TAHRİM OLAYI

Tahrim, yemin ederek bir şeyi kendine haram kılmak, yasaklamaktır.
Muhammed’in bir olaydan sonra eşleriyle arası açılmış ve eşlerinin hiçbirinin evine gitmez olmuştur. Bu olaya dair gelen sure, ilk 5 ayetinden dolayı Tahrim ismini almıştır.

1. Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden kendine haram kılıyorsun? Allah Gafur’dur, Rahim’dir.
2. Allah size, yeminlerinizi çözmeyi farz kılmıştır. Ve Allah sizin Mevla’nızdır. Alim’dir O, herşeyi bilir; Hakim’dir O, hikmetleri sonsuzdur.

3. Hani, Peygamber, eşlerinden birine bir sözü gizlice söylemişti. Sonra eşi bu sözü duyurup Allah da onu Peygamber’e bildirince, Peygamber sözün bir kısmını açıklamış, bir kısmından vaz geçmişti. Peygamber, sözü eşine bildirdiğinde o: “Bunu sana kim haber verdi?” demişti. Peygamber de: “O herşeyi bilen, herşeyden haberi olan bana bildirdi.” diye cevaplamıştı.

4. Eğer ikiniz, ey hanımlar, Allah’a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz kaydı; yok eğer Peygamber’e karşı aranızda dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, onun destekleyicisidir. Cebrail ve müminlerin iyileri de. Bütün bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.

5. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi, kendini Allah’a veren, inanan, itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir.

Tahrim suresinin tefsirlerinde surenin ilk 5 ayetinin nuzül sebepleri 3 olaya bağlanır.

1- Muhammed’in cariyesi Mariya’yla ilişkiye girmemeye yemin etmesi,
2- Muhammed’in bal şerbeti içmemeye yemin etmesi,
3- Muhammed’in kendinden sonra imamet’in kime geçeceği konusunda sır vermesi.

Bu üç olaydan en zayıf olanı 3.südür. Çünkü ortada bir yemin vardır. Bu yemin, ilk iki olaya daha uygun düşmektedir.

Mariya Olayı:Hadis No : 0838
Ravi: Enes
Tanım: Resulullah (sav)’ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa peşini bırakmadılar. Sonunda Resulullah bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: “Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak, Allah’ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?…” diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu.”
Kaynak: Nesai, İşretu’n-Nisa, 4, (7, 71)

Taberi olayı şöyle anlatır:

Gün, Muhammed’in hanımlarından Hafsa’nın günüydü. O gün Muhammed, Hafsa’yla cinsel ilişkide bulunmak üzere kalkıp evine gider. Ama Hafsa’yı evde bulamaz. Tam o sırada, bir zamanlar, Mısır Mukavkısı’nın kendisine armağan ettiği cariyelerden Mariya çıkagelir. Muhammed, cariyeyi Hafsa’nın yatağına atar ve işini görmeye başlar. Muhammed’in, cariyesiyle yatması doğaldır. Kur’an da, hanımlarının dışında cariyeleriyle de yatmasına olanak verilmiştir. (Bkz. Ahzab Suresi, ayet: 50, 52.) Ne var ki cariyeyle özgür (hurre) olan bir kadının, üstelik Ömer kızının, Hafsa’nın yatağında beraber olmaktadır . İşte bu olağan değildir. Terslik bu ya, o sırada, Hafsa da çıkagelmiştir. Muhammed’in Mariya ile ilişkisini görünce büyük tepki gösterir:

– “Tann Elçisi! Sen beni kötü duruma düşürdün, aşağıladın. Öyle birşey yaptın ki, benzerini hiçbir karına yapmadın! Benim günümde, benim sıramda ve benim yatağımda bir cariyeyi yatırıp yapıyorsun!”
Sonra Muhammed’le Hafsa arasında şu konuşma geçer:

– “Hafsa! Marya’yı kendime haram etsem de ona bir daha yaklaşmasam; bundan hoşnut olur musun?

– Evet!
Muhammed: “Vallahi Billahi Mariya ile bir daha yatmayacağım!”
Muhammed hemen ant içmiştir.

– Hafsa! Aramızda kalsın, bunu sakın kimseye söyleme, olmaz mı?

– Tamam!

Ne var ki, Hafsa bu durumu Aişe’ye anlatır.

(Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyân, 28/102.)

Olayın duyulması ve hanımlarının aralarında dayanışmaya gidip kendisine karşı tavır alması üzerine Muhammed eşlerini terk eder ve bir odaya uzvete çekilir. Muhammed’in eşlerini boşadığı dedikodusu yayılır. Bir rivayete göre ise cezalandırmak için sadece Hafsa’yı boşamış ve diğerleriyle de 1 ay beraber olmamaya yemin etmiştir.Hafsa Ömer’in, Ayşe ise Ebubekir’in kızıdır. Babalarının konumuna güvenerek asiliğe cesaret edebilmişlerdir. 4. ayette geçen “İkiniz” sözü Ayşe ile Hafsa’yı kasteder.
Ömer, olayı öğrenince hiddetle Muhammed’e gider ve görüşmek ister. 3 kez geri çevrilen isteği sonunda kabul edilerek içeri alınır ve bu görüşmeden sonra Tahrim ayetleri gelir. Ardından Hafsa ile nikah tazelendiği ve 29. gün eşlerine dönüp Ayşe’yle beraber olduğu söylenir.
Ayşe, henüz bir aylık sürenin dolmamış olduğunu düşünerek kendisine sorar: “Hani sen, bir ay boyunca hanımlarından uzak duracağına dair yemin etmemiş miydin? Bugün daha otuz gün bile olmadı; yirmi dokuzuncu gündeyiz!”. Muhammed kendisine şu yanıtı verir: “Bu ay yirmi dokuz gün çeker.”

Hadis No : 0107
Ravi: Enes
Tanım: Hz. Peygamber (sav)’i bir at yere atmıştı. Resulullah (sav)’ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O’na ayakta duramayacak kadar izdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına (meşrübe) çekildi. Ashab (ra) kendisine “geçmiş olsun” ziyaretine geliyorlardı. Resulullah (sav) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selamı verince şöyle dedi: “İmam, kendisine uyulmak için vardır, öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şayet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın.” Ravi der ki: “Hz. Peygamber (sav) ayın 29’unda meşrübeden indi. Ashab: “Ey Allah’ın Resulü, sen bir aylık bir müddet için ila’ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin” dediler. Onlara: “Bu ay yirmi dokuz gündür” cevabını verdi.” (Buhari ve Müslim’de Ümmü Seleme’den gelen bir rivayette: “Bu ay yirmi dokuz çekiyor” buyurmuştur. Müslim’de Cabir (ra)’den kaydedilen bir rivayette: “Sonra iki elini üç sefer uzattı, ikisinde her iki elinin bütün parmaklarıyla, sonuncu kerede sadece dokuz parmağıyla işaret etmişti” diye yirmi dokuzu gösterdiği açıklanır. (Sıyam 24))
Kaynak: Buhari, Salat 18, Ezan 51, 82, 128, Sıfatu’s-Salat 83,128, Savm 11, Mezalim 25, Nikah 91, Talak 21,

Bal Şerbeti Olayı:

Elmalılı tefsirinde bu olay hadislerden aktarılarak şöyle anlatılır:Hz. Peygamber’in hanımlarından birinin yanında bir bal şerbeti içmiş olmasından dolayı diğer hanımların söz birliği ederek, megafir (kötü kokulu bir ağaç zamkı) kokuyor diye latife yapmaları üzerine peygamber’in bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etmiş olmasıdır.

Buhari’de Hz. Aişe’den rivayet edilen şu hadis vardır :

Resulullah Zeyneb’in yanında bal şerbeti içer ve onun odasında daha fazla dururdu. Ben ve Hafsa, peygamber hangimize gelirse “Megafir mi yedin ? Senden megafir kokusu alıyorum” diyelim diye konuştuk. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki “Hayır Zeyneb’in yanında bal şerbeti içmiştim, öyle ise daha da içmem, işte yemin ettim. “Bunu kimseye söyleme”

Ancak Ayşe, diğer kadınları da ikna edip peygamber yanlarına geldiğinde onun koktuğunu söylemelerini ister. Bal şerbeti içtiğini söylediğinde de “O balı yapan arılar megafir yemiş herhalde” diye cevap vermelerini söyler. Muhammed her hanımının yanına girdiğinde aynı tepkiyle karşılaşınca eşlerinin aralarında kendisine karşı birleştiğini anlayarak küser ve onlarla 1 ay boyunca beraber olmamaya yemin eder.

Bazı hadislerde bal şerbeti ikram edenin Zeynep, bazılarında ise Hafsa olduğu belirtilir.

Bal şerbeti olayı, Mariya olayına göre daha zayıf görülmektedir. Mariya olayında tüm eşleri işin içinde olabilmektedir ama bal şerbeti olayında Zeynep’e küsmesi anlamsızdır.

Halifelik Olayı:

Muhammed’in kendisinden sonra devlet başkanlığına Ömer ile Ebubekir’in geleceğini Hafsa’ya sır olarak söylediği olaydır. Elmalılı tefsirinde konu şöyle aktarılır:Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendisinden sonra devlet başkanlığının Ebu Bekr’e ve Ömer’e geçeceğini Hafsa’ya bir müjde olarak haber vermiş ve gizlenmesini emretmiş olmasıdır. Tefsirlerin birçoğunda zikredilmiş olan bu haber, gerçi Kütüb-i Sitte’de (altı kitapta) nakledilmemiştir. Ancak Mâriye olayını rivayet edenler içinde bu haberi de rivayet edenler olduğu gibi başka güvenilir zatlar da nakletmişlerdir. “el-Bahru’l-Muhît”de Ebu Hayyan şöyle diyor: “Hadis, Mâriye sebebiyledir; bir de bal içtim denilmiştir. Meymûn b. Mihrân dedi ki: “Hadis, Peygamber’in Hafsa’ya sır olarak söylediği şu hadistir: “Ebu Bekr ve Ömer benden sonra hilafet yoluyla benim emrime sahip olacaklardır”. Alûsî de bu rivayetleri daha derli toplu naklederek demiştir ki: “İbnü Merdûye İbnü Abbas’tan ve İbnü Ebî Hâtim Mücahid’den şöyle rivayet etmişlerdir: “Peygamber (s.a.v.) Hafsa’ya Mâriye tahrimini ve kendisinden sonra muhakkak Ebu Bekr ve Ömer’in insanlara emîr olacaklarını gizlice söylemişti. Hafsa da gizlice Aişe’ye söyledi. Hakikaten bu işin gizlice söylendiği hakkında daha başka haberler de vardır. Ancak bal hadisi daha sahihtir.
Nihayet özet olarak şunlar söylenebilir: Anlatılan bu olayların üçüde (Mâriye ve şerbet olayı ile Ebu Bekr ve Ömer’in hilafetiyle ilgili hadise) vuku bulmuş, ravilerin bazısı bir kısmını, bazısı da bir kısmını rivayet ederek “Ey peygamber! Niçin haram ediyorsun?” âyeti nazil oldu.” demiştir. Bunlardan hiç birisi de yalnız kendi rivayetlerinin sahihliğini iddia etmemiş olduklarından, burada söylenen de doğrudur. Bu doğru olursa, ihtilafın çözümü de kolaylaşmış olur. Değilse başka çözüm yolu ara. En iyisini Allah bilir.”

Muhammed’in özel hayatında bu 3 olay da geçmiş olabilir. Hatta 3 olay birbiri peşi sıra da yaşanmış olabilir. Ancak hilafet sırrı ve bal şerbeti olayı, eşleri peygambere karşı tavır alacak, peygamber küsüp onları terk edecek ve sonuçta konuyla ilgili olarak ayetler yazılacak kadar önemli görülmemektedir. Elmalılı’nın değindiği bir olasılık Mariya olayı ile hilafet sözünün ilişkili olabileceğidir. Yani, Muhammed, cariyesi Mariya ile Hafsa’nın yatağında yakalanınca, kimseye söylememesi için kendisinden sonra Ebubekir ve Ömer’in başa geleceğine dair bir söz vermiş ve Hafsa bu sırrı Ayşe’ye anlatınca ortalık karışmış olabilir.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

28 Responses to TAHRİM OLAYI

  1. yavuz dedi ki:

    baştan sona küfür kokan, dinle diyanetle alakası olmayan, çarpıtma ve yalan dolanla dolu bu kokuşmuş yazıdan Allaha sığınıyoruz. Rabbim hidayet nasip etsin, hidayete layık değilseniz İslamın nurunu söndürebileceğini hayal eden siz gafilleri kahru perişan eylesin. amin

  2. betül dedi ki:

    “Kim bana yalan isnatta (yapmadığını yapmış, söylediğini söylemiş gibi gösterme) bulunursa cehennemdeki yerine hazırlansın”(Buhari Enbiya 50 / Tirmizi İlim 13) hadisi varken siz nasıl da rahat uyuyabiliyorsunuz..? Böylesine Şerefli bir insana nasıl kelimeler bunlar… verilen kaynakların hiç biri bu konuları böyle ele almıyor. Anladım ilminiz bilginiz yok da hiç mi Allah korkunuz da mı yok…!

  3. omer dedi ki:

    Uydurma hadisler(buhari dahil!) ve ateistlerin peygambere iftira mahiyetindeki mitolojilerini ısıtıp ısıtıp önümüze koymayın.

    Hz.Peygamberin ahlakına Allah şahittir.(Kalem Suresi 4. ayete bak)
    Kurandaki Ayette ne anlatılıyorsa o kadar bilmek kafidir.
    Ne anlamak gerekir bu ayetten ona bakmak lazım.
    (Demek peygamberlerde hata yapabilir.İnsan olan Hz.Muhammedi çook kutsamayın,hristiyanların Hz.İsa’yı ilah yaptığı gibi onuda peygamberlikten çıkarmayın,ilahlaştırmayın!)

    Peygamberin hatasını Allah düzeltir ve bunlar insanlardan gizlenmez.
    Peygamberler “insanüstü canlılar” (günahsız melekler gibi) değildirler fakat örnek alınacak “ÜSTÜN insandırlar”.


    Selamün aleyküm.

  4. mustafa dedi ki:

    Oncelikle selamun aleykum. Amacim kavga etmek veya hakaret etmek degil, sadece gerceklerin anlasilmasi ve dogru irdelenmesi icin buraya yaziyorum.Ne hocayim ne haciyim sadece muminim. Blogunuzda bahsedilen olay sikca muslimanlara karsi hristiyan ve ateistler tarafindan kullanilan bir argumandir. Yani siz ilk degilsiniz! Bu olayla ilgili bazilari buharide gecmedigi ve rivayetin dayandigi kisinin 3. generasyon musliman oldugu ve olayi bilmedigi konusunda gorus bildirmislerdir. Yani anlattiginiz olayin yasanmadigi iddaa edilmistir ki, bu bence peygamber efendimizin hz.zeynep ve ayse annelerimizin evliliklerine yapilan diger elestirilerin dayandigi noktalari kabul edenler bu konuda gorus ayriliginda olmasi gerceklestigini iddaa ettiginiz olayin olup olmadigi konusunda suphe uyandiriyor., Bu noktada arastirmacilar tamamen hemfikir degildir. Bu dikkate alinmasi gereken bir husus. Cunku bilimde asla ve asla tek kaynak baz alinmaz!!!!! Akli dusuncenin temeli farkli bakis acilarini ele almaktir.
    Tartisilmasi gereken aslinda islamda koleligin sartlari. Yazinizda cariye ile cinsel munasebetin zina oldugunu soyluyorsunuz. Ben bu konuda bildiklerimi ve yaptigim akil yurutmeyle bunun neden zina olamayacagini kalvyem yazdikca analtmak istiyorum.
    kolelik dendiginde insanin aklina ilk gelenler: onlari kirbaclayan eziyet eden hakaret eden sahibleri ve onlarin ahirda yasamalari, bakiniz 12 yillik kolelik filmi. Peki islamda kolelik gercekten boyle mi ya da cariyelik sadece cinsel doyum icin uydurulmus bir yalan mi?
    Eger gercekten kaynaklara bakarsaniz kolelerin ve onlarin sahiblerinin kiyafetlerine bakarak ayirtedilemedigini, kolelerin sahibleriyle ayni yemekten yedigini, ayni sartlarda yasadigini, kirbac vurmanin diyetinin sadece o kisiyi ozgur birakmak oldugunu, Hz. Ayse`nin kendi kolesinin arkasinda namaza durdugunu, eger kole ozgur olmak isterse- parasi olmadigi halde!!!!!!!!!!!!- onu ozgur birakmanin dogru odugunu,koleye fazla yuk yuklemenin gunah oldugu ve fazlaysa YARDIM ETMEK gerektigini goruruz. Bilal Habesi bunun en buyuk ornegidir. Allah Allah bu kolelik batidaki gibi degil ama kolelik(!).Ne yersen ne giyersen kolene ondan yedirmek ve giydirmek olmazsa olmazdir.
    Bunla ilgili bir kissa bile anlatabilirim. Hz.Omer ya da Ebu bekir olmasi gerekiyor. Kolesi ile seyahat ederken biri hurma istiyor. Sahibi kolesine vermesini soyluyor ama kole vermek istemedigi icin hurma kesesin horguce bagli odugunu soyluyor.Sahibi de horgucu ver diyor. Kole deveye bagli diyor. Sahibi o zaman deveyi ver diyor. Peki batida kac kole sahibiyle boyle konusabilir?

    Gelelim cariye meselesine. Yazacaklarim sadece benim goruslerimdir belki Allah baska amacla cariyleri helal kilmistir. Simdiden yanlisim varsa Allah affetsin.
    Cariye genel olarak kole ve yahut savaslarda kocasini kaybetmis kadinlar olarak biliniyor. Simdi soyle dusunelim eger bir kadin yalniz basina birakilsa ve esi olmadan yasasa ne olur? serseriler, ayyaslar, sapiklar musallat olur. Kadin ne kadar iffetini namusunu korumak istese de bu gibi yoldan cikmislar onlari surekli rahatsiz eder.Bu bugun bile boyledir ne yazikki.
    Bugun bile kucuk yerlerde bosanmis veya kocasi olmus kadinlar rahat yasiyor mu sormaliyiz. Eninde sonunda bu yol ya zinaya ya da fuhusa cikar. Aksini iddaa etmek ahmaklik olur.Peki Cozum ne? Onlara yardim etmemiz ve toplumda fuhusun zinanin yayginlasmasini onlemek. Nasil yapilabilir bu? Elbette o kadinlara sahip cikarak. Muslumanlar bu kadinlara evlerine alma sebebi kadinlarin zinaya dusmesini engellemek onalrin namuslarini korumak.Durum burda karisiyor.
    Sorum su evil bir adam veya bekar bir adam evine bir kadin-cariye- alsa cevrede yasayanlarin tepkisi ne olur?
    Ben soyleyeyim hemen dedikodu yaparlar ve kadinla adamin namusu hakkinda ileri geri konusurlar.Olmaz diyen var mi? Amac ve niyet yardim etmekken bu sefer isler daha da kotu olacak. Ancak, cinsellik varsa ve mesru ise o zaman ne dedikodu ne de kimse kimsenin namusu hakkinda yorum yapamaz. Yani hem kadin-cariye- rahatlar hem de evdeki adam.Boylece herkes alninin akiyla yasar. Neden cinsellik olamali olmasa olmaz mi?Olur. Zaten yapmak zorunda degilsin.Sonuc olarak cariyelerle cinselligin helali ile hem toplum ahlaki hem kadinin-cariye- namusu hem de evdeki huzur korunuyor. Subhanallah. Bir helal ne kadar katmanli ve faydali olabilir.
    Buna en guzel ornek Irak verilebilir. Irakli bir kadin milletvekili ikinci kadinla evliiligin yasal olmasi icin yasa teklifi yapti. Neden? Cunku kocasi olen cok kadin var. Eger bir erkekle olmazsa sonu fuhus tecavuz iskence.
    Bunlar benim dusuncelerim kimseyi baglamaz. ben islamin sozcusu degilim ama bu konu cok konusuldugu icin yazma geregi hissettim. Umarim farkli bir bakis acisi kazanmaniza yardimci olmustur yazim.
    Selametle

    • toro dedi ki:

      Sayın mustafa,

      Özellikle kölelikle ilgili yazdığınız bölümler ilgimi çektiğinden size bir söylemi özellikle hatırlatmak istedim! Bizzat kendine peygamber dediği için peygamber olduğuna inandığınızın ağzından çıkmış olduğunu ifade eden kendi inanç tarihinizin kayıtlarından gelecek bu hatırlatma;

      ” VEDA HUTBESİ

      Babasindan baskasina ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan KÖLE, Allah’in,meleklerinin ve bütün insanlarin LANETİNE UĞRASIN. Cenab-i Hakk, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet ve sehadetlerini kabul eder.” alıntı
      http://www.enfal.de/veda.htm

      Daha iyi anlaşılsın diye bir kelimenin altını da çizelim;

      İntisab: Bağlanmak, girmek, kapılanmak

      http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&kelime=intisap%20etmek&cesit=1&guid=TDK.GTS.5385508da8a831.79758902

      Bu metnin diyanetteki nüshalarından yukarıdaki bölümün çıkarıldığını da (sanırım zamanın ruhuna uymayacağına KARAR VERDİLER) ifade edeyim.

      http://samsun.diyanet.gov.tr/19mayis/Sayfalarcontentdetail.aspx?MenuCategory=Kurumsal&contentid=146

      Bu durumda önemli olan bir insana yüklenen ve onun toplum arasındaki yerini belirleyen sıfatın yarattığı algıdır!

      O dönemden önce ve o dönemden sonra, insanların bir kısmı tanımlanırken özellikle de bir tanrı tarafından onlara KÖLE denilmiş mi, denilmemiş mi?

      Ya da şöyle yapayım, size sorayım ve sizde dilerseniz cevap verin!

      Elinizde tuttuğunuz ve bir tanrı tarafından peygamber olarak seçildiğine şehadet ettiğinizin aracılığıyla yazıldığına iman ettiğiniz kitaba göre,

      İçki, kumar ve fal HARAM sayılarak ve KOŞULSUZ olarak yasaklanmış mıdır?

      Kölelik, HARAM sayılarak ve KOŞULSUZ olarak yasaklanmış mıdır?

      Lütfen sırf savunacağım diye kendi argümanlarınızı dininizin orjinal beyanı dolayısıyla tanrınızın size hitabı olarak sunmaya tevessül etmeyiniz!

      Sanırım sizde bazıları gibi 1400 yıl öncesinin dünyasını 1400 yıl sonrasının romantizmiyle hayal etmeye dolayısıyla da okuduklarınızı bu hayallerin motivasyonuyla gerçek saymaya çabalıyorsunuz!

      Dostum inancınızın gereği olarak yüzyıllar boyunca daha uygulanmaya devam edilen KÖLE liğin özelliklede inancınızın doğduğu ülkede 1962 yılında ve tanrınızın emri gereği değil Birleşmiş Milletlerin baskısıyla kaldırıldığını da (!) size söylemeliyim!

      • muhammed dedi ki:

        Sayın Toro,
        Mustafa beye yönelik diyorsunuz ki,
        Özellikle kölelikle ilgili yazdığınız bölümler ilgimi çektiğinden size bir söylemi özellikle hatırlatmak istedim! Bizzat kendine peygamber dediği için peygamber olduğuna inandığınızın ağzından çıkmış olduğunu ifade eden kendi inanç tarihinizin kayıtlarından gelecek bu hatırlatma;
        ” VEDA HUTBESİ
        Babasindan baskasina ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden baskasina intisaba kalkan KÖLE, Allah’in,meleklerinin ve bütün insanlarin LANETİNE UĞRASIN. Cenab-i Hakk, bu gibi insanlarin ne tevbelerini, ne de adalet ve sehadetlerini kabul eder.”
        http://www.enfal.de/veda.htm (sizden alıntı)

        Veda Hutbesinden alıntı yapmış olduğunuz metnin tercümesi hatalıdır. Bu nedenle Veda Hutbesiyle ilgili göstermiş olduğunuz metnin Arapça kelimelerini teker teker tercümesini yapalım.
        من ادعى إلى غير أبيه أو تولى غير مواليه فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين لا يقبل منه صرف ولا عدل. والسلام عليكم

        من ادعي ‘’Men iddea’’ Kim kendini iddia/intisap ederse,
        الي غير أبيه ‘’ İla gayri ebihi ‘’ Babasından başkasına,
        أوتولي ‘’ Ev tevella ‘’ Ya da velayetini iddia ederse,
        غير مواليه ‘’ Gayre mevalihi ‘’ üzerinde velayeti bulunmayan kimseye.

        Bunları bir araya getirdiğimizde şöyle olur.

        ‘’ Kim kendini babasından başkasına iddia/intisap eder,ya da velayetinde bulunmayanın üzerinde velayetini iddia ederse,Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların dışlaması onadır.’’şeklindedir.

        Yani burada ne KÖLE ifadesi var,ne EFENDİ ifadesi,ne de bir BEDDUA vardır!

        Gerek kur’an’ın gerekse hz.peygamberin lisaniyle ‘’KÖLE’’ ye (عبد ) ‘’ Abd’’,denir Arapçada efendinin karşılığı ise,seyyiddir,mevali değil. Ama emeviler döneminde Arap olmayan müslüman halklara MEVALİ denilmeye başlanmıştır.Bu durum ise, ne kur’an’dan,ne de hz.Muhammed’in sözlerindan kaynaklanmıştır.Yani Veda Hutbesindeki (موالي ) ‘’mevali’’ efendi anlamında değil,belki kişinin yönetiminde veya velayeti altında olanlara denir.
        Bakınız, hz.peygamber Veda Hutbesinin neresinde KÖLE anlamında buluan ( عبد ) ‘’Abd’’ ifadesini kullanmıştır?

        Ama KÖLE’nin karşılığı olan ( (عبد) ) kelimesi sadece aşağıya almış olduğum metinde görüyoruz.
        “Azasi kesik siyahî bir köle basinza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’in kitabi ile idare ederse,onu dinleyiniz ve itaat ediniz. ‘’ http://www.enfal.de/veda.htm ‘’den alıntıdır’’

        Yani sadece burada Köle için (عبد) ‘’Abd’’ ifadesi geçiyor,MEVAli değil.
        Ayrıca aşağıdaki rivayete göre ‘’TAYİN EDİLSE’’ ifadesi de yok,bu rivayete göre hz.peygamber şöyle diyor ‘’ :” أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللَّهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ كَانَ عَبْدًا حَبَشِيًّا ‘’

        ”Usiküm bi takvallahi ves sem’i vet taati ve in kane ABDEN HABEŞİYYEN’’Yani ‘’Allah’a/Allah’ın emirlerine/karşı gelmekten sakınmayı ve sizi yöneten SİYAHİ BİR KÖLE de olsa onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim….’’ şeklindedir.
        وأما الحديث المذكور فقد روى الأئمة أحمد وأبو داود وابن ماجه بسندٍ صحيح عن العرباض بن سارية السلمي رضي الله عنه قال: صَلَّى بِنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الصُّبْحَ ذَاتَ يَوْمٍ ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَيْنَا فَوَعَظَنَا مَوْعِظَةً بَلِيغَةً ذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُونُ وَوَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ، فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ: كَأَنَّ هَذِهِ مَوْعِظَةُ مُوَدِّعٍ فَمَاذَا تَعْهَدُ إِلَيْنَا فَقَالَ:” أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللَّهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ كَانَ عَبْدًا حَبَشِيًّا فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اخْتِلَافًا كَثِيرًا

        Yani Veda Hutbesiyle ilgili göstermiş olduğunuz metnin Arapçasında KÖLE anlamına gelen ne (عبد )‘’abd’ ifadesi var,ne de EFENDİ kelimesinin karşılığı olan (سيد )‘’seyyid’’ifadesi var. Demek ki Veda Hutbesinden göstermiş olduğunuz metnin tercümesi yanlıştır.
        İşte gösterdiğiniz metnin Arapçası aşağıdadır,burada ne KÖLE,ne EFENDİ ifadesi ve nede BEDDUA vardır!
        من ادعى إلى غير أبيه أو تولى غير مواليه فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين لا يقبل منه صرف ولا عدل. والسلام عليكم
        ‘’Men iddea ila gayri ebihi, ev tevella gayre mevalihi…’’ şeklindedir.
        ————————
        Yine diyorsunuz ki,
        Bu metnin diyanetteki nüshalarından yukarıdaki bölümün çıkarıldığını da (sanırım zamanın ruhuna uymayacağına KARAR VERDİLER) ifade edeyim.’’
        Bence öyle değil,zira Veda Hutbesiyle ilgili rivayetler faklıdır,yani bazı rivayetlerde zaten bu gösterdiğiniz bölüm yoktur,bu nedenle diyanetin nüshalarında bu bölüm gösterilmemiştir.
        —————–
        ‘’O dönemden önce ve o dönemden sonra, insanların bir kısmı tanımlanırken özellikle de bir tanrı tarafından onlara KÖLE denilmiş mi, denilmemiş mi ? (diyorsunuz)

        Peki o dönemden önce ve hatta sonra da KÖLELİK toplumların kronikleşmiş bir sorunu değil midi? Eğer Kur’an her vesileyle bu sorunu ortadan kaldırmaya çalışmışsa,insanların bir kısmını tanımlarken bunu açıktan ifade etmesi gerkir,yoksa konu anlaşılamaz.Ayrıca kur’an bu amaçla bu sorunu ortadan kaldırmak için bu kelimeyi kullanmışsa,bu onu meşrulaştırma anlamına mı geliyor? Eğer kur’an köle edinmeyi emretseydi veya teşvik etseydi,o zaman köleliği meşrulaştırma ve icat etme anlamına gelirdi..Ama kur’an da buna dair en üfak bir işareti bulamıyoruz,bilakis tam tersini buluyoruz.
        ———————–
        Ya da şöyle yapayım, size sorayım ve sizde dilerseniz cevap verin!
        Elinizde tuttuğunuz ve bir tanrı tarafından peygamber olarak seçildiğine şehadet ettiğinizin aracılığıyla yazıldığına iman ettiğiniz kitaba göre,
        İçki, kumar ve fal HARAM sayılarak ve KOŞULSUZ olarak yasaklanmış mıdır?
        Kölelik, HARAM sayılarak ve KOŞULSUZ olarak yasaklanmış mıdır? (sizden alıntı)

        Evet,bunlar kesinlikle koşulsuz haramdır,yasaktır.

        MAİDE-90-91.Ayetlerinde içki,şerap (serholuk veren,uyuşturan vs.),kumar ve fal gibi şeylerin kötü olduğunu ve bunlardan kaçınılması gerektiğine vurgu yapılıyor. Yani bunlar nehyediliyor/yasaklanıyor. Bi de her yerde haramdır demesine gerek yok,zira bunlardan uzak durun diyursa,zaten haram ve yasak anlamına geliyor.

        İşte ilgili ayetler şöyledir,

        Maide-90: Ey inanmış olanlar! içki,kumar,tapınmak için konulan dikili taşlar/putlar ve fal okları (talih zarları) şeytan işi murdar şeylerden başkası değildir. O halde bunlardan kaçınıp sakının ki kurtuluşa eresiniz. // İşte bu ayette bunlar neyheyediliyor/yasaklanıyor.

        Maide-91: Şeytan; şarap (sarhoşluk ve uyuşturucu ile) ve kumarla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; Allah’ı anmaktan (emir ve yasakları hatırlamaktan) ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz? //Burada da ise bu ayet,bunların kötü sonuçlarını dile getirerek suretiyle bunlardan uzaklaşmayı öneriyor.
        ———————————–
        Kölelik meselesi;
        O gün kronikleşmiş olan kölelik sorununa gelince, kur’an önce mevcut toplumu iman etmeye,eğitmeye,bilinçlendirmeye çalışarak söz konusu köleliği ortadan kaldırmaya zemin hazırlıyor ve bu konuda Allah’tan başka hiçbir kimeseye kulluk/kölelik edilemeyeceğine mesajlar veriyor,daha sonra köleliği besleyen kaynağı da kurutmak amacıyla (ki o zamana kadar savaş esirleri hep köle yapılırdı) Muhammed suresi-4.ayetle hiçbir savaş esirinin köle edilemeyeceğine dair kesin hüküm ve yasak ortaya konuluyor.Bu nedenle hz. Muhammed hayatta iken ne onun,ne de ashabının ellerinde köleler kalmıştı. Ama onun vefatından sonra Emevi hanedanı yönetimi ellerine geçirince yine o cahiliye dönemindeki köleliği meşrulaştırmak için her türlü adımı atmaktan,rivayetleri uydurtmaktan ve hatta kur’an’ı yanlış yorumlatmaktan da hiç geri durmadılar.Yani hz.peygamber döneminde kur’an’ın emri gereği kölelik kaldırılmıştı,ama daha sonra Emevi hanedanı bunu tekrar başlattılar.Bu nedenle köleliğin yakın çağımıza kadar devam etmesinin sebebi ne kur’an dır,ne de islamdır. Bunu kur’an’a mal etmek ise,ona iftiradan başka bir şey değildir. Zira ne Emevilerin,ne de başkasının yaptıkları yanlışlar kur’an’a ve islama mal edilemez!!!
        Saygılarımla.

      • muhammed dedi ki:

        Sayın Toro,
        Diyorsunuz ki,
        ”Sevgili dostum, o dönem kölelik kim için kronik bir sorundu, köle sahipleri için mi, köleler için mi? Köle sahipleri, para verip aldıkları veya para verip sattıkları, her işte kullanabilip ayrıca savaşa sürebildikleri kölelere sahip olmaktan rahatsızlar mıydı? (sizden alıntı)

        Sorun insanlık sorunu idi,köle sahiplerinin değil…..!!!
        ——————–
        önce eğitip, bilinçlendirir sonrasında da kaldırır demeye çalışıyorsunuz!
        Lütfen benimle önce, hakkında eğitip, bilinçlendirdiği ve sonrasında doğru zemin oluştuğunda koyduğu kurallara ait başka örneklerde verir misiniz? (diyorsunuz)

        Cevap:
        Örneğin,içki,kumar,fal vs.de uygun zaman ve zemin oluşunca yasaklanıyor.Mekke döneminde ise,Müslümanlar toplu halde ve açıktan ibadetlerini yapamadıklarından dolayı Cuma namazı bile farz kılınmamıştı,Hac yapamadıkları için yine ilk dönemde bu ibadet farz kılınmamıştı ve daha niceleri! Yani Mekki ve Medeni ayetlere baktığımızda bunları rahatlıkla görebiliyoruz.İşte kölelik de böyle tedrici olarak yasaklanıp kaldırılmaya çalışılmıştır. Çünkü o güne kadar onların yapageldikleri kötü ahlâk ve fena huylar ruh ve damarlarına öylesine işlemişti ki, bunları teker teker söküp atmak; ayrıca yerlerine yüksek ahlakı, güzel huyları getirip yerleştirmek ayrı ayrı işlerdi. Kur’ân bir anda bütün emirleri ile birden gelip onların karşılarına dikilseydi, altından kalkamazlardı ve dolayısıyla islama karşı nefretleri daha da artabilirdi.

        Günümüzden misâl verecek olursak; bir kısım sigara, içki müptelası veya sokaklarda gezme hastası, yahut kahvede oturma alışkanlığı olan kimseler düşünelim. Bunların başlarını kesseniz ve “Arkadaş kahveye gidersen öleceksin” deseniz, o yine bir takım bahaneler ileri sürerek gidecektir. Eğer bir gün kahveye gitmeyip evde kalsa, evinde bir köşeye oturacak, üf-üf edecek ve fırsat bulunca da kahvenin yolunu tutacaktır. Çünkü alışageldiği hayat şekli değişmiştir. Halbuki o, lüzumlu olmayan basit bir adetini terk etmiştir.

        Şimdi bir de, sigara tiryakisini ele alalım; nikotik olmuş bir adama diyorsunuz ki:”Vücuduna zararlı olan bu sigarayı terk et.Çünkü senin sigara içmen yavaş yavaş intihar etmek gibidir. Sanki elindeki hançeri birdenbire değil de, yavaş yavaş sinene saplıyor ve âheste âheste intiharı tamamlamış oluyorsun.” Hatta bunu bir hekime anlattırsanız, yâni doktor dese ki: “Sigarada, hiçbir fayda olmadığı gibi, şöyle şöyle, zararları da var.” bu adam sigarayı terk etmek için bir hayli tereddüt geçirecektir. Bırakın onu, bildiği halde doktorun kendisi de vazgeçmiyor ya…

        Bir de alkolik kimseyi ele alınız; adam mest olmuş, iç alemi başkalaşmış. O kadar ki, bir adım daha atsa kendinden aşağı tabakadaki mahlûklara benzeyecek. Şimdi bu kimseye birden: “İçkiyi bırak” demek, “fıtratını değiştir” demek gibi olacaktır.
        Böylesine, insanların huy haline gelmiş ve damarlarına işlemiş âdetleri, kötü ahlakdan binlerceye çıkarınız ve sonra Kur’ân’ın inişindeki zamanın geniş tutulmasını düşününüz…
        Evet dikenleri kesip evvela çapa yapıyor, kötü şeyleri tahliye edip temizliyor. Sonra süslemeye başlıyor. Yani kötü huyları onların ruhlarından çıkararak, âli huyları getirip yerleştiriyor ve kısa denecek bir zamanda binlerce iş yapıyor.

        İçkiden binlerce yuvanın yıkıldığı meydandadır. Yeşilay Cemiyeti her sene konferanslar vermektedir. Bu işi genişleterek ilköğretimden yüksek tahsile kadar götürmektedir. Buna karşılık acaba kaç kişi içkiyi terk etmektedir. Buyurun üniversite, bütün profesörleriyle seferber olsun, bir sene çalışsınlar acaba yirmi adama içkiyi terk ettirebilecekler mi? Şayet başarabilirlerse, bunu onlar hesabına çok büyük muvaffakiyet sayacak.insanı kâinattan ayıramayacağımıza göre, onu kâinatın içindeki hadiselerin seyrine göre ele alma mecburiyetinde olduğumuzu ve onu kâinattaki gelişmelerin dışında değerlendiremeyeceğimizi, kabullenme mecburiyetindeyiz. Kâinatta nasıl ki, bazı gelişmeler yavaş yavaş ve basamaklar şeklinde oluyor ve kanunlar o doğrultuda hareket ediyor, insanın olgunlaşma ve terakkisi de, aynı şekilde olacaktır. O ilerlemenin zembereği, esası ve prensipler mecmuası olan Kur’ân-ı Kerim de, işte bu esasa binaen 23 senede nâzil olmuştur.
        ——-
        İşte kölelik de bunlar gibi ruhlarına işlemiş olup,kökten kaldırılması için uygun zaman ve zemin oluşmadan hemen yasaklanıp kaldırılması da mümkün değildi,bu nedenle bir çok konuda olduğu gibi kölelik konusu da böyle olmuştur.
        ——
        KUR’AN’A GÖRE İNSAN YALNIZ ALLAH’IN KULU/KÖLESİDİR.

        Kuran`da belirtildiği üzere peygamberlerin bile köle edinme yetkisi yoktur. Allah`ın dışında, yani yaratılmış bir şeye kulluk-kölelik en büyük günahlardandır:

        Ali İmran Suresi
        79. Ayet: Allah`ın kendisine kitap, bilgi ve peygamberlik vermiş olduğu hiçbir kişinin kalkıp da insanlara: “Allah`ın yanı sıra bana da kul/köle olun” diyebilme yetkisi yoktur. Ancak: “Kitabı öğretmekte ve ders alıp vermekte olmanız sebebiyle Allah yolunun erleri olunuz!” der.

        Hud Suresi 2. Ayet: De ki, Allah`tan başkasına kul/köle olmayın! Ben size O`nun tarafından müjdelemek ve uyarmak için gönderilmiş bir peygamberim!

        Enbiya Suresi
        98. Ayet: ” Siz ve Allah`ın berisinden, kulluk/kölelik ettikleriniz, cehennem odunusunuz. Hepiniz oraya gireceksiniz. ”

        ‘’Son olarak, Muhammed, 4 te aslında ne yazdığını biliyorum. Kendi içerisinde birden fazla çelişki barındıran nadir örneklerden. İsterseniz sizin kendi mealiniz üzerinden tekrar yorumlamaya çalışırım, tabi benimle mealinizi paylaşırsanız! (sizden alıntı)

        MUHAMMED-4:

        ESİRLERİN KÖLE EDİNMESİNİ MUHAMMED-4.AYET KESİN BİR DİLLE YASAKLIYOR.

        Muhammed-4: “Ne zaman (saldıran) inkarcılarla (savaş anında) karşı karşıya gelirseniz ilkin, kontrol merkezlerini vurun/etkisiz hale getirin.Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, bağı sıkı tutun/sıkı güvenlik çemberine alın.Savaş sona erince ister karşılıksız,ister fidye/esir takası yaparak MUTLAKA (o esirleri) SERBEST BIRAKIN.” deniliyor.(Muhammed – 4)

        İşte bu ayette de ister karşılıklı/esir takası yapmak vb./ ister karşılıksız her iki durumda esirlerin mutlaka serbest bırakılması emrediliyor.Yani ESİRLERİ tutmak veya KÖLELEŞTİRMEK kesin bir dille yasaklanıyor.
        —————————————-

        Ayrıca Kur’an’da İslam, yani Allah’a teslimiyet; “yalnızca Allah’a köle olmak ve O’na kimseyi ortak etmemek” olarak anlatılmıştır. “Allah’a köle olun, sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur” ayet ifadesi, tüm peygamberlerce tekrarlanmıştır. İnsanların ve cinlerin yaratılış amacı; “Allah’a köle olmaktır” şeklinde özetlenmiştir.

        İsteyerek Allah’a köle olmak; insanın insana olan köleliğiyle karıştırılmamalıdır. Allah, köle olunmaya tek layık olan Sonsuz Yüce Rabb’dir. Kibir hastalığıyla malul olmayan sağlıklı bir insanı, O’na kölelik dışında hiçbir şey mutlu etmez.

        KUR’AN’DA’’ عبد – Abd’’
        عبد kökü ve onun farklı türevleri Kur’an’da 275 yerde geçmektedir. Nasıl ki Arapçada kadın köle-cariyenin karşılığı أَمَةٌ kelimesidir, Türkçedeki “erkek köle”nin Arapçadaki karşılığı da عبد kökünden gelen “abd”(عَبْدٌ) kelimesidir. Yani abd, “hür olmayan-köle” demektir.
        عبد kökünden gelen “abd”(عَبْدٌ), “abid”(عَابِدٌ ), “ibadet”(عِبَادَةٌ) gibi isimlerin ve “abede” (عَبَدَ) fiilinin anlamı hep köle, kölelik, köle olmak çerçevesindedir.

        “Dediler ki: ‘Kavimleri bize köle oldukları halde, bizim benzerimiz olan iki beşere mi inanacağız?'”
        [MUMİNUN(23)/47]

        23/47’de “abidun” kelimesi, İsrailoğullarının Firavun’a köleliğini anlatmak için kullanılmış. “Abede”; köle oldu fiilinden ismu fail yapılarak “köle olan” anlamına gelmiştir.
        “Minnet ettiğin o nimet, İsrailoğullarını köle kılmandan dolayıdır.”

        عبد “MERKEZİ KAVRAMLAR” VE BUHARLAŞTIRMANIN SONUÇLARI

        İslam, Kur’an’da tekrar tekrar “yalnızca Allah’a köle olmak ve O’na hiçbir şeyi şirk(ortak) koşmamak” ve “sadece Allah’a köle olmak O’ndan başka kimseye köle olmamak” ifadeleriyle anlatılmıştır. İnsanların ve cinlerin yaratılış amacı budur. Tüm peygamberlerin kavimlerine getirdikleri mesaj da budur. Bu merkezi kavramda anlam kaymasına sebep olacak kavramlara örnek olmak üzere aşağıda mealler verilmiş, yanlış kavramların üstü çizilmiştir.

        “Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana kulluk etsinler / ibadet etsinler / köle olsunlar diye yarattım.”
        [ZARİYAT(51)/56]

        “Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: “Benden başka ilah yoktur, Bana kulluk edin / ibadet edin / köle olun” diye vahyetmişizdir.”
        [ENBİYA(21)/25]

        “… Allah’a kulluk edin / ibadet edin / köle olun sizin için O’ndan başka bir ilah yoktur…”
        [A’RAF(7)/59, 65, 73, 85]

        Sizin Allah’tan başka ibadet ettikleriniz / kulluk ettikleriniz / köle olduklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın isimlendirdiklerinden başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi /ibadet etmemenizi / köle olmamanızı emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.
        [YUSUF(12)/40] (alıntıdır.)
        İşte bu ayetlerin hükmüne göre de insan yalnızca Allah’ın kulu ve kölesidir.

        Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın muhammed,

        Sevgili dostum, özellikle içki konusunda 1400 yıl önceden başlayıp günümüze kadar devam eden süreci kendi pencerenizden özetledikten sonra özellikle yeşilay vurgusu ile günümüzden de örnekleme yapmanız hoşuma gitti!

        Yani dediniz ki BİR ANDA terkedemeyecekleri bir kötü alışkanlıktan yavaş yavaş koparılarak o alışkanlıktan tamamen uzaklaştırılmaları sağlanmak istendi! Peki bu yavaş yavaş koparılma süreci sonunda mı yani bu alışkanlık tamamen yok olduğunda mı koşulsuz olarak yasaklanmasını sağlayan(!) emirler yüzlerine okundu?

        Yani içkinin yasaklanmasına dair hükümler indirildiğinde(!) içki alışkanlığı zaten bitmiş miydi? Merak ediyorum bu süreç sonucunda NEYE alışmışlar dı? İçki içmemeye mi?

        Sanırım günümüzün yeşilayının kurulmasını sağlayan kanunda 1400 yıl önce okunmuştu insanların yüzüne, o yüzden var!

        Bu kadar basit olmamalı! Resmettiğiniz tanrıya bakıyorum, insanları alıştırmadan emir vermiyor ya da veremiyor (ne insanlarmış) sanırsınız cehennemdeki ateşe atmadan öncede vücutları ALIŞSIN diye insanları saunaya sokacağını da vaad ediyor!

        Bakın konudaki diğer arkadaşa sorduğum şeyi daha detaylı olarak size de sorayım! Bu arkadaşların yani iman ettiğinizi söylediğiniz tanrınızın(!) ilk muhataplarının en kronikleşmiş sorunu ya da alışkanlığı içki içmek ya da kölecilik yapmak mıydı yoksa kronik ötesi sorunları başka tanrıya hatta başka BİR SÜRÜ tanrıya tapmaları mıydı? Hayatlarındaki en önemli alışkanlık putları vasıtasıyla taptıkları yüzlerce tanrı değil miydi? Peki onların yüzyılların mirası olarak benliklerine kazınan bu alışkanlıkları da sırf bir anda bırakamayacakları için (size göre tanrınız bu konuda oldukça anlayışlı) yine yavaş yavaş ya da alıştıra alıştıra mı kaldırıldı? Örneğin o yapıdaki putlar sırf yokluklarına alışabilsinler diye, tamamen değilde yılda bir tanesini kırmak süretiyle mi yok edildi?

        Mesela elinizdeki kitapta onlara ilkin (putları olan tanrılar) itiraz edilmedi de, kitabın tanrısı(!) sırf alışabilsinler diye doğrudan TEK tanrı olduğunu, kendisinden başka tanrı olmadığını SÖYLEMEDİ DE onların duruma alışacağı ana kadar GERÇEĞİ içinde mi sakladı?

        Sevgili dostum, sahi bu kitabı(!) gönderenin(!) esas amacı neydi, alıştıra alıştıra olacağını umduğu?

        Karşınızda çocuk olmadığını idrak edebileceğiniz günü yıllardır bekliyorum! Sanırım daha da bekleyeceğim!

        ‘’ESİRLERİN KÖLE EDİNMESİNİ MUHAMMED-4.AYET KESİN BİR DİLLE YASAKLIYOR.
        Muhammed-4: “Ne zaman (saldıran) inkarcılarla (savaş anında) karşı karşıya gelirseniz ilkin, kontrol merkezlerini vurun/etkisiz hale getirin.Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, bağı sıkı tutun/sıkı güvenlik çemberine alın.Savaş sona erince ister karşılıksız,ister fidye/esir takası yaparak MUTLAKA (o esirleri) SERBEST BIRAKIN.” deniliyor.(Muhammed – 4)’’ sizden alıntı

        Neme lazım ben diyanetin çevirisinide ekleyeyim de başka okuyan olursa iki çevirinin müthiş benzerliğini görebilsin!

        ‘’(Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hale getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin. Savaş sona erinceye kadar hüküm budur. Eğer Allah dileseydi onlardan öc alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.’’ Diyanet-Muhammed, 4’’

        Bakın mısranın başına hiç dokunmadan bazı yerlerini alalım ve üzerine konuşalım;

        ‘’Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, BAĞI SIKI TUTUN’’ sizden alıntı

        Burada BAĞI SIKI TUTMAK EYLEMİ esirin sahiplenilmesi (köle olarak) anlamına gelir! Sadece bağlayın denilse idi o an için esir olduklarını iddia edebilirdik! Ama burada bahsedilen şey ellerinin bağlanması değil boyunlarına ip geçirilerek (köleliğin emaresi) sıkı tutulmaları!

        ‘’Savaş sona erince’’ sizden alıntı

        Sevgili dostum hangi savaştan bahsediliyor? Bu ayet o anda yapılan bir savaşta yani cephede iki taraf birbirine kılıç sallarken sizin tarafınızın komuta merkezinemi indiriliyor(!)?

        Yoksa savaş derken geniş bir zamandan, yani sizin müşrik dediklerinizle içinde olunan savaş durumundan mı bahsediliyor? Hangi savaş ve ne zaman sona erecek?

        Ya sevgili dostum, güvenlik çemberi nedir ya? O ayeti duyan ilk muhataplar bunu mu anlamışlar gerçekten? O anlamamı gelmiş arapça bilen araplara?

        ‘’Savaş sona erince ister karşılıksız,ister fidye/esir takası yaparak MUTLAKA (o esirleri) SERBEST BIRAKIN’’ sizden alıntı

        Ne güzel yazmışsınız. Biraz önce boyunlarına geçirilen iple SIKICA bağlananlar (böylece kölelik hukuku oluştu) sonrasında ister ‘’FİDYE’’ (tanrıları (!) fidye almaya izin veriyorsa neden iplerini sıkıca bağladıklarından para kazanmasınlar) ya da ‘’TAKAS’’ yani elindekileriyle kendi elindekilerini değiştirmek isteyen (karşı taraftan) birileri OLMALI! Peki yoksa, ya da esir edilip boynundaki iple sıkılaştırılan sahibinin savaşa sürdüğü bir KÖLE ise! Bu durumda o köle karşılığında bir fidye alınamayacağı, sahibinin onun karşılığında zaten savaş ganimeti olarak köleleştirdiği başka birinide takas etmeyeceği düşünüldüğünde ne oluyor? Tabi ‘’İSTER’’ karşılıksız denmeseydi, yaralı, işe yaramaz ya da yaşlı esirlerinde beslenmeleri, barındırılmaları (bunlardan bir gelir veya fayda alınamayacağı açıkken) gerekebilirdi! Bu durumda kazanılan savaş sonucu 3 gün yağma(neyi yağmalıyorlar) hakkı verilenlerin hangi seçeneğe yöneleceğini tanrıları değilde siz biliyorsunuz öyle mi?

        Seçenekler ortada! Tanrıları onlara bırakın (savaştan bekledikleri ganimetleri) tüm esirleri hiçbir karşılık beklemeksizin diyor mu? Yoksa burada da alıştıra alıştıra mı diyorsunuz?

        Sevgili dostum sizin çeviriniz gayet açık, iplerinin sıkılaştırılması deyimiyle esirlerin statüsünün köleliğe geçirildiği, bunların önünde bu durumdan kurtulabilmek için kendileri için fidye ödenmesi ya da diğer tarafın esir (onlar içinde köle) aldıklarından biri ya da birileriyle TAKAS edilebilmeleri gerektiği açık(işe yarar durumda iseler)! Bu durumda karşılığında fidye ödenmeyip, başka biriyle takas edilmeyen esir BAĞI SIKI BAĞLANMASI hasebiyle artık bir KÖLEDİR! Geçmiş olsun!

        İşte bu ayet nedeniyle kölelik 1962 yılına kadar o topraklarda hayat bulmaya devam etmiştir! Yani sizin köleliği KESİN DİLLE KALDIRMIŞTIR dediğiniz ayet köleliğin yeni gelen din içinde hukuki temellere oturtulmasını sağlamıştır!

        Unutmayınız ki, ordular savaş yerlerine altınlarını, gümüşlerini taşımazlar! Savaş yerinde, savaşan insanlar, savaşılan aletler, atlar, develer olur! Bu durumda savaş sonucunda (o dönemde) en DEĞERLİ ganimetin adı ne olur?

        Hani Enfal,41 de beşte biri;

        ‘’mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.’’ Diyanet-Enfal 41

        Ya da Ahzab,50 de GANİMET olarak (bunlar İSTER karşılıksız bırakılabiliyorsa bu uygulamayı ilk kim yapmalıydı) VERİLENLER nedir?

        ‘’Allah’ın sana GANİMET olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları;’’ Diyanet-Ahzab 50

        ‘’(Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız HARİÇ, EVLİ KADINLAR (da size) haram kılındı.’’ Diyanet-Nisa 24

        Peki dostum sizin tarihinizde kayıtlara geçirilen ve özellikle Nisa,24 ile yapılabilir hale gelen ‘’Beni Mustalik, Evtas ve Hevazin’de esirleri köle ve cariye’’ olarak bizzat kendisinin peygamber olduğuna inandığınız tarafından dağıtılmasına yorumunuz ne olacaktır?

        Biliyorsunuz ben bunlara itibar etmem ama bu kayıtlar sizin inancınızın tarihinde kayıtlı benimkinde değil (bunları dikkate almayalım derseniz kabul ederim, ama sizde bir daha kullanmayacaksınız);

        ‘’1-Muhammed b. Abdirrahman b. Bünanî, Muhammed b. Ahmed b. Hamdan’dan, o Ebû Ya’la’dan, o Amr en-Nakıd’dan, o Ebû Ahmed Zübeyri’den, o Süfyan’dan, o Osman el-Bettî’den, o Ebu’l-Halil’den, o da Ebû Said el-Hudrî’den şöyle dediğini bize rivayet etti: “Evtas Gazvesi’nin olduğu gün kocaları olan esir kadınları ele geçirmiştik. Onlara mücamaatta bulunmayı çirkin bulmuştuk. Peygamber (s.a.v.)’e bunu sorduk da bu âyet nazil oldu. Biz de o kadınları böylece helal bulduk.” [Müslim; er-Rada’: 35, 35 mükerrer/1456 s. 1080, Tirmizi; Nikah: 11/32; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 120; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/509.]’’

        Bakın eğer doğruysa esir alanlar, esir aldıkları EVLİ kadınlarla MÜCAMAATİ çirkin buluyorlar ama bizzat tanrıları(!) HELAL olsun diyor!

        ‘’2-Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. el-Haris, Abdullah b. Muhammed b. Cafer’den, o Ebû Yahya’dan, o Sehl b. Osman’dan, o Abdurrahim’den, o Eş’as b. Sevvar’dan, o Osman b. Bettî’den, o Ebu’l-Halil’den, o da Ebû Said el-Hudrî’den bize şöyle dediğini haber verdi: “Rasulullah (s.a.v.) Evtas ahalisini esir alınca dedik ki: “Ey Allah’ın Rasulü, soylarını, kocalarını tanıdığımız esir kadınlarla nasıl mucamaatta bulunabiliriz?” Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.” [Müslim;er-Rada’:35, 35mükerrer/1456 s.1080, Tirmizi;Nikah:11/32.]’’

        ‘’3-Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim el-Farisî, Muhammed b. İsa b. Amraveyh’ten, o İbrahim b. Muhammed b. Süfyan’dan, o Müslim b. Haccac’dan, o Ubeydullah b. Ömer el-Kavarirî’den, o Yezid b. Zuray’dan, o Said b. Ebî Arube’den, o Katade’den, o Ebû Salih Ebû Halil’den, o Ebû Alkame el-Haşimî’den, o da Ebû Said el-Hudrî’den bize şu rivayette bulundu:“Rasulullah (s.a.v.) Huneyn Günü, Evtas Kabilesi’ne bir grup ordu gönderdi. Bu grup bir düşman birliğine rastlayıp onlarla savaştılar da onlara galip gelerek, kadın esirler elde ettiler. Rasulullah (s.a.v.)’ın Ashabı’ndan bir grup, müşrik kocalarından dolayı o esir kadınlarla münasebette bulunmaktan sakındılar. Allah Teala da bu âyeti indirdi,” [Müslim; Rada’: 33, 34/1456 s. 1079, Ebu Davud; Nikâh: 1132.]’’

        ‘’4-Ebu Saîd Hudrî’den Nesâî, Tirmizî, Ebu Davut ve Buharî rivayet etti. Ebu Saîd:Bize, Evtâs esirlerinden esirler isabet etti. Kadınların kocaları vardı. Biz onlarla birleşmeyi çirkin gördük, Nebî Aleyhisselâm’a sorduk., Nisa: 4/24 âyeti indirildi. Ancak Allah’ın sizin üzerinize Efa ettiği şeydir, biz onların ferclerini helal kıldık, buyurdu. [İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/183.]’’

        ‘’5-İbnu Abbas’tan (r.a.) Taberânî anlattı. İbnu Abbas (r.a.): Huneyn gününde indi. Allahü Teâlâ, Huneyn günü Müslümanlara fetih müyesser kılınca, ehli kitabın kadınlarından müslümanlara kadınlar isabet etti. Onların kocaları vardı. Bir erkek, kadınlardan biri ile olmak istediğinde, Kadın: Benim kocam var, derdi. Bundan Rasûlullah’a soruldu. Allahü Teâlâ, Nisa: 4/24 âyetini indirdi, dedi. [İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/183.]’’

        Hani siz bir zamanlar, cariyelik hizmetçiliktir onlar köle değildir diyordunuz ya! Sanırım Nisa,24 üzerinde çalışmaya başlamanız lazım!

        Ayrıca köleliğin olmadığı, tüm insanların tanrınız nezdinde eşit olduğu(!) bu dünyada, kendisiyle evlenilen cariyenin evlendikten sonra fuhuş yapması sonucu kendisine uygulanacak ceza neden HÜR kadına aynı suç için verilecek cezanın YARISI kadar uygulanır? Kölelik kalkmış ve herkes tanrısı nezdinde eşit olmamış mıydı?

  5. toro dedi ki:

    Sayın muhammed,

    Ben;

    ’O dönemden önce ve o dönemden sonra, insanların bir kısmı tanımlanırken özellikle de bir tanrı tarafından onlara KÖLE denilmiş mi, denilmemiş mi ? (demişim)

    Sizde buna karşılık;

    ‘’Peki o dönemden önce ve hatta sonra da KÖLELİK toplumların kronikleşmiş bir sorunu değil midi?’’ sizden alıntı

    diyorsunuz!

    Sevgili dostum, o dönem kölelik kim için kronik bir sorundu, köle sahipleri için mi, köleler için mi? Köle sahipleri, para verip aldıkları veya para verip sattıkları, her işte kullanabilip ayrıca savaşa sürebildikleri kölelere sahip olmaktan rahatsızlar mıydı?

    Aksine, dönemin en önemli gelir kaynaklarındandı! Ama sizi kırmakta istemem! Diyelim ki sizin dediğiniz olsun yani kölelik düzeni o gün için o toplumun KRONİKLEŞMİŞ bir sorunu olsun! Peki kölelik düzeninin KRONİKLEŞMİŞ bir sorun olmasının şiddeti, içki, kumar ve falın KRONİKLEŞMİŞ birer sorun olmasının şiddetinden daha mı aşağıdadır!

    Daha mı önemsizdir ki, diğerleri açıkça HARAM ilan edilirken KÖLELİK için laf sürekli evelenip, gevelenir?

    Biz kölelik konusunda sizinle ilk defa münazara yapmıyoruz! Ama ben her defasında size, bana elinizde tutup iman ettiğiniz kitaptan KÖLELİK düzeninin kesinlikle yasaklanıp, haram sayıldığına dair sözleri benimle paylaşın, demekten sıkıldım!

    Oysaki, içki,kumar ve fal kesinlikle yasaklanmış ve haram edilmişmidir desem hemen Maide-90,91’i gösteriyorsunuz ve sonra devam ediyorsunuz;

    ‘’O gün kronikleşmiş olan kölelik sorununa gelince, kur’an önce mevcut toplumu iman etmeye,eğitmeye,bilinçlendirmeye çalışarak söz konusu köleliği ortadan kaldırmaya zemin hazırlıyor’’ sizden alıntı

    Yani iman ettiğiniz tanrı içki, kumar ve falı (kronikleşmiş sorunu çözmek için eğitmeden, bilinçlendirmeden dolayısıyla onların kaldırılmasına zemin hazırlamadan) koşulsuz olarak kaldırırken (yap der yapmalısın, yapma der yapmamalısın) iş kölelik konusuna gelince,

    ‘’mevcut toplumu iman etmeye,eğitmeye,bilinçlendirmeye çalışarak söz konusu köleliği ortadan kaldırmaya ZEMİN’’ sizden alıntı

    yaratmaya mı uğraşmış, diyorsunuz?

    Sevgili dostum,

    Yap der yaparsın, yapma der yapmazsın, savaş der savaşırsın, savaşma der savaşmazsın, git der gidersin, gitme der gitmezsin! O yüzden O tanrı biz ise kuluz diyorsunuz!

    Sonrada çıkıp bana önce eğitip, bilinçlendirir sonrasındada kaldırır demeye çalışıyorsunuz!

    Lütfen benimle önce, hakkında eğitip, bilinçlendirdiği ve sonrasında doğru zemin oluştuğunda koyduğu kurallara ait başka örneklerde verirmisiniz?

    ‘’Eğer kur’an köle edinmeyi emretseydi veya teşvik etseydi,o zaman köleliği meşrulaştırma ve icat etme anlamına gelirdi..Ama kur’an da buna dair en üfak bir işareti bulamıyoruz,bilakis tam tersini buluyoruz.’’ Sizden alıntı

    Değerli arkadaşım, zaten var olan düzeni yasaklamazsanız, sonlandırmazsanız o düzen varlığını tabiki devam ettirir! -Köle satınalmayın ya da köle satmayın ya da tüm köleleriniz BENİM TARAFIMDAN AZAD EDİLMİŞTİR- diyemeyen bir tanrı nezdinde kim hangi zorunlulukla ederi para olan KÖLELERİNİ azad edip KÖLECİLİK düzenini bitirsin?

    Sevgili muhammed,

    Emevi hanedanı tarafından bugüne taşınmış dinizin içindeki uygulamalardan hangilerinin yine emeviler tarafından saptırıldığını ya da hangilerinin korunarak dosdoğru size ulaştırıldığını nereden biliyorsunuz? Emeviler bütün sisteme egemen olurken ortaya çıkan bir paralel yapı inancınızın aslını onların dezenformasyonundan koruyarak bu güne yani size taşıdı mı demeye çalışıyorsunuz!

    Ortalık matbaadan geçilmiyordu, kitap üstüne kitap basılıp insanların emeviler yüzünden yanlış bilgilenmeleri önleniyordu mu diyorsunuz?

    Son olarak, Muhammed, 4 te aslında ne yazdığını biliyorum. Kendi içerisinde birden fazla çelişki barındıran nadir örneklerden. İsterseniz sizin kendi mealiniz üzerinden tekrar yorumlamaya çalışrım, tabi benimle mealinizi paylaşırsanız!

    • mustafa dedi ki:

      selamun aleykum toro kardesim,
      Yazdigin metni okudum ve ne yazik ki benim yazdiklarim arasinda bir baglanti goremedim.Bu benim hatamdir belki anlayamamisimdir. Ama, ben genel olarak cariyeligin toplumsal rolu ve etkisi hakkinda AKIL yuruttum ve vardigim sonuclari paylastim.Bu yuzden benim argumanlarimla sizin yaziniz arasinda bir baglanti oldugunu zannetmiyorum.
      Bence tartisma gorusler uzerinden olursa-veda hutbesi ornegi- hem okuyana hem de bize daha yararli olur. siz de biz de hakikate ulasiriz. Muhammed gercekten BILIMSEL-etimolojik olarak- cok guzel bir aciklama yapmis.
      ————————————————————————————————————————
      Bu kismi anlamayamadim!!!!!!!!!
      Sanırım sizde bazıları gibi 1400 yıl öncesinin dünyasını 1400 yıl sonrasının romantizmiyle hayal etmeye dolayısıyla da okuduklarınızı bu hayallerin motivasyonuyla gerçek saymaya çabalıyorsunuz!

      Galiba benim Irakli KADIN mitletvekilinin yasa onerisi ile Islam`daki cokeslilik arasindaki analojime atif yapiyorsunuz.Benim fikrim bu var olan sorun icin bir cozum. Bu noktada size bir sorum var bunu tartismak veya sizi hor gormek icin sormuyorum.Lutfen yanlis anlamayin.
      Siz, inandiginiz veya sizin inancinizi temsil eden kesim veya yaptigiyla sizin onayinizi alan grup veyahut kisiler bu kadinlar icin ne yapti? ne cozum uretti? Lutfen bilgilendirin bizde aydinlanalim.Bu sorunu siz nasil hallettiniz savas olan bolgelerde?

      Zaten kuranin benim gozumdeki en buyuk mucizesi bahsettiginiz 1400 yil onceki bakis acisinin bugume isik tutmasidir.Bununla ilgili sayisiz ornek verebilirim.ornek verebilirim.
      Ogrenme ve sabir—-Hz. Musa(a.s)- Hizir a.s(kehf suresi)
      Calismanin onemi- Necm suresi, cuma suresi
      Yaptigin isi guzel yapma- bakara suresi
      daha niceleri bunlar benim bir cirpida aklima gelenler. Subhanallah.

      Zaten sorun bu gorusu icsellestirememektir.Cok basit bir akil yurutmeyle bu noktaya ulasabiliriz.Musluman ulkelerin en cok sikinti yasadigi alan cok-eslilik, kolelik veya veda hutbesinin icerigi degil YOLSUZLUKTUR. Cumle alemde bunun Islam`a aykiri oldugunu bilir.

      Makale aydinlatici olabilir.

      Each Muslim country needs to engage in effective jihad against corruption.
      https://www.huffingtonpost.com/entry/corruption-in-muslim-countries_us_59ce497de4b0f58902e5cb70

      ————————————————————————————————————————

      Bu kismi da anlamayamadim!!!!!!!!!

      Lütfen sırf savunacağım diye kendi argümanlarınızı dininizin orjinal beyanı dolayısıyla tanrınızın size hitabı olarak sunmaya tevessül etmeyiniz!

      Bu cumleyi aciklar misiniz? Samimiyetle soyluyorum anlamadim? Kendi yazimida okudum ama Allah`in bana veya muslimanlara hitabi gibi bir sey yazmadim. Ne demek istediniz?

      Not:Icki yasagida kosulsuz olmamistir. Hz.Ayse annemizin hatta ` eger sarap ilk islam peygember efendimiz tarafindan aciklandiginda yasaklansaydi kimse musluman olmazdi` seklinde beyani vardir. Bilginize.

      Selametle

      • toro dedi ki:

        Sayın mustafa,

        Olaya hala romantik yaklaşıyorsunuz! Bakın eğer bir sonuç problem olmaya başlıyorsa insanların bu konuda kendi yararlarına çözümler üretmesinden doğal bir şey yoktur. Ama çözümlerin ilahi bir dinden geldiği söyleniyorsa bu durumda o çözümlerin tüm insanlar arasında uygulanabilirliğine bakarız! Ayrıca ben kişisel olarak her toplumun kendi coğrafyalarındaki çevre koşulları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yaşam koşullarına göre kendi ahlak kurallarını dizayn ettikleri bilirim! Üstelik bu benim tarafımdan eleştiri konusu yapılmaz taki o koşullar tüm insanların koşullarıymışcasına o ahlak kurallarınında tüm insanların ahlak kuralları yapılmaya çalışılmasına kadar!

        Siz, inandığınız dinin ortaya çıktığı bölgede var olan sistem üzerinden geleceğin de dizayn edildiğine inanmıyor musunuz?

        Bu durumda ben var olan sistemin (kölelik, cariyelik) hiç kaldırılmamış, kaldırılmaya teşebbüs bile edilmemiş bir sistem olduğunu söylemeyeyim mi?

        Bana RİVAYETLERDEN yaptığınız örneklemelerle yol göstermeye çalışıyorsunuz dolayısıyla bizzat kendiniz o rivayetlerden yol buluyorsunuz!

        Sevgili dostum, burada defalarca yazdım! Sizin inancınızın kitabı bile onu toplayan kurula bizzat getirilen ve her ayet için kendine peygamber diyenin ağzından çıktığına şehadet veren 2 şahitle yazılmış!

        Sizin inancınızın yardımcı kaynağının rivayetler olduğunu size kim söylüyor, iman ettiğinizi söylediğiniz dolayısıylada hiç atlamadan tamamını kuduğunuza inanmamız gereken kitap mı?

        Evet romantiksiniz! Çünkü kendi topraklarında, kendi dilleriyle tanrılarından çağrı alan(!) bu çağrıyı bu güne kadar taşıyıp uygulayan(!) bu sürenin yaklaşık 1300 senesi boyuncada kölelik ve cariyelik sitemini devam ettirenlerden daha iyi biliyorsunuz o inancı! Ve onu uygulama şiddetlerini!

        Ben inancım değilde bakışım gereği, herşeyin arkasına görmeye çalışırım! Sizin veya çoğunluğun ya da herkesin doğru dediklerine doğru, yanlış dediklerine yanlış demem! Tabi bu ayrı bir münazaranın konusu.

        ‘’Zaten kuranin benim gozumdeki en buyuk mucizesi bahsettiginiz 1400 yil onceki bakis acisinin bugume isik tutmasidir.Bununla ilgili sayisiz ornek verebilirim.ornek verebilirim.

        Ogrenme ve sabir—-Hz. Musa(a.s)- Hizir a.s(kehf suresi)
        Calismanin onemi- Necm suresi, cuma suresi
        Yaptigin isi guzel yapma- bakara suresi
        daha niceleri bunlar benim bir cirpida aklima gelenler. Subhanallah.’’ Sizden alıntı

        Bu durumda Japonların veya isterseniz sayabileceğim diğer bazı uluslarında gizli gizli sizin inancınıza inandığını mı düşünmeliyiz?

        Düşünün, bir topluma tanrı dokunmuş(!), konuşmuş(!) onlarla ve kurallarını vermiş(!) (sizin örnekledikleriniz) ama onlar her mesleğin bir tanrısı olduğuna (şintoizm) inanan, nüfusunun çoğunluğu da şuan hiçbir tanrıya inanmayan Japonlar kadar yapamıyor tanrılarının onlara yapın deyip ayrıca nasıl yapmaları gerektiğini de ayrıca söylediklerini!
        Bu durumda benim gibiler, sizin gibilerin argümanlarıyla karşılaştığında sormadan edemiyor, japonların bu kadar iyi anladığı(!) arapçayı araplar neden anlayamıyor ya da onların çoğrafyadaki komşuları!

        O yüzden romantiksiniz diyorum! Çünkü olmamış üzerinden olmuş gibi yorumlar yapıyorsunuz!

        Diyorsunuz ki;

        ‘’Not:Icki yasagida kosulsuz olmamistir. Hz.Ayse annemizin hatta ` eger sarap ilk islam peygember efendimiz tarafindan aciklandiginda yasaklansaydi kimse musluman olmazdi` seklinde beyani vardir. Bilginize.’’ Sizden alıntı

        Bakın yukarıdaki not sizin! Yine rivayet diyorsunuz! Üstelik iman ettiğinizi söylediğiniz tanrınızı ne hale düşürdüğünüzü görmeden! Yani diyorsunuz ki, her birinin içinde tahminen 100.000.000.000 yıldızın olduğu, 100.000.000.000 galaksiden oluşan bir evreni yaratan tanrımız, mesajını gönderdiği insanların suyuna gitti bir süre! Hatta putlarınında hepsini bir anda değilde sırf onlar alışabilsin diye yılda birini kırdırdı!

        Sevgili dostum, eğer tanrı olsaydınız ve size gerçekten inanıp tapacak insanları arasaydınız onların suyunamı giderdiniz? Önlerine cennet ve cehennem seçeneği koyduğu insanların (yoksa biz zeusun yarattığı insanlarmıyız, o yüzdenmi usulca başka tanrıya çekiliyoruz) suyuna gitme zorunda hisseden bir tanrı!

        Sırf bilgi olsun diye söylüyorum. Sizin o atıfta bulunduğunuz rivayetlere göre içkinin tasaklanmasını sağlayan kişi sonrasında 2.Halife olacak olan kişidir! O rivayetlere göre onun şikayetlerinden önce böyle bir girişim (yasaklanmasına dair) gerçekleşmemiştir! Sanırım bu durumda bir süre suyuna gitme tekniği değilde, o kişinin isteklerini kırmama tekniği kullanılmış olabilir!

        Bu arada rivayetine alıntı yaptığınız kişi Camel savaşında kendisine peygember diyene İLK inanan (bazı rivayetlere göre 2.inanan) ve sonra 4.halife olacak kişiye karşı emevi hanedanının (kaybettikleri iktidarı yeniden ele geçiriyorlar) yanında bayrak açan kişi mi? Bu ayrılık sonucunda yapılan çatışmalarda kaç kişi ölmüş olabilir sizce?

        Sevgili dostum, yukarıda yazdıklarım sizi incitmek için yazılmadı! Ama inanılmayan ya da sizin varlığına iman ettiğiniz tanrı tarafından inandırılamayan birinin meramını doğru şekilde anlatabilmesinin de yolu pek yok! Ayrıca inanma halinize en az kendime duyduğum kadar saygı duyuyorum!

        Ama konu sizin derdinizi anlatmanız ya da bir sorunu çözmeye çalışmak adına fikir üretmeniz değildir! Bunu bir tanrıya veya bir inanca dayandırarak yapmanızdır! O istediği için ya da o istiyor diye yapıyor olmanızdır! Yani yapmak için onun ödülüne ya da cezasına muhatap olmak zorunda olduğunuzu hissettirmenizdir, beyanlarınızda ve eylemlerinizde!

        Ama doğru ona doğru diyenler olduğu için doğru değildir! Doğru onun doğru olduğu kanıtlandıktan sonra doğru olur! Geriye kalanlar ise sadece RİVAYETLERDİRİLMİŞ tevatürlerdir!

    • muhammed dedi ki:

      Sayın Toro,

      -Yani içkinin yasaklanmasına dair hükümler indirildiğinde(!) içki alışkanlığı zaten bitmiş miydi? Merak ediyorum bu süreç sonucunda NEYE alışmışlar dı? İçki içmemeye mi? (sizden alıntı)

      Sevgili dostum,içkinin yasaklanmasına dair hükümler indirildiğinde içki alışkanlığı zaten bitmişti diyen yok ki! Ama İnançlı bir toplumun meydana gelmesiyle,elebette inanan kesim bu alışkanlığı bırakma aşamasına gelmişti, yani yasak için uygun zaman ve zemin oluşmuştu.İşte bundan sonra,kur’an kesin bir dille içki vs.yasaklıyor,tabiki bu yasağa uyanlar sadece müminlerdir, inanmayanlar,müşrikler vs.değil.
      ———————————————-
      -Bu kadar basit olmamalı! Resmettiğiniz tanrıya bakıyorum, insanları alıştırmadan emir vermiyor ya da veremiyor (ne insanlarmış) sanırsınız cehennemdeki ateşe atmadan öncede vücutları ALIŞSIN diye insanları saunaya sokacağını da vaad ediyor!(diyorsunuz)

      Bakınız, inandığımız Allah dileseydi,insanlara vermiş olduğu özgür iradeyi ellerinden alarak kerhen onları kendine inandırmaya,boyun eğdirmeye ve bütün isteklerini onlara yaptırabilirdi.Yani insanı bir robot gibi yaratıp,onu istediği yöne yönlendirebilirdi. Ama o zaman insan kendi iradesiyle inanan, düşünen ve hareket eden bir valık olmaktan çıkıp,sorumluluk bilincine sahip olmayan diğer canlı türleri gibi olurdu? Yani insanın diğer canlı türleriniden bir farkı kalmazdı.Eğer ki insan kendi iradesiyle inanıp düşünemiyor ve iradesiyle hareket edemiyorsa,hiçbir konuda sorumlu da olmaması ve dolayısıyla imtihana da tabi tutulmaması gerekirdi.
      Ama Yaratıcı insanın böyle biri olmasını istemedi,onu diğer yaratıklarından ayrı bir kıvam ve özelliklere sahip yapmıştır,şöyle ki;
      Yüce Allah evrende canlı ve cansız birçok varlık yaratmıştır. Allah’ın yarattığı canlı varlıklardan biri olan insan da, diğer canlılar gibi doğar, beslenir ve büyür. Her canlı gibi insanda ölümlüdür. İnsanı diğer canlılarla karşılaştırdığınızda birçok farklı özelliğinin olduğunu anlarız.
      İnsan akıllı,düşünen, bilen, irade sahibi, özgür, sorumlu ve inanan bir varlıktır. Bütün bu özelliklerden dolayı insan diğer canlılardan farklı ve Allah’ın yarattığı varlıklar arasında seçkin bir yere sahiptir. Kur’anıkerim’de geçen “Biz, gerçekten insanoğlunu çeşitli ayrıcalıklarla donattıp değerli kıldık”(İsra suresi -70) ayeti insanın üstün ve değerli bir varlık olarak yaratıldığını belirtmektedir.

      Bu nedenle eski inanç,huy ve alışkanlıklarını kaldırmak için elbette insanı bir inanç ve eğitim sürecinden geçirmek gerekir,yoksa verimli bir neticeyi almak pek mümkün değildir.Yani yaratıcı insana vermiş olduğu özgür iradesini elinden alıp zorla ona bir şey yaptırmaz,(onu zorla içiki vs.den uzaklaştırmaz) eğer böyle bir şey yaptırsaydı,o zaman yaptıklarından sorumlu tutmazdı!

      Peki ayetlerin inmesine ve tebliğin yapılmasına rağmen daha önce putlara tapıp müslüman olanlar hemen müslüman olup putlara tapıcılığı bıraktılar mı? Bunlar da bir süreçten geçmediler mi? Hatta Mekke fethine kadar bile bir çok kimse müşrik olup putlara tapıyordu.Demek ki,şirk inancı dahil,içki alışkanlığı vs.bütün bunlar hemen bırakılmamış, belki uzun bir uğraş ve mücale sonunda terk edilmeye başlamıştır…
      Sevgili dostum,elbette ki ilk inen ayetler tek ilah inancı üzerinde durmuştur,çünkü önemli olan yanlış inançları ortadan kaldırıp tevhid inancını yerleştirmektir,içki vs.diğer helal, haram ve farzlar ise iman karşısında ikinci plandadır. Yani önce iman/inanç sonra amel gelir.Çünkü bir insan Allah’a inanmadan onun emirlerini yerine getirmesi düşünülebilir mi? İşte ilk önce kur’an tevhid inancı üzerinde durmuştur….
      Umarım bana ve diğer arkadaşlara sorduğunuz sorunun yanıtını da böylece almış oldunuz.
      ———————————————–
      Neme lazım ben diyanetin çevirisinide
      ekleyeyim de başka okuyan olursa iki çevirinin müthiş benzerliğini görebilsin! (diyorsunuz)

      Eğer bundan maksadınız Muhammed-4.ayetle ilgili mealin tümünün benim tarafımdan yazılmaması is, bunun sebebi şudur. Münazaramız sadece esirlerin konumu üzerinde olabileceğini düşündüğüm için bu kadarıyla yetinmek istedim. Ama bu da hatadır,yine de hepsini yazmam gerekirdi.
      ——————————————-
      Bakın mısranın başına hiç dokunmadan bazı yerlerini alalım ve üzerine konuşalım;
      ‘’Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, BAĞI SIKI TUTUN’’ benden alıntı
      Burada BAĞI SIKI TUTMAK EYLEMİ esirin sahiplenilmesi (köle olarak) anlamına gelir! Sadece bağlayın denilse idi o an için esir olduklarını iddia edebilirdik! Ama burada bahsedilen şey ellerinin bağlanması değil boyunlarına ip geçirilerek (köleliğin emaresi) sıkı tutulmaları! (sizden alıntı)

      ’Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, BAĞI SIKI TUTUN’’ demekle maksat, ‘’onlara üstün gelip esir alabildiklerinizi sıkı tutun ki,düşman tarafına kaçmasınlar ve toparlanıp tekrar saldırya geçmesinler diye onları güvenli bir yerde tutup kaçmalarını önlemektir.Bu durum ise hersavaş geçerlidir.Ama hangi savaş olursa olsun savaşın bitmesi durumuda ESİRLERİN MUTLAKA SERBEST BIRAKILMASI GEREKİR’’ mesajı çıkıyor.Yani bu ayet bütün savaşlara vurgu yapıyor,belli bir savaşa değil.

      Ayrıca bu konuda sizin gösterdiğiniz diyanetin meali de böyledir,benimkine inanmaya bilirsiniz,ya kendinize referans olarak aldığınız diyanet mealine ne dersiniz? işte orada da‘’SERBEST BIRAKIN’’ deniliyor.

      Peki bu esirler köleleştirilecekse,neden‘’ONLARI SERBEST BIRAKIN’’ diyor? Eğer köleleştirilmeleri söz konusu olsaydı,mutlaka onları serbest bırakın denilmezdi!
      İşte hangi savaş olursa olsun,o savaşın bitiminde esirlerin ya karşılıklı/esir takasları vb.ile ya da karşılıksız bırakalması gerekir.Yani ister karşılık olsun ister olmasın her iki durumda da esirlerin serbest bırakılması zorunludur.Yani karşılık olmadığından serbest bırakmayız diyemezler.Çünkü ayet mutlak surette serbest bırakılmalarını istiyor.
      ——————————-
      Sevgili dostum hangi savaştan bahsediliyor? Bu ayet o anda yapılan bir savaşta yani cephede iki taraf birbirine kılıç sallarken sizin tarafınızın komuta merkezinemi indiriliyor(!)?
      Yoksa savaş derken geniş bir zamandan, yani sizin müşrik dediklerinizle içinde olunan savaş durumundan mı bahsediliyor? Hangi savaş ve ne zaman sona erecek? (diyorsunuz)

      Bu ayet genel olup bütün savaşların esirleri için geçerlidir,ama savaşın bitmesi ise,o anki savaştır.Çünkü daha sonra savaş olup olmayacağı malum değildir. Bu nedenle o anki savaş bitince esirlerin serbest bırakılması süreci de hemen başlıyor.Yani başka bir savaşın olup olmayacağına bakılmayacak.
      —————————————————
      Ya sevgili dostum, güvenlik çemberi nedir ya? O ayeti duyan ilk muhataplar bunu mu anlamışlar gerçekten? O anlamamı gelmiş arapça bilen araplara? ‘’sizden alıntı’’
      Güvenlik çemberi hem onlara kimsesnin zarar verememesi,hem de kaçmalarını önlemektir.Tabiki onların da bunu anlayabilmeleri gayet doğaldır.
      ———————————————–
      Ne güzel yazmışsınız. Biraz önce boyunlarına geçirilen iple SIKICA bağlananlar (böylece kölelik hukuku oluştu) sonrasında ister ‘’FİDYE’’ (tanrıları (!) fidye almaya izin veriyorsa neden iplerini sıkıca bağladıklarından para kazanmasınlar) ya da ‘’TAKAS’’ yani elindekileriyle kendi elindekilerini değiştirmek isteyen (karşı taraftan) birileri OLMALI! Peki yoksa, ya da esir edilip boynundaki iple sıkılaştırılan sahibinin savaşa sürdüğü bir KÖLE ise! ’’ sizden alıntı’’

      Bakınız,ayette geçen ‘’…bağı sıkı tutun…’’demekten maksat boyunlarına ip felan geçirmek değildir,belki bu ifadeden maksat,kaçmalarını önlemek için sıkı bir güvenlik çemberine alınmalarıdır.

      Bu emrin muhatabı da fertler değil,belki toplumun otoritesi olan devlettir. Ayrıca ayetin mesajı genel olup,bütün esirleri kapsamakatadır. Bu ndenle karşılıksız bırakmayı yaralılara maünhasır etmeniz gerçekten anlaşılacak gibi değildir. Zira ayette ‘’size külfet olacak yaralı esirleri karşılıksız,diğerleri ise karşılıklı bırakın! ‘’denilebilirdi.Niye böyle denilmemiş? Demek ki ayetin mesajı genel olup bütün esirleri kapsmaktadır.
      ————————————————-

      Seçenekler ortada! Tanrıları onlara bırakın (savaştan bekledikleri ganimetleri) tüm esirleri hiçbir karşılık beklemeksizin diyor mu? Yoksa burada da alıştıra alıştıra mı diyorsunuz? (sizden alıntı)

      Ayete geçen‘’FİDAEN’’kelimesinden maksat sadece‘’ESİR TAKASI’’yapılmaktır.
      Bakınız,ben burada ganimet veya maddi bir çıkar görmüyorum,buradaki feda/karşılıklı/ kelimeden maksat sadece esir mübadelesidir. İşte aşağıdaki Arapça lügatında esirler konusunda kullanılan ‘’FİDAEN’’ kelimesi,esir mübadelesi olduğunu net bir şekilde yazılmaktadır.

      فادَاهُ الأسْرَى عنده : حَرَّرَهُم مقابلَ تحريرِ مثلِهم من الأسرى عند عَدُوّه
      Bkz: (تعريف و معنى فداء في معجم المعاني الجامع)

      Mu’cemul Meani Lügatinin Arapça metni şöyledir:

      ‘’Fadahul esra indehu,harrarehum mukabile tahriri mislihim minel esra inde aduvvihi’’
      Yani ‘’ Düşmanın yanındaki esirleri serbest bıraktırmak için,elindeki esirleri fidye verdi..’’

      İşte buradaki ‘’fidye,esir takası yapılmaktan başka bir şey değildir.Bu nedenle o karşılıklı ifadesinden maksat sadece esir takası yapmaktır.
      Aşağıdaki metinde de ayette geçen‘’fidaen’’ esir takası olup,bunun mal vs.ile hiçbir ilgisi yoktur deniliyor.

      ـ ويتضح هنا أن الافتداء بالمال ممنوع ، وهناك أنواع أخرى للافتداء مثل تبادل الأسرى أو تبادل المنافع ، وفى كل الأحوال فالأسير يطلق سراحه مجانا أو بالفدية .
      —————————–
      İşte bu ayet nedeniyle kölelik 1962 yılına kadar o topraklarda hayat bulmaya devam etmiştir! Yani sizin köleliği KESİN DİLLE KALDIRMIŞTIR dediğiniz ayet köleliğin yeni gelen din içinde hukuki temellere oturtulmasını sağlamıştır! ‘’diyorsunuz’’

      Evet,ayet kesin bir dille köleliği yasaklamıştır,bu yüzden hz.peygamber döneminde ne onun,ne de bir sahabenin elinde köle vardı.Fakat vefatından sonra emevler zorla yönetimi ellerine geçirince tesis ettikleri monarşi rejimiyle birlikte kölelik te yeniden başladı. Yani bunun sorumlusu ne kur’an dır,ne de islamdır. Bugünkü monarşi Suud rejimi bile onun devamıdır. Hz.peygamber döneminde o ülke ve bölgenin adı HİCAZ iken,bunlar Suudi Arabistan olarak değiştirdiler.Bunların islamla ve kur’an la ne alakaları var?
      Ayrıca bu ülkede kölelik 1962 yılına kadar devam etmişse,Avrupa da yakın çağımıza kadar kölelik devam etmiştir.
      ———————————————————————
      Hani Enfal,41 de beşte biri;
      ‘’mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.’’ Diyanet-Enfal 41 ‘’sizden alıntı’’

      Enfal-41.ayette meşru müdafaa savaşı sonunda ele geçen ganimetlerin nasıl,ne kadar ve nereye harcanacağına dair hüküm veriliyor.
      Buna göre,ganimetlerin 1/5’i altı pay yapılır ve bu paylardan her biri aşağıdaki gibi dağıtılır.

      a) Allah içindir.Yani Allah için,ammenin,kamu hizmetinin vb.yerler içindir.
      b) Allah Resulu içindir.Yani Allah reslu islam devletinin başkanı sıfatıyla uygun gördüğe yerlere harcama yetkisine sahip olur.
      c) Elçinin fakir ve yoksul akrabaları içindir. Çünkü diğer müslümanlara zekatten pay verildiği halde,Allah Resulunün yoksal akrabalarına zekat geçmediği için ganimetten bir şey gelseydi onlara da bundan verilirdi.
      d) Toplumun yetimleri içindir,
      e) Toplumun yoksul, fakir ve işsizleri içindir,
      f) Memleketinden uzak kalmış yolcu,yabancı ve garibanlar içindir.
      g) Kalan ganimetlerin 4/5’ü ise halk için toplumun (devletin) bütçesine girer.

      Yani bunda ne var? Burada hz.peygamber kendine bir şey almıyor ki! Belki devlet başkanı sıfatıyla uygun yerlere harcıyor.Bu da ganimetin 1/5’i değil,belki, 1/5’nin beşte biridir.
      Mesela: Bin lira elde edilmişse,bunun 1/5’i 200 lira eder. İşte sadece bu iki yüz liranin taksimati ayete geçenlere yapılır. Buna göre: 5/ 200 = 40 lira eder. Ki bu da hz .peygamberin islam devlet başkanı sıfatıyla uygun gördüğü yerlere harcamasını yapar. Diğer geri kalan 800 lira ise,halk için devletin bütçesine girer. Zaten sizin de belirttiğiniz gibi savaşa giden kendisiyle para,altın vs.götürmez ki!
      —————————————————
      Ya da Ahzab,50 de GANİMET olarak (bunlar İSTER karşılıksız bırakılabiliyorsa bu uygulamayı ilk kim yapmalıydı) VERİLENLER nedir?
      ‘’Allah’ın sana GANİMET olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları;’’ Diyanet-Ahzab 50 (sizden alıntı)

      Bakınız Ahzab 50.ayet ne ganimetlerle,ne cariye ve esirlerle,ne de bunlarla yapılacabilecek bir evlilikle uzaktan ve yakından hiçbir alakası yoktur.Çünkü, bunlar Medine’ye göç edip,himaye ve bakıma muhtaç olan kimsesiz bir kısım muhacirlerdir.Bu ayetin hükmü gereği ise,hz.peygamber bunların himayesini üstlenip tüm ihtiyaçlarını karşılamakla mükllef tutuluyor ve böylece bunların sorunları çözülüyor. Zaten ayette geçen ( انا احللنا لك ) ‘’ inan ahlelna leke…’’ mevcut meallerde yapılan yanlış çeviri ile ‘’….bunları sana helal kıldık..’’şeklinde değildir,belki doğru çevirisi şöyledir.‘’Bunların sorunlarını sana çözdük…’’ şeklindedir.Çünkü bu ayetteki (احللنا) fiili, Arapçada (احلل- يحلل – تحليل )‘’ahlele-yuhlilü-tahlil’’kökünden türemiş olup,Türkçeye de ‘’tahlil’’ diye geçmiştir.Yani bunun anlamı bir şeyi helal kılmak değil,belki var olan bir SORUNU ÇÖZMEKTİR.

      Mesele: Hz Musa ( واحلل عقدة من لساني )-(Taha suresi 27) ‘’ Vahlul ukdeten min lisani‘’Yni ‘’Ey Rabbim,dilimdeki/konuşmamdaki sorunu ÇÖZ ‘’diye yüce Allah’a yalvardığı gibi. Yani Arapçada ‘’ HELAL kılmanın’’ karşlığı (احل ) ‘’ehalle’’dir.

      Ayrıca: ( احلل الله البيع وحرم الربي )—(Bakara suresi-275) ‘’ehallellahul bey’e ve harremer riba’ yani ‘’Allah alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır’’şeklindeki (احل )‘’ehalle’’halal kılmaktır.
      Yani bu ayetle ilgili mevcut mealler çok hatalıdır.
      ————————————————-
      ‘’(Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız HARİÇ, EVLİ KADINLAR (da size) haram kılındı.’’ Diyanet-Nisa 24 (Gösterdiğiniz meal)

      Bir kere bu vb.mealler yanlış olup savaş esirleri veya cariye ifadeleri bu ayette asla yoktur.

      Nisa -24.Ayetin doğru meali şöyledir.

      Nisa-24: Ve meşru şekilde (nikah yoluyla) sahip olduklarınız (eşler) dışında bütün evli kadınlar da.(size haramdır) Bu,üzerinize farz olan Allahın buyruğudur. Bunların dışında kalanlar (nikahı haram olan yakın akraba ve evli olmayan kadınlar), kendilerine mal varlığınızdan (bir kısmını) vermeniz ve gayri meşru bir ilişki ile değil de evlilik bağı yolu ile meşru şekilde almak kaydıyla size helaldir. (Nikah ederek) yararlandığınız kadınlara kararlaştırılmış mehirlerini bir yükümlülük olarak tastamam verin! Bu yükümlülüğün tesbitinden sonra,başka bir şey üzerinde uzlaşmanızda sizin için bir sorumluluk yoktur.Şüphesiz Allah her şeyi bilendir,hikmet sahibidir.’’şeklindedir.

      Yani burada ne savaş esirleri var,ne de cariyeler vardır. Burada ise sadece (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ) ‘’ma meleket eymanuküm’’ Yani ‘’meşru bir akitle sahip olduğunuz eşleriniz’’şeklinde bir ifade var. İşte buradaki ‘’ma meleket’’ ifadesiyle sadece kişinin nikahlı eşi kastedilir.

      Aşağıdaki tefsir metinlerinde de (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ) ‘’ma meleket eymanukum’’,kişinin kendisiyle evli bulunduğu eşidir’’ deniliyor.

      ما معني ما ملكت يمينك ؟؟؟
      قال معمر ، وأخبرني ابن طاوس ، عن أبيه : إلا ما ملكت يمينك ، قال : فزوجك مما ملكت يمينك ، يقول : حرم الله الزنا ، لا يحل لك أن تطأ امرأة إلا ما ملكت يمينك ( تفسير الطبري) (8992)
      (تفسير فتح القدير ) ومعنى الآية عندهم : كل النساء حرام إلا ما ملكت أيمانكم ; أي : تملكون عصمتهن بالنكاح

      Kur’an da ‘’ESİRLERE ‘’ ( الاسير – الاسري) ‘’ESİR,EL ESRA’’ denir.Cariyelere de (أمة ) ‘’Emet’’denir. Bu ikisi de bu ayette yoktur.

      Örneğin: İNSAN SURESİ 8.ayette وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَىٰ حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا ﴿٨ الانسان
      İnsan-8: Onlar,(iyiler,erdemli insanlar) seve seve/muhtaç olmasına rağmen yemeği yoksula, (işsize,muhtaca) yetime ve ESİRE yedirirler/onları maddi yardımda bulunurlar.
      İşte burada ve daha başka yerlerde esirler için ( اسير – اسري ) ‘’ ESİR,ESRA’’ ifadeleri geçiyor. Ama Nisa-24.ayette böyle bir ifade asla yoktur.
      —————————————————————–
      Peki dostum sizin tarihinizde kayıtlara geçirilen ve özellikle Nisa,24 ile yapılabilir hale gelen ‘’Beni Mustalik, Evtas ve Hevazin’de esirleri köle ve cariye’’ olarak bizzat kendisinin peygamber olduğuna inandığınız tarafından dağıtılmasına yorumunuz ne olacaktır? (sizden alıntı)

      -Zaten Nisa-24.ayetin ESİR veya CARİYELERLE uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Bu nedenle söz konusu iddia mesnetsizdir..
      – Bu ayetin sebebi nüzulu ’Beni Mustalik, Evtas ve Hevazin’ olayları değil.
      – Buna ait gösterdiğiniz rivayetlerin birbirlerinden faklı anlatımları ve tutarsızlıkları yüzünden sahih ve muteber olma dercesinden düşüyorlar.
      -Zaten bu kütübi Sitte dedğimiz hadis kitaplarının sahih ve muteber olmadığını ta ilk günden beri söylüyorum.Eğer siz veya sizin gibi arkadaşlar nice uydurma ve yalan rivayetleri içinde barındıran sözüm ona bu hadis kitapları kendilerine referans göstermezseniz,şahsen ben bu kitapları hiç dikkata almam.Yani ben sadece kur’an’i kerime ve üzerinde ittifak edilen ve tevatüren bize kadar gelen hz.peygamberin sünnetine/yani islamiyeti uygulama şekline bakar ve buna inanrım.Ki bunlar da genellikle ibadetlerle ilgilidir.Bu gösterdiğiniz kaynaklar ise kur’an’a aykırı,nice tutarsız ve uydurma rivayetleri içermektedir,bunları nasıl dikkata alırım,yeterki siz ve sisin gibi arakadaşlar bunlarda bulunan rivayetleri kendilerinize mesnet olarak göstermesinler!

      Şimdi ben de Nisa-24.ayetin sizin gösterdiğiniz ‘’Beni Mustalik, Evtas ve Hevazin’ olayları üzerine değil de,Mekke den Medine’ye hicret eden fakat eşleri Mekke de kalmış olan müslüman mühacir kadınların durumu üzerinde indiğini anlatan rivayetleri aşağıda göstereceğim.Peki hangisine inanalım????

      قال أبو سعيد الخدري : نزلت في نساء كن يهاجرن إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم ولهن أزواج فيتزوجهن بعض المسلمين ، ثم قدم أزواجهن مهاجرين فنهى الله المسلمين عن نكاحهن (تفسير البغوي )

      1-Ebu Said el Hudri Nisa-24.ayetin sebebi nüzulu Mekke den Medine’ye eşleri yanında olmadan hicret eden müslüman kadınların durumu olduğunu söylüyor. Kaynak ( Tefsirul Bağavi)

      2-والرابع: أن هذه الآية نزلت في نساء كن هاجرن إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم ولهن أزواج ، فتزوجهن المسلمون ، ثم قدم أزواجهن مهاجرين ، فنهي المسلمون عن نكاحهن ، وهذا قول أبي سعيد الخدري (تفسير الماوردي ).

      2-Ebu Said el Hudri Nisa-24.ayetin sebebi nüzulu Mekke den Medine’ye eşleri yanında olmadan hicret eden müslüman kadınların durumu olduğunu söylüyor. Kaynak: (Tefsirul Maverdi)

      هذا وقد روي عن أبي سعيد رضي الله عنه أنه قال: إنها نزلت في نساء كن يهاجرن إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم ولهن أزواج فيتزوجهن بعض المسلمين ثم يقدم أزواجهن مهاجرين فنهى عن نكاحهن، فالمحصنات حينئذ عبارة عن مهاجرات يتحقق أو يتوقع من أزواجهن الإسلام والمهاجرة
      (تفسير أبي السعود)

      3- Ebu Said el Hudri Nisa-24.ayetin sebebi nüzulu Mekke den Medine’ye eşleri yanında olmadan hicret eden müslüman kadınların durumu olduğunu söylüyor . Kaynak: ( Tefsiru Ebi Saud)

      وقال آخرون : نزلت هذه الآية في نساء كن يهاجرن إلى رسول الله – صلى الله عليه وسلم – ولهن أزواج ، فيتزوجهن بعض المسلمين ، ثم يقدم أزواجهن مهاجرين ، فنهي المسلمون عن نكاحهن (تفسير الطبري

      4- Ebu Said el Hudrevi dışında kalanlar ise Nisa -24.ayetin sebebi nüzulu Mekke den Medine’ye eşleri yanında olmadan hicret eden müslüman kadınların durumu olduğunu söylüyor.Kaynak: (Taberi)

      İşte sevgili dostum,bu tutarsız ve çelişkli rivayetlerin hangisi doğrudur,hangisine inanalım ? Hem de Ebu Said el Hudri den,yani aynı zattan çelişkili ve tutarsız iki farklı rivayet nasıl olabilir?

      Yani Nisa-24.ayetin Beni Mustalik,Evtas ve Havazin olayları üzerine indiğini anlatan rivayetler ile bunun muhacir kadınlar hakkında indiğini anlatan rivayetler arasında çelişki ve tutarsızlık olduğundan söz konusu gösterdiğiniz rivayetler ve esirler hakkındaki o meş’ün olayın doğru ve muteber olmayıp uydurma olduğunu göstermektedir. Demek ki,bu konuda anlatılanlar doğru olmayıp,yalan ve uydurmadan başka birşey değildir.

      Özetle, Said el Hudri’nin bu ayetin sebebi nüzulu hakkında birbirinden farklı, çelişkili ve tutarsız iki rivayeti vardır.Birinde Nisa-24.ayetin sebebi nüzulü ‘’Beni Mustalik, Evtas ve Hevazin’ olaylarıdır diyor.

      Diğerinde ise Nisa-24.ayetin sebebi nüzulü Mekke den Medine’ye hicret eden ve eşleri Mekke de kalan mühacir kadınlar hakkındadır diyor.Bkz: (İbni Kesir deTabarani,Dahhak ve İbni Abbas’tan gelen rivayet …

      Peki sayın dostum,İbni Abbas’tan ayrı rivayet var ve Said el Hudri’den de yine ayrı çelişkili ve tutarsız iki raivayet varsa,hangisine inanalım? İşte bunlar bile söz konusu rivayetlerin doğru olmadığının en açık göstergesidir.
      —————————————-
      Ayrıca köleliğin olmadığı, tüm insanların tanrınız nezdinde eşit olduğu(!) bu dünyada, kendisiyle evlenilen cariyenin evlendikten sonra fuhuş yapması sonucu kendisine uygulanacak ceza neden HÜR kadına aynı suç için verilecek cezanın YARISI kadar uygulanır? Kölelik kalkmış ve herkes tanrısı nezdinde eşit olmamış mıydı? (sizden alıntı)

      Nisa-25.ayetin de evlendikten sonra fuhuş yapan cariyelerle bir ilgisi yoktur.Zira burada akli olgun olmayan ve bu nedenle pek iffetli davranamayan kadınlarla iffetini korumak isteyen olgun insanların evlenmesi tavsiye edilmiyor, ama yine de gücü olmayana ruhsat veriliyor.İşte burada aklı olgun olmayan ve bu yüzden iffetini pek koruyamayan kadınların cezası diğer insanların cezasının yarısıdır.Çünkü akılları olgun değildir/eksiktir.Bu nedenle bunlar akli yönden biraz özürlü sayılırlar.İşte bu nedenle fuhuş yaptıklarında bunların cezası daha hafiftir.Yani bunun eşitlikle bir alakası yoktur,zaten medeni hukukta da aklı olgunlaşmamış 18 yaşından küçük olanlar ile akli yönden biraz özürlü bulunan kimselerin cezaları de diğerlerine göre daha hafiftir,işte bunlara uygulanacak cezaların hafif olması akli yönden özürlü gibi sayılmasından dolayıdır.Buna kim itiraz eder? İşte Nisa-25.ayette cariyelere değil,bu tip özürlü kadınlara vurgu yapılıyor.

      NİSA-25.ayetin doğru meali şöyledir.

      Nisa-25-Sizden her kim,(mehir ve masrafı fazla olduğundan) iffetli,(zina yapmamış ve akli olgun) mü’min kadınları nikâhlayacak bir genişliğe/servete güç yetiremiyorsa,o takdirde (daha önce iffetini kourumamış,akli olgun olmayan,mehir ve masrafı az olan) sözleşmeniz aracılığıyla (evlerdeki hizmetçilerden) sahip olduğunuz mü’min kızlarınızdan (birini alsın.) Allah ise,îmânınızı en iyi bilendir; (zaten eşler olarak) siz,birbirini bütünleyen parçalarsınız.Öyleyse, İffetli ve namuslu olmaları, zina etmemeleri, gizli dost tutmamaları şartıyla ve aynı zamanda ailelerinin iznini alarak onları (o daha önce iffetini korumamış ve akli olgun olmayan hizmetçileri) nikahlayın ve mehirlerini kendilerine güzellikle verin! Fakat (evlendirilmekle) iffetlerini koruma altına aldıktan sonra (akılları olgun olmadığından) iffetsiz bir davranışta bulunurlarsa,onlara iffetli (ve akli olgun) evli kadınlara verilen cezanın yarısı uygulanır! Bu,(iffetini korumayan ve akli olgun olmayan kişilerle evlilik izni) ise,içinizden günaha düşmekten korkanlar için uygundur. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır.Ayrıca Allah,çok bağışlayandır,çok merhamet edendir.”şeklindedir.

      Yani burada bu ayet bize,temiz,namuslu,iffetini koruyan ve akli olgun olan kadınlarla evlenmemizi öneriyor,ama masrafı fazla olduğundan böyle biriyle evlenmeye gücü olmayanların,hizmetçilik yapan,daha önce mazisi pek temiz olmayan ve akli dengesi olgun olmayanlarla evlenilebilir ruhsatı de veriliyor. Ama bunlar evlendikten sonra iffetlerini korumazlarsa,akılları olgun olmadıklarından dolayı cezaları da diğerlerinkine göre daha hafiftir deniliyor,çünkü bunlar akli yönden biraz özürlü
      sayılırlar.

      Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın muhammed,

        Münazara yaptığım kişinin bana hitaben yazdığı yazıya önce hızlı bir göz atar sonrasında yazıyı baştan sona dikkatlice okuyarak kendi cevabımı yazarım! Yine rutinimi uyguladım ama bu defa yazınızın sonundaki Nisa,25’e dair yorumunuzu okuduktan sonra yazınızın geri kalanını okumaya mecalim kalmadı!

        Tüm saygımla soruyorum, siz gerçekten bana arapçasının mealini yaptığınız ayetlerle dolu kitabınıza(!) dolayısıyla onun bir tanrıdan geldiğine, son tahlilde onu gönderen tanrıya(!) inanıyor musunuz?

        Bana, ona değilde başka bir tanrıya ya da başka bir şeye inanıyormuşsunuz gibi geliyor! Aksi halde bu kadar açıktan şirke(!) nasıl bulaşabilirsiniz ki?

        (zina yapmamış ve akli olgun) sizden alıntı

        Lütfen soyleyin, birbiriyle alakası olmayan ve sırf siz durumunuzu kotarabilesiniz diye parantez içine yan yana yazdığınız ve birbiriyle alakalı olmayan iki durumu ayette tek başına anlatan arapça kelime hangisidir?

        Hangi arapça kelimenin anlamı hem ”zina yapmamış hemde aklı olgun” anlamını okuyana veriyor?

        Saygısızlık yapıyorsunuz, ama bana değil kendi inacınıza! Bırakın saygısızlığı inanmıyorsunuz bile aksi halde nasıl olupta yıllardır tanrınızın söylemediklerini söylemiş gibi gösterme motivasyonunu devam ettirebilirsiniz?

        Nisa 25 sizin turnusol kağıdınız oldu! Anladım ki sizin herhangi bir şeyi savunabilme yetiniz yok! Tanrısına ve dolayısıyla onun insanlara gönderdiği söylenen inanca saygısı olmayanın bana saygı duymasını beklemek, dolayısıyla onunla, onun inancına daha çok saygı göstererek münazara yapmaya çalışmak zaman kaybından başka bir şey değildir!

        Nisa 24’ten sözde inandığınız tanrınızın sözlerini ayıklayın, Nisa 25 ‘e sırf istediğiniz anlamı versin diye arapça karşılığı olmayan parantezler ekleyin! Bunu bende yaparım, bende hayallerimi, hikayelerimi, masallarımı gerçekmiş gibi yazarım! Bundan kolay ne var! Ama önce kendime sonra muhatabıma sonrada milyonlarca insanın inanma haline saygım bu şekilde davranmama izin vermez!

        Bana söylermisiniz ayetlerle bu şekilde oynayarak neyi kanıtladınız? Ne yaptığınızın farkındamısınız ya da ne yaptığınızın farkında olmak gibi bir derdiniz var mı?

        Yolunuz açık olsun münazaradaşım! Bana saygısı olmayan birine (neye varki bana olsun) sırf onunla münazara yapacağım diye sayın demeye devam etmek istemiyorum!

  6. mustafa dedi ki:

    Selamun aleykum toro kardesim,
    Yaziniza kisim kisim yaklasacagim.
    ———————————————————————————————————————————-
    Bakın eğer bir sonuç problem olmaya başlıyorsa insanların bu konuda kendi yararlarına çözümler üretmesinden doğal bir şey yoktur. Ama çözümlerin ilahi bir dinden geldiği söyleniyorsa bu durumda o çözümlerin tüm insanlar arasında uygulanabilirliğine bakarız! Ayrıca ben kişisel olarak her toplumun kendi coğrafyalarındaki çevre koşulları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yaşam koşullarına göre kendi ahlak kurallarını dizayn ettikleri bilirim! Üstelik bu benim tarafımdan eleştiri konusu yapılmaz taki o koşullar tüm insanların koşullarıymışcasına o ahlak kurallarınında tüm insanların ahlak kuralları yapılmaya çalışılmasına kadar!

    Demissiniz.Galiba gene Irak`taki durum icin soylediklerimin uzerinden soyluyorsunuz. Islam` da evil iken ikinci evliligi yapmak FARZ midir? Yani evlenmek zorunda miyiz? Kosullar olusursa- Irak ornegi gibi- olabilir. Bu topluma DAYATILMIS bir ahlak kurali degil AKILCI bir cozumdur. Bu noktada hemfikir oldugumuzu dusunuyorum. Ortadogu`da Turkiye`de herkesin 4 karisi mi var?

    -taki o koşullar tüm insanların koşullarıymışcasına o ahlak kurallarınında tüm insanların ahlak kuralları yapılmaya çalışılmasına kadar!-

    Bu durumda bu cumlenizi orneklendirmeniz gerekir.Kim ISLAM`I BAHANE EDEREK 4 kadinla evliligi erkeklere DAYATIYOR veya KADINLARI MECBUR BIRAKIYOR. Lutfen paylasin bizde bilelim.

    ———————————————————————————————————————————–
    Siz, inandığınız dinin ortaya çıktığı bölgede var olan sistem üzerinden geleceğin de dizayn edildiğine inanmıyor musunuz?
    Bu durumda ben var olan sistemin (kölelik, cariyelik) hiç kaldırılmamış, kaldırılmaya teşebbüs bile edilmemiş bir sistem olduğunu söylemeyeyim mi?

    Demissiniz. Heralde Suudi Arabistan`dan bahsediyorsunuz. Bulundugum ortamda bircok ulkeden araplar(Filistin, Cezayir, Misir, Suudi Arabistan, Libya ) biz gibi arap olamayan kisilerde var ( Turkiye, Bosna-Hersek, Iran, Endenozya,Somali) ben hic birinde ne kole gordum ne cariye. Yanis anlasilmasin benim de yok! Var olan sistemi aciklayinda tum muslumanlar ne halde yasadigini bilsin.

    ——————————————————————————————————————————–

    Bana RİVAYETLERDEN yaptığınız örneklemelerle yol göstermeye çalışıyorsunuz dolayısıyla bizzat kendiniz o rivayetlerden yol buluyorsunuz!

    Demissiniz.Insallah siratul mustakim uzeriniyeyimdir. Ben de seninle beraber ogreniyorum yoksa konusmanin anlami olmaz. Bakiniz-hIZIR-MUSA.
    https://www.youtube.com/watch?v=dX-TUnOmD0k izlerseniz demek istedigim daha anlasilir olacaktir.
    ———————————————————————————————————————————

    Sizin inancınızın kitabı bile onu toplayan kurula bizzat getirilen ve her ayet için kendine peygamber diyenin ağzından çıktığına şehadet veren 2 şahitle yazılmış!

    Demissiniz. Butun icinde neden boyle bir sey dediniz cok muphem. Ama cevap vermeyi deneyecegim.

    Simdi bir meslekte en iyi oldugunuzu varsayalim. Senin bilgilrinin dogrulugunu kim testedebilir? Hic kimse. Cunku sen en iyisisin. Sahsen ben bunu hakaret sayarim ve bu olaya yanasmam. Peki yaparsanne olur? Sizin gibi biri cikip baska anlamlar cikarir ya da benim gibi biri cikip olaydaki tevazuyu gormeye calisir ve hayran olur. Cebrail den vahiy alan biri kendinin tasdik edilmesine karsi cikmiyor. Subhanallah ne guzel kumus peygamberimiz.
    ———————————————————————————————————————————–
    Sizin inancınızın yardımcı kaynağının rivayetler olduğunu size kim söylüyor, iman ettiğinizi söylediğiniz dolayısıylada hiç atlamadan tamamını kuduğunuza inanmamız gereken kitap mı?

    Demissiniz.Size bazi sureler ve ayetler paylasiyorum. Birincisi sure ikincisi ayet.Hadisin neden okunmali kuran`dan ogrenebilirsiniz. Bununla ilgili yazilarda paylasabilirim arzu ederseniz,
    9:33
    16:44
    53:3
    7:203
    53:5
    24:54
    24:51
    4:115
    33:36
    4:14
    48:10
    8:17
    59:7
    3:31
    33:21
    68:4
    2:151
    11:114
    2:238

    ————————————————————————————————————————————
    Ben inancım değilde bakışım gereği, herşeyin arkasına görmeye çalışırım! Sizin veya çoğunluğun ya da herkesin doğru dediklerine doğru, yanlış dediklerine yanlış demem!

    Deme tabi.Ne guzel iste Kuran`da diyor: Dusunmemez misiniz diye. Ama ben sana benim bildigimi dayatmiyorum sadece yaptigim cikarimi paylasiyorum. Eger ogle bir sey yaptiysam ozur dilerim.

    ———————————————————————————————————————————
    Bu durumda Japonların veya isterseniz sayabileceğim diğer bazı uluslarında gizli gizli sizin inancınıza inandığını mı düşünmeliyiz?
    Düşünün, bir topluma tanrı dokunmuş(!), konuşmuş(!) onlarla ve kurallarını vermiş(!) (sizin örnekledikleriniz) ama onlar her mesleğin bir tanrısı olduğuna (şintoizm) inanan, nüfusunun çoğunluğu da şuan hiçbir tanrıya inanmayan Japonlar kadar yapamıyor tanrılarının onlara yapın deyip ayrıca nasıl yapmaları gerektiğini de ayrıca söylediklerini!
    Bu durumda benim gibiler, sizin gibilerin argümanlarıyla karşılaştığında sormadan edemiyor, japonların bu kadar iyi anladığı(!) arapçayı araplar neden anlayamıyor ya da onların çoğrafyadaki komşuları!

    Bunun tek bir cevabi var o da su. Iman eksikligi. Eger Allah`in kurallarina uymus olsaydik biz Japonya`dan daha basarili olurduk. Peyganber efendimizin sunnetini takip etseydik bu hale dusmezdik. Gecen yazimda bahsettigim konu burdada karsimiza cikiyor. Eger dinimizi anlarsak yasarsak bizde onlarin basardiklarini basarabiliriz.
    Sana bir sey soracagim ahirette hesaptan korkan bir memur kul hakki yerim diye is yerinde kaytarir mi? Ya da ogrenci kopya ceker mi yoksa ders mi calisir? Petrol satip gunumu kurtarir yoksa bilime teknolojiye para yatirir?Bundan oturu Islam`da tevekkul anlayisi vardir. Kendi kismini yap!!!! sonrasini Allah`a birak.

    ————————————————————————————————————————————

    Çünkü olmamış üzerinden olmuş gibi yorumlar yapıyorsunuz!

    Demissiniz.

    Hangi yorumum?
    ———————————————————————————————————————————–
    Üstelik iman ettiğinizi söylediğiniz tanrınızı ne hale düşürdüğünüzü görmeden! Yani diyorsunuz ki, her birinin içinde tahminen 100.000.000.000 yıldızın olduğu, 100.000.000.000 galaksiden oluşan bir evreni yaratan tanrımız, mesajını gönderdiği insanların suyuna gitti bir süre! Hatta putlarınında hepsini bir anda değilde sırf onlar alışabilsin diye yılda birini kırdırdı!
    Sevgili dostum, eğer tanrı olsaydınız ve size gerçekten inanıp tapacak insanları arasaydınız onların suyunamı giderdiniz? Önlerine cennet ve cehennem seçeneği koyduğu insanların (yoksa biz zeusun yarattığı insanlarmıyız, o yüzdenmi usulca başka tanrıya çekiliyoruz) suyuna gitme zorunda hisseden bir tanrı!

    Demissiniz.
    Toro kardesim. Senin mantiginla Allah`a inanmayanlarin hepsi helak etmeli. Peygambere bile gerk yok.
    Peki Allah kendine inanmayanlari yeryuzunde neden helak etmiyor. Cunku O cok merhamet sahibi. Insanlara firsat taniyor ki kendisine iman etsinler tovbe etsinler ve dosdogru olsunlar diye. Merhamete bagislamasi bol Rabbim kullarinin iyiligini istiyor ki onlara Imani teklif ediyor
    Musa`ya verilen ilk emir git firavuna benim Tanri oldugumu anlat diyor. Musa(a.s) bunu kime anlatacak kendine Tanri diyen o bolgenin kralina. Sirk kosana. Subhanallah. Nasil merhamet ediyor Allah. Iste bunun icin islam`da umitsizlik gunah. Merhametin affin bol oldugu yerde sahih tovbe ile kurtulusa erebilmek herkese nasip olabilir.Nasibi aramak lazim.

    —————————————————————————————————————————
    Toro kardesim kendinle celisiyorsun.

    Sırf bilgi olsun diye söylüyorum. Sizin o atıfta bulunduğunuz rivayetlere göre içkinin tasaklanmasını sağlayan kişi sonrasında 2.Halife olacak olan kişidir! O rivayetlere göre onun şikayetlerinden önce böyle bir girişim (yasaklanmasına dair) gerçekleşmemiştir! Sanırım bu durumda bir süre suyuna gitme tekniği değilde, o kişinin isteklerini kırmama tekniği kullanılmış olabilir!

    Burdan sunu anliyorum. Hz. Omer`in suyuna gidilmis ve icki yasaklanmis.
    1- Hz. Omer`in sikayetleri toplumun nasil rahatsiz oldugunu gostermek icin bahsedilmistir.
    2- Hudeybiye anlasmasinda ayrilik cikarmayi dusundum diyen Hz. Omer`in suyuna neden gidilmemis te anlasma imzalanmis.Hudeybiye anlastmasi yapilmasiyla bir cok musrik muslumanlarin yasamlarini group musluman oldu!!!!!!!!!!!
    ————————————————————————————————————————————
    Bu arada rivayetine alıntı yaptığınız kişi Camel savaşında kendisine peygember diyene İLK inanan (bazı rivayetlere göre 2.inanan) ve sonra 4.halife olacak kişiye karşı emevi hanedanının (kaybettikleri iktidarı yeniden ele geçiriyorlar) yanında bayrak açan kişi mi? Bu ayrılık sonucunda yapılan çatışmalarda kaç kişi ölmüş olabilir sizce?

    Demissiniz. Camel battle hakkindapek bilgim yok. Olayi biliyorum ama detaylara vakif degilim. Diyelim ki dedikleriniz dogru.
    Hz. Ayse bunu yapti diye hic bir dedigi dikkate alinmamali. Kendisinden hic iyi bir sey beklememeli miyiz? Yani Hz. Ayse`yi SEYTAN olarak mi gormek lazim?

    Cagimizin hastaligi insanalri seytanlastirma. Biris bir hata yapamaya gorsun. Yanlis bir cumle kurmaya gorsun. Artik ondan iyi hic bir sey cikamamaz. Genel algi bu olmus. Insan insane ne kadar zulum ediyor. Ama Allah merhametini esirgemiyor. Insanlari seytanlastirmak yeni cagin virusu. Gecmisinde yaptigin bir sey senin soyledigin dogrulara itibar ettirmiyor.

    Sonuc olarak Hz.Ayse bunu yapti diye yaptigi degerlendirmeler cop mu yani?
    Senin mantiginla benim sana cevap yazmamam goruslerini dikkate almamam gerekiyor. Cunku sen Islam`a inanmiyorsun ben inaniyorum.
    ———————————————————————————————————————————–
    Ama konu sizin derdinizi anlatmanız ya da bir sorunu çözmeye çalışmak adına fikir üretmeniz değildir! Bunu bir tanrıya veya bir inanca dayandırarak yapmanızdır! O istediği için ya da o istiyor diye yapıyor olmanızdır! Yani yapmak için onun ödülüne ya da cezasına muhatap olmak zorunda olduğunuzu hissettirmenizdir, beyanlarınızda ve eylemlerinizde!
    Ama doğru ona doğru diyenler olduğu için doğru değildir! Doğru onun doğru olduğu kanıtlandıktan sonra doğru olur! Geriye kalanlar ise sadece RİVAYETLERDİRİLMİŞ tevatürlerdir!

    Kacirdigin bir nokta var. Konusulanlar hep bizim yararimiza. Allah`tan eksilende yok artanda.
    Irak`taki ikinci evlilik
    Ickinin haram olmasi—–ickinin sagliga zaralari saymakla bitmez
    domuzun haram- domuzun sagliga zaralari saymakla bitmez
    ————————————————————————————————————————————
    Not: Lutfen yazacaksan sorularima cevap verirsen sevinirirm. Cok daginik yazma sende bende okuyanda anlasin tartismanin seklini ve seyrini

    Selametle

    • toro dedi ki:

      Sayın mustafa,

      ‘’Galiba gene Irak`taki durum icin soylediklerimin uzerinden soyluyorsunuz. Islam` da evil iken ikinci evliligi yapmak FARZ midir? Yani evlenmek zorunda miyiz? Kosullar olusursa- Irak ornegi gibi- olabilir. Bu topluma DAYATILMIS bir ahlak kurali degil AKILCI bir cozumdur. Bu noktada hemfikir oldugumuzu dusunuyorum. Ortadogu`da Turkiye`de herkesin 4 karisi mi var?’’ sizden alıntı

      Sevgili dostum, sanırım burada atladığınız minicik bir nüans var! Hani o elinizde olan ve iman ettiğinizi söylediğiniz ve içinde tanrı sözlerinin yazılı olduğuna inandığınız kitap var ya, o kitap gelmeden(!) önce de zaten bahse konu bölgede çok eşlilik vardı! Yani erkekler birden fazla kadınla zaten evlenebiliyordu! Yani zaten AKILCI idiler! Üstelik onlarda kendilerini evliyken başka bir kadınla evlenmek zorunda hissetmiyorlardı, karınlarını doyurabilecekleri yani bakabilecekleri kadar kadınla evleniyorlardı! Yani yine AKILCI idiler!

      O günün koşulları ile bugünün koşulları arasında çok fark vardır,artık! Özellikle iktisadi hayat neredeyse tamamen değişmiştir! Dönemin bitmeyen savaş ortamında kadın sayısının erkek sayısının üzerinde olması nedeniyle kadınları sahiplenmek daha önemlisi neslin sürmesi ve birileriyle sürekli hasım olmaları nedeniyle (hayatta kalma çabası) kabile nüfusunu dolayısıyla kabilenin nüfuzunu sürekli etkin tutmak için çoklu evlilik sadece o bölgenin değil tüm dünyanın geri kalanınında uyguladığı AKILCI çözüm idi!

      Günümüzde de bu şekilde dengesiz (kadın-erkek sayısı) bir nüfus dağılımına sahip bölgelerde (sadece sizin inancınızın hüküm sürdüğü yerler değil) buna benzer uygulamalara rastlanır.

      Örneğin sırf yukarıda saydığım nedenlerden ötürü, Nepal sınırındaki Nyimba Vadisinde yaşayan halk çok eşliliği içselleştirmiş! Ama burada durum tersten işliyor, kadınlar birden fazla erkekle evleniyor! Bu insanların kendi zorunluluklarından dolayı buldukları çözüme AKILCI ve AHLAKİ değil deme hakkımız var mı? Benim yok!

      Tekrar günümüze dönersek, toplumların yaşamlarını şekillendiren kuralların kaynağına tanrıyı koyarsanız ve o kuralların çağlar ötesi olduğuna inanırsanız (dolayısıyla değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez) gün gelir o kurallar özellikle inanç kaynağından beslenen elitler tarafından keyfe keder kullanılmaya başlanır ve bu keyfe kederlik yukarıdan aşağıya doğru toplumu sarmalar! Ne demek istediğimi daha iyi anlamak istiyorsanız kendinizi tüm kimliklerinizden arındırıp dünyaya tarafsız gözle yeniden bakınız!

      Bu nedenle ben toplumların kendi yaşam koşulları içerisinde uygulanması üzerine mutabık kaldıkları ve kendi AHLAKİ kuralları haline getirdikleri eylemlerine bu eylemleri ister gücünün gereği ister inancının gereği diğer toplumlara dayatmadıkları sürece saygı duyarım! Akılcığını tartışabilirim ama saygıda kusurum olmaz! Bu minvalde Irak halki kendi koşulları bağlamında sizin örneklediğiniz şekilde bir eyleme girişiyorsa bu onların en doğal hakkıdır ama inançlarının değil şartlara göre yaptıkları değerlendirmenin(onlara göre) AKILCI sonucudur!

      ‘’Bu durumda bu cumlenizi orneklendirmeniz gerekir.Kim ISLAM`I BAHANE EDEREK 4 kadinla evliligi erkeklere DAYATIYOR veya KADINLARI MECBUR BIRAKIYOR. Lutfen paylasin bizde bilelim.’’sizden alıntı

      Sayın mustafa, tanrınız size alabilirsiniz dediğinde bu nedir peki alın derse ne olur?

      Gelin dediğinde nedir, gelebilirsiniz dediğinde ne olur?

      Yapabilirsiniz değinde nedir, yapın dediğinde ne olur?

      ‘’Heralde Suudi Arabistan`dan bahsediyorsunuz. Bulundugum ortamda bircok ulkeden araplar(Filistin, Cezayir, Misir, Suudi Arabistan, Libya ) biz gibi arap olamayan kisilerde var ( Turkiye, Bosna-Hersek, Iran, Endenozya,Somali) ben hic birinde ne kole gordum ne cariye. Yanis anlasilmasin benim de yok! Var olan sistemi aciklayinda tum muslumanlar ne halde yasadigini bilsin.’’sizden alıntı

      Dostum ben köleliğin inancınıza göre yani elinizde tuttuğunuz ve tanrı buyruklarını barındırdığına iman ettiğiniz kitaba göre kaldırılmadığını söylüyorum! 1962 ye kadar o bölgede uygulanmaya devam edildiğinide tarih söylüyor ben değil! Böyle bir uygulama yok ise 1962 de BM zoruyla kaldırılan(!) şey neydi, bana söylerseniz sevinirim!

      Üstelik kitabınızda var olan kölelik düzeninin kaldırılması bizzat tanrı emrinin(!) çiğnenmesidir! Yani kölelik değil köleliğin kaldırılması sorundur sizin ve inancınıza dahil olan diğerleri için! Açın ve tamamını okuyun, bizzat kendi tanrınızın insanları kategorilere ayırırken kullandığı isimlere bakın, son satırına kadar (iniş sırasına göre)! Orada insanlara KÖLE, CARİYE onların sahiplerinede EFENDİ diye seslenen birilerine rastlamazsanız bilin ki ben kötü niyetli bir insanım ve sizin inancınızı baltalamak için özel olarak çalışıyorum!
      ‘’Butun icinde neden boyle bir sey dediniz cok muphem.’’ Sizden alıntı

      Dostum, bu konuyu sürekli dile getirmeye çalışıyorum! Çünkü bir konu hakkında konuşuyorsak önce konunun kaynağından emin olmak zorundayız! Bu nedenle sizin inanç tarihinizde yazılı olan hikayeyi bir kez de sizinle paylaşayım!

      Peygamber olduğuna iman ettiğiniz öldüğünde o coğrafyada adına RİDDE olayları denen bir süreç başlar. Bu aslında iman edilen figürün (tanrı değil) ölümünden sonra imandan çıkışların (tarihiniz dinden çıkış yazar) başladığı dönemdir! Bu noktada seçilen ve kurulmuş otoritenin başı olan 1.halife durumu kılıçla çözme yoluna gider ve savaş başlar! En kanlı savaşların olduğu bir dönemde sonradan 2.halife olacak kişi gelerek 1.halifeye ‘’tanrıdan gelen sözleri ezberinde barındıran hafızlarımız ölüyor, sözleri kaybediyoruz bu yüzden vakit geçirmeden onları KİTAPLAŞTIRALIM’’ der! Bu isteğe 1.halifenin verdiği cevap sizcede ilginç olmalıdır ‘’ tanrının(!) peygamberinin YAPMADIĞINI yapmaktan korkarım’’! 2.halife ısrar eder ve sonunda 1.halife ikna olur! Huzura kendine peygamber diyenin en yakınında bulunanlardan Zeyd Bin Sabit çağırılır ve sözlerin kitaplaştırılması için bir kurul toplaması istenir! Bunu duyduğunda o da 1.halifenin verdiği ilk tepkiyi verir! Fakat 1.ve ileride 2.halife olacak kişi bunun hayırlı bir iş olduğuna onu ikna ederler! Sonrasında oradaki kutsal(!) yapının kapısına çıkacak bir tellal vasıtasıyla durum ahaliye iletilir ve ellerinde, hafızalarında ayet olanların, o ayetlerin kendine peygamber diyenin ağzından çıktığına şahadet edecek 2 şahitle kurula başvurmaları istenir! İşte elinizdeki kitap ilk defa böyle toplanır ve iki kapak arasına konulur (boyutları itibariyle ancak bir kağnı tarafından taşınabilir)! Bu kitap daha sonra 3. Halife tarafından tekrar yazdırılır ve ilk yazılan nüsha ‘’inananların kafası karışmasın’’ diye yakılır (biliyorsunuz günümüzde de 2. baskısı yapılan kitabın ilk baskıları okuyuculardan toplanarak yakılır ki 2. Baskıyı okuyanların kafası karışmasın)! Emeviler zamanında ise olay dahada ileri götürülür ve tüm dünyaya gönderildiği iddia edilen kitap(!) inanca yeni katılan ve arap olmayanlar tarafından (hatta arap olanlar tarafından bile) okunamıyor diye dönemin bağdat valisinin emri ile bir ilim adamı(!) eliyle noktalanır, harekelenir!

      Şimdi dostum, yukarıdaki sürecin başlamasını sağlayan ve o süreç içindeki eylemlerin ne şekilde yapılacağını söyleyen, tarif eden herhangi bir söylem var mı elinizde tuttuğunuz kitapta? 1.Halife ve kurulun başında olan ve kendine peygamber diyenin en yakınında duran kişi sözlerin kitaplaştırılması isteğine neden şaşırıyor?

      Biz şimdilik yukarıdan sadece yöntemi alalım! Nasıl oluyorda birileri, birilerinin ağzından çıktı, ya da kendine paygamber diyenin ağzından çıktı (en yakını kendine peygamber diyenin ölümünden 100 sene sonra yazıldı) diyerek ve sadece kitabına koyduğu sözlerin ya da hikayelerin elinizde tuttuğunuz ve tanrının emirlerini barındırdığına inandığınız kitabın yardımcısı olduğunu dayatabiliyor! Sizin iman şartlarınızda rivayetlere ve hadislere iman diye birşey var mı? Elinizde tuttuğunuz kitapta bunu AÇIKÇA söyleyen (ayeti anlamazsanız DAHA SONRADAN yazılacak hadis kitaplarına ve onlarla ilgili rivayetlere bakarsınız) bir ayet var mı?

      Sevgili dostum, farkındasınız değilmi elinizde tuttuğunuz (eskiden ancak kağnıyla taşınabildiği için inananların tümünün başına oturup, baştan sona okuma şansı hiç olmadı) kitabın(!) içindeki sözler bugün değil 1400 yıl önce muhataplarının yüzüne okundu! Onlara en yakın hadis ve onlara ait rivayetler ise kendine peygamber diyenin ölümünden en az 100 sene sonra ve dayanakları(elinizdeki kitapta) olmadan yazıldılar. Bu noktada bir tanrı(!) ya da hangi tanrı, kendi ayetlerinin anlamının başka kitaplarda, üstelikte kendi sözleri muhataplarının yüzüne okunmaya başlandıktan en az 120 yıl sonra yazılacak kitaplarda aranmasını ister?

      Verdiğiniz adreslere (numaralarla) baktım. Dostum, kitabınıza göre TEBLİĞ sadece kendine peygamber diyen tarafından yapılabilir! Birilerinin onun ağzından çıkan sözdür diyerek kendi kitaplarına yazığı rivayete dayalı sözlerle değil! Peygamberlere iman ne demek, onlar hakkında yazılmış kitaplara da iman mı? Tebliğ yaşayan biri tarafından yine yaşayanlara yapılır. Yani sizin tebliğ kendine peygamber diyen öldüğü anda bitmişti, o yüzden elinizdeki kitabın, kitap haline getirilmesi konusunda başta anlaşamadılar, üstelikte anlaşamayanlar neredeyse kendine peygamber diyenle 24 saat bir arada yaşamış olanlar!

      Şimdi siz bana, en yakını kendine peygamber diyenin ölümünden 100 sene sonra yazılmış, üstelik aralarında ‘’benim sözlerimi kaydetmeyin’’ şeklinde hadisleride(!) barandıran kitapların elinizdeki kitabın yardımcı kitapları olduğunu söylüyor ve bunlar üzerinden münazaraya yorum yazıyorsunuz, oyle mi?

      ‘’Bunun tek bir cevabi var o da su. Iman eksikligi. Eger Allah`in kurallarina uymus olsaydik biz Japonya`dan daha basarili olurduk. Peyganber efendimizin sunnetini takip etseydik bu hale dusmezdik. Gecen yazimda bahsettigim konu burdada karsimiza cikiyor. Eger dinimizi anlarsak yasarsak bizde onlarin basardiklarini basarabiliriz.
      Sana bir sey soracagim ahirette hesaptan korkan bir memur kul hakki yerim diye is yerinde kaytarir mi? Ya da ogrenci kopya ceker mi yoksa ders mi calisir? Petrol satip gunumu kurtarir yoksa bilime teknolojiye para yatirir?Bundan oturu Islam`da tevekkul anlayisi vardir. Kendi kismini yap!!!! sonrasini Allah`a birak.’’ Sizden alıntı

      Sevgili dostum, bir eylemin ifasında ortaya çıkacak sonucun karşılığını öteki dünyaya bırakırsanız, sorgulamadan, sadece size öğretilenlerin doğruluğu üzerinden kurguladığınız bir ezbere hayata yelken açarsanız, eylemlerinizi üzerine oturttuğunuz temel, bildiğinize değilde size öğretilene dayandığından gün gelir çökmeye başlar!

      Japonların başarısı, eylemlerinin ifasında ortaya çıkacak sonucun getirilerini öbür dünyaya bırakmamak olabilir mi, inançları gereği?

      Mesela ben sizin inandığınıza inanmıyorum ama yukarıda söylediklerinizi de yapmıyorum! Bunun nedeni ölümden sonra karşılaşacaklarımdan korkmam değil, eylemlerimin sonucunda zarar göreceklere (olası) olana saygımdandır!

      Öte yandan, tanrının eli değmiş bir toplumun olmamış(!), işe yaramamış(!) bir süreç sonucunda keşkeler üretmesi ya da yapsaydık, etseydik demeside bana göre anlamlı değildir! Japonlar yaparken sizin yapamıyor olmanız üstelikte yanınızda tanrınızın sözleri olduğu halde yapamıyor olmanız manidardır!

      ‘’Toro kardesim. Senin mantiginla Allah`a inanmayanlarin hepsi helak etmeli. Peygambere bile gerk yok.
      Peki Allah kendine inanmayanlari yeryuzunde neden helak etmiyor. Cunku O cok merhamet sahibi. Insanlara firsat taniyor ki kendisine iman etsinler tovbe etsinler ve dosdogru olsunlar diye. Merhamete bagislamasi bol Rabbim kullarinin iyiligini istiyor ki onlara Imani teklif ediyor
      Musa`ya verilen ilk emir git firavuna benim Tanri oldugumu anlat diyor. Musa(a.s) bunu kime anlatacak kendine Tanri diyen o bolgenin kralina. Sirk kosana. Subhanallah. Nasil merhamet ediyor Allah. Iste bunun icin islam`da umitsizlik gunah. Merhametin affin bol oldugu yerde sahih tovbe ile kurtulusa erebilmek herkese nasip olabilir.Nasibi aramak lazim.’’ Sizden alıntı

      Bence önce Japonlardan başlamalı helak etmeye!

      Sevgili dostum, sanırım cehennemi zeus yarattı ve insanlar için hazırladı! Buna itirazı olan ve insanları çok seven, merhametli bir tanrı da, zeus un cehennemine gitmeyelim diye bizi yönlendiriyor!

      Bir insanın başka bir insan ya da canlı için insani güdüleriyle bir cezalandırma tasarlaması ve uygulaması bir yana zaten YOKTAN kendinin yarattığı ve karmaşaya kendisinin gönderdiği varlıkların birbiriyle olan ilişkileri üzerinden bir ceza taahhüt etmesi mantıklı değildir!

      Zaten olmayanın (yoktan var edilmişiz(!)) olması bir ödül ise tekrar olmayan haline döndürülmeside bir ceza olacaktır. Bunun yerine onları ateşte cız bız yapıp, içerlerinden kaynar suların geçeceği borular(!) haline getirmeyi tasarlamak kusuruma bakmayın benim baktığımda aklımı başımdan alan evrenin, yaratıcısı olmaya aday bir tanrının hayalgücünün, merhametinin değil acımasızlığının sonucudur!

      Bu noktada olası tanrının bu eylemindeki amacını anlamaya çalışıyorum! Tekrar yok etmeyeyim de cız bız yapayım dediği iddia edilen tanrının! Tek olduğunu iddia ettiğine göre (yani ateist) eylemlerini başka bir figüre beğendirmek ve bunun üzerinden bir maddi ya da manevi çıkar sağlamak gibi bir beklentisi olamaz! Yani başka bir tanrıya ‘’bak yarattığım şeyler nasılda benim istediğim şeyleri yapıyorlar’’ demeyecek dolayısıyla yapmayanlar üzerinden kendisine bir eleştiride gelmeyecek! Peki neden? Kendini bize yani zaten kendinin yarattığı varlıklaramı kanıtlayacak?

      Sevgili dostum bu dünyada birbirimize ya da dünyaya yaptığımız şeylerin olası tanrı katında(!) bir etkisi olabilir mi? Yani bir tanrı kendi dengi olmasını bırakın bizzat kendi yarattığı varlıkların yaptıklarından etkilenebilir mi? Bizim bu dünya da yaptığımız ve zamanla kötü ve iyi olarak kategorize ettiğimiz (her toplum kendi doğru ve yanlışlarını oluşturur) eylemlerimizin incineni ya da fayda sağlayanı olası bir tanrımıdır? Yani yaptığımız hiç birşey bizim bir tanrı tarafından lime lime ve defalarca yakılarak cezalandırılmamızı sağlayamaz! Aklınıza bir insan tarafından yapılabilecek en kötü en vahşi eylemi getirin onun bile cezalandırıcısı olası bir tanrı olamaz! Çünkü o eylemi yapabilmesi için gerekli olan içgüdüyü oraya koyanda bizzat tanrıdır eğer sizi bir tanrının yarattığına inanıyorsanız!

      Eğer bir tanrı iyi ve kötü davranışlar sergileyecek bir varlık yaratıyorsa çok fazla seçenek yoktur! O varlık ya iyi ya da kötü davranacaktır! İçine hiç konulmayan bir eylemi yapıyorsa zaten arızalıdır, olmamış, yanlış yaratılmıştır! Bu noktada yaradılışları itibariyle yapabilmelerine izin verilen bazı eylemleri yapmalarından ötürü kendi yaratıcıları tarafından cezalandırılamazlar!

      Biz yani insanlar dünyaya ve içinde yaşayan varlıklara nasıl davranıyor onları nasıl acımasızca sömürüyorsak bizi yarattığına inandığımız tanrınında bize aynı şeyi yapacağına inanıyoruz! Bunun nedeni aslında dünyaya ve içinde yaşayan diğer canlılara nasıl davrandığımızın farkında olmamızdır! Bunu bir türlü itiraf edemeyiz ama içten içe de bunun için acı çekmek isteriz (tıpkı kendi kendini günahlarından ötürü kırbaçlayanlar gibi)! İşte o yüzden cehennem var!

      Bakın benimle bir varlık konuşsa ve beni kendisinin yarattığını söylese, üstüne kurallar ya da uymam gereken hükümler verse, onun doğruluğuna, iyiliğine, merhametine inansam ve hemen akabinde bana ‘’bunları yapmazsan seni sonsuz bir ateşte sonsuza kadar yakarım’’ dediği anda onun peşinden gitmekten vazgeçerim! Amat bunları yapmazsan yok olacaksın derse o zaman peşinden giderim! Çünkü var olan bir varlık için en önemli şey var olmaya devam etmektir dolayısıyla onun en büyük cezası da var olmamaktır! Fakat tanrısı onu varlığını sonlandırmak yerine ateşte yakarak cezalandıracağını söylüyorsa o varlığın tanrısı nezdindeki var oluşu bir amaç üzerine, bir arınma, bir eleme ya da bir şans verme üzerine kurgulanmamıştır!

      İşte şimdi bana hitaben yazdığınız şu yorumu tekrar okuyun;

      ‘’Camel battle hakkindapek bilgim yok. Olayi biliyorum ama detaylara vakif degilim. Diyelim ki dedikleriniz dogru.
      Hz. Ayse bunu yapti diye hic bir dedigi dikkate alinmamali. Kendisinden hic iyi bir sey beklememeli miyiz? Yani Hz. Ayse`yi SEYTAN olarak mi gormek lazim?’’ sizden alıntı

      Ayşe’nin yerine insanlar diye yazın ve yorumunuzu tekrar okuyun, sonra değerlendirmeyi inandığınız tanrıya(!) bırakın! Ona şöyle sorun ‘’Lime lime yakılmamız mı lazım?’’!

      ‘’Cagimizin hastaligi insanalri seytanlastirma. Biris bir hata yapamaya gorsun. Yanlis bir cumle kurmaya gorsun. Artik ondan iyi hic bir sey cikamamaz. Genel algi bu olmus. Insan insane ne kadar ZULUM ediyor. Ama Allah merhametini esirgemiyor. Insanlari seytanlastirmak yeni cagin virusu. Gecmisinde yaptigin bir sey senin soyledigin dogrulara itibar ettirmiyor.’’ Sizden alıntı

      Ne yapıyorlar insanlar birbirlerine zulüm etmek için, birbirlerini ateşe atıp, birbirlerinin üzerlerine kaynar sular döküp sonra birbirlerinin karşısına geçip, birbirlerinin çığlık çığlığa parça parça oluşlarını mı izliyorlar?

      ‘’Kacirdigin bir nokta var. Konusulanlar hep bizim yararimiza. Allah`tan EKSİLENDE YOK ARTANDA.’’sizden alıntı

      Yazımın geri kalanında aynen sizin söylediğinize vurgu yapıyorum!

      Size bir soru sormak isterim! Bir insan bir insana yaptığı bir kötülükten(!) ötürü cehenneme atılacak, mağdurda cennete gidecek olsa, sonra tanrısı cennete gidecek olan mağduru ‘’bak sana kötülük yapan kişiyi buraya atacağım’’ diye önden cehenneme götürse ve orada lime lime yananları gösterdikten sonra cennete gidecek mağdura ‘’sana kötülük yapanı buraya atmam senin sözüne bağlı ama sonucunu seyredeceksin dese’’ bunu tüm insanlara aynı şekilde sorsa, aramızdan kaç kişi bir insanın o şekilde ceza çekişine tanıklık edebilir dolayısıyla o şekilde bir cezaya evet diyebilir?

      ‘’Ickinin haram olmasi—–ickinin sagliga zaralari saymakla bitmez
      domuzun haram- domuzun sagliga zaralari saymakla bitmez’’ sizden alıntı

      Dostum tuz haram mı? Peki şeker?

      Peki yukarıdakiler aynen içki gibi haddinden fazla tüketilirse ne olur? Daha mı sağlıklı olursunuz? Haddinden fazla tüketilen her şey sağlığa zararlıdır! Bir şeyin sağlığa zararlı olduğuna karar vermenin kriteri onun bir tanrı tarafından yasaklanması değildir!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro

        ‘’Ickinin haram olmasi—–ickinin sagliga zaralari saymakla bitmez
        domuzun haram- domuzun sagliga zaralari saymakla bitmez’’ sizden alıntı

        Dostum tuz haram mı? Peki şeker?

        Peki yukarıdakiler aynen içki gibi haddinden fazla tüketilirse ne olur? Daha mı sağlıklı olursunuz? Haddinden fazla tüketilen her şey sağlığa zararlıdır! Bir şeyin sağlığa zararlı olduğuna karar vermenin kriteri onun bir tanrı tarafından yasaklanması değildir!

        sizden alıntı…

        içkinin insan vücudunu nasıl tahrif ettiği modern bilimin bir gerçeği, kuranda zaten bunu yasaklamıştır..

        domuz etininde içinde bir takım zararlı baktarileri taşıdığıda ispatlandı.. kendi pisliğini yiyen hayvanın etini yemek düşünülemez..

        yüce allah biz müslümanları temizlemek ve insan onuruna yakışır şekilde, değer vererek yaşamamızı ister…

        demişsiniz ki tuz haram mı, şeker haram mı? çok güzel bir soru… bu konuda size katılıyorum.. tuzun tansiyon hastası yaptığı, şekerin pankreas organını tahrif ettiği bilimsel gerçek.. peki kuranda bunlar neden yok?

        cevap: kuranda bunlarda var… rafine edilmiş, insan eli değerek işlenmiş bütün yiyeceklerde yasaktır…

        Size verdiğimiz rızıkların saf (doğal) olanlarından yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur. (taha-81)

        Ey elçi! saf (doğal-temiz) olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim. (müminun-51)

        meallerin bir çoğunda “tayyiba” kelimesi “temiz” olarak çevrilmiştir.. oysa kelime anlamına bakarsanız. saf- doğasına uygun anlamlarında olduğunu göreceksiniz.. bazı meallede böyle çevrilmiştir..

        Celal Yıldırım: Ey peygamberler! Tertemiz yararlı helâl gıdalardan yeyiniz; iyi-yararlı amellerde bulununuz. Şüphesiz ki ben sizin neler yaptıklarınızı bilenim. müminun 15 –

        Ali Ünal: Siz ey rasûller! Helâl, temiz ve sağlıklı yiyecekiçeceklerden yiyip için ve daima yerinde, sağlam, meşrû ve ıslaha yönelik davranış ve işlerde bulunun. Kuşkusuz Ben, işlediğiniz her şeyi hakkıyla bilmekteyim. müminun 15 –

        buğdayı tohum olarak yediğinizde faydalıdır.. fakat un olarak tüketildiğinde şeker hastası yapar.. sağlığa zararlıdır.. pirincin kabuğunu çıkarıp beyaz prinç haline getirirseniz glisemik indeksi aşırı derecede yükselir.. insülini tavan yaptırır, inflamasyona yol açar.. rafine edilmiş tuz sağlığa zararlıdır.. fakat doğal dağ tuzları aksine sağlığa faydalıdır.. tansiyonu dengeler.. bilim adamları meyvanın bile kabuğu ile tüketilmesini önerir..

        işte allah buna dikkat çekiyor.. sağlıksız gıdaları yemek insanı öldürür.. hemen hemen bütün hastalıkların temel sebebi insanların beslenme şeklidir..

        saygılar..

      • toro dedi ki:

        Sayın kadir,

        Tanrı(!) sözlerini barındırdığına inandığınız bir kitapta ortaya çıkan yasağı(!) kendinizce mantık temeline oturtmak için yasağa konu ürünlerin sağlığa zararlarından dem vurmanız tipik bir kendini koruma içgüdüsüdür! Tabi ki normaldir! Ama bunu yaparken tanrıdan(!) geldiğine inandığınız kitaptaki metinleri çarpıtmanız hiç yakışık almıyor!

        Özellikle metni okurken her bir bölümün diğerinden bağımsız olduğunu düşündüğünüzü sadece işinize yarayan bölümleri çekerek örnekler oluşturmaya çalışmanızdan ve bunu ayrıca kendinizin savunduğu görüşün haklılığına dayanak olarak kullanmaya çalışmanızdan anlıyorum!

        Oysaki metinler yaşanan (geçmişte) olayların üzerine söylenen ve sadece o olayı bağlayan yorumlardır! Neden benimle sırf kendi yorumunuz doğrulamak için örnek verdiğiniz Taha,81 den önceki ayeti de paylaşmıyorsunuz!

        Onu paylaşsanız sizin genele yaymaya çalıştığınız o söylemin yani yönlendirmenin özellikle kimlere yapılmış olduğuna da göreceğiz değil mi?

        Sevgili dostum, elinizdekini okumuyor, anlamaya çalışmıyor sadece işinize geleni işinize geldiği şekliyle kullanmaya çalışıyorsunuz!

        Bende burda okumayan ama inançlı olan(!) sizin gibi arkadaşlara OKUYUN diye tavsiye vermek zorunda kalıyorum!

        Ayrıca, bugünün dünyasına bir bakın bakalım, insanların en önemli sağlık problemleri (bugün dünyada 1400 yıl öncesinin kat be kat üzerinde insanın yaşadığını unutmadan) alkol ve domuz tüketmekten kaynaklımıdır yoksa benim sadece ikisini örneklediğim (artırılabilir) ve elinizde tanrıdan geldiğine inanarak sahiplendiğiniz kitapta hiç bahsedilmeyen materyallerden mi kaynaklıdır?

        En basitinden size göre içinde zararlı materyaller olduğu İSPATLANAN domuz etini neredeyse ana besin maddesi haline getiren toplumların yaşam süresiyle sizin kültürünüzü paylaşan toplumların yaşam süresini bir karşılaştırıverin, bakalım bu zararlı bakteriler sadece sizlere mi musallat oluyormuş anlamaya çalışalım!

        Dostum zeka nedir biliyormusunuz, en önce karşınızdakinin aklını küçümsememeyi bilmektir! Tavsiye ederim, ufku açmaya birebirdir!

  7. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    ben işime geleni paylaşıp, işime gelmeyeni paylaşmamazlık yapmıyorum.. kuranı kerimin bütün ayetleri benim işime gelir. orjinal arapça metni allahın sözleridir çünkü… ben kimseyi yanıltmaya veya haşa kuranı kerimi çarpıtmaya çalışmıyorum.. kimseyede saldırmıyorum, küçükte görmüyorum.. bunları nerden çıkarıyorsunuz… bu yazıları okuyan herkes özgür iradesiyle ayetin arapça metnini araştırsın. zor bişe değil.. hatta bunu sizde yapabilirsiniz?

    bu bakımdan işlenmiş rafine gıdaları tüketirken biz müslümanlar olarak bir daha düşünmemiz gerektiğine dikkat çekiyorum..

    saygılar

  8. toro dedi ki:

    Sayın kadir,

    Şimdi ben anlamadım! Yani bana ne dediniz?

    Mesela nerede taha, 80? Paylaşın ki bilelim yaklaşık 3400 sene önce sina dağında yapılan görüşmede (!) tanrısı(!) peygamberine (!) rafine yiyeceklerden uzak durun, doğal yiyecekler tüketin mi demiş iyice bir anlayalım! 3400 yıl önce taha 80 de adı geçenler paket gıda üretmeye, tavuklarda antibiyotik kullanmaya, glikoz şurubu ve tuza bulanmış yiyecekler üretmeye vb. yapmaya başladılarsa bilelim ki atıfta bulunduğunuz ayeti iyice anlayabilelim!

    ”ben kimseyi yanıltmaya veya haşa kuranı kerimi çarpıtmaya çalışmıyorum..” diyorsunuz ya

    İşte paylaşın, taha 80 ile 81’i ki siz değil sizi okuyanlar karar versin neyi yapıp neyi yapmadığınızı!

    Yoksa en kolayı kendi kendine tezahurat yapmaktır, ben şöyleyim ben böyleyim, şunu yaparım bunu yapmam diliyle!

    Benim yanıldığımı, yanlış anlayıp yanlış anlamamın karşılığı bir cevap verdiğimi ilgil ayeti paylaşarak göstermek yerine doğrudan savunmaya geçmeniz garip olmuyormu ben kadim dostum?

  9. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “kuran sizin anladığınız gibi değildir” demek size saldırı değildir.. size göre benim anladığım gibi de demek bana saldırı değildir.. kuran herkesin elindedir. kuran üzerinden konuşursak herkesin araştırma imkanı doğar.. bu yüzden ben savunmaya geçmiyorum.. size saldırıda da bulunmuyorum.. sizde saldırıda bulunmayın.. sadece fikirlerinizi ortaya koyun..

    Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın indirdik. taha-80

    Size verdiğimiz rızıkların saf (doğal) olanlarından yiyin ve bunda taşkınlık etmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım inerse, muhakkak o mahvolur. (taha-81)

    yukarıdaki ayetleri dikkatli inceleyin.. allah israiloğullarına pis ve kötü olan bıldırcın ve helva mı indirmiş ki uyarsın temiz olanlarından yiyin der.. bir elmayı dalından koparıp yediğinizde o elma pis midir? yoksa besin değeri yüksek midir? allah her zaman insana yararlı gıdalar yaratır.. dalından koparıların bir elma allahın ikramıdır.

    81. ayette “razaknaküm” ifadesi kullanılıyor.. yani çoğul ifade kullanılıyor.. sadece helva ve bıldırcından bahsetmiyor ki

    keza kuran bütün zamana ve devire hitap eder, zaman geçtikçe bazı ayetler daha iyi anlaşılıyor.. kimbilir bundan yüzlerce yıl sonra da bazı ayetleri o devirde yaşayanlar daha iyi anlaşılacaktır..

    kuran statik değil, dinamiktir sayın toro…

    kuranda allah tarafından verilen bir emri ve öneriyi sadece o devre indirgeyemeyiz..

    saygılar..

    • toro dedi ki:

      Sayın kadir,

      İzninizle sondan başlayayım cevap vermeye;

      ‘’keza kuran bütün zamana ve devire hitap EDER, zaman geçtikçe bazı ayetler daha iyi anlaşılıyor.. kimbilir bundan yüzlerce yıl sonra da bazı ayetleri o devirde yaşayanlar daha iyi anlaşılacaktır..
      kuranda allah tarafından verilen bir emri ve öneriyi sadece o devre İNDİRGEYEMEYİZ..

      kuran statik DEĞİL, DİNAMİKTİR sayın toro…’’ sizden alıntı

      Bakınız yorumunuz içinde 4 yüklemi özellikle büyüttüm! Çünkü yıllardan beri ve dahi şimdi tekrar tekrar sormak istiyorum;

      Siz, sizi başarılı olmak şartıyla bir sınava soktuğuna inandığınız tanrınızın, size açıkça söylemediği şeylerin onun zihninden geçtiğini İFADE eden kesin yargılı cümleleri nasıl kurabiliyorsunuz?

      Siz sınavı geçmek zorunda olan mısınız yoksa sınavı bizzat hazırlayanlar arasında olduğunuz için sınavın mantığını (dolayısıyla tanrısının mantığını) çok iyi bilen misiniz?

      Önce buna bir karar verin ki ben de, yanıtlarımın muhatabının sınav geçmek zorunda bırakılmış bir insan mı yoksa sınav hazırlayıp insanların onu geçmesini şart koşan bir tanrımı olduğunu bileyim! Ona göre cevap vereyim!

      Umarım isteğim bu defa net bir şekilde anlaşılır! Aksi durumda yıllardır bu kadar açık bir isteği, realiteyi anlayamayan bir arkadaşımın tanrısının söylemediklerini bile söylemiş gibi anlayabiliyor olmasını başka şekilde değerlendirmeye başlayayım!

      “kuran sizin anladığınız gibi değildir” demek size saldırı değildir.. size göre benim anladığım gibi de demek bana saldırı değildir.. kuran herkesin elindedir. kuran üzerinden konuşursak herkesin araştırma imkanı doğar.. bu yüzden ben savunmaya geçmiyorum.. size saldırıda da bulunmuyorum.. sizde saldırıda bulunmayın.. sadece fikirlerinizi ortaya koyun.. ‘’ sizden alıntı

      SALDIRI kelimesi benim size hitap ederken kullandığım yani bizzat benim zihnimin size karşı üretip size dikte ettiği bir eylemin yansımasımıdır ya da siz aynen tanrınıza yaptığınız gibi insanlarında zihinlerini okuyup söylemediklerini söylüyormuş gibi mi yapıyorsunuz?

      Ben elinizdeki kitabı okuyor ve onun ilk muhataplarından biri olduğumu hayal ederek söylemleri yorumluyorum! Dolayısıyla zamana (kendi zamanıma) dayalı bir bencillikle söylenenleri şuandaki şartlara ve kendi istek ve arzularıma göre yorumlayıp üstüne bunu karşımdakine, söylemin asıl amacıymış gibi sunmuyorum!

      Bakın apaçık bir örnek vereyim!

      ‘’İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen YORGUN DEVELER ÜZERİNDE sana GELSİNLER.’’ Diyanet-Hac,27

      Siz kendi zamanınızda büyük yazılmış yere, uçak, araba ya da zamanınıza özgü başka bir taşıt koyamazsınız! Eğer kendiniz oraya gününüze ait başka araçlar koymak zorunda kalıyorsanız ya da zorunda olmadan böyle olmalıdır diye yorumluyorsanız siz artık sınav geçmek zorunda olan değil sınavın kurallarını belirleyen durumuna geçersiniz!

      Konumuza tekrar dönecek olursak;

      Taha 80 ve 81 de özellikle bir topluma hitap edildiği konusunda bir ihtilafımızın olmadığını düşünüyorum! Bu durumda söylermisiniz, o halka ne zaman sesleniliyor 1400 yıl önce sizin elinizdeki kitapta mı, yoksa 3200 sene önce en başta gelen kitaptamı?

      Cevap bence zor değil! Bu durumda sevgili dostum kendi kitapları üzerine 2 yeni kitap gelmiş bir topluma ilk kitapta söylenen sözlerin geçerliliğini HALA koruduğunu (kendi bakış açınızla yaptığınız diğer yorumu bu defa hesaba katmıyorum) hangi mantıkla iddia edebiliyorsunuz?

      Elinizdeki kitabın gelişi diğerlerinin hükmünü kaybetmesi yani yenilenmesi haline gelmiyor mu?

      Öte yandan altını yazımın her yerinde yeniden çizmek zorunda kaldığım duruma gelirsek;

      Diyanetin ve Taberinin tefsirinde ilgili ayette,

      ‘’Temiz ve helal olanlarından yiyin’’ şeklide geçen bölüm hangi abrakadabra ya da hangi amaçla sizin paylaşımınızda birden ‘’saf (doğal) olanlarından yiyin’’ şekline evriliyor?

      Önceki yazımda belirttiğim üzere 3200 sene önce insanlar yiyecek üretiminde fabrikasyona geçmiş ve bunlara katkı maddesi koymaya başlamış olduğu için tanrıları onlara aradaki farkı anlayabilsinler diye SAF ya da DOĞAL olanlar diyorsa bende sizinle aynı yere geleceğim!

      Yoksa 3200 sene önce yiyecekleri SAF ya da DOĞAL olmayan şeklinde sınıflandırmanın mantıksız olacağı (saf olmayan mı vardı) dolayısıyla bu dillendirmenin MANTIKLI bir tanrı tarafından yapılamayacağı hasebiyle yaptığınız şey kendi söylediğinize inanmak, inancınızı inancınız için hiç bir önemi olmayan bir münazarayı kendi lehinize kotarmak adına baltalamaktır!

      İşte bu noktada asıl saldırılan sizin inanıyorum dediğiniz inanç ve onun elinizde tuttuğunuz kitabı ise ona saldıranda onun içinde yazılanları olduğu gibi kabul etmeye kendini ikna EDEMEDİĞİ için onu değiştirmeye, değiştirerek kullanmaya tevessül eden herkestir!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        Bakın apaçık bir örnek vereyim!

        ‘’İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen YORGUN DEVELER ÜZERİNDE sana GELSİNLER.’’ Diyanet-Hac,27

        Siz kendi zamanınızda büyük yazılmış yere, uçak, araba ya da zamanınıza özgü başka bir taşıt koyamazsınız! Eğer kendiniz oraya gününüze ait başka araçlar koymak zorunda kalıyorsanız ya da zorunda olmadan böyle olmalıdır diye yorumluyorsanız siz artık sınav geçmek zorunda olan değil sınavın kurallarını belirleyen durumuna geçersiniz! sizden alıntı..

        hac 27 arapça ; Ve ezzin fîn nâsi bil hacci ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmirin ye’tîne min kulli feccin amikin

        HAC 27. ayetin doğru meali : ‘’İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelme kabiliyetine (damir) sahip binekler üzerinde sana GELSİNLER.’’

        sevgili toro ayette deve ye karşılık gelen arapça kelime (ibil) yoktur. orjinalinden araştırabilirsiniz.. özellikle o devirde var olan ve olmayan bütün binekler için “damir” ifadesini kullanmıştır.. kuran meallerini araştırdığınızda bazı mealcilerinde bu yönde ayeti meal ettiğini göreceksiniz.. o zamanda yaşan insanlar bunu deve,sığır,at,eşek vs. anlamaları çok normaldir.. şuan bizler ise yukarıdaki hayvanlar dahil her türlü binek araçları anlayabiliyoruz.. biz şuan uçak araba anlıyoruz, belki bundan 200 sene sonra jet, roket, ışınlanma, uçan araba vs. anlayacaklar…

        taha 81. ayette geçen “tayyiba” kelimesinin anlamlarını araştırırsanız bir anlamınında “saf,doğasına uygun” olduğunu görürsünüz. arapçada bir kelime birden çok anlama gelmektedir. o birden çok anlamlarda sadece belli bir dönemi kapsayacak şekilde yorumlanamaz..

        tabiki taberinin arapça profösörü olduğunu biliyoruz.. fakat kaçırdığımız nokta taberinin yaşadığı dönem ve şartlara uygun olarak “temiz” olarak anlaması çok doğaldır..

        saygılar..

      • toro dedi ki:

        Sayın kadir,

        Nedir bu bahsettiğimiz ayetler, insanlara 1400 yıl önce değilde bugün okunmuş gibi davranmanızın nedeni?

        Ben mi anlatamıyorum derdimi?

        Sevgili dostum, Hac,27 yüzlerine okunduğunda muhatapları bahsettiğiniz kelimeden ne anladılar? Neydi o gün (1400 yıl önce) uzak yerlere ulaşmalarını sağlayan binekler? Bu nasıl bir keyifbazlıktır ki, 1400 sene sonra başka birşey muhtemelen de yüzyıl sonra daha başka birşey koyacaksınız o kelimenin anlam dağarcığına!

        Ayrıca arapçada deve için tek bir kelime kullanılmaz! Dişi deve ve erkek deve ayrı ayrı isimlendirilir! Dolayısıyla erkek deve ya da dişi deve denmediği yerde başka bir kelimeyle ikisinin birden kastedilmiş olması olasıdır! Olayın özününden sapmayalım diye isimlere ayrıca girmiyorum! Çünkü o dönemin uzak yerden gelebilen binekleri APAÇIK bellidir! Dönem geçince o dönemin figürleride geçip gitmez!

        Aksi durumda yani sizin önermenize göre bir çözümleme yapacak olursak;

        Siz diyorsunuz ki, tanrımız o gün için deve ya da uzak yerlere gitmeye yarayan binekler anlamını taşıyan kelimiyle ilgili ayeti gönderdi, biz ona inananlar da(!) yıllar sonra o kelime olsa olsa araba, roket anlamına geliyordur demeye başladık!

        Ne güzelmiş kendi kendine ayet yazmak! Tanrınızı bırakıp, olsa olsa çıkışlı tahminlere tapmaya başlamak!

        Taha 81’e gelince, bakın beni az çok tanıyorsanız sizin yaptığınız gibi cinliklere kanmayacağımıda bilirsiniz! Bu nedenle bana cevap veriyormuş gibi yapmayın!

        İsrailoğullarına 3200 sene önce seslenen(!) tanrının(!) bir öğüt verirken (onlara 3200 sene önce verdiği iddia edilen yiyecekler hakkında) saf ya da doğasına uygun demesi mantıklımıdır, değilmidir? Ben sizin tanrınıza nasıl baktığınızı, tanrınızı nasıl gördüğünüzü merak ediyorum, mantıklımıdır, mantıksızmıdır o?

        Hangi mantık tersinin olmadığı yerde bir yiyecekten bahsederken onun saf veya doğal olmasına atıf yapar?

        Demek tayyibat kelimesi doğal anlamınada geliyor! Peki ne zamandan beri? Ne zamandan beri insanlar bazı şeyler için doğal demek zorunda kalmışlar! Yani ne zaman doğal olmayan ortaya çıkmış ki, tersine doğal demeye başlamışlar? Yani ne zaman tayyibat kelimesinin anlam haznesine doğalı da eklemişler? Mesela 700 yılı, 1000 yılı, 1500, 1900 yılı ne zaman?

        Hadi birde işin asıl olması gereken yerinden bakalım! Sizin inancınıza göre yiyebileceğiniz yiyecekler helal ve temiz olmalıdır, bunda bir sıkıntı yok sanırım! Yemenize izin verilenler helaldir ve temiz olarak tüketilmelidir! Peki siz oraya birde doğal olmalıdır diye eklenti yaparsanız insanların bir ürünün doğal olup olmadığını anlamasını nasıl sağlayacaksınız? Bunu bir tanrının o ürünü üretenlere, ürünün ambalajına doğaldır ya da değildir diye yazdırmak yoluyla çözdüğünemi inanıyorsunuz?
        Siz (hepiniz) ürünler ambalajdan çıkıp önünüze geldiği anda onların doğal olup olmadığını bakarak anlayacak kapasitede misiniz? Yoksa her defasında en yakın labaratuvara gidip elinizdekileri test ettirmek yoluyla mı tanrınızın ‘’doğal’’ olanı yeyin emrine(!) uyacaksınız?

        Ya da yukarıda yazdıklarımın hepsini bir kenara bırakın ve inancı gereği her yaptığı eylemi tanrısının istediği gibi yapmak zorunda olan siz bizzat onun kitabından(!) söylemlerle bana gösterin, onun kullandığı kelimelerin anlamlarını her dönem güncelemeniz gerektiğine dair emirleri!

  10. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Hadi birde işin asıl olması gereken yerinden bakalım! Sizin inancınıza göre yiyebileceğiniz yiyecekler helal ve temiz olmalıdır, bunda bir sıkıntı yok sanırım! Yemenize izin verilenler helaldir ve temiz olarak tüketilmelidir! Peki siz oraya birde doğal olmalıdır diye eklenti yaparsanız insanların bir ürünün doğal olup olmadığını anlamasını nasıl sağlayacaksınız? Bunu bir tanrının o ürünü üretenlere, ürünün ambalajına doğaldır ya da değildir diye yazdırmak yoluyla çözdüğünemi inanıyorsunuz?” sizden alıntı..

    çok basit….; allah bizlere ikram olarak çilek sunar, çilek reçeli sunmaz, elma sunar elma tatlısı sunmaz, bal sunar, şeker katılmış bal sunmaz… allah bunları bizlere ikram etti ise bizim illaki çilek reçelimi yememiz gerekir..

    doğal olarak beslenirsek, insülün direnci olmaz. varsa direnç kırılır, kolay kolay acıkmasın, tatlı krizlerine girmezsin, barsak forası bozulmaz, damarlarda yangı-tıkanıklık meydana gelmez. vücutta asitlenme ve tositlenme yok olur… dahada uzatabiliriz. işte insanın sağlıklı olmasının tek şartı doğal gıdalarla ve acıkınca beslenmektir…

    kuranda bir ayette: “başınıza gelen her musibet sizlerin kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir..”

    üzümü normal bir şeklde tüketmek yerine kendi elimizle şarap (sarhoşluk-serkeşkik) yaparsak. sonucuna kendi seçimimizden katlanırız..

    saygılarımla…

    • toro dedi ki:

      Sayın kadir,

      Dostum neler yapıyorsunuz öyle! Konuyu nereden nereye getirdiniz, sonunda;

      doğal olanın çilek reçeli değil çilek, elma tatlısı değil elma, şeker katılmış bal değil şeker katılmamış bal olduğuna işaretle kendinize göre bir doğal-doğal olmayan listesi oluşturdunuz! Yani hiçbir şeyi, birbiriyle karıştırmayacak ve size nasıl SUNULMUŞSA (tanrınız şimdi de SUNAN oldu) öyle tüketeceksiniz çünkü bu sizin tanrınızın isteği (çünkü sizin sağlığınızı düşünüyor)!

      O halde sevgili dostum sizin bir kaç yorum önce paylaştığınız taha,80 i buraya tekrar kopyalayalım;

      ‘’Ey İsrailoğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve Tûr dağının sağ yanında size söz verdik, üzerinize de KUDRET HELVASI ve bıldırcın indirdik. taha-80’’

      Ve size yine soralım KUDRET HELVASI nasıl yapılır?

      Sanırım aranızdan biriniz, birşeyleri yanlış yapıyor ya da anlıyor, ama hanginiz?

      Belki sonra aranızda bu çilek-çilek reçeli örneğini tekrar tartışmak istersiniz! Sonuçtan beni de haberdar ederseniz sevinirm!

  11. pamuk1kale dedi ki:

    Sayın toro,sizleri tekrar burada görmek çok güzel.Burada olmadığınız süre boyunca bizleri,beni yazılarınızdan mahrum bıraktığınız için (eseflede demiyorum) öfkeyle kınıyorum!

  12. toro dedi ki:

    Sayın pamuk1kale,

    Hoşgeldiniz, hoşbulduk dostum.

  13. izleyici dedi ki:

    Yüzlerce dini forum dolaştım, inananlarla inanmayanların bu kadar medeni tartıştığı bir başka ortam görmedim. Hepinize bravo vallahi. Demek ki hakaret etmeden de fikirler savunulabiliyormuş.

toro için bir cevap yazın Cevabı iptal et