geldiği nokta düşünüldüğünde bütün bunların üstünde bir zeka ve güce sahip olması gereken tanrının(!) operasyonlarını iğne ve iplik ile yaptığını düşünmek kusura bakmayın yaşadığınız çağı ve bu çağa gelinceye kadar insanoğlunun düşünsel anlamda katettiği yolu inkar etmektir!

        Akıl karı olan veya olmayanlar konusunda ki yaklaşımlarınızda ayrıca ilgiye değer! Sanırım elinizde, bu konuda ilahi bir konsensusla oluşturulmuş ve yine ilahi bir konsensusla kabul edilmiş tartışılmaz kriterler var! Sizde bu sayede, neyin akıl karı olduğuna ya da neyin akıl karı olmadığına kolayca karar verebiliyorsunuz! Ne diyelim bu denli önemli bir ilahi bilgilendirmeye sahip olmanızı kıskanmamak elde değil, darısı başımıza!

  11. rammsteinn dedi ki:

    hayal gücünüze hayran kaldım karaca
    özellikle dikiş konusundaki teze.
    dikiş nasıl yapıldı diye sorsak,iğnenin büyüklüğünden ipliğin uzunluğuna kadar bütün detayları anlatacaksınız.
    bu sizin tanrı “ol” dese yoktan varoluyorda,ademin testislerini elinde iğne iplikle dikmeye mi kalkıyor?
    işin komikliğine gülsem mi? halinize üzülsem mi? arada kaldım….

  12. karaca dedi ki:

    la gardaşım ne iğne ibliği,onu nereden buldun,
    bak bu gün ki zamanda dikişsiz ameliyat yapıyorlar
    lazerle kapatıyorlar
    sende çok cahil kalmışsın

    • rammsteinn dedi ki:

      ademin testislerini tanrı dikmiş ya
      onu diyorum.
      hangi cins iğne hangi marka iplik kullanıldı onu merak ediyorum.
      tanrı mı dikti? meleklerimi yoksa?
      narkoz verildi mi? operasyon ne kadar sürdü?

      cahilliğime ver. cevaplarsan cahillikten kurtulmuş olacağım.

  13. karaca dedi ki:

    Harbiden dikiş izi ,bak dikkat et insanın başında sırtında ön tarafında kollarında ayaklarında bacaklarında,yüzünde,göğsünde bir tane ayrı düşen bir şey bulamazsın ama gel velakin bu cinsel organ bolgesi ve dışkılama yeri sanki müdahale edilmiş gibi duruyor demekki ilk yaratıldığında adem baba ve hava anada bunlar yoktu sonradan ilave edildi. nasıl olsa dünyada yiyip içecek dünya nimetleri belli bir zaman sonra dışarı çıkarılmak zorunda sidik desen o da öyle sıra geldi insanların çoğalmasına o da sonra dan ilave edilmiş paket tamam olunca yallah dünyaya postalanmış

    • rammsteinn dedi ki:

      dışkılama yeri sonradan yapıldıysa,sindirim sistemi de sonradan monte edildi.
      bu montaj işleminden sonra ademin tepkisini de çok merak ettim.
      “allah allah bunlar ne ki” mi dedi acaba?

      dikkat ettim bizim karabaşın yumurtalarında da dikiş izleri var. acaba köpeklerde mi cennetten atıldı. yasak meyve de kesin kemik parçasıdır 🙂

      karaca
      islam alemini sarsacak bi buluşa imza etmişsin.
      gelecek buluşlarını merakla bekliyoruz

      • karaca dedi ki:

        Ademin işini anladık ta bu köpek işini pek anlıyamadım ona da sen çare bul
        Adem baba ne diyecek,kullanmaya başlamıştır. hele uzun uzun dışkılamaya
        başlayınca o be dünya varmış demiştir.

  14. karaca dedi ki:

    yada bu operasyon dünya da yapıldı.narkozu filan bilmem ne narkozu narkoz o zaman varmışmış operasyon süresi iş bitimidir. 10 dakika yarım gün 3 gün beş gün veya daha başka bir zaman onu nereden bileceğim.

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —-yemek içmek serbest dışkılamak yok (senden alıntı)

      bilimsel açıklamalarını ilgiyle okudum ama şimdilik bir soru sormakla yetiniyorum, yemek içmek serbest ama dışkılamak yok demişsin, ikmal ve arıtma tesislerinin olduğu bir sistemde tahliye tesislerinin olmaması bana oldukça ilginç geldi, yani Ademle Havvanın yediklerinin içtiklerinin tamamını (%100’ünü) hiç posa bırakmayacak şekilde kana karıştıran bir sistem mi vardı da dışkılama ihtiyacı hissetmiyorlardı? yada Ademle Havvanın vücudunda posa depoloyan bir sistem mi vardı da dışkılama ihtiyacı hissetmiyorlardı?

      eğer Ademle havanın fizloyojik yapısıyla ilgili benim bilmediğim bir şeyler varsa ve ben bilmeden böyle sorular sorduysam kusuruma bak, cahilliğime ver,

      cevaplarsan sevinirim.

  15. karaca dedi ki:

    sayın 1 okuyucu
    bilimsel açıklamalarını ilgiyle okudum ama şimdilik bir soru sormakla yetiniyorum, yemek içmek serbest ama dışkılamak yok demişsin, ikmal ve arıtma tesislerinin olduğu bir sistemde tahliye tesislerinin olmaması bana oldukça ilginç geldi, yani Ademle Havvanın yediklerinin içtiklerinin tamamını (%100’ünü) hiç posa bırakmayacak şekilde kana karıştıran bir sistem mi vardı da dışkılama ihtiyacı hissetmiyorlardı? yada Ademle Havvanın vücudunda posa depoloyan bir sistem mi vardı da dışkılama ihtiyacı hissetmiyorlardı?
    sizden alıntı

    doğrudur kardeş dışkılamak içtiğimiz suyu işemek, uyumak yemek içmek ilişkiye girmek insan öldürmek,insan doğurmak,kavga etmek velhasıl yeryüzünde geçerli olan herşey
    bunların ahiret hayatı dediğimiz yerde cennet veya cehennemde olabileceğini ben asla düşünmüyorum
    yine adem baba ve havva ana ilk yaratıldıklarında ne işemeleri ne dışkılamaları,ne çocuk doğurmaları,ne kavga etmeleri ne öldürme gibi olaylar orada geçerli olamaz
    bana kalırsa bakın kuranı tekrar inceleyin insan öldükten sonra diriltilicek diyor nasıl bir kalıb içerisine gireceğimizin bilgisi tam olarak verilmemiş bir vucud olarak mı dirilecek bu çok akıl işi değil
    eğer bir vucud içerisinde dirilecekse bu bizim anlıyamadığımız bilemediğimiz bir var oluş şekli olacaktır. ve dünya hayatında lazım olan bütün herşey bu yeni varoluşta tamamen geçersiz kalacaktır. tanımlayamadığım bir vucud içerisine insanlar tekrar girecektir. bu onların sonsuza kadar içerisinde kalacakları kalıb olabilir.hepsi aynı birbirinden farkı olmayan vucudlar
    ama yeni verilen bu vucudların mutlaka bir amacı bir gayesi olmalı
    bilemiyorum ama bu vucudlar maddi mi olacak manevi olacak bu konu hakkında bilgim yok
    eğer maddi olursa ve yeryüzündeki vucudlar olarak yorumlarsak bu pek mümkün değil çok çeşitli ihtiyaçları olacak demektir. diş göz.burun ağız kulak solumak için akciğer velhasıl bütün vucud organları tam olmalı, bu geçerli olmayan bir sistem,bu görüş olası değil.
    diğer taraftan manevi olarak yorumladığım vucud aynada kendini görürsün ama aynadaki görüntüdür sadece gerçek değildir. ama baktığında sanki bir vucud varmış gibi görünür oysa
    aynada görünen sanal bir vucuttur.
    aynada gördüğün vucudu bana var diyemezsin yok da diyemezsin sadece öyle algılarız
    cennet ve cehennemdeki durumda bunun benzeri olarak niteliyorum sadece öyle algılayacağız
    ne var ne yok hikayesi
    şimdi, ne var ne de yok olanın yediği içtiği var veya yok olarak kabul edilebilirmi
    cennette ellerinde ibrikler olan hizmetcilerden bahsedilir. cennettekilere içecek olarak dağıtımda bulunurlar böyle bir ifade var
    tıpkı aynadaki durum gibi ne var ne yok biz öyle yorumlayacağız ve öyle olduğunu sanacağız
    yani ne gerçek, ne de gerçek değil insanların algısı bana kalırsa öyle olacak
    şimdi sen yediğini içtiğini çıkarabilirmisin böyle bir alemde
    belki düşündüklerimi tam olarak ifade edemedim ama bunlardan pek farklı olmasa gerek.
    bu yukarıda söylediklerim benim kendi görüşlerimdir. mutlaka bu böyledir iddiasında bulunmuyorum ama mademki bir arayış içerisinde insan oğlu
    benim cevabımda böyledir.
    veya bu böyle değildir diyen varsa çıksın kendi görüşlerini yazsın herkesin görüşüne
    saygı duyarım ama yanlıştır ama doğrudur.
    Adem meselesine gelince adem baba ne yediğini bana kalırsa bilmiştir ne de yemediğini bilmiştir
    cennet denilen bölgede kaldığı müddetce
    ama dünyada yediği içtiğini bilmiştir çünkü etkilerini görmüştür.

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      ben, ölümsüz bir varlığın fizyolojik bir yapısı olacağını düşünmüyorum, nedenine gelince,

      ölüm olmasaydı, canlı varlıkların yemek, içmek, nefes almak gibi bir ihtiyaçları olmayacaktı, çünki yemeselerde, içmeselerde, nefes almasalarda ölmeyeceklerdi, yani ikmal, arıtma, tahliye sistemlerine gerek olmayacaktı, beyinleri olmasada yine ölmeyeceklerinden beyine kan pompalayan kalbe ihtiyaçları olmayacaktı, bilinci sürekli açık olacağından beyine de ihtiyaç duymayacaklardı, hatta yaşamak için kana bile ihtiyaçları olmayacaktı, yani fizyolojik ihtiyaçlara gerek duymayacaklardı, fizyolojik ihtiyaçlara gerek duymayacakları için bir vücuda da ihtiyaçları olmayacaktı, tabiri caizse hayalet casper gibi olacaklardı,

      haliyle ölümsüz olan bir varlık yaşamsal enstrümanlara ihtiyaç duymayacağı için beslenmesini sağlayacak bitkilere, nefes almasını sağlayacak bir atmosfer tabakasına, suya gerek duymayacaktı, yani ayda veya merihte yaşaması mümkün olacaktı,

      ölümsüz bir varlığın çoğalabilmek için fiziksel bir yapıya sahip olduğunu varsaysak, gidenin olmadığı gelenlerin akın akın geldiği bir dünyada, ölümsüz varlıkların sayılarının evren yerinde durduğu sürece çok büyük rakamlarla ifade edilecek bir sayıya ulaşacaklarıda apaçık bir gerçek, hele bakamam korkusu olmayacağı için aile plânlamasına gerek duyulmayacağını da göz önüne alarak her dişinin ortalama 20 çocuk doğurduğunu varsaysak, dünyadaki nüfusun büyük bir kısmını ay’a ve gezegenlere taşımak zorunda kalacaktık,

      hazır ölümsüz varlığa elbise giydirmişken bir olasılıktan söz edeyim, lafın gelişi her ne kadar kullanmaya ihtiyaç duymasada ölümsüz varlıkların kılıcı icad ettiğini varsayalım, biri kalktı kılıcı salladı ve başka birinin kelleyi uçurdu, biride kelleyi futbol topu sanıp bir şut çekti ve uçurumdan aşağı yuvarladı, bu durumda uzuvlar ayrılmış olsada ölümsüz oldukları için kafası kopan kafasını bulmak için uçurumdan aşağı atlayacaktı, yere çarptığında paspasa benzer bir şekil alacaktı, kafa onu görüp yuvarlana yuvarlana paspas olmuş vücudun yanına gelip kendine ayrılmış olan bölüme büyük ihtimalle lazer yöntemiyle kendisini monte edecekti, yada birileri onları günün teknolojisine göre (tabi teknolojik gelişmelere ihtiyaçları varsa) onları birleştirecekti, eğer paspas olmuş vücud eski haline dönemediyse ortaya yürüyen paspas modelinin icad edildiği bir teknolojik gelişme damgasını vuracaktı,

      o nedenle ölümsüz bir varlığın çoğalalacak şekilde dizayn edilemeyeceği apaçık ortada, zaten böyle bir şeyi düşünmek, tanrılık ilkesinede aykırı, öyle ya bir tanrı ölümsüz varlıklar yaratıp kendine ait bir özelliği başkalarıyla niye paylaşsın, dolayısıyla tanrı dışında başka bir ölümsüz varlıktan söz edilemez,

      zaten ölüm olmasaydı, yaşayan canlılar hiçbir şeye ihtiyaç duymayacakları için yaşamanın sadece canlı kalmaktan başka bir anlamı olmayacaktı, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşamanında ot gibi yaşamaktan bir farkı olmayacaktı,

      cennette insanların ihtiyaçlarının temin edileceğinin söylenmesi ise cennettekilerin fiziksel bir yapıya sahip olacakları anlamına gelir, oysa ölümsüz varlıkların fiziksel bir yapıya ihtiyaç duymayacakları ortadayken, cennettekilerin fiziksel ihtiyaçlarının giderilmesinden söz edilmesi oldukça mantıksız bir söylem?

      öbür dünya masallarıyla iligili olarak anlatılan hikâyelerden birinde, herkes 30 yaşındaki haliyle yaratılacakmış, yani 30 yaşında iken saçları dökülmüş olanlar maalesef öteki tarafta da keltoş olmaktan kurtulamayacaklar, 30 yaşın altındakiler ise öldükleri yaştaki haliyle yaratılacakmış, yani bebekler yine birer bebek olarak yaratılıp her birine birer süt anne, çocuklar çocuk olarak yaratılıp her birine birer lunapark, futbol sahası, laptop, vb. tahsis edilip emirlerine birer dadı (bakıcı) verilecekmiş,

      kısaca, din kitaplarında insanların öbür dünyada nasıl yaratılacaklarıyla ilgili herhangi bir bilgi olmadığından, daha doğrusu dinleri uyduranlar, ölümsüz varlıkların bedene ihtiyacı olamayacağını düşünemediklerinden “ihtiyaçlı ölümsüz” insan figürü uydurma yoluna gitmişler,

      Adem babamıza gelince, cennette yiyip içip ot gibi yaşamanın hiçbir cazip tarafı olmadığını anlamış, şutlanmanın çarelerini aramış, dünyaya şutlanınca Havva anamızla girdiği teşviki mesainin yaşamın gerçek anlamı olduğunu anlamış, cennette boş yere geçirdiği günlere hayıflanıp durmuş,

      hiçbir şeye ihtiyaç duymayan ölümsüz bir varlık olacağıma,1 günlük ömrüm kalsada her şeye ihtiyaç duyan bir varlık olurum daha iyi? (sözüm tanrıdan dışarı)

      • karaca dedi ki:

        haklısın söylediğin mantıklı,ölümsüz olan varlık dediğin gibi bedene ihtiyaç duyarmı
        eğer varsa bir bedeni bu beden sonsuza kadar dayanırmı dayanması mümkün olmadığına göre ölümsüz olan varlığın bir bedeni yoktur katılıyorum.

      • 1okuyucu dedi ki:

        karaca;

        memurların öncelikli beklentisi maaşlarına zam yapılmasıdır, bir zam söylentisi çıktığında, haberin asparagas olduğuna bakılmaksızın herkes verilecek zam oranını araştırmaya başlar, tabi bu arada zam oranıyla ilgili asparagas haberde ortalığa yayılır, bu sefer herkes zam oranına göre maaşında ne kadar artış meydana geleceğini hesaplamaya başlar, haberin asparagas olduğu anlaşıldığında tabi haliyle hayaller suya düşer, bu numarayı 1000 defa yap, memurlar her seferinde doğruluğunu sorgulamadan haberin üzerine balıklama atlarlar, bunun sebebi ise psikolojiktir, çünki insan oğlu beklentilerine cevap veren şeylere inanma eğilimi gösterir,

        işte dinlerde, her şeyin ölümle bitmesini kabullenemeyenlerin beklentilerine üstelik cazip bir teklifle (cennet) cevap verdiği için doğruluğu sorgulanmadan üzerine gözü kapalı atlanılan bir psikolojik uyutma enstrümanı olarak ortaya çıkmıştır, yani bir nevi arz talep meselesi,

        tabi, söz konusu din olunca işin içerisine tanrıda katıldığından, haliyle tanrınında bir tarifinin yapılması gerekiyordu, daha önceleri doğal afetlerin sebebleri bilinmediği için meydana gelen doğal afetlerde tanrıların kızdığı için insanları cezalandırdığı sanılıyordu, zamanla bunların birer doğa olayı olduğu anlaşıldığında tek tanrı inancı yaygınlaşmaya başladı,

        tanrı tek olunca, haliyle yeryüzündeki kötülüğün suçlusunun tanrı olması gerekeceğinden, tanrıyı kötülüğün sebebi olarak göstermemek için kendisine isyan edebilen, koyduğu yasakları delen kötü niyetli varlıklar icad ederek tanrıyı temize çıkarma gayretine girdiler,

        bu arada tek olan tanrının nasıl olması gerektiği tasarlanmaya başladı, tanrının nasıl olması gerektiği düşünülürken hüküm süren hükümdarların tahtları, sarayları, özel işlerine bakacak yardımcıları, ayak işlerine bakacak hizmetkârları, uğrunda savaşacak orduları olduğuna göre tanrınında özel işlerine bakacak yardımcıları, (şeytan ve melekler), hüküm süreceği bir tahtı (arşı), tahtını taşıyan melekleri, meleklerden hizmetkârları ve orduları olmasını gerektiğini düşündüler, yetmedi insanlardan da bir ordusu olması gerektiğini düşündüler ve ölümsüz ama yarattığı varlıklara ihtiyaç duyan bir tanrı figürü yarattılar,

        oysa ölümsüz olan bir varlık, hele bu varlık tanrıysa hiçbir şeye ihtiyaç duymaması gerektiğini sorgulama gereği bile duymadılar,

        duymadılar, çünki bu dünyada sahip olamadıkları olanakları öteki dünyada fazlasıyla sunan bir söylemi reddetmiş olacaklardı, bu onların işine gelmedi, daldıkları tatlı rüyadan uyanmak istemediler, o nedenle ben tanrının elçisiyim diyenin söylemlerine kayıtsız şartsız biat ettiler, çünki ben tanrının elçisiyim diyen onlara, ölümsüz bir yaşamı en haz alacakları bir şekilde sunuyordu, üstelik kendisine inanmayanların, inanıpta emirlerine uymayanların, fiziksel işkencelerin en korkuncunun yapıldığı cehenneme atılacağını söylüyordu,

        cennet hayaliyle yanıp tutuşanlar, cennette bedenleriyle birlikte bir ölümsüz yaşamı hayal ederler, cennetle ilgili söylemler ise insanların egolarını tatmin etmeye yöneliktir, cennette gidenlere tahtlar, saraylar, atlastan elbiseler, hizmetkârlar, huriler, tomurcuk sineli kızlar, parlak oğlanlar, vb., kısacası bu dünyada sahip olmak isteyipte sahip olamadıkları her şeyin sunuluyor olması, onların ölümsüz varlıkların hiçbir şeye ihtiyaç duymayacağı gerçeğini bile görmezden gelmelerine sebep olmuştur,

        ben tanrının elçisiyim diyene inananlara kanıtınız nedir? diye sorduğunda alacağın cevaplar aşağıdakilerden farklı olmayacaktır,

        soru: Muhammedin tanrının elçisi olduğunun kanıtı var mı?
        cevap, tanrı Kuranda Muhammedin elçisi olduğunu söylüyor
        soru: Kuranı tanrının gönderdiğinin kanıtı var mı?
        cevap: Muhammed Kuranı tanrının gönderdiğini söylüyor,

        yani şahit olarak şıracısı bile olmayan bir bozacıya gözü kapalı inanmanın tek sebebi, öbür dünya yaşamını vaad etmesinden başka bir şey değildir.

  16. karaca dedi ki:

    burada tüm mesele akıl da toplanıyor.
    yani akıl dediğimiz olgu bütün bu olayları böyle yorumlayacak gibi
    ve sorumlu olacak yani akıla tanımlayamadığımız bir vucud oluşturulacak
    bu bildiğin insan vucudu şeklinde olmamalı
    akıl vucudu.
    bunun neye benzediğini bana söyleyebilirmisin
    akıl ve ilgili bir vucudun neye benzediğini neleri göreceğini bana
    söyleyebilirmisin ama bu akıl vucudu oluşturulacak bunu yaratan yapacağın söylüyor.
    bilirsin akıl ne elle tutulur ne de gözle görülür ama vardır.
    akıla verilmiş ahiret hayatındaki bir akıl vucudunu
    tanımlayabilirmisin
    burada şuna dikkat etmelisin,yeryüzünde insan olarak verilmiş olan bir vucud var
    ama ahiret hayatında insan olarak verilmiş bir vucud bulmayacağız
    akıla verilmiş tanımlayamadığımız bir vucud
    eğer akıl varsa ki, var
    ahiret hayatında da akıla verilmesi gereken sadece akılın tanımlayabileceği
    bir vucud olmalı eğer akıla vucud verilmez ise akıl tek başına yok demektir.
    kendisine verilecek olan akıl vucudu ile var olacaktır varlığını o zaman
    bilecektir.

  17. Turan Sır dedi ki:

    HAYATIN MERKEZİ

    Bilgi bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.
    Düşünen herkese…

    VAROLUŞ

    Ezeli ve ebedi (başlangıcı ve sonu olmayan), varlığı kendinden olan Allah, bilinmeyi dilemiş; zamanı, evreni, melek, cin ve insanı yaratmıştır. Allah’ın yaratması; varlığı, yoklukta bırakmamak içindir ve tercihini yaratmaktan yana kullanmasının bir sonucudur. Bu ise Rahman ve Rahim isminin bir tecellisi olsa gerek. Allah; evreni, melek, cin ve insanı kendi ihtiyacı olduğu için, yani yaratmadığı takdirde kendi varlığını devam ettiremeyeceği için yaratmış değildir. Bu ihsanlar, her daim yaratmalar ve lütuflar olmasaydı, Allah’ın bu sıfatları belkide tecelli etmemiş olacaktı. Ama varlığı her daim hiç bir şeye ihtiyaç duymadan devam edecekti. Allah’ın varlığını kavrayabilecek potansiyelle yaratılan bilinçli varlıkların yaratılış sırası; önce melek, sonra cin, sonra insan şeklinde olmuştur. İnsanlar bir tür olarak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde eşzamanlı olarak çok sayıda yaratılmışlardır. Bu üç varlığın dışında varolan, evrendeki canlı ve cansız diğer bütün varlıklar, Allah’ın evrende varettiği eşyanın tabiatına (doğadaki yasalarına-kurallarına) uygun olarak hareket ederler, ancak bilinçli ve sorumlu varlıklar değillerdir. Yani bilinçli ve sorumlu olarak üç tür mevcuttur. Melek, cin, insan… Yaratılışta, insan türüne saygı göstermeyi reddeten, cin türünün kafir olanı yani şeytandır. İnsanın yaratılışından sonra şeytanlaşma temayülü insan türünde de oluşmuştur. Şeytan; kafir cin ve insandır. (114:6) Şeytan ayrı bir tür değil, (kafir) gerçeği örten özellikler gösteren cin ve insanın bu durumunu devam ettirdiği süre içindeki halidir. Şeytan diye ayrı ontolojik bir varlık türü yoktur. Şeytanlık bir sıfattır. Kötülüğü temsil eder. Vesvese ve kötü düşüncedir. İnsan ve cin özgür iradesiyle yaşar ve ölür. Yaşam boyu tercihleriyle ilgili cennet ya da cehenneme muhataptır. Evrende bulunan; insan, cin, hayvanlar ve bitkiler dahil bütün canlılar ölümlüdür. Ahirette bütün canlılar tekrar, dünyadaki bedenleri ile diriltilecek ve hesaplaşma olacaktır. Adaletli olan Allah; insan, cin, hayvanlar ve bitkilerden, canlı ve cansız bütün varlıklardan; yaşamları boyunca birbirlerine hakkı geçenlerin haklarını Ahirette teslim edecektir. Melekler ve kafir olarak ölen insan ve cin dışındaki bütün canlılar, bir daha ölmemek üzere cennette, dünyadaki bedenleri ile sonsuz yaşayacaktır. Ancak kafir (gerçeği örten) insanlar ve cinler ise, hayatları boyunca yapmadıkları iyiliklerin ve yaptıkları kötülüklerin bir sonucu olarak Allah’ın takdir ettiği uzun bir süre cehennemde azap gördükten sonra yokolmayı istemedikleri halde Allah onları ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandıracaktır. Kötülük (cehennem) biter, sonludur. Güzellik (cennet) süreklidir, sonsuzdur.

    Hayatı kurgulayan Allah, tabiki Mutlak Tercih hakkına sahiptir. Neden? Niçin? soruları O’nu bulmaya yönelik olmalı, benlikleri, nefisleri tatmin etmeye yönelik değil. Çünkü cin ve insanın, Allah’a ulaşmadan varlığını anlamlandırması mümkün değildir. Varoluşu Yaratıcıya bağlı. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yaratılış, Allah’ın bir ihtiyacından kaynaklanmıyor, belki Allah’ın sıfatlarının tecelli etmesinden kaynaklanıyor. Mutlak hikmeti ve herşeyin en doğrusunu şüphesiz Allah bilir. İlk ve son, iç ve dış Allah’tır ve Allah her şeyi bilir. (Allah alimdir)’’ (Hadid-3). “Allah gökleri ve yeri altı günde (altı zamanda-aşamada-evrede) yarattı. Sonra Allah, arşa istiva etti (arşı istila etti-kapsadı)” (Araf-54). Şu ayetle her şeyi kapladığını teyit etti. “Allah her şeyi muhittir (ihate etmiştir, kaplamıştır)” (Fussilet-54) . “(Sonra her şeyi yok edecek, Zatı baki kalacaktır) “(Kasas-88). Allahın zatı, alemlerden (Her şeyden, evrenden yaratıklardan ganidir, müstağnidir). Allah evren olmadan da vardır ve alidir-aşkındır. Allah sameddir. Varolmada ve varlığını devam ettirmede hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat yarattıkları evren ve içindekiler, var olmada ve varlığını devam ettirmede Allah’ın zatına muhtaçtırlar. Allah, ilk varın kendisi, son varın kendisi, dış varın kendisi ve iç varın kendisi olduğunu buyurmakta. (Zahir-batın Allah’tır) Sonra kendisinin, evreni yaratıp, kapsadığını ve evreni aşkın olup, sonsuz olduğunu vurgulamakta. Evvel- ahir ilk ve son Allah’tır. Her şeyi bilen Rab olduğunu ve her şeyi donattığını, eğittiğini, yönettiğini buyurmaktadır. Allah’ın dışındaki bütün varlıklar evrende zamana bağımlıdır. Zaman ise canlılığı tüketir. Ahirette ise cehennem yine zamana bağımlıdır ve sonludur. Ancak, zamana değil, Allah’ın varlığına bağımlı olan cennet sürekli ve sonsuzdur…

    Allah; kendi kudretinde, gizli iken bilinmeyi dileyip, zamanı, evreni, alemleri ve içindeki her şeyi yarattığını, daha dünyanın ötesinde gökleri olduğunu orada da soyut-gaybi nesneler olduğunu (melek-cin) gayb-gizli alemlerin de bulunduğunu, canlılığı/ruhu gayb aleminden insana, cine, kendi ruhundan vererek, onu bilmekli, düşünen, akleden, anlayışlı kıldığını bu suretle cinle ve insanla diyaloğu, zati ve sıfati ilişkisi bulunduğunu beyan etmektedir. Allah kendi kudretinde gizli iken, kendinden başka hiç kimse yok iken ve kendini kendinden başka bilen de yok iken, zatından zatına tecelli edip, önce arşı, arşın nurundan melek ve cin türünü yarattığını sonra, sırası ile örnekler alemini, güneşi, gezegenleri, yıldızları, sonra cisimler alemi olan yerküreyi güneşin hararetinin yoğunlaşması sonucu yarattığını, sonrada insan türünü yaratıp, Zati Nuru olan ruhunu/nefsini/canını verdiğini açıklamıştır. İnsan ve cinin ruhu/nefsi/canı/kişiliği; kendi bedeninden ayrı bir varlık değildir ve bedeniyle birlikte gelişir, olgunlaşır, tekamül eder. İnsan ve cin bedeniyle birlikte vardır. Uyanıkken ve uyurken hayal aleminde dolaşan ise insan ve cin beyninin ürünü olan düşüncedir. İnsan ve cin kainattaki/evrendeki/dünyadaki bedeniyle ahirette tekrar diriltilecektir. Allah; herşeyi kapladığını, aştığını, melekle-cinle-insanla konuştuğunu, kelam ettiğini, okumayı, yazmayı, dilleri öğrettiğini açıklamıştır… En büyük öğretici Allah’tır. Allah’ın kainatı ve içindekileri yaratma amacı ise kendisini göstermektir.

    “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Yazmayı öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5)

    İnsan ve cin, doğrudan bir etkileşim içerisinde kalmadan, O’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce tasdik’, ‘coşkularıyla ifade’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde sunmak’; nihayet, ‘O’nun kavranmaktan da yüce olduğunu kavramak’ üzere yaratılmıştır. Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, bu sevgisini ve özenini, bin bir ihsan ve rahmet yansımalarıyla ispat eden Allah’a karşı; ibadetleriyle bu sevgiye layık olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O’na yakınlaşmaya çalışmasıdır. Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, kendi benliğidir. İnsan ve cin, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları mümkün olmayan bir engeli de aşıp, melekleri insanın üstün özelliklerini kabul eder hale getirten o hakikate râm olacaktır ve Allah’a ulaşacaktır… Yani insan ve cin, böylece melek gibi ölümsüz hale gelebilecektir…
    DİN = KURAN = HAYAT

    Allah inanç sahiplerini inananlar olarak isimlendirmiştir. İnananlara birden fazla din değil, tek bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler hep aynı dini tebliğ etmiştir. İnsanlar ve cinler, inananlar ve inanmayanlar olarak sadece iki sınıfa ayrılır. Allah’ın gönderdiği dini hükümler hep aynıdır. İnananlar kendilerine gönderilen dine ve kitaplara gönderildikleri dönemlerde çeşitli isimler vermişlerdir. Bu isimlerin bir bağlayıcılığı yoktur. Hepsi aynı şeyi ifade eder. Allah’ın dini ve Allah’ın kitabı tektir. Din Kuran demektir, Kuran din demektir.

    Kutsal kitapların kelime kelime aynı olması değil, aynı emir ve yasakların bulunması esastır. Bugün Kuran’da bulunmayıp Tevrat, İncil vb. kitaplarda yer alan emir ve yasakların bir bağlayıcılığı yoktur. Bu kitaplara bu emir ve yasaklar sonradan inanırları tarafından eklenmiş ya da daha önce bu kitaplarda bulunan hükümler sonradan çıkarılmıştır. Tahrif edilmiştir. Zaten Kuran son olarak bu tahribatı düzeltmek için yeniden gönderilmiştir. İlk gönderilen Tevrat ve İncil gibi kitaplar da ilk hali itibariyle Kuran’dır.

    Peygamberlerin ilk gönderildikleri dönemlerde insanlar Haniflik, Hıristiyanlık, İsevilik, Musevilik, Muhammedilik, İslamiyet, Müslümanlık gibi sıfatlar kullanmışlar ve kullanmaya devam etmektedirler. Allah’ın, insanların ve cinlerin içlerinden kendisine inananları tanımlaması “inananlar” ve emir ve yasakları tanımlaması da “Kuran” (okunan, okunacak ayet) şeklindedir. Zaten bütün dinlerin emir ve yasakları Kuran’da mevcuttur. Kuran, bütün emir ve yasakların bir arada bulunduğu (toplanmış, kitaplaşmış) şeklidir. Kuran’da bulunmayan emir ve yasaklar diğer kutsal kitaplara sonradan tahrif edilerek girmiştir. İslam (müslümanlık) yeni bir din değildir. Allah’ın inananlara gönderdiği tek bir din vardır. Bu dinin adını, inanırlarının çeşitli isimlerle adlandırmış olmalarının bir önemi yoktur. İyi bir Hıristiyan, ya da iyi bir Musevi olmak isteyenler, erdemli olmak, Allaha ulaşmak isteyenler Kuran’a uymak suretiyle inananlardan olurlar. Emirler (ibadetler) vardır. Yasaklar (kötülükler) vardır. Allah koruyan (rahman) ve bağışlayan (rahim) olandır. Emirlerle sevap, yasaklarla günah yüklenir cin ve insan…

    Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok Müslümanı öldürmüşler ve Emevilerin başlattığı sapkınca halifelikle birlikte İslam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı din adamlarını seferber etmişlerdir. İslam dininin tek ve biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik din adamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini; Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhciklerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:29; 9:31; 16:52;39:2,11,14; 40:14,65; 42:21; 98:5). Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kuran’daki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur.

    Peygamberin okuma yazma bilmediği yalanından, onun insanların gözlerini kızgın çivilerle oyup çölde ölüme terkettiği iftirasına kadar… Taşla öldürme iftiralarından, Kuran’da nasih-mensuh ayetler bulunduğu şeklindeki melanete kadar… Aç bir keçinin yiyerek Kuran’dan çıkardığı taşlama ayetinden, halktan korktuğu için onu Kuran’a sokamayan hazrete kadar… Mezhepçiliğin kutsanmasından, şefaat mitolojilerine kadar… Hacerül esved denilen işaret taşının putlaştırılmasından, peygamber mezarının ziyaretinin faziletlerine kadar… Peygamberin sünnetli doğduğu yada sonradan sünnet olduğu yalanlarından, Peygamberin 30 erkeğin cinsel gücüne sahip oluşu hikayesine ve sahabenin savaş dönüşü kadınlarına koşarken orgazm oldukları uydurmalarına kadar… Aişe annemizin 53 yaşındaki Peygamberle evlenirken 19 yaşında bir ergen olduğu halde, 9 yaşında olduğu yalanından, Peygamberin bir gecede 9 kadınla cinsel ilişkide bulunduğu uydurmasına kadar… Peygamberin Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendikten sonra haftalarca şaşkın şaşkın dolaşmasından, açlıktan ötürü zırhını bir Yahudi’nin yanına bir kaç kilo arpa karşılığında rehin bırakmış olarak ölmesine kadar… Alimlerin icmasının dini kaynak oluşundan, sevadül azam yani büyük karaltı masallarına kadar… Miracta Allah ile namaz pazarlığı uydurmasından, ayın mucizevi bir biçimde yarılıp bir parçasının Ali’nin bahçesine düşmesine kadar… Dinden dönenin öldürülmesinden, namaz kılmayanın dövülmesi veya öldürülmesi gerektiğine kadar… Erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yanlış çıkarsamasından, hayızlı kadınların camiye girmemeleri ve Kuran’a el sürmemelerine kadar… Kadınları eşekler ve köpeklerle aynı kategoride değerlendirmekten, cehennemi kadınlarla doldurmaya kadar… Haremlik ve selamlık yoluyla kadınları hayattan soyutlamaktan, kadınları başörtüsü, peçe ve çarşafla örtüp kimliklerinden soymalarına kadar… Kuran’daki, kadınların göğüslerini örtmelerini emreden ayeti saptırarak, saçlarını örtmeleri emredildiği yalanına kadar. Erkeklere altın yüzük ve ipek elbisenin yasak/haram olduğu uydurmasından, kadınla erkeğin tokalaşmasının kötü görülmesine; erkekler için gümüş yüzük ve sakal bırakmanın dinin bir alameti gibi görülmesinden, müziğin, resmin ve satrancın haram edilişi yalanına kadar… Boşama haklarını gasbederek kadınları köleleştirmekten, erkeğin ağzından kazara çıkan bir kaç sözle aileleri dağıtmaya kadar… Zekatı senede bir kereye indirmekten, Haccı birkaç güne sıkıştırmaya kadar… Namazı üç vakitten beşe çıkarmaktan; sünnet, teravih ve bayram namazları uydurmaya kadar… Kurban kesmek yalanından ve hayvanlarla ilgili yüzlerce haramlar uydurmaktan, Kureyş’in yemek tercihlerinin dini ölçü kabul edilmesine kadar… Hilafetin Kureyş’in hakkı oluşundan, La ilahe illallah demedikçe insanları öldürmenin gerekliliğine kadar… Sakal bırakmanın ve sarık sarmanın faziletinden, kabak sevmemenin peygambere hakaret sayılmasına kadar… Peygambere uymanın hadis kitaplarına uymakla eş anlamlı oluşundan, hadislerin ayetleri iptal edebileceği küstahlığına kadar…

    İnsan ve cinin varlık iddiasında bulunması ve hurafelere sapması geçici ve mecazidir. İnsan ve cin ancak, acziyetinin farkına varıp yaratanına yöneldiğinde bilme duygusunu kavrayabilecek ve gerçeğe ulaşacaktır…
    Dini meslek edinen profesyonel din adamları, insanları Kuran’dan uzaklaştırmak için Kuran’ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran’ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiği yalanına kananlar, Kuran‘ı öğrenmeye vakit bulamadılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran’ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah’ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran’ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

    Muhammed Peygamberin biricik şikayetinin halkının Kuran’dan uzaklaşması hakkında olması çok ilginç (25:30). Buna rağmen, son Peygamberin halkı, daha hicri birinci yüzyılda hadis üretim fabrikaları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran’ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üzerinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu sapkınca tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin karması bir din haline dönüştürüldü.

    Peygambere yakıştırılan yalanların Hadis ve Sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111; 31:6; 33:53;45:6; 52:34; 66:3). Sünnet (yasa) kelimesi de sürekli “Allah’ın sünneti (sünnetullah)” olarak tanımlanır (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Dahası, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 70:18; 104:2; 3:173; 3:157;10:58; 43:32; 26:38; 12:15;10:71; 20:64; 17:88; 22:73; 54:45; 28:78; 7:48; 26:39; 26:56; 54:44…).

    Kuran’ı yeterli görmeyen inkarcılar, Tanrı tarafından Kuran’ı anlamaktan engellenmişlerdir (17:45; 18:57). Çok ilginçtir ki, Kuran’ı kaynak olarak yeterli görmeyenler Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ayetlerin bizzat kendilerini anlamamışlardır. Nitekim, 7:3; 17:46; 41:44; 56:79 ayetleri, hem-tez-hem-kanıt olan özgün bir dille kanıtı tezin içine gömen birer sanat eseridir. Hemen hemen tüm Kuran ciltlerinin arka kapağında Arapça üç ayet yer alır. Elinizdeki Kuran’a bakarsanız büyük olasılıkla 56:77-79 ayetlerinin yazıldığını göreceksiniz. Bütün Kuran’ın içinden neden bu ayetler icma ile seçiliyor merak ettiniz mi? Neden, ellinin üzerindeki isim-sıfatı arasından sadece bir kez burada geçen Kerim (Şerefli/Yüce) seçiliyor? Neden Kuran için sıkça kullanılan Zikr (Mesaj), Hakim (Hikmetli), Mübin (Apaçık), Nur (Işık) gibi kelimeler değil de bu ayette geçen Kerim? Neden bu ayet? Neden örneğin, Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu üst üste dört kez vurgulayan ayet değil (54:17,22,32, 40)? Veya neden 12:111; 15:1; 17:9; 17:88; 17:89; 30:58; 41:3; 55:2… ayetlerinden biri değil? Mesajın “dirileri” uyarmak için gönderildiğini bildiren biricik ayeti içeren Yasin suresini, inadına ölülere hasredenlerin niyetlerinden kuşkulanmaya hakkımız var (36:70). Kuran’ın bilgisine sahip olanlarınız bu sorunun cevabını iyi bilirler: Müşrik din adamları, bu üç ayeti (56:77-79) icma ile anlamamışlar ve anlamadıkları biçimiyle onların halkın büyük çoğunluğunu Kuran’dan uzaklaştırabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim onlar bu ayetlerin anlamını, abdestsiz olanların Kuran’a dokunmamaları olarak çarpıtırlar. Hayızlı kadınları pis olarak değerlendirdiklerini de düşünürsek, anlamı icma ile çarpıtılmış bir ayeti en popüler ayet ve o ayette geçen Kerim kelimesini en popüler sıfat haline getirmelerinin şeytanca bir melanetin ürünü olduğu anlaşılır. Kuran’ın bir cep kitabı, bir başucu kitabı olmasını engellemek, Kuran’ı rafa kaldırmak ve duvara çivilemek amacını güden plan ne yazık ki büyük oranda başarıya ulaşmıştır. Kuran, bir tren gibi, yüksek voltajlı bir trafo veya cin gibi çarpacak tehlikeli bir nesneye çevrilmiştir. Kuran, anlaşılması çok zor, dokunulması tehlikeli, ve ulaşılması imkansız yüce bir kitap olunca, hoşgelsin hadisler, sünnetler, mezhepler ve din ticareti yapan parazitler.

    Kuranın dışındaki din adına ortada duran bütün kaynaklardaki bilgiler Kuranın aydınlığına muhtaç ham bilgilerdir. Hadis, sünnet adıyla Peygamber sözü ya da uygulaması olduğu iddia edilen sözler ve uygulamalar da olsa bu böyledir. Ki hiç bir sözün veya uygulamanın peygamber sözü veya peygamber uygulaması olduğu ispatlanamaz. Tarihsel olarak bu mümkün değildir. İletişimin ve kayıt sistemlerinin bu kadar yaygınlaştığı günümüzde bile bir kaç yıl önce bir insanın söylediği sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığı bile tartışılabilirken, peygamberin ölümünden bir asır sonra yazılan hadis kitaplarından peygamber sözleri veya uygulamaları hakkında gerçeğe uygun bilgi elde edilemez. Şüphesiz, Allah bize bilginin tek kaynağının Kuran olduğunu bildirerek düşünüp öğüt alanlar için bu durumu açıkça vurgular. Bilgiye sınır konulamaz. Evrende varolan bütün bilgilerin kaynağı ise Kuran’dır…

    Allah’ın yol gösterdiği akıl sahipleri, kaynak bilginin en güzeli olan Kuran’a uyarlar. (39:18)

    Din adına uydurulan inanç ve uygulamalardaki çelişkiler; rivayetlerden (hadis, sünnet, içtihat, icma gibi kaynak kabul edilen rivayetlerden) kaynaklanmaktadır. Oysa Allah’ın tek dininin tek kaynağı sadece Kuran’dır. Kuran’ın kendisinde çelişki bulunmaz. Çelişki zannedilen hususlar yanlış anlaşılmalardan ve yanlış Kuran meallerinden, tefsirlerinden kaynaklanmaktadır. Din adına Kuran’a dayanmayan, fakat İslam’ın bir emri ya da tavsiyesi zannedilen konulara örnek olarak, erkek çocukların sünnet ettirilmesi bidatını (kötü geleneğini) hemde sünnet adı altında dine sonradan sokulmuş, insan fıtratını bozan sağlıksız bir adet olarak görmekteyiz.

    Erkek çocukların sünnet ettirilmesi, erkek çocuklara yapılan en büyük kötülüktür ve fıtratı (yaratılışı) bozmak, değiştirmektir. Allah’ın böyle bir emri yoktur. Cahili bir adettir. Erken boşalmanın ve ereksiyon kaybının en önemli sebebi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Zaten bu geleneğin ortaya çıkması ve yapılış amacına bakılırsa cinsel isteği azaltmayı ve ruhbanlaşmayı artırmayı amaçlayan Yahudi ırkına mensup insanların geleneğinden kaynaklandığı bilinen bir gerçekliktir. Oysa cinsel isteğin azaltılması değil, meşru bir şekilde tatmin edilmesi fıtratın gereğidir. Bu kötü geleneğin, Yahudilik diye de adlandırılan Musevilik inancıyla da bir ilgisi yoktur.
    Kötü bir gelenek olan bu işlem Musevilik dininin bir gereğiymiş ve Allah’ın bir emriymiş gibi önce uydurma rivayetlerle Tevrata eklenerek Musevilik dinine sokulmuş daha sonra da Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde Müslümanmış gibi görünen bazı münafık Yahudiler tarafından deşifre olmamaları için İslam dinine yine uydurma rivayetler yoluyla hem de sünnet adı altında şeytani bir akıl oyunuyla sokulmuştur. Münafık bazı Yahudiler şekil itibariyle Müslümanmış gibi görünebilmekte ancak Musevilik dininin bir emri haline getirdikleri bu gelenekleri gereği sünnetli oldukları için (Müslümanlar da sünnetsiz oldukları için) deşifre oluyorlar ve münafıklıkları kolayca ortaya çıkıyordu. Bu çirkin geleneği Müslümanlar arasında da yaygınlaştırarak böylece münafıklıklarını gizlediler.

    Erkek çocukları sünnet ettirme geleneğinin Musevilik veya Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur. Kuran’da erkek çocukların sünnet edilmesi diye bir emir bulunmamaktadır. Allaha ve Kuran’a inananların; bütün hayatlarını olumsuz etkileyen en büyük kötülük olan bu işlemden kendilerini ve çocuklarını korumaları, Allah’ın verdiği aklın kullanılmasının gereğidir. Allah’a inananlar çocuklarını sünnet ettirmezler. Kendilerinin rızası olmadan sünnet ettirilmiş olanların ve bilmeden çocuklarını sünnet ettirmiş olanların durumu ise Allah’a kalmıştır…

    “Hiç kimse Allah’ın verdiği bilgiyi ve aklını kullanmadan inanamaz ve Allah akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.” (Kuran-ı Kerim 10-Yunus Suresi 100. Ayet)

    Günümüz Müslümanlarının bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed Peygamberin bildirdiği İslam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, mehdiler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırkai şerifler, sakalı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini Allah’ın doğadaki ayetleriyle çelişen, karmaşık ve yaşanmaz bir dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik din adamları ve onları kullanan politikacılardır.

    Maalesef, bugün müslümanlık iddiasında olanların büyük çoğunluğu, Muhammed Peygamberin tebliğ ettiği din yerine onun baş düşmanları olan Ebu Cehil’in ve Ebu Leheb’in savunduğu şirk ve cehalet dinini izlemektedirler. Ne var ki Allah’ın verdiği söz gelmiş ve yüzyıllardır anlaşılmaz ve yetersiz diye damgalanarak köşeye atılan Kuran’ın mesajı karanlıkları dağıtmaya başlatmıştır. Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel din adamları ve onların kör izleyicileri büyük gürültüler koparsalar da Allah nurunu devam ettirmektedir. Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.

    “Bu Kuran senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de yasasıdır. Sen bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın.” (Kuran’ı Kerim 17-İsra Suresi 77. Ayet)

    KURAN SOY BİR KİTAPTIR

    Kuran 24 ayar altına benzer. Sahtekarlar altına teneke yapıştırsalar da, hatta altın rengine boyasalar da, altının özelliklerini bilen bir sarraf altını tenekeden rahatlıkla ayırabilir. Demek ki soy metal olan altın, kimyasal yapısıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur. Aynı şekilde soy ve son kitap olan Kuran, asal bir sayı olan 19 sayısı üzerine kurulu matematiksel bir yapıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur (74:30). Mesajını böylesine mükemmel ve otomatik bir iç savunma sistemine sahip kılan Tanrı çok yücedir!

    Kuran’daki toplam ayet sayısıyla ilgili olarak; Kuran hakkında önemli bir bilgiye sahip olmayan bir Müslüman’a sorarsanız büyük olasılıkla 6.666 sayısını cevap olarak alacaksınız. Ne var ki, bu sayı Zamehşeri adında bir hikayecinin uydurduğu hoş bir sayıdan ibarettir. Altılardan oluşan bu sayı kolayca akılda kaldığı için popüler olmuştur. Fakat elinizdeki Kuran’dan dikkatle sayarsanız, sonucun farklı olduğunu göreceksiniz. Kuran nüshalarında 6.236 ayet bulunduğuna tanık olacaksınız. Bu sayıya Fatiha Suresinin (İlk Sure) başındaki ve Karınca (Neml) Suresinin (27. Sure) içinde geçen Besmeleler dahildir. Bağımsız birer ayet olarak numaralanmadıkları halde Kuran’ın yapısına dahil olan Sure başlarındaki diğer 112 Besmele’yi de eklediğinizde bu sayı 6.348 olur. Ültimatom (Barae, Tevbe) (9. Sure) suresinin sonuna eklenen, ancak Kuran’ın koruma sistemi tarafından dışlanan 2 “ayeti” bu sayıdan çıkardığımız vakit Kuran’da Besmelelerle birlikte tam 6.346 ayet olduğunu görürüz. Bu sayı, Kuran’ın diğer birçok elementi gibi 19 sayısının tam katıdır. Kısacası, 6.234 adet bağımsız ayet içeren Kuran, tekrarlanan Besmelelerle birlikte toplam 6.346 ayete sahiptir.

    İSLAM MUHAMMED PEYGAMBERLE BAŞLAMADI

    İslam özel bir isim olmayıp Tanrı’ya teslimiyet anlamına gelir. Tüm elçiler ve inananlar islam ve müslüman kelimelerinin kendi dillerindeki karşılıklarını, kendi inançlarını tanımlamak için kullanmışlardır (2:131; 7:126; 10:72; 22:78; 27:31,42; 28:53; 72:14). Nitekim, Tanrı yanında makbul biricik din İslam’dır, yani Allah’a teslimiyettir (3:19). Bir çok sözde müslüman, “(Allah’ın buyurduğu gibi) Kuran, tam ve detaylı ise namazların rekatlerini Kuran’ın neresinde bulabiliriz?” diye Tanrı’ya meydan okumaktadır. İslam’ın tüm pratiklerinin Kuran’ın vahyinden çok önce ortaya konmuş olduğunu yine Kuran’dan öğrenmekteyiz (8:35; 9:54; 16:123; 21:73; 22:27; 28:27). İbrahim Peygamber ve tüm elçiler namazı gözetiyorlar, zekatı veriyorlar, oruç tutuyorlar ve hac ediyorlardı (2:43; 3:43; 11:87; 19:31,59; 20:14; 28:27; 31:17). Mekke müşrikleri ise rivayetlerin ileri sürdüğü gibi heykellere tapmıyorlardı; Allah’ın kutsal kulları olduklarına inandıkları Lat, Uzza, Menat gibi isimlerden şefaat bekledikleri (53:19-23; 39:3) ve Allah adına haramlar ve farzlar uydurdukları için müşrik olarak tanımlanmışlardır (6:145-150).
    Mekke putperestleriyle olan benzerliği ortadan kaldırmak için rivayetler uyduranlar, uydurdukları heykel tasvirlerindeki çelişkileri ile aslında yalanlarını ele vermektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde onların heykellere taptıkları, Muhammed Peygamberin heykelleri kırdığı v.s. bildirilmemektedir. Aksine, Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim Peygamberi izleyen ve Tek Tanrı’ya inanan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz (6:23; 39:3). Nitekim onlar, İbrahim Peygamberin hatırası olan Kabe’ye saygı gösteriyorlar (9:19), namaz, oruç ve haccı bazı tahrifatlarla da olsa uyguluyorlar, (2:183,199; 8:35; 9:54; 107:4-6), zekatı bildikleri halde gereği gibi yerine getirmiyorlardı (53:34). Zekat, gelirin ihtiyaçtan fazla olan bölümünü (2:219) geciktirmeden (6:141) ihtiyaç sahiplerine ve Allah yoluna (9:60) gizli veya açık olarak (2:274) verme yükümlülüğüdür (51:19).
    İslam özel isim değildir; kök olarak teslimiyet/barış anlamına gelir. İbrahim Peygamberle tekrar yenilenen (4:125; 22:78) ve tüm peygamberler ve elçiler tarafından iletilen ilahi sistem Allah tarafından bu kelimeyle tanımlanır (5:111; 10:72; 98:5). Yalnızca Allah’a teslim olmaktır (2:112,131; 4:125; 6:71; 22:34; 40:66). Yaratılışımızdaki sistemdir (30:30). Doğa ile uyumlu evrensel ilkeler sistemidir (3:83; 33:30; 35:43). Yalnızca öznel deneyimler değil nesnel kanıtları da ister (3:86; 2:111; 21:24; 74:30). Bir savın doğruluğunu kabul etmek için kalabalıklara veya duygulara değil aklın ölçüsüne başvurmamızı bekler (17:36; 4:174; 8:42; 10:100; 11:17; 74:30-31). Bilgi, eğitim, ve öğrenime önem verir (35:28; 4:162; 9:122; 22:54; 27:40; 29:44,49). İnsanın yeryüzündeki yaratılışını bilimsel olarak araştırmamızı öğütler (29:20).

    “KURAN’A GÖRE NASIL NAMAZ KILABİLİRİZ?”
    Kuran’daki 16:123 ayeti, bütün peygamberlerin ve İbrahim Peygamberin pratiklerinin Muhammed Peygamber tarafından da izlendiğini bildirir. Kuran, ilk insandan bu yana herkes tarafından bilinen bir ibadet olan namazla ilgili olarak yapılan tahrifatları ve eklenilen bidatleri düzeltmiştir. Kuran’da namazla ilgili ayetleri topluca incelendiğinde, Kuran’ın namazı tüm gerekli detaylarıyla bildirdiği görülür. Üstelik, Kuran’daki namaz hakkındaki detaylı bilgi hadis kitaplarında yapılan namaz tarifinden çok daha üstündür. Ne Kuran ne de hadis kitapları peygamberlerin ve eski ümmetlerin nasıl namaz kıldığını gösteren resimler ve video klipleri içermemektedir. Hem Kuran ve hem hadis kitapları namazı kelimelerle tarif eder. Şimdi bu tarifleri üç maddede karşılaştıralım:
    1. Kuran’ın dili hadis rivayetlerde kullanılan dilden daha üstündür. Hadis rivayetleri, farklı lehçeler, kronik ve endemik gramer hataları içermektedir. Kuran’ın dili genel olarak sadedir. Kuran’ın bu özelliği ayetlerle vurgulanır ve Kuran’ı inceleyen inananlarca teslim edilir (11:1; 54:17,22,32,40). Hayatın merkezi Kuran’dır. Peygamberler ve inananlar yaşayan Kuran’dır.
    2. Hadis kitapları çok daha fazla detay içermektedirler. Ancak bu detaylar Allah’ın gerekli gördüğü ve elçisinin öğrettiği detaylar mı? Bu detaylar Kuran ile uyumlu mu? Bu detaylar arasında çelişkilere ne demeli? Hadis kitaplarında namazın detaylarıyla ilgili düzinelerce çelişkiden hangisini seçeceğiz? Babamızın üzerinde bulunduğu mezhebin imamının seçtiğini mi seçmeli? Örneğin, Sahih-i Müslim’de Peygamberin Fatiha okuduktan sonra rükuya vardığını, yani eğildiğini bildiren birçok hadis rivayeti var. Ancak, bir başka hadis kitabında Muhammed Peygamberin falanca veya filanca sureyi zammettiği rivayet edilir. Abdestin alınması ve bozulması hakkında çelişkili bir sürü hadis, mezhepler arasındaki ihtilaflara katkıda bulunmuştur. Elleri salmalı mı bağlamalı mı? Bağlayınca göbek üzerinde mi yoksa kalp üzerinde mi tutmalı? Tekbir getirirken elleri ne kadar kaldırmalı? Ayak parmaklarını nasıl tutmalı? Şehadeti söylerken işaret parmağını ne yapmalı? Ağzı nasıl misvaklamalı? Cemaatle kılarken omuzları ne kadar sürtüşmeli? Kılarken önündekinin ensesine mi yoksa yere mi bakmalı yoksa gözleri tümüyle mi kapamalı? Akşamdan sonra kaç rekat sünnet kılmalı? Öğle namazından sonraki iki rekat sünnet mi, vacip mi, müstehap mı? Abdesti alırken sağdan başlamak ne kadar önemli? Kafaya sarık sarmak mı yoksa takke takmak mı daha sevap? Tuvalete girerken ne demeli ve hangi ayakla girmeli?… Hadis kitaplarında namaz konusunda rivayet edilen çelişkili “detayları” Allah’ın kelamındaki detaylara eklemek doğruya iletmez; olsa olsa kıldan tüyden, parmaktan tırnaktan bir sürü gereksiz detayla meşgul ederek namazın asıl amacını kaybettirir bize.
    3. Hadis kitapları namazın vakitleri konusunda garip bir hikaye anlatırlar. Buhari’deki en uzun hadislerden biri olan “miraç” rivayeti ünlüdür. Beş vakit namazın aslında az bile olduğunu vurgulayan, ama bu arada Allah’a hakaretler yağdıran ve Muhammed Peygamberi düşünemeyen birisi olarak tanıtan bir rivayet! Rivayete göre, acayip bir ata binerek göğe yükselen Muhammed Peygamber, altıncı gökte ikamet eden Musa Peygamberden akıl alarak, altıncı gök ile yedinci gök arasında mekik dokuyarak, Allah ile büyük bir pazarlık sonucunda günde 50 vakit (her 28 dakika için bir vakit) emredilen namazları 5 vakte indirmiş. Hesap-kitap bilmeyen ve kullarına karşı acımasız olan bir tanrı ile cesaretle pazarlık yapan ve ümmetini bu büyük felaketten kurtaran bir kurtarıcı olarak olarak sunulmak istenir Muhammed Peygamber. Tabii, onun bu basit hesabı bilebilmesi için, sürekli olarak Musa Peygamberden akıl alması gerektiği de… 5 vakit namaz uygulamasında bile namazların giriş-çıkış zamanları arasındaki vaktin kısa olması hayatın olağan akışı içinde uygulaması güçlüklere yol açmaktadır. Kuran, kuşkusuz böyle hikayeleri içermez. Bilginin kaynağı Kuran’dır ve Kuran’a yönelen de Allah’a ulaşır.
    Dini sadece Allah’a özgülemeye çağrıldıkları, Kuran’ın dışında izledikleri öğretilerdeki çelişkiler ve hurafeler sergilendiği vakit, Sünnilerin ve Şiilerin koro halinde: “Hadisleri, sünneti, mezhep imamlarının ictihadlarını Kuran’a eş koşmasak nasıl namaz kılabiliriz?” diye mazeret ve soru yönelttikleri bilinen ve sürekli tekrarlanan bir durum. Bu soruyu samimiyetle soranlar varsa, onlara bir müjdemiz var: Namaz kılabilme uğruna onca çelişkiyi ve hurafeyi din edinmenize ve şirk çamurunda boğulmanıza gerek yok artık; Kuran sorunuzun cevabını vermekte ve namazın nasıl kılınacağını detayıyla bildirmektedir. Gerçeğe ulaşmada ise hiçbir mazeret asla başarının yerini tutamaz.
    Sadece Kuran’ı izlersek mezhep kitaplarının tarif ettiği namazın gerçeğini bulabiliriz. Namaz uygulamalarında mezhepler tarafından ilave edilen hususları ve eksik bırakılan yönleri tespit edebiliriz. Kuran’dan Allah’ın emrettiği, elçilerinin ve müminlerin kıldığı namazı tüm detaylarıyla öğrenebiliriz. Kuran’a yöneleni Allah mahcup etmez. Mutlak başarıya ulaştırır.
    Namaz kılmak mutluluktur. Namaz hayatın/dinin direğidir. Hayatımızda namaz yoksa her şey boştur. Hayatın merkezinde namaz vardır. Namaz Allah ile konuşmaktır. Kalp gözü açılanlar, namaz kılmanın ne kadar büyük bir mutluluk olduğunu bilirler. Düşünün ki; karşınızda bir duvar var. Ama Allahû Teâlâ size o duvarı göstermiyor, duvar yok. Önünüzde âlemleri açmış Allahû Teâlâ. Dilediğini kalp gözünüzle gösteriyor. Baş gözleriniz açık olsa da açık olmasa da netice değişmez. Kalp gözünüzle görürsünüz. Bu sebebe dayalı olarak kalp gözü açık olanlar, baş gözleri kapalı namaz kılarlar. Kapalı olarak kılmaları da bazılarını rahatsız eder. Bazıları aralarında kaideler koyarlar. “Namaz kılarken gözler kapanmaz.” diye. Bu kural Allah’ın emrine uygun değildir. Kalp gözü açık olanlar, dış dünya ile ilişkilerini minimuma indirmek amacıyla gözlerini kapatabilirler. Allah’ın size göstereceği şeyi görebilmek için gözlerinizi özellikle kapatın ki; manzarayı bozan bir negatif faktör oluşarak dikkatiniz dağılmasın. Bütün kâinat önünüzde açıktır. Bütün kâinat; yerler, gökler… Allah’ın gösterdiklerini birer birer görürsünüz.
    Eğer Allahû Teâlâ kalp gözünüzü açmışsa, size bu dünyada görmek mümkün olmayan güzellikleri gösteriyorsa, o zaman namaz kılmak bir mutluluktur. Namaz boyunca Allahû Teâlâ size kalp gözünüzle neyi isterse onu gösterir. Son bilmece, Allah’ı görmektir. Bir gün Allah’a ulaşacaksınız. İradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz ve Allah’ın Zat’ını göreceksiniz. Allah’ı dünyada görebilmek inananlar için imkansız değildir…
    Allah yoktan varedendir. Allah sürekli yaratandır ve yokedendir, herşeye hakimdir ve Allah için imkansız yoktur. Allah her şeye kadirdir ve Allah için herşey mümkündür. Allah dilediğine/dileyene, dilediğini verendir…

    Eğer siz Allah’ı gereği gibi tanımış olsaydınız, sular üzerinde gezerdiniz ve duanız sayesinde dağlar yerinden oynardı…

    NAMAZ VE VAKİTLERİ

    • Sabah Namazı, Öğlen Namazı, Akşam Namazı olmak üzere bir günde üç vakit namaz kılmayı Allah bütün inananlar üzerine farz kılmıştır.

    • Cuma Namazı olarak bilinen, Cuma günü kılınan Öğlen Namazının cemaatle kılınması gerekir. Diğer zamanlarda namazlar cemaatle veya yalnız kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazlarına bu namazların kendi isimleriyle niyet edilir ve ancak kendi vakitlerinde kılınır. Vakti geçtikten sonra kaza namazı adı altında bu namazların kılınması söz konusu değildir. Allah’ın tanımladığı namaz kendi isimleriyle Kuran’da belirtilen Fecr-Vusta-İşa Namazlarıdır ve birinin vaktinin girmesiyle diğerinin vakti sona erer. Allah’ın iki bağımsız ayette 3 vakit namazı tanımlaması da vakitlerin başlama ve sona erme zamanlarının belirtilmesi amacıyladır. Önce Sabah ve Akşam namazları bir ayette (11:114) tanımlanmış, sonra başka bir ayette (2:238) orta namaz tanımlanmak suretiyle vakitlerin giriş-çıkış zamanları vurgulanmıştır. Yani bir günlük süre 3 ayrı namazın vaktinin bulunduğu zaman dilimine ayrılmıştır. İmsak-Öğlen arasındaki zamana sabah, Öğlen-Akşam arasındaki zamana Öğlen, Akşam-İmsak arasındaki zamana Akşam tanımlaması yapılmış ve namazların bu geniş zaman dilimlerinde kılınması emredilmiştir. Kuran’da namazla ilgili geçen diğer bütün ayetler de hep bu üç vakitle ilgilidir. Kuran’da sabah-öğlen-akşam namazı dışında herhangi bir namazdan bahsedilmez.

    • Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd adıyla bilinen diğer bütün farz olmayan ve sevap amaçlı kılınan nafile (serbest) namazlar kılınırken “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” diye niyet edilir. Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazını kılmaya diye veya başka isimler altında niyet edilmez.

    • Allah rızası için, farz namazlar öncesi ve sonrasında ya da diğer zamanlarda her zaman namaz kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazları dahil bütün namazlar için rekat sayısında bir sınırlama bulunmamaktadır. Ancak namaz en az 2 rekat olarak ikame edilebilmektedir. Bütün namazlar 2-3-4 rekat olarak kılınabilir. Allah’ın namazla ilgi farz olan emri Sabah 2 rekat, Öğlen 2 rekat, Akşam 2 rekat olmak üzere bir günde üç vakitte 6 rekat namaz kılınmasıdır. İlave kılınan kısımlar/rekatlar ilave sevap amacıyladır.

    • Namaz Allah tarafından çok sevilen ve değer verilen bir ibadet olduğu için; farz ve diğer namazların 2 rekattan fazla olarak 3 veya 4 rekat kılınması, farz namazlardan önce veya sonra ayrıca nafile (serbest) namaz kılınması ilave sevap kazanılması amacıyladır. Normal zamanlarda 3 veya 4 rekat olarak kılınan farz namazlar ve sevap amaçlı kılınan diğer namazlar, her türlü ihtiyaç halinde, (yolculuklarda, sıkışık zamanlarda vb.) 2 rekat olarak da kılınabilir. Nitekim Cuma günleri öğlen namazı 2 rekat olarak kılınmaktadır. Cuma namazı diye ayrı bir namaz bulunmamaktadır. Cuma günü cuma namazı diye 2 rekat olarak cemaatle kılınan namaz öğlen namazıdır ve öğlen namazı olarak niyet edilerek kılınmalıdır.

    SABAH (FECR) NAMAZI

    • İmsak ile Öğlen arasındaki vaktin tamamı Sabah Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 2 rekat namaz kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Sabah Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat Sabah (Fecr) Namazı kılınır.

    ÖĞLEN (VUSTA) NAMAZI

    • Öğlen ile Akşam arasındaki vaktin tamamı Öğlen Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Öğlen Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 4 rekat Öğlen (Vusta) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    AKŞAM (İŞA) NAMAZI

    • Akşam ile İmsak arasındaki vaktin tamamı Akşam Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Akşam Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 3 rekat Akşam (İşa) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    NAMAZIN AMACI
    Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkor (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).

    VAKİTLER

    Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah (Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) güneşin göğün ortasından sarkmaya başlamasından akşama kadar kılınması gereken Orta (Vusta: 2:238; 17:78) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

    Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır. İkindiyi anlattığı zannedilen ayetler öğleni, yatsıyı anlattığı zannedilen ayetler akşamı anlatır. Kuran’dan ve bütün peygamberlerin uygulamalarından bu üç vaktin dışında bir namaz vakti çıkmaz.

    1. Salat-el Fecr : Sabah Namazı (11:114; 24:58)

    2. Salat-el İşa : Akşam Namazı (11:114; 17:78; 24:58; 38:32)

    3. Salat-el Vusta : Orta Namaz (2:238; 17:78)
    Kuran’da Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. Kuran’da geçen namaz ayetlerinin tamamını topluca değerlendirdiğimizde Orta Namaz olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğle namazı olduğunu rahatlıkla bulabiliriz. Gecenin uyumamız için yaratıldığını (78:10-11) ve gece ortasında kalkıp Allah’ı anmanın üzerimize farz kılınmadığını (73:20) ve Cuma günü kılınan öğlen namazının günün ortasında kılınmasının emredildiğini (62:9-11) düşündüğümüzde “orta” namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğlen namazı olduğunu anlarız.
    Tevrat da bu anlayışı destekler. İbrahim Peygamberin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin ve bütün peygamberlerin namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine tam olarak güvenilememekle birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulunan bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğu olasılığı zayıftır. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlılığı dikkat çekicidir. (Bak: 1 Samuel 20:41; Zebur 55:16-17; Daniel 6:10).
    Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu kara dumanların izini mezhepler tarihinde görebilirsiniz. Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal?
    CUMA GÜNÜ KILINAN ÖĞLEN NAMAZI
    Kadın-erkek tüm inananlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğlen namazına açık bir duyuru ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). Duyuru Allah’ı anmaya bir çağırı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli.
    Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiç bir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).
    CENAZE NAMAZI / DUASI
    Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).
    ABDEST
    Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). Yüzler, eller yıkanır, başlar meshedilir, ayaklar da topuklara kadar. Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçiminde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). Böylece, duruma ve iklime göre bize serbesti tanınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; Kanamak, kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz (5:6; 2:222). Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak eller ve yüz meshedilir (5:6).
    GİYİM
    Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri dilerse şortla çıplak olarak namaz kılabilir. Allah bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz. Adem ve Havva’nın cennetteki tavırları (çıplaklıklarını saklamaya çalışmaları), kurallara uymayarak bedenlendikleri için, suçluluk psikolojisiyle gösterdikleri bir refleksti. Aradan milyonlarca yıl geçmiş ve bu suç herkese ayan beyan olmuştur!
    Ayrıca, örtü olarak kullanılan pamuk, yün, naylon gibi nesnelerin çıplak vücutları meleklerden gizleyeceği biçimindeki yaygın inanış da temelsiz. Bizim çıplak vücudumuz meleklerin umurunda bile olmaz. Kaldı ki, banyolardan veya yatak odalarından melekler kaçmaz.
    Onlar her an bizim hizmetimizdedirler ve yaptıklarımızı her an kaydetmektedirler. Ayrıca, namazda muhatabımız melekler değil, Allah’tır. Örtünme toplumsal bir gereksinme olup kişiyi cinsel ve duygusal ilişkilerde diğerlerinden koruma amacını güder. (7:26,31; 24:31; 33:59).

    KIBLE
    Namaz için İbrahim Peygamberin yeniden kurduğu Kutsal Mescide yani Kabeye yönelmeli (2:125, 143-150; 22:26). Yolculuk anında kıbleye dönme koşulu ihmal edilebilir (2:115).
    REKAT SAYISI
    Kuran namaz için belli bir rekat sayısı bildirmeyerek serbest bırakıyor. Normal koşullarda Rekatlerin minimum 2 rekat olduğu tartışılabilir (4:101-103). Cuma günü kılınan öğlen namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına ekleme yapılamamıştır. Cuma günü kılınan öğlen namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramış olabilir. Namazın kaç rekat kılınacağı kişinin durumuna ve koşullara bağlıdır. Toplu namazlarda namazı iki rekatle sınırlandırmak daha uygundur.
    MEKANİĞİ

    Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (ruku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).

    OKUMA

    Namazda okuduğumuz sure ve duaların anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (sure ve duaların anlamlarını öğrenmeliyiz) (4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, düşünmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli, tevbe etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). Fatiha suresinden sonra ilave olarak ayrıca bir sure daha okunabilir. Namazlarda sure ve duaları orta bir sesle okumalı. Sure başlarındaki besmeleler okunmalı, namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:111). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu sure ve dua dinlenmeli (7:204; 17:111). Otururken “Tahiyyat-Salli-Barik” denilen duaları okumamalı; zira bu dualar Muhammed Peygamber sanki herşey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla bir şey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şehadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir. Namazda otururken Kunut Dualarını ve Rabbena duasını okumak, Tahiyyat-Salli-Barik dualarını okumaktan anlam itibariyle daha uygundur.

    NAMAZ SONRASI

    Namazları oruç gibi kazaya bırakmak ve sonradan kaza namazı olarak kılmak diye bir şey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).

    BİDATLER (EKLEMELER-ÇIKARMALAR)

    Öğlen namazı, ikindi namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Aynı şekilde akşam namazı da yatsı namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Kuran’da ikindi ve yatsı vakti geçmez. Günün tam ortasından başlayıp güneş batıncaya kadar devam eden ve ikindi diye bilinen öğlenden sonraki akşamdan önceki zamanı da kapsayan zaman dilimine Öğlen denilmektedir. Aynı şekilde güneş battıktan sonra, yatsı denilen zamanı da kapsayacak şekilde güneşin doğmasına, yani imsak vaktine kadar geçen zaman dilimine akşam denilmektedir. Zaten ikindi denilen zaman dilimi öğlenin son vakitleri, yatsı denilen zaman dilimi de akşamın son vakitleridir. Ayrı bir zaman dilimi değildir. Kuran’dan ikindi diye anlaşılan namaz aslında öğlen namazıdır. Yine aynı şekilde Kuran’dan yatsı diye anlaşılan namaz akşam namazıdır. Kuran dikkatle incelendiğinde bu sonuca varıldığı açıkça görülecektir.

    Aslında öğlen ve akşam namazı olan ve sevap amaçlı kılınan ikindi ve yatsı namazlarını farklı ve ayrı namazlarmış gibi farzlaştırmak, Öğlen ve ikindi ile akşam ve yatsı namazlarını bazen veya her zaman cem etmek suretiyle birleştirmek (şii dünyasında ve bazı sünni kesimde yapılan bu uygulama ile yapılan, aslında namazları zaten üç vakitte kılmaktır), kaçırılmış namazları kaza etmek, Allah’ın emrettiği ve ilk insandan bu yana kılınagelen, bütün peygamberlerin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin, Muhammed Peygamberin de kılmış oldukları üç vakit olan orijinal namazlara sonradan eklenen fazladan bidatlerdir.

    Camide, mescitte veya herhangi bir yerde ikindi namazı kılan cemaatle imama uyarak, öğlen namazına niyet edilerek kılınan namaz öğlen namazı olur. Aynı şekilde yatsı namazı kılan cemaatle imama uyarak, akşam namazına niyet edilerek kılınan namaz akşam namazı olur. İkindi ya da yatsı diye ayrı bir vakti olan, ayrı bir namaz yoktur.

    Güneşin sabah imsak (fecr) vaktinde doğmasıyla başlayan ve öğlene kadar devam eden zamana (Sabah – Fecr), güneşin gökyüzünde tam ortadayken başlayan ve akşama kadar devam eden zamana (Öğlen – Vusta) ve güneşin batmasıyla başlayan, ertesi sabah güneşin tekrar doğmasına kadar devam eden zamana (Akşam – İşa) tanımlaması yaparak; namaz vakitlerini kolaylık için tamamen güneşe duyarlı halde kodlayan, inananları karmaşık hesaplara, takvimlere, saate ve zamana bağlı olmaktan kurtararak, bütün enerjilerin kaynağı olarak yarattığı güneşe uyumlu bir şekilde zamana serbestçe hakim hale getiren, namaz vakitlerini akla ve hayatın olağan akışına uygun ve net bir şekilde tasarlayan ve yaratan Allah’ın şanı yücedir.

    Sevap amaçlı her zaman kılınabilecek olan nafile (serbest) namazları katagorize etmek suretiyle, vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazı gibi isimlerle farklı bir namaz çeşidi olarak kılınmasını öngörmek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icad etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatu duasını okumak ve bu duada Peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar, hadis, sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra Kuran’ı ve aklı devre dışı bırakarak bilinçsizce dine eklenen bidatlerdir.

    ORUÇ – HAC – ZEKAT

    21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan Ramazan Orucu 21 Temmuza kadar 30 gün sürer (2:183-187). Yine 21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan ve 21 Haziran ile 21 Eylülde “Güz Gündönümü”nün başlamasıyla biten ve en az 2 gün olması gereken, Mekke Vadisindeki Kabenin ziyareti ise 3 ay devam eder. (2:196-203)

    Maddi manevi olarak gönülden yardım etmek anlamına gelen zekat; hediye, bağış, vergi olarak verilir. (9:60)
    98- BEYYİNE / KANIT SURESİ

    Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, kendilerine açık delil/kanıt gelmesine rağmen yollarını terketmezler. Allah’ın bir elçisi kendilerine arındırılmış/temizlenmiş sahifeler okuyor. Onda dosdoğru öğretiler vardır. Gerçek şu ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak onlara açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysa onlardan, dini sadece Allah’a ait kılan tektanrıcılar (monoteist) olarak O’na hizmet etmeleri, namazı gözetmeleri ve zekatı vermeleri istenmişti. İşte dosdoğru din budur. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, cehennem ateşinin içindedirler ve orada kalıcıdırlar (kafirler/gerçeği örtenler ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandırılacaktır). Onlar, yaratıkların en kötüsüdür. Gerçeği onaylayıp erdemli davrananlar ise yaratıkların en iyisidir. Rab’leri katındaki ödülleri, içinden ırmaklar akan bahçelerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. Rabbine saygı gösterenin ödülü işte böyledir.

    28:88 Her şey fani olacak, ancak Celâl ve İkram sahibi Rabbinin zatı Bâki kalacaktır.

    51:56 Cinleri ve insanları ancak beni bilmeleri ve bana ulaşmaları için yarattım.

    Bilinmeyi dileyerek evreni, melek, cin ve insanı yaratan Allah’a ulaşarak, Allah’ta baki kalmaya andolsun…

    Turan Sır
    Telefon : 0532 474 59 63
    İnternet : bilgedenetim@msn.com

  18. MaMaLi dedi ki:

    Sayın karaca!Turan sır arkadaşın sizce dikiş neresinde ola bilir?))))

    • karaca dedi ki:

      MaMaLi

      siz kendisine niçin sormuyorsunuz
      yoksa kendisine sormaktan çekiniyormusunuz

  19. Havacı dedi ki:

    MaMaLi
    Turan Sır’ın telefon numarası var kendin sorsana,

  20. bir kul dedi ki:

    FORMATLARI AYNI OLANLARA
    KURANI ANLAMA YÖNTEMİ

    Edebi Bir Sanat Eseri Olan Kur’an’da Ki Ayetlerin Çözülüp Yorumlanması

    Kur’an’ daki ayetlerin yorumu iki yolla yapılmıştır.

    1- Rivayet yoluyla: yani bir ayetin kastettiği manayı bulabilmek için onunla ilgili bütün materyaller ortaya dökülerek hedefe ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu yol bulanık suda balık avlamaya benzer. Doğruyu yakalama ihtimali çok zayıftır.

    2- Dirayet yoluyla Kur’an’ı anlama: bu yol Kur’an’ın kendi bütünlüğü içerisinde bir ayetin kastettiği manayı Kur’an’a, akla, ilime, pratiğe ters düşmeden ortaya koyma metodudur.

    İşte bugüne kadar Kur’an üzerinde detaylı bir inceleme ve araştırma yapılmadığından

    Kur’an doğru olarak anlaşılmamıştır.

    Nasıl bir insandaki kan damlası insan vücudunun tüm özelliklerini yansıtıyorsa Kur’andaki bir ayet de Kur’an ın bütünün özelliği taşımaktadır. Önce Kur’an’ın yorumunu doğru bir şekilde yapabilmek için yapılan yorumun Kur’an’ın ana çatısını oluşturan ayetlere uygun olması gerekir.

    Eşyanın yapısına baktığımız zaman da öyle değil mi?

    Bir insan vücudunda omurga ve kemikler vücut yapısına uygun olarak gelişiyor. Bir insan yaşının kaç olduğu vücudunun değişikliğinden anlaşılır. Bir ağaç da aynı insan gibidir. bir yaşındaki bir ağacın yükü elli yaşındaki bir ağacın yükü kadar değildir. Veya bir binanın ana çatısını oluşturan kolonların binanın kat oranına uygunluğu sağlanmadığı sürece binanın çökmesi kaçınılmazdır.

    Aynen onun gibi Kur’an daki ayetlerin doğru yorumunu yapabilmek için şu ana çatıyı oluşturan ayetlere uygun düşmesi gerekmektedir.

    1- KUR’ANDA ÇELİŞKİ YOK

    4/82: “ Onlar Kur’an’ı hala düşünmüyorlar ki eğer o Allah’tan başkası katından olsaydı kuşkusuz içinde bir çok aykırılıklar bulacaklardı “
    38/28: “Çarpıklığı olmayan Arapça bir Kur’an dır umulur ki sakınırlar.”
    Kur’ an hakkında yorum yaparken Kur’an’ın hiçbir zaman bütünlüğüne ters düşmemelidir.

    2- KÂİNATTA ÇELİŞKİ YOK

    67/3: “O biri diğeri ile tam bir uyum içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmanın yaratmasında hiç bir çelişki ve uygunsuzluk göremezsin işte gözü çevirip gezdir herhangi bir çatlaklık görüyor musun?”
    67/4:“Sonra gözünü iki kere daha çevirip gezdir o göz umudunu kesmiş bir halde sana dönecektir.

    Dünyaya ve kâinata baktığımız zaman muazzam bir mutabakat görüyoruz dünyanın neresine giderseniz gidin su müdahale olmadıkça yukarıdan aşağıya akar dünyanın neresine giderseniz gidin havaya atılan taş yer çekimi nedeni ile yere düşer. Yine dünyanın neresine giderseniz gidin güneş doğudan doğar batıdan batar.vs.

    Öyleyse kâinat Allah’ın gönderdiği edebi bir sanatıdır. Yani bunlar kendi içerisinde çelişmiyorlarsa birbirleri arasında da çelişmezler.

    3- KÂİNATLA KUR’AN ÇELİŞMEZ

    30/30: “Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen bir hanif olarak dine Allah’ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur işte dimdik ayakta duran din budur ancak insanların çoğu bilmezler.”

    Bu güne kadar bize anlatılan dinde böyle bir tutarlılık var mı? Elbette yok. Kur’an insanları İslami birliğe davet ederken İbrahim dinini öğütlerken bunlar yüzlerce binlerce din oluşturmuşlar. Hepsi de birbirleriyle çelişkilidir. Öyle Allah’ın dini olmaz .

    Allah kâinattaki cansız varlıkların, bitkilerin, hayvanların hayat sürme ve hayatta kalma şartlarını bir yasaya bağlamıştır. Bazıları buna evrenin yasası diyor. Ama değişmez çelişmez bir yasa olduğu bir gerçektir, deniz yüzme bilmeyen bütün insanları boğar. Bu evrenin yasasıdır. Bunun kâfir veya Müslüman olmasına bakmaz .
    İMAN BÜTÜNLÜĞÜNDE MANTIĞIN ROLÜ—->SİTENİZDE VAR
    SORU SORMAK KOLAY ONU HERKES YAPAR
    DALGA GEÇMEK ACİZLERİN İŞDİR BOŞTURLA ÇÜNKÜ
    BU DAVRANIŞLAR KENDİ ACIGINI KAPAMAYA DÖNÜK AÇIGINI ÖRTMEK İÇİN YAPILAN DAVRANIŞLARDIR KENDİNE GÜVENEN SORUYU CİDDİYE ALIR
    EGER İTİRAZ EDİYORSAN OZAMAN TEZİNİ İLERİSÜRERSİN HAYIR CEVAP DEGİLDİR İTİRAZDIR OZAMAN ER MEYDANINDA KİTABINDAN KONUŞURSUN YADA KİTABINI KONULTURURSUN
    TRAFİK KURALLARINA UYUNUZ
    YADA KİTABINIZA UYUNUZ OZAMAN ZEKANIZIN SİZE HİÇBİR FAYDASININ OLAMAYACAGINI GÖRECEKSİNİZ
    BİLGİYE BİLGİ İLE ÇEVAP VERİNİZ
    NİYE İNSAN NESNELERE İSİM KOYMUŞ
    ÖRNEK AT ZEBRA EŞŞEK KATIR

    LOKMAN 31/19 Yürüyüşünde gösterişten kaçın ve sesini de kıs. En çirkin ses eşeklerin sesidir

karaca için bir cevap yazın Cevabı iptal et