MUHAMMED’İN ÖLÜM EMİRLERİ: SUİKASTLER

NADİR BİN HARİS’İN ÖLDÜRÜLMESİ

Nadir, Muhammed’in akrabalarındandı. Kureyşliler içinde zeki ve aydın bir insandı. Muhammed’in büyük bir iş peşinde olduğunu düşünüyor ve ona inanmıyordu.

Hicretten önce Nadir, Kuran ve Muhammed’in peygamberliği ile ilgili olarak halkı uyarır ve onun sahte bir peygamber olduğunu söylerdi. Onun bir kahin, sihirbaz veya şair olmadığını ama “aileleri ve insanları birbirine düşman eden bir büyücü” olduğunu iddia ediyordu.
İbn Hişam, cilt 1. sh. 399

Aynı eserin 320-321. sayfasında Nadir b. Haris’in şöyle konuştuğu yazılıdır :

“Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima. Siz tutmuş, onun bir kahin, sihirbaz, şair ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahali, bir kahin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed’e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz. Bakın! Ben size onunla nasıl baş edeceğinizi söyleyeyim.”

Sonra Irak’a gitti ve oradan” İran kisraları”, “Rüstem ve İsfendiyar’la ilgili masallar” vb. hikayeleri topladı ve Muhammed’in getirdiği Kuran’ın bunlardan farkı olmadığını anlatmaya başladı. “Bunlar da Muhammed’in söylediği türden şeylerdir. Üstelik ben onun gibi peygamberlik iddiasında bulunup, Allah’dan vahiy aldığımı da ileri sürmüyorum. Kur’an, bunlar gibi eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.
İslam Tarihi, Asım Köksal, cilt 1-258

Aşağıdaki ayetin Nuzül sebebinin bu olduğu söylenir:

Lokman-6 – İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.

Bedir savaşında esir düştü. Nadir’ı esir alan Mikdad b. Esved’di. Muhammed, Nadir’ın öldürülmesini emredince Mikdat fidye alamayacağı için, “Ya Resulallah, o benim esirimdir” dedi. Muhammed, “O Allah’ın kitabı hakkında ileri geri konuşuyordu” dedi ve öldürülmesini emretti. Mikdat tekrar, “Ya Resulallah, o benim esirimdir” dedi. O zaman Muhammed, “Allah’ım Mikdat’ı lütfunla zengin kıl” diye dua etti. Miktad, “İstediğim buydu” dedi. Nadir’in başı Ali tarafından kesildi. Onunla birlikte birçok esir de öldürüldü. Kureyş’in ileri gelenlerinden Ukbe bin Muayt da fidyesi kabul edilmeyerek öldürülenler arasındaydı.

Ukbe’nin Mekke döneminde birgün Muhammed’i boğmak istediği, bir başka gün namaz kılarken yüzüne hayvan işkembesi attığı, bu nedenle affedilmeyip öldürüldüğü rivayet edilir.

EBU AFAK’IN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Medine’deki şairlerden ve Muhammed’e inanmayanlardandı. Yahudi olduğu iddia edilir.Bedir Savaşının akabinde yazdığı söylenen şiirinde şöyle der:Uzun yıllar yaşadım
ama Kayla Oğulları gibi
bir araya geldiklerinde
üstlendikleri şeyi yapma ve müttefikleri konusunda
onlardan daha sadık olan,
dağları deviren ve hiçbir zaman boyun eğmeyen,
bir topluluk ya da halk görmedim.
Onlara gelen bir atlı onları,
Her konu hakkında
“Haram” ve “Mübah”diyerek ikiye ayırmıştır.
Yüceliğe ve krallığa inansaydınız Tubba’yı izlerdiniz.Tubba: Daha önce aynı toprakları işgal eden Yemenli bir yöneticiydi ve Kayla oğulları ona karşı direnmişlerdi.

İbn Sad’în kitabı Tabakat el-Kebir’de (Cilt 2 Sayfa 32) Ebu Afak’ın öldürülmesi şöyle anlatılır:

“…bundan sonra Allah’ın elçisi Hicretten sonraki 20. ayın başlangıcında Salim İbn Umeyr el Amr’ının Yahudi olan Ebu afak’a karşı seriyyesi gerçekleşti. Ebu Afâk, Beni-Amr ibn Avf’dandı ve 120 yaşına gelmiş olan ihtiyar bir adamdı. Yahudiydi ve insanları Allah’ın elçisine karşı kışkırtıyordu ve Muhammed hakkında alaycı şiirler yazıyordu.

Muhammed bu şiirleri duyunca “Bu alçak adamı benim için kim öldürecek” diye sorar.

Bedir savaşına katılmış olan Salim ibn Umeyr “Ya Ebu Afak’ı öldürmeye ya da onunla birlikte ölmeye yemin ediyorum” dedi. Bunun için fırsat kollamaya başladı ve bir gün hava çok sıcakken Ebu Afak dışarıda açıkta yattı. Bunu bilen Salim ibn. Umeyr kılıcını onun ciğerine sapladı ve kılıç yatağa değene kadar üzerine abandı. Allah’ın düşmanı bağırdı ve insanlar onun yanına koştular ve sonra evine götürüp onu gömdüler.”

ASMA BİNT MERVAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ (624)

Yezid b. Zeyd’in eşi ve 5 çocuk annesiydi. Beni Khatma kabilesindendi ve şairdi.

Bu kabilede de Muhammed’e sadık müminlerin sayısı artmıştı. Buna karşın inanmayanlar da çoktu. Asma b. Mervan da Muhammed’e inanmamakta ve onu yazdığı şiirlerle eleştirmekteydi.
Muhammed, Asma’nın aleyhindeki şiirlerini ve konuşmalarını haber almaktaydı. Anlaşılan o ki, Muhammed aleyhine okuduğu şiirleri kendi kabilesinden Muhammed’e ileten ajanlar vardı.

Ebu Afak’ın öldürüldüğünü duyunca üzüntüsünü şu dizelerle şiire döker:

Malik, Nebit, Afvoğulları!

Düşman üzerine atılarak birbirinizle yarışarak yürüyün

Düşman üzerine atılarak yürüyün Hazrecoğulları!

Sizler, sizden olmadığı halde yanınıza gelen yabancıya itaat ettiniz

O’na boyun eğdiniz ki, o ne Mu’dar’dandır ne de Mezhic’dendir.

Başları kestikten sonra hala ondan pişmiş çorba umar gibi umut içindesiniz

Ondan birşey uman aldanır, umutlar boşunadır!

Muhammed Asma’nın bu şiirlerine öfkelenir ve öldürülmesine karar verir.

“Kim beni Mervan’ın kızından kurtaracak?” diye sorduğunda;
Adiyy b. Hareşe isminde (gözleri görmeyen) bir müslüman bu göreve talip olur. Muhammed’in adamları Bedir’den döndükten sonra Adiyy ile birlikte Ramazan’ın yirmibeşinci gecesi o kadının evine giderler. Evdekiler uykudadır. Asma, çocukları ile birlikte yatmakta olup, hatta bir bebeği de onun üstüne uzanmış durumdadır. Adiyy eliyle yoklayarak bebeği kenara çeker ve gözleri görmemesine rağmen kılıcını Mervan’ın göğsüne dayayıp yüklenir ve kılıç Mervan’ın arkasından çıkar.

Sabah olunca gelip Muhammed ile birlikte namaza durur.

Muhammed onu tedirgin görünce “Ya Umeyr Mervan’ın kızını mı öldürdün ?” diye sorar.

O da “Evet ya Rasulullah, acaba hata mı ettim?” diye cevap verir.

Muhammed “Hayır onun için iki keçi bile birbiriyle toslaşmazdı” der.

Başka kaynaklarda Muhammed’in söylediği son söz şöyledir :

“Onun kanı hederdir, sorup karşı çıkacak kimse yoktur” .
(Mahmud Esad- İslam Tarihi “Tarih-i Din-i İslam” Sayfa – 550-551)

Ömer “Tebrikler doğrusu, böyle kör bir şahıs böyle mühim bir hizmette bulunsun” deyince Muhammed cevap olarak, “ Ya Ömer, kör deme, O gerçeği gören mert bir kişidir. Habersizce Cenab-ı Hakk’a ve Resulü’ne yardım etmiştir” der. Muhammed böyle başarılı bir işi “kör” olmasına rağmen yerine getirdiği için Adiyy b. Hareşe’ye Umeyr yani “gözleri gören” ismini takar.

İbn İshak Allah’ın Resulü’nün Sireti (S.675-676)
İbn Sad “Tabakat el-Kebir” (Cilt 2 Sayfa 31)

Bu cinayetten bir gün sonra Khatma kabilesinin tamamı müslüman olur.

ŞAİR KA’B İBN EL-EŞREF’İN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Ka’b Yahudi Nadiroğullarına mensup bir şair idi. Bedir Savaşında öldürülenleri duyunca “Vallahi, eğer Muhammed bu ulu kişileri öldürtmüşse yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” Diyerek Mekke’ye gitti. Bedir’de öldürülenler için mersiyeler okudu, Mekkelilerle ağlaştı. Daha sonra tekrar Medine’ye döndü. Müslümanlar ve kendisi aleyhine okuduğu hicivli şiirlere Muhammed daha fazla dayanamadı ve onun öldürülmesi için suikast timi oluşturdu. Bu timin içinde Ka’b’ın süt kardeşi Ebu Naile Silkan da vardı. Muhammed’in olduğu yerde baba evladı, kardeş kardeşi, amca yeğeni tanımazdı ve tabii ki bir insanın süt kardeşinin de onu tanımaması normaldi.Suikast timi Evs kabilesindeki şu kişilerden oluşuyordu:Ebu Nail Silkan (Ka’b’ın süt kardeşi)
Muhammed bin Mesleme
Abbad bin Bişr
Haris bin Evs
Ebu Abs bin CebrSuikast planı bir tuzaktı. Ka’b Nadiroğullarıyla birlikte kalede yaşıyordu. Önce Ka’b’la görüştüler ve ona Muhammed’den yakınarak kendilerinden vergi istediğini söylediler. Ondan borç istediler. Silahlarını rehin bırakmak üzere anlaştılar. Belirlenen zamanda tekrar gelmek üzere ayrıldılar. Sözleştikleri zamanda tekrar gelip Ka’b’a seslendiler. Eşinin kuşkulanıp uyarmasına rağmen Ka’b “ Onlar benim kardeşlerim, dostlarım” diyerek yanlarına iner.

Plana göre Mesleme, Ka’b’ın başını koklarken yakalayıp tuttuğunda diğerleri saldıracaktır.

Süleyman Ateş öldürülüş anını şöyle anlatıyor:

“Ka’b’ın üzerinde zırh olduğu için adama kılıç işlemiyordu. Muhammed İbn Mesleme, kılıcın ucunu Ka’b’ın göbeğinin altına koyup üstüne abandı. Adamın anüsüne kadar sapladı. Ka’b yıkıldı”.(S. Ateş- Kuran’a göre Hz.Muhammed’in hayatı. S.565)

Medine’de, Muhammed’e bağlılık ve sadakat bakımından birbirleriyle rekâbet halinde iki müslüman kabile vardı. Evs’ler ve Hazreci’ler. Bunlardan biri Muhammed’e hizmette bulunsa, diğeri kıskanıp benzeri ya da daha iyi bir hizmette bulunma hevesindedir.

Ka’b’ın öldürülmesi Muhammed’i çok sevindirmişti. Bu yüzden Evs kabilesini övmüş olması Hazreci kabilesini kıskandırmıştı.

İBN SUNAYNA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ (624)

Süneyye olarak da tanınan İbn Sunayna Yahudi tacirlerindendi. Muhayise b. Mesud tarafından öldürüldü. Muhammed, Yahudi şairi Ka’b Eşref’in öldürülmesinden sonra “Yetkiniz altındaki her yahudiyi öldürün” emri vermişti ve bu emir üzerine Muhayissa, yakın ticari ve sosyal ilişki içinde bulunduğu Suneyna’nın aniden üzerine atlayarak onu öldürdü.

Muhayyısa´nın henüz müslüman olmayan ağabeyi Huvayyısa b. Mes´ud ona vurmaya başladı ve:

“Ey Allah düşmanı! Onu öldürdün ha?! Vallahi, senin kamında onun malından pek çok içyağı vardır!” dedi.

Muhayyısa:

“Vallahi, onun öldürülmesini bana öyle bir zât emretti ki, eğer o seni öldürmemi de bana emretseydi, muhakkak senin boynunu da vururdum!” dedi.

Huvayyısa´nın İslâmiyete girmesine ilk sebep, bu cevap oldu.

Huvayyısa:

“Şaşılacak şey! Eğer Muhammed öldürülmemi sana emretse, gerçekten beni öldürür müsün?” dedi.

Muhayyısa:

“Evet! Vallahi, o senin boynunu vurmayı bana emretseydi, muhakkak, senin de boynunu vururdum!” dedi.

Huvayyısa:

“Vallahi, seni bu duruma getiren bir din, hayrete şayandır!” dedi ve o da Müslüman oldu.

İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 62, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 191-192, Taberî, Târih, c. 3, s. 5, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 3, s. 200, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1464, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 144, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 301, Zehebî, Megâzî, s. 1 31, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 4, s. 5.

EBU RAFİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ (624)
Ebu Rafi de Hayberli bir Yahudi tacirdir. Evs kabilesinin Şair Ka’b Eşref’i öldürmesini kıskanan Hazreci’ler, Ka’b kadar değerli birini öldürüp Muhammed’in gözüne girmek isterler. Akıllarına Ebu Rafi gelir. Gatafan kabilesini Muhammed’e karşı savaşa kışkırttığı ve tacir olduğu için faizle borç para verdiği vb. bir takım ithamlarla suçlayarak Muhammed’den öldürmek için izin isterler. Muhammed onu öldürtmek için Abdullah bin Atik’ komutasında bir tim oluşturur. Tim üyeleri :Abdullah bin Atik
Mesud bin Sinan
Abdullah bin Üneys
Ebu Katede Haris bin Ribiy
Hüzai bin Esved den oluşlan 5 kişilik bir fedai timiydi.Ebu Rafi Hayber’de bir kalede yaşıyordu. Abdullah bin Atik’in süt annesi Hayberli olduğu için bu yöreyi çok iyi biliyordu.Abdullah İbn Atik kalenin içine sızmayı başarır ve bir ahıra saklanır. Herkes çekildikten sonra Atîk, Ebu Rafi’nin yatak odasına sızar.Ebu Râfi, karanlık bir oda içinde, ailesinin arasında uykuya yatmış bulunuyordu.

Abdullah b. Atîk; Ebu Râfi’in odanın neresinde olduğunu kestiremediğinden, anlamak için:

“Ebu Râfi !” diyerek seslendi.

Ebu Râfi:

“Kim o?” dedi.

Abdullah b. Atîk, ses gelen tarafa yaklaşıp ona kılıçla ilk darbeyi indirdi. Fakat, bir iş görememiş olmanın heyecanı ve dehşeti içinde kaldı.

Ebu Râfi çığlık koparınca, Abdullah b. Atîk, hemen dışarı çıktı.

Kısa bir müddet sonra, tekrar içeri girip sesini değiştirerek:

“Nedir bu feryad ey Ebu Râfi?” dedi.

Ebu Râfi:

“Anan Cehenneme! Sen seslenmeden önce, birisi bana oda içinde kılıçla vurdu!” dedi.

Abdullah b. Atîk, ona kılıçla bir darbe daha indirip iyice yaraladı. Fakat, yine öldüremedi.

Sonra, kılıcın keskin ucunu kamına basınca, Ebu Râfi arkasına devrildi.

Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 26-28, Taberî, Târîh, c. 3, s. 6-7, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ, c. 9, s. 80, Delâilü´n-nübüvve, c. 4, s. 37-38, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 147-148, Zehebî, Megâzî, s. 285-286.

Suikast timindeki herkes Ebu Rafi’yi kendisinin öldürdüğünü iddia eder.

Bunun üzerine Muhammed, herkesin tek tek kılıcını kontrol eder. Öldürenin Abdullah b. Uneys olduğunu söyler, çünkü kılıcında kemik izleri görmüştür. Taberi’de olay şöyle anlatılır:

“Biz, yataginda bulunan (kocasina) kiliçlarimizla vurmaga basladik; gecenin karanliginda onu ancak ince ve beyaz Kipti bezine benziyen beyazindan dolayi seçebildik… Biz ona kiliçlarimizla vurduktan sonra Abdullah bin Üneys kilicini onun karnina sapliyarak öbür tarafina geçirdi. Yahudi bu sirada: -‘Yeter, yeter’- diye bagiriyordu. Bundan sonra biz onun yanindan çiktik. Abdullah bin Atik’in gözleri iyi görmüyordu, bu yüzden inerken basamaktan düserek ayagini siddetli bir surette incitti; onu yükliyerek çesmeden akan su çukuruna kadar götürdük. Biz o çukurda saklanacaktik. kalede atesler yakildi, bizi her taraftan arastirmaga koyuldular. Ancak bizi bulmaktan ümidi kestikten sonra yaralinin (Ebû Râfi’in) yanina dönerek onu her taraftan sardilar. O, onlar arasinda can cekisiyordu. Biz, Tanri düsmaninin ölüp ölmedigini bilmek istedik. Aramizdan biri: -‘Ben gidip anlar, ve bekliyerek onun haberini getiririm’- dedi; ve Yahudi’ler arasina karisti. Yahudi’ler arasina karisan adam söyle diyor: -Ben yanlarina geldigim vakit, yahudilerin ileri gelenleri onun yaninda toplanmislar(di); karisinin elinde kandil vardi. O, kandilin isiginda kocasinin yüzüne bakiyor, ayni zamanda toplanmis olan adamlarla konusarak: -Tanri adina and içerek teyid eylerim ki, Ibn-i Atik’in sesini isitmis gibi oldum, fakat sonradan kendi kendimi -Ibn-i Atik Medine’dedir, bu memlekete nasil girebilir?- dedim. Bu arada ben de yaralinin yuzüne bakmak üzere yanina yanastigim vakit karisi: – Yahudi ilâhina and içerek ölmüs oldugunu temine derim- dedi. Haber almaya giden arkadasimiz: -Bu söz benim için her seyden daha hostu- diyor. O, bize Ibn-i el-Hukayk’in (Ebû Râfi’i’n) ölüm haberini getirdi. Bundan sonra biz, arkadasimizi (Ibn-i Atik’i) yükliyerek kaleden ayrildik. Tanri elçisinin katina gelerek Tanri düsmanini öldürdügümüzü haber verdik. Fakat onu hangimizin öldürdügü hakkinda aramizda ihtilâf basgösterdi. Her birimiz onu kendisi öldürmüs oldugunu iddiâ ediyordu. Bunun üzerine Tanri elçisi: -Haydi kiliçlarinizi gösteriniz- dedi. kiliçlarimizi getirdik; o, kiliçlara bakti ve Abdullah bin Üneys’in kilicini gözden geçirdikten sonra: -Bu kilicin sahibi onu öldürmüstür, ben bu kiliçta kemik izleri görüyorum- dedi” (Bkz. Milli Egitim Bakanligi yayinlari: Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Istanbul, 1966, cilt II. sh. 365-6)

USEYR BİN ZARİM’İN ÖLDÜRÜLMESİ (627)
Useyr, Hayber Yahudilerindendi.Hicretin 6. yılında Muhammed, 3 kişilik bir heyeti Abdullah İbn Rehava başkanlığında Hayber’e göndermişti. Rahava, Hayber’de 3 gün kaldı. Yahudilere başkanlık eden Useyr bin Zarim’le görüştü. Döndüğünde Useyr’in Gatafan kabilesini Müslümanlara karşı kışkırttığını Muhammed’e anlattı. Muhammed, Useyr için planını yaptı ve Rahava’yı bu defa 30 kişiyle Hayber’e gönderdi.Muhammed’in kendisini Hayber’e vali olarak atadığını, kendisini görmek için Medine’ye beklediğini iletti. Teklife kanan Useyr’le birlikte yola çıktılar. Yahudiler de 30 kişiydi. Hayber’e 6 mil mesafede bulunan Karkara’ya geldiklerinde Useyr kuşkulandı, pişman olup gitmekten vazgeçti ve geri dönmek istedi. Bunu anlayan Abdullah İbn Uneys kılıcına davranıp onun ayağını kesti, Useyr de elindeki değnek ile Abdullah b. Uneys’in başına vurdu. Useyr’le birlikte 29 Yahudi kılıçtan geçirilerek öldürüldü. Bir kişi kaçtı. Uneys, Muhammed’e geldi ve Muhammed onun yarasını tükürerek iyileştirdi.
(Taberi–Tarih 3/155)
HALİD BİN SÜFYAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ (625)
Hüzeli Kabilesi Lıhyanoğulları kolundandı. Muhammed, Halid b.Süfyan’ın kendisine karşı çarpışmak için adam topladığı istihbaratını alır ve Abdullah b.Üneys’e onu öldürmesi için talimat verir.
Abdullah, Muhammed’den Halid’i aldatmak için kendisini kötüleme konusunda izin ister. Muhammed de “istediğini söyleyebilirsin” der. Halid’in eşgalini tarif eder ve ekler:- O’nu gördüğünde şeytanı hatırlarsın. Onunla senin arandaki alamet; onu görünce kendinde bir ürperme ve korku hali bulursun.”Abdullah, aldığı talimat doğrultusunda Halid’in kabilesine doğru yola çıkar ve Urana vadisine ulaşır. Orada bir kadın çobanı görür ve Halid.b. Süfyan’ı sorar, o da “İşte buraya doğru gelen o” der. Halid Süfyan ona kim olduğunu sorar ve o da Muhammed’e karşı savaşmak istediğini ve kendisinin bu amaçla bir ordu oluşturduğunu duyduğu için onun yanına geldiğini söyler. Bunun üzerine Halid. Süfyan onu alır, götürür misafir eder. Yedirir, içirir. Herkes uykuya çekilince Abdullah bir punduna getirip Halid’i öldürür.Bu işe karşılık Muhammed ona bir asa hediye eder ve “Cennette kullanırsın” der.

Abdullah’ın vasiyeti üzerine bu asa kefenine sarılıp öyle gömülmüş.

Cennette kullanacak ya! 🙂

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

33 Responses to MUHAMMED’İN ÖLÜM EMİRLERİ: SUİKASTLER

  1. Geri bildirim: Muhammet’in Ölüm Emirleri:Suikastler | Ateist Cevap

  2. Dost Ayran Yanlısı dedi ki:

    Düşünüyorum da Muhammed eğer şimdi yaşasaydı,her türlü suçtan müebbet yerdi.

    Not: Dinci arkadaşlara da şunu söyleyeyim,sahih bir hadisin sahih olmadığını zannedip inkar etmek dinden çıkmak demektir. Dinden çıkan kişi ise önce 3 gün hapis tutulur,eğer hâla tövbe etmemişse öldürülür.

  3. blackacidevil dedi ki:

    Sayın Panteidar Yazdıklarınız maalesef türkiyede müslüman olarak geçinenlerce bilinmeyen ve dinlerini öğrenirken öğretilmeyen gerçekler ve tarihi olaylardır. Burada itiraz edenlerin çoğu aslında sayenizde yazılarınızla islam tarihini ve detaylarını öğreniyorlar. Kulaktan dolma öğrendikleri dinin bu boyutlarını okuyunca görünce ister istemez şaşkınlık panik kızgınlıkla hakaret sanıp savunmaya geçiyorlar.
    Başarılarınızın devamını dilerim. Saygılarımla

  4. ahmet dedi ki:

    bugün arkadaşıma bu olayları anlattığımda olmaz öyle şey dedi.kabulenemedi.anlayışla karşılamak lazım kimse bunu babasına bile yakıştıramazken.peygamberine enasıl yakıştırsın.müslüman diye geçinen bir çok kişi bunu bilmez,bilse bile vardır bir hikmeti der.hani bir insanı öldürmek bütün insalığı öldürmekti.bu ne saçmalık.yaşayan bu evliya,veli …. boşuna mı gitmiş bu yoldan.

  5. NVC dedi ki:

    Tam metni de siteden referrans verelim
    Nadir b. Haris, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden, cin fikirlilerinden ve azgınlarındandı.

    Kendisi bir ara Hîre’ye gitmiş, orada Acem şahlarının hikâyelerini, Rüstem ve İsfendiyar’a ait bir-takım hikâye ve haberleri öğrenmişti. Ayrıca, Acem kitapları okur, Hıristiyanlar ve Yahudilerle düşer kalkardı.

    Peygamberimizi (asm) yalanlamakta ve incitmekte Kureyş müşriklerinin en aşırı giden¬lerinden ve söz sahiplerindendi.

    Hîre’de, bırbıt (ud, kopuz) çalmayı ve Hîrelilerin şarkılarını öğrenmiş; bunları Mekkelilerden birçok kimselere de öğretmişti.

    Kendisi, şarkıcı iki köle kadın da satın almıştı. Halkı, İslâmiyetten alıkoymak için, bunlarla oyalardı.

    Peygamberimiz (asm) bir meclise oturup Allah’ı anar, Allah’a inanmaya davet eder, Kur’ân-ı Kerîm okur, kendilerinden önceki milletlerden hangilerinin ne gibi musibetlere uğradıklarını anlatarak kavmini uyarır; o meclisten kalkar kalkmaz, arkasından Nadir b. Haris gelir, Peygamberimizin (asm) yerine geçer ve:

    “Ey Kureyş cemaati! Vallahi, ben ondan daha güzel söylerim. Siz benim yanıma geliniz! Ben size onun anlattıklarından daha güzelini anlatırım” dedikten sonra, Acem şahlarının, Rüstem ve İsfendiyar’ın hikâyelerini anlatır;

    “Muhammed benden ne ile daha güzel konuşurmuş? Ben size anlattığım hikâyeleri nasıl başkalarından yazıp aldımsa, o da bunları başkalarından yazıp almıştır!” der;

    “Hangimizin sözü daha güzel? Benimki mi, yoksa Muhammed’inki mi?” diye sorardı.

    Peygamberimiz (asm), bir ara, Ebu Uhayha Saîd b. Âs’ın yanına uğrar, ona İslâmiyeti anlatırdı.

    Ebu Uhayha, Peygamberimiz (asm) hakkında “O, semadan konuşuyor!” demeye başlamıştı.

    Nadir b. Haris, Ebu Uhayha’nın yanına gidip: “İşittiğime göre; sen Muhammed’in sözlerini güzel buluyor, beğeniyormuşsun. Bu nasıl olur?! O, ilahlara dil uzatıyor! Baba ve atalarımızın Cehennemde olduklarını söylüyor! Kendisine tâbi olmayanları azapla tehdid ediyor!” dedi.

    Bunun üzerine, Ebu Uhayha, Peygamberimiz (asm) düşman kesildi. Peygamberimizi (asm) yermeye, getirdiklerini ayıplamaya ve “Doğruusu, biz bunun getirdiklerinin bir benzerini daha işitmedik! Böylesi ne Yahudilikte, ne de Hıristiyanlıkta var!” demeye başladı.

    Ebu Uhayha ilk sözünden döndüğü zaman, Nadir b. Haris ona teşekkür etmeye gitti.

    Halbuki, Nadir b. Haris, bundan önce, Peygamberimizin adını duyduğunda ve gönderileceği zamanın yaklaştığını işittiği zaman:

    “Vallahi, bize bir uyarıcı gelecek olursa, biz milletlerden herhangi birisinden daha çok, doğru yolu tutarız” demişti.

    Yüce Allah, bu münasebetle indirdiği âyette şöyle buyurdu:

    “Onlar; kendilerine azapla korkutucu (bir peygamber) gelirse, herhalde, (diğer) ümmetlerden her-hangi birisinden daha ziyade doğru yolu tutacaklarına, yeminlerinin bütün hızıyla Allah’a and etmişlerdi. Fakat, onlara azapla korkutan (bir peygamber) gelince, bu onların (haktan) uzaklaşmalarından başka birşey artırmadı. (Fâtır, 42)

    Nadir b. Haris; Kur’ân-ı Kerîm okunduğu zaman:

    “Bunlar, öncekilerin masallarıdır! Ben de size, Allah’ın indirdiği gibi, indireceğim!” derdi.

    Bu nedenle, Kur’ân-ı Kerîm’de içinde “esâtîr” kelimesi geçen sekiz âyet, Nadir b. Haris hakkında nazil olduğu rivayet edilir.

    Nadir b. Haris:

    “O, getirdiği kitap üzerinde, ancak, şu Esved b. Muttalib’in kölesi Cebr ile Şeybe veya Utbe b. Rebia’nın kölesi Addas’ın ve daha başkalarının yardımını görüyor!” diyordu.

    Yüce Allah, indirdikleri âyetlerle bu isnad ve iftirayı da şöyle reddetti:

    “Andolsun ki, biz onların ‘Bunu ancak bir beşer öğretiyor!’ diyeceklerini biliyoruz.

    Haktan sapmak suretiyle kendisine nisbet edecekleri o (sanığın) dili Acemî’dir, bu Kur’ân’ın dili ise apaçık Arapça bir dildir.” (Nahl, 103)

    “O küfredenler, ‘Bu (Kur’ân) onun uydurduğu yalandan başka (birşey) değildir. Bu hususta diğer bir zümre de ona yardım etmiştir’ dediler de, muhakkak bir haksızlık ve tevzir meydana getirdiler.

    ‘Onun başkasına yazdırıp, kendisine sabah akşam okunmakta olan eskilere ait masallardır’ dediler.

    De ki: ‘Onu göklerde ve yerdeki bütün gaybı bilen (Allah) indirdi. Şüphe yok ki, O çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir!'” (Furkan, 4-7)

    “De ki: ‘Andolsun, bütün insanlar ve cinler şu Kur’ân’ın bir benzerini meydana getirmek üzere bir araya toplansalar ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine, onun benzerini meydana getiremezler.'” (İsra, 88)

    Nadir b. Haris bir gün Peygamberimize (asm) rastlayıp: “Sen Kureyşîlerin yakın bir zamanda vurulup yere düşeceklerini ve bunun sana Allah tarafından vahyedildiğini söylüyormuşsun, öyle mi?” diye sordu.

    Peygamberimiz (asm): “Evet, ben söyledim! Sen de onlardansın!” buyurdu.

    Ayrıca, Nadir bin Haris Peygamber Efendimiz´e zaman zaman eziyet eder, taarruzda bulunurdu. Bir gün Peygamberimiz öğle vakti yaklaşırken haceti için Seniyyetü´l-Hacûn tarafına gitti. Adetleri üzere oldukça uzağa gitti. Bunu gören Nadir: “Böyle bir fırsat ebediyen bir daha elime geçmez, pusuya yatıp ansızın onu öldürmeliyim!” diyerek gidip pusuya yattı… Sonra ansızın müthiş bir korkuya kapılarak geri döndü.

    Dönüş sırasında Ebû Cehl kendisine “Nereden geldiğini?” sordu. Nadir şu karşılığı verdi: “Muhammed´in peşinden gitmiştim. O´nun yalnız olduğunu görerek hesabım görmek istemiştim. Bu maksatla gidip pusuya yattım, fakat simsiyah ve korkunç yılanların dişlerini birbirine çarparak ağızlarını açmış bir vaziyette bana hücum ettiklerini gördüm, müthiş korktum ve süratle evime dönüyordum!”

    Ebû Cehl de kendisine: “Bu, O´nun sihirlerinden birisidir” karşılığını vermiştir.

    Yüce Allah, Rasülüne indirdiği ayette “Yakında o cemaat bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaça-caklar” (Kamer, 45) buyurmuş; Peygamberimiz de (asm), Bedir savaşında Kureyş müşriklerinin bozguna uğrayıp kaçıştıklarını görünce, bu âyeti okumuştu.

    Nadir b. Haris, Bedir savaşında esir edilen müşriklerden olup, Hz. Ali tarafından boynu vurulmuştur. O zaman henüz esirlerle ilgili ayetler inmediği için, ayetlere dayalı bir esir hukukundan söz etmek doğru olmaz.

    Böylece Peygamberimizin Bedir savaşı öncesinde Nadir b. Haris’in öldürülmesi için özel duyuru yapmasının, sonra onu esirler arasında bulunca onunla birlikte birkaç kişinin daha öldürülmesini emretmesinin ve diğerlerinde olduğu gibi onlardan fidye kabul etmemesinin sebebini kavramış oluruz.

    Kaynaklar:
    İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, 1/321, 383384, 2/367.
    Beyhaki, Delâilü’n-nübüvve, 2/202.
    Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/230-231.
    Taberî, Tefsir, 13/182; Târih, 2/296.
    Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, 1/139-141.
    Râzî, Tefsir, 21/82.
    Zehebî, Târîhü’l-İslâm, s. 157.
    İbn Habib, Kitâbu’l-muhabber, s. 161.
    M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık 1/324-327.
    http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/155932/nadir-bin-haris-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-bu-kisiyi-hz-muhammed-asm-savastan-sonra-serbest-birakmayip-basini-keserek-oldurttugu-iddiasina-ne-cevap-verirsiniz.html

  6. zulmün düşmanı dedi ki:

    İslam’da Şakku’l-Kamer (Ay’ın bölünmesi) Mucizesi diye ünlü “mucize”yi birlikte göreceğiz: Kamer Suresinin l. ayetine, Diyanet’in resmi çevirisinde şöyle anlam verilir:

    “Kıyamet saati yaklaşır, ay ayrılır.”

    Bu çevirideki “yaklaşır, ayrılır” ayetteki sözcüklere uymuyor. Ayette, burada, “geçmiş zaman” kipi kullanılıyor. Bu nedenle, doğrusu: “Yaklaştı, ayrıldı.”dır. “Ayrıldı”yerine de ayetteki “inyakka” sözcüğüne uygun olması için “bölündü”, ya da “parçalandı” demek gerekir. Diyanet’in çevirisi, burada, “akıl ve bilim dışılığı örtmek” amacıyla, sözcükler kendi anlamlarının dışına çıkarılarak, daha sonraki ayetler, ayrıca açıklayıcı hadisler gözardı edilerek yapılmış bir “yorum”a, ibnü’l-Cevzi’nin yorumuna (Bkz. tefsiru ibnü’İ-Cevzi, 8/89.) dayanmakta. Bu yorum, tefsircilerce kabul edilmez. (Bkz. M.Ali Sabuni, Safvetu’t-tefisir, 3/284; Hizin, 4/226.)

    Bu durumda ayetin doğru çevirisi şudur: “Kıyamet (sat) yaklaştı; ay bölündü :” Bunu izleyen iki ayetin anlamı da şöyle: “Onlar bir mucize gördüklerinde; yüz çevirirler ve: ‘sürüp giden bir büyüdür.’ derler. Yalanladılar ve kendi eğilimlerine uydular. Her şey, yerini bulur.” (Kamer: 2-3.) Görüldüğü gibi ayetlerde açıkça, kıyametin yaklaştığının da bir belirtisi olarak, Ayın bölündüğü ve bu mucizeyi, inanmazların yalanladıkları” anlatılıyor. Bu ayetlerin anlattığı olayı aktaran hadislere bakalım.

    Gökteki Ay mı, Arabistan’daki Hira Dağı mı daha büyük?

    İlkokul öğrencileri bile böyle soruyu saçma bulur, değil mi? Ama hadiste anlatılana bakılırsa bu soruya saçma dememek gerek.Malik Oğlu Enes anlatıyor:

    Mekkeliler, Peygamberden bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara ayı ikiye bö1ünmüş olarak gösterdi. Öylesine ki, onlar, Hira Dağı’nı, bu iki parçanın arasında görüyorlardı.” (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’1-Menakib/36; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu St- fati’l- Münafdun/46-47, hadis no: 2802.)

    “Abdullah İbn Mes’ud anlatiyor: Peygamberle birlikte Mina’daydık. Birden ay iki parçaya bölündü. Bu parçalardan biri, dağın arkasında, biri de dağın beri yanında kaldı. İşte o sırada Peygamber. Bakın da tanık olun!’ dedi.” (Bkz. Buhari, es-Sahih, aynı yer; Müslim, e’s-Sahih, aym yer, hadis no: 2800.) Düşünün. İnanmazlar, Muhammed’den, peygamberliğini kanıtlamak için bir mucize istiyor. Tanrı da Muhammed’e güç veriyor. Muhammed mucizesini gösteriyor: Şu gökteki, şu Amerikalıların ayak bastığı, şu bildiğimiz ay, iki parçaya bölünüyor. Parçalanan Ay, yere düşüyor. Yeryüzünün ufacık bir bölgesine sığınıyor. Düştüğünde orada, kimseyi ezmiyor. Ay böylesine ufakmış ki: Hira dağı ondan daha büyük. Çünkü geriden bakınca, Hira Dağı, ayın iki parçası arasında gözükebiliyor! Ve düşünün: Böyle bir “olay”ı bile, Mekkeliler bir mucize saymıyor. “Olay”a tanık oldukları halde! Ve dünyanın her yanından gözüken şu ay, o sırada ikiye bölünüp yere düşüyor da, dünyanın hiçbir yerinde, kimse farkında olmuyor. “Olay”i ne gören oluyor, ne de yazan. Muhammed’in Sahabilerinden başka… Ayrıca: Ayın “bölünmesi”, haber verilegelen kıyametin yaklaştığının bir kanıtı oluyor.

    Yukarıdaki ayet ve hadislere göre, bütün bunlara “inanmak” gerekiyor. İnanan inanır kuşkusuz. Kim ne diyebilir? Bizim burada yaptığımız şey, yalnızca bir belirleme ve sergileme, Şu da unutulmamalı: İnananın nasıl inanma hakkı varsa, inanmayanın da inanmama hakkı vardır. İnsanoğlunun aklına, bilime özgürlük tanımak bunu gerektirir. İnsan, kınanmasız ve saldırısız bir ortam içinde insanlığına yakışır nitelikte geliştireceği düşüncesini, kişiliğini meyvelendirir. Bu köşedeki sergilemeler de bunun için…
    nvc buda muhammed mucizesi.ama gördüğün gibi bilimsellikten uzak ve büyük ihtimal burda diyanetin ayın bölünmesi bilim dışılığını örtmek için yaptığı gibi senin kaynaklarında bu olayı çarpıtıyor olmalı.yukarda yazdığına göre nadir bin haris ben muhammed gibi peygamber olduğumuda iddia etmiyorum diyor.sense ondan daha güzel söylerim şeklinde yansıtıyorsun.ayrıca muhammedi öldürmek diye bir şey diğer kaynaklarda geçiyor mu?ayrıca bende çıkar için birinin peygamber olduğunu düşünsem bende öldürürdüm.ve bu amaçla insan öldürsem muhammed doğru söylese bile ceza verilmemesi gerekir çünkü ne yaptığımı bilmiyorum karşıdakinin yalan söylediğini düşünüyorum ve çıkar için peygamber olduğunu düşündüğüm için öldürüyorum.o bakımdan kasıtla öldürmemek söz konusu. o yüzden yılan mucizeside muhammedin diğer mucizeleri gibi yalan olmalıdır.çünkü ay mucizesi yanlış buda islam dininin yalan olduğunu kanıtlar.

    • bilal dedi ki:

      ” AY BÖLÜNDÜ MÜ ? ” KONUYLA İLGİLİ AYETİN DOĞRU MEAL VE TEFSİRİ : ?
      KAMER-1: اقتربت الساعة = اي اقتربت قيام الساعة = وانشق القمر= اي واقترب انشقاق القمر = Kıyamet vakti
      yaklaştı ve ayın bölünmesi de. ” a) لان واوالتي علي قوله = انشق= واو العطف وهو يستلزم القرب لانشقاق القمر ” Venşekkal kamer ” deki ” و ” Vav ” atıf harfı olup,birinci cümledeki ” اقتربت ”
      Kıyamet vakti yaklaştı.” ifadesinde geçen yaklaşma eylemini ” Kamere” da vermektedir.
      Çünkü ” معطوف عليه ‘ ma’tufu aleyhinin ” hükmü ne ise, ” معطوف ” Ma’tufun” hükmü de aynı
      olur. اقتربت الساعة ” İktarebetis sa’atu ” ma’tufu aleyh, وانشق المر ” Venşakkal kamer ” ma’tuf-
      tur. Yani ikinci cümle,birinci cümleye atıf olup,ma’tufun hükmü olan ” yaklaşma ” eylemi
      atıf cümlesine de aynen verilmektedir.Buna göre,kıyametin vaktı yaklaştığı gibi,ayın bö-
      lünme vaktı da ona paralel olarak yaklaşmış demektir b).وقال قوم لم يقع انشقاق القمر بعدوهو منتظر
      اي اقترب قيام الساعة وانشقاق القمر وان الساعة اذا قامت انشقت السماء بما فيها من القمر وغيره ” Bir grup alim de
      şöyle diyor” Kıyametin vakti yaklaştı ve ay’ın inşikakı da ” Kıyamet koptuğu zaman ay
      dahil,diğer gök cisimlerinde de inşikak gerçekleşecektir.” وكذا قال القشيري والحسن البصري وذكر
      الماوردي ان هذا قول الجمهور ”İmam Kuşeyri,Hasan Basri de aynı görüşte.Maverdi,,bu görüş
      çoğunluğun görüşüdür.demektedir. Maverdi Tefsiri, c / 5 / s / 409 // Kurtubinin görüşü
      farklı olsa da bu görüşlere yer veriyor. c / 9 / s / 107-108 // … c ) KAMER-2: Bu ayetin
      ,arapça dil gramerine iyice dikkat ettiğimiz de Ay’ın inşikakı gerçekleşmediğini görürüz.
      KAMER-2 وان يروا اية يعرضوا ويقولوا سحر مستمر ” Şayet bir ayeti ( mücizeyi ) görürlerse,bu sü-
      re gelen bir sihirdir,derler.” Meallerde ” وان ” şart edatı olan ”ve in ” harfının anlamı veril-
      memiştir.” ve in ” harfın anlamı; şayet ”demektir. Şayet görürlerse,ne demek? Demek ki,
      böyle bir olayı görmemişler, böyle bir olay da olmamıştır.Şayet böyle bir şeyi görseler
      yine bu süregelen bir sihirdir derler.Kamer-3:وكذبوا واتبعوا اهوائهم الخ ” Onlar kıyameti yalan
      saydılar,hava ve heveslerine uydular.” Ayetlerin meali doğru verildiği zaman görüyoruz ,
      ki,inşkakakı kamer diye bir olay gerçekleşmemiş ve yalanlanan olayın da inşikak olayı
      değil,kıyamet olayıdır. ……. d ) Peki,neden geçmiş zaman kipi kullanılmıştır.? Başka
      ayetlerde kur’an’ı Kerim de böyle geçmiş fiil kipi kullanılmış mı? Evet. NAHL-1:
      أتي امر الله فلا تستعجلوه ” Allah’ın emri (kıyamet ) geldi.( bize göre değil,onun ilim ve takdirine
      göre) Öyleyse,onun çabuklaştırılmasını istemeyin ” Niye geşmiş fiil kipiyle geliyor.? لتجقق
      وقوعه وقد تقدم ان اخبارالله في الماضي والمستقبل سواء لانه ات لا محالة ” Çünkü kıyametin gerçekleşmesi
      kesindir,Vuku bulması kesin olan bir şeyin gerçekleşmiş gibi kabul edilmesi nedeniyle geçmiş fiil kipiyle gelebilir.Buna benzer bir ayet daha:A’RAF-43: ونزعنا ما في صدورهم من غل
      ” Cennetekilerin göğüslerinde kin adına her varsa,hepesini söküp atmışızdır.” Burad da
      henüz kıyamet kopmamış ve kimse de cennete girmemiş,fakat kıyamet günü cennete
      gerçekleşecek olan,”göğüslerinden kinin çıkarılması ” olayı geçmiş fiil kipi olan ” نزعنا ”
      ”neza’na”söküp atmışızdır,diye şeklinde ifade edilmiştir.Çünkü,gerçekleşmesi kesin olan bir şey,gerçekleşmiş gibi kabul edilir. e) Buna dair rivayet mütavatir olmayıp,haberi
      olduğu için bu tür konularda Kabul edilemez.Bu olayı rivayet edenlerden Enes bin Malik
      ve İbni Abbas o zaman dünyaya bile gelmemişlerdi.Henüz dünya gelmemiş olan birileri bu olaya nasıl şahit olabiliyor.? Demek ki,bu rivayet Enes bin Malik ve Abdullah bin
      Abbas’a uydurulmuştur. Tek kalan ravi,ibn Mesud’de o zaman çocuk idi,Hz.Ebu Bekir
      ve diğer büyük sahabeler böyle bir olayı anlatmıyorlar da,sadece küçük bir çocuk anla-
      tacak değil mi ? Demek ki,bu riveyet doğru değildir.ÖZETLE,inşikakı kamer diye bir olay
      gerçekleşmemiştir.Konu ile ilgili rivayet’de sahih değildir.Kur’an ve islamda asla bir so-
      run yoktur.Sorun tamamen yanlış meal,yorum ve uyduruk rivayetlerden kaynaklanmak-
      tadır.Zulmün düşmanı rumuzlu zatın da bu uyduruk rivayet ve hatalı meal ve yorumlara
      bakarak haşa Islam dinin yalan olduğunu iddia etmektedir.Şunu bilelimki ne uyduruk ri-
      vayetler,ne de hatalı meal ve yorumlar islamdır.İslam ve kur’an.bu tür saçmalıklardan beridir. Hadisler zamanında yazılıp kaytedilmedikleri için mütevatir olanların dışında ko-
      runmadı.Buhari,müslim ve diğer Kütübü Sitteler,hz.peygamberden 200-300 sene son-
      ra sadece kulkatan dolma bilglerle yazılmıştır.200-300 sene yazılı ve kayıtlı bulunmayan
      sözler korunabilir mi ? Bu kitaplar ne Allah’ın kitabıdır,ne de hz.peygamber yazdırmış-
      tır.Bunların bir çoğu uyduruktur.ve %99’u da Haberi Ahad olup,kesin bilgiyi ifade etmez.
      İtikad,ve hükümlerde Haberi Ahad Kabul edilemez.Bu nedenle inşikak diye bir olay ger-
      leşmediği gibi,bu tamamen uydurulumuş bir olaydır.İslam da ve kur’an’da böyle bir olay yoktur.Bu tamamen uyduruk rivayetlerin,hatalı meal ve yorumların üründür……Kur’an, Allah’ın kitabı,İslam dini de Allah’ın hak dinidir. Uyduruk rivayetler,Kütübü sitteler,mez-
      hepler vs.islam ve kur’an değildir.Dinin tek kaynağı kur’an’ı kerimdir.KUR’AN’da sorun
      veya tutarsızlıklık asla yoktur.Yeterki kur’an’ın meal ve yorumu ayetlere uygun ve doğ-
      ru yapılsın… Lütfen,bir daha haşa islam yalandır,diye saçmalamayın….Söz konusu
      olaya yalandır diyebilirsin…. zaten bu olaya asla inanmamak gerekir …Sonuç;bilimle
      çelişen tek bir ayet yoktur,Çelişen ayet değil,uyduruk rivayet,hatalı meal ve yorumlardır.
      Bunlar da insan ürünüdür.,,,,,, Saygılar.

      • ahozdemir dedi ki:

        Merhaba Bilal Bey,

        Bilmiyorum sizin için de uygunsa özel mail yoluyla iletişime geçmemiz mümkün müdür ?

        Teşekkürler.

      • bilal dedi ki:

        Merhaba,alakanız için teşekkürler.Fakat,şu an özel mail yoluyla iletişime geçmeyi düşün-
        müyorum.. Saygılarımla.

    • ahozdemir dedi ki:

      O zaman lütfen yukardaki kaynaklardaki hadis ilimlerindeki (şayet akademik bir temeliniz var mı bilmiyorum ) ortak bağlam metaodu içerisinde rivayetleri de sıralamanız mümkün müdür ?

      Aynı kaynaklarda geçiyorlar yukardaki iddalarda o zaman içlerinden birinin yalan olduğu düşüncesi gene ön kabuller dahilinde olacak ve en azından yuarıda yazılan suikastler dahilinde de yazılanları da en az onlar kadar şüphede bırakacaktır.

      Bilimsellikten bahsediyosunuz ama işin kendi litaretürü ile de değerlendirmiyorsunuz.Cambridge okumamış olsam sizi bilim adamı sanırdım.

    • ahozdemir dedi ki:

      Diğer bölümde islam da bilim ve teknik ansiklopedilerini paylaşmıştım 5 cilt.

      https://panteidar.wordpress.com/2011/04/15/kurandaki-mantiksal-hatalar

      Hani Fuat Hoca ile ilgili şüpheye düşersiniz diye bir de türkçe haber kaynağından yararlanalım oradaki diğer Hocaların isirmleri zaten mevcut kürsüleri de.
      http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/newsDetail_getNewsById.action?newsId=31324
      Wiki den hiç haz etmem ama hadi popüler olduğundan koyalım
      http://tr.wikipedia.org/wiki/Fuat_Sezgin

      Ve hocamın Bütün Ortadoğu araştırmacılarının (özellikle oriyantalistlerin) şapka çıkardığı doktora tezi.

      Celal Şengör hocayı çok sevenlere gelsin piri reisin haritası ile ilgili çalışmasında kaynak olarak Fuat hocanın kaynakları bolca geçer.

      Buhari’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar

      661.pdf erişimi için tıklayın

    • Fitne her yerde dedi ki:

      1. Yaklaşır ve ayrılır ifadeleri geçmiş zaman değil, geniş zaman kipidir.yaklaştı ve ayrıldı yazılırsa geçmiş zaman olur. Yazarken tekrar bi okuyun uydurduklarınızı.
      2. Ayın ikiye ayrılıp yere düştüğüne dair yazdığın hadislerde bir işaret yok.ayın yarıldığını ve gökyüzünde biri dağın bir tarafında ,diğeri öbür yanda olmak üzere dağın ortada kaldığını söylüyor.azıcık fizik , görsel tecrübe veya derinlik algısı (x, y ,z ) sahibi olsanız ne kadar mantıklı olduğunu anlardınız.
      Ayın o bildiğimiz ayın ,hani amerikalıların ayak bastığı ayın,ikiye ayrılıp dünyaya düştüğünü düşünüp bununla inkara gitmeniz düşünce altyapınızı ortaya koyuyor.
      3. O kadar zihniniz bulanmışki, iddia sahibini öldürsem suçsuzum,ama iddia sahibi karşı hamle ile beni öldürse suçludur diyecek kadar sabit fikirlisiniz.yeri geldiğinde düşünce özgürlüğü , fikir hürriyeti diye atıp tutarsınız.
      O zaman senin deyiminle ,şu yazınla kendine çıkar sağlamaya çalıştığını düşünüp seni öldürseler gayet mantıklı bir iş yapmış olurlar.
      Neyse….

  7. arshimetshimet dedi ki:

    birbirlerine blowjob yapmaktan kafalarını kaldıramayan insan söylemi. “Nadir, Muhammed’in akrabalarındandı. Kureyşliler içinde zeki ve aydın bir insandı.” şundan gersisini okuyarak vakit kaybetmeyin. çok güzel hikaye yazmışsın kardeş…

    • pante dedi ki:

      O hikayeler bana değil, sizinkilere ait. Altlarında kaynakları var.
      Bu hikayelere inanmazsın ama onların yazdığı şekilde namaz kılarsın..

  8. YAVUZ SUN dedi ki:

    patronunun yada komutanın karşısında el pençe durup, aman ahmet bey, mehmet bey, yalarım yutarım diyen öküzlerin sanki askerlik arkadaşından bahsediyormuş gibi ele aldığı büyük islam peygamberi hakkında yapılan iftiradır.

    • pante dedi ki:

      O öküz “efendimiz” diye tapınan sen olmayasın en başta!
      Yalan iftiralar dediklerini de ben yazmış değilim. Baş tacı ettiğin İslam alimlerine ait.

  9. rıza silahsızpoda dedi ki:

    Burada esas ilginç nokta insanların rahatça anlaması için apaçık gönderilen bir kitapta yazanların böylesine yoruma açık olmasıdır. Yukarıda bolca arapça parçalayan arkadaşa sormak isterim; Kutsal kitap eğer böylesine farklı yorumlanıyorsa nasıl ilahi ve tüm insanlığa gönderilmiş olabilir ki? Yani esas sorun sizin böylesine açıklamalar yapmak zorunda kalmanız değil mi? Ben çok daha anlaşılır kullanım klavuzları okuduğumu hatırlıyorum. Diyebilirsiniz ki” O öyle sihirli bir metin ki gelecekte yaşayacak toplumların sosyal hayatını da düzenleyebilsin diye böyle çok anlamlı ve yoruma açık yazılmıştır”. İyi de uzlaşılan bir “SON YORUM” hemen hiçbir zaman olmuyor ki.

    Ya da mesela neden basitçe namazın nasıl kılınacağı yazmaz da biz o devirde yaşayanların anlattıklarını anlatan 3. kişilerin söylediğine göre namaz kılarız?

    Hayır ben nasıl “iyi insan” olabileceğimizi 1 adet A4 kağıda sığacak şekilde yazarım. Hadi birkaç sayfa da ibadetlerin nasıl yapılması gerektiğine ayıralım. Sosyal hayata dair (miras olayı giyim kuşam şekli vb.) Hadi onla da birkaç sayfa tutsa takriben 20-30 sayfada gayet anlaşılır bir “Müslüman Kullanım Klavuzu” yazabilirim.

    Ama “İNANÇ” zaten “BİLİNÇLİ BİR KENDİNİ KANDIRMA” değil mi?

  10. toro dedi ki:

    Adem in bildiği, gördüğü ve iblisi lanetlediğine şahit olduğu tanrısının emrinden ne kadar etkilendiğini düşünün! Sonuçta yasağı koyan sıradan bir varlıkmışcasına adem tarafından görmezden gelinmiş. O zaman soru şu, Adem in yerinde siz olsanız o elmayı yiyebilirmiydiniz? İnancın temeli bu sorunun cevabında gizlidir.

    • karaca dedi ki:

      Sayın toro ;
      Adem in bildiği, gördüğü ve iblisi lanetlediğine şahit olduğu tanrısının emrinden ne kadar etkilendiğini düşünün! Sonuçta yasağı koyan sıradan bir varlıkmışcasına adem tarafından görmezden gelinmiş. O zaman soru şu, Adem in yerinde siz olsanız o elmayı yiyebilirmiydiniz? İnancın temeli bu sorunun cevabında gizlidir.

      toro bu olay elma armut olayı değil,daha öncede bu konuda kendi fikrimi yazmıştım
      mühim olan ademin özgür iradesini kullanıp kullanamayacağı hususu idi,özgür iradesini kullanamayan bir adem halen o yasak edileni yapamayacak bir adım dahi atamayacak bulunduğu yerde kalacaktı.
      burada anlaşılması gereken cisimlere,elmalara armutlara takılmadan ademin özgür iradesini kullanıp kullanmamasıdır.
      yasak olarak lanse edilen olayı başarı ile geçmesidir.
      yüce allah ademin özgür iradesini kullanabildiğini gördü, ve onu yer yüzünde yaşayabileceğini kanıtladığından salıverdi.
      kuranda bu olay başka başka tasvirlerle anlatılmasına takılmamak gerekir.
      konunun özü ademin bu başarıyı elde edip edememesidir.
      yasak konulmadan,yeryüzüne gönderilmiş bir ademin ne yapacağı,hiç bilinemez,
      velevki böyle bir durum olmuş olsa idi,ademin özgür iradesini kullanıp kullanamadığı test edilmeden yeryüzüne gönderilmiş olsa idi,ademin yeryüzünde yaşama sanşı hiç yoktu.
      test edilmemiş bir irade çalışıp çalışmadığı belli değil
      yeryüzüne indiğinde ne yapacağını bilemezdi.
      sen şimdi maymunlarla,kuşlarla,diğer hayvanlarla ademi karıştırma
      insan aklı olmasa sende bilirsin insan çok güçsüzdür,soğuktan ölür,açlıktan ölür,pislikten ölür,kural ve kaidelerini koyamaz sıcaktan ölür,
      kendinin ne olduğunu bilemez,
      ademin yasak edileni yapması olayı
      aslında aklın test edilmesidir.

      • toro dedi ki:

        Sayın karaca,

        Rica ederim, hitap ettiğiniz kişilerin zeka seviyelerini kendinizinkinin altında farz ederek yorumlar yapmayın!

        ”mühim olan ademin özgür iradesini kullanıp kullanamayacağı hususu idi,özgür iradesini kullanamayan bir adem halen o yasak edileni yapamayacak bir adım dahi atamayacak bulunduğu yerde kalacaktı.
        burada anlaşılması gereken cisimlere,elmalara armutlara takılmadan ademin özgür iradesini kullanıp kullanmamasıdır.” sizden alıntı

        Karar verin, siz tanrınızın sizden istediklerini koşulsuz olarak YAPMANIZI istediği fikrine iman etmiyormusunuz? İnancınıza göre, tanrınızın emirleri, sorgulanmadan, küçümsenmeden ve ötelemeden mutlaka yapılması gereken yönlendirmeler değilmidir?

        Bu durumda bir tanrı nasıl olurda yarattığı varlığın DOKUNMA diye uyardığı bir meyveye DOKUNMASINI isteyebilir ya da bekleyebilir?

        Tanrınız emir verdiğinde sizin itiraz etme yani onun emrinden kendinizi soyutlayacak bir özgür irade göstererek o emri uygulamama şansınız var mıdır?

        Ne yani bu inandığınız tanrı, kullarından koşulsuz itaat bekleyeceği bir süreci itaatsiz bir kulunun eylemiyle mi başlattı?

        O nedenle sıkıştığınızda inancınızı bile baltalayan anlamsız bahanelerden ya da yorumlardan uzak durunuz!

      • toro dedi ki:

        Sayın karaca,

        Ademin size göre özgür olan iradesini kullanması sonucu gerçekleşen nedir?

        Böylece Adem insan nesli içinde tanrısının buyruğunu yok sayan ilk birey olmuştur! Size görede bu durum onu yaratan tanrısının olmasını istediği şeydir! Yani Adem aslında, tanrısının beklentisine uygun olarak onu yoksaymış ve emrini çiğnemiştir!

        Bu durumda insanın tanrısını yok saymasını sağlayan eylemleri yapabilmesinin yani iradesinin tanrısının iradesini yok sayabilecek şekilde hareket etmesini sağlayan şey yine onu yaratan tanrısıdır! Yani bir iteatsizlik yada günahkarlık durumumun ortaya çıkması bu durumun ortaya çıkmasını bekleyen tanrının isteğidir!

        Yani günah, itaatsizlik ya da tanrıyı yok sayma eylemlerinin kaynağı doğrudan tanrıdır. Bunlar tanrı istediği için olabilen eylemlerdir!

        Şimdi düşünki sizin inancınıza mensup bir ailenin bir çocuğu oldu ve dolayısıyla aynı inancı benimseyip o inanca aykırı hiç bir şey yapmadan yaşadı ve öldü! Yani özgür iradesi olduğu halde(!) tanrıdan olduğuna inandığı emirleri sorgulamadan yerine getirdi, yasaklara da aynen uydu! Bu durumda bu arkadaşa tanrının ona verdiği özgür iradeyi(!) kullanıp herhangi bir yasağı çiğnemediği için özgür iradesi yoktu ya da özgür iradesi gelişmemişti mi demeliyiz?

        Sonuç itibariyle özgür iradesi olsun ya da olmasın temel beklenti tanrısının emirlerine uyması yasakları riayet etmesiydi!

        Bu durumda Ademin özgür iradeye sahip olduğu düşüncesinin kanıtlanabilmesi için Adem’in beklentilerin (tanrısının nihai) aksine tanrısının yasağını çiğnemesimi gerekir?

        Öte yandan bir cam kavanoza sahip olduğunuzu düşünün! Onun içine biraz toz biber, tuz ve su koyup çalkalıyor ve içi görünmesin diye kağıtla kaplıyorsunuz! Bu anda siz o kavanozun içine ne koyduğunuzu unutuyor musunuz? Sonrada hatırlamak için o sıvıyı tatıp içine ne koyduğunuzu tekrar teyit etmenizmi gerekiyor?

        Bakın dostum bahsettiğiniz sadece insanı ya da onu çevreleyen dünyayı değil tüm evreni yaratabilecek güce sahip olduğuna inandığınız tanrı! Bu durumda o tanrının içine özgür irade koyduğunu bilerek yarattığı bir canlının özgür iradeye sahip olduğunu kesinlikle anlamak için onu test etmeye hemde kendisine itaatsizlik edecek şekilde test etmeye ihtiyaç duyduğunu bana anlatamazsınız! Ama aklınız buna inanmaya razı ise gidin kendi kendinize inanın!

  11. arzu dedi ki:

    tarihlere bakinca uhud ve hendek savasi zamani.
    Asil olan bu zamanda neler oldugudur. Bu insanlarin neden mekkeye veya baska bir yere kacma ihtiyaci duymadilar.
    Eger bu islem devam ettigse neden vahsi oldurulmedi.
    Kizinin kocasi esirdi onada birsey olmadi. Daha sonra kizini yanina aldi ama damadi sonra geldi neden buna birsey yapmadi.

  12. basit olaylarda adam öldürten bir adam geçtim peygamberi insan olma şansı yok ve yuh yani ne diyeyim

    • Mehmet fatih dedi ki:

      İnanmamak özgürlüğü var eyvallah lakin hakarete varan eleştiriler ve aşağılama çabaları neden…ısrarla Muhammedin söylendiği gibi bir adam olmadığını ispata calismak inançsızlık özgürlüğüyle aciklanamaz…inanmiyorsaniz inanmıyorum der geçersiniz…birşeylerden ciddi anlamda sorununuz var intibası uyanıyor nedense…islama inanmayan birileri olarak İslami argümanları ( hele bir de kırparak bölerek ) islama karşı kullanma gayretiniz acınası bilinç düzeyinizin göstergesi olmaktan başka birşey değil…

    • karaca dedi ki:

      sayın muhammed öztürk

      basit olaylarda adam öldürten bir adam geçtim peygamberi insan olma şansı yok ve yuh
      yani ne diyeyim

      sizden alıntıdır.
      bu sizin saplantınız,basit olaylarda bile adam öldürten bir adam olarak yorumladığınız kişi alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberdir.
      muhtemelen bunun ne demek olduğunu da idrak edemiyorsunuzdur.
      peygamber düşmanı olmak başka meseledir eğer bu guruba giriyorsanız size atış serbestir fakat isabetsiz mesnetsiz atışlar yaparsınız. peygamberin yolunda gidenlere onu benimseyenlere ona inanlara zerre kadar sizin atışınız isabet etmez etse bile zarar veremez,siz ancak kendi kendinizi bu şekilde avutun,
      basit sebeblerden dolayı adam öldürten bir kişinin etrafında bir kişi bile bulmak mümkün değildir.yanılıyorsunuz ve sözleriniz iftiradan öteye gidemez
      allah iftira edenleri sevmez,bunun için sizlere sizin anlayacağınız red edemeyeceğiniz mükafatlar hazırlamıştır günü geldiğinde bu size ikram edilecektir hiç şüpheniz olmasın.

      • toro dedi ki:

        Sayın karaca,

        Kendinizi ilgiyle takip ettirebilmek için elinizden gelen herşeyi yapıyorsunuz!

        Doğrusunu isterseniz ben taa 2014 yılında yazılmış bir yoruma, 2016 yılında ve yazının sahibi karşınızda size bakıyormuş hissiyle cevap vermenizle ilgilenmiyorum. Ben sizin bu görmeyen gözlerinizle ilgileniyorum.

        Bakın size bir sorum var, iyi okuyun ve anlayabilmek için uğraşın!

        Asya ile Avrupa arasına konumlanmış bir ülkede yaklaşık 40 yıldır dini faaliyetler yapan ve bu süre zarfı içerisinde kendisinin mevcut olduğu dinin peygamberi ve tanrısıyla rüyalarında konuşulduğuna inanılan, eski ve önemli bir müridinin anlatımıyla” biz onu peygamber görmüyorduk ama peygamberden de aşağı görmüyorduk” şeklinde tasvir edilen ve 40 yıl içinde peşine taktığı mürit sayısı inandığını söylediği dinin peygamberinin 23 yılda peşine taktıklarından daha fazla olan bir kişiye inananlar, sokaklarda aynı dinden olsada onlardan olmayanlara(onlara göre onlardan değilseniz kafir yani düşmansınız) ateş ederek bomba yağdırarak bir kalkışmaya giriştiler!

        Ama başaramadılar değil mi? Başaramadıkları yani gücü tamamen ele alamadıkları için bu kalkışmadan önce pek muhterem din adamı ve onun inanırları olanlar ülkenin en aşağılık en rezil adamları haline geldi ve yedi sülalelerine sövülmeye, mallarına el konulmaya ve zindanlara tıkılmaya başlandılar değil mi?

        Şimdi soruyorum size, ya bunlar BAŞARILI olsaydı ve ekolleri 1000 sene sonraya kadar ulaşsaydı, günün birinde çıkıp kalkışması başarılı olmuş bu kişiye ”aslında” diyerek eleştiri getiren birine cansiperane şekilde karşı çıkacak başka karacalar da olurmuydu?

        Hemen bu anda ekrana bakmayı hemen bırakın ve en yakın aynaya ulaşarak sorumun cevabını orada arayın!

  13. Geri bildirim: DİN & DİYANET DOSYASI : TURAN DURSUN da mı ERGENEKONCUYDU ? /// TURAN DURSUN’UN SİYASİ GÖRÜŞÜ | Derin Strateji

  14. karaca dedi ki:

    sayın toru verdiğin cevabı gayet güzel okudum seninle hemfikiriz bunda problem yok din adına allah adına insanları gözleri kör edercesine bir insanın peşinden gitmek töbe haşa bu insana kütsallık izafe etmek bana ters gelir,sevmemde inanmamda bu tür insanlara nefretle şiddetle kınıyorum bu namussuzları,bu başka mesele bu işin arkasında ABD var sen niye bunu göremiyorsun baktı adam küvvetli bişeyler bu adamda var toplulukları kandırabiliyor ne yaptı bu ABD adamı destekledi derledi topladı her türlü ihtiyaç duyduğu yolu açtı işlerini kolaya çevirdi.
    mal mı yok aklını çalıştırmayan bir insana taparcasına inanan bir dediğini ikilettirmeyen,toro bunların hefsi menfaat dünyası aslında bizim dinimizi tam olarak bilememiz en büyük etken bu namussuzlar ne derse koyun gibi peşinden giden insanlar varya muhtemelen allah onların hepsini hesaba çekecek yandım türküsünü söyletecek,ABD babasının hayrına mı bu adamı destekledi amaç belli değilmi bu adamdan istifade etmek amaçlarını uygulamak değilmi amaç ne türkiyeyi dize getirmek çözmek parçalamak türkiye diye bir devlet bırakmamak sonuçta israile bu coğrafyayı hediye etmek ta geçmişten beri israilin böylece rüyası yani kenan devleti ni kurmak adamların gerçek niyeti buydu bak dostum,Hz allah öyle bir allahtırki kendine düşman olanları bilir kurdukları tuzakları böyle başına geçirir,bu senin için de geçerli benim içinde geçerli bak kurdukları tuzakları nasıl başlarına geçirdi,hangi yol ve ve yöntemi kulları için ortaya koyduğu açık ve net değilmi,
    bu konu buraya kadar
    diyorsunki adam yıllar önce yorum yapmış ne var bunda bu onun görüşü diyorsun yok toro bu kendini bilmemezliktir sevmiyorsan bile saygı duymalısın,hakaret derecesine varacak şekildi ileri geri konuşmak o yorumu yapana yakışmaz hele hele bir peygambere basit sebeblerden dolayı insanları öldürtüğünü iddia etmek tam bir saçmalıktır.
    bende bu şahsın bu yorumuna kendi düşüncelerimi ekledim ve yorum yaptım,ona da bir şey olmadı bana da bir şey olmadı,sana sormak isterim bu malum şahıs rüyasını gerçekleştirseydi diyorsun valla o zamanda karşı çıkardım 1000 sene sonrada karşı çıkardım bu tür insanlar menfeatleri peşinde koşan kimseler ben onları tenkit etmeyecemde kim edecek,
    adam öyle yalanlar söylüyorki karşısındaki adam da mal gibi onu dinliyor,ben bu adama kızmıyorum onu mal gibi takip eden mal gibi itaat edenlere kızıyorum allah onlara verdiği aklı hiç çalıştırmadıklarından dolayı onları sorumlu tutacaktır mafyanın binbir çeşidi vardır al bunlarda bunlardan birtanesi menfaat üzerine kurulmuş dini kullanan kimseler onların yatacak yeri yok
    bak toro allah hepimize akıl vermiş aklımızın kabul etmediği şeylerin peşinde koşarsak yüce rabbimiz bizleri sorumlu tutar,hele hele bu adam gibi insanların peşinde koşulursa,
    ben şunu bilirim olmayacak duaya amin denilmez,
    bana diyorsunki güncel kalmak için yorum yapıyorsun tak diye gönderiyorsun
    hiçte öyle bir amacım yok adam resmen peygambere katil damgasını vurmuş ona canım sıkıldı.
    ondan dolayı cevap verme ihtiyacı hissetim.
    sen de kalkmış beni tenkit ediyorsun. aslında senin hakkını yememek lazım,ileri sürdüğün pek çok görüş dine farklı bir açıdan bakmamı sağladı. eskisi gibi öyle dinden kitaptan bahsedenlere çok kızıyorum insanları bu şekilde ağlattığını korkuttuğunu,menfeat temin ettiğini söyledikleri pek çok şeyin saçma sapan insanları etkilemek için söylediklerini görüyorum. ve analarına babalarına kendilerine ağzıma geleni esirgemiyorum,böyle yapıp tekerleklerini döndürdüklerini keselerini doldurduklarını çok rahat anlıyabiliyorum.,bunları aslında siz bana öğrettiniz
    ha bu demek değildirki,ben allaha inanırım,ondan başka bir ilahın olmadığını bilirim,tek yaratıcının o olduğunu kabul eder,bana aklıma gösterdiği yolda gitmek isterim
    öyle eskisi gibi şu kutsal bu kutsalmış gibi mevzuları çoktan geçtim,
    adam işine geldimi şeytana suçu atar adam işine geldimi kendine yontar
    bunların hepsi sahtekarlık feto de bunlardan birtanesi
    ayrıca sana da teşekkür etmek isterim hakikaten dünyaya bakış açımı körü körüne bakmaktan alıkoydum herşeye artık eskisi gibi kabul veya balıklama atlama olayı artık bitti.
    kal sağlıcakla,

    • toro dedi ki:

      Sayın karaca,

      İşin arkasında birilerinin olduğu muhakkak! Ama benim derdim işin arkasındakilerin hedefi değil!

      Bir adam çıkıyor, peygamberiyle konuştuğunu söylüyor, insanlar buna inanıyor!
      Tanrısından özel ilham aldığını söylüyor, insanlar buna inanıyor!
      Tırnaklarını, saç tellerini, elbiselerini kutsal sayıyorlar sesini çıkarmıyor!

      Son söylediğimi yapabilme ya da insanların bunları yapmasını sağlamak için gereken feyzi hangi inancın hangi ritüellerinden alıyor sizce? Hatırlayalım;

      Kutsal hırkalar, sakallar, kütükler, ayak izleri!

      Bakın burada yıllardır anlatıyorum inanmanın ya da birine inanmanın ne olduğunu! Ama ataların dediği gibi ”bir musibet, bin nasihattan iyidir”! Hani birilerinin sürekli dediği gibi bakmasını bilirseniz o musibette herşeyi görürsünüz!

      Görürsünüz ki sadece inanmak ya da inandırmak yeterli değildir! Birde henüz inanmayanlara gücünüzü göstermeniz bu sayede onları da inandırmanız veya onlara inanmaktan başka seçenek bırakmamanız gerekmektedir! Bu yüzden bazen onlara parasal bir gelecek, önemli yerlerde mevki veya gücü elde edenin yanında dolabilme vaadiyle gidersiniz! En sonunda geride kalanlara da ”bitaraf olan bertaraf olur” korkusunu yaşatır ve onlarıda gerçek sizin onlara sunduğunuzmuş gibi algılamaya zorlarsınız!

      Bakın çoğu inanır (bütün dinler ama özelliklede semavi dinler için) neye inandığının farkında değildir, neye inandığını bilmezler! Neye inanmaları gerektiğini bilirler! Çünkü bu onlara aileleri tarafından taaa en küçük oldukları yaştan itibaren ezberletilir! Aynı çaresiz bir ailenin, çaresiz bir çocuğunu alıp kendini ona yıllarca ”peygamber ayarında” bir zatmış gibi göstererek buna inanmasını sağlamak gibi!

      Bakın şöyle yapın, bu bahsedilen arkadaşın 1400 yıl önce ortadoğudaki çöllereden birinde mevcut bir şehirde ortaya çıktığını, yıllarca insanların kendisinin tanrıdan özel feyzler aldığına inanmasını sağladığını ve en sonunda yeterli güce ulaştığında o şehrin ve etrafının tüm hakimiyetini almak için silah kullanmak suretiyle harekete geçtiğini düşünün!

      Bu arkadaş savaşı kazandığında ne olur, kaybettiğinde ne olur?

      Olay bu kadar nettir!

      Diğer mesajınıza gelince!

      Ben bahsettiğiniz inanç dahil bütün inançları zaten tarafsız bir şekilde inceliyorum! Çünkü onlara inanmıyorum dolayısıyla onların tarafı da değilim!

      Bakın ister adına ideoloji deyin, akım deyin, yol deyin gelenek deyin isterse de din deyin, hepsinin amacı özünde insanları bir hedefe taşımak için kendine özgü kurallarla oluşturulan ve hedefi eninde sonunda dünya hayatını kendilerine kolay hale getirecek yapılardır. Tabi dünya hayatı en çok bu yapıların başını tutanlar için kolay hale gelir!
      En kutsal, en büyük, en güçlü ve yüceler bunlardır!

      Tabi siz onların size söylediklerine inanıyorsanız bu böyledir!

      Aksi halde kimse sizden, kutsal, büyük, güçlü ya da yüce olamayacaktır!

  15. karaca dedi ki:

    sayın toro
    sen şu islam dinini tarafsız şekilde bi incelesene benim kaçırdığım belki pek çok nokta olalbilir
    senin dikkatinden bir şey kaçmıyor incele bakalım hakikaten anlıyamadığın nokta ne onları tespit et belki sizin gibi arkadaşların görüşleri doğrultusunda yeni anlayışlar doğabilir dini insanlar bu gün bakıyorsun farklı farklı anlıyor birbirlerinin boğazını kesiyor insanların yaptıklarını dine mi bağlyorsun yoksa menfeat dünyasına mı bağlıyorsun.

  16. karaca dedi ki:

    ne dersiniz böyle bir şey gerçekten varmıdır yoksa benzetmemidir. bu tarifler ne olabilir.
    cebrail islamı tebliğ ediyor ama hiç bir kavim kabul etmiyor
    aynı uzay romanları gibi.

    Cebrail aleyhiselam Cablısa ve Cablıka halkından sonra Peygamber efendimizi Bakil, Münsel ve Naris kavimlerine ilettiğini ve onlara da İslamı tebliğ ettiğini ama onlardan hiç birisinin iman etmediğini öğreniyoruz.

    Ayrıca Hz.Ali’nin o kavimlere adem oğullarından bazılarının varmasının mümkün olup olmadığını sorduğunu, bunun üzerine Peygamberimizin; onlara varmaya hiç kimsenin takatinin yetmeyeceğini, o diyara dört ay karanlıkta gidilebildiğini ama Ad kavminden üç kişinin Hud Aleyhiselama iman etmelerinden sonra, Ad kavminden kaçarak o beldelere yerleştiklerini duyuyor ve öğreniyoruz.

    Yine bir rivayette; 2. İskender’in Zülkarneyn (a.s) olduğunu duyuyoruz. Hatta İskender’in bu beldeleri görmek kastıyla iki ay boyunca karanlıkta yol aldığını ama daha sonra çekinerek veya korkarak, o beldelere varamadan geriye döndüğünü öğreniyoruz.

    Yecüc ve Mecüc’e karşı Zülkarneyn a.s’ın demir ve tunç birleşiminden bir set yaptığı rivayetlerini duyuyor, bugün bile o seti aşmaya çalıştıklarını hadis-i şeriflerden biliyor ve okuyoruz.

    Yine Piri Reis adlı ünlü Osmanlı denizcisinin meşhur haritasını, ona bizzat Süleyman (a.s) peygamberin çizdirdiği rivayetini okuyor ve öğreniyoruz. Hatta öyle rivayetler duyuyor ve öğreniyoruz ki İslami kaynaklarda Merih olarak adı geçen Mars’ta bile insanların olduğunu duyuyor ama onların buraya müdahale etmesinin şimdilik müsaade edilmediğini, hatta onlarında Müslüman olduğunu bile duyuyor ve öğreniyoruz.

    İşte yukarıda saydığımız bazı rivayetlerin “Taberi Tarihi” adlı eserde detaylı bir şekilde anlatımı:

    Ebu Cehil ve bazı müşrikler, Hz.Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) efendimizin nasihatlerine ve onları islama ve peygamberliğine imana çağırmasına dayanamayarak reddetmiş ve söyledikleri sözlerin Allah’ın kelamı olmadığını iddia etmiş ve reddetmişlerdir. Bunun üzerine inen şu ayet müşrikleri aciz bırakmıştır:

    “Onu o (peygamber) uydurdu» mu diyorlar? De ki; «Haydi siz de onun gibi bir sûre getirin ve Allah’dan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onu da yardıma çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın).”

    Bu ayetin nazil olmasıyla birlikte müşrikler aciz kalmış ve bazı Yahudi bilginlerinden yardım istemeye karar vermiş bunun üzerine Ebu Cehil ve Velid bin Muğire başta olmak üzere Yahudi alimlerden yardım istemeye çalıştılar.

    Velid ve Ebû Cehl (Aleyhillâne) yerlerinden kalkıp birtakım kimseleri de kendilerine uydurup Medîne’ye giderek, kâfirlere Muhammed Aleyhisselâm’ın hâlini bildirdiler ve Peygamberlik davâsı edip, Kur’an ile kendilerini aciz duruma düşürdüğünü söylediler. Hayber ve Beni Kurayza ve Vadi’l-Kura Yahudilerine elçiler gönderip toplandılar. Ebû Cehl; “İçimizde bir kişi çıktı. Adına Muhammed derler. Peygamberlik davası ediyor. Benim dinimden gâyrî dinler bâtıldır deyip, bizi kendi dinine davet ediyor ve Allah’ın kelâmıdır deyip acayip sözler söylüyor. Bizi o sözlerle aciz bıraktı. Ona benzer söz diyemedik. İşte bundan dolayı size geldik. Şimdi… Size gökten kitap inmiştir, bize inmemiştir. O kitapta gördüğünüz gayet müşkil sözlerden çıkarın bize öğretin de, gidelim onu o Muhammed’e soralım. Biz de onu aciz duruma düşürelim ve o davasından vazgeçirelim…” dedi.

    Yahudi alimleri bir araya gelerek günlerce Tevrât’ı mütâlea ettiler. Tevrât içinden Yirmisekiz mesele çıkardılar. Ebû Cehl’e ve beraberinde olan kafirlere o soruları öğrettiler ve dediler ki; “Gidin bu soruları o Peygamberim diyen kimseye sorun. Eğer cevap verebilirse sözüne inanın ki, Hak Peygamberdir. Zira Peygamber olmayan kimse bu suallere cevap veremez ve eğer cevap vermeyecek olursa, rüsvâ olup davasından vazgeçmek mecburiyetinde kalır; siz de emin olursunuz…”

    İşte bu suallerden yazımızda bizi ilgilendiren kısımları sizinle paylaşıyoruz.

    Yedinci Sual: “Kâf dağı nerededir, nicedir ve niçin yaratılmıştır?”

    Rasulullah Sallallâhû Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimiz ona cevap verdi ki; “Kâf dağı dedikleri bu cihânı çepçevre kuşatmıştır. Kâf dağının içinde cihan, yüzüğün içindeki parmağa benzer. Ondan sonra bu Kâf dağı Yeşil Zümrüt’ten yaratılmıştır. İşte bu göklerin, gök renk göründüğü o Kâf dağının aksi düştüğündendir. Yoksa gökte hiçbir renk yoktur. Eğer Kâf dağının Yeşilliği olmasa idi, gök bu şekilde görünmezdi. İnsanoğullarının o dağa varması mümkün değildir. Çünkü Dört ay tamam karanlıkta gidilir. Orada hiç ay ve gün yoktur ve Bu Kâf dağı yerin mıhıdır. Eğer Kâf dağı olmasa idi, yer debrenmekten Hali olmazdı ve halâik yeryüzünde rahat Bulmazdı.

    Sekizinci Sual: “Cablısa ve Cablıka nedir?”

    Hz. Muhammed Sallallâhû Teâlâ Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Cablısa ve Cablıka iki şehristandır. Biri Meşrik’te(doğuda) ve Biri Mağribte’dir(batıdadır.) Meşrikte olan şehre Cablıka derler ve Mağribte olan şehre Cablısa derler. Yeşil Zümrüt’ten yaratılmıştır ve ikisi de Kâf dağına ulaşmıştır. Her şehrin eni ve uzunluğu, ikibin fersenktir…”

    Bu cevabı Rasulullah Aleyhisselâtû Vesselâm söyleyince o Yahudilerin bilginleri, Ebû Cehl ve Velid hazır oturmuşlardı. Önlerine Tevrât koyup, Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Efendimizin sözü ile karşılaştırırlardı ki, onların sözüne uygun mu söylüyor, yoksa muhâlif mi, görüyorlardı. Ali b. Ebi Talib Radiyallâhû Anh, Mecliste Hazır idi. dedi ki;

    “Yâ Rasulullah… Bu dediğiniz şehirler şu bizim bulunduğumuz cihân içerisinde midir?” Rasül-u Ekrem Aleyhisselâm dedi ki; “O şehirler karanlık içerisindedir, Kâf dağına ulaşıktır.”

    Hazreti Ali Kerremallâhû Veche dedi ki; “Her şehirde ne kadar halk vardır?” Rasülullah Aleyhisselâtû Vesselâm buyurdu ki; “Her şehrin kalesinin bin derbendi vardır. Her derbendini gecede biner kişi bekler ve o bin kişiye ki bir yıl içinde, yıl tamam oluncaya kadar bir daha sıra gelmez…” dedi.

    Hazreti Ali Radiyallâhû Anh dedi; “Yâ Rasulullah… Bu kaleyi niçin beklerler?” Aleyhisselâtû Vesselâm buyurdu; “Onun için beklerler ki, o tarafta çok halk vardır, onlarla bu Cablısa ve Cablıka halkı arasında düşmanlık vardır. Gece ve gündüz birbiri ile cenkleri eksik değildir. Nöbet tuttuklarının sebebi budur…”

    Sonra Hazreti Ali Radiyallâhû Anh; “Yâ Rasulullah…” dedi; “Bu Cablısa ve Cablıka halkı Ademoğullarından mıdır?” Rasülullah Aleyhisselâtû Vesselâm buyurdu; “Onlar, Dünya’da adam olduğunu bilmezler…”

    Hazreti Ali Radiyallâhû Anh, “Şeytân onlara yol bulmaz mı?” dedi. Hazreti Peygamber Aleyhiselâm Buyurdu ki, “Onlar şeytânı da bilmezler…” Hazreti Ali Kerremallâhû Veche, “Yâ Rasulullah… Bu Ay ve Güneş ve yıldızlar, onların üstlerine doğmaz mı?” dedi. Aleyhisselâtû Vesselâm Efendimiz; “Onlar Hakk Teâlâ’nın Ay ve Güneş ve yıldızları yarattığını da bilmezler…” buyurdu. Ali Radiyallâhû Anh, “Bu cihânı nasıl görürler?” dedi. Rasül-u Ekrem Sallallâhû Aleyhi ve Sellem Efendimiz, “Onların aydınlığı, Kâf dağının şûlesindendir. Onların taşları ve duvarları nûr gibi şûle(ateş) verir…”

    Hazreti Ali Radiyallâhû Anh, “Yâ Rasulullah…” dedi; “Onlar ne yerler ve ne içerler?” Sallallâhû Aleyhi ve Sellem efendimiz buyurdu ki; “Hiç nesne yiyip içmezler…” Ali Radiyallâhû Anh dedi; “Peki, ne giyerler?” Rasülullah Aleyhisselâm Buyurdu; “Onların bedeni don istemez…” Hazreti Ali Radiyallâhû Anh dedi, “Feriştehler(melekler) midir?” Peygamber Sallallâhû Aleyhi ve Sellem efendimiz, “Ferişteh(melek) değillerdir amma taâtleri ferişteh gibidir.” buyurdu.

    Ali Radiyallâhû Anh, “Onlardan zürriyet gelir mi?” dedi. Rasulullah Aleyhisselâtû Vesselâm efendimiz; “Onların cümlesi erkeklerdir, aralarında dişi yoktur…” Ali Radiyallâhû Anh, “Onların dini ne dinidir; Onlar cennetlik midir yoksa cehennemlik midir?” dedi. Rasulullah Sallallâhû Teâlâ Aleyhi ve Sellem buyurdu; “Onlar cennet ehlidir, İslâm dini üzeredirler. Mirac gecesi Cebrâil Aleyhisselâm Beni o tarafa iletti. Ben onlara İslâm’ı arzettim. Müslüman oldular. Allahû Teâlâ’ya ve bana imân ettiler. Bende onlardan birisine İslâm’ın şartlarını öğrettim, o kişiyi onların üzerine hâlife diktim. Ondan sonra Cebrâil Aleyhisselâm Beni; Fâris ve Fîd’i tarafına ve Ye’cûc ve Me’cûc iklimine ve Münsel ve Bakil ve Nâris kavmine iletti. Onlara İslâm’ı Arz ettim, kabûl etmediler. Cümlesi kâfirlerdir…”

    Ondan sonra Hazreti Ali Kerremallâhû Veche, “Yâ Rasulullah… Bizim halkımızdan onlara hiç kimse varabilir mi?” dedi. Sallallâhû Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimiz; “Yok, onlara varmaya hiç kimsenin takâtı yetişmez. Zirâ dört ay karanlıkta gidilir amma Âd kavminden üç kişi, Hûd Peygambere (Aleyhisselâm) imân getirmişlerdi. Onlar Âd’dan kaçtılar, o şehristana yetiştiler…” buyurdu.

    Rivâyet edilir ki; “İskender-i Zülkarneyn Aleyhisselâm (Bahsi geçen Makedonyalı İskender değil. 2. İskender’dir. İbni Kesir El-Bidaye ve’n Nihaye adlı eserinde bunu belirtiyor.) bu şehri görmek kastı ile iki ay tamam karanlık içerisinde gitti; sonunda korktu ve yine döndü. Zirâ karanlık içerisinde iki ay daha gitmek gerekti ki, o şehre varılabilsin. Bu Acîb haberdir. O Yahudi alimleri bu sözleri işitince; “Gerçek diyorsun! Bizde Tevrât’ta böyle bulduk. O Âd’den kaçan üç kişi, o Cablıka ve Cablısa şehrine gittiler. Fîd halkından korktuklarından çıkıp gidemediler. Zirâ onlardan o kavmin kuvveti ziyâde idi. Sonunda o şehirde fevt olup kaldılar…” dediler.

    Dokuzuncu Sual: “Ye’cûc-Me’cûc nedir?”

    “İki kardeşlerdir. Âdemoğullarındandır. Birine Ye’cûc ve diğerine Me’cûc derler. Bir takımın boyu uzun ve bir bölüğün boyları çok kısadır. Kulakları fil kulağı gibi olur. Onlar gâyet çok kavimdir. Eriştikleri yerin ağacını ve otunu, taş ve topraktan gâyrîsını yiyip kuruturlar. Nereye ki ayak bassalar yıkarlar, harâp ederler. Onlar Meşrik(Doğu) tarafında olurlar. Gün doğacağı vakit onlar, hemen yer altına girip gizlenirler. Onların beri yanında bir ulu dağ vardır. Gâyet yüce dağdır. Şöyledir ki, ondan geçmek mümkün değildir. O dağ etrâfında iller ve şehirler çoktur. Eğer Ye’cûc ve Me’cûc geçebilselerdi, eriştikleri yerin ağacını ve otunu ve insanlarını bile yerlerdi. O dağın bir yerinden yolcağızı vardı. Zaman zaman oradan çıkarlar ve o tarafı harâp ederlerdi. İskender-i Zülkarneyn Aleyhisselâm oraya varınca, O kavim İskender’e geldiler, yalvardılar; “Bize bir çâre eyle. Ye’cûc ve Me’cûc elinden kurtar. Her ne ki harç olursa, biz görelim…” dediler. İskender Aleyhisselâm onlardan demir ve tunç istedi. Getirdiler, hazırladılar. O tuncu ve demiri eritti, muhkem bir sed yaptırdı. O zamandan beri o halk, onların şerrinden emin oldular. (1)

    Tasavvuf yolunun sultanı Abdülkadir Geylani’de Kaf dağından bahsediyor

    El-Betayihi’nin bir müşahedesi:

    Bir gün Şeyhimiz Abdülkadir’in evine girdim, önceden görmediğim, tanımadığını dört kişi gördüm. Bir kenarda durdum; onlar ayağa kalkıp çıkmak için yürüyünce.

    Şeyh bana: “Yetiş onlara da, sana dua etsinler” emrini verdi. Koştum onları medresenin avlusunda yakaladım ve bana dua etmelerini rica ettim.

    Onlardan bir tanesi bana dönerek dedi ki: “Ne mutlu sana. Sen, öyle bir şahsın hizmetindesin ki, Allah onun bereketiyle yerleri: tepeleri, dereleri, denizleri ile birlikte ayakta tutuyor. Onun duası sayesinde, halkın iyisine de kötüsüne de Allah merhamet ediyor. Biz diğer veliler hepimiz onun ayağı gölgesi altındayız, onun emrindeyiz. Onun emrinden hiç ayrılamayız”.. Sonra yanımdan uzaklaşıp gittiler’.

    Hayret ve dehşet içinde doğru şeyhe koştum.. Daha ona bir şey söylemeden bana hitap etti:

    – Ey Allah’ın kulu! Ben hayatta iken onların sana anlattıklarını kimseye söyleme!

    – Pekâlâ, dedim. Ya bunlar kimdi?

    – “Bunlar Kaf dağının ileri gelenleridir ve hâlen oradadırlar,” dedi. (2)

    Daha bunun gibi bir sürü önemli ve araştırılması gereken rivayetleri okuyor ve öğreniyoruz. İşin ilginç yanı ise rivayetlerde hep ileri teknolojilerin çağrışımı olması, gezegenler arası seyahat ve savaşların olması gibi emarelerin bulunması. Ama buna rağmen bize öğretilen tarihte ise hep ilkel bir yaşamın var olduğu gösterilmektedir.

    Bir diğer önemli mevzu ise bazılarının iddia ettiği gibi Çin Seddi’nin Zülkarneyn Aleyhiselam’ın yaptığı sed olmadığı gerçeğidir. Çünkü rivayetlere bakıldığında bu seddin yapımında demir ve tunç madenlerinin kullanıldığı geçmektedir. Ayrıca Çin Seddi, Çinliler tarafından Türk akınlarından korunmak için yapılmıştır. Dolayısıyla Çinlilere ve Moğollara Yecüc-Mecüc benzetmesi yapmak saçma bir benzetmeden ibarettir. Çinliler, Yecüc-Mecüc’ten biriyse neden kendini engelleyecek bir sed yapsın? Dolayısıyla şu gerçek karşımıza çıkıyor. Dünya dışında hayat olması çok kuvvetle muhtemel. Zülkarneyn seddi ise dünyayı çevreleyen bir sed olması da her zaman düşünülmesi gereken ihtimaller dahilinde…

    İşte yazıda bahsettiğimiz bu ve daha birçok önemli mevzu, hadis-i şeriflerde açıkça geçmektedir.

    • toro dedi ki:

      Sayın karaca,

      Bakın sürekli dönüp dolaşıp geldiğimiz bir yer var, daha doğrusu size sürekli aynı şeyi sormamı sağlayan bir tavrınız var!

      Size şunu sormak istiyorum, elinizde bulunan ve size tanrının sözleri olduğu öğretilen ya da böyle olduğuna inanmanız için yıllarca eğitildiğiniz kitap yetmiyor mu?

      Bakın tanrının sözleridir denilen ve ancak getiricisinin ölümünden sonra iki kapak içerisinde toplanabilen ve ancak bir kağnı ile taşınabilip toplumun sıradan hiçbir ferdi tarafından başından sonuna hiçbir zaman okunamayan bu kitapla önce savaşan sonra o kitabın yönetme gücünü eline geçirenler bu kitapla istedikleri gibi yönetememeye başladıklarında ortaya hadisler (kitabı getirenin ölümünden 100 yıl sonra) ve rivayetler çıkmaya başladı!

      Bunların tamamı cevap verilemeyen soruların ortaya çıkması yani sorulan sorulara ellerindeki kitap yeterince cevap veremediğinde ortaya çıkan soruları cevaplamaya çalışma yollarıdır!

      Bakın kitabınızı iyi okuyun, kitapta konuştuğuna inandığınız tanrı, kendisinin iletmediği bir konu hakkında kendine peygamberim diyenin herhangi bir içtihat yaratmasına yani kitapta bahsedilmeyen herhangi bir konu hakkında yol göstermeye çalışmasına izin vermemektedir.

      Kitaptaki tanrıya göre o sadece bir elçidir! Yani sadece onun ilettiklerini insanlara iletebilir!
      Şimdi soruyorum, kendine peygamberim diyen tanrısıyla hem kayıtlı (kitaba dönüştürülen) hemde kayıtdışı (kitaba girmeyen) görüşmeler yapmış ve bu kayıtdışı görüşmelerden kitapta hiç bahsedilmeyenler en yakını onun ölümünden 100 sene sonra yazıya dökülebilen hadislerde mi vücut bulmuştur? Hemde islamın ve onun tanrısının egemenlik için savaştığı aile(Süfyanlar) islamın yönetme gücünü eline geçirdiği zaman?

      Sevgili dostum, bakın ayet aşağıda;

      ”Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz ,hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır.” Ahzab,53-Diyanet

      Evine gelenlerin aşırılıklarından rahatsız olduğu ancak tanrısı ayet gönderdiği zaman anlaşılabilen bir peygamber (!) nasıl olurda kuranda yazmayan bir konuda içtihat yaratabilir ya da yol gösterebilir!

      Bakın başka ayetler,

      ”(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.”Kıyamet,16-Diyanet
      ”Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.”Kıyamet,17-Diyanet
      ”O halde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.”Kıyamet,18-Diyanet
      ”Sonra ONU AÇIKLAMAK DA BİZE AİTTİR.” Kıyamet,16-Diyanet 19

      Kitabın tanrısı ONU derken neyi kastediyor? Tabi ki insanlara iletilmesi için elçisine emanet ettiklerini! Peki ONU açıklamak yani ayetlerini yani kitabını açıklamak işi kime aitmiş, ONA!
      Bu durumda bu açıklama kitabın içinde mi olur yoksa en yakını elçisinin ölümünden 100 sene sonra yazıya dökülecek ve hadislerde mi? Üstelik bunlar aralarında sahih ve nasahih olmak üzere ayrılıyorlar!

      Şimdi gelelim şu yazınızdaki ayete,

      “Onu o (peygamber) uydurdu» mu diyorlar? De ki; «Haydi siz de onun gibi bir sûre getirin ve Allah’dan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onu da yardıma çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın).” sizden alıntı

      Dostum, uhrevi bir varlıktan alındığı söylenen ve insanlar tarafından uhrevi olduğuna inanılmayan bu sözlerin sahibi olduğu söylenen uhrevi varlığın, inanmayanlara benim sözlerim doğrudur diye diretmesi ve aynısını sizde yapın demesi size mantıklı gelebilir!

      Ama bir sözün uhrevi olmasını sağlayan şey o sözün benzerinin yazılamıyor olması değildir, o söze inanılmasıdır! Yani o söz inanıldığı anda uhrevidir, inanılmıyorsa değildir!

      Nasıl ki bir hindu ya da yeryüzünden gelip geçen ya da hala yaşayan binlerce dinin, inanırları tarafından ınandıkları anda uhrevi ve gerçek haline geliyor olması gibi!

      Bakın tanrı olduğu iddia edilen bir varlığın sözlerinde, benim tanrı olduğuma inanmıyorsanız aynı sözlerden sizde getirin diye meydan okumasının sonunda, karşı tarafın da o halde sende gerçeksen ortaya çık ya da bize de ya da bizden birilerine de görün diye meydan okumalarının önünü açar! Bunlar söylenmiştir de, bunlar sorgulanmıştırda, ama resmi tarih kendisini zorda bırakacak bu soruları inanırlarıyla paylaşmak yerine nasıl güçlü, baş edilmez ve cevap verilemez olduğunu göstermeye çalışacaktır. Aksi düşünülebilirmi!

      Siz elinizdeki kitab, ancak elde taşınabilecek kadar küçüldüğünde ve dolayısyla sıradan insanların alıp okumaya başladıklarında kafalarında beliren sorulara birilerinin cevap vermek niyetiyle yaptıkları gayretleri yani onların yazıya dökülmüş ve klişelemiş hallerini din sayıyorsunuz!

      Elinizdeki kitabtaki tanrı açıkça, ”birşey açıklanacaksa onu ben açıklarım” dediği, dolayısıyla bütün açıklamalar için elinizdeki kitabı işaret ettiği halde siz hala hadis ya da rivayetler deyip duruyorsunuz!

      O halde son sorularımı sorayım, açıklanması gereken bir şeyi ancak kitabın tanrısı (elçisi bile değil) açıklayabiliyorken bunca fıkıhçı, tefsirci vb. açıklamalarının ya da yorumlamalarının kaynağını nereden alıyor?

      Kitabın tanrısının AÇIKLAMADIKLARINI bunlar nasıl açıklayabiliyorlar?

      İşte kaynağı elinizdeki kitap olmayan faaliyetlere izin verirseniz ortaya, gücü tamamen ele geçirmek için gerektiğinde acımasızca silah kullanmaktan bile çekinmeyen ocular, bucular çıkar!

  17. Necip dedi ki:

    Çocuk Yaşta Evlilik Kuran’da Yasaktır…..

    Kuranda Çelişki Olmaz Seriimizden…

    Çocuk yaşta evlilikHazreti Ayşe’nin yaşını bahane ederek peygamberimize saldıran ve Kuran’da çocuk yaşta evliliğin serbest olduğunu iddia eden kişilere hatırlatılması gereken ilk konu, hükümlerin yalnızca Kuran’dan öğrenileceği ve Kuran’la mutabık olmayan kaynaklara itibar etmemeleri gerektiğidir. Allah, ”Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık…” (En’am Suresi, 38) buyurur. Noksanı olmayan Kuran’da, evlilik gibi önemli bir konunun zamanına da elbette işaret edilmiştir.

    Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. .. (Nisa Suresi, 6)

    “yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın…” (En’am Suresi, 152)

    Ayetleri dikkatli okursanız, yetimleri ”nikaha erişecekleri çağa kadar” deneyin diyor. Şayet kendilerinde bir ”olgunluk” görürseniz onlara mallarını verin diyor. İkinci ayette de yetimin malına, ”o malını kontrol edebileceği erginlik yaşına erişinceye kadar” en güzel şeklin dışında dokunmayın deniyor. Küçük bir çocuk para kavramını bilmez. Tasarruf nedir, hesaplı alışveriş nedir, parasını hangi alanda değerlendirirse artırabilir bunları bilemez. Çocuğun eline para verirseniz onunla ya şeker alır ya çikolata. Dolayısıyla malını kontrol edeceği çağ bedensel değil, zihinsel olgunluk çağıdır. Aynı şekilde nikaha erişecekleri çağ da, bedensel olgunluğa eriştikleri ergenlik dönemi değil, malını kontrol edebileceği, zihinsel olgunluğa eriştikleri erginlik/gençlik çağıdır.

    Ayette “ruşden” kelimesi geçer. Kadın ve erkeğin “Reşit” olması gerektiği manasındadır.

    “Rüşd: Doğru yolu bulabilme yeteneği
    Reşid: Doğru yolu başkalarına gösteren kişi.
    Raşid: Doğru yola gelebilecek kapasiteye erişmiş kişi.
    Mürşid: İrşad eden, eğiten, aydınlatan”

    Mehir, İslam Hukuku’nda erkeğin evlenirken kadına verdiği para veya maldır. Mehir kadının ailesine değil, direkt kadına verilir. Yukarıdaki ayetlere göre malların sahibine teslim edilme çağı, o kişinin malını kontrol edebileceği yaştır. Dolayısıyla mehir alan kadının bu malı veya parayı kontrol edebileceği bir yaşta olması gerekir.

    Hz. Ayşe’nin 6-9 yaşında evlendiği konusundaki iddialar, Kuran’daki evlilik için belirtilen yaş ile uyum göstermiyor. Kuran’da işaret edilen evlilik yaşı, şu an ki Medeni Kanunumuzda yer alan yaş sınırı ile tam uyumludur.

    Ayrıca Hz. Ayşe’nin yaşının rivayet edildiği kaynakların muhatabı olan Buhari, peygamberimizden 238 yıl sonra, Müslim 243 sene, Tirmizi 260 sene, Ebu Davud 256 sene, Nesai 238 sene, İbn-i Mace 263 sene sonra yaşamışlardır. Hz. Ayşe’nin yaşı kimi kaynakta 6, kiminde 9, kiminde de 18 olarak rivayet edilmiştir.

    Genel olarak evlilik yaşı konusunda referans Kurandır. Kuran, nikah için zihinsel olgunluk çağını işaret eder.

    Ancak bu net delili görmezden gelen bazı ateistler, Talak Suresi 4. ayette, ” adet görmemiş” ibaresinin küçük çocuğa işaret ettiğini iddia ederler.

    ”Kadınlarınızdan (menopoz dönemine girerek) âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Adet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’ı sayıp O’na karşı gelmekten korunursa, Allah onun işinde bir kolaylık verir.” (Talak, 4)

    Adetten kesilmiş, yani menopoz dönemine girmiş kadınların bekleme süresi 3 ay deniyor. 3 ay neden bekleniyor? Hamile olup olmadığının anlaşılması için. Adet görmeyen çocuk hamile kalabilir mi? Hayır. O zaman 3 ay beklemesine de gerek yoktur. Hamile kalan kadın adet görmez. Ancak hamile olduğunun anlaşılması süre alır. Bu durumda olan kadınlar için de bekleme süresi 3 aydır. Hamileliği kesin olanlar ise doğuma kadar bekler.

    Meallerde adet görmemiş kızlar olarak çevrilen ‘vellai lem yahidne’ ifadesi tıbbi olarak “sekonder amenore” denilen durumdur. Yani adet düzeni bozulduğu için adet görmeyen (normalde adet gördüğü halde türlü sebeplerle 3 ay veya daha uzun süren bir dönemde âdet görmeyen) kadınları ifade eder.

    Talak suresi 4. ayette bazı meallerde rastalığımız “henüz adet görememiş” ifadesi geçmez. Henüz adet görmemiş diyebilmek için ”ellaaiii lemma yahidne ” kelimesinin geçiyor olması gerekir.

    Lem: Hiç olmayacak, ya da hiç olmamış manası kazandırır.

    Lemma: Henüz olmamış ama olacak manası kazandırır.

    Ayette geçen “Nisa” kelimesi yetişkin kadınlar için kullanılan bir kelimedir. Adet görmeyen kişi eğer çocuk olsaydı o zaman ” Vildan, Veled, Benat…” kelimelerinin geçiyor olması gerekirdi. Ancak ayette yetişkin kadınların tanımlandığı “Nisa” kelimesi geçmektedir.

    Sonuç olarak Kuran çocuk evliliğine izin vermez. Bu tip yanlış bir uygulamayı ancak Kuran’dan uzak toplumlar uygular. Yanlış ve kasıtlı yapılan tercümeler nedeni ile ateist ve bağnazlar İslam’ın çocuk evliliğine izin verdiğini iddia ederler. Çocuklar şefkat gösterilmesi gereken varlıklardır, kimse sapık görüşlerine Kuran’dan delil bulamaz.

bilal için bir cevap yazın Cevabı iptal et