DİNLERE GÖRE DÜNYANIN VE İNSANLIĞIN YAŞI

Jeologların edindiği kapsamlı ve geniş bilimsel kanıtlara dayanarak, dünya’nın yaşının yaklaşık 4,567 milyar yıl (4,567×109 yıl) olduğuna karar verilmiştir.

Kısaca 4,5 milyar yıl diyelim.Bilime göre modern insanın yaşı ise 150-200.000 yıl civarında.

Bakalım dinlere göre dünya ve insanlığın yaşı kaç?

Kitab-ı Mukaddes’ten dünyanın ve insanlığın yaşı çıkarılabiliyor. Nuh’a kadar olan sıralama verilmiş. Nuh’tan Adem’e kadar olan süre de kuşaklardan tahmini olarak ortaya çıkarılabiliyor.

Tevrat’ta yazılı olan bu tarihlere Kur’an’da itiraz edilmediğine göre, Tevrat tasdik edildiğine göre Kur’an’da bu süreci kabul ediyor demektir.

Nitekim hadislerde de bu yönde bilgiler mevcut.

Adem’den kıyamete kadar dünyanın ve insanlığın ömrü 7000 yıldır.
Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459.

Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.
Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243.

Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen).
Bayezid Bistamî, Miftahu’l-Cifr adlı eserinde, Sabiler ve diğer üç semavî dinin mensuplarının dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğunda ittifak ettiklerini, söyler. (a.g.e.)

Hadise göre Muhammed “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” diyor.
Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” demiş.

Muhammed’den günümüze yaklaşık 1430 sene geçmiş zaten.
Yani İslam’a göre Kıyamete 60-70 yıl var.

Bu konuda Museviler kesin tarih dahi verirler:
Adem ve Havva’nın dünyaya geliş tarihi M.Ö. 3761’dir.

http://www.sevivon.com/tarih/tarih.asp

Musevilere göre kıyametin tarihi 7000-3761 = 3239 olur.
Yani 3239 – 2008 = 1231 yıl sonra.

Bir kesin tarihte Nurculardan:

Said Nursi, dünyanın yaşının 7000 sene olduğunu yazar. Hatta bunu ayet sayısı ile ilişkilendirir. 6236 ayet sayısı Said Nursi’ye göre 6666’dır. 7000 seneden fetret devri çıkarıldığında 6666 sene kalırmış.

Said Nursi’ye göre, Risale-i Nur’un hizmeti hicri 1542’ye kadar sürecek, 1545’de ise kıyamet kopacaktır. (Kastamonu Lahikası sa.33)

Kur’an’da ne zaman kopacağını yalnızca Allah’ın bildiği söylenen kıyametin tarihini Said Nursi de bilmekte, ne hikmetse.

Hicri 1545 2120 yılına denk geliyor. Demek ki insanlığın yaşı M.S. 2120 yıl, M.Ö. ise 4880 yılmış. Yani Nurculara göre kıyamete 111 yıl kaldı.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

577 Responses to DİNLERE GÖRE DÜNYANIN VE İNSANLIĞIN YAŞI

  1. erhan dedi ki:

    Ben buna inanirim,
    Kur’an’da ne zaman kopacağını yalnızca Allah’ın bildiği.

    hadislere gelince
    Adem’den kıyamete kadar dünyanın ve insanlığın ömrü 7000 yıldır.
    yanilmiyorsam eskiden,yillari degisik sayilirdi,hatta 1 aya,bugun 1 senesine esit diyorlamis,sumerler.(12×30)7000 olabilir yani,bunu tam bilemeyiz bundan dolayi genede bir tek Allah bilir iste.

    rasullulah(s.a.v)“Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” demiş.

    burda da belirtildigi gibi,ummet ten bahsediliyor,kiyametten degil,belki de ummetin ummet olarak adlandirlmasinin sonu olabilir,veya fitne fesat girdiginden,gorus ve fikir ayriligindan….ummet tek ummet olmayacak…sia ve sunni…

    her ne olursa olsun gununu saatini,dakkasini de hiç bir yerde belirtilmedigine gore,kimse ben kiyametin en zaman kopacagini biliyorum,demedi ve diyemez de.
    Kur’an ta apaçik belirtildigi gibi bunu bir tek Allah(c.c)bilir.

    • RAMAZAN dedi ki:

      S.A . NEDEN 124 000 PEYGAMBER 1 YIL DAN BİLE HESAPLANSA 124 000 YIL YAPAR DİYE HESAPLANMIYOR

      • RAMAZAN dedi ki:

        VE 40 000 YILLIK İSKELET BUKUN DU BUNLARLA YOLA ÇIKILMALI

  2. Geri bildirim: Dinlere Göre Dünyanın ve İnsanlığın Yaşı | Ateist Cevap

  3. Kamil dedi ki:

    hazreri Muhamet 124bin Beygaberinde Peygameri oldugunu söylemistir Hadisler gecmekte.En basitz örnek her yila bir Peygamber düsse 124bin sene gecmesi gerek. lakin her 1000senede bir Peygamber gönderildigi varsimla 124milyon senelik insanin varligi Söz konusu olmakta ise 7000bin sene Cenabi hakkin katida bir gün kac sene olarak hesaplanir? 7000 seneyide Cenabi Hakkin kationdaki Orantida hesaplanirsa ortalam olarak 124milyon sene Makul bir Rakkam olarak ortaya cikmakta.

    • necip erdem ersoy dedi ki:

      Efendimizden (sav) evvelki peygamberler kendi kavimlerine gönderilmiştir. Bu nedenle aynı anda dünya üzerinde birden fazla peygamber yer almıştır. Hz. Yakup’ un (as) oğlu Hz. Yusuf’ la (as) beraber yaşamış olması veya Hz. Musa (as) ile kardeşi Hz. Harun’ un (as) aynı anda yaşaması gibi. Bir de böyle hesaplarsak…

      • mustafa dedi ki:

        güldürmeyin adamı ya biri 124 000 pegamber diyor diğeride aynı dönemde gelen peygamberleri sayıyor 🙂 sen bu kadar güçlü bir yaratıcıya inanacaksın diğer yandan elinizdeki dinlerin acizliğini görmezden gelerek elinizden gelen bütün imkanları onların acizliklerini örtmek için kullanacaksınız..bir yaratan 124 000 peygamberi neden yollasın diyen yok ya sebep? anladım insanlar azmış yola sokacakmış, böyle aciz bir metodla mi yapıyor peki bunu ?diyeceksin neden aciz bir yöntem ?anlamaz o kalın kafalar ama izah edilim kısaca faydası olacağına da inanmayarak.düzeni düzeltmek için yolladığı düşünülen bu kendini peygamber ilan eden kimisi lider kimisi de çok acizdi ama halk yaratandan elçi geldim diyen adamdan haklı olarak mucizeler istediler nedense bir tane mucize gösteremeyen sizin bizim gibi bu insanlar öldükten sonra mucizleri dallanır budaklanır hatta kitaplara sıgmaz.onların mucize gösteremedikleri kayıtlı halbuki kitaplarda bir okusanız anlayacaksınız hep şu yazar mucize ”versekte zate inanmazlar sana büyücü sihirbaz derler onun için mucizeyi boşa atmayalım lazım olur” 🙂 peki yaratıcı bu kadar güçlü ise ol diyo her şey olu veriyorsa ( ha bu arada ben deist olarak bir yaratıcı oldugunu düşünmekteyim ama onun varlığıyla bu kitaplar kıyaslanamaz..)neden insalarla ali cengiz oyunu oynasınki allah ? kafa vermiş doğruyu bul demiş madem doğruyu herkes biliyor zati işine gelmiyo ayrı mevzu.akılla bulacaksak dogru yolu ilahi kitaplarla bulmak imkansızdır sebep açıkça ortada bir dine mensupsak bir yolda gidiyorsundur peki o yol seni nereye götürüyor? bilmediğin vaatlerle dolu cennete; ya yoksa ?yol aynı yaşam aynı hayat rutin olmak zorunda o gavur icadi alma onu giyme gavura benzeme pekiya bilgi paylaşımı olmadan gelişim olurmu? işte orta doguda ithalat yapmayan ülkeler örnek..dinler bilimi köreltir hocaya soruyorlar edison lambayı buldu hocam cennetlikmi ?haşa hoşt köpek ne cenneti ,cehnnemin en dibinde yanacak islama iman etmedi herkesi aydınlatsa kendi karanlıkta yaşadı gülelim mi? aglamalıyız bence. peki en eski bilim dahisi milletler ilahi dinlerde nasıl yer bulur?mısır medeniyeti bilim adamları bu medeniyeti ve eserlerini gıpta ile inceleyip sırlarını çözemezken dinlere göre kendilerini tanrı ilan eden bu firavunlar zalimdi allah onları helak etti 🙂 neyse anlatmakla bitmezde anlayana zate sivrisinek saz

    • ömer dedi ki:

      arkadaşım aynı devirde peygamber olanlar var ayrıca buhari’nin kitabında yahudiler öğle ile ikindi vakti arası kadar zamanda 70 peygamber katletmiştir der.

      • ümit baba dedi ki:

        Yukarida kendini bilmez mustafa arkadasa cevabim olsun,nereden biliyorsun Peyganberlerin mucizesi olmadigini,sen ya hic kitap okumuyorsun yada yahovacisin yani olmayan kafanizda yarattiginiz sizin tanriniz aklinca,yaklasik 150 yildir böyle sacma bir inanciniz var,yani dinimizi uygulamak cok oldugu icin Kuari Kerimden aldiginiz güzel ayetleri güya incil yaziyormus gibi kendinizi kandiriyorsunuz,incilin kac defa degistigini biliyormusun???,degismeyen bir tek Kurani Kerimdir yani Hafizligin ne oldugunu biliyormusun kisaca anlaman icin yaziyorum,yani ezber Kurani Kerim indigi her ayet Peygamber efendimiz tarafindan ezberlendi ezberlettirildi o yüzden bu güne kadar hic bir harfi ve kelimesi degistirilemedi,ama incili ezberleyen oldumu??? yok,ha simdi Peygamberlerin mucizeleri var Hz. isa, Musa ve Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa aleyhisselama ve bu Peygamberlere büyücüsün dediler,Kurani Kerimin türkce meali’de var ac bir oku karsina aradigin sorularin cevaplari cikacaktir,okumadan buraya sacma seyler yazma.
        Saygilar Baba.

      • kemolettin dedi ki:

        buhari nerden öğrenmiş bunu

    • yorumcu dedi ki:

      124 bin peygamber peygamberimizden önce her sene bir peygamber olarak hespalamışsın farazi olarak ancak her kavme bir peygamber geldiğine göre dünya da aynı anda birden fazla peygamber gelmiş olamazmı sonuçta kavimler iç içe değillerdi

    • hasim dedi ki:

      Her sene bir peygam ber die birsey yok tamam olabilir ama her sene gelebilir ama ole degil kardesim her ailedede peygamber vardi her sehirdede peygamber vardi olede hesaplasana bi sen …

    • erkan dedi ki:

      Evet 124 bin peygamber gelmiş ama aynı yıl aynı coğrafi bölgede 1000 peygamber bir arada yaşamıştır bunları iyice araştırmadan yorumlar çok farklı ve yanlış yerlere intikal eder

  4. murat dedi ki:

    Hadiste geçen 7000 sene insanlık tarihini belirtiyor.İnsanlığın ölümü ile dünyanın da harap olacağı kıyametin kopacağı belirtilmiş.Halbu ki sen dünyanın yaşının 7000 sene olduğu yorumunu çıkarmışsın hadisi anlayamamışsın.İkincisi insanlığın yaşı için 7000 sene rakamı makul bir rakamdır.Neden? çünkü bilme göre 200 000 yıl dediğin gerçek olsaydı şu anda yeryüzü trilyonlarca insanla dolması gerekiyordu.Halbuki tarihi şehirler ve kalıntıları ortadadır.Teknolojinin tarihi bellidir.Bu gün 7 milyar nüfusa dayanmış 100 yıl sonra bu artışla kaç milyar olacağı da belli.Zamanı geriye doğru alırsan insanlığın yaşı için yüzbinlerden bahsetmek makul değil.en azından her taraf şehir kalıntıları ile dolu olmalı idi.
    Diğer soru bilim neden 200 000 yıl gibi bir rakama ulaşıyor.Kullanılan ölçüm tekniklerinin doğruluğunu test etme imkanımız yok.Mesela karbon 14 tekniği ile fosil yaşı tayininde 20-30 bin yıldan fazla ölçüm yapılamıyor ve bir çok varsayıma dayanıyor.Atmosferdeki CO2 gazında bulunan radyo aktif karbon izotobunun bozunma miktarı tarih boyunca sabit kabul edilerek hesaplamalar yapılmış.Fakat geçmiş zamanlarda bu oranın değişik olduğu sonradan anlaşılmıştır.Mısırda firavun mezarlarında ve bir çok buluntuda yapılan deneyler 2000-3000 yıllık nispeten yakın tarih için doğru sonuçlar vermiş.Fakat karanlık tarih olan 5-10000 yıl ve ötesini doğrulayacak kanıt yoktur.Yöntemi bulan şahıs bu yanlışları sonradan farketmiştir.Ölçümlerin kesinlik ifade etmediği belirtilmiştir
    Amino asit resamuzasyonu yönteminde ise 100 000 yıllık tahminle yapılabilir fakat dış etkenlerden etkilendiği için ihtiyatlı olunması tavsiye edilmiş yine kesin sonuç yok
    Uranyum 238 izotobunun yarılanma ömrü yaklaşık 4.46 milyar yıl ve buna göre dünyanın yaşı söylenmiş bazı kaynaklar 5 milyar yıldan bahsediyor hatırladığım kadarıyla.Fakat yer yüzünde bulunan uranyum yataklarının dağınık değil de toplu halde bulundukları düşünülürse uranyum demir gibi bir çok maden yatağının asıl kaynağı dünyaya çarpan gök taşlarıdır.O halde verilen yaş gök taşlarına ait de olabilir .Çünkü dünyanın kendi hamurundan olan ağır elementler yar kabuğu henüz oluşmadandünyanın merkezine çökmüş olmalıdır.Yerkürenin çekirdeği demir-nikel gibi ağır elementlerden meydana gelir.Yani bu teknikte de kesin sonuç yoktur.
    Diğerlerini kıyaslayın
    Yer kabuğundaki demirirn kaynağı da dünyanın kendisi olamaz.Ağır olan merkeze çöker .Kabuk üztünde kalması anormalliktir.Yani gökten inmedir.Göktaşları ile gelen demir maden yatakları şeklinde kümelenmişitir.
    Kuranda demiri indirdik ifadesi var.Demiri yerde yarattık demiyor indirdik diyor.Allah yarattığını en iyi bilendir elbette.Bu indirme mecazi olarak nimet olduğuna işaret olur.Fakat asıl manası da garip bir şekilde doğrudur.Gerçekten de göktaşları cins olarak üç sınıfa ayrılmış
    1.taşsı olanlar.(aerolit)Silisyum aluminyum ağırlıklı
    2.demirli göktaşlar(siderolit).İçeriği Demir nikel ağırlıklıdır
    3.Demirli-taşsı olanlar.Yine demir ve silisyum,aluminyum gibi elementler içerir
    Dünyanın yaşı ise dini kaynaklarda ben raslamadım.Fakat göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı kuranda yazar.Altı gün dünyanın günü ile değil elbette.Zaman evreyi ifade ediyor.Yani 6 safhada yaratıldı anlamında.
    Bu safhalar
    1.saf enerji
    2. Kuarklar,leptonlar ve gluonlar denilen atom altı parçacıklar
    3.Kuarklar birleşerek protonu yani hidrojen çekirdeğini ve bir süre sonra ilk atom olan hidrojen atomunu meydana getirir
    4.Hidrojenler birleşerek dev yıldızları meydan getirir
    5.Yıldızların süper nova patlamasıyla saçılan gaz bulutları(nebulalar) meydana gelir
    6. Nebulalar kütle çekim etkisi ile dönüş hareketi yaparak hafif elementler olan hidrojen ve helyum merkezde, ağır olan elementler dış tarafta toplanacak şekilde merkezde güneşler dış yörüngelerde gezegenler meydana gelir.

    Yani
    1. enerji safhası
    2.Kuarklar ve leptonlar,gluonlar safhası
    3.Proton ve nötronlar safhası
    4.Atomlar safhası
    5 İlk meydana gelen kısa ömürlü dev yıldızlar( H , He ve çok az miktarda Li atomu içerir)
    6 Güneş sistemleri( 100 den fazla çeşit atom türü içerir canlılığa elverişlidir)
    Kuranda geçen altı gün safhalarını şimdilik böyle izah edebiliriz fakat doğrusunu Allah bilir.

    • behlul dedi ki:

      süper yorum yapmıssın kardeş ellerine sağlık kafamda bu konuda bir çok soru vardı hepsnin cevabını verdin

    • bora dedi ki:

      yazdığın bilgilerin doğru olduğunu kabul etmem için senin amerikada ya da avrupada bu konuda ciddi bilimsel kurumlarda çalışman gerektiği icap eder. mesleğin ne? nerelerde çalıştın. eğer ciddi kuruluşlarda ciddi araştırmalar yapan biri değilsen yazdıklarını ciddiye almam.

      • murat dedi ki:

        Ciddi bilimsel kurumlara güvenmek doğru fakat taklitçi dogmatik bir yaklaşımla bilimsel kurumlara bağlılığın büyük yanlış.Yazılanlara mantıklı cevaplar vermelisin.Fikrini söylemelisin.Şu durumda söylediklerinin ciddiye alınacak tarafı yok.
        Sana yardımı olması maksadıyla şunları söyleyebilirim.Bilimsel kurumlarda yapılan deneylere kainat sığışmaz. Kesin sonuç vermez.Bazı delillerle doğruluk ihtimali yüksek olan bilgiler kabul görür.Fakat bilme göre kesin bilgi yoktur.Birçok teori konu üzerinde araştırma yapan insanların tahminleri ile başlar.Tahminler amaçlara dini ve siyasi görüşlere göre şekillenir.Bazı deneyler ve delillerle kuvvetlenir.Kesin ispatlanamayan iddialara kendini yok yere bağlayıp dogma yoluna girmeni bilim insanları da ciddiye almaz.Mesele küçük insanın 30 milyar yıllık kainatın sırlarını çözmeye çalışmasıdır.kainatın sırları labaratuara ve üç beş adamın zihnine sığışmaz.Şu anda ulaşılan bilgiler bütün insanlığın binlerce yıllık araştırmaları sonucudur ve İnsan türünün zihni bu bilgiyi kaldıramamıştır.Bir hücreyi icat etmekten acizdir.Bebek anneyi meyve ağacını ispat eder.Harika bir makine mühendisin varlığını iktiza eder.Kainata hükmeden bilginin ilim sahibi bir rabbi ve şu büyük sanatın yüksek sanatkarı vardır .Bu büyük kainat kitabı hakkında en ciddiye alınacak söz kitabın yazarının sözüdür.
        Ben kimya tahsili yapmış birisiyim ve yanlışlığı sonrakiler tarafından ispatlanan bir çok bilim adamını kitaplardan öğrendim.Labaratuvarın deneyin ulaşamadığı yerde bilim insanı haddini bilir veya karanlıkta kalır.

      • yılmaz akbulut dedi ki:

        tabii biz müminlerin böyle bilimsel bilgiler edinmemiz çoğu kesimin işine gelmiyor…. O kesimler bizim bilim seviyemizin !sadece patatesin üzerinde yazan ALLAH lafzını görüp buna şaşırmamız! kadar olmasını istiyorlar

      • hasan dedi ki:

        amerikayı boşver git babana sor baba senin belinden gelen bir damla meni iken nasul şimdi böyle mükkemmel bir insan olmuşsun baban sana anlatabilirmi ya bedenine can nerden geliyor

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Bu yazıyı yeni farkettim ve bu yorumun üzerine desteksiz atlayanlarıda!

        Öncelikle yazı kendi içerisinde keskin mantık hataları barındırıyorken, okuyanların bunları görmezden gelmesi inanılmaz!

        ”Bilimsel kurumlarda yapılan deneylere kainat sığışmaz. Kesin sonuç vermez.Bazı delillerle doğruluk ihtimali yüksek olan bilgiler kabul görür.Fakat BİLİME GÖRE KESİN BİLGİ YOKTU.” sizden alıntı

        Peki sizdeki bilgiler nasıl KESİN oluyor? Demek ki bilimsen ve deneylerden ortaya çıkanlar sizi tam olarak tatmin edemiyor, olabilir, bende sizinle aynı noktadayım. Ama öte yandan sizin bilgilerin kesin olanlar olduğunun kanıtı nedir?

        Mesela siz kainatın ”30 milyar yıllık” olduğunu nereden biliyorsunuz? Hangi kusal kitaptan okudunuz ya da hangi tanrıyla iletişime geçtinizde ”Mesele küçük insanın 30 milyar yıllık kainatın sırlarını çözmeye çalışmasıdır” şeklinde kurguladığınız kesinlikte bir algıya sahip olabildiniz?

        ”Kainata hükmeden bilginin ilim sahibi bir rabbi ve şu büyük sanatın yüksek sanatkarı vardır .Bu büyük kainat kitabı hakkında en ciddiye alınacak söz kitabın yazarının sözüdür.” sizden alıntı

        O halde sayın murat söyleyin bize, size, size iletilmek üzere tanrının sözlerini,tanrıdan alarak ilettiğini söyleyenin gerçekten o ”büyük kainat kitabı” nı yazan ile konuştuğunu nereden biliyorsunuz?
        Tamam evren labaratuvarlara sığmaz ama tanrıyla konuştuğuna ancak kendisini şahit gösterenin tüm söylediklerin tanrı sözü olduğunu akla nasıl sığdıracağız?

        Mesela, indiği iddia edilen anlarda peyder pey yazıya dökülen tanrı sözlerinin içinde ve bunu ilettiğini söyleyenin kelamlarında bile onların kitap haline getirilmesi, bu işlemin her ayet için 2 İNSAN şahit aranarak yapılması söylenmemişken, işlemin söylenmeyen bir söze rağmen yapılmış olması, arkasından bu şekilde üretilen kitabın içine her defasında 1 tane ”alim” eliyle ”hareke” ve ”noktalama” işlemiyle yeniden müdahale edilmesini ve bu işlemin kendine peygamber diyenle son ana kadar islamın en büyük düşmanı olarak savaşan ailenin hanedanı sırasında yapılmış olmasını o akla nasıl sığdıracağız?

        Ya da her bir ayet için bir kurul önünde 2 şahitle ikrar aranılan bir süreçte, sadece kendine peygamber diyenin ağzından çıktığı söylenilen ve en yakını onun ölümünden 100 yıl sonra yazılan sözlerin doğruluğuna kuran ayetlerinden daha fazla güvenenlerin olmasını akla nasıl sığdıracağız?

        Yani her bir ayetin, kendine peygamberim diyenin ağzından çıktığına inanmak için 2 şahit (o sözler zaten indiği(!) anda yazıya geçirildiği halde) yazılı istenecek ama sadece kendi sözü olduğu iddia edilen ve en yakının ölümünden 100 yıl sonra yazıldığı bilinen sözler için sadece sahihtir veya değildir oyunu oynanacak!

        Ve aranızdan aklı selim birileri çıkıp, yahu yazılı olduğu halde tekrar başkalarının elinden parça parça toplanan ayetler için bile 2 şahit istediğimiz ve bu toplamayı bir kurul eliyle yaptığımız bir süreçte en yakını peygamberimiz öldükten en az 100 yıl sonra yazılan hadisleri nasıl dayanak alabiliriz demeyecek!

        İşta sayın murat, aslında bu durum labaratuvarlara ve mantığa sığmaz!

    • Kutalmış METE dedi ki:

      Anlayışın bu kadar işte 🙂 İnsanlık tarihinin başlangıcında ilaç yoktu. hastalıklara çarede yoktu. alet edevat yoktu ortalama insan ömrü 20 ila 30 yıl arası değişiyordu . Çoğu insan üreyemeden ölüyordu. Tahminen dünya üzerinde sıtmadan ölen insan sayısı en az 45 milyar . Sen diyorsunki doğanlar ölmesin hepsi üresin üresin trilyonlarca insan olsun o mantıkla yürümez bu işler…30.000 yıllık medeniyet kalıntıları bulundu hala bunun tartışmasını yapıyorsunuz..

      • Exhorder dedi ki:

        Şu 45 milyar meselesini attın gibime geldi. İnsan populasyonu yani nüfusu zamanla artar. Yani şimdi 6 milyar insan yaşıyorsa dünyada geçmişte bu daha azdı. 1 asır önce dünya nüfusu Çin’in bugünkü nüfusundan biraz fazlaydı. Haliyle sadece sıtmadan ölenlerin toplamını 45 milyar diye ifade etmek absurt. İnsan populasyonu aritmetik olarak artsa bile 6.7/2 kadar insan yaşamıştır geçmişten bugüne toplam. Bu da toplam yaşamış insan sayısını 21-22 milyar kadar bir seviyeye taşır.

        Ortalama insan ömrü 20-30 yıl felanda değildi. Bizler genlerimizi atalarımızdan aldığımız için bizim kadar ömürlerini uzatamasalarda (tıp sayesinde) yine de yaşlanıp ölüyorlardı. Yani 50-60-70 yaşlarında yaşlanıyorlardı. Bu kısa süre içinde değişebilecek türden bir şey değil.

        Buna karşılık insan medeniyeti 7000 yıllık değildir. Bu konuda haklısınız. Sadece antik mısır sümer kalıntıları bile 10bin yılı aşkındır.

      • murat dedi ki:

        İlaçtan bihaber afrikada insan yiyen yamyamların bile yaşlısı var genci var.20-30 yıl komik bir iddia.

      • hasan dedi ki:

        eskilerin ortalama ömrü 90 ile 150 yıldır hastalık çok yaygın dedğildi ama hastalananların zor kalktığı bir gerçektir. buda ölümlerin 20 30 değil en çok çocukları etkilediği herkesin malumu

    • coskun dedi ki:

      harika yorum bende her zaman söylerim yok 40-50 bin yıllık fosil bulundu sanki 50 bin yıl öncesinde yaşamıştır.sadece nüfusa bakarsak bile m.ö5000li yıllar çıkar.ayrıca 18.000 alemi unutmayalım.insanlardan önce çeşitli varlıklar yaşamıştır.ayrıca peygamberler aynı devirde yaşamış olabilir.lütfen bir laf söylemeden önce çok düşünelim.mantıklı olalım.zaten kuran okuyan birisinin mantıksız düşünmesi zor.

    • YUSUF dedi ki:

      Murat kardeş helal olsun buna yorum denir işte

    • moskof dedi ki:

      bak sana nediyo Celal hoca , ya bu bilimi adam gibi öğreneceksin yada bilimden gelen insanlara saygı göstereceksin carbon 14 50 sene önceki teknoloji be yavrum … bilim ilerledikce daha cok sacmalamaya başlıyosunuz maalesef

      http://www.youtube.com/watch?v=URJE6UkCpsY

    • fakir_i pürtaksir dedi ki:

      Sn; Murat Bey,karbon 14 50.000 yıl öncesine kadar gider, bilmen lazım.İkincisi de sadece bir şey diyeyim 10.000-15.000 yıl öncesine ait insanların kullandığı araç gereç bulunuyor. Çatal höyük’te 9.000 yıl önce yaşamış olan bir uygarlık var.Çok daha ötesi de var ama bu yeterli galiba. Ben de inançlı biriyim.Ama bu benim bazı şeyleri görmemem için bir neden değil. Dini savunmak adına çok net olan bilimsel gerçekleri örtmeye çalışmak, ya da görmezden gelmek, bir ateistin söylemlerinden daha çok zarar verir islamiyete.(Haaa bu arada ben bir yaratıcıya inanıyorum ama dinlerle alakalı kafamda çok soru işaretleri var. Dinler mantığın bittiği yerde başlıyor.)

  5. Burhan KARADERE dedi ki:

    Merhaba arkadaşlar, Murat arkadaşa katılıyorum. benim de eskilerde kafa yorduğum ve araştırdığım bir konudur denk geldim yazamadan geçemiyeceğim.
    Dünya böyle bilimsel jeolojiksel hesapların söylediği gibi milyarlarca yıl yaşlı değil. Hoş ben fosillerin varlığına da inanmıyorum. Noktasal net bir tarih tabiki bilemeyiz ama 7000- 7500 civar yaşındadır. Fazlası ile iki ile çarpsak bile 15 bin olsun bunu geçmez öyle milyarlar felan hikayedir.
    Ben bunları bilimsel hipotez bile saymam. Bir diğer dikkat çekmek istediğim konu ise zaman ve mekan Allahın katında farklıdır, bu algı ile alakalı bir şeydir. Peygamberde bu dünyada yaşadı bu dünya için Allahın koyduğu kanunlar vardır bel ki başka dünyalarda vardır bunu bilemiyoruz. ama bu dünyada son Peygamber yaşamıştır ve insanlar ile peygamberde Allahın koyduğu kanununa göre sistemine göre yaşamıştır. saat zaman ise insanların ortak noktada buluşmak için ortak kabülleridir. bu kabülün içinde bile bazen zaman geçmez bazense aynı periyoddaki zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız buda bir gerçektir. Ruhun ruhaniyeti ile alakalıdır gönüldür derin mevzudur bunlara girmiyeceğim. Peygammberin 3 sn (dünyadaki kabüle göre ) 7 kat arşa çıkma mucizesini nasıl açıklayabiliriz ki. Bu jeologlar doğru dürüş matemetaik bilmez milyarlarca yıl olmaliki ancak oluşsun fikrini mantıkla üretirler bir dağın volkanik tekno patlaması ile oluşup aşınmadan şekillendiğini kıtaların oluştuğunu ancak milyarlaca yılda olabileceğine vururlar çünkü rüzgar ve su gibi aşınma ile ancak o kadar yıl gereklidir ve bunada bir karbon teknigi denen uydurma bir yöntemi dayandırırlar hesapta kanıt. de ondan ama hiç kimse olaya şu persfektiften bakmaz bende bunu anlamam. Dünya bing bang büyük patlama kanıtlandı biz zaten biliyorduk 🙂
    büyük patlamaya göre ise düşünün bir basit bombanın patlamasının ne kadar kısa bir sürede oluştuğunu dünya gezegenler galaxy güneş sistemi oluşum için etkinin büyüklüğü açık ve net etki ve patlama büyükse zaman kısadır ?? ilk oluşum çok kısa bir zamanda oluşmuş olması bilimsel bir gerçek. micronmu, nano sn mi belkide bizim zaman alğımızın alt sınırı bile bunu algılayamayacak kadar az olmalı ki bu kadar büyük bir oluşum çıksın . Zaten Kuranda Allah dünyayı 6 günde yarattım diyor. ama bu gün kavramı işte net değil zaman olarak .Zaman içinde zaman mekan içinde mekan kavramı var Allahın sıfatlrında, bir atom parçasından bu kadar sistem oluşturan Allahın Siz ce milyarlarca yıla ihtiyacı varmıdır ? bu da dahada farklı bir bakış açısı olsun sizlere hadi Allaha emanet olun faza kafaya takıpta çizmeyin. Yazan çizen birileri var nede olsa 🙂

    • yasemin dedi ki:

      çok saçma mantığa uymuyor dünya nasıl oluyorda bu kadar yeni olabiliyor anlamış değilim örneğin her gelen peygamber ardından kaç asırlar geçmiş üstelik bir rivayete görede 124 bin peygamberin gönderildiğini bahsediyor kuran yani kardeşim iyi araştırıp öyle yaz yazacaksan. yinede allah bilir en doğrusunu ama bilim diye bir şeyide yabana atmamak gerekir

      • muhammed uçar dedi ki:

        bu tür bilgiler kuranda yazmaz 7bin falan…
        ademin halife olarak Kur’anda yazması da önemli bir mevzu, ademden öncesinin olmadığını bilmiyoruz. Yani kısaca şunu düşünün atıyorum her 10 bin senede bi insanlığın genel kıyameti kopuyor herkes ölüyor falan sonra Allah baştan başlatıyor döngüyü
        ya da işte 10 binden sonra arada bişey olmasın evrimleşip yine insan çıksın vs…
        Hadislerle gelen şeylere inanıp islamı anlamaya kalkmak kesinlikle yanlış çünkü şiinin sünninin hadisi ayrı hepsi peygamberden yıllarca yıl sonra yazılmış siyasi otoritenin etkisinde ortaya çıkan şeyler
        inanmazsanız şu video yol gösterici olabilir:

        Kur’an ın islamı ile rivayetler islamını bir tutmayınız. Hristiyanlığı ve yahudiliği bozan sistem islamı da bozmuştur neden garip geliyor ki onların da alimleri vardı sorsan bizimkilerden de çok takvalıydılar ruhbanlığı çıkaran adamlar yani… Dinleri otorite bozar.
        Neyse ki elimizde Kur’an var
        bu arada evrim ayetlerini de yazmadan geçemeyecem:
        Nuh 14:
        “Oysa, sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır.”
        Kamer 49da söylüyor:
        “Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
        Yasin 79da:
        “De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. O, “her türlü” yaratmayı gayet iyi bilir.

    • mehmet dedi ki:

      DÜNYANIN yaşı 7000 diyorsunuz bu doğru olması imkansız nesil araştırması yapsanız dahi nuh as 950 yaşında öldü ayette belirtiliyor insan popilasyonunu hesaplayan cahiller ortalama insan ömründen bahsediyorsunuz 124 000 peygamber geldi bunların buyuk çoğunluğunda kendi kavmine allahın gazabı isabet etti halkı komple öldü savaşlar oldu her savaş ölüm makinesi giib çalıştı kavimleir yok etti bu hesap tutması imkansız bir hesap yaşla ilgili olarak hz adem aslmın 40 çift çocuğu oldu kaç yaşlarında öldükleir ise bilinmiyor yani her harukalde hesaplarınız tutmaz karbon hesabıda tam olarak tutmaz ancak bilinen bir şey var oda dünyamızın 7000 yaşından fazla olduğudur bilimin iddia ettiği gibi de çok fazla olmaya bilir dünyanın yaşı elbetteki bizden fazla çünkü bizden önce dünyada başka bir kavim vardı bu kitabımızda geçmekte o kavim kaldırılıp yerine insan kavmi gelmiştir bahsi geçen buluntuların bir kısmıda o kavimlerden kalma olabilir insanlara ait olması şart değil yani

      • murat dedi ki:

        7000 yıl olarak tartıştığımız konu dünyanın yaşı değil insanlığın yaşıdır.Yani insan dünyada yaratılmış yeni bir türdür ve tarihi de fazla eski değil.Yoksa dünyanın yaşı güneş sistemi kadar eski ve milyarlarla ifade etmek mümkün

    • yasir dedi ki:

      Kuranda meal ve Arapça kelimlerin bazı anlamlarını karşılaştırıp okumak daha sağlıklı…Kendini akıllı sanan birçok aydınım diye geçinenler bu mealleri okuyup veya eski mantık veya menkıbe-hadis veya müteşabihleri olduğu gibi kabul edenlerin söylemleri ile saçmalıyorlar…Aslında saf kalpli bir mümin muhkem ayetleri yerine geirip müteşabihleri olduğu gibide kabul etse imanından bir şey kabul etmez lakin bu mühkem ayetlrin tevilini değiştirip vaya saptırıp imanın temeli gibi dayatması veya şirk konusu yaptığında insanı yoldan saptırır…Bilğili veya bilğisiz bir çok kişi bilerek veya bilmeyerek yoldan çıkmakta bu konular yüzünden…
      Kuranda bazı yerde insanın aşamlarla su+toprak veya nebat gibi yerden yaratıldığı ve sonrada eşi saysinde rahimde yine aşama-evre lerle yaratılmaya devam edildiği yazmakta…Bazı yerlerde insan yaratılması veya canlıların yaratılması ile Halide atanması karıştırılıyor veya meallere öyle geçiyor…

      Ve kad halakakum etvârâ(etvâren). 71 / NÛH – 14
      «Oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır.» 71 / NÛH – 14

      Kuranda evranin veya dünyanında ve atmosferinde aşama aşama veya evre evre evrilerek yaratıldığı söylenir…Şu an günümüzdede bu evreler veya dönüşümler hala devam etmektedir…Topraktaki mineralleri besinler aracılığı ile bünyemize alıp vücudumuzda belirli aşamlardan geçip dönüşmekte ve sperm-yumurtalar-vs belirli şekillere dönüşüp birleşmeleri ile insanın evrilmesi veya dönüşümü sürüp kemale ermektedir…

      Araf 11: “Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere “Âdem’e secde edin” dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi, secde edenlerden olmadı o.”

      Araf 11’de insanların yaratıldığı ve aşamlardan evrelerden geçip istenilen son biçimi aldığı ve ruh’u yani bilğiyi veya ilahi emri yüklenecek aşamda olduğu anlaşılıyor…Ve insana adli melekeleri yüklenmektedir.

      BAKARA:30 –
      Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife atayacağım” demişti. (Melekler): “A!.. Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.

      Bakara 30’da ademin yaratılışı değil yeryüzünde insanlarda dahil bütün hayvan haşarat ve bitki nebatata üstün kılınacağı anlatılmaktadır…

      Tevratta anlatılan Adeden başlayan Peygamberler seceresi doğruda olabilir yanlışta, tarihten kasıt kronolajik olarak verilen zaman diliminden bahsediyoruz…Belki 7 bin yıl veya beklide 70 bin yılda olabilir ,anlatılan bu tarih İnsanın son halini aldıktan ve içine RUH üflendikten yani ilahi emir ve adli meleklerle donatıldıktan sonraki tarihtir, bu ruh üflemden önceki tahin kaç yüzbin veya kaç milyon yıl olduğunu kimse bilemez…

      Kuranın anlatımlarındada bir çok yerde çoğul ifadeleri veya atama ifadeleri vardır yani adem atanmadan önce insan topluluğu olma olasılığıda büyüktür ve kurana ters düşmez…İster evrim ister klasik düşünclerin tezleri fark etmez hepsi Allahın işidir ve biz hepsini kabul eder ve Allaha iman ederiz…

      • murat dedi ki:

        Yasir kardeşim kuranda Adem a.s ın evrilerek yaratıldığına dair bir bilgi yok.Allahu tealanın ahseni takvim dediği bir mahluku zamanla evirdiği görüşü uygun düşmez.Kün fe yekün ol der hemen olu verir.Kader ile programını çizer kudretiyle vücut giydirir.Birbirine dönüşen ara türlere dair fosil kalıntıları da yok.
        Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık…” (Hicr, 15/26).
        Andolsun ki biz insanı çamurdan süzülmüş bir hülasadan (özden) yarattık.” (Mü`minun, 23/12).
        O’dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.” (Secde, 7).

        İblis: `Ben bir salsaldan (kurumuş çamurdan) değişken bir balçıktan (Hamein mesnun) yarattığın insana secde edemem.` dedi.” (Hicr, 15/33).

        Halbuki O, sizi çeşitli merhaleler halinde yarattı.” (Nuh, 71/14).
        Bu ayet belki evrimsel bir yaratma sürecine işaret ediyor denilebilir fakat yukarıdaki ayetlere bakıldığında bu dönüşümlerin anne karnında kısa sürede meydana gelen değişimlere işaret ettiği anlaşılıyor.

        Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Adem’in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) haline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)…” (Mü’minun, 23/12-14).

    • Mehmet Koyuncu dedi ki:

      Evren 6 günde yaratıldı. Dünya 2 günde yaratıldı. Birde bu iki cümleyi şöyle görsek. Evren 6 günde yaratıldı ise Dünya 2 günde yaratıldı. Yani, matematikten bildiğimiz basit, düz yada doğru orantı. Peki, bu orantıyı test edelim, doğru mu diye. 6 gün 13.4 milyar yıl ise 2 gün (x) kaç milyar yıldır. Yani x=13.4 * 2 / 6. Yani 26.8 / 6. Oda yaklaşık 4.5 milyar yıl yapar. Pekte yanlış görünmüyor.

    • murat dedi ki:

      Burhan arkadaşım 7000 yıl olarak tartıştığımız konu dünyanın yaşı değil insanlığın yaşıdır.Yani insan dünyada yaratılmış yeni bir türdür ve tarihi de fazla eski değil.Yoksa dünyanın yaşı güneş sistemi kadar eski ve milyarlarla ifade etmek mümkün.

      • muhammed uçar dedi ki:

        murat çamurdan sihirli değnekle yaratılmaya gerek yok, kainat 6 gün-safhada yaratılıyorsa insan da yaratılabilir basit bişey karşı çıkmaya luzum yok salıverin bilimsel bilimsel tartışsınlar yok efenim böyle olamaz diyip sağlam bi delil sürmeden konuşmaya gerek yok ki. ahseni takvim insanın potansiyeline işaret eder doğan çocuk 2 tarafa da evrilebilir değilse 10 bin pointten yavaş yavaş düştüğünü söylemek komik yani oyuna başlarken bonus almak gibi bişey dur daha sakin ol
        tabi “inandığın allah” için “insanı yaratmak kolay da evreni yaratmak zor” değilse

  6. devart dedi ki:

    Sayın Murat ve Burhan Karadere
    Demişsiniz ki; hadislerde belirtilen insanlık tarihinin geçmişinin 7000 yıl civarı olması makuldür.
    Bilim, bunun 200.000 yıl önceye gittiğini söylemekte. Siz, bilimsel verileri kabul etmeyip, hadis kitaplarının ve dini metinlerin doğru olduğunu kabul ediyorsunuz. Önce, bu iddianızı desteklemek için öne sürdüğünüz argümanlarınızı sıralayalım:
    1- İnsanın ortaya çıkması, 200.000 yıl önce olsaydı, yeryüzü trilyonlarca insanla dolması gerekiyordu.
    2-Fosil yaşlarının belirlenmesinde kullanılan karbon-14 yöntemi, doğru sonuç vermemektedir.
    3-Uranyum-238 yöntemi, uranyum ve demir gibi madenlerin dünya dışından geldiği için güvenli değildir.
    Şimdi bu argümanları teker teker inceleyelim:
    1-Eğer popülasyon artışları, doğru orantılı şekilde artıyor olsaydı dediğiniz doğru olabilirdi. Fakat popülasyon artışı, daima parabolik olarak gerçekleşir.(http://cokus.files.wordpress.com/2009/05/worldpopgr1.jpg) Dolayısıyla bu argüman geçerli değildir.

    2-Fosil yaşlarının belirlenmesinde sadece C14 testi uygulanmaz. Kullanılan birçok yaşlandırma tekniği vardır.(http://w3.balikesir.edu.tr/~curebal/ders/kuvaterner/mehmet_guzel.pptx). Fosil yaşlarının tespiti için en geçerli yol radyometrik tarihlemedir.(http://evrimianlamak.org/e/Evrim_101Y:Radyometrik_tarihleme)
    Fakat hangi teknik kullanılırsa kullanılsın, bilimsel olarak insanın ortaya çıkışı, sizin hadislerinizde yer aldığı gibi 7000, 10000 gibi yıllar değil, çok çok daha eskilere, 200.000 yıl kadar gerilere gitmektedir. Dolayısıyla bu argümanınız da geçerli değildir.

    3-Uranyum ve demir gibi metallerin sadece meteor olarak dünyaya düştüğü ve dünya dışı kaynaklı olduğu iddiası gerçek dışıdır. Dünya ortaya çıktığında, ortamda bol miktarda demir olup ta Dünya’da olmaması söz konusu olamaz. Dünyanın her katmanında demir, bileşik ve cehver halinde bulunmaktadır. Toprağa kırmızı rengi sağlayan demir ve bileşikleridir(http://www.kktob.org/int02/istpersonel/topragimizi%20taniyalim.htm). Demir, ağırlıklı olarak Dünya Çekirdeği’nde bulunur. Çekirdekte bulunan demir, tektonik ve volkanik hareketlerle yeryüzüne çıkmaktadır. Dolayısıyla bu argüman da hatalıdır.

    Sayın murat
    Daha sonra da Dünyanın oluşum evrelerini sıralamışsınız ve bunu fussilet suresi 9-12. ayetlerine dayanarak yapıyorsunuz. Bu oluşum evreleriyle, aşağıdaki ayetleri nasıl bağdaştırdınız anlamak mümkün değil.

    9. De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”
    10. O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.
    11. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.
    12. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.

    Ayrıca bu 6 evreyi neye göre belirlediniz? Bu 6 evre hangi bilimsel kaynakta, aynı bu şekilde 6 evre olarak tanımlanmış. Bu evreleri, isterseniz 5 veya 7 olarak ta belirleyebilirsiniz. Bilimsel keşifleri ve gerçekleri, kutsal metinlere uydurmak için manipüle etmek, kendinizi rahatlatmak dışında size ne kazandırıyor?

    • Huzur İslam da Gerçek Din İslam dedi ki:

      Dünyanın kendi etrafında dönüşüyle 24 saat yani 1 gün oluşur
      Bu noktada vurgulanması gereken bir nokta da Arapça’da “yevm” ( يوم ) (gün) kelimesinin dönem, devir gibi anlamlarının da olduğudur

      Dünyanın Güneş etrafındaki bir devrini tamamlaması 365,26 gün
      Merkür kendi etrafında dönüşünü tamamlaması 58,65 gün
      Merkürün Güneş etrafındaki bir devrini tamamlaması 87,97 gün
      Venüsün kendi etrafında dönüşünü tamamlaması 243,01 gün
      Venüsün Güneş etrafındaki bir devrini tamamlaması 224,7 gün

      Marsın kendi etrafında dönüşünü tamamlaması 24 saat 37 dk
      Marsın Güneş etrafındaki bir devrini tamamlaması 686,98 gün
      Jüpiter kendi etrafında dönüşünü tamamlaması 9 saat 56 dk
      Jüpiterin Güneş etrafındaki bir devrini tamamlaması 11,86 yıl

      Saturn Kendi etrafında dönüşünü tamamlaması 10 saat 40 dk

      Saturn Güneş etrafındaki bir devrini tamamlaması 29,46 yıl
      Diğer gezegenler de var onları yazmayacağım
      Hele bide galaksilerin kendi etrafında dönüşü ve birbirleri etrafında dönmesi var, bu devirini kaç gün de kaç yevm de tamamlıyor?
      vurgulanması gereken bir nokta da Arapça’da “yevm” ( يوم ) (gün) kelimesinin dönem, devir gibi anlamlarının da olduğudur
      Buraya dikkat edin Yevm (dönem,devir,Gün)

      saat,zaman ve gün ise insanların bu dünya için ortak noktada buluşmak için ortak kabülleridir. Yüce Yaratıcı ALLAH AZZE VE CELLE’nin yevm Kavramını biz tam anlamıyla anlayamayız

      Einstein’ın görelilik teorisi ile beraber, o zamana kadar mutlak ve değişmez kabul edilen zaman kavramı yerle bir olmuş ve zamanın da göreli bir kavram olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum daha sonra yapılan testlerle etkileri gözlenerek ispatlanmıştır.

      Zaman iki şeyden etkilenir: Hız ve Kütle Çekimi. Bir cisim hızlandıkça, özellikle de bu hız ışık hızına yakınsa, zaman onun için daha yavaş akmaya başlar. Aynı zamanda büyük kütlelere sahip cisimlerin yakınında da (örneğin güneş) zaman daha yavaş akar.

      Kuranda zamanın bu iki etki nedeniyle daha yavaş akmasına işaret eden ayetler vardır. Zamanın hız ile birlikte daha yavaş aktığına işaret eden ayetler şunlardır:

      Mearic/4
      Melekler ve Ruh (Cebrail), süresi elli bin yıl tutan bir günde ona yükselip çıkarlar.

      Secde/5
      Gökten yere (yukarıdan aşağıya) kadar bütün işleri o düzenleyip yönetir, sonra da sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.

      Bu ayetlerde “yükselme” (yani hız) sırasında zamanın daha yavaş akmasına açık bir referans vardır.

      Zamanın kütle çekiminden etkilendiğine işaret eden ayet ise şudur:

      Hacc/47
      Bir de senden acele azap istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.

      Allah zamandan ve mekandan münezzehtir unutulmamalı Bu ayette Rabbi’nin katında denilerek Allah nezdinde işaret edilen yerde (büyük kütlesinden dolayı) zamanın daha yavaş aktığına açık bir gönderme vardır,

      Bu ayette Rabbinin Katı diye işaret edilen yer neresidir? Bunu da bir Kuran ayetiyle açıklığa kavuşturalım:

      Enam/127
      Rablerinin katında “Selam yurdu” onlarındır. Bütün yapacakları işlerde kendilerinin velisi de O’dur.

      Yukarıdaki ayetten anlaşılacağı üzere 1 günü 1000 yıla eşit olan yer cennettir.

      Burada ilginç bir problem ortaya çıkmaktadır: Kuran göklerin, yerin ve aralarındakilerin 6 günde yaratıldığını söyler. Bu ifadeden hareketle bu sürenin 6000 yıla eşit olduğu mu anlaşılmalıdır? Üstelik bilim evrenin yaşı olarak 13,5 Milyar yılı verip duruyorken!

      Bunun cevabı yine Kuran’da mevcuttur. Kuran Rabbi’nin katı olarak cenneti niteler, ancak bunun dışında bir şeyin varlığından daha bahseder: Allah’ın arşı! Arş Kuran’da aşağıdaki ayetlerde görüleceği üzere “büyüklüğü” önemle vurgulanan bir yerdir:

      Tevbe/129
      Eğer aldırmazlarsa de ki: “Bana Allah yeter! O’ndan başka ilah yoktur! Ben O’na dayanmaktayım ve O, o büyük Arş’ın sahibidir!”

      Muminun/86
      Sor onlara, de ki: “Kimdir o yedi kat göklerin Rabbi ve o büyük Arşın sahibi?”

      Kuran, bir de “büyük” arş olduğu bilgisini boşuna vermiyor. Bu bilgi bize zamanın çok daha yavaş aktığı bir yer olduğunu söylüyor:

      büyük patlamaya göre ise düşünün bir basit bombanın patlamasının ne kadar kısa bir sürede oluştuğunu dünya gezegenler galaxy güneş sistemi oluşum için etkinin büyüklüğü açık ve net etki ve patlama büyükse zaman kısadır ?? ilk oluşum çok kısa bir zamanda oluşmuş olması bilimsel bir gerçek. micronmu, nano sn mi belkide bizim zaman alğımızın alt sınırı bile bunu algılayamayacak kadar az olmalı ki bu kadar büyük bir oluşum çıksın . Zaten Kuranda Allah dünyayı 6 günde yarattım diyor. ama bu gün kavramı işte net değil zaman olarak .Zaman içinde zaman mekan içinde mekan kavramı var Allahın sıfatlrında, bir atom parçasından bu kadar sistem oluşturan Allahın Siz ce milyarlarca yıla ihtiyacı varmıdır ?
      Burhan KARADERE says: doğruda söylemiş
      büyük patlamaya göre ise düşünün bir basit bombanın patlamasının ne kadar kısa bir sürede oluştuğunu dünya gezegenler galaxy güneş sistemi oluşum için etkinin büyüklüğü açık ve net etki ve patlama büyükse zaman kısadır ?? ilk oluşum çok kısa bir zamanda oluşmuş olması bilimsel bir gerçek. micronmu, nano sn mi belkide bizim zaman alğımızın alt sınırı bile bunu algılayamayacak kadar az olmalı ki bu kadar büyük bir oluşum çıksın . Zaten Kuranda Allah dünyayı 6 günde yarattım diyor. ama bu gün kavramı işte net değil zaman olarak .Zaman içinde zaman mekan içinde mekan kavramı var Allahın sıfatlrında, bir atom parçasından bu kadar sistem oluşturan Allahın Siz ce milyarlarca yıla ihtiyacı varmıdır ? bu da dahada farklı bir bakış açısı olsun sizlere

      • devart dedi ki:

        Sayın Huzur İslam da
        Bahsettiğiniz Mearic ve Secde surelerinde geçen ya’rucu ve ta’rucu kelimeleri, uruc kelimesinin kökünden geliyor.(Mir’ac ta bu kökten gelmekte) Bu kelime yükselmek, yukarı çıkmak, özüne dönmek anlamında. Uruc kelimesinin hiç bir anlamı hız ile ilgili değil. Bu yüzden, bu ayetlerin, zamanın göreceliği teorisine bir atıf olduğunu söyleyemeyiz. Eğer zamanın göreceliği teorisi, hız-zaman ilişkisi ile değil de, yükseklik veya dünyadan uzaklık- zaman ilişkisi üzerine olsaydı söylediğiniz geçerli olabilirdi. Fakat bu durumda herzamanki gib zorlama olur.

        Ayrıca İslam dışında, daha eski inanç sistemlerinde de zaman kavramının varlıklar arasında farklılık göstermesi ile ilgili kaynaklara rastlamak mümkün. Mesela İncil’de

        Sevgili kardeşlerim, şunu unutmayın ki, Rab’bin gözünde bir gün bin yıl, bin yıl bir gün gibidir. 2. Petrus 3: 8

        Ayrıca Hint MitolojisindeHint Mitolojisinde ise bütün herşeyin yaratıcısı olarak Tanrı Brahma
        gösterilir ve bir Brahma günü ve gecesinin 8.640.000.000 yıl olduğu
        söylenir ki buna 1 Kalpa adı verilir. 1 Kalpa 2000 Mahâyuga’dır. 1
        Mahâyuga ise 4.320.000 yıldan oluşur.(http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1254/14393.pdf)
        Sanırım bu o kadar da mucizevi bir olay değil ya da Huzur Budizm de mi acaba? 🙂

        Sizce Allah’ın evreni yaratması için milyarlaca yıla ihtiyacı var mı? diye sormuşsunuz. Bu, çok anlamlı bir soru değil. İslam inancına göre Allah, evrendeki tecellisini, Sünnetullah aracılığıyla gerçekleştirir. Yani bildiğimiz evrende olaylar ol dedi oldu şeklinde değil, değişmez fizik kurallarına göre gerçekleşir.(Azhab 62, Fatr 43, Feth 23,İsra 77). Dolayısıyla eğer Sünnetullah kavramının ne olduğunu biliyorsanız, Sizce Allah’ın evreni yaratması için milyarlaca yıla ihtiyacı var mı? sorusu İslami olarak çok anlamlı olmadığını anlarsınız. Bunun yerine Allah’ın bir şeyler yaratmaya ihtiyacı mı var? diye sormak daha anlamlı. Bu da size farklı bir bakış açısı olsun. 😕

      • bora dedi ki:

        al ilahınız(ay tanrısı) dünyayı neden 4 günde yaratıyo. çok mu zor al ilahınız için dünyayı yaratmak:) ol dediğinde olabiliyosa neden 4 gün uğraşmış.tüm galaksiler 2 günde yaratılırken:) dünyanın yaratılışı 4 gün sürmüş:)) evrendeki tüm galaksiler ile dünya karşılaştırıldığında trilyonda birlik bir oran çıkar.bu kadar utanç verici bilgiye nasıl inanırsınız.

    • bora dedi ki:

      bilimsel kaynakları verdiğiniz için tşk.Bilimsel keşifleri ve gerçekleri, kutsal metinlere uydurmak için manipüle etmek, kendinizi rahatlatmak dışında size ne kazandırıyor?diye noktalamışsınız ki bu sözünüzden dolayı alkışlıyorum sizi.

    • 9317574 dedi ki:

      olum sen git biliminle uğraş bizde ahiret hayatını kazanmaya çalışalım hem senin beynin ve zeka seviyen o Ayetleri anlamaya kavramaya yetmez fazla kurcalama o yüzden 😉

  7. deniz dedi ki:

    Ayetin birinde 50 000 birinde 1000 yıl demiş. Sayın Huzur islamda burdan Einstein’ın görelilik teorisine çıkarım yapıyor. Hahahhaaaa… Gerçekten çok zavallı bir durum. Birileri çalışıp didinecek ve bilim üretecek. Göbeğini kaşıyarak yatmaktan başka bişey yapmayanlarda “aaa bu zaten bizim kitabımızda vardı” diye üste çıkmaya çalışacak. Bu durum aşağılık kompleksinin ve ezikliğin bir yansıması. Madem bukadar maharetli bu kitabınız, ayetlerden bilim dünyasının hiç bilmediği bir buluş yapın ve bunu kanıtlayında görelim. Yoksa siz….

    • veysel dedi ki:

      deniz: sizce yaratan yok, tabiki ayetlerde yok, dinde yok.siz sadece bilimsel çalışmalara inanıyorsunuz.saygı duymak isterim size ama gel görki islam, peygamberimiz,ayetler ve diğer peygamberler, yine yaratılmış olan bütün canlı cansız mahlukatlar mücizevi duruş ve görünüşleri ile bir yaratıcıyı işaret ediyorlar.bilim vardır ve ayetlerle pekiştirilince mükemmelleşiyor.size bir sorum var, demek dünya yaşı sizce sadece bilimle açıklanacaksa, sizce tabiki kıyamet de yoktur.sizce sonsuzluk bu fani dünyaya hastır, öyleyse söylermisiniz bu hayat bir gün sorgulanmayacaksa yani kıyamet ve ahiret yoksa bu dünya hayatının anlamı nedir, nereye kadar ve nasıl devam edecek.

    • bilal dedi ki:

      Deniz Bey ! Senin ”Bilim Tarihinden ” hiç haberin yoktur.Bilimsel olan her şeyi,gayri müs-
      limlere mal ediyorsun. Google” de verceğim adrese gir ! Müslüman Bilim adamlarının bi-
      limsel keşiflerini gözlerinle gör ! Her şeyi,müslüman olmayanlara mal etme !
      GOOGLE’DE ŞU ADRESE GİRMENİ TAVSİYE EDERİM : ” MÜSLÜMAN BİLİM ADAM-
      LARININ BİLİNMEYEN İLKLERİ ”yazarak konuyu oku! O zaman bilim tarihinden ne kadar
      bihaber olduğunu anlayacaksın. Şunu bilki,1500-1700 yıllarında Ortaçağ Avrupasında,bi-
      limsel görüşlerini ortaya atan bilim adamları ”Aforoz edip,onları canlı canlı ateşte yakan
      ”KİLİSE” olmuştur. İslam dünyasında öyle bir olayı gösteremezsin. Kur’an,ilahi bir hukuk
      sistemidir.Hukukun alan ve sahası fizik,kimya,matematik,tıp,biyoloji vb.ilimler değildir. Hukuk; insanlığın huzur ve mutluluğu için,evrensel eşitlik ve adalet ilkesini ortaya koyarak,
      insanlığın sosyal yönünü tanzim eden bir kanundur. Kur’an-ın Amacı da,insanları her ko-
      nuda huzur ve mutluluğa kavuşturmaktır. Ama bununla birlikte Kur’an’da bulunan ”kozmik
      ayetler” tamamen bilime ışık tutan en büyük kılavuzdur. Biz müslümanlar,daha önceden
      kur’an-ın bu ayetlerinin gereğini yerine getirmemişsek,vebal bizimdir, Kur’an-ın değil.
      Bu Sayfada Sana sadece tek bir bilimsel ayet aktarayım ! 1932 yılına kadar bütün dünya
      bilim adamlarınaca,” atom” en küçük nesne olup,ondan daha küçük bir nesnenin olmadığı
      ve ”atom” o kadar küçüktür ki,bölünemez ve parçalanamaz,görüşü hakim idi.
      Bu konuyu, 1400 sene önce inen kur’an da tahlil edelim; SEBE’ SURESİ AYET 3:
      …..” لا يعزب عنه مثقال ذ رة في السماوات ولا في الارض ولا اصغر من ذلك ولا اكبر الا في كتاب مبين
      ” Ne göklerde,ne de yerde zerre (atom) ağırlığınca hiç bir şey ondan (Allah’tan) gizli değil-
      dir.Bundan (atomdan) daha küçüğü de,daha büyüğü de,istisnasız olarak hepsi muhakkak
      apaçık ( Allah) katında bir kitapta yazılıdır.( Levhul mahfuz da)
      ” Şimdi dikkat edin ! Ayette geçen ” اصغر من ذلك” Zerreden (atomdan) ” daha küçük” nes-
      ler,neyi ifade ediyor ? Bunlar ; proton,nötron,elektron vs. değil midir.? kur’an,bunlara tek
      bir cümleyle işleret ederek,atomlardan daha küçük nesnelerin olduğunu ifade ediyor.
      Halbuki bunlar,1932 yılına kadar,bilimsel olarak,ne biliniyordu,ne de kabul ediliyordu.
      Taki ilk defa,kur’an-ın söyeldiği bu durumu,1932 yılında bilim adamı olan”James Chadwick’
      kanıtlıyor. SORUYORUM SİZE !. 1400 SENE ÖNCE BİZİM GİBİ BİR BEŞER OLAN HZ.
      MUHAMMED,BÖYLE BİR AYETİ SÖYLEYEBİLİR MİDİ ? ASLA ! : DEMEK Kİ; KUR’AN,
      EVERENİ YARATAN VE EZELDEN EBEDE KADAR HER ŞEYİ BİLEN ALLAH’IN KİTABI-
      DIR. ;TEK BAŞINA BU AYET BİLE;KUR’AN-IN ALLAH KİTABI OLDUĞUNUN KANITLA-
      MASI AÇISINDAN YETERLİDİR. Deniz Bey ! Söz konusu Adrese girip,müslüman bilim
      adamlarının bilime yaptıkları katkılarını lütfen oku ! Saygılarımla.

      • Syra dedi ki:

        😀 Hayal gücüne sağlık Bilal kardeşim. Atom yorumun, nuhun çiftlik hayvanları gibi muhteşem olmuş. Süpersin. seni zevkle takip ediyoruz. Müslümanların senin gibi hayal gücü geniş fertlere ihtiyacı var. Samimi söylüyorum, şaka falan değil….

      • bilal dedi ki:

        Syra Bey ! İnsanlarla dalga geçmeyi bırakın ! Bu ayetlerde kur’an ve bilim konuşuyor.
        Ben ve hayallarım değil. Kur’an-ın hakikatını görünce de, alay edici bir şekilde hayal gü-
        cümüzden söz edersiniz ! Kur’an indiği dönemde müşrikler,kur’an hakikatları karşısın-
        da aciz kalınca da, ” وان يروا اية يعرضوا ويقولوا سحر مستمر الخ ” Onlar bir ayet ( mucize,hakikat )
        görürlerse,hemen yüz çevirirler ve bu : Eskiden beri devam edegelen bir büyüdür.(sihir)
        derler. ” Bugün bu söz geçerliliğini yitirdiği için,sizde kur’an hakikatları karşısında aciz ka-
        lınca, ”Bu,eskiden beri devam edegelen bir büyüdür.” yerine,bu bir hayaldır diyeceksiniz.
        Zaten ateizmin bilimsel hiç bir yönü yoktur. O, tamamen ” A,Priori ”ye dayalı bir felsefedir.
        Bunu itiraf eden sizden biri,” HARWARD ÜNİ. ” den ünlü bir genetikçi ve açık sözlü bir ev-
        rimci olan ” RİCHARD LEWONTİN ” dir. O,aynen şöyle söylüyor. ” Bizi dünyaya materya-
        list bir açıklama getirmeye zorlayan şey,biilmin yöntemleri ve kuralları değil,aksine mater-
        lizme olan ” a,priori ” ile bağlılığımızdır.” Buna göre,bilimsel yöntem ve kurallarla ”Tanrı”yı
        inkar etmek mümkün değildir. Ona göre,hem kendisini hemde başkalarını materyalizmi
        açıklamaya zorlayan sadece ”a,Priori” dir. Yani hiç bir deneysel bilgiye dayanmayan,bi-
        limsel yöntem ve kurallara başvurmadan ileri sürülen varsayımlardır,hayallardır.
        Artık: hayalcı kimler olduğunu,sizden biri bunu ittiraf ediyor. Kur’an-ı, direk kur’an dan
        anlamaya ve öğrenmeye çalışırsanız,bu hakikatları göreceksiniz. Lütfen bu sitenin gayesi,
        gerçekleri ortaya çıkarmak olsun.Başka bir şey istemiyoruz. Saygılarımla.

      • Syra dedi ki:

        Bilal,
        Kesinlikle dalga geçmiyorum. Yorumlama şeklin eğlenceli geliyor. Aynen devam et.
        Hep arapçanın iyi olduğunu vurguluyorsun fakat Türkçen çok kötü. Geliştirsen senin için iyi olur. Selamlar…

      • bilal dedi ki:

        PANTE ! 1- FAKİR Mİ,… ? 2- FEDEK ARAZİSİ,…. 3- 60 KÖLE VE 20 CARİYE,…….
        4- GANİMETLERİN 1/ 5’i ,…. 5- 100 DEVENİN KESİMİ,….. 6- DUHA SURESİ,…. VE
        7- ” ..EY KULLARIM ! ….BU İDDİALARINIZA YÖNELİK YAZDIĞIM CEVAPLARA NE OL-
        DU ? NEDEN SİLİNDİ ? BU MU ANLAYŞINIZ ? BU BİR ACZİYET İFADESİ DEĞİL Mİ ?
        BU YAZILARIMI HİÇ BULAMIYORUM ! Bunlarda size yönelik hiç bir hakaret’te yoktu.

        2- SYRA BEY ! Senin yazdıklarında hiç mi hata yok ? ” Hayal gücümle ” ilgili yazdığın
        4 satırda 2 tane imla hatanız da var. Biz burada bunları konuşmuyoruz. Burada yazılıp
        çizilenlerin çoğunda da hatalar var.Ama bunlar önemli değil. Önemli olan gerçeklerin or-
        taya çıkmasıdır. Ama gayeniz bu değildir. Yazılarım da sana eğlenceli gelsin, önemi yok.
        Selamlar.

      • pante dedi ki:

        Silinen bir mesajın yok Bilal!
        İyi bak!
        Yine başladın “mesajlarım siliniyor” yalanına…

      • bilal dedi ki:

        Sayın Pante ! Özür dilerim. Yazılarım silinmediği için de teşekkür ederim. Her nedense
        defalarca aradığım halde bulamıyordum. Saygılar.

    • Koraya dedi ki:

      helal olsun bu iş bitmiştir. yobazlar artık pes etmeli..

    • Hakikat dedi ki:

      Deniz Bey, buluşları ve bilimi devam ettirenler; Ataları Ademden gelen; hristiyan, yahudi veya müslüman olması gerekmiyor, bu bilim icat dediğiniz buluşları; Çoğunluğu Tanrıya inananlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Varmıdır piyasada, bir Ateist tarafindan icat veya buluş dediğiniz şey 🙂 Sakın bana darwin buldu demeyiniz..!
      Saygılarımla.

    • selçuk dedi ki:

      sayın deniz, müslümanlar son 300-400 yıldır yan gelip yatıyor maalesef ki. ama eski devir müslüman alimlerden haberiniz yok gibi konuşmuşsunuz. ayrıca kuran bir keşif-buluş kitabı değildir. gerçi 1400 sene öncesinden bilimin bugün keşfedebildiği bir çok şeyi haber vermiştir. hitap tarzına ve ciddiyetsizliğinize bakılırsa ön yargılıya benziyorsun. bu konuyu biraz araştır istersen. ancak ön yargılarından önce bir kurtul ve ciddi ol…

  8. murat dedi ki:

    devart ….Bilmeniz gereken önemli bir kural var. Bilmin temelinde şüphecilik esastır.Bilme göre kesin doğru yoktur.Bu gün doğru olarak bildiğiniz bazı bilimsel veriler yeni tespitler sonucu değişebilir.Bu mantık bilmin metodolojisinde kanun olarak kabul edilmiştir.Önceleri atom içi dolu bir küredir diyen avrupalı bilim adamları daha sonraları 20 ci yüzyıla doğru içi boştur ve parçalanabilir diye değiştirmişlerdir.Aklı başında olan insan, bilim adamı diye lanse edilen şahısların da bir insan olduklarını ve görüşlerine dogmatik olarak araştırmadan kesinlik görmeden inanılmaması gerektiğini bilir.Falanca fosil bilimci bulduğu kemiğin yaşını analiz eder ve 190 bin yıl olabilir der.Bu olabilir sözü cahil insanlar tarafından kesin gibi kabul edilir.Daha önce de belirttiğim gibi fosil yaşı tayin yöntemleri teoridir bir kısmı hipotezdir.Kesinlik ifade etmez.Yer kabuğundaki madenler hakkında bazı şahısların görüşlerini yüzde yüz gerçekmiş gibi yazıp kendini bilimci sanman hatanın başlangıcı.İnsan madde hakkındaki bilgilerin bin de birine ulaşamamıştır denilebilir.Kainatın milyarlarca yıl ötesi hakkında konuşurken doğrulama payının nekadar düşük olduğu bilinmeli.
    Yer kabuğuna milyarlarca yıldır iri göktaşlarının çarptığı bilimsel olarak ve mantıksal olarak gerçektir.Gök taşının bileşimini analiz etmek zor bir şey değil.Ben kimyacıyım arkadaşım.Fakat şu cu bucu olmak kainatın sırrını çözmeye yetmez.70-80 senelik ömre sahip insancık milyarlar yaşında kainat hakkında konuşurken haddini bilmeli.Kainat hakkında en doğru söz yaratıcısına ait olanıdır.
    Kuranda geçen veya hadislerde geçen gün tabirleri aşamalara işarettir. Zaman birimi olmadığı açıktır.Çünkü zamanın izafi olduğu eskiden beri bilinen bir fikir ve ayetlerde izafiyet ifade eden manalar var.Bazı yerde bir gün ellibin yıldır buyurmuş.Kainatın yaşını Allah bilir.İnsanın akıl gözüne deliller yarattı ise insan da bu konuda fikir sahibi olabilir.Ayette altı gün demiş. Bu günleri ne kadar anlarsan anla.Önemli olan zaman değil kainatın geçirdiği aşamalardır.Allahın peygamberine isnat edilen söze göre insanlığın dünyadaki ömrü 7000 bin yıl olacaktır.Maymunların kemiklerine ilkel insan fosili deyip insanlık yaşı belirlemek başından hatalıdır.Bulunan kemik kırıntılarının neye ait ve kimin maharetiyle çıktığı dahi şüphelidir.Nedense 190 bin yıllık fosil bulanlar bu insana benzeyenlere ait duvar ev veya giyisi gibi şeyler bulamazlar.Çünkü bulunan şeyler insan değil benzerleridir.Bunu da evrime kanıt yaparlar tabi.Evrimin de evireni çevireni olmalıdır.Mükemmel şekilde tasarlanmış hayvan ve insani vücutların kendi kendine gelişebileceğini iddia etmek cahilliktir veya aptallıktır hakaret anlamında söylemiyorum fakat gerçekleri görmek için durumu iyi bilmek lazım.
    Bir çok eski dinde kuranın hakikatlerine benzer cümleler bulmak ise çoğu dinlerin ilahi kaynaklı olduğuna ve zamanla bozulduğuna işarettir.Dinlerin temeli hz ademden başlar elbette.

  9. murat dedi ki:

    Fussilet suresinin ayetleri ise mucizedir.
    9. De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”
    10. O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.
    11. Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.
    12. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
    Dünya için iki evre ve dört evre tabiri var.
    Göklerin yaratılmasına dair iki aşama ifadesi var
    Bu ayetler insana fen bilgisi astronomi dersi vermek için değildir.
    Kainat bazı aşamalardan geçerek hayata hazırlanmıştır.Hayatı yaratan ancak kainatı safhalardan safhalara yoğuran biçimlendiren zat olabilir manasını veriyor.İşaret edilenleri incelemek ise insanın ödevidir.
    11. ayette ise sonra duman halindeki göğün biçimlendirilmesine işaret ediyor.iki aşamada 7 tabaka olarak düzenlenen gök dünya atmosferine işaret ediyor.Diğer bir manası ise yıldızların ve diğer gök cisimlerinden bazı kısmının önceleri duman halinde olduğu ve ikinci aşamada bu dumanın yıldızlar ve gezegenleri oluşturacak şekilde biçimlendirildiğine işaret ediyor.Gerçekten de dünyanın yaşının yıldızların bir çoğundan daha fazla olduğu tahmin edilmektedir.Dünyanın güneşten yaşlı olduğuna dair de görüşler vardır.Son tespitlere göre güneş ve diğer gezegenler süper nova ile patlamış büyük bir yıldızın kısaca toz ve dumandan ibaret nebula bulutunun kütle çekimi etkisi ile dönmesiyle meydana gelmiştir.Ağır elementler dış kısma savrularak gezegenleri meydana getirirken hidrojen ve helyum gibi hafif ve gaz niteliğinde olan elementler merkezde güneşi meydana getirmiştir.Diğer bir ayette altı gün yani altı aşamalı bir yaratma ifade edilmiştir

    Kasdedilen safhalar ne olursa olsun Allah göğü, samanyolu galaksisini duman halindeki bir maddeden mesela hidrojen gazından yaratmış ve ilmiyle hikmetiyle biçimlendirerek hayata elverişli hale getirmiştir denilebilir.Toz ve dumanın, ölüm saçan lav tabakalarının gül gibi harika kokuda nazik çiçeklere ve tatlı meyvelere dönüştürülmesi ve nazik organlara sahip gözleri kulakları bulunan hayvani varlıklara çevrilmesi apaçık bir ayet iken bazı insanlar göremezler çünkü görmek istemedikleri için kainattan gelen bütün delilleri içlerindeki kör benliklerinde söndürürler.Allah onların kalplerini mühürlemiştir.
    Ayette E= mc2 niye yazmamış demek yanlış bir başlangıçtır.Bu formüller ve bazı uzunluk ve zaman birimleri insana ait bir görevdir.Kuran incelemeye teşvik eder ödevini yapmak insanın vazifesidir.
    Kuran Allahın şanına yakışır tarzda bir hitaptır.Astronomi veya tarih veya herhangi bir kitap değildir.Yalnızca belli bir ilmi birikimi olan zümreye değil tüm insanların seviyesine göre bir hitaptır.Herkes kabiliyetine göre istifade edecek manalar bulur.
    En yakın göğün kandillerle süslenmesi ve korunmuş olması ise geceleri gökyüzünü zifiri bir karanlık içinde görmek istemeyenlere olan nimetine işarettir denilebilir.
    Korunmuş olması ise güneşten gelen uv ve x ışınları ve kozmik parçacıkların zararlı etkisinden korunması için ozon tabakasına işarettir.
    Ve dahası gök taşlarının yanarak tükenmesi ve yer yüzüne zarar vermemesi için bazı önemli sistemler kurulduğuna işarettir.
    Neticede Allah kainatı örneksiz olarak yaratandır.İlmi ile kaderi bir program çizmiş ve kudreti ile vücut giydirmiştir.Kainatın yani maddenin özü Allahın kudretinden ,nurundan gelmiştir ve ona dönecektir.
    İnsan kainatın yaratılışında şahit tutulmamış.Kuranda ifade edildiği gibi insan yaratılanların çoğuna üstün kılınmıştır.Daha üstünü de var anlamına geliyor.İnsanlığın ömrü kainatta küçük bir köşede çok küçük bir süreyi fakat önemli amaçları olan bir yaratma sürecine sahne olmuştur.Yaratılıştan gaye hayat ve hayatın gayesi akıl sahibi varlıkları yaratmaktır.Aklın gayesi ise rabbine muhatap olmak onu tanımak ve sanatını takdir edip hayran kalmaktır..
    Bu gayesini yerine getiren gelişimini tamamlayan insani ruhlar dünyadan daha güzel cennet alemine davet edilecektir.Vazifesinden geri kalmış ve kendini yaratana karşı düşmanca tavırlara girmiş nankörlerin elinden dünya hayatı alınacak ki alıyor ve çör çöp veya haşerat çeşidinden canlı muamelesi görmek üzere cehennemde kalacaklardır.Cehennem ise hadiste belirtildiği gibi “küçük cehennem dünyanın merkezindedir”.Zamanı gelince yer kabuğunu yırtacak ve genişleyecektir.İnsanların aşık olduğu bu güzel dünya kalmayacaktır.
    Bu ayetlerin işaret ettiği yüksek manalar tükenmez ve kıyamete kadar yazılmaya devam edecektir.Gaybı ancak Allah bilir.Biz de her insan gibi şahsi görüşlerimizi kainattan bulduğumuz delillerle sunmaya çalışırız..Allah seçtiği kuluna doğru yolları açar.

  10. devart dedi ki:

    Sayın murat
    Öncelikle cevabınız için teşekkür ederim. Söylediklerinize verilecek cevabım elbette var. Fakat bu blog’taki yorumlar artık içinden çıkılamayacak karmaşada bir hal almaya başladı. Abuk subuk insanlar gelip, flood şeklinde yorumlarla burayı kullanılmaz hale getiriyorlar. Şahsen artık yorum yazacaksam, sadece içeriği geliştirme adına yorum yapmaya karar verdim.

    Bir önerim var. Eğer söylediklerine güveniyorsanız, bunu herkese açık başka bir forumda tartışabiliriz. Bunu sizin seçeceğiniz bir forumda veya benim seçeceğim bir forumda yapabiliriz. İsterseniz bu tartışma herkese açık veya sadece ikimiz arasında olabilir.

    • murat dedi ki:

      devart arkadaşım araştırıp gerçeklere ulaşma azmi insanın yaratılışında var.Yazdıklarımla yardımcı olabildim se çok mutluyum.Aslında imana dair konuları tartışma tarzında değil de araştırma öğrenme tarzında konuşmak gerekiyor.Tartışma egoların kavgası biçiminde gerçekleri görmeye engel oluyor.Neticede insanlar olarak aynı kaderi paylaşıyoruz ve nereden geldik nereye gidiyoruz gibi önemli cevaplar arıyoruz.
      Işık şiddeti insan gözü sınırını aşarsa artık görünmez.Bu yüzden yeryüzünü aydınlatan ve her parlak şeyde ışıltısı görünen güneşi çıplak gözle görmek imkansızdır.Allah yaptığı işlerle ve madde üzerindeki hakimiyetiyle güneşten daha parlak göründüğü halde her alanı kapsayan bir fiil sahibini idrak etmek zorlaşıyor.Alışılmış bir durum gibi algılanarak çoğu harika olaylara karşı insan bakışı körleşiyor.Güneşi göremeyen ve tanımayanlar gördükleri her parlak şeyin içerisinde küçük bir güneş olduğunu zannederler.Milyarlar yıl yanan ve gezegenleri etrafında döndürebilir bir çekim gücüne sahip güneşin parlak bir ayna veya damlacık içerisine sığışması imkansızdır.Bu nedenle kuranda sürekli olarak görünüşte alışılmış olaylara dikkat çekilerek insanlar uyarılmıştır.Bir ayette Allah sivri sineği ve daha küçüğünü delil olarak getirmekten çekinmez buyurmuş.Alışılmışlık olarak basit görülen bir sivrisineği kainatın rabbinin delili olarak sunuyor.Bazı insanlar ayıkıyor ve hayretlerini ifade ederken bazıları da anlatılmak istenen bir sinek mi gibi sıkıntılı alaylı tavırları ile bildiği yola gidiyor.Teknolojinin gelişmesi ile sivrisineğin vücut programını tasarlayan aklın atomlara ve maddeye dair her türlü bilgiye sahip olduğunu ve atomların canlıları meydana getirmek için tasarlanmış küçük yedek parçacıklar şeklinde icat edildiğini görebiliyoruz.Demir elementi hemoglobin molekülünün çalışması için gerekli özelliklere sahiptir.İyot elementi tiroit hormonu yapısında özel bir amaçla kullanılmıştır.Karbon ve hidrojen ve azot atomları önemli görevler için üretilmiş küçük parçacıklardır.Sadece bir tanesi eksik olsa veya farklı bir özelliğe sahip olsa biyolojik hayat olmazdı.Atomları yaratabilen güç atomların kaynağı olan yıldızlara hükmedebilen bir kudret olmalıdır.Yani sivrisineğin rabbi yıldızların ve tüm kainatın rabbidir.Kuranın bu mucizevi ayetlerinin işaret ettiği manaları görüp secde etmek vazifemizdir.

  11. birol dedi ki:

    “De ki: Ortak koştuklarınızdan hakka iletecek olan var mı? De ki: ‘Hakka Allah iletir.’ Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha lâyıktir; yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz? Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir seyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” (10/35, 36)

  12. birol dedi ki:

    Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şühesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir. (YUNUS SURESİ / 36)

  13. birol dedi ki:

    Ve bilinki ALLAH yoktur diyenler sadece bir zan içindeler …Asla ıspat edemeyecekleri bir zan ve ölüm gelip götürdüğünde tam tersini görecekler

  14. robinksk dedi ki:

    :)) ya ne suresi ne kuranı kerimi arkadaşlar artık uyanın ya dinlerin çıkış tarihi 2000 yılı geçmez insanlık 200000 belkide daha uzun süredir dünyada hani dinler nerdeymiş ozaman?? insanları kandırıp durmayın yeter artık bu masal kitaplarıyla!!..stepen hawking in yeni çektiği bi belgeseli var herkezin izlemesini tavsiye ederim herşeyi mantıklı bi şekilde açıklamış evrenin yoktan var olabilmesi için hiç birşeye ihtiyacı yok sizler düşüncede gidemediğiniz yerde allaha bağlamışsınız yok öle bişey adam sizi başlangıca kadar götürüyo ve inanın çok basit ve anlaşılır bi dilde yapmış bunu.. şunuda sölemeden edemiycem hem allahın bukadar iyilik hoşgörü sahibi bi varlık olduğunu düşünüp hem bizi burda bi sınava tabi tuttuğunu düşünmek çok saçma oluyo…benden size tavsiye o yıkanmış korkak beyinlerinizi biraz bilime yorun sizlerde gerçeği görüceksiniz..

    • murat dedi ki:

      robinksk arkadaşım.Her dayandığın şey öleceğin ana kadar seni avutabilir.Bu saçma teorilerin içerisinde tek doğru olanın insanın ölümü tatması olacak.Anladığım kadarıyla şimdilik hayatın eğlenceli geçiyor ve Allahın var olup olmadığı seni ilgilendirmiyor.Fakat kesin olan şu yani şimdilik idare ediyorsun.İleride sen de yüksek ihtimal içindeki ölümsüzlük arzusuna yenik düşeceksin ve seni kurtaracak herşeye hükmü geçer bir güç sahibini arayacaksın.Eğlence de maalesef bir yere kadar.Dostlar sevgililer bıraktığı acılarla birer birer göçüp gidiyorlar.Hawking çözebiliyorsa kendini mutlu edecek şeyler arasın.Kelin ilacı olsa başına sürer.Geçen ay çözemediği en zor problemin kadınlar olduğunu söylemişti.Aciz bir adam.Allah zor bir şekilde imtihan etmiş ve şu durumda kaybedecek gibi.
      Evrenin yoktan var olabilmesi için hiçbir şeye ihtiyacı yok demek hayali bir safsata.İnsan hayatı için nasıl ki yeme içme ve enerji kaynağı olabilecek gıdalar gerekiyorsa bu kainatın vücut bulabilmesi için yıldızları güneşleri milyarlarca yıldır yandıracak bir enerji kaynağına ihtiyaç var.Düzenli ve ölçülü planlı programlı bir oluşum için maddenin özüne hükmeden ve herşeyi bilen akıl sahibi bir iradeye ihtiyaç var.Madde ve canlılar üzerindeki kusursuz sanat için büyük bir sanat anlayışına sahip bir ruha ihtiyaç var.İnsan ve hayvanlardaki sevgi,üzülme espiri öfke ,nefret gibi tavırlar atomlar ve elektronların hareketi ile açıklanamaz.Harika bir tavus kuşu veya güzel bir insan atom yığını veya et yığını gibi yorumlanamaz.Madde denilen hamur üzerinde yüksek bir ruhun eseri görünüyor.Bülbülün güllerin,yıldızların parlaması,insanların duygu yüklü davranışlarının kaynağı yaratıcısının yüksek ruhu olmalıdır.Kainatın kaynağı ölü bir madde değil.Bütün canlıları canlandıran canlı(hay), maddenin ve canlı vücutların programını ilmi ile tanzim eden ilim sahibi(alim) ve varlığa vücut verebilecek sonsuz enerji ve kudret sahibi olan kâdiri külli şey in varlığı kainatın varlığından daha kesin ve görünür durumdadır.Bediüzzamanın bir sözü var.”Güneş üflemekle sönmez” der.İnsanlar sayısınca dünya vardır.Üfleyerek kendi dünyanın güneşini söndürebilirsin fakat gökteki güneşi söndürdüm dersen akıl sahibi olan insanlar yanında değerin kalmaz.
      Mühendisler ve sanatkar insanlar kendi yaptığı sanatını sever ve kusursuz görmek isterler.Tabiri caiz ise Allah ta kendi sanatını sever ve özellikle dikkat ederek harika bir şekilde taklidi imkansız yaratır.Sanatının en harikası olan akıl ve irade sahibi olarak yarattığı insanları sever.İnsanlardan yaratılış gayesine uygun hareket edenleri sever.İnsanların özgür iradelerini korumak için zorunluluktan dolayı rabbini seven bir insan yerine hür iradesi ile rabbinin varlığını arzulayan ve sanatını takdir eden ve ona dost olan bir insan nesli olarak yaratmak imtihanı gerekli kılar.Ebucehillerin varlığı Ebubekirlerin kıymetini arttırmış.Her şeyin sahibi olarak en güzel tarzda yarattığı insan denilen tür içerisinde çürümemiş ve istenilen ölçüde olgunlaşmış fertleri çürükler içerisinden ayırarak hasılatı toplar ve daha yüksek amaçlar için yeni bir alem yaratır.En doğrusunu Allah bilir.Bize düşen kuranını anlamak için çaba sarfetmek ve onun iradesine uygun,Allahın ahlakıyla ahlaklanmış insanlar olmaktır.Kişi sevdiğiyle beraberdir.

      • Huzurarayan dedi ki:

        murat bey yorumlarınızı severek okudum. bu konuda bilgili olduğunuz gayet açık. benim gibi cahil ve bilgisiz kalmışlara önerebileceğiniz kitaplar var mı?

      • cemal dedi ki:

        Murat bey buraya kadar yazdılarınızı bıkmadan okudum.. anlatımların için teşekkür etmek istedim.

    • ali dedi ki:

      allaha inanmıyorsun peki sen gökten zembillemi düştün seni kimyarattı soruyorum?

  15. Burhan KARADERE dedi ki:

    arkadaşlar siz o zaman dedenizin maymun oldugunada inanırsınız 🙂 Mesele özetle şudur. şimdi arkadaşlar Kurana inanlar ve inamayanlar olarak iki bakış açısı var gibi. herkeze saygımız var inanmak kişi bağlar, kuran akıl ve bilmin almadığı bir şeyi söylemez zaten söylerse bende inanmam. bir bunu ilk bileceksiniz. zaten ilk ayet okudur oku burda düz metin kitap oku değil bir ayetin bir den fazla manası vardır buda tevsir konusudur buna girmicem (deirin mevzu) zaten oku dan araştır manasıda çıkar, insan oğlu bilmi bulacak burda sanki biz bilimi kabül etmiyoruz gibi ima etmeye çalışıyor bazı arkadaşlar, yanlış burda. benim çıkış noktam kurandır neden kurandır, bir içat edilen cihazı en iyi kim bilir örnek bir çamaşır makinesini üreten fimra kişi mühendis neyse en iyi o bilmezmi ? her ortamda nasıl davranacağını nerelerde hata vereceğini içindeki parçaların ömrünü, ve kullanım kılavuzunu en iyi kim yazar. kullanım kılavuzunu hiçe sayıp kendi anlamaya çalışmasıda vardır tıp bizim genetik türklerdeki sorunumuz gibi okumadan deneme yanılma ile ben bilirim bakış açısı buda bizim en kötü zafımızdır biz türklerin

    iste dünyanında bir yaratıcısı var ve yaratıcı aynı örnekteki gibi basitce son kullanım kitabını göndermiştir. bu sebepten neden bu kitap varken deneme yanılma yontemleri ile dogruyu bulmaya çalışalım ki bu aptallıktan başka bir şey değildir. bende bu kitaba inan olarak bilime bu kitapla giderim ve bilimde en sevdiğim şeydir ama bir sürü yanlış hiptez kanıtlanmamış tezler vardır karbon yönetmi gibi en doğru bilim matematik iken bile bir sürü çıkmazlarımızda kabülleirmiz yokmu bütün bilimlerde matematikle yapılıyor. alahın yarttığı matematigin yüzde kaçını bulduk ???? dünya evren canlılar o kadar komleks ve mükemmel yaratılmışki bunu anlamayan adam bana bilimle gelirse acırım vay haline….

    insan oglu bilimde ilerlemiş ise sadece bir sivri sinek robot yapsın sineğin tüm özellikleirni yapsın kan ile beslensin saatlerce uçsun yada bir makine yapın ot vereyim bana süt versin ????

    Allahın varlığına,kanıtına basit bir örnek . Allahı gökte aramam baktığım her yerde onun eseri var her yerde onu görüyorum!!!

    simdi siza çok basit bi bakış açısı ile bile bu 200 bin milyar ne yıl hikayenize bir tesbit ulen 1900 yıl ile 2000 yılı dünya tarihininde 100 yıllık bir dönemde dünya ne kadar kirlendi doğal kaynakları nekadar yok oldu petrol rezerveleri tükenmek üzere… buda tüm insanlığın pisliği yok etmesi insanlarda 200 milyon yıl once olsalar yine aynı insanlarsa 200 milyon yıla değil 10000 yılda dünyayı yok etmezlermiydi ozaman sürekli dünya yenileniyor mu? yeniden mi yaratılıyor bana biri bu dünyadaki 200 milyon yıldaki insaların dünyayı yok etmesindeki hammadleri bitirmesindeki 200 milyon yıllık süreci anlatsın inanayım ….

    nerden bakarsan bakınız çürüktür bu tezler çünkü çıkış noktası çok basit başkalaşım aşınma denilen şey ile hesaplamalarda bir kıtanın oluşması için 200 milyar yılda su çarpa çarba ancak yok eder bu olsa olsa aşınma ile olmuştur 200 milyon yıl eskidir bu kadar basit tir sizin hipotezler.

    Allahın 200 milyar yıla ihtiyacı yok . bir kere zaman kavramı Allahın katında yok zaman içinde zaman 1 sn bizim için alğı sınırımız daha altını aglılayamayız ama Allahın alğılama sınırı yok alt limit üst limiti yok. kocaman dünyayı evreni 6 günde yaratan bir Allahın sözü ile açıktıır ama 6 gün kavramı belkide 6 sn yede olabilir bukadar bilim sistemi insan oğlu , canlıların tümündeki sistem dengeler dev ğsa atomik sistematik yapılar kafayı yetirten bilimsel dengeler sistemler hepsi 6 gün 🙂 milyarlarca canlının yaratılışı sacede 6 gün
    gerçek mucize budur .

    size soruyorum son kez 200 milyar yılda dünyadaki maddlerin oluşmunu kanitliyorsunuz . insan üzerindeki dna lardeki sistem kaç milyar tirilyon kat trilyon yilda oluştu bu atomlardaki sistemler .

    böyle örneklem yöntemler le kanıtlanamaz zaten tüm bilim admaları büyük patlamayı kabül ediyor . patlamdan dolayı o patlamaki nasıl bir enerji açığa çıkıyor araştırın bakalım bu hızdaki patlamada herşey çok hızlı gelişebilir . mütüş bir hız varki ortada büyük bir patlama var bu patlamayı biz alğılayamayız bile biz insanların alt ve üst sınırları vardır. belli sesleri altını ve üstünü duyamazyız bir karıncayı konuşurken duyamıyoruz ….

    burda son kurandan bugüne tarihimiz belli ilk günee yine düğer kitaplarla gittiğimizde ualştığımız dünyanın kurluş yılı okadar abartı bir yıla tekabül etmez . bunu detaylıca diger kitaplar dinler kavimlerin ömürleri ile fazlası fazlası ile hesaplasakta 15 bin yıldan fazla yaşlı değildir dünya …..

    6 gün için bazı ayetler :

    Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan ve Arş’a1 kurulan, geceyi, kendisini durmadan takip eden gündüze katan, güneşi, ayı ve bütün yıldızları da buyruğuna tabi olarak yaratan Allah’tır. Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir. (araf 54)

    Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a2 kurulup işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O’nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte o, Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz? (yunus 3)

    O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş’ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkarcılar “Mutlaka bu apaçık bir büyüdür” derler. (hud 7)

    Gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a4 kurulan Rahmân’dır. Sen bunu haberdar olana sor! (furkan 59)

    Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da Arş’a kurulandır. Sizin için ondan başka hiçbir dost, hiçbir şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız? (secde 4)

  16. Burhan KARADERE dedi ki:

    Hawking denilen adamın gerçek dünyası çıktı yorumsuzca okuyun bilim işi gönül işidir böyle
    adamlardan insanlığa, dünya ya faydamı gelir 🙂
    http://www.haberturk.com/dunya/haber/719946-hawkingin-en-buyuk-tutkusu
    bize hep birini sunarlar bak bu adam bilim adamı bu adam çok zeki bizde ağzımız açık inanırız ben kaynağa çok önem veririm Hawking de tanımam ama bana yaptığı bilimsel açıklamalar inandırıcı gelmiyor. Hep haberlerden vardır amerikalı bilim adamı ??? bu bir tesadüfmüdür nrde türk bilim adamları nerde japon bilim admaları nerde alman bilim adamları ????

    Türkiyede bu işe gönül vermiş birini örnek vereyim http://tr.wikipedia.org/wiki/Oktay_Sinano%C4%9Flu bu yazıyı şu sebeple yazdım bazı arkadaşlar sürekli amerikanın sunduğu sözüm ona büyük adamların üzerinden kendli beyinleirni çalıştırmadan araştırmadan ezbere konuşuyorlar bizim en büyük sorunumuzda bu kulaktan duyma akıl ile ilerleme. Rahmetli annanelerimizin bir lafı var sokma akıl ile yedi adım gidersin 🙂
    burda karıştırılmaması gereken bir konuda bu demek değilki hiç bir bilim adamına inanmayın ama kaynağı araştırın körü körüne inanmayın, Sorgulayın ! yıllardır elektiriği bulan adam hani edisondu ne oldu şimdi gerçek ortaya çıktı Testla nın buluşlarını çaldığı kanıtlandı ???? batı bilmi kendi içinde üç kağıtlardan ibaret. Buldukları icatları kimsenin bilmediği bişeyi söylemez bu adamlar aptallar mı bunları bir düşünün allaha emanet olun.

    • SULEYMAN BARIS dedi ki:

      Stephen Hawking şu an 71 yaşında. 21 yaşında Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalandı. 10 yaşından beridir meyhane, kerhane, narhane gibi yerlerde ömrünü geçirdi. Avrupa üç ve beş kağatçı sahtekar bilim adamlarıyla kaynarken islam aleminde dünyayı ileriye taşıyan, insana fayda sağlayan yüzbinlerce bilim adamı, pardon yüzbinler az oldu, milyonlarca bilim adamı hem islamiyete hem insanlığa fayda sağlayan bir çok bilimsel araştırmalara imza attı. Şüphesiz biz size demiştik, görmedilermi ki onlar size demişti. Allah iftira edenleri de, iftiraya inananları da çok sever ve emanetine alır. Halen inanmayacak ve yağmur yağmadı mı diyeceksiniz. O gözetlerken korumak üzere olandır. Burhan KARADERE ve benzerlerine ithaftır.

  17. asdilk dedi ki:

    Size 3 sorum olucak.

    1) Kuzey yarım kürede devamlı gündüz, güney yarım kürede devamlı gece veya Güney yarım kürede devamlı gündüz, Kuzey yarım kürede devamlı gece iken bir müslüman NASIL ORUÇ TUTAR??? islam dini tüm dünyadaki insanlar içinmi yoksa sadece belli bir kesim içinmi dünyaya indi?

    2) Allahın SAYISININ BELLİ OLDUĞU MELEKLERİ var. Ta ki son meleği dünyaya inana kadar (yani onu sınayana kadar) insanlık devam edicek ve kıyamet kopucak doğrumudur? (benim bildiğim böyle yanlışım varsa düzeltin) e ozman Bilim adamları diyor 200.bin yıl Müslümanlar diyor 7.bin yıl hadi ikisinin arasıda olmasın 10bin yıl olsun. Kuran ineli 1.500 Yıl oluyor e 8.500 yıldır inen melekler (dünyaya gelen insanlar) neyle idam edilecek? onlara şunu yap bunu yapma denmediki?

    3) Kardeşin kardeşe güvenmediği bir dünyada sizce 1 insanın çıkıpta bu kitaba inanın inanmazsanız cehheneme gideceksin demesi bizimde o 1 insanın lafına inanmak zorunda olmamız (söylediği doğru veya yanlış bununla sınanıcaksak eğer) bu hakmı, adaletmi sizce! kaç milyar insanı 1 veya 1 kaç kişinin vasıtasıyla mı sınıyor?

    Mantık çerçevesinde her türlü yoruma açığım…

    • murat dedi ki:

      asdilk adlı üyenin sorusuna cevaplar
      1.Yolculukta farz namazlar 4 rekattan 2 rekata indirilerek kılınır.Hastalar oturarak namaz kılabilir bunu da yapamayan göz işareti ile namaz kılar.Su bulamayan abdestini temiz bir toprak ile ellerine yüzüne sürerek alabilir.Yani Allahın dininde kolaylık var.İbadetler şartlara göre değişir.
      Oruç ta böyle.Gece gündüz kavramının olmadığı yerler için farklı uygulamalar var.Sibiryada bulunan birisi sibirya ile aynı meridyendeki yakın bir kuzey yarım küre ülkesinin iftar saatine uygun olarak ibadet edebilir.
      Hadisi şerifte “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” buyuruyor hz peygamber.
      Önemli olan ibadet için gösterilen samimi gayrettir.Allahın insanların ibadetine ihtiyacı yok.Fakat insanların bir birine karşı tahakkümlerini engellemek adına her vakit rablerine secde ederek Allaha bağlılıklarını ilan etmeye ihtiyaçları var.Allaha kul olan daha hiçbir kimsenin boyunduruğu altına girmez.Allaha secde eden gönülden bağlı insanların yoğun olduğu toplumlarda da hiçbir kimse haddini aşarak insanlara köle muamelesi yapmaya cesaret gösteremez.İbadetin gayelerinden sadece birisi bukadar önemli neticeler içeriyor.

      2.Meleklerin sayısının belli olduğuna dair dini kaynaklarda herhangi bir ifade görmedim.Eski yahudi mitolojisine karışmış uydurma hikayeler de olabilir.
      Allahın yaratma sıfatı var.Yaratma kabiliyetini görmek ve göstermek ister.Bu nedenle Allahın yaratma işinde tam olarak idrak edemeyeceğimiz kendine mahsus kudsi bir lezzeti vardır.Yaratma sıfatı yaratma işinin devamını gerektirir.Her baharda ölmüş olan yeri tekrar diriltir.Kainatın her noktasını dikkatle yaratır,kendine mahsus bir ayar ve taklit edilemez bir düzen verir.Meleklerin yaratılması meselesini de sayı ile sınırlamak doğru değildir.
      Lokman suresi 27. Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
      İnsanların peygamber görmemişlerinin akıbetlerinin ne olacağı meselesi daha önce islam ulemasınca konuşulmuş ve önemli açıklamalar yapılmış bir mesele.
      İmamı eşari,maturudi ve bediüzzamanın bu konuda ayet ve hadislere istinaden önemli görüşleri var.
      Peygamber gönderilmeyen kavimlere azab edilmeyeceğine dair ayetler var.Azab edilmez fakat cennetin hayat tabakasının en düşüğü veya arasat denilen cennet ile cehennem ortası sanki dünya benzeri bir hayatın onlara verileceğini ifade edenler var.Şuanda tam hatılamıyorum imamı maturudi veya eşariden birisi onların tekrar diriltilmeyeceğini ifade etmiştir.
      Bediüzzamana göre savaşlarda sıkıntı çekerek ölen gayri müslimlerin buluğ çağına ermemiş çocukları ehli cennettir.
      Masum ihtiyarlar,kadınlar ve insanların mutluluğuna barışa hizmet eden diğer masum insanlar ise çektiği sıkıntılara sabredip isyan etmeyerek Allaha bağlılıkları ile cehennemden kurtulurlar.Cennete girerler dememiş fakat cehennemden kurtulacaklarını söylemiş.
      Görüldüğü gibi allahın cennet ve cehenneme koyacağı insanlar için kimse kesin bir bilgiye sahip olamaz.Çünkü bir ömür boyu ibadet eden insan kendisine verilen göz kulak gibi organların şükrünü yerine getirmiş sayılamaz.Allah dilediğine cennet aleminin yollarını kolaylaştırır.Genel olarak ifade edilirse bu zamanda farzları yerine getiren ve büyük günahları terkeden ve Allahın kuranına peygamberine gönülden bağlanarak tasdik eden kurtulur.Allah adildir merhemetlidir ve cömerttir.Kuru topraktan nimetlerini aktardığı gibi kendine muhabbetle bağlı kullarını başı boş bırakmaz.Ebedi misafirhanesine davet eder.
      3.Bu insanın sözüne inanın değil.Kuranın davası ve imanın birinci şartı Allaha imandır.İmanın diğer şartları olan Peygamberine, kitaplarına, meleklerine ,yeniden dirilmeye,iyilikler ve kötülükler dahil herşeyi Allahın yarattığına inanmak ise Allaha imanın gereğidir.Allaha iman eden diğerlerini kabul etmeye mecburdur.
      Peygamberini insanlar içinden liyakatlı bir fert olarak seçmiş mucizeler ile parlatmış.Canlı bir ferman yapmış.Ona itaati emretmiş.Muhammet a.s canlı bir kurandır denilebilir.Kuranın hedef insan modeli odur.
      Mucize ise fiziksel,kimyasal ve biyolojik kanunların kainata hükmeden kanun koyucu tarafından yüksek bir memurunu tasdik etmek amacıyla değiştirilmesidir.
      Devlet töreni ile karşılanan bir yüksek bir memura yapılan törenler takılan nişanlar onun memurluğunun devlet adına tasdik edilmesi demektir.
      Mucizeleri görüp itaat etmemek hükümdara isyandır.
      Bizler ise o peygamberin hayatını ve hayatının gayesini görerek davasında yalan ihtimali olmadığını herhangibir menfat gayesi olmadığını açıkça bildiğimiz halde onu kabul etmemek olamaz.Peygambere iman etmemenin iki sebebi olabilir.
      Birisi ona bildiği halde kasıtlı olarak iman etmemektir.
      Diğeri ise bilmemiştir duymamıştır veya yanlış anlatılmıştır iman etmez.
      Diğer dünya insanlarına Allahın peygamberi hakkıyla anlatıldı da kasıtlı olarak iman etmedilerse cehennemden uzak olamazlar.Bilmemiş duymamış olanlar durumuna göre değerlendirilir.

  18. murat dedi ki:

    Huzurarayan adlı arkadaşa….
    Değerli kardeşim Allahı bilmek ilmini Bediüzzamanın kitaplarından talim edebilirsin.(lemalar,sözler,mektubat)
    Fen ilimleri nasıl ki uzmanlık alanı ise Allahı bilmek ilmi fen ilimlerinden daha yüksektir ve peygamberler ,alimler bu ilmin uzmanlarıdır.Gece karanlıkta ay güneşi görür ve güneşten aldığını kabiliyetine göre bize yansıtır.Vasıtalar yansıtıcı görevi görerek bizi aydınlatıyor fakat ay gibi yükselip gecenin karanlığında vasıtasız olarak güneşi görmedikçe maksada ulaşmış sayılamayız.
    Fizik kimya biyoloji gibi Allahın kanunlarının ince ayarlarını göstermeye yarayan bilgiler de kullanabilenler için Allahın madde üzerinde ki ayetlerini gösteren teleskop veya mikroskop gibidir.
    Madde de bir ayna görevi görmekte.

    Allahın insan ile konuşması kuran iledir.Sonra peygamberi ile sonra madde üzerindeki kitap şeklinde yazılmış eserleri olan yarattıkları ile sonra marifetullah nuru ile desteklediği peygamberlerin varisleri olan alimler iledir denilebilir.

    Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.Çoğu insanın rabbini tanımaya çalışmak gayretini göstermekten aciz kaldığı şu ahir zamanda insanın varlığının nedenini,kainattaki intizamın sahibini merak etmek öğrenmeye çalışmak Allah katında makbul bir duadır.Allah yaratılış gayesi hükmüne uyarak kabiliyetlerini geliştiren ilim tahsili yapan rabbini tanımak isteyenlere yolunu kolaylaştırır.Tabi ki bir şey kolay elde edilse insan nazarında kıymeti az olur.Allah sakınanlarla beraberdir ayetinin işareti ile Allaha yaklaşmanın en önemli basamağı Allahın ahlakını kabullenmektir.Hz peygamber Allahın ahlakıyla ahlaklanınız buyuruyor.Allahın ahlakı peygamberinin ahlakıdır.Hz Aişe r.a ın tabirince onun ahlakı kuran idi.
    Allah kulundan kendi uğrunda samimiyetinin ölçüsü olabilecek bir fedakarlık istiyor.Haramdan uzak durmak ve rabbinin ikramı olan helal nimetlere kanaat etmek samimiyetin ölçüsüdür.Allahı tanımak adına sıkıntı çekerek vakit ayırıp kitaplar okumak önemli bir fedakarlıktır.Allah dilerse ilmini de nimetini de aktarır.Önemli olan layık olmak ve nimetin teşekkürünü yerine getirebilmek.
    Bediüzzaman yazdığı kitaplarda kuranın Allaha iman,ahiret inancı, yeniden dirilmek ,peygamberlik hakikatı ,yaratılışa dair ayetler,kader meselesi gibi ayetlerini kuranın mantığına kendi fikrini katmadan izah ettiğini yazmış ve yazdığı kitaplardaki bütün şerefin kurana ait olduğunu yani kendisinin tercüman olduğunu yazmış.Hatalar varsa kendisine ait olduğunu belki bilmeden kendi fikrini karıştırmış olabileceğini belirtmiş.
    Gayemiz kuran ve büyük bir kuran olan kainat kitabını anlamak olmalıdır.Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.

  19. basit ruh dedi ki:

    kıyamet hesabından konu nerelere gelmiş şaşırdım doğrusu.
    kan guruplarını araştırın insanın yaratılışı için. A ve B den türeyen
    diğer kan guruplarını göreceksiniz (Hz Adem ve Havva) gerçeği.

    maymunların kan guruplarını araştırın B kan gurubunun kesinlikle maymunlarda bulunmadığı gerçeği.

    ırklara bakın. 3 saf ırk göreceksiniz zenci, sarışın ve çekik gözlü.
    Hz Nuh’un 3 oğlunun farklı bölgelere gitmesi.

    Y kromozomunun devamlı kısalması gerçeğini iyi anlayın,
    insanın dünyadaki yaşamının sonuna yaklaştığını haber veren bir fitilli bomba gibi.

    Yaratıcı kitabı aracılığıyla bilimi emreder. Bilimde Yüce yaratıcıyı her daim teyit eder.

    • SULEYMAN BARIS dedi ki:

      Bilimin dinsel kaynaklardan türediğini savunmak iyi niyete yada aklın doğru kullanıldığına işaret değildir. Dinler akıl yürütmeye, sorgulamaya kapalı, kalıpları belli ve asla değişmeyecek sistemlerdir. Bilim ise sürekli araştıran, sorgulayan, veri tabanına göre savunduğu şeylerin değişebildiği, gelişebildiği bir alandır. Dolayısı ile dinler inanma ihtiyacını giderme amacına hizmet eden sistemlerdir. Bilim ise akıl yeteneğini kullanarak araştırma yaparak sürekli yeni bir şeyler keşfetme ve bunu insanlığın hizmetine sunmaya çalışan bir sistemdir. Birbiriyle hiç bir ilgisi olmayan iki farklı sistemden birinin diğerinden türediğini veya birinin diğerini içerdiğini, ondan türediğini savunmak dediğim gibi iyi niyetli ve gerçekçi bir yaklaşım değildir.

      • bilal dedi ki:

        Seckin ! Kur’an,fizik,kimya,matematik,biyoloji,tıp vb.bir kitap değildir.Kur’an,bunları öğret-
        mek için de inmemiştir.Kur’an,evreni yaratan yüce Allah ile kul arasındaki iletişimi,bütün insanlığın huzur ve mutluluğunu hedefleyen,insanlığın sosyal hayatını en güzel bir şekilde
        düzenleyen ilahi bir hukuk kitabıdır. Hukukun konusu ayrı,fenni ilimlerin konusu ayrıdır.
        Ama,şu bir gerçektir ki,1400 sene önce inen kur’an’ın hiç bir kevni ayeti, bugünkü pozitif
        bilimle çelişmemektedir.Yani bilim ile kur’an paraleldir.Çelişir gibi görünen bir şey varsa,
        o da, kur’an’ın yalnış meal ve yorumlarından kaynaklanıyor.Bu yalnış meal ve yorumlar
        ise,insan ürünüdür.Kur’an’ın orjınal metni ile hiç alakası yoktur. Kur’an’ın orjınal metnini
        bilen biri olarak kur’an’da,akıl,mantık ve pozitif bilimle çelişen,tutarsız olan tek bir ayet bu- lamıyorum.!
        Bu da gösteriyor ki kur’an, 1400 sene önce yaşamış olan bizim gibi bir beşer tarafından
        yazılmış olamaz.!!! Kur’an’da hiç bir sorun yoktur,var gibi görünen bütün sorunlar,yalnış
        meal ve yorumlaradn kaynaklanmaktadır.Bunlar ise,insan ürünüdür. Saygılar.

  20. Seckin dedi ki:

    Burada dini kitaplarda yazılanların bilimsel olduğunu iddia eden arkadaşları hayretle okudum. Nostradamus geldi aklıma. Adam bir şeyler saçmalamış, sonrasında insanlar olayları eğip bükerek, zorlayarak Nostradamus’a atfetmişler. Kimse de bir olay olmadan önce “Durun, Nostradamus böyle söyledi, şu olacak dememiş, diyememiş.” Aynı şekilde hiçbir bilimsel veri çıkmadan, yani bilim insanları gecesini gündüzüne katarak bir şeyler üretmeden dini kitaplardan “bilim” üretilmemiş. Varsa, buyurun üretin. Dini kitaplardan hastalıklara çare bulun. Atomu parçalayın. Uzay gemisi yapın. Ben bir hekimim, bilimsel gelişmeleri de takip ediyorum. En azından kendi branşımda. Hiçbir makalenin referans kısmında “Tanrı” veya “Kutsal kitap” gibi bir şey görmedim. Aynı şekilde “araştırmaya başlamadan önce bu kutsal kitaptaki bilimsel verilerden faydalandık” diyeni de görmedim. İnançlara saygım var, ama inançla bilim kesişmez. Asla. Çünkü bilim kanıta dayalıdır. Din ise inanca. Yani birinin bittiği yerde diğeri başar. Ortak paydaya girmezler. Aksi takdirde din bilim olur, bilimse din. Şaşırmayın..

    • murat dedi ki:

      Seçkin arkadaşım..Bir iğne ustasız olmaz.Bir kitap yazarsız olmaz.Senin hekimlik mesleğinin gereği olarak incelediğin insan vücudunu bütün insanlık toplansa bir akıl olsa sırrını çözmekten aciz kalır.Mükemmel hesaplarla yapılmış canlı vücutlarda öyle bir program var ki dünyanın taşını toprağını göz, kulak beyin gibi aletlere,insan yüzü,çiçekler,kelebekler gibi sanatlara ve meyveler gibi harika kokulu ve lezzetli yiyeceklere çeviriyor.Program sahibinin her şeye hükmeden ilmin genişliğini kabiliyetinin inceliklerini,bakış tarzındaki sanat anlayışını,canlıların ihtiyaçlarını karşılayan şefkatini gösteriyor.Aynı şefkat ile timsah,aslan gibi canavar hayvanları aciz yavrularına hizmetkar ettiriyor.
      Bütün bu manaların,ihatalı fikirlerin kaynağı dindir.Bilmin ölçü aletlerinin tespit ettiği formülleri yorumlayacak bakış tarzı bilmin kendisinde yoktur.Bundan dolayı aynı bilimsel veriler farklı fikirlere sahip insanlar için farklı manalara delil olarak sunulmaktadır.Fakat şu kesinlikle bilinmelidir ki bu kainat kitabının yazarı,fiziksel,kimyasal,biyolojik kanunlarla yoğrulmuş büyük programın mühendisi eserinin sahibidir.Kendi eserini beğenir ve takdir eder.Sanatını beğenen ve hayran kalan akıl sahiplerinin varlığını ister.Onların bakış tarzıyla da kendi sanatını değerlendirir.Son derece dikkat ettiği atomlara kadar hükmeden ince sanatını ve mühendisliğini görebilen anlayabilen, ifade ettiği manaları okuyabilen akıl sahibi yaratıklarını takdir eder.Şefkatiyle ,cömertliği ile cennet gibi bir aleme davet eder.Hekimlerin en kazançlıları bu fırsatı kaçırmayanlardır.
      Küllü nefsin zaigatül mevt ayetinin hükmünce her kişi ölümü tadacaktır.Kurtuluş ancak davet sahibinin ikramlarına hürmet göstermek ve büyük davetine icabet etmek iledir.
      Bilim Allahın sonsuz ilminin tercümanıdır.İlmin manası,neticesi dindir.

    • SULEYMAN BARIS dedi ki:

      Sevgili Seçkin kardeşim sana kesinlikle katılıyorum ve bilimi dine yamamaya çalışan kişiler hakkında hiç olumlu düşünmüyorum. Düşüncesiz, bencil, üçkağatçı varlıklar olarak görüyorum.

      • murat dedi ki:

        Bu konunun bencillik ve üç kağıtçılıkla ne alakası var şaşırdım doğrusu.Allah saptırmasın.
        Herkes kendi gözlük rengine göre bir dünya görüyor ki bu tarz cevaplar da çıkmış.
        Bilim dediğin şey sonradan ortaya çıkan bir insan ürünü değil.Bilim kainatın kendisidir.Bilmin bütün konusu Allahın yarattığı varlıklardır.O halde din ile çelişmemeli.
        Bilim yaratıcının ilminden gelen kopya bir bilgiler bütünüdür.Kainat yaratılmadan da bilim vardır.Madem kainatta bir ilim ve bilim hükmediyor elbette işlerini bilerek yapan programlayan ilim sahibi bir irade ve güç vardır.İlim ve irade ise onun hayat sahibi diri ve hay olduğunu gösteren delillerden bazılarıdır.

  21. serkan dedi ki:

    selam arkadaşlar.böyle gereksiz tartışmalara girerek günaha girmeyelim.peygamber efendimizin dahi bilmediği kıyameti bu nurcular bilim adamları nerden biliyor.Allah bunun tarihini verecek olsaydı peygamberine verirdi.bu tür boş şeyleri araştırmak yerine allah ın rızasını kazanmaya bakalım değil mi.

  22. arastımacı dedi ki:

    Buradakı acıklamalar çok güzel. Ben şunu beklerdim her olay kitapta varda neden Müslumanlar bulupta bu da kıtapda yazıyor demiyor? Yabancılar birşey buluyor ondan sonrada aha surda su ayette var deniliyor.İnsanın aklına ıster istemez Kimi üstün zekaya sahip olan insanlar yahu biz şu zavallı insanları bulduk bunlar içinden bizim gibi üstün zekalılar cıkana kadar bunları kandıralım düşüncesimi yatıyor? Elbetteki bir güc var . ve bu güce bilimle kanıtlayarak ulaşmak benım enbuyuk arzumdur.Namazla niyazla orucla ben o yüce güce ulaşamam.Namazla niyazla ulasmaya çalışırsak Din tüccarlarının kucağına düşeriz. Bilimsel araştırma yapan arkadaşları teprık ediyorum.Din tüccarlığı yapanları ve gerçekleri acıga cıkarmayanlarıda kınıyorum.

    • murat dedi ki:

      Neml suresi 38-43. ayetler
      ‘Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?’ dedi.
      Cinlerden İfrit: ‘Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.’ dedi.
      Yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: ‘Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim.’ Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: ‘Bu Rabbimin fazlındandır, O’na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için . Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.
      Dedi ki: ‘Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?
      Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: ‘Senin tahtın böyle mi?’ denildi. Dedi ki: ‘Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz müslüman olmuştuk.’
      Allah’tan başka tapmakta olduğu şeyler onu alıkoymuştu. Gerçekte o, inkâr eden bir kavimdendi.

      Bu ayetler yüzlerce kilometreden bir eşyanın saniyeler içinde getirilmesine işaret ediyor.
      Bilim henüz bu teknolojiye ulaşamamıştır.Kuran misalini vererek insanlığı böyle bir teknolojiye teşvik etmiş.Teknolojinin ulaşabileceği sınırları çizmiş

    • murat dedi ki:

      O yüce güç izin verirse ulaşmana ona ulaşabilirsin.Kibirli ve rabbinin ayetleriyle dalga geçen ve ahlaki emirlerine uymayan insanın ne kıymeti olsun ki böyle bir isyankarı muhatab alıp kendine ulaşmasına izin versin.Allaha ulaşmanın en önemli adımı onun ahlakını ve emirlerini benimsemek, sevgi ve şefkatine karşılık vermektir.Bu ise namaz ve oruç gibi ibadetlerle ona minnettarlığını ifade etmeyi gerekli kılıyor.Bu şekilde elde ettiğin samimi bir niyet ile bilimsel verileri yorumlayabilecek ve kainatın karanlığını aydınlatacak bir bakış tarzı o insanın kalbine ilham edilir.Seçilmişlerden olarak rabbine ulaşabilir.
      İsyancı olarak sadece hayvan gibi zevklenme gayretiyle yaşayan insanlar Allah katında hayvanlardan daha değerli değiller.
      Furkan suresi 44 ….Yoksa gerçekten onların çoğunun dinleyeceklerini veya akıl erdireceklerini mi sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir; hattâ yolca daha sapıktırlar.

  23. aylin dedi ki:

    Dinimi araştırdıkça inançsızlığım artıyor. İnananlara soru sorunca dinsiz yaftasını yapıştırıyorlar hemen. Bu inananların hiç mi akıllarına soru takılmıyor. Bilim ve din iki zıt kutup. Deve kuşu gibi ya başını kuma gömüp dümdüz, hüküm böyle diyip inanacaksın, yada araştırınca dinsiz olacaksın.

    • Aytekin dedi ki:

      Kuran in ilk ayeti OKU dur. Arastiracaksin sorgulayacaksin bilimi kullanacaksin ondan sonra iman edeceksin Allah in varligina ve peygamberlerin varligina inanacaksin sahitlik edeceksin yoksa kuru kuru iman edmissin kime fayda.

      • candost neşeci dedi ki:

        bizde öyle yapıyoruz zaten bu seferde bazı yobazlar kesinlikle din kitap allah sorgulanamaz diyor yani ben sorgulamıyacaksam allah bana neden bu sorgulama yeteneğini verdi değilmi aytekin kardeş ?

    • ebabur dedi ki:

      kardeş sor bakalım en bilemediğin kafana takılan sorunu….

    • Araştırmacı dedi ki:

      Sayın Aylin ,sizin bol.bol araştırmaya ve okumaya ihtiyacınız var.Bilim ve Kuran nasıl zıt kutup olabilir?Arının programlandığını ,Uzayın big-bangla yaratıldığını,Güneşin sonunda dürüleceğini,yerin ve göğün katlar halinde yaratıldığını,gökte bizi koruyan bir tavan(atmosfer) olduğunu yazan bir kitap nasıl bilime ters düşer?Lütfen biraz tutarlı olun.

      • aylin dedi ki:

        Sayın Araştırmacı, belkide bilim ve müslümanlık yazmalıydım. Haklısınız din geniş bir kavram oldu. Nede olsa hristiyanlar, yahudiler din ile bilimi birbirine karıştırmadıkları için bizden öndeler. Aslında müslümanlar da araştırmıyor değiller, en azından daha geçenlerde domatesi kesince içinde haç işareti olduğunu keşfedip domates yemek haramdır dediler. Bu mudur bilime bakış açıları? Elin bilim adamları uzayda yeni yaşam yerlerinin hesabını yaparken, müslümanlarda acaba kaç huri düşerin hesabını yapsınlar.

      • Araştırmacı dedi ki:

        Sayın Aylin siz kişilerle uğraşıyorsunuz.Kurandaki bilimsel gerçeklere hiçbir cevabınız yok.Tıpkı bu site kurucuları gibi.ALLAH nasib ederde aklınızı kullanırsınız.

  24. ebabur dedi ki:

    bana bakın, ahmak ahmak konuşmayın. bu laf ne demek be kardeşim. said nursi ulvi bir insan ömrünü ilim ve kur’an için harcamış. sen ne yaptın dünya peşinde koşuyorsun. ayıptır çok insafsızsınız sizin bahsettiğiniz kismi buraya olduğu gibi kopyalıyorum. sizingibi zevzek ve angutları çok gördü bu millet ama inanmıyor artık. Hem orada üstad hadisten yola çıkarak manası ve ebcedi ile bağlantı kuruyor. sende oku ilim sahibi ol ve başla yazmaya bizlerde okuyalım bakalım.
    ÂHİRZAMANDAN HABER VEREN MÜHİM BİR HADİS:

    لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ

    Ramazan-ı şerifte onuncu günün ikinci saatinde birden bu hadîs-i şerif hatırıma geldi. Belki Risale-i Nur şakirdlerinin taifesi ne kadar devam edeceğini düşündüğüme binaen ihtar edildi. لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى (şedde sayılır, tenvin sayılmaz) fıkrasının makam-ı cifrîsi bin beşyüİz kırkiki ederek nihayet-i devamına îma eder. ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

    (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi binbeşyüz altı

    edip, bu tarihe kadar zâhir ve aşikârane, belki galibane; sonra tâ kırk ikiye kadar, gizli ve mağlubiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın îma eder. وَ الْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

    حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ (şedde sayılır) fıkrası dahi; makam-ı cifrîsi binbeşyüz kırk beş olup, kâfirin başında kıyamet kopmasına îma eder. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

    Cây-ı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beşyüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına manidar, makul ve hikmetli bir surette binbeşyüzaltı’dan tâ kırkiki’ye, tâ kırkbeş’e kadar üç inkılab-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu îmalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil, fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat

    Sh: » (K: 34)

    böyle îmalar ile bir nevi kanaat, bir galib ihtimal gelebilir. Fatiha’da صِرَاطِ مُسْتَقِىمٌ ashabının taife-i kübrâ sını tarif eden اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ fıkrası, şeddesiz bin beşyüz altı veya yedi ederek tam tamına ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ fıkrasının makamına tevafuku ve manasına tetabuku ve şedde sayılsa لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى fıkrasına üç manidar farkla tam muvafakatı ve manen mutabakatı bu hadîsin îmasını teyid edip remz derecesine çıkarıyor. Ve müteaddid âyât-ı Kur’aniyede صِرَاطٌ مُسْتَقِىمٌ kelimesi, bir mana-yı remziyle Risalet-in Nur’a manaca ve cifirce îma etmesi remze yakın bir îma ile; Risalet-in Nur şakirdlerinin taifesi, âhirzamanda o taife-i kübra-i azamın âhirlerinde bir hizb-i makbul olacağını işaret eder diye def’aten birden ihtar edildi.

    اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللَّهِ لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

  25. ebabur dedi ki:

    gardaşlar okuyun habunuda sonra yorum yapın. Peygamber efendimizin hadisi bu. kesin tarih yok sadece hadisin tarihini bulmaya çalışıyor neden anlamıyorsunuz. zaten kıyamet vakti mugayyematı hamseden dir diyor üstad. etmeyin gitmeyin. araştırın ama eleştirmeyin. yarın öbürgün pişman olacağınız. fiiliyat ve söyleşi yapmayın. hadi canlar kalın sağşıcakla.

  26. aylin dedi ki:

    Dünyanın yaşıyla, insanlığın yaşı arasında neden bu kadar uçurum var. Neden insanlık tarihi bu kadar geç başlamış?
    Biz görmediğimiz halde Allah’tan ve cehennemden bu kadar korkarken, şeytan gördüğü halde nasıl Allah’a kafa tutabilir?
    Allah hem bizden ona ibadet etmemizi istiyor, hemde ibadete engel olması için niçin şeytanı gönderiyor. Sınav için deniyor genelde ama, tabiri caizse, bizim karşımızda bir şeker hastası varsa, biz kalkıp karşında baklava yemeyiz ve yiyenlere de engel olmaya çalışırız. Biz böyle hoşgörülü olmaya çalışırken, Allah yarattığına neden sadistçe davranıyor?
    Müslümanlıkta, “Allah’ın verdiği canı Allah alır” denildiği halde, nasıl idam cezası uygulanabilir?
    Hz. peygamber, savaşta esir düşen kadınları, başkalarıyla evlendirebilir veya onlar için bir sığınma evi yapamaz mıydı? Neden bir çoğunu kendine eş olarak aldı?
    Allah neden sadece Hz. Adem ile Havva’yı yarattı ve çoğalmalarını kardeş kardeşe bıraktı.Bir çift daha neden yaratmadı.
    Neden bu güne kadar, Hac’da milyonlarca kurban kesilip hayvanlar telef edilirken, yoksul ülkeler düşünülmedi. Siyasi çıkarlar müslümanlığın önüne mi geçiyor? Yoksa insanları baskı altında tutmanın en iyi yolunun din olduğunumu görmüşler?
    Allah istediğini hidayete erdiriyorsa, istemediğinide erdirmiyordur o zaman. Erdirmek istemediği kişiyide sorumlu tutacak mı? Eğer şüphe varsa, erdirmemişlerden olmuyor mu? Bunu da isteyen Allah değil mi?
    Allah doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen sürede, nasıl bir yaşantımız olacağını biliyor mu bilmiyor mu? Biliyorsa bildiği şeyin sınavını neden yapıyor? Bilmiyorsa ve cehenneme gideceksek, hidayete kendi isteğiyle erdirmediğinden değil mi?
    Neden üç çizgi olunca İnsanlar hemen “Allah” yazıyor diyor. Başka diller de Allah yazısı bulunmuyor. Müslümanlık sadece Arapça ve Arabistana ait birşey mi?
    Neden, bu soruları sorunca insanlar hemen dinsiz misin diyor ve küfür etmeye başlıyor? Küfür günah değil mi?

    • Araştırmacı dedi ki:

      Sayın Aylin Şeytanın cinsiyeti sayfasını okursanız,şeytanın neden yaratıldığını anlarsınız.Şeytana negatif bir yük olarak bakabilirsiniz.Negatif değerli elektron olmadan atom var olabilirmi?Bazı şeyleride fazla düşünmeyin.Çünkü bize verilen bilgi kısıtlıdır.Bilim big-bang öncesine geçebiliyormu?Yani big-bangın ispatıyla bilimde acizliğini itiraf etti.

      • yasemin dedi ki:

        katılıyorum sana haklısın bilim var ama byere kadar en doğrusunu ve güzelini her şeyi yaratan rabbim bilir ötesi yok

      • candost neşeci dedi ki:

        sayın araştırmacı nedir bu bingbang hayranlığın ve sanki 100 de yüz gerçekmiş gibi savunuyorsunuz eğer siz bingbangi savunuyorsanız evrimi de savunmanız lazım çünkü evrim teoriside bilimsel bir teori lütfen dürüst olun binbang işinize geliyor diye savunuyorsunuz fakat hiç meraklanmayın evrim teorisini nasıl dine monte edeceksiniz sabırsızlık ile bekliyorum ha bu arada şeytanın hangi elementlerden yaratıldığını nereden biliyorsun yaratılırken ordamıydın

    • murat dedi ki:

      Aylin hanım..
      Dünya sadece insan için yaratılmamıştır.Yaratılışın asıl gayesi yaratıcının kendi sanatını sanata dönüştürme ,kabiliyetini fiile dönüştürme maksadı taşıyor.İnsan akıl sahibi canlılar içerisinde önemli bir türdür.Kainat boş bırakılmamış elbette.

      Şeytan Allaha karşı meydan okumamıştır.Şeytan Ademin kendisine üstün tutulmasını hazmedememiş ve ademi ve soyunu Allaha karşı isyanettirmeye yemin etmiştir.Allahtan kıyamete kadar mühlet istemiştir ve isteği kabul edilmiştir.Bu hadise kuranda anlatılır.Ademin soyunun üstünlüğü test edilmeye devam ediyor.
      Allah adildir ve hür iradeye önem verir.Bu nedenle İnsanlar ve cinlerin isyancıları olan şeytanlar ve şeytan gibiler Allahu tealanın verdiği mühlet süresince hertürlü kötülük işleme özgürlüğüne sahiptirler.Gerçek anlamda özgür bir iradenin ortaya çıkması için Allahın zatını herkes göremez.Ölüm ile mühlet biter.Her irade sahibi kendi iradesiyle tercihini yapmış olur.
      İrade mesuliyeti icab eder.

      Sadistçe diye nitelendirdiğin muamele insana sunulan irade sonucudur.Ayette Büyük emanet olarak işaret edilmiştir.Göklerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emaneti insan yüklenmiştir.
      Ahzab-72 “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.”
      Bu muamele insanın üstün gelme,mesuliyet yüklenme azminin doğal neticesidir.
      Melekler hür bir irade yerine Allaha kayıtsız itaati tercih ettiklerinden insanların çektiği sıkıntılara maruz değildirler.

      Annenizi ,kardeşinizi veya yakınınızı öldüren bir canavar insan hayvanının elbette siz de ölümüne hükmedeceksiniz.Kendinizi tanımıyorsunuz.Allahın adaletini tenkit eden vicdan hastasıdır.İşte terör ve çeteler bu yüzden bitmiyor.Allahın emriyle idam uygulanır.

      Hz peygamberin diğer müslüman erkekler gibi 4 kadınla evlenme hakkı vardır.
      Savaş esiri olarak evlendiği kadın Nudeyr oğulları kabile reisinin kızıdır.Cariye olarak herhangibirisine verilmesine sahabeler itiraz etmiştir.Müslüman olduğunu beyan etmiş ve hz peygamberin evlilik teklifini kabul etmiştir.Hapislerde çürüyen yüzbinlerce insanı yedirip içirip boşu boşuna masraf yapmak yerine köle olarak tarlalarda maden ocaklarında çalıştırmak daha mantıklıdır.

      Bütün insanların kadın ve erkeğiyle tek bir kaynak olan Hz ademin neslinden olması aralarında kardeşlik bağı oluşturmuştur.böyle bir fayda için bazı mecburiyetler elbette gerekli idi.Kadınların ve erkeklerin ve tüm insanların atası adem a.s dır.İlk doğan insan yavruları ikizler üçüzler şeklinde doğuyordu.Önce doğan sonrakilerle evlenebiliyordu.

      Dini menfaatlerine alet eden kişiler herzaman olmuştur.Ayette belirtildiği üzere “Allahın ayetlerini az bir para karşılığı sattılar”

      Allah dilediğini hidayete erdirir.Elbette kimin hidayete yani ebedi saadete layık olduğunu Allah en iyi bilir.Dünya liyakatlerin test edildiği özgür bir ortamdır.
      Bununla beraber imam eşari,maturidi gibi alimlerin kuran ayetlerine isdtinaden yorumlarına göre peygamber tebliği görmemiş kavimler veya şahıslar cehenneme gitmezler.Dünya benzeri bir ebedi hayat verilir.(arasat)

      Allah kimin cennete,cehenneme gideceğini bilir sonsuz bir ilme sahiptir.
      İnsanlar niyet okuma ile mahkum edilmemiş.Yaptıklarıyla sorumlu tutulmuştur.
      Cehennemlik insanlar dünyaya gelmişler yaşamışlar çünkü gözleriyle görmedikleri,elleriyle yapmadıkları bir suçtan dolayı mahkumiyete itiraz edeceklerdi.
      Bu kader meselesini anlamak her insan için mümkün değildir.
      Şukadarını söyleyeyim ki.Kaplumbağa yavrusu nasıl ki yüzmeyi öğrenmiş olarak doğar.İnsan dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde hazırlanır.Cennet veya cehennem yolları üzerinde edineceği menfaat ve şeref tercihleri içerisinde oynamak istediği senaryoyu tercih eder ve tercihini dünyada oynamaya gelir.
      Bu nedenle yaşadığımız bazı olayları olmadan önce rüyamızda görebiliriz veya hatırlarız.Önceden yaşadığımız tecih ettiğimiz bir senaryoyu dünyada gerçekleştiriyoruz denilebilir.
      Bu meseleye işaret eden rivayet….Cenab-ı Hak, ruhları yarattığı zaman, (elestü birabbiküm) buyurdu. Ruhlar da (bela) diye cevap verdiler.
      Elestü birabbiküm, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) demektir. Kalu Bela ise, (Evet [Sen bizim Rabbimizsin] dediler) demektir.Bazı alimlere göre bu fermana cevap vermekte gecikenler ve isteksiz davrananlar cehennemlik ruhlardı.
      Bu konuda insana az bir bilgi verilmiştir.Allahın ilmini idrak etmek insanın haddine değil.

      Son sorunuz…Bu soruları sormanın size verilmiş hür irade yeteneğiyle ilgilidir.Fakat şunu iyi bil ki.Uzaya merdivenle çıkılmaz.Niyetin Allahı bulmak ve onun sevgisiyle şereflenmek ise Allah seni bekliyor ve yolunu sana kolaylaştırır.Kainat kitabının harflerini okuyabilecek bir basiret verir

    • Mustafa dedi ki:

      oku güzel kardeşim oku okumadan eleştiri yapmak dogru degil soruların cevaplarını bulacaksın

  27. Faruk dedi ki:

    Merhabalar
    Aylin Hanım’ın merak ettiği soruların bir kısmına cevap arıyorum bende.

    1.Biz görmediğimiz halde Allah’tan ve cehennemden bu kadar korkarken, şeytan gördüğü halde nasıl Allah’a kafa tutabilir? (Ek olarak, şeytan zaten cehenneme gideceğini, orada ebedi kalacağını bildiği halde, böyle bir şeyin mücadelesini vermesi kafa tutması diretmesi neden ?)

    2.Hz. Adem ile Havva’yı yarattı ve çoğalmalarını kardeş kardeşe bıraktı.Bir çift daha neden yaratmadı. ( Ek olarak Kardeşi kardeşe katil etmesi nedendir ? Yoksa bu zaten insanlığın doğasında olan birşey midir? Yoksa Bize kıssa olsun biz ders çıkaralım diye mi öldürttü ? )

    3.Allah istediğini hidayete erdiriyorsa, istemediğinide erdirmiyordur o zaman. Erdirmek istemediği kişiyide sorumlu tutacak mı? Eğer şüphe varsa, erdirmemişlerden olmuyor mu? Bunu da isteyen Allah değil mi? (Ek olarak, Kuran ımızın bazı ayetlerinde tekrarladığı gibi, Allah onların gözünü karartır, onların hidayete ermeleri mümkün değildir, çünkü onları hidayete erdirmeyen de o dur.) Allah doğumumuzdan ölümümüze kadar geçen sürede, nasıl bir yaşantımız olacağını biliyor. Bildiği şeyin sınavını neden yapıyor? Cehenneme gideceksek, hidayete kendi isteğiyle erdirmediğinden değil mi?

    4.Yanlızca Allaha kul köle olunabilir, ama Kuranımızda köleliği yasaklayıcı hiçbir hüküm yoktur, hatta hür insanlara diyet olarak köle serbest bırakın denmiştir. Köle insanlar ikinci sınıftır sanki, halbuki bunu yasaklayabilirdi. Bugun kölelik düzeni yok zaten insanlığın “insanlığının” geldiği düzeyde. (Benim kafama takılan bir soru)

    En Önemli Soru

    5.Neden, bu soruları sorunca insanlar hemen dinsiz misin diyor ve küfür etmeye başlıyor? Küfür günah değil mi? (Ek olarak herkesin bildiği gibi, herkesin dini – dinsizliği kendine, yani yukardaki sorunun tam terside sorulabilir, insanlar bir dine inanıyorsa, inanmayanların hakaretlerine neden maruz kalıyor ? Hakaret ve dışlamak, ve hakkında kesin hüküm sahibi olmamak bilime aykırı değil mi ? hayır kesinlikle din yoktur diyebilir misiniz ?)

    Ben Şahsen Kuran ın herhangi bir şekilde uydurulduğuna inanmıyorum, uydurulmuştur diyen kişi bir kere açıp okumamıştır, O kadar ayet içerisinde çelişen hiç bir durum yoktur mesela, eğer bu ayeti neden yazmış diye soruyorsak, buda yeterince bilgimiz olmadığından, kendi zihin yapımızdan ve bildiğimiz kadarını bildiğimizdendir. Herkes bildiği ölçüsünde bilir. (belkide 4. sorumun kaynağı budur.)

    Bu soruları sormak Allahı aramaktandır (tasavvufi anlamda).

    Şu tespitimide paylaşmak isterim, dine inanmak belli bir noktadan sonra “tam teslimiyetçilikten” geçmektedir. Bunu başarabilirseniz bir çok sorunun cevabını bulmuş olursunuz o da ALLAH tır.

    Soruları kısmide cevaplayabilirsiniz, sırf cevap vermek için cevap yazmayın lütfen.

    Hayırlı günler dilerim

    • murat dedi ki:

      Faruk kardeşim.Aylin hanımın sorularının cevapları yukarıda.Ayrıca senin eklediğin sorularını açıklamak gerekirse…
      Şeytanda olduğu gibi insanda da öyle bir kör nokta vardır ki hazır bir lezzet için cam parçasını elmas ile değişir.İleride yiyeceği yüz tokada razı olur.
      Haylaz çocuklara öğretmenleri düzenli çalışmazlarsa zayıf not ve arkadaşları içerisinde küçük düşmek gibi bir sonuçla karşılaşacaklarını öğretmenleri söylediği halde durum değişmez.Oyundan vazgeçmez.Sigarayı alkolü doktorlar bilerek kullanır.
      Şeytan intikam almanın verdiği tatmin lezzetiyle ebedi cehenneme razı olmuştur.Cehennemi gözüyle görüp sıcağını hisetmedikce aklı başına gelmez.

      Kardeşlerin çatışması İnsanlara verilen hür irade sonucudur.Allahın isteği ayetlerle sabittir.Bir insan öldürmek tüm insanları öldürmek kadar büyük bir günahtır.İradesini Allahın yarattığını bozmaya kullanan insanlar hem kendilerini hem başkalarını bozarak böyle çirkin neticeler ortaya çıkarmışlardır.İrade sahibi varlıklar olarak insanlar ve hayvanlarda derecelerine göre istenilmeyen davranışlar görülebilir.Bitkiler gibi iradesiz varlıklarda yanlış davranışlar görülmez.Allahın iradesiyle çalıştıkları için bütünüyle güzeldirler.

      Allah kimin hidayete layık davranış sergilediğini iyi bilir elbette adaletsizlik beklenemez.Bütün insanların yaratıcısıdır.insanların samimiyetlerini çeşitli durumlarda deniyor ve özgür bir iradeyi kullanabileceği belirli bir süre vermiş.İhanetleri sonucu birisine artık sen adam olmazsın denilmişse olmaz.Kalbi mühürlenmiştir.

      Değerli kardeşim .. Niyetin Allahı aramak ve akli bilimsel delillerle varlığını görebilmek ise korma.Allah kendine yöneleni bırakmaz seni de bırakmaz.Fakat dikkat et günahlardan gelen sıkıntılar Allahın ahlaki düzenlemeleriyle çeliştiği için Allahın varlığından sıkılmak ve inkar arzusu ortaya çıkararak insanlık cevherini çürütür.Allah uğrunda zevklerinden,mallarından,zamanlarından feda ederek çalışanlar,düşünenler Allah yolunda ayrıcalık göreceklerdir.

  28. aylin dedi ki:

    Murat Bey
    Öncelikle cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Fakat bu yaradılışın maksadını hala anlayamıyorum. Bizi yaratan ve sonsuz ilim sahibi Allah, bizi yaratırken kendisi imanlı yada imansız olacağımızı belirlemiştir. (hidayeti istediğine vermek ve vermemek) Cehennemi zalimlerle dolduracağım derken, zalim insanıda kendisi yaratmıştır? Asıl bunu en baştan belirlemek zalimlik değil midir?
    Eğer sizin dediğiniz gibi, Ademin soyunu test ediyorsa, Sadece evreni ve Adem’i yaratmış, kimsenin daha en baştan ne olacağını belirlememiş ve sonunu bilmediği bir filmi seyreder gibi bizi seyrediyor olmalı.
    Hz. Ademin çocuklarının üçüz beşiz olmaları, onların kardeş olmadığı anlamına gelmez. Belkide hala devam eden sakat doğumların Adem’in çocuklarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
    “İnsan dünyaya gelmeden önce ruhlar aleminde hazırlanır.Cennet veya cehennem yolları üzerinde edineceği menfaat ve şeref tercihleri içerisinde oynamak istediği senaryoyu tercih eder ve tercihini dünyada oynamaya gelir.” İnsan sonunu cehenneme götürecek bir rolü nasıl seçer?
    Cennete gidilecek yollar gösterilmemişmidir. Yada cehennemi yaratarak illa ki buraya gitmemiz mi istenmiştir? Ahirette sonsuza kadar kalınacak yerden bahsediyoruz. Üniversite sınavı gibi mimarlık yazayım olmadı öğretmenlik okurum gibi bir şey değil.
    Allah Kuran-ı Kerim’in bir çok ayetinde, Yahudileri yerin dibine sokuyor ve sürekli lanetliyor. Böylesine lanetlenmiş bir toplum nasıl olurda tıp alanında ,tarımda bu kadar ileri olabilirler.
    İlk emir “oku” ve “ilim Çinde olsa gidiniz” diyen bir Peygamberimiz varken nasıl olurda müslüman ülkeler bu kadar geri kalmış olabilirler? Hristiyanlar icat ediyor, müslümanlar “bu zaten 1400 sene önceden Kuran’da yazıyordu” demekten başka bir şey söyleyemiyorlar.
    Ayrıca Arabistan sıcaklarını düşününce, kadınların neden siyah giyindiğini anlayamıyorum. Sanki kadın olmak utanılacak bir durumuş gibi. Kadını da Allah yarattığına göre Allah’a saygısızlık olmuyor mu? Mavi yada yeşilin tonları olabilirdi mesela ve ayrıca Kuran’da eller ve yüz müstesna denirken, neden çöp poşeti gibi dolaşmayı kabul ediyorlar. Bu erkekler için daha utanç verici bir durum olmalı aslında. Siyah ve her yerini örtecek şekilde giyinerek erkeklerin ne kadar iradesiz olduklarını haykırıyorlar resmen.
    Kuran yoruma açık olabilir fakat bazı şeylerde çok açık dile getirilmiş. Neden din adamları sürekli farklı görüşlere sahip oluyorlar?
    Yine Kuran’da inanmayan ve yoldan çıkmış kavimlerin helakından bahsedir. Şuanda Afrikadaki açların durumu içinde böyle diyebilirmiyiz?
    Çocuğunun okuduğu okula 20 tl vermeyen ama cami yapılacağında 5000 tl bağışta bulunan bir kişi daha mı müslüman oluyor?
    Beş vakit namaz kılan ama sokak hayvanlarına bu sıcakta bir kap su vermeyen, verenede engel olan bir kişinin Allah katında namaz daha mı değerli görülecek?
    Bir yaratıcının varlığına inanıyorum ama sorgulamaktanda vazgeçemiyorum. O tam teslimeyet dediğiniz şey sanırım bende yok ve eğer tam teslimiyet deve idrar içmekse sanırım hiçbir zaman olmayacak.
    Son soru Ateistlere. Yaşantımızda, çevremizden duyduğumuz ve artık kalıplaşmış olarak dilimize yerleşen örneğin, Hay Allah, Allah korusun, Allah bilir, Allah cezanı versin, Allah iyiliğini versin gibi kelimeleri, kullanıp kullanmadıklarını çok merak ediyorum.

    • murat dedi ki:

      Evet Aylin hanım güzel sorular soruyorsunuz.
      Hidayeti istediğine verir.Yani insan kendi başına hidayeti bulamaz.Işık fotonlarından ,atomlardan yıldızlara kadar var olan her kanun onun iradesi ile kainata işleyen kudreti ile devam eder.
      İnsanın vücut fonksiyonları,düşünme inanma yeteneği onun ilmi ve gücü ile gerçekleşir.İnsanın istemekten başka bir iradesi yok.Buna cüz’i irade denilmiş.İnsan elini kaldırmak ister Allah bu isteği gerçekleştirmek için kas hücrelerinin ilgili fonksiyonlarını yerine getirir.İman etmek isteyene hidayet verir.Yani yaratılışın şifrelerini çözebilecek bir bakış tarzı,ilahi mesajı dinleyip idrak edebilen bir akıl ve rabbinin ahlaki tarzını benimseyecek bir kalp verir.Elektirik düğmesine basıp büyük bir sarayın lambalarını yakıp aydınlatan şahıs aklı başında ise düğmeye basmaktan başka bir iradesi olmadığını bilir.Elektik için barajları kuran,d,rekler dikip uzun mesafelerden kablo döşeyerek saraya getiren ve sarayın elektrik şebekesini dizayn eden başkasıdır.Yani büyük bir devlet gücüne ihtiyacı vardır.
      Aynen bunun gibi biz isteriz Allah layık görürse bizi kendine dost bir misafir ve yüksek bir memuru gibi kabul edip cennetine davet eder.İmanı ve cennetine layık güzel ahlakı benimsetir,hidayet verir.
      Söylediğiniz gibi kimin cennete kimin cehenneme gideceğini belirlemiş değildir.Bu durumda insanın iradesi kalmayacaktı,ödül ve cezanın anlamı olmazdı.Fakat kimin cenneti,kimin cehennem yolunu tercih edeceğini bilir.Nasıl biliyor bizce meçhul fakat gelecekte neler yaşayacağını sana gösterip tercihlerini görebilir ve unutturulmuş olarak dünya hayatını başlatabilir.Aklen mümkündür.Herşeyin zerrelerine kadar hükmeden ezeli kudret ve ilim sahibi kainatın gidişatını ve insanların hayat serüvenini tesadüfe bırakmaz.
      Bazı insanlar zararını bildikleri halde zevlerinden dolayı sigara,uyuşturucu,alkol kullandıkları gibi hazır bir zevk için cehennem razı olur cennete tercih eder.

      Allah tüm insanların davet edilen cennet aleminin yolunda olmasını ister.Bunun için peygamberler gönderir.Uygunsuz davranışlar için cehennemle tehdit ve vazifesini güzel yapanları teşvik için cennetle müjdeler.

      İnsan için iki yol yaratılmış.
      Birisi bağımsız olarak zevlerini tatmin etmek amacıyla yaşamak,bunu gerçekleştirmek için mücadele etmek ve sonunda ölüp yok olmaktır.İnsanların çoğu zevklerinin esiri olmaları nedeni ile bu seçeneği kabul ederler.Allah rahmetinden dolayı bu insanları yok etmeyip cehennemde ebedi bir hayat var etmiştir.Çünkü verilen nimetlere hayvan gibi saldırıp nimeti vereni hiç düşünmeyen ve hatta hakaret edenler nimetlere layık değillerdir.Ölüm ile layık olmadıkları bütün nimetler ellerinden alınır.Ateşten başka seçenek kalmıyor.

      Diğer yol ise İradesini ve aklını midesinin ve zevlerinin kölesi yapmadan verilen nimetler üzerindeki harika ikramı,şefkati,himayeyi görüp nimet sahibine minnettarlığını ifade etmek ve yaratılmış sanat eserlerinde harika sanatı idrak edip sanatkarının yüksek anlayışını takdirle hayran olmak onunla dost olmaktır.Böylelere afiyet olsun.Ebedinin sadık dostu da ebedi olacaktır.

      Hayat bakteriler bitkiler safhasından başlıyor.Bitkiler hayvanlar için yiyecek olarak sindirilip hayvan dokularının üretilmesi ve çoğalmasında kullanılıyor.Hayvanların şuursuz hayatları ise akıl ve irade sahibi insan hayatına hizmet etmekle olgunlaşıyor,önemli bir neticeye hizmet ediyor.İnsanların vazifesi ise emrine verilen canlı ve cansız varlıkları güzelce idare etmek.Üzerlerindeki sanatlı yazıları idrak edip kendine verilen harika aklı,yüksek duyguları ile rabbine bütün yaratılmışların temsilcisi olarak teşekkür etmek,minnettarlığını ifade ederek ona dost olmaktır.İnsan vazifesini yerine getirmezse yapılan bütün masrafların ve verilen harika kabiliyetlerin hesabı cehennem ile sorulacaktır.yüksek memurluk makamından azledilerek serseri gibi muamele görecektir.

      Yahudilerin lanetlenmesi genel anlamdadır.Çocuklar babalarının günahından mesul değildirler.Her ferdi kapsamaz.
      Bakara 61. ayet…Böylece zillet ve yoksulluk onları kapladı. Onlar, Allah’ın gazabına uğradılar. Bunun sebebi, onların; Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor, peygamberleri de haksız yere öldürüyor olmaları idi……….
      Bu lanet günah işleyen fertleri kapsamaktadır.Türkleri ve arapları zillet ve yoksulluk kaplaması da Allahın dinini terkedip iyi ve kötü tarafıyla avrupa taklitçiliğini tercih etmelerindendir.Ayet israil oğullarını göstererek bütün müminleri uyarıyor.Fakat çocuklar babalarının günahlerından mesul değillerdir.
      İcat ve keşiflerin avrupada başlaması ve günümüzde japonya ,çin,kore gibi ülkelerde devam etmesi ise şehirleşmenin zaruretinden kaynaklanmaktadır.Nüfus yoğunluğu büyük şehirlerin kurulmasını sonra işbölümünü meydana getirmiş,meslekler ve uzmanlık alanları ortaya çıkmıştır.SAnayi uzmanlık alanında teknolojik gelişmeler meydana gelmiştir.
      Geniş imparatorluk arazilerinde müslümanlar köy hayatı yaşadıkları için kabiliyetler yeşermemiştir.Şuanda türkiyede güzel gelişmeler beklenebilir.Avrupa nüfusu yaşlanmış ve gelişim bozulma sürecindedir.
      Diğer bir neden ise kasvetli bulutlu hava şartları avrupa insanını çalışmaya teşvik etmiştir.Kuzey afrika ve türkiye insanları iklimleri gibi sıcak kanlıdır,çalışmak,okumaktan çok gezemeye eğlenmeye meyillidir.Yaz gelince zorunlu olarak okullar da tatil edilir.

      Kadınların siyah kıyafetler tercih etmelerinin sebebi cazibelerini gizlemektir.çünkü güzel bir kadın 20 erkekten ancak bir ikisinin bakmasından hoşlanır diğerlerinden sıkılır.Kendini gizlemekle rahat edecektir.Çirkin kadınlar ise güzel kadınlar yanında kazanma şanslarının olmadığı bir rekabete girişmektense örtünmeleri daha rahattır. Tesettür bu yönüyle kadın karakterine uygundur.Güzelliğin gizlenmesi kıymetini arttırır.insanlar kolay elde ettikleri şeye kıymet vermezler.
      Erkeklerin cinsel iradelerinin zayıf olduğu gerçektir.Bu nedenle çoğu kadınların cinsel yönlerine dikkat ettikleri için kadınların şahsına değer vermezler.Medeniyetin hırçın ve saldırgan ruhunda cinsel medyanın büyük etkisi vardır.
      Din bütün insanlığa hitap ettiği için kuralları yaşayış şartlarına uyarlanacak şekilde esnek bırakılmış.Bir çok mezheb ve tarikat,cemaat ortaya çıkmıştır.Tek kalıp insan tarzında olması uygun olmayacaktı.
      Sıcakta kalmış hayvanlara su verenler gösteriş için yapmadılarsa hareketlerinin mükafatını görecekleri kesin gibi fakat namaz kılan bazıların acımasız davranışlar sergilemesi namazın manasını bilmemesinden hakkıyla eda edememesindendir denilebilir.Onlar da muhtaçlara neden merhamet etmediklerinden hesaba çekileceklerdir.Rabbini seven ve emirlerini küçümsemeyen günahkarda olsa sonu cennettir.
      Niyetini sağlam tut dediğim kayıtsız olarak aklını susturup dinine teslim ol demek değildir.Allahın varlığını arzu ediyor ve bu anlamda araştırıyorsan doğru yoldasın.Allah kendisini arayana hidayet eder yolunu kolaylaştırır.
      Zaten bir şeyin varlığını isbat bir kaç delil ile mümkündür kolaydır.Bütün varlıklar üzerindeki harika programlar,sanatlar,güzellikler yaratıcının sıfatlarının yansımasıdır,milyonlarca ispatı hükmündedir.Peygamberlerin kainatın kanunlarını değiştiren mucizeleri insanlara sunulmuş işaretlerdir.
      Yokluğunu ispat için bütün kainatın içini ve dışını araştırıp bütün zamanları görebilecek bir gözle bakıp yoktur denilebilir.Bu ise mümkün değildir.Allahın yokluğunu arzu edenler şüphe içerisinde öleceklerdir.Kainatta nokta kadar bir yeri olan dünyanın üzerinde bir nokta olan insancık bu hükmü veremez.

  29. MEHMET AKİF GÜBBÜK dedi ki:

    İnsan öldümü kıyamet koptu.Öbür kıyametin ne zaman kopacağı,insanlığın yaşından bana ne!Benim için benim yaşım,ve bu yaşın ne kadarını Allah Azze ve Celle yolunda harcadım.Ne kadar günah işledim,ne kadar sevap.Önemli olan bu.Ahirette beni nelerden sorguya çekecekler?Önemli olan bu.Diğerlerinden bana ne!
    İLAHİ ENTE MAKSUDİ VE RIDAKE MATLUBİ

  30. didaban dedi ki:

    akıl bir mahluktur bir yerden sonra yaratıcısını idrak edemez. vir devlet bile tanınmaya ihtiyaç duyuyorsa elbette allah insanı tanınmak için yaratmıştır. yorumlarda Allah’ın ibadete ihtiyacı mı var demişler. tam Aksine insanın ibadete Allah’ı tanımaya ihtiyacı var.

    • cenk dedi ki:

      1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi?
      Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
      Edebilir/ Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
      Edebilir diyen diğer Ayetler: Enam-51, İnfitar/ 18-19
      Edemez diyen diğer ayetler: Bakara-123, Zuhruf-86, Secde-4

      • bilal dedi ki:

        cenk kardeşim ! a-) ” ŞEFAAT EDEMEZ ” diyen ayetler Allah’a ve onun gönderdiği hak
        dine inanmayanlar içindir.Bunlara şefaat yoktur. BKARA -48 ve 123. ayetlerden önceki
        ayetlere baktığımız zaman ” يا بني اسرائل الخ ” Ey İsrailoğulları……. ! ( ey yahudiler ! ) diye
        mesaj veriliyor. b) ZUHRUF-86 ve SECDE 4.ayetler deki mesaj da müşriklere yöneliktir.!!!
        Yani Yahudiler,müşrikler vs.son ve hak din olan islama ve kur’an’a inanmayanlara şefaat yoktur deniliyor.Şefaat edemez diyen ayetler,Allah’a ve onun gönderdiği hak dine inanma-
        yanlara yöneliktır.Zira İsrailoğulları(yahudiler) kendilerinin babaları ve ataları olan peygam-
        berlerin her hal ve durumda kendilerine şafaat edeceklerini,İslama,kur’an’a ve son pey-
        gambere inanmıyorlarsa da yine kurtulacaklarını iddia ediyorlardı. Müşrikler de,putlarının
        Allah katında kendilerine şefaat edeceklerini iddia ediyorlardı. İşte şafaat edemez
        diyen bütün ayetler,Allah’a ve onun gönderdiği son hak din olan islama inanmayanlara
        şefaat edilmeyecek ve bu konuda kimseye de izin verilmeyecektir deniliyor.Zira küfür için
        şefaat yoktur.Kul ile Allah arasında olan günahlar için Allah’ın izin verdiği peygamberler şa-
        faat edebilirler. Şafaatin anlamı onları bağışlamak değil,günahlarının affedilmesini Yüce
        Allah’tan rica ve niyazda bulunmak demektir. Yani ahiretteki rica,dua ve niyaza şefaat de-
        nir. c ) Şefaat edebilir diyen bütün ayetlerin mesajı,Allah’a ve onun gönderdiği hak dine
        inanıp da günahkar olan kimseler içindir.İnanan günahkar insanlara da ancak Allah’ın izin
        verdiği kimseler şefaat edebilir.Yüce Allah’ın izni olmayınca da hiç kimse kalkıp kendiliğin-
        den böyle bir şefaatta bulunamaz.! Allah’a ve onun günderdiği hak dine inanıp,söz konusu günahların da kul hakları kapsamıyorsa,Allah’ın engin merhameti gereği böyle bir şefaata
        izin verilebilir.!!! =========== ÖZETLE, ayetlerin sebebi nüzulunu bilmeden önceki ve
        sonraki ayetlerden kopuk olarak bir ayeti değerlendirirsek,ayetler arasında bir çelişki var-
        mış gibi görürüz.Ama önceki ve sonraki ayetlerin bibirbiriyle olan bağlantıları koparılmadı-
        ğı zaman ayetlerin mesajı kimlere yönelik olduğu ve ayetlerin arasında hiç bir çelişkinin de söz konusu olmadıği görülecektir.!!!. EVET;KUR’AN’IN HİÇ BİR AYETİNDE ÇELİŞKİ YOK-
        TUR.! YETERKİ KUR’AN’IN MESAJINI DOĞRU ANLAYALIM.! VARMIŞ GİBİ GÖRÜLEN ÇELİŞKİ BİZDEN KAYNAKLANIYOR,KUR’AN’DAN DEĞİL.!!! Saygılarımla.

      • ahmet dedi ki:

        Uzun uzun bi şeyler yazmaya hacet yok. İnanmak istemeyen birine bir şey inandıramazsın.

  31. t.g. dedi ki:

    yil 2013 ve hala insanlar dünyanin yasinin 7000 olduguna inaniyor, hayirli ugurlu olsun ne diyelim…

    • murat dedi ki:

      Dünyanın yaşı değil mevzuyu iyi okumalısın öncelikle.7000 yıl olarak insanlığın yaşı söylenmiş.

  32. omer dedi ki:

    insanlığın yaşı hususu , her ne kadar merak edilmesi mübah olsa da, insanı çok da ilgilendirmeyen birşey olsa gerek. Kıyamet ne zaman kopacak sorusu gibi. Kıyamet yarın kopacak deseler insanların hepsi imana mı gelecek, ya da hepsi kafir mi olacak? Hayır. İnsanın kendi kıyameti kopmadan, ahireti için bir şeyler hazırlaması önemli olan. Ne diyor Bediüzzaman “Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme”. İnsanlığın yaşı tartışılsın tabi, ancak ahiretimize bir faydası dokunacaksa tartışılsın.

  33. omer dedi ki:

    Ayrıca Aylin hanımın aklına takılan neden yahudiler ve hıristiyanlar ilerde de müslümanlar geride mevzusuyla ilgili 2 şey söylemek istiyorum, dünya imtihan yeri diyoruz ya, müslümanların imtihanı bu şekilde, her yerde geride olanlar zulüm görenler Müslümanlar değil mi? Müslümanlar ileride olsa veya zulüm görmese dünyaya belki daha fazla sarılacaklar, bunu önlemek ve dünyanın fani ahiretin baki olduğunu anlatmak için Allah (cc) böyle yapıyor diye düşünüyorum. İkinci bir husus ümmetin bu halde olması İslam’ın kendisinden değil, belki ümmetin İslam’ı doğru anlayamamasından kaynaklanıyordur. Kur’an Kerim’de Allah (cc) okumayı ve fikretmeyi emrediyor bir çok yerde, düşünmez misiniz,akletmez misiniz diyor. Demek ki ümmet emre uymayıp düşünmeyi bir kenara bırakmış. Allah (cc) “malı dilediğime, ilmi isteyene veririm” buyuruyor. İsteyen müslümana, yahudiye, hıristiyana diye bir ayrım yok. Demekki onlar hal dilleriyle daha çok ilim talep etmişler, onlara gitmiş.

  34. Nuri Baba dedi ki:

    Bir kaç arkadaşın yorumları hariç, diğer yorumları okudukça beynim karıncalanıyor..

    Öylesine etkileyici bilimsel girişler ve açıklamalar yapıldıktan sonra, sözü getirip “Allah”a bağlıyorlar ya, karıncalanma yerini kurdeşene bırakıyor…

    Teist arkadaşların, bizlere ağaçları göstererek, ormanı ıskalayacağımızı umut etmeleri bile bizim akıl sağlığımıza yapılmış bir saldırıdır…

    İnsanlık tarihini 7000 yıl olarak ; inandığı kitap öyle dediği için kabul edenleri ciddiye alarak tartışmak abesle iştigaldir..

    O kadar yorum, kutsal sayılan kitaba göre şekillenmiş ve bu kitap evreni bile yönetmeye kalkmıştır…

    Bu kutsal kitabı okuyan arkadaşlar, kitabı özümsedikten sonra “”Yahu, bu kitabın tüm evrenin sırlarını bize ifşa edeceğine inanıyoruz ama önünde eğildiğimiz bu kitap, daha dünyamızın Kuzey Yarım küresinden haberdar değil..Evreni nasıl yönetecek”” diye bir özeleştiri ve sorgulama yapabilseler………diyecektim ki vazgeçtim…

    Zira bu arkadaşların inandığı din de sorgulamak yasaktır…

    Eğer sorgulayabilselerdi ; bir an dünyada insan varlığının olmadığını düşünür ve kendilerine sorarlardı…

    “Madem dünyada insan yok, Tanrı’yı kim bilecek ? Kurtlar ezan okuyup, ağaçlar secde mi edecek ?..Öyleyse, Tanrı kavramını insanlar ortaya atmış ve kendilerine sığınacak bir liman yaratmaya çalışmışlardır..”..sonucuna varacaklardı ki, işte şimdi yandı gülüm keten helva…

    Dinleri, peygamberleri , hadisleri , ve milyonlarca yalan dolan ve masalları nerelere saklayacaklardı ki…Tam bir labirent, çıkış kapısı olmayan bir labirent…Şimdi dua edin, belki kapıyı bulursunuz…

    Benim derdim ağaçlar değil, ben ormandan söz ediyorum…

    Bir felsefeci ; “”Tanrı ile konuştuğunu iddia eden her insan nitelikli dolandırıcıdır..”” diyor…

    Neden ? Tanrı, insan beyninin yarattığı bir hayal ürünü…Ve benim hayalimle, bir başkası konuştuğunu söylüyor ve ben de inanıyorum…

    Besbelli kafatasımın için de beyin yok…!!!

    Saygılarımla…

  35. rammsteinn dedi ki:

    dünya da hala dışarıdan bağımsız yaşayan ilkel kabileler var.her topluluk illaki bir şeylere tapıyor. ağaca taşa toprağa aya güneşe vs vs. dini olmayan toplum yok. bu kadar dinin içinde birisi çıkıyor “benim tanrım görünmez ama herşeyi o yarattı bana inanmazsanız hepiniz öldükten sonra yanarsınız” diyor ve tutuyor. 3 ihtimal var. tanrı var bu kişiler elçi. yada tanrı yok bunlar kendi çıkarları için insanları peşinden sürükledi. pek olası olmasada son ihtimal tanrı var ama elçilerden bazısı veya hepsi sahte.
    elimizdeki kutsal kitaplar birbiriyle çelişiyor.birisinde yasak olan diğerinde serbest. objektif olarak kitaplar okunduğunda bunların bir tanrı tarafından yazılmış olması imkansız. el-ilah kızıyor, sinirleniyor, affediyor ,cezalandırıyor ,hakaret ediyor,tehdit ediyor, defalarca yemin ediyor vs vs vs

    belki tanrı var ama elçi olarak kimseyi seçmedi.bütün peygamberlerin sahte olduğunu düşünün. inananlar gerçek tanrının huzuruna çıktığındaki paradoksa bakın.
    tanrı- “ben size beyin verdim siz benim göndermediğim birisine inandınız”
    insan- “ama sen bize işaret vermedin bu kişinin sahte peygamber olduğuna”
    tanrı- “siz bana değil sahte tanrıya taptınız bütün ibadetleriniz boşa gitti. kötüler sola iyiler sağa geçsin”
    insan- “yaaaaaaaa”

    • ipek dedi ki:

      rammsteinn diyor ki:
      26/09/2013, 23:29

      dünya da hala dışarıdan bağımsız yaşayan ilkel kabileler var.her topluluk illaki bir şeylere tapıyor.

      illaki neden tapıyor. bu bir gereksinim midir? öyleyse nedeni nedir? örneğin ahlak kavramı biyolojide salgıladığımız bazı hormonlar ile temellendiriliyor. bu da böyle birşeymidir? fizyoloji ve biyoloji işin içine girecekse çok bilgim yok? sade vatandaş düzeyinde açıklarsanız sevnirim. teşekkürler?

  36. Bayram dedi ki:

    Bediüzzaman said nursi R.A dunyanin omrunu sadeca ALLAH C.C bilecegini sonra kendi tahminini yazmis siz yanlis yorumluyorsunuz.Art niyetli hareket ediyorsunuz.

  37. kamil dedi ki:

    dinler 1400- 2000 yıl. dünya 4.5 milyar yıl ilk insan 7 milyon yıl ilk modern insan 200 bin yıl HİÇBİRŞEY BİLMİYORUZ BİLİNMEYEN BİR TARİH VAR!!!

  38. yorgun dedi ki:

    sevgili murat yorumlarinizi keyifle okudum cok güzel aciklamalarda bulunmusunuz sagolun akliniza saglik .. yalniz bir yorumunuza katilamadim oda , Allahin kader konusunda herseyi bilmesini yani insanin neyi secip neyi secmemesine karar vermesinde önceden insana sorup neye karar verecegini bilip sonradan insana unutturmus olacagi yorumu zandedersem aciklamak istediginizi tam anlamyila aciklayamadiniz.. Kader konusundada oldugu gibi yaratici herseyi ezeli ilmiyle bildi sizin dediginiz gibi önceden insana gösterip yasayacaklarini ne karar verecegini ondan sonra bilmesi söz konusu degil.. cünkü böyle bir durum Allahin sanina yüceligine yakismaz .. Allah tüm eksikliklerden münezzehtiir ben size feyyaz bilismcilikden http://www.youtube.com/watch?v=Gu43E5pO4m8&list=PLSUPBSjgL4gWE-quIuWtzRCh1x03tC4Ju kader konusunu dinlemenizi isterimm..Allah herseyi ezeli ilmyile bilmistir Allah da zaman kavrami yoktur Allah gecmisi simdiki zamani gelecek zamani ayni anda görmekdedir su anda cenneti cehendemi neler yasayacagimizi ayni anda görmekdedir .. saygilar

  39. yorgun dedi ki:

    kader konusununun linki attim dinlerseniz bilgi sahibi edinirsinizz,,saygilar sevgili arkadaslar

    • murat dedi ki:

      Teşekkürler değerli kardeşim….Kader mevzuuna dair bazı açıklayıcı örnekler vermiştim fakat yanlış anlaşılabiliyor.Allahın ne tarzda bildiğini insan idrakte aciz kalır.İlmi ezeli tabir ediliyor.Fakat ben verdiğim örnekte bunun aklen de mümkün olabileceğine dair örnek verdim.İlmi ezeli insanın iradesine bakarak biliyor.Yoksa bediüzzamanın da belirttiği gibi gibi Allah bildiği için ve kaderde yazdığı için insanlar yazılanı yerine getiriyor değil.İnsan öyle yapacağı için Allah bilmiş ve kadere kaydetmiş.
      İlmi ezeli ezelden ebede kadar herşeyi olmuş gibi görür bir bakış tarzıdır.Hadisi şerifte manzarı ala tabir edilir ve kader ise imamı mübin ve kitabı mübin olarak tabir edilmiş.İmamı mübin geleceğe dair yaratılış programlarını içeren bir kayıttır ve kitabı mübin ise hali hazırda imamı mübin programına göre yazılmış olan maddi alemi ifade ediyor.Evet canlıların dnaları vücut larının düzenli programlanmış şeklleri kader programının görünür bir delilidir.
      İncir çekirdeğinin kaderi incir ağacı olup incir meyvesi vermektir ve çekirdeğinde dnasında yazılı olduğu gibi yaratılmış herbir varlığı bir kaderi vardır.

  40. yasir dedi ki:

    Her zaman olduğu gibi, bu yazıdada yazarımızın ön yarğı ve bilinç altına yerleşmiş olan kinlerinin siber ortamda su üstüne çıkmış hallerini görmekteyiz…Bu yazdıklarını Kuranın desteklediğini nerden çıkardınız, deliliniz nedir?

    Hadislerin veya bazı din adamlarının söylediklerini Allaha veya Kurana neden maal ediyorsunuz?

    Dünyanın yaşı ayrıdır, insanlığın yaşı ayrıdır ve ayrıca İlahi emri-ruhun(bilincin-iradenin) verilişinden sonraki yani peygamberler tarinden sonraki tarih ayrıdır…

    Her zaman olduğu gibi çorba olmuş her şey…

    Kuranda evrime-dönüşüme karşı çıkan bir ayet getirin sizden özür dileyelim…

    Yahu, kuranın kendisi banğır banğır bağırıyor biz sizi merhalelerden geçirerek evre-evre, dönüştürerek yarttık ve yaratmayada devam ediyoruz…

    Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.’ (71 / NÛH – 14)Ve Allah, sizi yerden (topraktan) bir nebat (gibi) yetiştirdi (yarattı). (71 / NÛH – 17)Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır. (71 / NÛH – 18)

    Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra sizi çift çift kıldı. (Fâtır / 11)

    Andolsun biz insanı bir çamur süzmesinden yarattık. (23 / MU’MİNÛN – 12)Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. (23 / MU’MİNÛN – 13)Sonra o bir katre suyu kan pıhtısı haline getirdik, derken kan pıhtısını bir parça et hâline soktuk, derken ette kemikler yarattık, derken kemiklere et giydirdik, sonra da onu başka bir yaratılışla meydana getirdik; ne yücedir şanı yaratıcıların en güzeli Allah’ın. (23 / MU’MİNÛN – 14)

    • murat dedi ki:

      Yasir kardeşim kuranda Adem a.s ın evrilerek yaratıldığına dair açık bir bilgi yok.Allahu tealanın ahseni takvim dediği bir mahluku zamanla evirdiği görüşü uygun düşmez.Kün fe yekün ol der hemen olu verir.Kader ile programını çizer kudretiyle vücut giydirir.

      Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan yarattık…” (Hicr, 15/26).
      Andolsun ki biz insanı çamurdan süzülmüş bir hülasadan (özden) yarattık.” (Mü`minun, 23/12).
      O’dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı.” (Secde, 7).

      İblis: `Ben bir salsaldan (kurumuş çamurdan) değişken bir balçıktan (Hamein mesnun) yarattığın insana secde edemem.` dedi.” (Hicr, 15/33).

      Halbuki O, sizi çeşitli merhaleler halinde yarattı.” (Nuh, 71/14).
      Bu ayet belki evrimsel bir yaratma sürecine işaret ediyor denilebilir fakat yukarıdaki ayetlere bakıldığında bu dönüşümlerin anne karnında kısa sürede meydana gelen değişimlere işaret ettiği anlaşılıyor.

      Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Adem’in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) haline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)…” (Mü’minun, 23/12-14).

      İnsanı maymundan yarattık demiyor.
      Fakat bazı lanetlenen kavimlerin maymuna dönüştürüldükleri var.
      ilgili ayetler Sebt/cumartesi günü yasağını delen Yahudiler hakkındadır

      İçinizden cumartesi günü haddi aşanları elbette bilirsiniz. Biz böyle yapanlara “Aşağılık maymun olun!” dedik. Bunu, hem bu hâdiseye şahit olanlara, hem de sonradan gelecek olan nesillere bir ibret ve korunacaklara da bir öğüt kıldık”(Bakara, 2/65-66).
      Bazı maymun türlerinin insanda türetildiği sonucu çıkabilir.

  41. levent Uysal dedi ki:

    Yazılanları keyif ile okudum. Oldukça farklı mantık ve bilgi yoğrulmuş. Bunları okudukça insan olmaktan gurur duyuyorum. Düşünen ve anlamaya çalışan bir varlık olmaktan, İnandığımız şeylerin doğruluğunu kanıtlama çabamızdan, inanmadıklarımızı arama çabamızdan,
    İnsanlığın yaşının 7000 yıl olduğu söyleyip de bilmede inanlara Urfa’da ki Göbekli tepeyi görmelerini tavsiye ediyorum. Tarihi günümüzden 12500 yıl öncesine dayanıyor.
    Darvin teorisi Lusi (3.200.000), ve Ardi(4.000.000) ile son buldu. Bunu tüm bilim adamları kabul ettiler. Lusi ve Ardi insan iskeletleri afrikada bulundu. Sonrasında yapılan incelemelerde maymunsu olmadıkları ve iki ayakları üzerinde yürüdükleri anlaşıldı.
    Bizim insan yapan en önemli özellğimiz düşünüyor olmamızdır. Aklımızı kullanarak bilimin çözemediği şeyleri bazen din ile çözmeye çalışsakta çoğu zaman başarılı olamıyoruz o zaman düşünmeye devam etmeliyiz. ”Güneşin Battığı Yer”adında bir kitap yazdım. Yakında ikincisi ve üçüncüsü de gelecek. Birinci de geçen zaman 70.000 yıl önce yaşananlar.
    Hayatım boyunca bilim ve mmantık doğrultusunda düşünmeye devam edeceğim ve aradığım şeyi bulacağım. Hatta bulduğumu sanıyorum. Kim nerede ararsa arasın,kim neyi bulursa bulsun ama düşünsün araştırsın.

    • murat dedi ki:

      levent bey ….

      Tarihi eserlerin yaş tayinlerinde sonuçlar kesin değil.12500 yıl veya 8-10 bin yıl gibi hesaplar 7000 yıl ile çelişmiyor.Göbekli tepedeki kalıntıların ibadet mekanları olduğu tahmin ediliyor.Yani insanın yaratılış maksadı rabbi ile irtibat kurmaktır.
      Muhammed a.s ın sözü olarak hadiste insanlık tarihi olarak geçen 7000 yıl ifadesi genel bir kavram.Küsüratlı net bir rakam olarak verilmemiş.Arap geleneğinde 7 rakamı çokluk ifade eder.7 kat sema gibi bir çok yerde ve halk arasında yedi tabiri çokluk ifadesi olarak kullanılır.Yani binlerce yıl anlamına gelebilir.
      Fakat insanlık tarihine dair tarihi eser ve şehir kalıntılarına bakılırsa çoğunluğu 2-3 bin yıl olmak üzere 7-8-12 bin yıllık gibi tahmin edilen kalıntılar da vardır.Aşağı yukarı aynı anlamı doğruluyor ve kesin değiller.
      Tarihi eserlerle beraber bulunan tahta kemik gibi canlı kalıntıları ancak eserlerin tarihine dair bilgi verebilir.Aksi taktirde yapıların kaya parçalarından taşlardan oluşan ayrıntılarının tarihi dünya kadar eski olabilir ve hata payı oldukça yüksektir.
      Neticede tarihi şehir ve mağara kalıntıları oldukça azdır.Yüz binlerce yıl ile uyuşmuyor.
      Sözün en güzeli 7 bin gayet güzel ve uygun bir tabir olur.

      Bilim ile din arasındaki bağlantıyı iyi tespit edelim..
      Din araştırmalar sonucu elde edilen verileri anlamlandırıyor.Varlığın vücudu ve kitabın harfleri bilim ,anlamı ise dindir.Kainat kitabının alfabesini okumanın ölçüsünü din öğretir.Bilim kitabın mürekkebi ve harflerin şekilleri hükmünde yaratılanların özelliklerine dair ölçüleri tespit eder.Kanunlarla düzenlenmiş ölçülü ayarlı formüllerle düzenlenmiş bir kainatı gösterir.

      Güneşin büyüklüğü sıcaklığı açığa çıkan enerji miktarı yaşı bilimin konusudur.Fakat bu rakamlar insana korku ve dehşetten başka bir şey kazandırmıyor.
      Elde edilen bu verilerin anlamlandırılması ise dine dairdir.
      Din kitabın mürekkebinden, harflerin şekillerinden ziyade cümlelerin anlamına bakıyor.
      Bilimsel çalışmalar sonucu elde edilen bütün doğru veriler dinde bir anlam kazanır.Okumayı bilmeyenler kitabın ve içindeki harflerin anlamsız tesadüfen ortaya çıkmış güzel şekiller olduğunu iddia ederek çeşitli ölçümler ile malzemenin kalitesine dair açıklamalar yapıyor.
      Evet güneş öyle bir tasarımdır ki 5 milyar yıldır yanıyor ve patlamıyor.Yaratıcı fotosentez ile güneşi canlılığa enerji kaynağı bir jeneratör yapmış.Işığı ozon tabakasıyla filtreleyip gözlerin merceğinden geçirip retina tabakasında görüntüye dönüştürmüş.
      Güneş hayat için yaratılmış büyük bir lambadır ve ısı kaynağıdır.Canlıların yedek parçaları olarak tasarlanmış atomlar da yıldızlarda üretilmiş.
      Doğrusunu Allah bilir ki milyarlarca yıldır süre gelen dünya canlılığı güneşteki yıldızlardaki büyük işleyişe bağlanmıştır.
      Klorofil molekülünü icad eden, sivrisineğin gözünü yaratan yıldızları icad eden ilmin sahibidir.

      • Nuri Baba dedi ki:

        Murat Bey için kısa bir yanıt vermeyi düşünüyordum ama Orhan Beyin sözlerinden sonra vazcaydım..

        Zira çok haklıydı…

        Yazıyı bir kez daha okudum ve sorumu değiştirdim…

        Murat Bey ; ülkemiz de sizin inandığınızı söylediğiniz Tanrıyı kullanarak bizlere zindan hayatı veren Tayyiban tarikatının, bizleri içinden çıkılmaz streslerin içine sokan bu soysuzların sıkıntısından bir an için kurtulma adına kendimizi verdik Rakıya…

        Ancak, yazınızı okuyunca çözümün sizde olduğunu anladım…

        Murat Bey ; lütfen, siz ne alıyorsanız, siz ne ile kafa yapıyorsanız bize de söyleyin de, şu din iman nutukları atanların verdiği stresten bizde alıp kurtulalım…

        Şimdiden teşekkür ederim…

      • sercan dedi ki:

        muratbeyden alıntı
        Neticede tarihi şehir ve mağara kalıntıları oldukça azdır.Yüz binlerce yıl ile uyuşmuyor.
        Sözün en güzeli 7 bin gayet güzel ve uygun bir tabir olur.

        muratbey bu nedemek
        insanın oluşma yaşını pazarlık eder gibimi belirliyorsun
        anlaşolan oki sizin birşeyden haberiniz yok
        ben istanbulda oturuyorum
        ve kayabaşında bir arsam var ve sit alanı ilan edildi tabi bu konumzun dışında meçburen söyledim…..
        500m ileridede insanların 400.000 yıl önce yaşadığına dair mağaranın içinde kalıntılar bulundu …siz nasıl tüccar gibi 3 aşayı 5 yukarı hadi 7000 yılolsun insanlık tarihi diyebilirsin…..lütfen biraz mantığınızı çalıştırın …….

      • sercan dedi ki:

        murat senin için araştırdım insanlık 7000mi 3 .. 4milyonyıldırmı var
        bunları okuda bilmediğin konuda insanları yanlış yola saptırma

        Aslında, adı sanı pek bilinmeyen Yarımburgaz Mağaraları, Balkanlardan Ortadoğu’ya uzanan coğrafyada, en eski insan izlerinin bulunduğu iki yerden biri olarak gösteriliyor. Bunlardan biri Antalya’nın kuzeyindeki Toroslar’ın eteğinde yer alan Karain Mağarası; ikincisi de burası.. Yarımburgaz’daki en eski insan izlerinin tarihi M.Ö. 400.000‘lere kadar uzanıyor.. Biraz şaşırtıcı ve inandırıcı olmasa da bu bir gerçek. Yıllardan beri burada, İstanbul Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş kazılarda, atalarımız mağara adamlarına ait çoğu fosilleşmiş ilginç buluntular ortaya çıkartılmış. Ayrıca, mağaranın derinliklerine doğru giden galerinin ortalarında bir yerde

      • murat dedi ki:

        Nuri Baba…..Niyetin sağlam oldukça Allahın inayeti üzerinedir.Yolunu da gösterir kafanı da düzeltir.
        İnsan kainatta vazifesi büyük bir memur ve değerli bir misafirdir.Hayat programı yaratıcısı tarafından peygamberlerine vahyedilmiş ve alimler peygamberlerin varisleridir sırrınca Allahın fermanına en üst düzeyde saygı göstererek hayat örneği teşkil eden kuran ilmi sahiplerine de ilham edilmiş.

        Din ilimleri ve fen ilimlerinin imtizacından hakikat ortaya çıkar.
        Yalnızca fen ilimleri okumak şüphecilik karanlığına yol açıp insanın ruhunu sahipsiz olarak tabiat kanunlarının çarkları arasında ezerken sadece din ilimleri okumak dinde taassubun sebebidir.
        Halbuki kuran da kainat ta Allahın kitabıdır ve iki ilmin birlikte yorumlanmasıyla insan hayatı karanlıktan kurtulur.İyi kafa yapar.Kuran kainatın insan için yorumlanmış bir programı ve tefsiridir.
        Bu tarzı en güzel işleyen Bediüzzamanın risaleleri ve benzeri kitaplar ilaç niyetine gider…

        Alemlerin rabbi olarak insanı spermden yaratan biçimlendiren kafasına idrak kabiliyeti veren ve konuşturan ,varlığının farkına vardıran ve sanatlarını yarattıklarını insan önünde teşhir edip insanı muhatab alıp büyük ikramlarda bulunan yaratıcı karşısındaki kıymetimizi bilerek onun ahlakıyla ahlaklanmak, şefkatine ve ikramlarına mukabil muhabbetimizi bağlılığımızı sunmak dua ve ibadette bulunmak vazifemizdir.
        Hayat vazifesini bilerek farzları yerine getirdikten sonra iş hayatında bilimsel ticari her türlü faaliyet insan üzerindeki yaratıcının sanatının olgunlaşmasına ve görünmesine çalışmaktır ,ibadettir.Bütün araştırmalar ve bilimsel çalışmalar Allahın madde üzerindeki sanatlarının ayrıntılarını ortaya çıkarmaya vesiledir.
        Teknoloji ise insanın yaratıcısının insan kafasına yerleştirdiği harika sanatın göstergesidir.
        Madem ki Allah var o halde kaybetmek yok,yokluk yok.Kayıpları daha güzel bir şekilde iade eder.
        Çekirdek çürür fakat içinden bitki çıkar.Yumurta kırılır tavus kuşu çıkar.Yaratılışta mutlak fayda vardır.İnsan hayatı çocukluktan ihtiyarlığa bu tür aşamalardan geçerek ta cennet hayatında tatmin olacağı bir yetişkinliğe ulaşır.Kalpler ancak Allahı anmakla tatmin olur.

      • Nuri Baba dedi ki:

        Murat Bey ;

        Diyorsunuz ki “”Alemlerin rabbi olarak insanı spermden yaratan biçimlendiren kafasına idrak kabiliyeti veren ve konuşturan ,varlığının farkına vardıran ve sanatlarını yarattıklarını insan önünde teşhir edip insanı muhatab alıp büyük ikramlarda bulunan yaratıcı …””

        Soruyorum : Nereden biliyorsunuz ?

        Diyorsunuz ki ; “”Madem ki Allah var o halde kaybetmek yok,yokluk yok.””

        Soruyorum : Nereden biliyorsunuz ?

        Dünyada çocuklar açlıktan ölüyor ve siz bana Tanrıdan bahsediyorsunuz…

        Musa’nın,İsa’nın,Muhammed’in Tanrısı, bir çocuğu doyuramıyor mu ?

        Murat Bey ; önce tüm dünyayı gözünüzün önüne getirin ve ölmeden , sizin inandığınız cenneti nasıl görebileceğinizin yolunu söyleyeyim size…

        Tüm dünyadan Dinleri kaldırın yeter..

        Dünyayı yaşanmaz hale getiren, cahil insanları kandıran , nitelikli dolandırıcıların psikopatlıklarıdır….

        Bu psikopatlığın tıp da ki adı ise Dindir….!!!

      • murat dedi ki:

        Sercan..Fosil yaşı tayinlerinin nasıl yapıldığını da araştırmanı tavsiye ederim.Ayrıca doğal olarak oluşan mağaraların insanın yaratılmasından çok önceleri de var olduğu bilinen bir şey.Sen şimdi gidip falanca mağaraya bir mesken yapsan senin yaşın 400 000 yaşında olmaz.En eski insan fosillerinin insanların kullandığı aletlerin elbiselerin kalıntılarına dair tahminler daha doğru bir izah olur.7 bin rakamının çokluk ifade ettiğini binlerce yıl anlamına gelebileceğini yazdım.İzlenimlere araştırmalara dayanarak insanlık tarihinin 8-10 bin yılı pek geçmeyeceğini söyleyebilirim. Bu rivayette de 70 veya 700 bin dememiş 7 bin demiş.Sanıldığı kadar fazla değil.Mantıklı olalım.2000 yıl önce anadolunun nüfusu ne idi.Dünya nüfusu ne idi.3-5 bin senede 8-10 bin kişiye kadar düşebilen insan nüfusunun 300-400 bin yıl önce kaç kişiden oluşması gerekiyor.
        Ayrıca insandan önce yaşamış akıllı türler de olabilir.Cinler ve dahası..İnsanların ev tarzı kullandığı aletler bulguların tarihine dair daha belirleyici sonuçlar verir.Bildiğimiz insana dair en eski cesetler en önemli kanıt. hatırladığım kadarıyla 5bin yıllık, buzulların altından çıkanbir ceset var.Araştırabilirsin.
        Kemik kırıklarından, taştan ,mağaradan bunlar kesin bilgi vermiyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Yazılarınızı okudum. Şimdi bende bir katkı yapayım! Yorumumum için özellikle sizin şu spermden hayat yaratan tanrı söyleminizden feyz aldım

        Bakın dünya gören gözler için anlatılan, hayal edilen ya da öyledir sanılanın aksine iyi ber yer değildir! Bütün yaşam güçlünün var olabilmek için kendisinden güçsüz olana tahakkümü üzerine kuruludur! Doğada temel kural, büyük balık küçük balığı yer ya da güçlü olan yaşar güçsüz olan ölür!

        Düzen böyle oluşmuş iken bu düzenin icatçısını bir tanrı olarak düşünmek tanrının zalim bir düzenin mimarı olduğunuda kabul etmektir! Çünkü hayat sissilesi güçlünün hayatta kalması üzerine kurulmuş bir yapıda iyilik ya da kötülük denen olgular yoktur! Var olan yaşamak ya da ölmektir! Yaşamak için güçlü olunmalıdır, güçsüz olursanız da zaten güçlüler içinde yaşayamaz ölürsünüz!

        İşte bu düzende hayatta kalmak yani yaşamak için güçlü olan varlık için iyilik diye bir kavram yoktur! Kötülük te yoktur! Varoluşu hayatta kalmak için güçlü olmak üzerine kurulmuş bir varlığın bu kurguya binaen hayatta kalması yani güçlü olması zayıfları bertaraf etmesine bağlıdır! Bu nedenle genelde güçlü olana atfedilen kötülük aslında güçsüzün güçlü karşısında hayatta kalabilmek için geliştirdiği ve ona atfettiği hayali bir savunmadır!

        Bu dünyada kötülük yada iyilik yoktur! Bu dünyada sadece varoluş kavgası vardır!

        İşte bu noktada insan varlığa ilk adım attığı anda yani sperm halinde bu acımasız varoluş kavgasında kendine yer bulur! Bakın normal bir dölleme esnasında erkekğin salgıladığı sperm sayısı 100-300 milyon arasında değişir! Eğer spermler salgılandığında yumurta uygun durumda ise spermlerii kendine çeken bir sıvı salgılar! Bu noktada bu sıvı ile uyarılan milyonlarca sperm (biz ortalama alalım ve 150.000.000 diyelim) yumurtaya doğru hareketlenir! Sonuda yumurtanın en yakınına gelebilen en güçlü sperm bir salgı ile yumurtayı uyarır ve yumurtanın sperme bakan tarafı kabararak döllenmeye kendini hazırlar! Bu noktada sperm yumurtaya o noktadan kamçısını dışarda bırakarak girer ve yumurta diğer spermlerin girişine karşı kendini bir zarla kapatır!

        Yani yaşam için yola çıkan (size göre çıkarılan) ve hayat taşıyan 150.000.000 spermden 149.999.999 u oracıkta ölür! Bu kurgu bir tanrının işi ise 149.999.999 spermin ölümü onun isteği demektir!

        Eğer araya tanrıyı koyarsanız, şunu düşünmelisiniz.
        Dünya üzerinde yaklaşık 3.500.000.000 erkek olduğunu varsayarak onların hepsinin hayatları boyunca yaptığı dölleme işlemlerinde ölen ya da öldürülen hayat taşıyan spermleri hesapladığınıda karşınıza acımasızlığın doruğunda bir mimar çıkar!

        Ve bu acımasızlığı bir hayatta kalma gereği olarak doğada da gözlediğinizde bunun bir tanrıdan gelebileceğini düşünemezsiniz!

        Bu acımasız görünen ama kendi içinde tutarlı düzen bir tanrının özel hediyesi değil yarattığı sistemin kendi içinde oluşturduğu bir anormallikten öte birşey değildir!

        Hal böyleyken risaleleriniz sizleri gerçeğin çölünde uyutmaya yarar!

        İyi uykular…

      • Nuri Baba dedi ki:

        Sevgili toro dost…

        Yazınızdan ders anlamında ve düşünmediğim veya yazılarımda kullanmayı akıl edemediğim bir çok konuyu öğrenmiş oldum..

        Çok teşekkür ederim…

        Bugün işyerime tanıdığım inançlı bir delikanlı geldi ve konu dinlerden ve Tanrıdan açılınca ;

        “Tanrı konusunu tartışmayalım..İnsan beyninin yarattığı ve akıl erdiremediği olayları üzerine ihale ettiği hayali bir isim ama dinleri tartışabiliriz…” dedim..

        “Tanrı için neden hayali diyorsun abi ?” deyince biraz gerilere döndüm..

        İlk insanlar ve sonrakiler, akıl erdiremedikleri şimşek, fırtına, kara bulutlar, ateş, yıldırım ve deprem gibi doğa olaylarına Tanrı diye taptılar…

        Ve daha sonra, her birinin nedenlerini öğrendikçe, Tanrı kavramları, bilinenden bilinmeyene kaydı..

        Artık doğa olayları onlar için normal bir olaydı ve neTanrıydı, ne de Tanrısaldı…

        Dünyayı Tanrı yarattı diyorsun..Oysa 4,5 milyar yıl önce Güneşten koptu..Yani senin inandığın Tanrı ile bir ilişkisi yok..Ve insanlar Güneşin de işlevini öğrenince, onunda tanrısallığını çöpe attılar…

        Şimdi geriye kal kala sonsuz evren kaldı…Zira ne kadar yeni keşifler olsa da, yine de gizemini korumayı sürdürüyor..

        Öyleyse, bir Tanrı vardır ve bu sonsuzluğu O yaratmıştır…Tutunacak tek dalınız o kaldı..

        Büyük Okyanusun en derin yeri ne kadar ?
        Söyleyeyim…12 Km. Yani 12000 metre…

        Ancak Okyanusun 1000 metre altında oksijen ve ışık yok..Kısaca külliyen kör bir karanlık…

        Bilim insanları, bu kör karanlıkta yaşayan canlılar saptadılar…

        Ben bilmediğim için sana soruyorum…

        Senin inandığın Tanrı, hangi amaçla bu canlıları o oksijensiz kör karanlıklarda yaşamaya mahkum etmiş olabilir ki ? Dünyaya ve insanlığa nasıl bir yararı olabilir ki, bu canlıların…?

        “Abi bunu bana neden soruyorsun ki, ben nasıl bilebilirim ki”…

        E be kardeşim, Evrende ki hiç bir olayın ve de eylemin Tanrının isteği ve bilgisi dışında olamayacağını, Tanrı istemezse bir yaprağın bile kımıldayamayacağını , canlıların doğumunu ve ölümünü bildiğini ve de 5 yaşında ki çocuğun ne zaman ırzına geçilip öldürüleceğini bile bildiğini söylüyor ve inandığınız Tanrı adına ahkamlar kesiyorsunuz da, o kör karanlıkta yaşayan canlıların neden yaşadığını bilmiyor musunuz ?

        Muhammed’in, mağarada konuştuğu Tanrı ile bir de siz konuşmayı deneyin bakalım..
        Pek de zor olmasa gerek..

        İnsanlığın yarattığı Tanrı ile konuşmak için olmayan beyninizden randevu almanız mı gerekiyor ?

      • toro dedi ki:

        Sayın Buri Baba,

        Sayın murata hitaben yazınızda dinler olmasaydı hayat daha güzel olurdu diyorsunuz! Bence bu tam doğru değildir! Arada hafif bir nüans vardır! Dinler olmasaydı insanlar birbirlerini yine de öldürürlerdi! Ama dinler bu öldürüşün taammüden olmasını sağladılar!

        Bakın sizin biraz kafanızı karıştırayım!

        Diyelim ki biz yani adı insan olan tür tarih sahnesine hiç çıkmadı! Bizim yerimize başkalarının kanıyla beslenen asalaklar besin zincirinin en tepesine çıktılar ve kanla beslenerek zekalarını geliştirdiler! Yapıları değişti dahada irileştiler! Gelişen zekaları sonucu avlanmak yerine kanlarını emecekleri hayvanları beslemeye ve hatta üretmeye başladılar! Zaten yapıları diğer hayvanları vücutlarıyla avlamaya yatkın olmadığından en rahat yakalayabilecekleri hantal hayvanları hedeflediler ve onları evcilleştirme yoluna gittiler. Acıktıkları zaman özel oluşturdukları merkezlerde besledikleri hayvanlara yapışıyor ve hayvanların bütün kanını çekene kadar besleniyor haliyle hayvanları öldürüyorlardı! Bu onlar için normal bir ritüel haline geldi! Dünyada o kadar yayılmış ve çoğalmışlardı ki kibirleride evrim geçirdi ve bütün dünyanın kendileri için var edildiğine inanmaya başladılar! Bazı bölgelerdeki türleri toplu kan emme merasimleri düzenlemeye başlayarak bunları geleneksel hale getirdiler! Ve sonuçta birer asalak olduklarını unutup kendilerinin bu dünyanın kutsalı olduğuna inanır hale geldiler! Bu bir güç zehirlenmesi, varlıklarının kendi elleriyle kutsanmasıydı! Ama o kadar yayılmış ve fütursuzca beslenmeye başlamışlardı ki bu durum sonunda kendi türlerinide tehdit etmeye başladı! Bu durum aralarından bazıları için avantaj haline geldi! Onlar beslenme konusunu çözmenin bir yolunu bulmuşlardı! Diğerlerine uğraşacakları ve peşinden gidecekleri hikayeler verdi! Bu sayede onları realiteden uzaklaştıracak ve kendilerinin eşitler arasında üstün hale gelmelerinin görülmesini önleyeceklerdi! Başardılar! Bir avuç asalak geride kalanları birbirlerine karşı gruplaştıracak şekilde bölümlere ayırdılar! Sonucunda yaşadıkları gezegenin neredeyse tamamını alınıp satılabilir hale getirerek sahiplendiler ve ortalıklarda hiç görünmeyen egemenler haline geldiler! Diğerleri kendilerine verilenlerle yetinen, sistemi sorgulamayan,geçmişini unutan, geleceğini metalaştıran bireyler haline getirilerek etkisizleştirildiler!

        Sayın Nuri Baba,

        Eğer bir tür ne olduğunu bilmekten ya da ne olduğunu kabullenmekten yani gerçeklerden kaçıyorsa sonunda kendi kendini yok eder!Sürekli besledikleri ve kutsadıkları kibileri ve bencil zekaları onları içten içe çürütmeye başlar!

        Ama bir tür ne olduğunu bilmekten kaçmayarak ve bencil kutsanmışlıkların büyüsüne kapılmadan varolduğu dünyanın ona sunduğu şansı ve sağladığı avantajları kullanma yoluna saparsa yani yaşadığı gezegeni aşarsa, işte o zaman kainatta kaplayacağı zamanda bir fark yaratabilir!

        Aksi halde asalak ya da insan farketmez! Oluşturduğumuz bu sistem ile yaşadığımız gezegeni içindeki diğer bütün canlıların yaşam alanları dahil sistemli olarak sömüren varlıklar olmaktan öteye gitmeyiz!

        İnsan ne olduğunu farkına varmalı! Hiçbir hikaye bildiğimiz bizi bilmediğimiz bir kutsala dönüştürmez! Biz dünyadaki milyonlarca tür içerisinden beslenme zincirinin en tepesine yükselme şansına erişmiş et peşindeki avcılardan öte birşey değiliz!

        Bunun testi basittir! Açlık! İnsanoğlunun sıfır noktasıdır ve bu noktanın altına düşen ”kutsal” insanın neler yapabildiği bize göre uzun gezegenimize göre kısa tarihimizde yazılıdır!

        Ve sanırım hiçbir tanrı böyle bir varlığı kutsayacak kadar hoşgörülü değildir!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Nuri Baba ve Sercan,

        YARATICININ VARLĞI !!!

        Evren ve oluşumundaki hassas denge ve tasarımın tesadüf ve rastlantılarla açıklanamaz.!!! Bu evren ancak madde üstü üstün bir akıl,zeka,bilinç,ve irade sahibi YARATICI BİR BİR KUDRET’in eseri olabilir.!!! Bu evrenin oluşumunu şans ve tesadüflere bağlamak insanın aklini,mantıkını ve pozitif ilmini yok saymak demektir…Bir gece kondu bile,tesadüflerle,rastlantı sonucuyla kendiliğinden oluşması mümkün değilse,şu koca kainat tesadüflarla kendiliğinden nasıl meydana gelebilimiştir.???

        Lütfen,aşağıdaki linki tıklayarak evren ve oluşumundaki hassas dengesi hakkındaki yazının tümünü okuduktan sonra YARATICININ varlığı hakkında mantık yürüterek sağduyunuzla karar verin…!!!

        Evren ve Oluşumdaki Bazı Hassas Ayarlar | Allahın Varlığ
        http://www.allahinvarligi.com/?p=223

        Saygılarımla..

      • murat dedi ki:

        Yaratılışta zulüm yoktur…
        Toro şu bilgiler senin ilacın olabilir.
        Öncelikle zayıf olan canlılar güçlü olan canlılardan daha rahat ve kolay bir hayat sürer.Çünkü yaratıcının zayıflara şefkati daha büyüktür.Rızıklarını daha kolay yoldan temin eder.Meyve kurdu gibi en aciz bir canlının elma gibi güzel bir yiyecekle kolay bir şekilde geçinmesi yaratıcının tedbiriyledir.Şefkatini gösterir.Aslan gibi güçlü ve vahşi canlılar ise yiyeceklerini en zor temin eden canlılardır.Yaratıcının şefkati canlının yeteneğine ters orantılı olarak tecelli eder.Aslan güçlü tasarımına rağmen oturup ta biraz da ot yeyip yorulmadan geçinip gideyim diyemez.Yiyeceğini temin konusunda tırtıldan solucandan daha acizdir.

        Aslan, leopar,kartal,şahin gibi parçalayıcı ve ayrıştırıcı canlıların serçe,güvercin,ceylan,bufalo gibi zararsız canlılardan sayıca az olmaları güç ve kuvvetlerinin fazlalığından dolayı değil belirli bir vazife için programlanarak diğer hayvanlara saldırdıkları anlaşılır.Hayatın sahibi olmasaydı yırtıcıların sayısı daha fazla olmalıydı.Demekki yırtıcılar eskiyen dalları,çürümüş bitkileri budamak ve ortadan kaldırmakla görevli bahçivanlar gibidir.Canlıların daha diri ve temiz görünümü için gereklidir.Çünkü hayvanların vücutlarındaki sanatın değeri şahsiyetlerinden kıymetlidir.İnsanın şahsiyeti ve aklı vücudundan kıymetli olduğu için diğer hayvanlar içgüdüsel olarak zorda kalmadıkça insana saldırmayacak şekilde yaratılmıştır ve birçok canlının hayatı insanın hayatına hizmet etmektedir.
        Neticede canlı türlerine göre ayrı ayrı teşekkül eden hayat şartları güç ve iktidar ile ters orantılıdır.
        İnsanlar içerisinde kadınların çocukların hayat şartlarının daha kolay temin edilebilir olması veya küçük bir bebeğin ve hayvan yavrularının emrinde anne -babalarının hizmetkar gibi çalışmaları yaratıcının şefkatiyledir.Aksi taktirde Aslan gibi canavar bir hayvanın yavrularını şefkatle beslemesi ve koruması ,yemeyip yedirmesi yavrusunun dişiyle pençesiyle kollarının kuvvetiyle izah edilemez.
        Spermlerin çoğunun ölmesi ve içlerinden birtanesinin seçilmesi ise insanın yaratılışının olağanüstü bir durum olduğunu göstermektedir.Aynı şekilde tırtıl gibi aciz bir canlıya güzel kanatlar verip süsleyerek başlar üzerinde uçan kelebek olabilmeyi ikram eder.Gözle görülemeyen küçücük bir sperm hücresine insan olabilmek gibi büyük bir gaye verip yarışa sokmak o hücre üzerine nakşedilmiş büyük bir sanattır ve basitliğine ve layık olmamasına rağmen Allahın sırf kereminden verdiği ikramın göstergesidir.Evet en basit bir hücreye bir insan olabilmeyi ikram eden bir Allah elbette şefkatli ve ikramı boldur.
        İşte dünyada hayvanlar içerisinde aciz bir tür olan insan türü içerisinden şahsiyeti büyük olan ve yaratılış programını güzelce yerine getiren fertleri seçer sırf cömertlik ve merhametinden dolayı cennette ebedi yüksek bir saltanata sahip kılar.Cehenneme gidenlerin çokluğu cennetin kımetini arttırır.Kafire ebedi bir yok oluş yerine cehennemde de olsa bir hayat veriyor merhamet ediyor.

        İkinci mesele ise ölümdür
        Ölüm ise hayat vazifesinden bir terhistir.Zulüm değil.
        Yeryüzünün eskiyen vücutlardan temizlenmesi ve hayatın yenilenmesidir.
        Misafirhanenin dolup boşalmasıdır
        Sınırlı bir alana sahip dünya yüzeyinin daha fazla canlıyı ağırlaması için zaruridir.
        Ölüm yeni doğanların hayat kaynağıdır.
        Hayvanlara verilen emanet hükmündeki vücutlar zamanla yıpranır , yaralanır.Eskiyen vücutlar ölüm ile geri alınır.Senin eskitip yırttığın elbiseni alıp sana yenisini verecek olan birisi zulmetmiş olmaz.

        Bitkilerin hayvanlar tarafından yenilmesine bitkilere yapılan bir zulüm olarak görüp ağlayan kimse görmedim.Soğan dilimlerken gözleri yaşaranlar bile soğana değil kendilerine acıyarak bakıyorlar.
        Çükü bitkiler şuursuz ve hissizdir.Acı hissetmezler.İşte yaratıcı şefkatinden dolayı bitkiler için ölümü acısız yaratmıştır.
        Hayvanlar ise yaşadıklarını ve hayatın anlamını idrak edemedikleri için öleceklerini parçalanacaklarını bilmeden keyifle yaşıyorlar.Ölüm düşüncesiyle azap çekmiyorlar.Vücutları ise acıyı kısa süreliğine hisseder.Yani canavar bir hayvandan kaçan bir ceylan öleceğini bildiği için değil ısırılmaktan, kavgadan acıdan kaçar.
        Allah bu hayvanlara merhametinden dolayı insan gibi bir zeka vermemiştir.Kümesteki tavuklar da ahırdaki hayvanlar da bir gün kesileceklerini düşünerek sabaha kadar ağlayacaklardı.
        İşte rabbimiz olan Allahın merhameti böyledir ki senin idrakinden aciz kalarak tenkit ettiğin en zor durumları bile şefkatle dizayn etmiştir.
        İnekler ceylanlar tavuklar oturup ağlamazken onlara bakıp ta senin ağlamaya başlaman mantıklı değildir.
        Ölüm zaruridir ve hayvanlar için en güzel tarzı böyledir.Bir çeşit ağaç budamaya benzer ki çürükler ayıklanır.
        Soğukta sıcağın ,hastayken sağlığın kıymeti anlaşıldığı gibi aç iken yiyecekler daha lezzetli gelir.Susuz bir insan bir bardak soğuk suya hiçbir şeyi değişmez.Çekilen sıkıntılar hayatın zevkini arttırır.Aç ve fakir bir insanın kuru bir ekmekten aldığı lezzet tok bir insanın baklavasından fazla olacaktır.Zıtlıklar algılamayı kuvvetlendirir.Bunun gibi hayvanlara yırtıcılar musallat edildiği için hayvanların daha canlı ve hayatın lezzetini daha iyi almaları sağlanmıştır.Mücadele etmek, kaçmak yiyecek aramak hayvansal hayatı canlandırır monotonluktan kurtararak zevkini arttırır.
        Bununla beraber insanlar gibi hayvanlar da az da olsa irade sahibi oldukları için kendi tercihleriyle yanlış sonuçlara ve zulme yolaçabilirler.
        Allah yağmuru hayat kaynağı olarak yaratmış ve maksat şefkat ve merhameti gösteriyor fakat sen evine çatı yapmasan sonra zayi olan eşyalarından dolayı yağmurun acımasızlık olduğunu iddia etsen merhamete ve şefkate layık olmadığını göstermiş olursun.

        Bitki, hayvandan sonra neticete insanın ölümü ise ;
        İnsan kendi varlığını idrak edebilecek ölüm ve hayatın anlamını bilecek tarzda yaratılmış .Bu şuurdaki bir insan için ölüm son derece korkunçtur.
        Fakat yaratıcı insanın şuurunu açıp ebedi bir hayat arzusunu kalbine koyarken ölüm ile dünyadan ayrılmanın ,hayatı bırakmanın acısını hissettirmemek için hastalıkları musallat etmiş ve cennet ile de müjdelemiştir.Evet hastalıklar ve sıkıntılar da rahmettir.İnsan yaşlanmaya ve ölüme yaklaştığı vakit hastalıklar ve sıkıntılar ziyadeleşerek hayattan bir usanma hissi verir.Hayatın tadı kaçıp acılaştığında ölüm arzulanır bir durumdur.Bir şart var ki kişi cennet ve cehennem inancına sahip olsun.Sıkıntı ve hastalıklarda böyle bir merhamet olduğu gibi ölüm de yeni bir hayatın başlangıcı olarak tasarlanmıştır.
        Canlılar kendi kendilerine zulmedebilirler veya irade sahibi olanlar diğerlerine zulmedebilir.Fakat Allah asla zulmetmez.İrade böyle bir sıfattır.Eğer irade verilmişse ceza ve mükafaat ta olmalıdır.
        Yavruları sevimli tarzda yaratıp anne babalarını onların hizmetkarı yapan ve annelerin vücutlarına çiğnemekten aciz yavruların gıdalanması için içimi kolay bir süt kaynağı icad edet merhamet ve şefkatiyle himayesini gösteren hayatın yaratıcısı elbette zulmedenlerin zulümlerini şiddetle cezalandırır yapanın yaptığını yanına bırakmaz.Boynuzsuz koyunun hakkı boynuzludan alınır.
        İrade sahibi hiçbir canlı kendisine çizilmiş sınırı aşmaya ruhsatlı değildir.

        Küçük cezalar dünyada büyük cezalar dünyaya nispeten zindan hükmünde olan cehennemde görülür.Masumların ve zulme uğrayanların intikamını alarak adaletini ve masumlara olan merhametini gösteriyor.
        Kafire ebedi bir ölüm yerine cehennemde de olsa bir hayat veriyor
        Demekki cehennemin yaratılması da Allahu tealanın merhametinin gereğidir.

  42. Orhan dedi ki:

    Geçen gün bir belgeselde 8-10 Arkeolog eksi 40 derecede kutuplara yakın biryerde kamp kurup,yüksek kayaların içinde dinamit patlatıp tünel açıyorlardı,amaçları heryerden su gibi fışkıran dinozor fosillerini elde edebilmekti.Maliyeti 10 milyar doları geçmiş Cern deneylerini bilmeyeniniz yoktur.Şimdi kibritle ocak yakmasını bile beceremeyecek murat gibi burhan gibi oturduğu sokağı dünya zanneden klavyeyle bilimadamı olmuş ? bir zekanın fikirlerine saygı duymayı bırak cevap niteliğinde tek bir cümle dahi kullanmam.Böyle araştırma yapmamış bilimsel çalışması olmayan kendisini filozof tabir eden aslı cahil veya inanç üzerinden para kazanımı olan tiplere itibar etmeyiniz..

    • ahmet dedi ki:

      Murat arkadaşımın verdiği bilgiler için teşekkür ederim. Bu arkadaşımın verdiği bilgileri anlamayan ve belki de doğru olduğunu bildiği hâlde inkâr eden Orhan bey, madem bu bilgiler safsata(!) siz doğrusunu söyleyin bakalım size inanan olucak mı?

    • rammsteinn dedi ki:

      tardigrade
      Bilinen adı “Su ayısı”, bilimdeki adı ise ‘tardigrade. Bu canlı türü tam 200 yıl yaşıyor Eksi 457 derece soğuğa, 357 derece sıcağa bile dayanıyor.
      uzayda bile hayatta kalıyor
      http://ekonomi.haberturk.com/teknoloji/haber/821103-dunyanin-en-dayanikli-canlisi

      • ozymandias dedi ki:

        sayın rammstein,
        Verilen bilgilerde yanlışlık var sanırım. Ben -273(0 Kelvin – mutlak sıfır noktası) derecenin altına inilemiyor diye biliyorum.

    • murat dedi ki:

      Orhan bilim adamları şunu bunu tespit etmiş de sen de anlayabilmişsin?Bilimsel kanıtlarla destekleyerek izah ettiğimiz meseleleri filozofluk iddiasıyla karartmaya çalışmak yerine üç beş kelam ve bilimsel kanıt ta sen getirseydin daha iyi bir durumda olacaktın..
      Kibrit para kazanmak falan ne demişsin sen öyle.Bilim anlayışın bu ise sen şöyle kenarda dur.

  43. sercan dedi ki:

    murattan alıntı
    Sercan..Fosil yaşı tayinlerinin nasıl yapıldığını da araştırmanı tavsiye ederim.Ayrıca doğal olarak oluşan mağaraların insanın yaratılmasından çok önceleri de var olduğu bilinen bir şey.Sen şimdi gidip falanca mağaraya bir mesken yapsan senin yaşın 400 000 yaşında olmaz.En eski insan fosillerinin insanların kullandığı aletlerin elbiselerin kalıntılarına dair tahminler daha doğru bir izah

    MURAT SEN BEYNİNLEMİ OKUYORSUN YOKSA GÖZLERİN GÖRMÜYORDA PARMAK ,, UÇLARINLAMI?????????????
    Aslında, adı sanı pek bilinmeyen Yarımburgaz Mağaraları, Balkanlardan Ortadoğu’ya uzanan coğrafyada, en eski insan izlerinin bulunduğu iki yerden biri olarak gösteriliyor. Bunlardan biri Antalya’nın kuzeyindeki Toroslar’ın eteğinde yer alan Karain Mağarası; ikincisi de burası.. Yarımburgaz’daki en eski insan izlerinin tarihi M.Ö. 400.000‘lere kadar uzanıyor.. Biraz şaşırtıcı ve inandırıcı olmasa da bu bir gerçek. Yıllardan beri burada, İstanbul Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş kazılarda, atalarımız mağara adamlarına ait çoğu fosilleşmiş ilginç buluntular ortaya çıkartılmış. Ayrıca, mağaranın derinliklerine doğru giden galerinin ortalarında bir yerde

    BEN yazımın neresinde mağara 400.000yaşında olduğunu yazdım ????????
    insan izlerinin400,000 yaşında olduğunu yazdım sen
    bu ayrıntıyı ilkokula giden bir çocuk bile ayır edebilirken sen nasıl anlıya mıyosun hayret….
    buradan şu anlam çıkıyor senin yazdıkların herşeye itibar etmememiz gerekiyor
    alsana link vereğimde bilime ve bilim adamlarına hakaret etmekten vaz geçersin belki..

    http://www.dailymotion.com/…/x18h4ax_ispanya-da-buz...
    16 Ara 2013
    İspanya’da Buzul Çağ’da yaşayan insan fosili bulundu. euronews-tr … Kral 3. Richard’ın iskeleti …

    • rammsteinn dedi ki:

      murat
      insanlık tarihini 7bin yıl olarak araştırmalarına dayandırıyorsun. bu araştırdığın kaynaklar acaba youtube dan izlediğin din adamlarının sözlerimi?
      bilimsel olarak kabul görmüş hangi kaynak acaba 7bin yıldan bahseder?
      bu kaynaklarını çok merak ediyorum
      bilimsel kaynak istersen buyur
      http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan_evriminin_fosil_listesi
      rakamlar genelde miyon senelerde dolaşıyor.
      http://tr.wikipedia.org/wiki/Neandertal (avrupa ve asyada yaygındı)
      ha bunlar safsata yalan dolan dersen
      lucy isimli fosili incele.
      http://tr.wikipedia.org/wiki/Lucy_(fosil)
      lucy yaklaşık 4milyon yıl önce yaşadı. öldüğünde hamile olduğu saptandı.
      ama bunlarda yalandır sana göre.
      bilim işinize gelmeyen keşiflerde bulunduğunda reddediyorsunuz ama bilim önünüze cep telefonu,pc,tv koyduğunda hiç reddetmiyorsunuz.
      size göre din adamının dedikleri doğrudur.
      bana göre bilim adamlarının dedikleri doğrudur.
      söylentilerle,rivayetlerle,masalsı din kitaplarıyla hangi keşif hangi icat yapıldı?

      • murat dedi ki:

        rammsteinn
        verdiğin linkler maymunların atalarına dair.Lütfen insan atalarına dair link bildiriniz.Memnun olacağım.
        Lucy iskeletine iyi bak kol kemikleri diz kapaklarına kadar iniyor.Sol taraf uyluk kemiğini de sırtlanlar yemiş olmalı.Çeneleri fena kuvvetli hani.vesaire vesaire
        Bu bilimsel satekarlıklarla uğraşmaya gerek yok.İnsanlık tarihi için yaşı doğru olarak hesaplanmış çanak çömlek ok yay gibi , elbisesi olan bir iskelet gibi kalıntılar arayınız.Benden size tavsiye.
        Kırık dökük eksik kemiklere bakarak üstelik günümüz insan iskeletine benzemedikleri halde insan atası olduklarını iddia etmek sadece bir iddiadır ve kesinlikle kanıtlanamaz …
        Verdiğin linkler iddiaların nekadar temelsiz olduğunu kanıtlıyor.Evet o iskeletler kadar çürük bir iddia.

    • murat dedi ki:

      1485 yılında Bosworth Savaşı’nda hayatını kaybeden 3. Richard’ın iskeleti.
      Bu ne sercan…
      İspanya’nın kuzeyinde Burgos kentinde dünyanın en eski kemik fosili bulundu. DNA’sı incelenen fosilin 400 bin yaşında bir homininiye ait olduğu ve Buzul Çağı‘nın ortalarında var olduğu belirlendi.
      Homini yani iskelet yapısı insana benzeyen maymunsu türler.
      Bilme dogmatik yaklaşım fayda getirmez.
      Araştırmayı yapanlar yaratıcının varlığından sıkılan evrimsel kanıt bulmaya çalışan insanlar.Belki de kendi deyimlerince hominiler orayı burayı eşeleyip kemik parçalarından başka birşey bulamıyorlar..Kemik fosili bularak insana benzer bir insan atası yani yarı maymunsu bir varlık olduğunu iddia etmişler.Evet buldukları bir maymun fosili.İnsan nerede?
      Kırık çürük bütünlüğü bozulmuş kemiklerin İnsan olmasının alameti araç gereç elbise
      gibi kalıntılardır.Böyle bir kalıntı yok.
      Yarımburgaz mağaralarında ise M.Ö 5000 yıllarına ait insan araç gereçlerinin müzede sergilendiği ifade edilmiş
      Mehmet Özdoğan’ın 1986 yılında gerçekleştirmiş olduğu alt tabaka kazılarında M.Ö. 5000-3000 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ dönemine ait yerleşim izleri ortaya çıkartılmış. Burada bol miktarda el yapımı kâse, çanak, uzun boyunlu ve perdahlı çömlek türü örnekler, kemik bızlar, çakmak taşı kesiciler bulunmuş. Son olarak da 1989 yılı sonrasında, Paleolitik tabakada gerçekleştirilen kazılarda atalarımız mağara adamlarının kullanmış oldukları çakmaktaşı yonga, çekirdek, yumru gibi aletler ortaya çıkartılmış. Bunlardan bazı örnekler bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin “Çağlar Boyu İstanbul” bölümü girişindeki vitrinlerde sergileniyor. Paleolitik adını verdiğimiz dönem M.Ö. 5000’li yılların öncesi.Anlaşılan o ki M.Ö 3000 yıllarında yaşamış veya en fazla 5000 yıllarında yaşamış insanlara ait eşyalar bulunmuş.Bu kalıntılar marsta da bulunsa akıllı bir varlığın delilidir.
      Netice 7000 yılı destekler.
      Bu konuda delil çanak çömlek ve çeşitli aletlerin elbise barçalarının yaşlarıdır.
      Maymun iskeletinden bozma kemik parçaları bulup insanların atası bir maymunsu diyenler adı arkeolog veya ne olursa olsun kendi evrim inancı için kanıt üretmeye çalışan zavallı sahtekarlardır.

  44. sercan dedi ki:

    DÜNYANIN YAŞI 4.5 MİLYAR YIL OLACAK AMA İNSANIN VAROLUŞU
    SİZİN TAHMİNİNİZE GÖRE 7000 VEYA 15000 YIL
    ozaman şöyle bir sonuç çıkıyor allah dünyayı ve kainatı insanlar için yaratmamıştır ??
    veya yaratmak için 4499985000 yıl neden beklemiş diye sorarlar???
    yoksa insanı yaratmak kainatı yaratmaktan daha mı zordu????
    veya dünyayı ve insanı allah yarattı ise
    sürekli bizden uzaklaşan galaksileri asla oraya gidemeyeceyimiz gezegenleri
    ve göremeyeceğimiz gezegenleri neden yarattı????
    sonsuz kainata kıyaslandığında dünya
    aslında kainatta hiçlik kadar küçük
    ama dinciarkadaşlar kainatla kıyaslama yapamadığından sanki bütün kainat insanlar icin yaratılmış gibi yanılgıya kapılıyor

    ozaman şöyle bir mantık yürütelim bir dinci arkadaşın
    milyarlarca araba üretecek bir fabrikası olsun ama ticari amaçla değil kendi ihtiyacı için
    5 ,10 araba üretir herhalde milyarlarca üretip onu sonzuz evrene atarak hiç kimsenin faydalanamıyacağı için bukadar üretim yapmazdı …………..

    dinciler herzaman allahın bir karıncayı bile sebebsiz yaratmadığını söylediği halde kenttrılyonlarca yıldızı ve gezegeni niye yaratsın boşuna
    bizim var olmamız için diğer galaksilere ihtiyacımız yok güneş sistemimiz bize yeterli başka galasilerle hiç bir bağımız yok öyleyse neden var bunlar ????????

    ama kainattan bi haber olan dünyayı,,, kendi mahalasini kainatın merkezi sanan zihniyet tabiki bak allah ne güzel yaratmış diye düşünür …
    ne kadar mikro bir zihniyettir bu oysa evren var ise evrensel düşünecen …….

  45. sercan dedi ki:

    nuri bey alıntı

    Tüm dünyadan Dinleri kaldırın yeter..

    Dünyayı yaşanmaz hale getiren, cahil insanları kandıran , nitelikli dolandırıcıların psikopatlıklarıdır….

    Bu psikopatlığın tıp da ki adı ise Dindir….!!!

    nuri bey aynen öyle
    benim şu inancım var ama gelişmiş ülkeler
    zaman gelecek kendi dinlerini yasaklayacaklar …

    aslına bakarsan gelişmiş ülkeler islamcıların dinci olmaları bunların işine geliyor
    bunlar boş şeylerle kafa yorarken biz aya gittik yaknıda marsa gideceğiz bunlar
    hala 1400 yıl önce muhammet ne demiş kimle evliğmiş
    melekler dişimi erkekmi kaç kanadı varmış gibi abuk sabuk şeylerle uğraşıp dursunlar diyor ….

  46. sercan dedi ki:

    toro bey fikirlerinize katılıyorum
    yine kasıp kavurmuşsunuz ortalığı
    sizin bu yazdıklarınızdan süper bir ilk insanlığı anlatan filim olurdu
    mö 10000 yıl flimi gibi
    saygılar…..

  47. sercan dedi ki:

    EYYYYYYYYYYYY İNANÇLI ARKADAŞLAR NERDESİNİZ HADİ İDDALARIMI ÇÜRÜTECEK
    TEZLERİNİZİ BEKLİYORUM ,,,,,GÖRMEDİM OKUMADIM VAKTİM YOKDU GİBİ MAZERETLER UMARIM BULMASSINIZ ………

  48. 1okuyucu dedi ki:

    toro;

    güçlünün zayıfı ezmesi üzerine dizayn edilen doğa yasaları gereği güçlü olmaya çalışanların vermekte olduğu yaşam mücadelesinde güçlü olmaya çalışmasından doğal ne olabilir? güçlü olmaya çalışanların böyle davranmalarında vahşi doğa yasalarının hiç mi suçu yok? yada doğa yasalarını güçlünün ayakta kalacağı, zayıfın yok olacağı şekilde dizayn edenin hiç mi suçu yok?

    doğal olarak gücü eline geçiren, gücünü korumak için kendi hemcinsleriyle girdiği çıkar çatışmasında da onları pasifize edeceği yöntemler bulacaktı, haliyle bir varlığın doğa yasalarına aykırı davranacağını düşünemezsin, başka türlü davranmasını beklemek zorlama bir istek olur, nasıl dinler pasifize edilmek istenenleri sindirmek için icad edilmiş, enstrümanlarsa, doğa yasaları da canlı varlık için zorunlu olarak uymaları gereken bir kaos ortamından başka bir şey değildir, her ne kadar iyilik ve kötülük yoktur diyorsan da kaos ortamının iyi bir şey olduğu söylenemez?

    özetle vahşi doğa yasaları gereği nasıl davranması gerektiği belirlenen canlı varlığın, ne dinler tarafından nede başka gerekçelerle tek suçlu olarak gösterilmeye çalışılması bence pek adil değil, nede olsa ortadaki sonuçların sebeplerini insanoğlu yaratmadı, kim yarattıysa o da en az insanoğlu kadar suçlu.

    eğer özlediğin dünyaya kavuşmak istiyorsan, bunun yolu insan oğlu denen varlığı yok etmekten geçiyor?

    • toro dedi ki:

      Sayın 1okuyucu,

      Ben şovenist bir insan değilim! Hele kendi türümün şovenisti hiç değilim!

      Ben yorumladığınız yazımda kurgulanmış doğa yasaları (ben buraya bir tanrı koymuyorum) gereği hayatta kalmak için rakiplerini ekarte ederek en tepeye çıkan bir türün geldiği bu noktada kendini ilahi bir gücün neferi ya da eseri gibi görmesini eleştiriyorum! Sonuç itiribariyle zorlaya zorlaya dünya tarihinde kapladığı zamanı 1 milyon yıl olarak gösterip bunun ancak son 10.000 yılında egemen bir tür haline gelebilen insan bu dünyanın tarihinde yaklaşık 70 milyonluk bir zaman dilimini kaplayan ve bunun milyonlarca yılında egemen tür olan dinozorların gerisinde kalan bir etoburdur! Bu arada sanılanın aksine doğa vahşi değildir! Doğa milyarlarca yıl boyunca yaptığı trilyonlarca denemenin nihayetinde sadece güçlülerin hayatta kalabileceği bir düzen tutturmuştur! Bu vahşi denilen düzenin sayesinde insan denen varlık bugün en tepededir! Çünkü vahşi denen doğanın en vahşisi olmadan en tepeye çıkamazsınız! İnsan oğlu doğadaki diğer avcı rakiplerinin aksine tasarlayarak toplu şekilde öldürmeyi öğrenmiştir!Doğada avlanmak normal beslenme ritüelidir ama bu denli anormaline yer yoktur!

      Bakınız dünya zamanın 70 milyonunda hüküm süren dinozorların kendilerini çevreleyen doğaya karşı bir zararı olmadı! Geldikleri noktada doğanın dengeleriyle oynayarak avlanmadılar! Bu sayede doğa onlara 70 milyon yıl boyunca yaşam şansı verdi , daha da verecekti ama…

      Peki insanoğlunu sadece son 1000 yılda doğaya yani yaşadığı mekana verdiği zararı nereye koyacağız! Sayın 1okuyucu vahşilik ya da vahşet işte budur!

      Doğa vahşi değildir! Doğa yaşamı bu şekilde oluşturabileceğini deneyimlemiştir! İnsan haricinde doğadaki hiç bir canlı daha fazlasını istemez! Yıkmaz, yakmaz, diğerlerini görmezden gelmez! Bu nedenle insan vahşidir! En kötüsü vahşiliğini benliğinin en derinlerinde hala yaşatmakta ama bu gerçeğin algılanabilir şekilde ortaya çıkmasından ölesiye korkmaktadır!

      İşte o yüzden kendini kutsar, yaptığı vahşetin ilahi bir güç tarafından onaylandığını düşünerek kendini bu vahşeti devam ettirmeye motive etmeye çalışır, durur!

      Benim için gelinen nokta önemlidir! Gelinen noktada görüyorum ki vahşi olan insan kendi vahşetini maskelemek için sömürdüğü doğa da besin zincirinde geride bıraktığı diğer rakiplerini vahşi olmakla suçlamaktadır!

      Önceki yazımda söylediğim gibi, bundan sonra olması gereken insan denen varlığın asıl kimliğiyle yüzleşmesi yani etobur bir avcı olduğunu kabul ederek artık bir virüs misali tükettiği ama varlığını borçlu olduğuğu bu dünyayı terketmesi ve kendine geldiği duruma uygun bir gezegen bulması gerekmektedir! Aksi taktirde anormal bir şekilde zorladığı doğa kendini resetleyecek ve bunun sonucunda insan denen vahşi varlık sadece hayatta kalmak için varoluşuna uygun hareket eden diğer canlılarında kendisiyle beraber yok olmasını sağlayacaktır!

      Kainattaki hiçbir varlık kendisinde olmayan bir hakkı kendi insiyatifiyle var yapamaz!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bende şovenist değilim ama realiteyi de görmezden gelemiyorum, sen her ne kadar kurgulanmış senaryoya tanrıyı (mimarı) koymuyorsan da, bu doğa yasalarını tanrının kurguladığı gerçeğini değiştirmez,

        tanrının kurguladığı doğa yasaları güçlünün zayıfı ezeceği şekilde dizayn edildiyse, güçlü olanın zafer sarhoşluğu içerisinde, kendisine bir takım kutsiyetler yakıştırması, insan denilen varlığın fıtratında mevcut, bu durumu değiştirmek mümkün olamayacağına göre, eleştirmek eleştiri hakkını kullanmaktan öteye bir anlam ifade etmez.

        eğer dinazorlar da tıpkı insanlar gibi aynı yeteneklere sahip olabilselerdi, onlarda ellerindeki gücü kendilerine tanrıdan gelen bir ayrıcalık olarak düşünürlerdi, yani onlarda bir şeyler tasarlamayı becerebilselerdi aynı insan tipi davranışlar sergilerlerdi,

        böyle bir yeteneği olmayan canlıları da masum göstermeye çalışmak anlamsızdır, sonuçta onlarda tıpkı insanlar gibi beslenme ihtiyaçlarını bitkilerden ve av hayvanlarından sağlamıştır, çünki vahşi doğa yasaları beslenme enstrümanları olarak beslenmek zorunda olan canlı varlığa bitkileri ve av hayvanlarını sunmuştur, yani beslenme şekilleri canlı varlığın kendi tercihi olmayıp vahşi doğa yasaları tarafından dayatılmış bir sonuçtur,

        acaba, dinazorların yok oluşu, dünyanın evrimleşme sürecinde yaptığı çeşitli denemeler sonucu dinazorları yok etmesi gerektiğine inanması olabilir mi?

        insan oğlu yeryüzüne geldiğinde ilk önce beslenme ihtiyacını gidermenin çarelerini aramış, öyle ya onu yeryüzüne gönderen, onu besin maddelerine muhtaç kıldıysa insan oğluda haklı olarak beslenme ihtiyacını temin etmek için mecburen ayını armuduna, maymunun muzuna, tilkinin tavuğuna, tavşanın havucuna ortak olacaktı,

        bu nedenle hayvanlarla girdiği mücadelede deneme yanılma yoluyla evcilleştirebildiği hayvanları hem besleyerek hemde çoğaltarak et ihtiyacını karşılamayı öğrenmiştir, yani insan oğlu tedbirli davranarak et ihtiyacını karşılayan hayvanları koruma altına almıştır,

        avcı hayvanlar ise avladıkları av hayvanlarını besleyip çoğaltma gibi bir düşünceye sahip olmadıklarından beleşe konmayı tercih etmişlerdir, varlıklarını sürdürebilmeleri ise av hayvanlarının varlıklarını sürdürmesine bağlıdır,

        insan oğlu yaşam mücadelesinin sadece beslenmeyle sınırlı kalmadığını anlayınca ve yeteneklerinin farkına varınca insansı tavırlar sergilemeye başlamıştır, gücü elde etmenin yollarını öğrenmiş, elde ettiği gücü acımasızca kullanmaktan çekinmemiştir, çünki ayakta kalabilmenin ancak güçsüzü ezmekle mümkün olacağını görmüştür, bu hayvanlara değil insan oğluna verilen bir roldür, çünki senaryo yazarı yazdığı oyunun aktörlerine bu rolü vermiştir, yani verilen rolü oynayanlara o rolü oynatan senaristtir, cinayeti işleyen fail insan oğlu isede azmettiren de tanrıdır,

        gördüğün gibi ortada bir kutsiyet değil, azmettirenle kiralık katilin birlikte işlediği bir cinayet vardır, bu vahşete kutsiyet kazandırmak ise evrenin tanrısının değil, Kuranın tanrısının yaptığı bir şeydir, Müslümanlar güçsüzken alttan alırken, Müslümanlar güçlendiğinde savaş naraları atarak yaptırımlar dayatması bunun tipik bir örneğidir, öyle olunca da tanrıdan aldıkları güçle kendilerini kutsanmış addedenlerin haliyle kendilerini gücün neferi olarak görmelerinden daha doğal ne olabilir.

        insan oğlunun doğaya yaptıklarına gelince, eğer aslolan dünyanın ekolojik dengesiyse, insanların aynı hayvanlar gibi bir yaşam tarzını benimsemeleri gerekir, yani barınak yapmamaları, ağaç kesmemeleri, doğal kaynaklardan yararlanmamaları, ulaşım, enerji, vb. gibi teknolojik hamleler yapmamaları, kısaca aynı hayvanlar gibi doğal beslenme dışında hiçbir şey yapmamaları gerekir, bu mümkün olamayacağına göre insan oğlu doğayla ilgili eylemde bulunduğu sürece istediği kadar koruma tedbirleri alsın doğaya zarar verecektir,

        bu durumda doğa dinazorları yok ettiği gibi insan oğlunu da yok etmeyi deneyebilir mi? doğadan gelen tüm belâlara rağmen insan oğlu halâ varlığını sürdürebiliyorsa bunun olması çok zor görünüyor ama insan isterse canlı yaşamı yok ederek, dünyayı alelade bir gök cismine dönüştürebilir, yeter ki delinin biri elinin altındaki düğmeye basmaya kalkışmasın.

        son olarak, bir varlık kendisinde olmayan bir hakkı kendi inisiyatifiyle hak olarak görebiliyorsa bu onun böyle bir hakka sahip olduğuna inandırılmasından başka bir şey değildir, insanlar için bir ihtiyaç olduğunu söylediğin dinlerin yaptığı da bu.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Şu girişi gerçekten anlamadım;

        ”sen her ne kadar kurgulanmış senaryoya tanrıyı (mimarı) koymuyorsan da, bu doğa yasalarını TANRININ kurguladığı gerçeğini değiştirmez”

        Bu dinlerin tanrısının iddiası, siz dinlere inanıyormuydunuz ki tanrısını eylem söylemlerine de inanasınız? Doğa yasalarının tanrı tarafından konulduğunu nereden biliyorsunuz?

        Ya da şunu söyleyeyim bende sizin gibi rahatsız olsamda, ya vahşi dediğiniz doğa ancak vahşi olarak yani en güçlünün yani hayatta kalma azmi en fazla olanın seçilimiyle oluşabiliyorsa? Zaten bunun tersi mantıken mümkün olabilirmi? Hayat mücadelesi verenler içinde en sonunda hayatta kalacak olan daima en güçlüsüdür!

        Mesela yapılan bir sandalye kapmaca yarışmasında doğal sonuç en hızlının sandalyeyi kapması, doğal olmayan sonuç ise en hızlının üzülmesini istemediği birine bilerek sandalyeyi kaptırmasıdır! Bu durumda hikayeye sandalyenin bir şevkat nişanesi olarak verildiği kişiden devam eder onu yaşamın oluşumunun en önüne koyarsak ne olur? Hislermi realitemi?

        Bakın doğa hiç kimseye birşey sunmaz! Doğanın içindekiler diye birşey yoktur! Doğa bir bütündür ve bütünün elemanlarının tamamı kendilerine has eylemleriyle doğanın yani kendilerinin hayatta kalmasını sağlarlar! Bakın en basiti bir çiçek çiftleşebilmek için arıları kullanır! Onu öyle renkleri ve özütleriyle öylesine cezbeder ve kendine çeker ki arı dayanamaz ve özütü tatmak için çiçeğe konar ve çiçek o anda çiftleşmesini sağlayacak polenlerini onun ayağına bulaştırır! Bu dışarıdan bir sunuş değildir! Bizatihi işbirliğidir! Ya da şunu söyleyeyim çiçeklerin o göz alıcı renkleri ve ahenklerinin sadece ve sadece polen transferini sağlayacak hayvanları kendisine çekmek için evrimleştiğini düşünmek insanı biraz üzebilmi, ne dersiniz?

        Şu hayvanların beleşe konma durumunuda anlamış değilim! Doğada bir canlı sadece ihtiyacı kadar besleniyor ve bu sayede diğer türlerin de besin bulabilmesinin önünü açıyorsa bunun adı beleşçilikmidir!
        Aslanın sadece birer ısırık almak için 10 tane geyik öldürdüğünü düşünün! O geyiklerin geri kalanını leşyiyiciler tükettiğinde ormanda ki diğer avcılar ne avlayacak! Birde aslan bunu hergün yapsın, sonuç ne olur! Sadece ihtiyacı olanı tüketmenin neresi beleşçiliktir?

        ”insan oğlu yaşam mücadelesinin sadece beslenmeyle sınırlı kalmadığını anlayınca ve yeteneklerinin farkına varınca insansı tavırlar sergilemeye başlamıştır”

        Yukarıda ki cümlenize katılamayacağım! İnsansı tavır nedir? Bunu neyin ayırdınıdır? Yani doğada türlerin ulaşabileceği bir üst tavır yani insansılık diye birşey mi vardır ki insan insansı tavır sergilemeye başlamıştır!

        Ortadaki tek tavır tokluğun yaygınlaştırılması bu sayede açlığın vahşetinin perdelenmeye çalışılmasıdır! 0 noktasında yani tokluğun açlıkla buluştuğu yerin altına inildikçe tokluğun tozpembeliği yerini açlığın vahşetine bırakır! Afrikaya bakalım ve o yeteneklerinin farkına vararak insansı(!) tavır sergilemeye başlayan türümüzü seyredelim!
        Bakın bakalım açlığın şarkısının notaları orada bize insansı dediğiniz o üst tavrı anlatabiliyormu?

        Siz bir zalim tanrıya inanıyor ve yukarıda bazılarına itiraz ettiğim eylemleri onun yaptırdığını söylüyorsunuz!Dolayısıyla insanında onun suç ortağı!

        Ama ben dünyaya ya da evrenin herhangi bir yerinde yaşam barındıran herhangi bir gezegendeki yaşamı bir tanrının özel bir dizayn ile yarattığına, denetlediğine, kontrol ettiğine ve ortaya çıkan sonuçlara göre yargılar ve hükümler oluşturduğuna inanmıyorum!

        Bence tanrı elindeki materyalleri bir yapının içine boca etti ve onların birbiriyle kimyasal reaksiyonlarından doğacak sonuçları görmek istedi!

        Sonuç olarak bir tanrı kendisine benzer güçte olan başka bir tanrılar topluluğu içinde değilse eyleminin yanlış ya da doğru şeklinde bir sonucuda olamaz!

        Bir adada 3 kişi yaşarken tek yiyeceği 1 kişi tüketirse bu eylem diğer 2 kişinin tepkisiyle yanlış diye tanımlanabilir! Ama adada yaşayan sadece 1 kişi varsa o tek yiyeceği o tek kişinin yemesinin yanlış ya da doğru şeklinde oluşacak bir sonucu yoktur!

        İşte bu nedenle tanrı yanlış ya da doğru , günah ya da sevap gibi sonuçların tarafında olamaz, yaratıcısı hiç olamaz!

        Çünkü kainatın yaratıcısı aynı zamanda ortaya çıkmasına vesile olduğu kainatın iç düzenlemesini de yaparsa oluşacak her türlü problem ona yani başlangıç noktasına ulaşır! Bu nedenle bir tanrının iç tasarım yaptığı fikri bence anlamsızdır! Tanrı sadece vardır, ama ne kendine göre nede oluşmasına sebeb olduğu kainatın içinde var olanlara göre yanlış ya da doğru diye bir dizaynı üretmemiştir!

        Kainatın hiç bir yerinde iyilik ya da kötülük diye birşey yoktur!

        Bu insanların kendi içi dinamiklerinin uydurduğu bir hikayedir! Bir insan bir insanı öldürdüğünde ölenin tarafı için öldüren kötülük yapmış, ölende kötülüğe kurban gitmiş gibi tasvir edilir! Bu tarafların tepkisinin sonucuna verilen addır!

        Peki bir insan tasarlayarak ve tahammüden kendi türü harici bir varlığı öldürürse bunun adı insanlığın kendi iç dinamiğinde tanımladığı kötülüğün birebir karşılığı olarak yine o insan topluluğu tarafından aynı şekilde tepkilendirilir mi?

        Sadece türkiyede günde kaç tane hayvanın derisi yüzülüyor düşünürmüsünüz? İnsan buna vahşet diyormu? Peki bir aslan aynı şeyi bir insana yaptığında bunun adına ne deniyor? O nedenle vahşet kavramı bizim tarafsız olarak tanımlayabileceğimiz ve halimiz böyleyken tanrı,doğa ya da başka birşeye atfedebileceğimiz bir tanımlama değildir!

        Kısacası sizin tanrı tasfiriniz ile benimki ile uyuşmuyor!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        benim tasavvur ettiğim tanrıyı, her şeye burnunu sokan, bazı şeyleri sonradan bilip anlayan Kuranın tanrısıyla karıştırma, yoksa onu da çöpe atarım bilmiş ol.

        evreni ve canlı yaşamı yaratan tanrı onun işleyiş kurallarını niye koymasın? tanrı evreni ve canlı yaşamı yaratmış, işleyiş kurallarını belirlemiş, koyduğu kuralların nasıl işlediğini görmeye gerek bile görmemiş, çünki tanrı için evrenin ve canlı varlığın gösterebileceği davranışlar tanrının onlara verdiği rolden ibarettir, yani bu davranışlar tanrı için bir sürpriz değildir,

        bir yazılımcı, önceden kurguladığı Excel programının, yazılım içerisinde çalışıp çalışmadığını veya nasıl çalıştığını merak eder mi? yazılımcı kurguladığı Excel programının, kurgulandığı işleyiş biçiminin dışında her hangi bir işlevde bulunamayacağını bilir.

        nasıl ki dünyada, toprak çökmeleri sonucu dağlar, okyanuslar, adalar kıtalar meydana geliyorsa, veya karbon çağı, buzul çağı, vb. gibi evreler meydana geliyorsa, bu dünyaya yüklenen yazılım programının bir sonucudur, yani dünya kendisine biçilen rolü oynamaktadır, sanırım ne demek istediğimi anlamışsındır,

        o nedenle, eğer doğa yasaları tanrı tarafından konulmadıysa, bu tanrının olmadığı anlamına gelir, zaten ateistlerde ezelden beri var olan bir tanrının başlangıcı olmayan, dünya yılıyla katriliyonun katrilyonuncu kuvvetinin bile ezellik kavramının yanında önemsenmeyecek bir büyüklük olacağı sonsuz zaman diliminde, tanrının neden bu kadar süre pasip (standby) konumda kalıp birden bire yaklaşık 14 milyar yıl önce evreni, birkaç milyon yıl önce canlı yaşamı yaratmaya karar vermesinin tanrının yapacağı bir davranış olmadığı iddiasını öne sürerler, bir de sen evrenin işleyişinde tanrının hiçbir rolü olmadığını söylersen ortada tanrı diye bir şey kalmaz, yani bir tanrı varsa doğa yasaları tanrı tarafından konulmak zorundadır,

        nereden bildiğime gelince, benim tasavvur ettiğim tanrı modeli budur, eğer doğa yasalarını benim tasavvur ettiğim tanrı koymadıysa, onu da at çöpe gitsin,

        sandalye örneğinde, doğa yasalarına göre hiçbir varlık elindeki gücü başkasına devretmez, olsa olsa sandalyede otururken, rakibine yemek yediği tabağı uzatarak tabağın içindeki yemek artıklarını kemirmesine izin verir, sen tarihin Amerikaya biçtiği süper güç rolünde, Amerikanın diğer Ülkeleri sömürmeyeceğini düşünebilir misin?

        doğa hiç kimseye bir şey sunmaz diyorsun ama doğada her varlığın birbirine bir şeyler sunduğundan söz ediyorsun, yani bir işbirliğinden söz ediyorsun, doğa canlı yaşam için uygun ortamı yaratmasa ortada ne arı kalır nede çiçek,

        arı ve çiçek örneği, canlıların beslenme çoğalma ihtiyaçları için gösterdiği davranışlar, kendilerine yüklenen program gereği gösterdikleri bir davranıştır, bir çiçeğin üreyebilmek için evrim geçirdiği düşünülemez, çiçek için çok kısa olan yaşam sürecinde evrimleşmek için geçecek olan süre, çiçeğin ömründen daha uzun olduğunda çiçek çoğalamadan yok olup gidecektir.

        beleşçilik kıssasını insanın tedbirli bir varlık olduğunu belirtmek için yazdım, tamamen espriden ibaret, ciddiye alma,

        insansı tavır derken insanların davranış biçimlerine uygun tavır demek istedim, yani canlı varlıklar içinde her türlü naneyi yiyebilen istisnai bir örnek olduklarını kastettim, Afrikadaki açlarda insansı davranışların bir ürünü, genelde ellerine bırakılmış kitaplarla avutulurken sahip oldukları kaynakları alabildiğine sömürülmüş zavallı bir sürü,

        ben sebep olduğu sonuçlara bakınca, tanrının zalim olduğunu söylüyorum,(doğal felaketleri pas geçiyorum) eğer tanrı insanı yaratmasaydı, ne dünyanın ekolojik dengesi bozulurdu, nede diğer canlılar varlıklarını sürdürebilmek için, dağlara, verimsiz kıraç topraklara, çöllere sığınmak zorunda kalmazdı, insan denen zalim, bencil bir varlığı yaratan tanrının bu işte hiçbir dahlinin olmadığını düşünebilir miyiz?

        neyse sen buna kafanı takma, ben eğer tanrı insanı yaratmasaydı dünyanın durumu ne olurdu diye kendime sorduğumda, hayalimde rengarenk çiçeklerle donanmış dağları, kırları, ovaları, alabildiğine uzayıp giden yağmur ormanlarını, billur gibi suya sahip ırmakları, dünyanın her köşesine özgürce yayılmış hayvanları resmediyorum, yani ben realitedeki resme bakarak tanrının zalim olduğunu söylüyorum, tanrının insanı yaratma nedenini sorgulama hakkım olmasa da ortaya çıkan sonuca şerh koyuyorum,

        üç kişinin olduğu bir adada yiyeceği bir kişi tüketebiliyorsa, doğa yasalarına göre diğer ikisinin açlıktan ölmesi kaçınılmaz olur, tek bir yiyecekten söz etiğine göre ve mekan bir ada olduğuna göre büyük ihtimalle o yiyecek muz olmalı, ömrünün sonuna kadar muz yemek zorunda kalan bir adamın ızdırabını düşünebiliyor musun?

        elbette insan oğlu eylemlerinin sonuçlarını iyi veya kötü olarak tanımlandıracak, eğer her şeyi yapmak mübah olsaydı, en ilkel kabilelerde bile birlikte yaşamayı düzenleyen oto kontrol sistemleri kurulmazdı, yani her şey eylemlerin sonucu olarak ortaya çıkmış kavramlardır,

        doğa yasaları gereği beslenme amacıyla kesilen hayvanların derisinin yüzülmesi, deri sektöründe değerlendirilen ve bir çok kişinin rızkını kazanmasına sebep olan bir olaydır ama süs eşyası yapımında kullanmak için kürkü değerli sayılan hayvan katliamlarından söz ediyorsan, işte o vahşettir,

        eğer acımasızca eleştirdiğin insan oğlunu tanrı yaratmadı, onun eylemlerini düzenleyen yazılımı tanrı yazmadı diyorsan (yanlış ifade kullandıysan unut gitsin) , nötr olarak tanımladığın tanrıya benim inanmam mümkün değil, ezelden beri var olan ve varlığını 15 milyar yıl önce hissettirmeye başlayan bir tanrının evreni dizayn eden yazılımı yazmamış olması düşüncesi bana ters geliyor,

        evreni tasarlayan tanrının yarattığı evren, oluşumunu bir takım evrelerle tamamlamaya çalışsa da, bugünkü şekline ulaşmış hali, onu dizayn edenin istemediği bir sonuç yada beklemediği bir sonuç olamaz, yani düğmeye basılmış, çimentoyu harç yapacak makine otomatik olarak çalışmaya başlamış ve programlandığı şekilde çalışmasına devam ediyor, hemde başkaca bir müdahaleye gerek duymadan,

        benim tasavvur ettiğim tanrı ınsan oğlunu dizayn eden yazılıma insanların sahte tanrılara da inanabileceğini yazmıştır, tanrının bundan gocunacak bir tarafı da yoktur, çünki tanrı, insan oğlunu dizayn eden yazılıma arz talep denen kavramları da yüklemiştir, yani talep edenler olduğu sürece arz edenlerde olacaktır, arz talep meselesini üstü kapalı geçtim, sen anlarsın onu,

        özetle söylersek, beni sebeplerin sonuçları ilgilendirdiği için sebeplerin sonuçlarına uygun tanımlar yüklüyorum.

        not: kusura bakma ama senle yazışırken elimde olmayarak müzip tarafım depreşiyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Yazınızı okurken bazı şeyleri bira daha açıklamam gerektiğini gördüm, şöyleki;

        Diyorsun ki ”evreni ve canlı yaşamı yaratan tanrı onun işleyiş kurallarını niye koymasın?”

        Peki neden kural koysun? Ya da neden kural koymalı? Şimdi bizim algıladığımız ya da diğerlerinin de algıladığı tanrı figürleri için bir teklik olgusu artık sabitlenmiş! Yani bir tek tanrı var! Peki bu durumda ki bir tanrı yani kendi varlığının devamı için kurallarabağlanmamış olan tanrı neden evren için kural yaratsın ve bunu dayatsın! Bakın anlatmak istediğim şey şu!
        Adı kural olur, ceza olur ya da ödül olur! Bunların hepsi bir tanrının tanrılık vasfını ortadan kaldırır! Çünkü saydıklarımın hepsi tanrıyı ihtiyaçları,beklentileri ve ereği olan bir varlık haline getirir. Tek olan bir tanrının niye ereği olsun ki ya da bu ereğe neden canlılar yaratarak onların üzerinden gitmeye çalışsın!

        Bakın hiçlikten gelenin hiçliğe dönmesi bir ceza değildir! Hiçlikten türetilenin tekrar hiç olana kadar bir mekanda yaşatılmasıda ödül değildir! Tanrı sonuç olarak bir ”hiç”e kendi içinde katrilyon kere katrilyon kez spekülasyon yapabilme yetisi kazandırmıştır! Sonuç olarak tanrının bu spekülasyonlarının sonucunu bilmesi değil bilmemesi onu tanrı yapar! Bildiği şey onun can sıkıntısıdır, ama bilmediği şey onun yalnızlığında gözlediği sıradışı bir durumdur ve benim mantığıma göre amacıda budur!

        Benim tanrının ereğinden anladığım şey kainatın(önceden hiçlikti) içindekilerin tanrı tarafından düzenlenmesi değildir! Benim hiçlik dediğim yapının kendi kendine spekülasyon yapma yetisini kazandığı ilk an yani hiçliğe hareket sağlayan ilk dokunuş tanrının yegane müdahalesidir!

        Yani insanoğlu garip! Tanrı neden aslında hiç olmayan bir varlığı yarattıktan ve yaşatıp öldürdükten sonra başka bir mekanda ödüllendirsin ya da sonsuza kadar yaşatsın! Tanrının kendi yarattığı bir varlığa hem ceza ile hem ödül ile bu denli bağlanması mantıklımıdır? Sonuç olarak insan bir biyonik makinadır diye düşünüldüğünde…Bizim istediğimiz zaman fişini çekerek hareketsiz kıldığımız makinalarımız, robotlarmız var ise tanrının da istediği anda hareketsiz ya da hiç kılabileceği insanları vardır. Makinalarımıza ve robotlarımıza tanrının insanlara bağlandığı gibi bağlanırsak bunun adını psikologlar ne koyar varın siz düşünün!

        Diyorsun ki ”eğer doğa yasaları tanrı tarafından konulmadıysa, bu tanrının olmadığı anlamına gelir”

        Neden? Biz sadece bu gezegende mi yaşıyoruz? Tanrıyı dünyaya özgü doğa yasalarını düzenlemediği düşüncesiyle yadsıyabilirz ama doğanın içinde bulunduğu gezegenin içinde bulunduğu güneş sisteminin içinde bulunduğu galaksilerin içinde bulunduğu evrenin bir yaratıcısı olmadığını aynı kolaylıkta söyleyebilirmiyiz?

        Bakın yaratıcı illa tapılacak şey değildir! Bir korku ya da bir umut kaynağı değildir! O sadece katriyonkere katrilyonlarca spekülasyon yapmış,yapmaya devam eden ve içinde adı anılmayacak kadar önemsiz bir noktada oluşturduğu katriyonkere katrilyonlarca spekülasyondan sadece biri olan dünyanın ve içindeki bütün varlıkların ortaya çıkmasını sağlayan ”hiç”liğe hareket kabiliyeti kazandırandır!

        Bu onu doğanın kural koyucusu yapmasa da yaratıcısı yapmaya yeter!

        Diyorsun ki ”doğa hiç kimseye bir şey sunmaz diyorsun ama doğada her varlığın birbirine bir şeyler sunduğundan söz ediyorsun, yani bir işbirliğinden söz ediyorsun, doğa canlı yaşam için uygun ortamı yaratmasa ortada ne arı kalır nede çiçek,”

        Bunu ben ilgili parağrafın devamnda açıklamıştım halbuki! Doğa içindekilerden ayrılmış başka bir şey değildir! İçindeki herşeyin adı doğadır! İçindekilerin evrim aşamasında bireysel veya toplu olarak veya birbirleriyle ilişkili olarak yaptığı, yapacağı ve bu sayede yaşadığımız mekanı oluşturan ve oluşturmaya devam edecek deneyimlerin tamamının adıdır! Burada bir sunuş yoktur, bir işbirlği vardır! Doğa mekanın adı değil işbirliğinin adıdır! Düşünün dünyadaki bütün varlıklar kendi istekleriyle nefes almayı ya da fotosentezi bırakarak ölmeyi seçselerdi ve bu eylem tamamen başarılı bir sona ulaşsaydı kalan şeyin adı doğamı olurdu?

        Deri yüzme işine gelince! Varlıkların derisini yüzmenin adı bu eylemden birileri para kazanmaya başladığı anda vahşet değilde başka birşeymi olur! Peki insanların derisini yüzmeye alıştırılmış bir aslanın sahibi olan bir insana bu deriyi getirerek yiyecek alması deriyi alanın da bunu çeşitli şekillerde kullanması da bir rızıklanma olarak düşünülebilirmi? Bakın insanlık tarihinde kapakları insan derisinden yapılan kitaplar vardır! O zaman bu işlemde kitabı yapıp satan için bir rızıklanmadır ve hoşgörülmelidir!

        Sayın 1okuyucu türünü ne kadar da koruyur kolluyorsun öyle 🙂

        Bakın söz konusu tanrı olduğunda varlıkların sebebi bilme şansı yoktur ki sonucu değerlendirebilsin! Tek istisna tanrının sebebi her varlığa teker teker ve aracısız, doğrudan iletmesidir! Tanrı olmayan tanrı olanın kesin amacını nereden bilsin ki algısına göre sonuç dediklerini bu amaca bağlayabilisin?

        Sorun yok, bende yazılarımda gösteremediğim kadar muzip bir adamımdır 🙂

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        ben meslek çıkışlı okullarda okuduğum için, edebiyatla pek ilgim olmadı, okuduğum kitaplarda sadece ilgimi çeken konularla sınırlı oldu, bu yüzden kelime dağarcığım da sınırlı kaldı, kendimi ifade edemememin sebebi bu olsa gerek,

        kendi tanrı düşüncemi daha detaylı anlatmaya devam edeyim, umarım okurken sıkılmazsın,

        benim tanrıyla ilgili anlatmaya çalıştığım şu, tanrı kurguladığı evrende yarattığı canlı cansız her varlığa bir yazılım yükledi, [öyle bir yazılım ki üst versiyonlarını (güncelleme yazılımı veya geliştirici yazılım) içinde barındırıyor, mevcut versiyon işlevini tamamladığında bir üst versiyon otomatik olarak devreye giriyor] örneğin, dünya kendi ekseni etrafında ve güneşin etrafında dönüyorsa, bunu dünyanın kendi istediği için değil, tanrı tarafından böyle kurgulandığı için böyle bir aktivitede bulunduğunu düşünüyorum,

        örneğin ben şu anda klavyede bir şeyler yazıyorsam, tanrı insan oğluna verdiği akılla bilgisayarın, internetin icad edileceğini biliyordu, o nedenle tanrı benim internette yazı yazacağımı da biliyordu, tanrının bana yüklediği yetenekleri (eylemde bulunma kabiliyeti) benim kullanıyor olmam tanrının merak ettiği bir şey değil, yani ne zaman hangi eylemde bulunacağım tanrının bilmek istediği bir şey değil, çünki ben hangi eylemde bulunursam bulunayım, tanrı benim onun bildiğinden farklı bir şey yapamayacağımı biliyor,

        örneğin, ben kollarıma kanat takıp uçmak istesem tanrı benim uçamayacağımı bilir, çünki beni dizayn eden tanrı bana uçma yeteneği vermemiş ama aynı zamanda tanrı benim böyle bir denemede bulunacak kadar meraklı olduğumu da bilir, yapıp yapmamam ise onun bilmek istediği bir şey değildir, yani tanrı sebepleri yarattı, sebeplerin nasıl sonuçlanacağını bildiği için ola gelen sonuçları merak etmeye bilmeye gerek görmüyor? belki şöyle göz ucuyla çaktırmadan bakarak internetin hangi yılda icad edildiğini merak ediyor olabilir,

        özetle söylersem, tanrı benim neler yapabileceğimi biliyor neler yapmak gerektiğine karışmıyor, zaten karışsaydı, hatalı üretim yapan bir tanrı tanrı figürü ortaya çıkardı, yani hatalarını örtmek için manuel olarak müdahale eden bir tanrıdan söz etmiş olurduk, o da zaten tanrılık ilkesiyle bağdaşmazdı, (bitmedi, devam edecek)

        ben, doğa yasaları derken canlı cansız tüm varlığın yaşamını sürdürebilmek için yapmak zorunda olduğu davranış şeklini kastediyorum ve bu davranış şekillerini evrene hükmeden gücün belirlediğini söylüyorum, canlı varlığın yaşamını sürdürmek için vermek zorunda olduğu yaşam mücadelesinin zor ve acımasız olduğunu söylüyorum,

        “””””Deri yüzme işine gelince! Varlıkların derisini yüzmenin adı bu eylemden birileri para kazanmaya başladığı anda VAHŞET değilde başka birşeymi olur! Peki insanların derisini yüzmeye alıştırılmış bir aslanın sahibi olan bir insana bu deriyi getirerek yiyecek alması deriyi alanın da bunu çeşitli şekillerde kullanması da bir rızıklanma olarak düşünülebilirmi? Bakın insanlık tarihinde kapakları insan derisinden yapılan kitaplar vardır! O zaman bu işlemde kitabı yapıp satan için bir rızıklanmadır ve hoşgörülmelidir!”””””

        doğa yasaları tarafından mecbur bırakıldığı için acımasızca davranmak zorunda kalan insanın eylemlerini vahşet olarak tarif etmen, doğa yasalarının vahşiliğini yeterince açıklıyor,

        hiçbir canlı kendi isteğiyle nefes almayı veya fotosentez yapmayı bırakmaz, üstelik vahşi doğa yasalarının önüne koyduğu tüm engellere rağmen yaşam mücadelesinden asla vazgeçmezken böyle bir şeyi düşünmez, (o dediğini sapkın dini inançlara sahip tarikat mensupları yapar) varsayalım yaptılar, evreni düzenleyen yasalar, içerisinde canlı varlık olmasa da yine aynen devam ederdi, yani evren tıpkı insansız uzay gemisi gibi yoluna devam ederdi,

        (yukarıda yarım kalan aşağıda devam ediyor)

        “”“”türünü ne kadar da koruyur kolluyorsun öyle”””

        yukarıdaki cümleyi” türümüzü ne kadar da koruyup kolluyorsun öyle” şeklinde değiştiriyorum, çünki ikimiz de ayni vahşi türün birer üyesiyiz, yani ikimizde insanız,

        diyorsun ki tanrı hiçliğe hareket sağlayan ilk dokunuşu yapmış, gerisine karışmamış, her şey kendi kendine oluşmuş, (umarım yanlış anlamamışımdır)

        peki, tanrı hiçliği harekete geçiren ilk dokunuşu yapmamış olsaydı, insan var olur muydu?
        tanrı hiçliği harekete geçiren ilk dokunuşu yapmamış olsaydı, insanı acımasız olmak zorunda bırakan doğa yasalarının (yaşam koşullarının) varlığından söz edilebilir miydi?

        tanrının hiçliği harekete geçiren ilk dokunuşu yaparak sebep olduğu sonuçlardan sorumlu olmaması düşünülebilir mi? sonuçlara bakarak suçu insan oğluna yüklemek sonuçların sebebini görmezden gelmek değil midir?

        eğer tanrı, hiçliği harekete geçiren ilk dokunuşu yapmamış olsaydı, acımasızca suçlanacak bir insan da olmayacaktı, o nedenle tanrı sebep olduğu sonuçların sorumluluğundan muaf tutulamaz.

        gördüğün gibi türümüzü korumuyorum, insanın acımasız bir varlık olduğunu kabul ediyorum ama eğer ortada bir suçlu varsa, suçun faili insan, suçun sebebi de tanrıdır diyorum,

        o nedenle sonuçlarına bakarak acımasızca suçladığımız, vur abalıya misali günah keçisi yaptığımız, varlığı, hiçliği harekete geçiren ilk dokunuşun sonucunda meydana gelen insanı her şeyin sorumlusu tutarak sonuçların tek suçlusu gibi göstermek bana pek adil gelmiyor,

        keşke tanrı, ezel denen sonsuz bir zaman diliminde uyku modunda beklerken, bekleyişine devam etseydide, sebep olduğu sonuçları konuşamıyor olsaydık,

        sonuç olarak, benim tasvir ettiğim tanrı figürünün yırtamadığı gibi, senin tasvir ettiğin tanrı figürü de suça azmettiren tanrı figüründen yırtamadı,

        tasavvur ettiğin tanrı figürüne de eleştiri getirdiğim için kusuruma bakmasın herhalde

        son olarak, tanrının amacının ne olduğunu bilemem ama tanrıyla ilgili bildiğim tek şey, varlığının bir anlamı olması için bana muhtaç olduğudur.

      • Nuri Baba dedi ki:

        İki güzel insanın sohbetine de doyum olmuyor…

        Yargıtay’ın 9.Başkanı Sayın İmren Öktem Beyefendi 1966 yılında ki bir konuşmasın da Voltaire’in sözünü yineleyerek “Tanrı’yı insanlar yaratmıştır” demiştir..

        1969 yılında vefat ettiğinde de cenaze namazının kılınmasını yobazlar önlemeye çalışmışlardı..

        İşte tam o gün de, babamın gittiği caminin imamı geldi ve ” Abi, Allahı insanlar yaratmıştır diyen kafirin namazı kılınır mı ?” dediğin de, babamın yanıtını gençliğimin verdiği cehaletle merak ediyordum…

        “”Bak Ali, eğer dünyada insanlar olmasaydı, ezanı kurtlar okuyup, secdeye ağaçlar mı varacaktı.”” dedi ve imamın tövbe estağfurullah diyerek dükkandan çıkması bir oldu…

        İşte ben de o günden sonra cahilliğimle çok savaşarak, bu konularda bir şeyler öğrenmeye çabaladım ve öyle bir noktaya geldim ki ; İslam İlmihalinden, Fıkıh kitaplarına, bir dolu Kur’anın Meallerinden Tevrata ve en son da Sayın Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendinin Sümer – Babil Çok Tanrılı dinlerine kadar karıştırdım, çorba yaptım, salata yaptım ve sonunda çok lezzetli bir yemek çıktı ortaya…

        Yemeğin lezzeti, içinde Tanrı baharatının olmayışı idi…

        Tanrı’nın varlığı, evrende ki yıldızların sayısı olan Katrilyonda bir bile değildi…

        Yoksa siz hala “Tanrı var” mı diyorsunuz ?

        Madem ki var, Tayyibin servetine servet katmak için kendisini kullandıracağına, biraz da Soma’da ki alınteriyle namuslarıyla geçinen insanları kollasaydı değil mi ?

        Yoksa hepsinin eceli gelmişti de, fırsat bu fırsat mı demişti sizin uydurduğunuz Tanrı…

        Ha bu arada dinleri de soran olur diye söyleyeyim…

        Dinler, bizlerin sohbetlerine konu bile olamaz…Olur diyenler, Ebu Talip’i biraz araştırsınlar yeter…!!!

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Nuri baba;

        sanırım toroyla yaptığımız sohbette, uydurulmuş sahte tanrılarla işimizin olmadığını anlamışsındır,

        herkesin kendine göre oluşturduğu bir düşünce şekli vardır, bu düşünceler sonucu ulaştığı bazı kanılar vardır, bu kanılar doğruda olabilir yanlışta, yani kişinin düşüncesi kişinin kendini bağlar, o nedenle kimse kimseye kimseye düşünceleri dayatma hakkına sahip değildir ama bu düşünce açıklama hakkına engel değildir, bu bağlamda bizim yaptığımıza fikir cimnastiği diyebilirsin,

        tanrıya neden inandığıma gelince, bırakın diğer türleri ve evrenin işleyişini, sadece insan denen varlığın fizyolojisini incelediğimizde, hiç durmaksızın çalışan pompalama sistemlerinin (kalp), arıtma tesislerinin, (karaciğer, böbrek) boşaltım tesislerinin, (bağırsaklar) hele yer çekimi kuvvetini de yenerek, başta beyin olmak üzere vücudun her yerine pompalanan kan dolaşım sistemlerinin ve daha bir çok özelliklerinin karşısında hayranlığımızı gizleyemediğimiz insan vücudunun ve diğer varlıkların deneme yanılma yoluyla tesadüfen yaratıldığına inanmak bana zor geliyor, bu konuda ne yaptıysam kendimi ikna edemedim,

        ama senin bir görevin var ve bundan kaçamazsın, biliyorsun cennette erkeklere ödül olarak huriler, kendileri cennete, kocaları cehenneme gittiği için cennette dul statüsünde olacak kadınlara da ödül olarak Nuriler verilecek, o nedenle senin bir görevin var?

        her halde bunun fıkrasını da bilirsin, hani adamın bir cami imamına cennette kadınlara ne verilecek diye sormuş, aldığı cevap üzerine, cennete gitmesini engellemek için zor kullanarak karısına her türlü ibadeti yasaklamış?

        o günden sonra, karılarını Nurilere kaptırmak istemeyen erkekler de ne olur ne olmaz! ya cehenneme gidersem? endişesiyle aynı yola baş vurmuş?

        sen yinede fıkradan haberi olmayanların olabileceğini düşünerek bekleme modunda kal, artık nasibine kaç tane dul düşer, orasını bilemem.

        Ebu Talip olmasaydı, İslamiyet denen bir din, yayılamadan tarihin çöplüğüne giderdi, dinlerden nemalananların kendi çıkarları için sürdürdüğü dinler arası rekabet olmasaydı, bütün dinler tarihin çöplüğüne giderdi.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Bakın yazınızda şunu sezinliyorum. Siz dünyayı evreni konuşurmuş gibi konuşuyorsunuz! Bakın en sevdiğim şeyi yapayım, sizden de yapmanızı rica edeyim.

        Hayatınız boyunca gittiğiniz en büyük kumsalı hayal edin. O kumsalın tam başlangıç noktasında olduğunuzu düşünerek kumsalın sonuna doğru bakın! Ne kadar kum tanesi vardır, tahmin edebilirmisiniz? Şimdi bence tahmin edemeyeceğiniz kum sayısını bildiğiniz en büyük sayıyla çarpın! Ortaya nasıl bir kum denizi çıkardı hayal etmeye çalışın. Son olarak kum yığının son halinden bir kum tanesi alın ve işaret parmağınızın ucuna koyarak bakın!Sonra ona bakmayı bırakıp geride kalanlara bakın!Sonra tekrar işaret parmağınız ucundaki kum tanesine bakın! Elinizdeki kum tanesi bizim adına dünya dediğimiz yerdir geride kalan ise o bir tek kum tanesi içinde yaşayan ve besin zincirinin en tepesinde olması hasebiyle dünyanın egemeni olan insanın hiç bilmedi evren!

        Şimdi biz hiç bilmediğimiz bir evreni ve o evreni spekülasyon yapar hale getiren ilk ve son dokunuşun sahibini neyi bilerek suçlu ilan edeceğiz? Sizin bana verdiğiniz argümanların tamamı dünyadaki yaşamın kendine özgü birikiminin sizden yansıyan halidir! Bakın bizim yani insanın adına vahşet dediğimiz şeyin vahşet olduğunu nereden biliyoruz?

        Ben size özellikle söyledim! İnsan vahşidir söylemi insanın sadece bu gezegende yaptığı eylemlerin bu gezegenin doğal döngüsü içinde anormal hale gelmiş hali içindir! Ben hala bu gezegeni konuşuyorum, dışına henüz çıkmadım! Bu gezegenin doğa yasaları vahşi değildir! Doğa yasaları bir anormalliğin tezahürü değildir!

        Bakın biz dünyadaki diğer türlerin aksine bir hareket tarzı geliştirdik! Hep daha fazlasını istiyoruz.Bunun sonucunun doğayı ne hale getirdiği ve sonucunda bizide ne hale getireceğini de yine kendimiz öngörüyoruz zaten! Bakın hiç bir aslan ormanda bir geyiği karnını doyurmak için yerken sizin arabanızla lokantaya gidip yemek yemenizi engellemez! Ama siz arabınızla evden işe giderken arabınızdan saldığınız karbonmonoksit gazıyla onun birgün avlanacak bir ormanı olmamasını sağlarsınız! Siz karbonmonoksit gazını ekarte etmenin yolunu bulur ve türünüzü idame ettirebilirsiniz ama o aslan ve diğer türler yok olur! Tür olarak yaptığınız eylem sadece sizin geleceğinizi değiştirmiyor, bütün türlerin geleceğinide değiştiriyorsa siz sadece kendi insiyatifinizle diğer türlerinde kaderini yazmış olursunuz! İşte vahşet budur! O nedenle dinozorları örnek gösteriyorum! Sadece 1 milyon yıldır dünyada var olabilen bir türün son 10 000 yılında doğanın içselleştirilmiş işbirliğine yaptıklarıyla, dinozorların 70.000.000 yılda yapamadıklarını karşılaştırıyor ve vahşetin kimin eseri olduğunu söylüyor,vahşinin de kim olduğunu parmakla gösterebiliyorum!

        Şimdi bu noktada dinozorun yapamadığı vahşiliği yapan insanın yaptıklarının sorumlusu olarak neden bir yaratıcıyı göstereyim ki? Eğer sizin gibi düşünüp programlanmış varlıklar var dersem, her canlı varlık gibi dinozorların da programlanmış varlıklar olduğunu düşünmem gerekir! O zaman dinozorlarda gerçekleşmeyen anormallik, insanlarda geliştiğinde tanrıya atma kolaycılığını sorgular hale geliriz! Bakın dinozorları aptal, beyinsiz hayvanlar olarak nitelendirmeyin! Şuan daki algı yönlendirmesine dayanarak ta milyonlarca yıl önce yaşayan türlerin dört ayak üstünde olduklarını varsaymayın! Dinozorlar zamanında türlerin çoğu iki ayak üstüne kalkmıştı!Hiçbir tür dönemsel zekaya ulaşmadan varlığını milyonlarca yıl sürdüremez!

        Şimdi tekrar tanrıya dönersek! Sizin eylemin sonucu eylemin sahibini sorumlu kılar teziniz kısmen doğrudur! Ama kısmenden arta kalan tarafı bana göre yanlıştır! Çünkü bahsettiğimiz şey tanrıdır! Nasıl bir tanrı başlattığı hareketin sonuçlarından sorumlu olur! Tanrının yaratma eyleminin sonucu yaratanın yarattıklarıyla etik kurallar sözleşmesi yapmasımıdır? Öyle olsa bile etik kuralların etik kurallar olduğunu bilecek olan yaratılanmıdır? Sizin söylediğiniz herşey kural koyduğunu SÖYLEYEN bir tanrı için geçerlidir! Kural koyduğunu söylemeyen bir tanrının kural koyduğunu söylemenin dayanağı sadece dünyaya ait sebep-sonuç ilişkileri olabilirmi?

        Ya da başka sizin yolunuzdan giderek bir örnek daha vereyim! Bir öğretmen 40 kişilik bir sınıfta sınav yapar ve sınavdan 2 öğrenci kalırsa, o iki öğrencinin sınıfta kalmasının sorumlusu olarak sınavın yapılmasını gösterebilirmiyiz? Çünkü sınav yapılmasa o iki öğrencinin sınıfta kalmayacağını söyleyenler de çıkacaktır!

        Bakın tanrı denen varlık yarattıklarına yaratıldıkları anda bir sözleşme veriyor ve bu sözleşmeye kendisi uymuyorsa bir sorumluluktan bahsedilebilir! Ama sizde bende böyle bir tanrıya inanmıyoruz! Benim bahsettiğim tanrı için insan bir önem arzetmiyor! Tanrıyı elindeki bir avuç taşı yere atıp oluşan şekilleri izleyen bir varlık olarak hayal edin!

        Şunu yanlış anlamayın tanrı hiçliğe hareket veren ilk dokunuşu insan diye bir varlık ortaya çıksın diye yapmadı! Ayrıca bana o dokunuşun sadece bu dünyada insandan daha başka türlerin ortaya çıkmasını sağladığı düşünüldüğünde evrende daha nelerin ortaya çıkmış olabileceği fikrinden daha çok heyacanlandıran birşey yok!

        Siz benim varlığına inanıyorum dediğim tanrıya ya da yaratıcı güçe taptığımı, birşeyler talep ettiğimi, ona varmaya çalıştığımı benden duydunuzmu? İhtiyaçları olmayan bir varlığa ihtiyaçları biz yükleriz! Eğer ben tanrının il dokunuşunda durmazsam diğerlerinin yaptığı gibi yapar ve bir tanrı dizayn etmeye başlarım! İşte o zaman o tanrı benim dünyevi hayatımdaki insani beklentilerin yansıması olarak tezahür eden bir tanrı haline gelir! Bu dizaynın sonucu ihtiyaçları olan bir tanrıdır! Ama aslında bu ihtiyaçları olan insanın kendinin zıddı olmayı hayal etmesinden başka birşey değildir! İnsan aslında tanrıyı değil ihtiyaçları olmayan bir insan olmayı hayal eder! Ya da ihtiyaçlarına istediği anda ulaşan! Cennet hayali işte böyle bir beklentinin tezahürü olarak dünyadaki bütün halkların inanışlarında yer bulur! Demek istediğim bu hayalde aslında, insana ihtiyacı olan tanrı, tanrıyı yaratan ise insandır!

        Bakın benim önceki yazımda altını çizdiğim şey insanın ne olduğunu kabullenmesiydi! Benim karşı çıktığım şey ne olduğunu kabullenmeyen insanın ayrıca kendini olmayan bir kutsallıkla bezemeye çalışma hayalciliğidir! Yukarıda bahsettim beklentilere sahip olan insanın kendisini tanrıyla konuşabilecek kutsiyette bir varlık olarak görme kibiridir!

        Dünya bizim değildir 1okuyucu! Bizim olmayan dünyaya yaptığımız şeylerin sorumlusu da var olan ya da olmayan tanrılar değil sadece bizizdir!

        Bu arada seni okumaktan asla sıkılmadım.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Bakın yazınızda şunu sezinliyorum. Siz dünyayı evreni konuşurmuş gibi konuşuyorsunuz! Bakın en sevdiğim şeyi yapayım, sizden de yapmanızı rica edeyim.

        Hayatınız boyunca gittiğiniz en büyük kumsalı hayal edin. O kumsalın tam başlangıç noktasında olduğunuzu düşünerek kumsalın sonuna doğru bakın! Ne kadar kum tanesi vardır, tahmin edebilirmisiniz? Şimdi bence tahmin edemeyeceğiniz kum sayısını bildiğiniz en büyük sayıyla çarpın! Ortaya nasıl bir kum denizi çıkardı hayal etmeye çalışın. Son olarak kum yığının son halinden bir kum tanesi alın ve işaret parmağınızın ucuna koyarak bakın!Sonra ona bakmayı bırakıp geride kalanlara bakın!Sonra tekrar işaret parmağınız ucundaki kum tanesine bakın! Elinizdeki kum tanesi bizim adına dünya dediğimiz yerdir geride kalan ise o bir tek kum tanesi içinde yaşayan ve besin zincirinin en tepesinde olması hasebiyle dünyanın egemeni olan insanın hiç bilmedi evren!

        Şimdi biz hiç bilmediğimiz bir evreni ve o evreni spekülasyon yapar hale getiren ilk ve son dokunuşun sahibini neyi bilerek suçlu ilan edeceğiz? Sizin bana verdiğiniz argümanların tamamı dünyadaki yaşamın kendine özgü birikiminin sizden yansıyan halidir! Bakın bizim yani insanın adına vahşet dediğimiz şeyin vahşet olduğunu nereden biliyoruz?

        Ben size özellikle söyledim! İnsan vahşidir söylemi insanın sadece bu gezegende yaptığı eylemlerin bu gezegenin doğal döngüsü içinde anormal hale gelmiş hali içindir! Ben hala bu gezegeni konuşuyorum, dışına henüz çıkmadım! Bu gezegenin doğa yasaları vahşi değildir! Doğa yasaları bir anormalliğin tezahürü değildir!

        Bakın biz dünyadaki diğer türlerin aksine bir hareket tarzı geliştirdik! Hep daha fazlasını istiyoruz.Bunun sonucunun doğayı ne hale getirdiği ve sonucunda bizide ne hale getireceğini de yine kendimiz öngörüyoruz zaten! Bakın hiç bir aslan ormanda bir geyiği karnını doyurmak için yerken sizin arabanızla lokantaya gidip yemek yemenizi engellemez! Ama siz arabınızla evden işe giderken arabınızdan saldığınız karbonmonoksit gazıyla onun birgün avlanacak bir ormanı olmamasını sağlarsınız! Siz karbonmonoksit gazını ekarte etmenin yolunu bulur ve türünüzü idame ettirebilirsiniz ama o aslan ve diğer türler yok olur! Tür olarak yaptığınız eylem sadece sizin geleceğinizi değiştirmiyor, bütün türlerin geleceğinide değiştiriyorsa siz sadece kendi insiyatifinizle diğer türlerinde kaderini yazmış olursunuz! İşte vahşet budur! O nedenle dinozorları örnek gösteriyorum! Sadece 1 milyon yıldır dünyada var olabilen bir türün son 10 000 yılında doğanın içselleştirilmiş işbirliğine yaptıklarıyla, dinozorların 70.000.000 yılda yapamadıklarını karşılaştırıyor ve vahşetin kimin eseri olduğunu söylüyor,vahşinin de kim olduğunu parmakla gösterebiliyorum!

        Şimdi bu noktada dinozorun yapamadığı vahşiliği yapan insanın yaptıklarının sorumlusu olarak neden bir yaratıcıyı göstereyim ki? Eğer sizin gibi düşünüp programlanmış varlıklar var dersem, her canlı varlık gibi dinozorların da programlanmış varlıklar olduğunu düşünmem gerekir! O zaman dinozorlarda gerçekleşmeyen anormallik, insanlarda geliştiğinde tanrıya atma kolaycılığını sorgular hale geliriz! Bakın dinozorları aptal, beyinsiz hayvanlar olarak nitelendirmeyin! Şuan daki algı yönlendirmesine dayanarak ta milyonlarca yıl önce yaşayan türlerin dört ayak üstünde olduklarını varsaymayın! Dinozorlar zamanında türlerin çoğu iki ayak üstüne kalkmıştı!Hiçbir tür dönemsel zekaya ulaşmadan varlığını milyonlarca yıl sürdüremez!

        Şimdi tekrar tanrıya dönersek! Sizin eylemin sonucu eylemin sahibini sorumlu kılar teziniz kısmen doğrudur! Ama kısmenden arta kalan tarafı bana göre yanlıştır! Çünkü bahsettiğimiz şey tanrıdır! Nasıl bir tanrı başlattığı hareketin sonuçlarından sorumlu olur! Tanrının yaratma eyleminin sonucu yaratanın yarattıklarıyla etik kurallar sözleşmesi yapmasımıdır? Öyle olsa bile etik kuralların etik kurallar olduğunu bilecek olan yaratılanmıdır? Sizin söylediğiniz herşey kural koyduğunu SÖYLEYEN bir tanrı için geçerlidir! Kural koyduğunu söylemeyen bir tanrının kural koyduğunu söylemenin dayanağı sadece dünyaya ait sebep-sonuç ilişkileri olabilirmi?

        Ya da başka sizin yolunuzdan giderek bir örnek daha vereyim! Bir öğretmen 40 kişilik bir sınıfta sınav yapar ve sınavdan 2 öğrenci kalırsa, o iki öğrencinin sınıfta kalmasının sorumlusu olarak sınavın yapılmasını gösterebilirmiyiz? Çünkü sınav yapılmasa o iki öğrencinin sınıfta kalmayacağını söyleyenler de çıkacaktır!

        Bakın tanrı denen varlık yarattıklarına yaratıldıkları anda bir sözleşme veriyor ve bu sözleşmeye kendisi uymuyorsa bir sorumluluktan bahsedilebilir! Ama sizde bende böyle bir tanrıya inanmıyoruz! Benim bahsettiğim tanrı için insan bir önem arzetmiyor! Tanrıyı elindeki bir avuç taşı yere atıp oluşan şekilleri izleyen bir varlık olarak hayal edin!

        Şunu yanlış anlamayın tanrı hiçliğe hareket veren ilk dokunuşu insan diye bir varlık ortaya çıksın diye yapmadı! Ayrıca bana o dokunuşun sadece bu dünyada insandan daha başka türlerin ortaya çıkmasını sağladığı düşünüldüğünde evrende daha nelerin ortaya çıkmış olabileceği fikrinden daha çok heyacanlandıran birşey yok!

        Siz benim varlığına inanıyorum dediğim tanrıya ya da yaratıcı güçe taptığımı, birşeyler talep ettiğimi, ona varmaya çalıştığımı benden duydunuzmu? İhtiyaçları olmayan bir varlığa ihtiyaçları biz yükleriz! Eğer ben tanrının il dokunuşunda durmazsam diğerlerinin yaptığı gibi yapar ve bir tanrı dizayn etmeye başlarım! İşte o zaman o tanrı benim dünyevi hayatımdaki insani beklentilerin yansıması olarak tezahür eden bir tanrı haline gelir! Bu dizaynın sonucu ihtiyaçları olan bir tanrıdır! Ama aslında bu ihtiyaçları olan insanın kendinin zıddı olmayı hayal etmesinden başka birşey değildir! İnsan aslında tanrıyı değil ihtiyaçları olmayan bir insan olmayı hayal eder! Ya da ihtiyaçlarına istediği anda ulaşan! Cennet hayali işte böyle bir beklentinin tezahürü olarak dünyadaki bütün halkların inanışlarında yer bulur! Demek istediğim bu hayalde aslında, insana ihtiyacı olan tanrı, tanrıyı yaratan ise insandır!

        Bakın benim önceki yazımda altını çizdiğim şey insanın ne olduğunu kabullenmesiydi! Benim karşı çıktığım şey ne olduğunu kabullenmeyen insanın ayrıca kendini olmayan bir kutsallıkla bezemeye çalışma hayalciliğidir! Yukarıda bahsettim beklentilere sahip olan insanın kendisini tanrıyla konuşabilecek kutsiyette bir varlık olarak görme kibiridir!

        Dünya bizim değildir 1okuyucu! Bizim olmayan dünyaya yaptığımız şeylerin sorumlusu da var olan ya da olmayan tanrılar değil sadece biziz!

        Bu arada seni okumaktan asla sıkılmadım.

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bir gece vakti adamın biri, lafını esirgemeyen bir arkadaşını bir şairle tanıştırmak üzere birlikte şairin evine giderler, eve yaklaştıklarında şairin bahçede bağdaş kurmuş bir vaziyette otururken, önündeki bir kaba bakarak elindeki kâğıtlara bir şeyler yazdığını görürler,

        selamlaşma ve tanışma faslı bittikten sonra, şaire tanıştırılan adam şaire, “niye önündeki tasın içerisindeki suya bakarak bir şeyler yazıyorsun?” diye sorar, şair, “ben şairim, şiir yazmam için bana ilham verecek şeylere ihtiyaç duyarım, o nedenle gökteki ay’ın tasın içerisindeki suya akseden görüntüsünden ilham alarak şiir yazıyorum” der, bu cevap karşısında kendini tutamayan adam, “bre …….! Eğer ensende çıban yoksa, kafanı gökyüzüne kaldırıp gerçeğinden ilham almayı denesen olmaz mı?” der ve yürüyüp gider,

        kum tanesini kum denizi yapmayı hayal ettim, bir kum tanesini elime almayı denedim ama kum tanesinin üzerinde kendimi göremedim, bende gerçeğine bakmayı daha uygun buldum, bakmamdan gıcık kapmış olmalı ki “ bana niye bakıyorsun?” diye diklenmeye kalkıştı, “hiç, belki biraz sohbet ederiz” diye bakmıştım dedim, bunun üzerine bana bazı sorular sormaya başladı,

        -milyarlarca yıldızdan meydana gelen milyarlarca galaksiden söz ediliyor, doğru mu?
        -gök cisimlerini tek tek sayacak teknoloji olmadığı için öyle tahmin ediliyor,
        -samanyolu galaksisinde benden başka mavi nokta var mı?
        -bilemiyorum olabilirde, olmayabilirde,
        -diğer galaksilerde mavi nokta var mı?
        -bilemiyorum olabilirde, olmayabilirde,
        -sonsuz boşlukta bizim evrenimizden başka evrenler var mı?
        -bilemiyorum olabilirde, olmayabilirde,
        -sende hiçbir şey bilmiyorsun,
        -ne yapayım, henüz insanoğlu senin bu sorularının cevabını verecek teknolojiyi bulamadı,
        -sana milyarlarca galaksi içerinde bir tek Samanyolu galaksisinde mavi nokta olacağı mantıklı geliyor mu?
        -böyle düşünmekte haklısın, bana da mantıklı gelmiyor,
        (ufo gördüğünü iddia edenlere inanmıyorum)

        sohbete devam ederken, o sırada slogan atarak ilerlemekte olan topluluğun içerisinden bir adam bize doğru koşarken bir yandanda cep telefonuyla konuşuyor, belli ki gurupla birlikte yürürken telefonu çalmış, konuşabilmek içinde gürültüsüz bir ortam aramış,

        -bu adam ne yapıyor?
        -cep telefonuyla haberleşiyor,
        -hangi iletişim vasıtasıyla haberleşiyor?
        -baz istasyonları vasıtasıyla
        -baz istasyonlarının benim ekolojik dengeme zararı var mı?
        -radyasyon yaydığını iddia ettikleri için canlı varlığa zararı var,
        -bu adamın elindeki pankartta ne yazıyor?
        -“baz istasyonlarına hayır” yazıyor,
        -baz istasyonlarına karşıysa niye cep telefonu kullanıyor?
        -nimetine balıklama atlayıp, külfetine tu kaka diyen ikiyüzlülerden olduğu için…

        o sırada slogan atarak yürüyen başka bir gurubu işaret ederek,
        -bu adamlar niye slogan atıyorlar?
        -çeşitli enerji kaynaklarını elektrik enerjisine çeviren santrallara karşı oldukları için,
        -bu santralların benim ekolojik dengeme zararı var mı?
        -karbon monoksit veya radyasyon gibi çevresel zararları var,
        -peki, bu adamlar santrallara karşı olduklarına göre, elektrik enerjisi kullanmıyorlar mı?
        -kullanıyorlar,
        -peki, santrallara karşılarsa, niye elektrik enerjisinden yararlanıyorlar?
        -nimetine balıklama atlayıp külfetine tu kaka diyen ikiyüzlülerden oldukları için,
        -yani sebeplerine itiraz ediyorlar ama sonuçlarına balıklama atlıyorlar öyle mi?
        -aynen öyle,
        -“bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” yani,
        -aynen öyle…

        -şu kafasına taktığı şeyden ışık yayılan adam kim?
        -o, zorunlu olarak verdiği yaşam mücadelesinde, rızkını kazanmak için yer altında suni yollarla aydınlatılmış dehlizlerde karbon monoksit gazının sebep olduğu grizu patlaması riskini göze alarak, meslek hastalığına sebep olan kömür tozunu ciğerlerine çekerek kömür çıkarmaya çalışan maden işçisi,
        -benim ekolojik dengeme bir zararı var mı?
        -dedimya, karbon monoksit gazının sebep olduğu grizu patlaması ve kömür tozları insan hayatı için risk faktörü,
        -peki, yeterince önlem alınamıyor mu?
        -insanoğlunun aldığı en gelişmiş teknolojik tedbirler bile bu riskleri ortadan kaldırmıyor, en gelişmiş filtreleme sistemleri bile % 100 randımanlı çalışmıyor,
        -peki, kesin çözüm için başka neler yapılabilir?
        -karbonla oksijeni gök kubbeden dışarı atmak gerekir,
        -bu durumda canlı yaşam son bulur,
        -aynen öyle,
        -kem küm…

        -bir ses duydum, neydi o?
        -ada vapuru karşı kıyıya doğru hareket etti,
        -peki, benim ekolojik dengeme bir zararı var mı?
        -hay senin ekolojik dengene….

        Somadaki kaza, vahşi kapitalizmin üretim maliyetlerini düşürmek için yeterince önem vermediği iş güvenliğindeki ihmallerden kaynaklanan bir durum,

        ne iş yaptığını bilmiyorum ama herhalde çalıştığın sektör, hayati riskler içermeyen bir sektör olmalı, evli olduğunu ve bir çocuğunun olduğunu bildiğimize göre bakmak zorunda olduğun kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir sorumluluğun gereği olarak çalışman gerektiğini, yani kendinin ve bakmakla mükellef olduğun kişilerin rızkını kazanmak gibi bir mecburiyetinin olduğunun bilincinde olmalısın.

        kendi besin ihtiyacını besleyen ve üreten (tarım ve hayvancılık) bir varlığın besin zincircinin en tepesinde olmasından daha doğal ne olabilir,

        evren hakkında bildiklerim doğruluğu kanıtlanamamış teorilerden ibaret, kesin olarak bilmeyi umduğum tek şey, hiçbir zaman gidemeyeceğim burnumun dibindeki gezegenlere gidebilenlerin benden daha şanslı olacağıdır,

        bitmedi, devam edecek

        not: cevabın hazır olsa da ben bitti demeden cevaplama.

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        insan oğlunun inisiyatif kullanarak, dünya üzerinde yaptığı suni değişiklikleri doğal ortama uymayan anormallikler olarak tanımlıyorsun,

        sence insan oğlu mağaralarda veya ağaç tepelerinde yaşayan, meyve ve çiğ etle beslenen bir varlık olarak mı yaşamına devam etseydi? yani dünyanın ekolojik dengesi dediğimiz doğal ortamda mı yaşamını sürdürseydi? peki böyle bir ortamda yaşamayı seçen insanı bu seferde ayının mağarasını, kuşların veya ağaca tırmanabilen hayvanların evini elinden alan vahşi bir varlık olarak mı tanımlayacaktık? üstelik maymunun ve kuşların meyvesini de elinden almaya kalkan vahşi bir yaratık olarak suçlamayacak mıydık?, ister doğal davranışlarda, ister anormal davranışlarda olsun yine insan oğlunu eylemlerinden dolayı suçlamayacak mıydık?

        gördüğün gibi boşa koysan olmuyor, doluya koysan yine olmuyor, ben sana söylüyorum, en iyisi insan denen varlığı yeryüzünden yok etmek, insan oğlu var oldukça dünyada huzur denen şeyin kırıntısı olmayacak, çünki insan oğlu sahip olduğu becerileri kullanmak! gibi bir küstahlık! sergilemekten asla vazgeçmiyor,

        insan oğlunu suçlamak için aslan örneğini verip, aslanı arabaların sebep olduğu egzoz gazının mağduru olarak gösteriyorsun,

        insanla aslan aynı ortamlarda yaşamadıkları için egzoz gazlarının zararlarından en az etkilenecek olan canlılar içerisinde diğer yabani hayvanlar gibi aslanında olacağı muhakkak,

        en iyisi, aslanın mağduriyetini önlemek için tüm taşıtları trafikten men edelim.

        madem aslan örneğini tekrar verdin, o halde aslanla ilgili birkaç laf edeyim, belgesellerden bilirsin, hayvanlarda erkekler dişilere sahip olmak için birbirleriyle kıyasıya boğuşurlar, amaç birbirlerini kaçırtmak olsa da, ölümlere veya sakat kalacak derecede yaralanmalara sebep olurlar, bir erkek aslan başka bir erkek aslanı öldürdüğünde, öldürdüğü aslanın haremine el koyduğunda grup içerisindeki tüm yavru aslanları öldürür, bunu maymunlarda yapar, başka hayvanlar yapar mı bilmiyorum,

        şimdi biz bu durumda bu eylemleri vahşet olarak mı yorumlamalıyız? yoksa yaratılışın doğal bir sonucu olarak mı görmeliyiz?

        ayrıca aslan, menüsündeki av hayvanlarının göç etmesi nedeniyle veya başka sebeplerle avlanamadığı zamanlarda aç kalabileceğini ön görebilseydi, herhalde tedbir olarak menüsündeki hayvanları telle çevireceği bir alanda beslemeyi düşünebilirdi, yada avladığı avdan yemediği kısmı soğuk hava deposunda saklayarak aç kalacağı günlerde kullanmak gibi bir tedbire baş vurabilirdi,

        peki aslan böyle bir şeyi düşünmüş olsa bile bunu yapabilir miydi? acaba onun yeteneklerini belirleyen, aslanı günü birlik yaşayan, geleceğini düşünmeyen bir varlık olarak yaratan, böyle olmasını belirlemiş olmasın?

        ayrıca insan oğlunun yok ettiği ormanların yanı sıra suni olarak oluşturduğu ormanları da görmezden gelemeyiz,

        dinozorlarla ilgili olarak, (sakın dinozorları ve dinozorların beslenme kaynaklarını insanlar yok etmiş olmasın) günümüzde kanguru, maymun ve bazı hayvanlar iki ayak üzerinde durabiliyor ama ön ayakları, yani ellerinin sahip olduğu yetenek sadece meyve toplamaktan ibaret, dinozorlarda yaşadıkları ortama zarar verme yetenekleri olmadığı için (olsaydı herhalde kullanmaktan çekinmezlerdi) uzun yıllar yaşamış olabilir, değişen yaşam koşullarına ayak uyduramadıkları veya dinozorların beslenme kaynakları değişen yaşam koşullarına ayak uyduramayıp veya başka sebeplerle yok oldukları için dinozorlar açlıktan ölmüş olabilirler,

        yada karbon oksijene, sen bir atom ver, bende bir atom vereyim, yapalım bir karbon monoksit, şu dinozorları yok edelim demiş olabilir, dinozorlar hakkında kesin bilgi sahibi olunamadığı için bazı varsayımlar öne sürülüyor,

        sonuç olarak, her canlı sahip olduğu yetenekleri kullanıyorsa, bundan doğal ne olabilir, insanların yeryüzünde bazı değişiklikler yapabilme becerisi varsa, bu onun kusuru değil, kendisine verilen yetenekleri kullanma becerisidir,

        özetle söylersek, insan oğlu kimyasal reaksiyonlar sonucu oluşan karbon monoksit veya egzoz gazı denen zehirli gazları kendi yaratmış gibi tek suçlu olarak gösterilmesi bana göre adil değil, çünki sebeplerin sonuçlarını insan oğluna yüklemek sonuçlara sebep olanı görmezden gelmek olur,

        sebepleri, hiçliği harekete geçiren ilk dokunuşun doğal bir sonucu olarak görüyorsak, sonuçları da, vahşet olarak değil sebeplerin doğal bir sonucu olarak görmeliyiz,

        yani insan oğlunun sebep olduğu eylemleri vahşet olarak tanımlıyorsak, aslında bu vahşetin ilk suçlusunun tanrı olduğunu söylüyoruz demektir, çünki zararlı gazları, zararlı bakterileri, zararlı nesneleri insan oğlu yaratmadığı gibi insan oğlunu da insan oğlu yaratmadı,

        bitmedi, devam edecek,

        not: cevabın hazır olsa da ben bitti demeden cevaplama.

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        tekrar tanrıya dönersek, tanrı başlattığı hareketin sonuçlarından sorumlu değilse, herhalde ilk kimyasal reaksiyon sonucu oluşan bazı kimyasallar bir araya gelerek insan oğlu denilen canavarı imal ederek dünyanın başına belâ etmiş olmalılar?

        herhalde bu işin sorumlusu, insan yaşamı için gerekli olan suyu meydana getiren hidrojenle oksijen olmalı, yada çeşitli gazların bir araya gelerek insana nefes alma olanağı veren havayı oluşturan gazlar olmalı, yada 3 tane oksijen atomunun bir araya gelerek oluşturdukları ozon tabakası olmalı, kısacası insan yaşamı için gerekli olan her şeyi, hatta kimya, fizik, biyoloji bilimiyle açıklanan her şeyi oluşturarak insan denen varlığın ortaya çıkmasına sebep olmuşlar, sebep olmakla kalmamışlar, monte ettikleri akılla dünyanın başına belâ etmekle kalmamışlar, teknolojik harikalar yaratmasına da sebep olmuşlar,

        eğer ilk hareketi başlatan tanrı, sonuçları bilmek istemeyen tanrı, kafasını çevirip ilk hareketin sebep olduğu sonuçlara baktığında, ben ilk hareketi başlatırken böyle bir şey ön görmemiştim derse, o zamanda birileri çıkıp sonucunu öngöremediğin bir hareketi niye başlattın diye sormaz mı?

        ya bu ilk hareketin sebep olduğu sonucu doğal karşılayıp hiçbir varlığı suçlamayacağız, yada sonucu vahşet olarak tanımlayacaksak, bu durumun sorumlularının tanrı ve insan oğlu olduğunu kabul edeceğiz, yani ortaya çıkan sonucun sorumlusu olarak, ya her ikisi diyeceğiz yada hiç biri.

        sözleşme meselesine gelince, tanrı hiç yarattığı varlıkla pazarlık masasına oturur mu?

        yarattığı varlığa bazı özellikler kazandırır ve kazandırdığı özelliklerin kullanılmasından rahatsız olmaz, veya senin deyimiyle, trilyonlarca deneme sonucu ortaya çıkan varlığa “ne diye ortaya çıktında dünyanın başına belâ oldun” diye bir soru sormaz,

        varsayalım ki tanrıyla .ıçtığı .ok sözleşme imzaladılar, muhtemelen pazarlık masasında şartlarını sıralayacaklardır,

        -seni dünya denen toprak parçasına gönderiyorum,
        -orada beslenme sorunu varmış, ne yiyip, ne içeceğim?
        -bazı uysal hayvanları evcilleştirip yiyebilirsin
        -uysal dediğin hayvanlar başka hayvanların da yiyeceğiymiş, aramızda kavga çıkmasın?
        -sende onlar gibi avlan, yakaladıklarını besleyip çoğaltabilirsin,
        -peki avcı hayvanlar, besleyip çoğalttıklarıma musallat olurlarsa?
        -onlar malın asıl sahibi, mecbur kaldıklarında senin beslediklerini de yerler,
        -peki ben, dağdaki kuzuyu kurt yerse, dağdaki kuzunun hesabını nasıl veririm diye endişelendiğimde dangalaklık mı yapmış oluyorum?
        -tabi dangalaklık yapmış oluyorsun, sana benim yarattığım kurdun rızkına engel olma hakkını kim veriyor? Sen haddini bil bakayım,
        -kem küm,
        -seni dünyaya kürksüz gönderiyorum, beslenme menündeki hayvanların kürkünle örtünebilirsin, sakın suni örtünme yöntemleri geliştirme, hatta bunu yapmak için tekstil sanayisi falan kurmaya kalkma, sonra ceza olarak sana öyle bir örtünme şartı getiririm ki! aynı öcülere benzersin,

        -ısınma sorunumu, ağaç keserek, kömür çıkararak veya sıvı yakıt benzeri ısınma araçlarıyla yapabilir miyim?
        -bu saydıkların dünyanın ekolojik dengesini bozar,
        -peki, o zaman ben ısınmak için ne yapayım?
        -kem küm,
        -ulaşım sorunum için icad edeceğim taşıtlar, eksoz gazları vasıtasıyla canlı mahlukata zarar verecek, geliştireceğim filtreleme sistemleri %100 randımanlı çalışmayacak, bunu durumda ne yapmalıyım?
        -kem küm,
        -elektrik enerjisi için kuracağım santrallar, icad edeceğim en gelişmiş teknolojik önlemlere rağmen dünyanın ekolojik dengesine zarar verecek, bu durumda ne yapmalıyım?
        -kem küm,
        -madem verecek cevabın yok, bana bu yetenekleri niye verdin?
        -kem küm,



        -nereye gitti bu tanrı, masadan mı kaçtı yoksa?

        bitmedi, devam edecek,

        not: cevabın hazır olsa da ben bitti demeden cevaplama.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Cevap verme diyorsun ama müdahale etmem lazım! Şuan da benim ne demek istediğimi anlamadığını farkediyorum! Beni vurgulamak istediğim şeyle senin anlatarak savunduğun şey aynı değil!

        ”insan oğlunun inisiyatif kullanarak, dünya üzerinde yaptığı suni değişiklikleri doğal ortama uymayan anormallikler olarak tanımlıyorsun, ”

        Yukarıda söylediğim şeyler bu cümlenden edindiğim izlenim üzerinedir!

        Ben sana kendini kutsal iddia eden insanın kutsal olamayacağını söylüyorum! Dolayısıyla kendisiyle özel olarak ilgilenen ve onun iyiyi ya da kötüyü yapmasını sağlayan bir tanrı olmadığından!

        Bak Soma da 301 insanın beraberce ölmesini ben hiçbir kutsal varlığın dizayn ettiği bir yazgıya bağlamam!

        Son olarak benim için insanın dişe dokunur tek evrimi gözyaşı dökerek ağlamasıdır! Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir! Burada ilk yazmaya başladığım zamanlarda okuduysan hatırlarsın, bana kendimi insan hissettiren ve hikayelerden soyutlanarak gerçeği görmemi sağlayan yegane insan davranışıdır! Yazdığın diğer şeyler benim anlatmak istediğimin dışında kurguladın yorumlar olmuş! Ha unutmadan egzos ile küresel ısınıma ve bunun doğaya verdiği, vereceği zararı vurgulamak istemiştim…

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        sınavla ilgili olarak, absürd bir soruya realiteyle cevap vereyim?
        eğer sınav yapılmamış olsaydı, 40 kişilik bir sınıfta, 2 öğrenci sınıfı geçerdi, 38 öğrenci ise sınıfta kalırdı,

        tanrı yarattıklarıyla sözleşme yapmaz, daha doğrusu tanrı sözleşme yapmak için yaratık yaratmaz,

        yarattığı varlık, “ne sözleşmesi! neyin sözleşmesi! beni sözleşme yapmak için mi yarattın? beni var ettiğin için niye bana bazı şartlar öne sürüyorsun? şartlarını kabul etmiyorum, beni yok et” derse o durumda ne olacak? tanrıda, “madem önüne koyduğum kağıdı imzalamıyorsun, o halde bende seni yok ediyorum mu diyecek?” o nedenle tanrı sözleşme yapmaz, çünki yarattığı varlık, kurguladığı şekilde davranacaktır, bu da tanrı açısından herhangi bir sakınca teşkil etmez,

        onun için bırakta böyle bir saçmalığı, tanrının insanı yaratmadan önce, sizi yaratacağım ama benim dediklerimi yapacaksınız diyerek, tanrıyla sözleşme imzalandığını iddia edenler söylesin, ayrıca benim haberimin olmadığı hiçbir sözleşme beni bağlamaz,

        eğer bende, tanrının kendi ruhundan üflediği bir ruh varsa, o ruhta tanrıya aittir, tanrıya ait olan bir ruh, tanrıyla bir anlaşma yaptıysa, hesabını o versin, ben değil,

        yarattıklarıyla kavga eden bir tanrı, (savaş ayetleri) aslında kendisiyle kavga ediyor, kendi saçını başını yolduğunu bilip anladığında acaba ne yapacak?

        bana göre kutsal diye bir şey yoktur, kendilerini kutsamaya kalkanların yaptıkları ise kutsallara inananları sömürmekten başka bir şey değildir, daha öncede söylemiştim, her şey arz talep meselesi, bir mal müşteri buluyorsa, satıcı arz etmekten kaçınmaz, bu da yadırganacak bir şey değildir, hatta kızılacak suçlanacak bir şeyde değildir,

        çünki sonuçta herkes sahip olduğu akılla neyi satın alacağına kendisi karar veriyor,

        ayrıca, açık gözler olmasa aptalların aptal olduğu nasıl anlaşılacak, aptallar olmasa açık gözlerin açık göz olduğu nasıl anlaşılacak, yani varlıklarını zıt kavramlara borçlu olan açıkgözlerle aptallar bu nedenle ayrılmaz ikili…

        biz genelde (istisnalar kaideyi bozmaz) buz dağının görünen yüzüne baktığımız için firavunlara veryansın ederiz, (sahte tanrılarda aynısını yapıyor) hiç kimse arkasında şakşakçıları olmadan elinde bulunan gücü canının istediği gibi kullanamaz,

        eğer bir firavun zulüm yapıyorsa, firavunun arkasındaki koyun sürüsü bu zülme sessiz kalıyorsa, zulmün suçlusu firavun değil, firavunun zulüm yapmasına fırsat veren koyun sürüsüdür, Atalarımız, “her toplum lâyık olduğu şekilde yönetilir” sözünü boşuna söylememişler,

        yazdığım şeyler, buzdağının görünmeyen yüzüyle ilgiliydi, yani sonuçların sebeplerine dikkat çekmek içindi, sanırım aynı konulara yaklaşım tarzımızın farklı olması senin duymanı istediğin cevapları almanı mümkün kılmadı,

        yinede iddiamı tekrarlıyorum, eğer ortada bir suçlu varsa, ya her ikisi birden suçlu, yada her ikisi de suçlu değil, yani ya her ikisi, yada hiçbiri?

        not: bitti cevap verebilirsin, sanki hakkım varmış gibi absürd bir davranış sergileyerek bitmeden cevap verme dayatmasında bulundum, kusura bakma.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Konuyu getirdiğin yere inanamıyorum!

        Öncelikle tekrar edeyim! Ne tanrı kutsaldır benim için ne de insan! Ben SIRF besin zincirinde tepeye yerleşti diye kendine kutsal diyen insan türünü eleştirdim ve bu türün aslında diğerlerinden farkı olmadığını anlatmaya çabaladım! Bak tekrar söylüyorum, benim kainata hareket getirdi dediğim tanrıda kutsal değil, insanda kutsal değil! Siz kendine yaratıcı vasfı addetmiş ve bu vasfı bütün kainata dayatmış bir tanrı hayal ediyorsunuz! Neden böyle bir tanrı olmak zorunda? Ben size tanrı olanın, tanrı olduğunu bilenin kendiliğinden ortaya çıkmış tür veya türlerle herhangi bir aidiyet bağı ya da emir komuta zinciri kurmaya TENEZZÜL etmeyeceğini iddia ediyorum! Çok basit bir örnek 120Kg de boks yapan bir kişi 1 kiloda boks yapan birini neden ciddiye alsın? Bir gergedanın bir karıncayı ciddiye alması diye bir durum söz konusu olabilirmi? Burada dominant durumda olanlar için 1kg lik bokscunun ya da karıncanın varlığının bir önemi varmı sizce?

        Ben size yaratılmış bir kutsallık, yaratılmış iyilik ya da kötülük yok diyorum! Olamaz diyorum! Siz ısrarla eylemlerini iyi veya kötü diye sınıflandırmış insanın yaptıklarına bir sorumlu atamaya çalışıyorsunuz!
        Öncelikle kuranın ve diğer kitapların tanrısına inanmadığınız anda o kitaplarda bahsedilen tanrı isteklerinden ve insan eylemlerinden de kendini soyutlamanız gerekir! Çünkü kitapların tanrısına inanmıyor ve bir tanrı var diyorsanız, var dediğiniz tanrının insanlarla konuşmadığınıda söylemiş olursunuz! O halde hiçbirşey söylemeyen bir tanrının insanların eylemlerinin sonuçlarına ortak olduğunu nasıl düşünebilirsiniz? Tanrı size kendiyle ilgili hiçbirşey söylemedi, insanlarla ilgili de birşey söylemedi, kainatla ilgilide! Peki siz kendi söylemediği taktirde ne istediğini bilemeyeceğiniz bir tanrıyla neden uğraşıyorsunuz?

        Diğer arkadaşlara yaptığım eleştiriyi aynen sizede yöneltiyorum! Tanrıyı bilmeden, varsa amaçlarını, hedeflerini ve isteklerini ondan duymadan nasıl olurda herhangi bir sorumluluğun iki ortağından biridir diyebilirsiniz? İnsanlarla hiç konuşmamış tanrı insanlara hiç kötülük yapmayın ya da yapın diyemeyeceğine göre neden eylemlerin sonucunda payı olsun! Siz neden her türlü haltın insan icadı olduğunu ve sonuçlarınından da onun sorumlu olduğunu yadsıyorsunuz? Bakın siz bana öyle şeyler yazıyorsunuz ki ucundan kıyısından sürekli dinlerin anlattığı tanrı hikayesine dokunuyorsunuz! O hikayeler yok dediğinizde artık o hikayedeki hiçbir anlatı sizin için bir tasfir aracı olamaz!

        Sayın 1okuyucu, iyilik ve kötülük nedir?
        İyilik dediğiniz herhangi birşey insanlık tarihinin başından itibaren de iyilik olarakmı görüldü? Aynı şey kötülük içinde geçerli! Yani yapılan bir eylem 10 000 yıl önce iyilik diye adlandırılıyorsa, bugünde iyilik olarakmı adlandırılıyor?

        Örneğin İbrahim zamanında insanların kendi çocuklarını tanrılara kurban etmesi genel bir gelenekti! O dönemde bu eylemi genel bir gelenek haline getirenler sizce bu eyleme aynı zamanda kötülük mü diyordu? Binlerce yıl sonra biz kötülük diyoruz! Ya arapların kızlarını gömmesi! Kötülük olan birşey bir toplumda aynı zamanda gelenek olurmu? Ama binlerce yıl sonra biz o uygulamaya kötülük diyoruz!

        Birazda gelecekten bahsedelim! Şimdi çoğumuzun keyfi yerinde! Mesela elindeki yiyeceği ya da suyu başka biriyle paylaşıyor ve buna iyilik diyor, paylaşmayan ise kötülük yapmış oluyor! Peki dünya nüfusu 20 milyar olup birey başına düşen su ve besin miktarı azaldığında insanlar yiyeceğe ve suya ulaşanın (aklınıza gelebilecek en uç ulaşma şekilleri dahil) o yiyeceği ve suyu sadece ulaşanın tüketeceğine dair bir gelenek yaratır ve bu toplumun genel hareket tarzı haline gelirse ve yiyeceğe ve suya ulaşanın onları sadece kendi karnını doyurmak için kullanmasını iyilik olarak adlandırmaya başlarsa ne olacak?

        Bakın paylaşılabilen bir kaynak söz konusuyken iyilik ve kötülükten bir ayrım yapmak için bahsedilir! Ama şartlar değiştiğinde iyilik ve kötülük kavramları yer değiştirmeye başlar! Yani sabit değillerdir!
        Sadece binyıllardır kadınların üzerinden sürekli yer değiştiren örtünme ve açılma eylemlerinin ve bunlara bağlı cezaların dönemsel değişimlerine bakmanız yeterlidir! Mesela hamurabi döneminde bir erkeğin ikinci eş alması iyi birşey değildir! Aldığında toplumun genel kurallarına göre kötü bir iş yapmış olur ve izin verilmez! Peki arapların 2. eşi alması onlara göre kötülükmüdür? Ya da siz herhangi bir cenazenizi bir hayvana yesin diye atarsanız toplum size ne iyi adam diyecekmidir? Yoksa siz dünyanın en vahşi ve kötü insanımı oluverirsiniz? Ama tibette dağlarda yaşayan budistler ölülerini akbabalara yedirerek kutsal birşey yaptıklarını söylüyorlar! Orada herhangi bir budistin yapılanın kötülük olduğunu söylemesi eylemi kötücül yapabilirmi? Onlar bu eylemin iyi birşey olduğuna karar vermiş!

        Demek istediğim genel, değişmeyecek şekilde oturmuş ve 7 milyar tarafından üzerinde mutabık olunmuş iyilik ya da kötülük diye birşey yoktur!O halde sabit olmayan veya adı sürekli değişen bir eylemin sonucuna tanrısal bir varlığı nasıl ortak edebilirsiniz?

        Tanrı türkiyede ölüsünü bir hayvana yediren ve kötü bir eylem gerçekleştiren bir insanın kötülüğüne de ortak diyelim, ama bu eylemin aynısı tibette iyilik! Peki siz neye göre tanrıya kainatı sen yarattın o halde kötülüğün sorumlusu da sensin diyebilirsiniz? Kötü olan nedir? Kime göre kötüdür, ne zaman kötüdür, hep kötümü olacaktır, daha öncede kötümüdür?

        Bakın ben tanrıyı işte bu yüzden sadece başa koyuyor ve kainat içindeki bütün eylemlerden soyutluyorum!Çünkü eylemlerin sonuçlarının adının iyilik veya kötülük olması konusunda mutabık değiliz! Bu durumdaki insan eylemlerinin sonucunda oluşan durumu bir ilahi varlığa bağlıyorsa bu sadece kendi sorumluluğundan kaçmak içindir!

        İyilikde kötülükte insan icadıdır! Tanrı daha insanın ne olduğuna karar veremediği kötülüğe ya da iyiliğe nasıl ortak olsun?

        Sonuç olarak, sadece bir tanrının varlığına inanabiliriz! Bunun insan için arkası yoktur! İnsan sadece yaratma gücü olan bir varlığın yarattığı evrende hayat bulan alalede bir varlıktır! Bilmesi gereken tek şey kendisinin yaratılmasını sağlayan şartların oluşma sürecini başlatan bir varlık olduğudur! Sonrasında hayatı, eylemleri ve eylemlerin sonuçları sadece kendisinin eseridir! Ortağı yoktur!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bana şaşırmana, şaşırdım,

        benim tasavvur ettiğim tanrının insan oğlunun eylemlerinden gocunacak bir tarafı yok, çünki insan oğlu, tanrının bilmediği bir şey yapmıyor,

        eğer insan oğlu tanrının bilmediği bir şey yapabilseydi, insan oğlu tanrıdan çok daha fazla şey biliyor olurdu, böyle bir durum ancak tanrının cehaletiyle açıklanırdı, yarattığı varlıktan daha az şey bilen bir tanrı da herhalde tanrı olmazdı,

        bende kutsal diye bir şey olmadığını söyledim, ayrıca hayvan türünün bu dünyanın asıl sahibi olduğunu da söyledim, insanın dünyanın huzurunu kaçıran bir belâ olduğunu da söyledim,

        sen kötülük yok diyorsan da ben yine insan oğlunun kötü bir varlık olduğunu söylüyorum, dolayısıyla insan oğluna en ağır eleştirileri getiriyorum, belki bu konuda senden daha insafsız davranıyorum, ama ben sebep sonuç ilişkisine bakarak, sadece sonuçlara değil sebeplere de eleştiri getiriyorum, sanırım seni rahatsız eden sebeplere eleştiri getirmiş olmam,

        şu yaratılış meselesini biraz daha deşelim,

        ben, evrenin ve canlı varlığın tanrı tarafından yaratıldığını, tüm varlığın sahip oldukları özelliklerinin (şekli, yetenekleri, becerileri) tanrı tarafından belirlendiğini söylüyorum,

        sen ise, evrenin, canlı varlığın ve sahip oldukları özelliklerin, hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşu yapan tanrı tarafından yaratılmadığını, kimyasalların sonsuza yakın bir sayıda yaptığı denemeler sonucunda tesadüfen oluştuğunu söylüyorsun, (belli bir plâna göre değil)

        ben de o zaman haklı olarak şu soruyu sorarım,

        eğer, her şey kimyasalların sonsuza yakın bir sayıda yaptığı denemeler sonucu oluştuysa, kimyasallara deneme yapma becerisini veren tanrının, meydana gelecek kimyasal reaksiyonların nelere sebep olacağını bilmemesi mümkün mü? eğer bilmiyorsa, meydana gelen sonuçlarda tanrının hiçbir dahli olmadığı, her şeyin tesadüfen ortaya çıktığını kabul etmek zorunda kalırız.

        öyle ya, tanrı kimyasallara deneme yapma (kimyasal reaksiyon) becerisi vermeseydi, kimyasallar nasıl deneme yapacaklardı?

        yani hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşu yapan tanrının, sırf merak ettiği için, dur bakalım, bu dokunuş hangi sonuçları verecek diye bir eylemde bulunacağını düşünmek, yarattığı kimyasalların özelliklerini bilmemesi anlamına gelir,

        yani tanrı bir atom oksijenle, 2 atom hidrojenin bir araya gelerek suya dönüşmesini sağlayacak kimyasal koşulları yaratıyor ama bu kimyasal reaksiyonun suya dönüşeceğini bilmiyor, tanrı un ve şekeri meydana getirecek materyalleri veriyor ama un ve şekerle hangi besin maddelerinin yapılacağını bilmiyor, öğrenmek için merak edip sonuçlara bakıyor veya insan oğlunu merak edip insan oğluna bakıyor ve onu inceliyor, birde bakıyor ki insan oğlu dünyanın canına ot tıkıyor,

        o halde şunu sorayım, tanrı merakını gidermek için meydana gelen sonuçlara baktığında, meydana gelen sonuçların tanrı nezdinde bir mahsuru var mı?
        eğer yoksa, benim içinde yok.

        ayrıca her şeyin kimyasalların sonsuza yakın bir sayıda yaptığı denemeler sonucunda tesadüfen ortaya çıktığını söylersek, her şeyin tesadüfen yaratıldığını söyleyenlere itiraz etme hakkımız olmaz,

        sonra, deneme yapabilme becerisine sahip kimyasalların, hiçliğe hareket kazandıran ilk dokunuşu da sonsuza yakın bir sayıda deneyerek gerçekleştirdiklerini söylerler de bu durumda maddenin yaratılmadığını ezelden beri var olduğunu, kimyasalların ezel denilen sonsuza yaklaşan bir zaman diliminde sonsuza yaklaşan bir sayıda deneme yaparak, hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşu gerçekleştirdiklerini söylerler, söylerler mi söylerler, neye dayanarak söylerler, senin her şeyin tesadüfen oluştuğunu söylediğin tezine dayanarak söylerler, bana göre hiçte haksız sayılmazlar.

        iyilik ve kötülük göreceli kavramlardır, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir,
        örneğin, Ülkemizde, geri kalmış bazı yörelerde başlık geleneği vardır, kanunen yasak olmasına rağmen vardır, benim ahlâk anlayışıma göre, bu gelenek beyaz kadın ticaretinden başka bir şey değildir, hatta muta nikâhın da daha beter bir durumdur, muta nikâhında imamın, kadın pazarlayıcının payı çıktıktan sonra kadına bir miktar para verilir, oysa başlık parası geleneğinde, tüm parayı kadını pazarlayan alır, üstelik satılan mal geri alınmaz dayatması da vardır, bu geleneği sürdürenler bunu ahlâksızlık olarak görmezler,

        göreceli de olsa insanlar, kazandıkları deneyimler sonucu kötü olarak gördükleri uygulamalara tepki olarak insan hakları evrensel beyannamesini yazmışlardır,

        ayrıca daha önce söylediğim gibi, zıt kavramlar, insanların eylemlerini tanımlamak için belirledikleri kavramlardır, yani eylemlerin tarifidir, bu kavramlar olmazsa ortada yapılacak bir tarifte kalmaz, zıt kavramların olmadığı bir durumda eylemlere tepkimizi mimiklerimizle göstermek zorunda kalırız ki bu da konuşma yeteneğimizi kullanmama anlamına gelir,

        “”””İnsan sadece yaratma gücü olan bir varlığın yarattığı evrende hayat bulan alalede bir varlıktır!”””

        insan sadece yaratma gücü olan bir varlığın yarattığı evrende hayat bulan alelade bir varlıksa, bu ifade, hayat bulmasına sebep olan koşulları insan oğlunun kendisinin yaratmadığı anlamına gelir, yani insan oğlu, hayat bulmasına (yaşam mücadelesi) sebep olan koşulları kendi yaratmamıştır, kucağında bulduğu koşulların ön gördüğü biçimde rolünü oynamaktadır.

        insan nüfusu 20 milyara ulaştığında, insan oğlunun menüsüne insan da dahil olacaktır,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Kusura bakma arayı uzattım, nelerle uğraştığımı görüyorsundur 🙂

        Sorularına cevap vermek istiyorum!

        ”eğer, her şey kimyasalların sonsuza yakın bir sayıda yaptığı denemeler sonucu oluştuysa, kimyasallara deneme yapma becerisini veren tanrının, meydana gelecek kimyasal reaksiyonların nelere sebep olacağını bilmemesi mümkün mü?”

        Mümkün! Bende sana şu soruyu sorayım, her gün aynı saat ve dakikada yağmurun yağacağını bilmek sana nasıl hissettirirdi?
        Ne olacağını, gezegen hareketlerinden canlı oluşumuna, canlıların eylemlerinden bu eylemlerin sonucuna kadar her şeyi bilen bir tanrı için yaratma eylemin anlamı ne olabilir? Sence her şeye gücü yeten tanrı kendisinin her şeyi bilme yeteneğini belli bir zaman için bloke edip bu sayede kendi rutininden sıyrılıp sürprizlerle karşılaşmak istiyor olamaz mı? Düzenlenen şeyin düzenlenen şekilde nihayetleneceğini bilmenin bir tanrıya getirisi nedir?

        O yüzden sonraki yorumuna tamamen katılıyorum;

        ”eğer bilmiyorsa, meydana gelen sonuçlarda tanrının hiçbir dahli olmadığı, her şeyin tesadüfen ortaya çıktığını kabul etmek zorunda kalırız.”

        İşte bunun sonucunda insana ”kutsal değilsin” diyoruz!

        Bence Tanrı kimyasallara deneme yapma becerisi vermedi! Hareketsiz bir boşluğa kendi icat ettiği kimyasalları koyduğunda ne reaksiyon verileceğini görmek istedi! Çünkü tanrı boşluğa değil sadece kendi kimyasallarına hakim! Bu nedenle hakim olamadığı boşluğun müdahale edildiğinde ne tepki vereceğini bilmek istemiş olabilir! Şimdi evren bizim için çok büyük olabilir ama mevcut bir tanrı için bir cam fanus boyutlarında olması da olası! Bir karınca için dünya onun sonsuz evrenidir! Algılayabildiğin mekanın sınırlarıyla algını şekillendirirsin, algılayamadıklarını ise tecrübelerinle şekillendirirsin! Şunu da söyleyeyim ben tanrı konusunda çokta tutucu değilim, tekliği bile sorgulanabilir! Çünkü nasıl bir varlık nasıl bir mekanda kendi kendine var olur ve var olduğu mekana hükmedecek bir gücü barındırabilir? Ateist tanrı fikri mantıklı değil! Bence farklı mekanlar ve farklı güçler olabilir! Ama bizi çevreleyen boşlukta güç sahibi tektir!

        Başa dönersek şöyle düşün, bir futbol maçında sadece oyuncu değiştirmek ve taktik varyasyonları uygulamaları için futbolcularına direktif verme durumunda olan ama oyuna bizzat girip gol atmaya çalışamayan bir teknik direktör olsun! Futbolcuların saha içindeki kaderini o belirler ama bu eylem o futbolcuların söylenileni kesinlikle yapacağının garantisi değildir! Müdahale eder ama müdahale etmesi yine istediği sonuca gitmesi demek değildir çünkü karşısında onun isteğine direnen bir futbolcular grubu ve tabi ki diğer t.direktör vardır!

        İşte tanrı teknik direktör, oyuncuları kimyasallar, onlara reaksiyon gösteren ise boşluktur!

        ”yani tanrı bir atom oksijenle, 2 atom hidrojenin bir araya gelerek suya dönüşmesini sağlayacak kimyasal koşulları yaratıyor ”

        Başta hidrojenin olduğunu nereden biliyorsun? İlk anda örneğin beta olan kimyasalın boşluğa temasında hidrojene evrildiğini düşünemez miyiz?

        Bir aile boş bir kağıdı yani çocuklarını en başından kendi isteği şekilde işler, istedikleri gibi yetişsin ister! Peki dünyadaki bütün aileleri denkleme katarsak, istenilen şekilde çocuk yetiştirme oranı ne olur? Düşün her şeyi biz öğretiyoruz ama yinede her şey tamda istediğimiz gibi olmuyor, mükemmel bir sonuç yok! Müdahele etmemiz bize beklenilen sonuca ulaşacağımızın garantisini vermiyor!

        ”o halde şunu sorayım, tanrı merakını gidermek için meydana gelen sonuçlara baktığında, meydana gelen sonuçların tanrı nezdinde bir mahsuru var mı?”

        Hayır, sonuç itibariyle boşluk içinde sindiremeyeceği materyalleri eninde sonunda ona geri verecektir!

        ”ayrıca her şeyin kimyasalların sonsuza yakın bir sayıda yaptığı denemeler sonucunda tesadüfen ortaya çıktığını söylersek, her şeyin tesadüfen yaratıldığını söyleyenlere itiraz etme hakkımız olmaz”

        Boşluk için cevabım evet! Ama en başta tanrının olduğunu unutmamak kaydıyla!

        Benim algımın temelinde boşluğu yaratmayan boşluğa hareket veren bir tanrı düşüncesi vardır!Boşluk onun mekanı tarafından kapsanmaktadır ama etki sadece bununla sınırlıdır!
        Bu durum sanırım bana sorduğun tüm sorularının cevabını kendiliğinden almanı sağlayabilir!

        ”insan sadece yaratma gücü olan bir varlığın yarattığı evrende hayat bulan alelade bir varlıksa, bu ifade, hayat bulmasına sebep olan koşulları insan oğlunun kendisinin yaratmadığı anlamına gelir, yani insan oğlu, hayat bulmasına (yaşam mücadelesi) sebep olan koşulları kendi yaratmamıştır, kucağında bulduğu koşulların ön gördüğü biçimde rolünü oynamaktadır”1okuyucu-

        Tabi ki kendisi yaratmamışıtır! Onun yarattığı tek şey kendisini ve yaptıklarını kutsayan bir tanrı hayalidir! Benim itirazım bu hayalin gerçek sanılmaya başlamasınadır! Beklentim ise onca günahımıza rağmen geldiğimiz ve şansımız olan noktada dünyaya bağlanmamak, boşluğu keşfe çıkmaktır!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        enerjine ve sabrına hayranım, muhatap olduğun kişinin kim olduğuna, ne söylediğine bakma kibri göstermeden, (başkaları cevap vermeden önce adama ve lafa bakıyormuş, yani kendini adamdan sanma, bilgili sanma gizli kibri) herkese verilecek bir cevabım vardır diyorsun, benim ise herkese cevap verecek kadar ne yeterli bir bilgim, nede zamanım var,

        bu arada mükemmel bir Türkçeyle kendini ifade etme yeteneğini takdir ettiğimi söylemeden geçemeyeceğim.

        sorulara geçersek,
        hergün aynı saat ve aynı dakikada yağmur yağsaydı, bunu tanrının dizayn ettiği bir doğa olayı olarak nitelendirirdik, üstelik tanrının bunu merak etmeyeceğini, çünki kendisinin tasarladığı bir eylemin gerçekleşmeyeceği gibi bir kaygısının olamayacağını düşünürdük, biz ise tedbir olarak yağmurun yağacağı sırada yanımızda birer şemsiye bulundururduk,

        ayrıca hergün akşam ve sabah olmaktadır, hatta bunun hangi saatte olacağını merak edenlerin maarif takvimine bakarak öğrenme olanakları da var, hergün gece ve gündüzün olmasının bize hissettirdiği bir şey olduğunu sanmıyorum, çünki canlı kaldığımız sürece her gün gündüz ve gecenin olacağını biliyoruz, bizim yapacağımız ise kendimizi gece ve gündüze göre dizayn ettiğimiz rutin bir işlemden ibarettir,

        “”””””eğer bilmiyorsa, meydana gelen sonuçlarda tanrının hiçbir dahli olmadığı, her şeyin tesadüfen ortaya çıktığını kabul etmek zorunda kalırız.”
        İşte bunun sonucunda insana ”kutsal değilsin” diyoruz!””””””

        bunu anlayamadım,
        ortaya çıkan tüm varlıklar bir plân dahilinde yaratıldıklarında, (yani her şey tesadüfen ortaya çıkmasaydı), insanın kutsal bir varlık olduğunu mu kabul edecektik? eğer öyleyse bu durumda plânlanarak yaratılan her şeyin kutsal olduğunu kabul etmemiz gerekecekti,

        bence tanrı, sonsuz boşluğun içerisinde (sonsuz boşluğun dışı yok) ve sonsuz boşluğun her noktasına egemen olan bir güç, yani tanrı bizim açıklayamadığımız sonsuzluk kavramında gizli, tanrı, güce sahip bir sonsuz boşluğun kendisi de olabilir, dolayısıyla tanrı belli bir yerde değil, sonsuz boşluğun her yerinde mevcut,

        hatta tanrı benim midemde, barsaklarımda, şeyimde, başımın üstünde, ayaklarımın altında, kısaca beni içten ve dıştan kuşatmış, adeta benle bütünleşmiş bir varlık, kaba tabirle söylersek, tanrıyla ben siyam ikizi misali (bütünleşmiş ikili) ayrılmaz bir ikiliyiz,

        hatta ben bu yüzden tanrı aşkıyla yanıp tutuşanların, ölümü tanrıyla buluşmanın bir geçit kapısı gibi gören, bu nedenle ölümü bir bayram günü ilân edenlere, (şebi aruz) tanrıya kavuşmak için ölümü beklemenize ne gerek var? tanrıya kavuşmak istiyorsanız gelip bana sarılın diyorum, sakın sizin bu tanrı aşkınız, cennet aşkı olmasın diye de sormadan edemiyorum,

        belki sonsuz boşlukta bizim evrenimizden başka daha trilyonlarca evren olabilir ama sonsuz boşluğa egemen olan gücün tek olması daha mantıklı, eğer sonsuz boşlukta başka tanrılar olursa onlarında insansı tavırlar gösterecekleri ihtimali her zaman söz konusu olur, yani birbirlerinin bölgelerini ele geçirmek için kuracakları futbol takımlarının teknik direktörlüğüne soyunabilirlerdi,

        hidrojenin nasıl oluştuğunu bilemem ama sahneye çıktığında ne yapacağını biliyordu,

        her insan her şeyin kendi istediği şekilde olmasını ister ama inisiyatifi dışında olan şeyleri yönetebilme şansı son derece sınırlıdır, kaldı ki kendi inisiyatifinde olan şeyleri bile toplumdaki otokontrol sistemleri nedeniyle yeterince gerçekleştiremez,

        ama bir tanrı her şeyi kendi istediği şekilde gerçekleştirmeye kalkışırsa, ortaya birbirinin benzeri robotlaşmış bir insan figürü çıkar, bu da tanrının istediği bir sonuç olmaz, zaten farklılıklar olmasa hayatın ne anlamı kalır,

        tanrı insana gerekli malzemeyi vermiştir, neyi kullanıp kullanmayacaklarını insanın kararına bırakmıştır,

        “”””””” sonuç itibariyle boşluk içinde sindiremeyeceği materyalleri eninde sonunda ona geri verecektir!””””””

        tanrı geri almak istemedikten sonra, boşluğun tanrıya verebileceği hiçbir şey yoktur,

        tanrının mekânıyla ilgili olarak;
        tanrının bir tek mekânı vardır, o da sonsuz boşluktur,

        istesek te istemesek te kutsallık peşinde koşanlar olacaktır, çünki peşlerine takacakları koyun sürülerini her zaman bulacaklardır, yani arz talep meselesi,

        boşluğu keşfe çıkmak benim her zaman yaptığım şeydir, tabi hayalimde, kahve molası vermek istediğimde genellikle Mars veya Merih gezegenini tercih ediyorum, (tebessüm smileyi) smiley kopyalamayı bilmediğim için smileyin adını yazdım.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Ben buraya yazmaya başladığım ilk zamanlarda bir arkadaş herkes gibi davranmanın kolay zor ve önemli olanın ise fark yaratmak olduğunu yazmıştım! Kendi türümün yanlışlarını irdelerken aynı zamanda kendi aramızda birbirimize renk,ırk,din,dil ayırt etmeksizin saygı göstermemiz gerektiğini de anlatmaya çalışıyorum! Benim için cevap vermeye değmeyecek insan yoktur!

        Konumuza dönersek, gücenmezsen bazen beni üstün körü okuduğunu düşünüyorum! Çünkü yağmur örneğini tanrının durumunu anlatan bir örnek olarak yazmıştım! Her şeyi bilen, beklenmedikleri olmayan bir tanrının durumunu resmetmekti amacım.

        ****”eğer bilmiyorsa, meydana gelen sonuçlarda tanrının hiçbir dahli olmadığı, her şeyin tesadüfen ortaya çıktığını kabul etmek zorunda kalırız.”

        İşte bunun sonucunda insana ”kutsal değilsin” diyoruz!*****

        Senin yukarıdaki yorumundan yola çıkarak, yorumunu kopyaladığım metnin üzerinde anlattığım duruma bir sonuç yazdım!

        İnsanlara göre tanrı bize müdahale ediyor! Çünkü biz tanrının müdahale edilesi ve ilgilinelesi kıymetlileriyiz! Ama müdahale yoksa ve herşey tesadüfen gerçekleşiyorsa insanın kendisini kıymetli gören tanrı hayalide çöpe gider.

        İşte bunun sonucunda insana ”kutsal değilsin” diyoruz!

        Ben bir tane boşluk olduğunu düşünmüyorum bence sınırlarını tespit edemediğimiz bizim boşluğumuz gibi birbirini kapsayan bilinmez sayıda boşluk var! Her boşluk kendisinden gelenin elemanı! Sonu gelmez matruşkalar gibi düşün! Bu nedenle senin yok edilemez boşluk kavramına katılıyorum ama biraz daha ileri götürüp tanrı tarafından bile dizayn edilemeyecek bir boşluğa dikkat çekmek istiyorum! Bence bir tanrı boşluk tarafından kapsanıyorsa kendisini kapsayana hükmedemez! Çünkü varoluşu kendini kapsayan boşluğun eseridir ve varolmaya devam etmek için boşluğa bağımlıdır! Bence bu bir tanrı olamaz! Bizimle karşılaştığında tanrıyım diyemez! Bu durumda asıl tanrı onu da kapsayan boşluktur! Çünkü onun varolmasını sağlayan ortamın ta kendisi dolayısıyla da onun yaratıcısıdır! Bu konuda hemen hemen aynı noktada olduğumuzu görüyorum.

        Bak geçen gün ilginç bir video seyrettim! Videoda Einstein in bir teorisini savunmak için yola çıkan bir bilim adamının ışınlanma olayında geldiği nokta anlatılıyordu! Başka ve çok ilginç bir nokta daha vardı! Hani güneş merkezdeyken dünya ve diğer gezegenler onun etrafında döner ya! Boşlukta düşmeden, asılıymış gibi döner dururlar! Şimdi teori şu! Toprağın üzerinde bir noktaya yuvarlak bir cisim koyalım! Sonra onun etrafında onu tam çevreleyecek bir oluk yapalım! Sonra o oluğun bir noktasından gezegen olduğunu düşündüğümüz bir cismi hızla itelim ve olukta bir daire çizerek hareket ettiğini gözlemleyelim! Oluk görülebiliyor değilmi? Olukta dönen şeyi ve etrafında döndüğü şeyi açıkça görebiliyoruz! Şimdi bunun güneş ve dünyanın dögüsünde de aynı olduğunu düşünün! Bakın evrenin neredeyse tamamı karanlık enerji ve karanlık maddeden oluşuyor! Yani bizim görmemizi sağlayan ışık bu karanlık madde tarafından neredeyse tamamen sürkülase ediliyor! Bu durumda aslında gök cisimleri boşlukta asılı değilde bizim göremediğimiz bir olukta yani bir yere dayanarak dönüyorsa!

        Şunu söylemeye çalışıyorum baktığımız evreni bile görmekten aciziz ve bu evren belli çekim güçleriyle biraraya getirilmiş, şekle sokulmuş elektronlardan oluşuyor! Kuantum mekaniğine göre her elektron evrendeki diğer bütün elektronlarla iletişim halinde! Çünkü elektronlar bulundukları noktadaki enerji düzeyinin değişmesinden hoşlanmaz ve yeni bir enerji düzeyine ulaşmak isterler! Kuantum mekaniğine göre bu noktada bir elektron bütün evreni inanılmaz bir hızda katedip tekrar eski yerine döner! Bence bu anlık ama genel bir enerji tranferidir! Birşeçit emanet alma sonra geri verme gibi!İşin inanılmazı bu hız ışıkhızından kat be kat yüksek bir hıza tekabül eder!

        Şöyle düşünürmüsün! Bizim vücudumuzda trilyonlarca hücre var! Karanlıkta ve herbiri için sonsuzluk anlamına gelen bir yapının içerisindeler ve zeki olmadıklarını iddia etmek zor! Öyleyse evren bu kadar iç içeyse bizde aslında canlı bir organizmanın içinde onu var eden her bir hücreden biri olamazmıyız?

        ”geri almak istemedikten sonra, boşluğun tanrıya verebileceği hiçbir şey yoktur,”

        Tanrı boşluğun kendi iç dinamiğinde olmayan bir şeyi ona nüfuz ettirdi! Ama boşluğun bu enjeksiyona vereceği tepkiyi dizayn etme durumunda değil! O sadece boşluğu dizayn edebileceği kıvama getirmeye yani egemenlik kurmaya çalışıyor olabilir!

        Gülücük için iki nokta ve sağına sola açık parantez yapmalısın! 🙂

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        mantık terazisine vurduğumuzda aşağıdaki önermeyi doğru kabul edebiliriz,
        eğer bilmiyorsa, insana kutsal değilsin diyoruz,
        eğer biliyorsa, insana kutsalsın diyoruz,

        tanrı bize müdahale etmiyor,

        halâ ne demek istediğimi anlatamadım, tanrı evreni ve canlı yaşamı yaratıktan sonra bize hiçbir şekilde müdahale etmiyor,

        ben sebep sonuç ilişkisine bakarak tanrının hiçliğe hareket kazandıran ilk dokunuşu yapması nedeniyle sonuçların sebebi olduğunu düşünüyor ve sorumlu olduğunu söylüyorum,

        evreni ve canlı yaşamı yarattıktan sonra, bizim ne yaptığımıza karışmadığını, işimize burnunu sokmadığını söylüyorum,

        benim ilk dokunuş nedeniyle tanrıya yüklediğim sorumluluğu Donkişotluk yapmak olarak düşünebilirsin, ve telif hakları tamamen bana aittir, aksini iddia edene itiraz etmem, bu benim kendi kişisel düşüncemdir,

        o nedenle evrene müdahale eden bir tanrı yok,

        insan oğlunun sonuçları tanımlamak için kullandığı ve kişiden kişiye değişen göreceli bir kavram olan iyi ve kötü tanımlarının tanrıya yüklenecek hiçbir mantıklı tarafı yoktur, çünki tanrı insansı bir varlık değildir, tanrıya insansı özellikler yüklemeye çalışanlar, kendilerini kutsayacak (ayrıcalık tanıyacak) bir tanrıya ihtiyaç duyanlardır….

        mesajlarını üstün körü okumuyorum, verdiğin konu başlıklarını detaylı açıklamaya kalksak bir sürü kitap yazmamız gerekir, bende konu başlıklarını harmanlayarak ortalama bir şeyler yazmaya çalışıyorum, yazmadan önce birkaç defa okuyorum, anlayabildiğim kadarıyla cevaplamaya çalışıyorum, yani benim adım hıdır elimden gelen budur,

        yağmur örneğine verdiğim cevabı beğenmediysen stoktan yenisini çıkarayım, ama darılmaca yok,

        sonsuz boşluk denen zifiri karanlıkta, üstelik ezel denen bir sonsuz zaman süresince, bom boş oturup zifiri karanlığı seyrederken canı sıkılmayan zevksiz bir tanrının, her gün ayni saat ve aynı dakikada yağan yağmura bakarken mi canı sıkılacak?

        daha önce başkalarına hitaben yazdığım mesajlarımda, eğer okuduysan, sonsuz boşluğun asla yok edilemeyeceğini, hatta tanrı tarafından bile yok edilemeyeceğini söylerken kastettiğim tanrının sonsuz boşluk olduğuydu,

        dolayısıyla sonsuz boşluğun sahip olduğu güç, hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşu yapan güç, yani sonsuz boşluğun (hiçliğin) ta kendisi,

        sonsuz boşluk, hiçbir sınır koyamayacağımız için sınırlı şekli olan bir şey değildir, yani sınırlarını belirleyemediğimiz bir şeyin dışı olmaz, o nedenle sonsuz boşluğun dışında başka sonsuz boşlukların olabileceğini söylemenin pek bir anlamı olmaz,

        ama şunu söyleyebiliriz, bizim görüş alanımız, en gelişmiş teleskoplarla 50.000 ışık yılı uzaklıktaki cisimleri görmemize olanak sağlıyorsa, söz konusu uzaklığın devamını zifiri karanlık olarak görürüz, yani bizim görüş alanımızdan 100.000 ışık yılı uzaklıkta başka bir evren varsa bunu görebilmemiz mümkün olmaz, yani anlayacağın sonsuz boşluk bizim açımızdan halâ gizemini koruyor, öyleki biz sadece buzdağının bilinen yüzünü görüyoruz, onu bile anlamaktan aciziz,

        ama yinede birden fazla sonsuz boşluk olduğunu varsayalım, bu seferde sonsuz boşluklar birbirlerin boşluklarını (karın boşluğu değil) ele geçirmek için ordular kurup, ordu komutanlığına (teknik direktörlüğe) soyunacaklardı ve böylece ortaya boşluklar savaşı çıkacaktı,

        olukla ilgili olarak,
        elimize ceviz büyüklüğünde yuvarlak bir taş aldığımızı düşünelim, bu taşa ince bir lastiği çaprazlama bağlayalım, lâstiğe bağlı taşı döndürmeye başlayalım, dönme esnasında lâstiğin uzadığını ve en sonunda koptuğunu görürüz, yani bir merkez etrafında dönen cisimlerin merkez kaç kuvvetine tabi olduklarını görürüz,

        şimdide o taşı elimize alalım ve bırakalım, taş yer çekimi nedeniyle yere düşer,

        şunu demek istiyorum, çekim kuvveti cisimleri kendine doğru çeker, merkez kaç kuvveti cisimleri çekim kuvvetinin etkisinden kurtarmaya çalışır,

        bunu dünya ve güneş için düşünürsek, dünyayı güneşin etrafında dönerken bir an durdurduğumuzu düşünelim, dünyanın dönme hareketinden dolayı kazandığı merkez kaç kuvveti ortadan kalkacağından, güneşteki çekim kuvveti dünyayı kendine doğru çekecektir,

        işte dünyanın güneşin etrafında belli bir yörüngede kalarak dönmesini sağlayan, çekim kuvveti ve merkez kaç kuvvetin aralarında yaptığı maçı berabere bitirmelerinin bir sonucudur, yani merkezkaç kuvveti=çekim kuvveti, bu eşitlik bozulduğu anda dünya maçı kazanan tarafa doğru savrulur, merkez kaç kuvveti maçı kazanırsa dünya sonsuz boşluğu keşfetmek için seyahate çıkar, maçı çekim kuvveti kazanırsa, dünya güneşin çekim alanında olduğundan güneşe doğru seyahate çıkar ve güneşle bütünleşir,

        yani ben dünyanın güneşin etrafındaki dönüşünü belli bir yörüngede yapmasını, merkez kaç ve çekim kuvvetlerinin birbirine eşit olmalarının bir sonucu olarak düşünüyorum,

        oluk örneğine gelince, çevresi 365,35 birim olan sabit bir dişli çark ile çevresi 1 birim olan ve sabit dişli çarkın üzerinde dairesel hareket yaparken irtibatlı dişler nedeniyle kendi ekseni etrafında da dönen hareketli dişli çark örneği gibi, (365,25= 365 gün 6 saat)

        dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşünü bir oluk içerisinde yapabileceği olasılığı mantıklı olmakla birlikte ispata muhtaç?

        çünki, söz konusu durum, dünyanın etrafında dönen ay için geçerli değildir, çünki ay’ın görünen yüzü devamlı dünyaya dönüktür, bunun anlamı, ay dünya etrafında bir tur yaptığında zorunlu olarak kendi etrafında da bir tur yapmaktadır,

        bu durumda ay için bir oluk oluşturmak istersek, bu oluğun içerisine, ay’ı üzerine yapıştıracağımız (sabitleyeceğimiz) yürüyen bir bant koymamız gerekecektir, ayrıca, kötü niyetli biri oluğa sıvı yağ dökerse, dünyanın kayarak patinaj yapma tehlikesi var,

        belki şu olabilir, dünya güneşin etrafında dönerken aşağı yukarı zikzaglar yapmasını önlemek için, bir olukla rotasında ilerlemesi sağlanmış olabilir

        gel, dünyanın hem kendi ekseni etrafında dönüşünü, hem de güneşin etrafında dönüşünü, hem kendi ekseni etrafında dönen, hem de atom çekirdeğinin etrafında dönen elektronlar gibi düşünelim, yani dünya için bir oluk yapacaksak, elektronlar için de bir oluk yapmayı ihmal etmeyelim,

        ben gök cisimlerinin asılı olacağını düşünmüyorum,
        şöyleki bizim yukarısı dediğimiz yöne, Amerikalı aşağısı diyor, veya tam tersi,

        örneğin; daha anlaşılır olması açısında kutupları örnek olarak veriyorum, (kutupların kuzey ve güneyde olduğunu varsayıyoruz, biri kalkıp kutupların biri batıda, diğeri doğuda dese hiç itiraz etmem) kuzey kutbunun zirvesindeki bir kişi, güney kutbunun zirvesindeki bir kişi, ellerindeki elmayı aynı anda bıraksalar, Kuzey kutbundaki elmanın düşüş yönü aşağısı, güney kutbundaki elmanın düşüş yönü yukarısı olacaktır, benzer şekilde Türkiyedeki bir kişi, Amerikadaki bir kişi ellerindeki elmayı aynı anda bıraksalar, her iki elma birbirine zıt yönde yere düşer,

        işaret parmağını yukarı kaldıran biri, o şekilde 24 saat durduğunda, işaret parmağının göstereceği yön, sonsuz sayıda ve birbirinden farklı yönler olacaktır,

        o nedenle sonsuz boşlukta yön kavramı yoktur, dolayısıyla sonsuz boşlukta asılı olan bir şey de yoktur,

        mesleki okullarda okuduğum için (teknikerim) yeterli fizik alt yapım olmadı, o nedenle kuantum mekaniği ile ilgili bir bilgim yok, zaten neredeyse hiç birini anlamadığım teknik terimleri temel bilgim olmadığı için anlayabilme durumum yok,

        kuantum mekaniği, insan ürünü bir çok förmülle açıklanmaya çalışılan ama halâ kendi içerisinde tutarsız sonuçlar veren bir bilim dalı, yani henüz emekleme çağında,

        sunu sorayım, bir elektronun, evreni inanılmaz bir hızda, hatta ışık hızından daha hızlı bir şekilde kat ettiği ispatlanmış mı? (ispatlanmamış teorilere pek itibar etmem)

        eskiden koskoca salonlara sığmayan bilgisayar sistemlerinin sistemlerin şimdi tablet denilen küçük bir şeye sığdırılmasında kuantum mekaniğinin bir rolü var mı?

        hani maddenin sıkıştırılmadığı, tüm bilgilerin “rar” dosyası olarak sıkıştırılıp yüklendiği tablette…

        bence evren konusunda bilim adamlarının da pek bildiği bir şey yok, kendi aralarında al gülüm ver gülüm yapıyorlar, aynı bir araya gelip birbirlerini şeyh ilân eden dinci yobazların yaptığı gibi, onlarda birbirlerini kutsamaya çalışıyor olabilirler mi?

        bizim vücudumuzun sınırı çizilebildiği için yapımızın sonsuzluk içereceği söylenemez, aynı şey evren içinde geçerli, bildiğim tek şey var, her şeyin yapı taşı atomlardır, canlı varlıkta hücre olarak tanımlanıyor, vücudumuzda bir hücre üretme merkezi var, her gün ölen milyonlarca hücrenin yerine yenisini üretiyorlar, atta gideceğimiz tarihten birkaç yıl önce hücre üretim merkezi, üretim faaliyetine son veriyor, birde bakıyorsun, cüsseli dediğin bir insan yavaş yavaş küçülüyor, yüz hatları buruşmaya canlılığını kaybetmeye başlıyor, vücudun direnci azalıyor, atta gitmek için grip olması bile yeterli sebep oluyor,

        vücudumuzdaki hücrelerin hepsi tabiî ki çok akıllı, öyle olmasa bir tek hücreden bölünme suretiyle çoğalarak türlü sistemlerle donatılmış harika bir varlık ortaya getirebilirler miydi?, bölünme yapmadığı için tek hücreli varlıklar olarak nitelendirdiklerimiz de var,

        sonsuz boşluğun geri almak isteyecekleri yine kendi bünyesinde kalacağından, şuna geri alma değilde dönüştürme diyelim, ayrıca egemen olanın egemenlik kurma gibi bir derdi olamaz. :)

  49. 1okuyucu dedi ki:

    (yanlış ifade kullandıysan unut gitsin) ifadesinin öznesi 1. tekil şahıs olması gerekirken yanlışlıkla 2. tekil şahıs olarak yazılmış,

    doğrusu (yanlış ifade kullandıysam unut gitsin) şeklindedir.

    • Gencer dedi ki:

      Bu ifadede 2 özne var.(kullandıysam olacaktı galiba) Eleştirmek için değil dokundurmak için cevapladım.Cümlelerin ve anlamlarının ne kadar önemli olduğu bu forumun en önemli TEMA’sı olduğu için yazmak ihtiyacı hissettim.Bizler çok ince ayrıntılara önem verdiğimiz için bu kutsal kitap denen kitaplardaki hataları buluyoruz.

  50. 1okuyucu dedi ki:

    toro;

    farklı dalga boylarında gezindiğimiz için sanırım uyum sorunumuz var, sanki frekanslarımız uyuşmuyor gibi, sanki ben önce cevap veriyorum, sen sonradan cevapla ilgili soruyu soruyorsun gibi bir durum oluyor, yada sen beni belli bir kalıba soktun öyle görüyorsun,

    o nedenle sorularını aşağıdaki paragraftan başlayarak cevaplayacağım,

    “”””””Şöyle bir şey düşünmeni istiyorum! Beyinlerinin ortalama %7 sini kullanan insanların arasından biri bir şekilde beyninin % 15 ini kullanıyor ols, bu sıradışı kişi diğerlerinin arasında yaşayabilirmi ya da onlara katlanabilirmi?”””””
    çünki, alıntı yaptığım bölümün yukarıda kalan kısmının cevabını bir önceki mesajımda verdim, dinlere göre dünyanın ve insanlığın yaşı bölümünde verdim, ayrıca bu yazacağım mesajı ayni bölüme kaydedeceğim,

    sen galiba tanrıyı insansı özellikleri olan bir varlık sanıyorsun, tanrının neyi ezip ezmeyeceğini bilmem ama, insanın yolda yürürken gördüğü bir karınca yuvasını ezip ezmeyeceğini tanrı bilir ama karışmaz, kimi üstüne basarak geçer, kimi yanından dolaşarak ezmeden geçer gider,

    her iki eyleminde tanrı açısından bir mahzuru yoktur, çünki tanrı canlı varlığa yüklediği özelliklerden hangisini kullanacağını, hangisini kullanmayacağını yarattığı varlığın tercihine bırakmıştır,

    süper beyinler olmasa teknolojik harikaları kimler yaratacak veya keşifleri, süper zekâlı insanlar bizim gibi normal! zekâlı insanlarla uyum sorunu yaşadıklarından genelde içlerine kapanık olurlar, çünki davranışları toplumca yadırganır, uğraştığı işi deli saçması olarak görüp alay edenler bile olur, bu onlar için insanlık tarihi boyunca katlanılmaz bir durumdur ama hedefledikleri şeyi gerçekleştirdiklerinde tüm dünya tarafından ayakta alkışlanırlar ve tarihe geçerler, (ipliği 5 metre mesafeden fırlatıp iğnenin deliğinden geçiren fıkrada ki adamı kastetmiyorum)

    bu anlattığım durum türdeşler arasındaki bir durumdur,
    tanrı kendini insanla kıyaslamayacağı için yani insansı tavır sergilemeyeceği için her hangi bir tahammül sorunu olmayacaktır, herhalde tanrı, kapasitesini bildiği insanın tanrısal bir zekâya sahip olmasını bekleyemez, o nedenle insanın zekâ düzeyi tanrı için dayanılamayacak bir durum değildir,

    tanrının sorumluluğunun güvenirlik olduğunu önceki mesajımda belirtmiştim. (:)

  51. 1okuyucu dedi ki:

    düzeltme;

    oluk örneğine gelince, çevresi 365,35 birim olan sabit bir dişli çark ile çevresi 1 birim olan ve sabit dişli çarkın üzerinde dairesel hareket yaparken irtibatlı dişler nedeniyle kendi ekseni etrafında da dönen hareketli dişli çark örneği gibi, (365,25= 365 gün 6 saat)

    oluk örneğine gelince, çevresi 365,35 birim olan sabit bir dişli çark ile çevresi 1 birim olan hareketli dişli çarkın, sabit dişli çarkın üzerinde dairesel hareket yaparken irtibatlı dişler nedeniyle kendi ekseni etrafında da dönen hareketli dişli çark örneği gibi, (365,25= 365 gün 6 saat)

    yukarıdaki ifadede “ve” kelimesi çıkarılarak yerine, “hareketli dişli çarkın” ifadesi eklenmiştir.

  52. toro dedi ki:

    1okuyucu,

    Konuyu kaldırmamışlar! Ekranın sağında ”tüm yazılar” kısmının sonundaki resimlerden hemen sonra ”çok okunanlar” diye bir bölüm var! Konuya oradan ulaşabilirsin! Bende cevabımı oraya yazmıştım ama hala yayımlanmamış!

    • 1okuyucu dedi ki:

      toro;

      tuh! desene çukura düştüm, (çekiç smileyi) çukura düşmüşken boş geçmeyeyim,

      ünlü bir bilim adamı, okyanus ötesindeki bir Ülkede, bir dizi konferans vermek üzere bir yolcu gemisine binmiş, hizmetine bakan kamarotu, her yanına çağırdığında, kamarota bazı sorular sorarmış, sorduğu sorularda kamarotun bilemeyeceği sorularmış,kamarot cevapları bilemedikçe, kamarota “sen çukura düşmüşsün” dermiş, yani kamarotun cahil olduğunu belirtmek için öyle dermiş,

      derken gemi okyanusun tam ortasında ilerlerken, kazan dairesi müthiş bir patlamayla başlamış ve gemi hızla batmaya başlamış, fıkra bu ya, patlama sırasında tüm filikalar parçalanmış, yani yardım gelene kadar su üzerinde beklemekten başka çare kalmamış,

      bizim kamarot ise telaşla bilim adamının kamarasına gelerek, “efendim yüzme biliyor musunuz?” diye sormuş, bilim adamı “bilmiyorum” diye cevap vermiş, kamarot, o zaman son duanızı yapın, çünki biraz sonra sizin içerisine düşeceğiniz çukur suyla dolu demiş.

      • toro dedi ki:

        Bende sana eşlik edeyim,

        Demir yollarına makastar alınacakmış! Yazılı mülakatı geçip finale kalanlar teker teker sözlü mülakata alınmaya başlanmış!
        Gelenlerden birine komisyon;

        -Söyle bakalım aynı anda yola çıkıp aynı anda senin mevkinde olacak iki tren var ne yaparsın?
        -Hemen trenlerden birinn makasını dğiştirerek olası kazayı engellerim!
        -Peki makas çalışmıyorsa?
        -O zaman telsizle trenlere ulaşır onları uyarırım.
        -Telsizde çalışmıyor.
        -O zaman ateş yakarak işaret vermeye çalışırım.
        -Ateş yakacak malzemende yok!
        -O zaman eve koşar eşimide alarak ger dönerim!
        -O niye?
        -Eee kopacak gümbürtüyü oda görsün…

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        fıkra güzelmiş, güzel olmasına güzelde, böyle giderse forum yönetimi birazdan bize makas değiştirme hareketi yapacak, yani üyeliğimiz askıya alıp forumdan uzaklaştıracak, çünki burayı muhabbet forumuna çevirdik, bari boş geçmeyip bir şeyler söyleyelimde, olası durumu kurtaralım,

        aslında kutsallıkla ilgili olarak görüş birliğindeyiz,

        sen hiçliğe hareket kazandıran ilk dokunuşu yapan tanrının serpiştirdiği yapı taşlarının (iddiaya göre hafif gazların) ne yapacaklarını bilmedikleri için iş birliği yaparak, evreni ve canlı yaşamı oluşturduğunu söylüyorsun,

        iş birliği yaptıkları kısmına bende katılıyorum ama bunun önceden belirlenmiş, plânlı bir işlem sırasına göre yapıldığını düşünüyorum,

        eğer yanlış anlamadıysam sen, varlık hakları evrensel beyannamesi nedeniyle, her biri farklı bileşimlere sahip birer kimyasaldan ibaret olan insanın, farenin, pirenin, sineğin, ve diğer tüm varlığın tanrı nazarında eşit olduğunu, akıllı böceklerin yapmış olduğu işbirliği sonucunda ortaya çıkan ve bünyesinde akıllı böcekleri barındıran tüm varlıkların birbirlerine saygılı olmaları gerektiğini savunuyorsun,

        eğer bu tanımlamamda senin hakkında yanılmadıysam, altına imzamı atarım, çünki bende böyle düşünüyorum, (geçmiş bir zamanda, kullandığım laptopun klavyesini, üzerinde gezinen yavru örümceği rahatsız etmemek için yaklaşık 2 saat kullanmayan biriyim)

        ama yaklaşımımızda ayrıldığımız noktalar var 🙂
        devamı haftaya diyelim, senin cumartesi günü hazırladığını söylediğin yazıyı bekleyelim.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        ”eğer yanlış anlamadıysam sen, varlık hakları evrensel beyannamesi nedeniyle, her biri farklı bileşimlere sahip birer kimyasaldan ibaret olan insanın, farenin, pirenin, sineğin, ve diğer tüm varlığın tanrı nazarında eşit olduğunu, akıllı böceklerin yapmış olduğu işbirliği sonucunda ortaya çıkan ve bünyesinde akıllı böcekleri barındıran tüm varlıkların birbirlerine saygılı olmaları gerektiğini savunuyorsun,” diyorsun,

        Büyük ölçüde doğrudur!

        Tek fark bunlar tanrının nazarında değildir! Doğal ortaya çıkış süreçleri hiç bir varlık ayırt edilmeksizin elektronlara bağlı olan varlıklar birbirlerine karşı sadece fiziki yap yada fonksiyonel farklılıklarından ötürü üstünlük taslayamazlar! Bu evrensel sonuçtur! Ama varlıkların güçleri oranında diğer varlıklara tahakküm etme ya da kendisinden aşağı görme eylemide gelenekselleştirilmiş sonuçtur!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        ben işin içine tanrıyı da katıyorum ama birlikte bir şeyler başaran akıllı böceklerin alacakları kararlara (doğa yasaları) uyacağını söylüyorum, zaten tanrı onların böyle bir bildiri yayınlayabilecekleri olasılığını önceden biliyordu, yapıp yapmamaları ise onun bilmek istediği bir şey değil, yani tanrının bilmediği bir şeyi yapmıyorlar,

        zaten saygı görmek isteyen saygı göstermek zorunda, yani her şey arz talep meselesi,

        gelenekselleştirilmiş sonuçların sebeplerine gelince, şimdilik beslenme ve ekolojik denge ile ilgili itirazlarımdan bahsedeyim,

        sen, dünyaya geldiğinde elinde sahip olacağı hiçbir şey olmayan, beslenmek için tilkinin tavuğunu çalmak zorunda kalan insanı hırsızlıkla suçluyorsun, ben mecbur kaldığı için hırsızlık yaptığını söylüyorum, bu nedenle insanı hırsızlığa zorlayan sebepleri göz ardı etmiyorum,

        sen insanı hantal hayvanları ehlileştirip yediği için katliam yapmakla suçluyorsun, ben beslenme ihtiyacı için yapmak zorunda kaldığını söylüyorum, hayvanlar arasında bile et yitenler, ot yiyenler, hem ot hem et yiyenler varken, insanın et yemesini niye kabul edemiyorsun, yoksa sen vejetaryen misin?

        benim eleştirdiğim taraf ise, trolle balık avlamak, kurban kesme adedi denilen hayvan katliamı, üstelik acemilerin kasaplığa soyunduğu, parçalara ayırdığı etleri yoksula değil de varsıl kesene verdiği, yani miras dışarıya gitmesin diye yapılan akraba evlilikleri gibi al gülüm ver gülüm bir durum, (Kâbede telef edilenleri anlatmaya gerek yok) eli tüfekli avcıların insanın beslenme menüsünde olmayan hayvanları avlaması, yağı, kürkü, vs. sebeplerle yapılan hayvan katliamları, şimdilik aklıma gelenler bunlar,

        sen insanı, ısınma, barınma, teknolojik, vs. gibi sebeplerle doğadan aldıklarının, dünyanın ekolojik dengesini bozduğu söyleyerek bencillikle suçluyorsun, ben ise bu materyalleri zorunlu olduğu için kullandığını, bunun gayet doğal olduğunu ama yeterli tedbirleri (tedbir amaçlı teknolojileri kullanmadıkları) almadıkları için eleştiriyorum, ayrıca hangi tedbiri alırlarsa alsınlar insan oğlunun, kendinden kaynaklanmayan doğal afetlerle baş edebileceklerini sanmıyorum,

        zaten insan kendi yaptığı hataların bedelini yine kendisi ödüyor,

        ama kucağında bulduğu için yapmak zorunda olduğu eylemlerin sonucunda hırsız veya vahşet yapan vahşi bir varlık olarak gösterilmesi, bende insana haksızlık yapıldığı kanısı uyandırıyor,

        işte o nedenle, eğer insan oğlu kucağında bulduğu, yapmak zorunda olduğu şeyler için suçlanacaksa, onu buna zorlayan sebepleri de yargılamamız gerekir diyorum.

        Arabın yalellisi gibi oldu diyorsan, o zaman sana şöyle bir soru sorayım?
        sence insan oğlu, beslenme veya dünyanın ekolojik dengesi konusunda nasıl bir yol izlemeliydi?

        sen iyi ve kötü diye bir şey yoktur diyorsun, ben, iyi ve kötü diye bir şey yoksa, senin vahşet yapan insanı vahşi bir varlık olarak tanımlamanın sonuçlarını nasıl tanımlamamız gerektiğini soruyorum?

        vahşet yapan insanın, bu yaptıklarını, iyi bir şey olarak mı tanımlayacağız? kötü bir şey olarak mı olarak tanımlayacağız? hangisi? ya da ne?

        gücün gelenekselleştirilmiş olması da yine doğa yasalarının dayattığı yaşam biçiminin bir sonucu, sence insan oğlu bu konuda nasıl bir yol izlemeliydi?

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Haklısın dalga boyları farkından dolayı bir şekilde zıt görünüyoruz!

        Şimdi ben sana en basit ve en rahat anlayabileceğimiz şekilde insan davranışlarından ve olası tepkilerinden kurguladığım örneklemeler yapmaya çalışıyorum! Sonra bildiğimizin tepkisinin sonucu bunlar olursa ya da olabilirse bilmediğimizin tepkisin sonucu ne olur tartışalım istiyorum! Bu nedenle benim tanrının insansı olduğunu düşündüğümü söylemeni bir latife olarak alıyor ve ciddi ciddi bu latifeye gülüyorum.

        Üstelik ben sana örnekleme yaparken kompozisyonu olduğunca açık çizmeye çalışıyorum! Karınca örneğini karşılık olarak verdiğin önermemde ben özellikle insan için gözle görünmeyen mikro bir cosmostan bahsediyordum! Göremediği ve göremediği içinde dikkat yada farklı bir sorumluluk duygusuyla kendini üzerinde dolaşmaktan alıkoymadığı bir görünmez dünyadan! Ayrıca insan için görünen dünyada karıcaların etrafından dolaşması pozitif bir eylem olarak görünse de aynı durumun yerde dizelenmiş
        sinekler olduğu düşünüldüğünde bambaşka bir eyleme doğru evrileceği de yadsınmayacak bir realite olarak karşımıza çıkacaktır! Hayvanlara ve onların insan algısındaki dışa vurumlarına göre kurgulanmış ve neredeyse sabitlenmiş insan tepkileri!
        Aynı tanrıya olduğu gibi!

        Bana diyorsun ki tanrı, evreni ve içindekileri ve tabi ki insanı dizayn edip bırakmış! Bir daha karışmamış ya da karışmıyor! Ama benim buna itirazım var. Eğer tanrı evrenin kendisini ve içindekileri bizzat kendi dizayn ederek ”perde” dediyse ve perde onun şartlarını önceden belirlediği sürece uygun bir şekilde devam etmek zorunda ise sürecin tasviri karışılmayan bir oyun değil, başından karışılarak yönlendirilmiş ve sonu belirlenmiş bir oyun olarak görülmelidir! O halde evrenin içinde, evren başladığı andan sonlanacağı ana kadar olacak olan her şey başladığı anda bilinmektedir! Yani tanrı bir saat kurgulamış,bunun için çarklar dizayn ederek onların belli bir programda ve kurallar dahilinde çalışmasını sağlamış ve onun bitmesini istediği ana kadar hangi çarkın hangi evrede nerede olacağına da karar vermiştir! Tabi ki bu nedenle olacağı da bilecektir! Ama bu düzenin kendisi zaten müdahale demektir! Sonuç olarak yaşam döngüsü tanrının belirlediği doğa ve evren kurallarının dışına çıkamayacaksa kendi içindeki sürgitin seçenekleri tanrı açısından zaten biliniyor olacaktır! Bu noktada kuralları koyan zaten müdahaleyi de etmiştir! Kimse tanrının kuralları dışına çıkamayacağına göre yani seçenekler tanrı tarafından sürpriz olmayacak şekilde öngörülebilir hale getirildiğine göre müdahaleye de gerek olmayacaktır! Bu evrenin ve içindekilerin tanrının istediği kompozisyonu, tanrının kullanmalarına izin verdiği kelimelerle yazdığını gösterir ki, bu bizi dinlerin en büyük iddialarından birine yani kadere götürür!

        1okuyucu,

        İnsan olarak yaşarken yapabilecekleriniz tanrının en baştan düzenlediği bedeniniz ve zihniniz ve tabiki doğa kuralları ile sınırlı ise bunun adı zaten müdahaledir! Bu noktada ara müdahale diye bir seçeneğe zaten ihtiyaç yoktur! Örneğin kendi bedeninin uzuvlarıyla uçması kesinlikle mümkün olmayacak şekilde yaratıldığını düşündüğümüz insanın hiçbir zaman uçamayacak olması baştan yapılan ve insanın bütün yaşamını baştan şekillendiren bir müdahaledir! Arada müdahale zaten gereksiz ve anlamsız olacaktır! Tanrı yapılması gerekli olanları zaten en başta yapmıştır!

        Bu nedenle tanrı varlıkları eylemlerinde serbest bırakmamış eylemlerinin sınırlarını baştan belirleyerek yapabileceklerini de belirlemiştir!

        Örneğin karıncaları gören insan için seçenekler, basmamak için geri dönmek, üzerlerinden atlamak, etraflarından dolaşmak, ortadan kayboluncaya kadar onları beklemek şeklinde bellidir! Eğer insan eylemi senaryonun dışına çıkabilecek bir yetenek ve dolayısıyla tercihle değiştiremiyor yani belirleyemiyorsa örneğin sırf istediği için karıncaların üzerinden uçarak geçemiyorsa eylemlerinde serbest bırakılmış falan değildir, Tanrının belirlediği eylemlere bağlı kalmaya şartlandırılmıştır! Buda hareket özgürlüğü değildir! Size bağlanan ip kadar mesafe katedebiliyorken, ipin uzunluğu kadar serbestsiniz demektir, kendi istediğiniz kadar değil!

        Son olarak insan olarak temennilerimizden değil tanrının olası tepkilerinden feyz almaya çalışıyoruz!

        Ben tekrar etmek istiyorum zeka katsayısı örneğin 10 üzeri 1 Katrilyon olan bir tanrının kendi dizayn etsede zeka katsayısı kendisine göre,
        0,000000000000000000000000000000000000000000001 olan bir varlığın davranışlarına nasıl tahammül edeceğini gerçekten bilmek isterdim! Bu noktada bahsettiğim orandaki zekanın sahibi olan varlığın yine bahsettiğim orandaki zeka oranına sahip tanrıdan, tanrısından değil, güvenirlik beklemesi bana göre anlamlı değildir!

        İnsan kendi yarattığı eylemlerin zihinsel dışa vurumlarından çıkardığı ve hiçbir şekilde olmayan ve olmayacak bir geri dönüşü yani ”güvenirliği” tanrıdan talep edemez ve bunu bir sorun olarak da tarif edemez! Güvenilir olmak şeklinde bir tepkisi olmayan tanrıdan bunu beklemek sadece kendini kutsamaya devam etmektir! Senin yolundan gidersek yarattıklarına karşı sorumlu olan bir tanrı, tanrımıdır? Yoksa bizatihi tanrı olmanın gereği sorumsuz olmak mıdır?

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        Tek olan bir tanrı, acıma, kızma, sevinme, ödüllendirme, cezalandırma veya diğer insani kavramları nereden bilecek! Tanrı da olsa hiçbir varlık bilmediği şeyi biliyormuş gibi yapamaz, bilmediği bir şeyi de bilemez!

        Bak tanrının hisetme anında hissedenlerin zihnini okuması başkadır o hissi doğrudan yaşaması başkadır!

        Bu nedenle benim tanrının insansı olduğunu düşündüğümü söylemeni bir latife olarak alıyor ve ciddi ciddi bu latifeye gülüyorum
        —————– (senden alıntılar)

        seni, beyninin reddettiği şeyleri okumak zorunda bıraktığım için engin hoşgörüne sığınıyorum diyorum ama akabinde hiiiç! boşu boşuna gülme diyorum,

        sen, tek olan bir tanrının yaşamadığı şeyleri bilemeyeceğini söylüyorsun ama o tek olan tanrıya bilmediği şeyleri yaşatmaktan geri kalmıyorsun, (bilmek istememek, merak, sürpriz, izlemek, tahammül)

        ben ise o tek olan tanrının yaşamadığı şeyleri bileceğini ama yaratığı varlıklara has olan şeyler olduğu için yaşamak istemeyeceğini söylüyorum,

        söyle bakalım, bu durumda, sürekli insani deneyimlerin harmanıyla oluşturulan düşüncelerle bir tanrı hayalini kuran kim oluyor?

        tanrı zaten kendine has olmayan şeyleri yani insana has olan şeyleri yaşamak isterse, yarattığı varlıklardan hiçbir farkı kalmaz,

        yani bir cismi olur, cismi olmasa da sahip olduğu duygusal aktivitelerle, kendi istediği gibi davranmayanlara kızar, öfkelenir, gerektiğinde yakar yıkar, daha doğrusu psikolojisi bozulan bir tanrı ortaya çıkar,

        o durumda bir tanrı niye evreni yaratarak kendi kendini boş yere gersin? dertsiz başını niye derde soksun? tek başına sakin, huzurlu, sessiz, gürültüsüz bir yaşam sürüyorken, durduk yerde evreni yaratarak niye başını belâya soksun?

        o edenle tanrı, bilmek istememek, merak etmek, sürpriz beklemek, tahammül edememek gibi insani duygularla hareket etmez, yani psikolojisini bozmak istemez,

        yani seninle tanrı tasvirimiz arasında tamamen zıt bir yaklaşım var, (180 derece)

        bilip bilmemekle ilgili olarak;
        bildiğimiz o şey vardır, o nedenle biliriz, veya o şey yoktur, var olduğunu sandığımız için o şeyi bildiğimizi sanırız.

        bilmediğimiz o şey yoktur, o nedenle bilemeyiz, veya o şey vardır, varlığından haberimiz olmadığı için bilmediğinizi sanırız,

        yani neyi bildiğimizi, neyi bilmediğimizi daha doğru dürüst bilemiyorken, neyi nasıl tartışabiliriz ki, sadece kişiliğimizin temelini oluşturan ön görülerimizle temel aldığımız bazı çıkarımları baz alarak bir şeyler eveleyip geveleriz,

        bu durumda tepkilerimizi, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişen yaklaşımları tanımlamaya yarayan zıt kavramlar belirler,

        zıt kavramlar ise olaylara yaklaşımız tarzımız nedeniyle göreceli kavramlar olarak ortaya çıkar, örneğin; bana göre beyaz kadın ticareti anlamına gelen başlık parası ve muta nikâhı başkalarına göre normal bir şey olabilir, bir cesedin yakılması bana göre o cesede yapılabilecek en akıllı işlemdir ama bir müslümana göre veya başka toplumlara göre kötü bir şeydir,

        ama zıt kavramların göreceli olmadığı durumlarda vardır, örneğin, hangi kafa yapısına sahip olursa olsun, hava kirliliği tüm toplumların sebep olduğu bir eylemdir ve herkes tarafından sonuçları bakımından felaket olarak tanımlanır, yani hava kirliliği, insan oğlunun hem kendisine hem de doğaya yaptığı bir kötülüktür,

        aynı şekilde doğal afetler, tüm insanlığın ortak sorunu olduğu için zararlarına karşı birlikte hareket etmek zorunda kaldıkları bir durumdur, herkese göre doğa olaylarından kaynaklanan bu durum bana göre sonuçları açısından bir felakettir,

        yani insan oğlunun kendinden veya doğadan kaynaklanan eylemlerin sonuçlarını, tüm insanlığı ilgilendirdiği için felaket olarak tanımlayabiliriz, sebep oldukları sonuçlar göz önüne alındığında iyi bir şey oldukları söylenemez,

        bilmediklerimizi zaten bilmediğimiz için ortada konuşacağımız bir şey de olmaz ama konuşsak ta bir sakıncası olmaz,

        örneğin, milyarlarca galaksinin var olduğu söylenen bir evren içerisinde Samanyolu galaksisinde var olan güneş sistemi, (mavi nokta) başka galaksilerde niye olmasın? kum kovasında sadece bir tane mavi noktanın olması mantıklımıdır?

        veya sınırı çizilemeyen sonsuz boşlukta, hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşun sadece bir tane olacağını düşünmek ne derece doğrudur? sonsuz boşluğun değişik noktalarına serpiştirilmiş milyarlarca dokunuşların yapılmadığının garantisi nedir?

        gördüğün gibi ben evreni aştım, sonsuz boşlukta yaptığım seyahatte, sonsuz boşluğun katrilyonun katrilyonuncu kuvveti kadar neredeyse sonsuza yaklaşan sayıda evreni içinde barındırabileceğini, bu evrenlerin toplam alanının sonsuz boşluğa kıyasla yok denecek bir büyüklükte olacağını gördüm,

        sen, bilinmeyeni konuşalım deyince aklıma bunlar geldi, kastettiğin bilinmeyen bunlar değilse, o zaman senin bildiğin bilinmeyeni konuşalım,

        konuşmuşken bilipte, bilmemezlikten veya görmemezlikten geldiklerimizi de konuşsak iyi olur,

        Bu nedenle tanrı varlıkları eylemlerinde serbest bırakmamış eylemlerinin sınırlarını baştan belirleyerek yapabileceklerini de belirlemiştir!
        ————- (senden alıntı)

        evet doğru, o nedenle başkaca bir müdahaleye gerek kalmamıştır, ayrıca bu bir müdahale değil bir oluşturma şeklidir, müdahale ise mevcut olan bir duruma yapılan bir eylemdir, mevcut olmayana değil, yani senin müdahale olarak tanımladığın şey, tanrının yarattığı canlıya yetenekleri çerçevesinde sunduğu bir yaşam biçimidir,

        örneğin; en özgür olduğumuz alanımız düşünce oluşturma alanımızdır, yani hiçbir etki altında kalmadan kendi kendimizle baş başa kalabildiğimiz bir özgür alan, burada bile, düşüneceğimiz şeyler sonuçları açısından sınırlıdır,

        kendimizi uçurumdan aşağıya atmak, bir arabanın altında kalmak veya aslana yem olmak gibi kendimize zarar verecek bir düşünce yapısında olamayız, kuracağımız fantezilerde bile kendi ahlâk anlayışımıza uymayan şeyleri düşünmek bile istemeyiz,

        hayalimizde marsa gittiğimizi veya ıssız bir adada tek başımıza hayal edebiliriz ama gerçekleşmesi mümkün olmadığından bu düşüncelerimizin hayalden öteye bir anlamı olmaz,

        düşünerek oluşturmaya çalıştığımız, yani öz benliğimize uygun düşünceleri ve eylemleri tasarlamış olsak bile sosyal bir varlık olmamız nedeniyle oluşturulan oto kontrol sistemleri, düşüncelerimizin tümünü eyleme dönüştürme olanağı vermez, yani toplumun müsaade etiği kadar bir özgürlüğümüz vardır, bu sosyal yaşamın doğal bir sonucudur,

        bir insana sahip olabileceği en geniş özgürlüğün sınırları, insan hakları evrensel beyannamesiyle belirlenmiş olsa da, demokrasiyi özümsememiş toplumlarda hiçbir geçerliliği yoktur, bu durumda isteyeceğimiz tek şey özelimize yani yaşam tarzımıza karışılmaması

        olacaktır, ona da karışıldığına göre……

        olaya doğa açısından baktığımızda, yaşamını sürdürebilmesi tamamen doğanın ona sunduklarından ibaretse, insan oğlu doğanın yaşamasına izin verdiği sürece yaşamını sürdürebileceği gerçeğiyle yaşamaktadır,

        nefes almamızı sağlayan atmosferden oksijeni çekip al, canlı yaşam saniyelerle tanımlanacak bir zaman diliminde yok olur gider,

        (bu benden kitapların tanrısına bir tiyo olsun, kıyameti koparmak için, bir şeyleri yakıp yıkmalarına gerek yok, oksijeni atmosferden çekip alsınlar saniyeler sonra istenen sonuç alınacaktır)

        doğanın insan oğluna verdiği özgürlükler, insan oğlunun sahip olduğu yeteneklerle sınırlıdır, bu durum tüm canlı varlıklar için geçerlidir, örneğin: uçma yeteneğine sahip olmayan bir insanın karıncaların üzerinden uçarak geçeceği düşünülemez, (kedi gibi miyavlamasında bir sakınca yoktur)

        o nedenle insan oğlunun özgürlüğü doğa yasalarıyla ve oto kontrol sistemleriyle belirlenmiş kum dolu bir tabaktaki kum tanesi kadardır,

        yani insan aynen düşüncelerinde olduğu gibi doğada da yetenekleri kadar özgürdür, düşüncelerini açıklama ve yeteneklerini sergileme otokontrol sistemleri tarafından denetim altına alındığı düşünüldüğünde insanın özgür olduğu yaşama alanı oldukça sınırlıdır,

        tanrının bilmek istememesine gelince;

        bilmekle, bilmek istemek farklı farklı kavramlar olsa da var olan bir varlığı işaret ederler,

        tanrı evrenin yaratılış safhalarını bilmek istemeseydi, yaşadığımız evrenden daha değişik bir evren mi ortaya çıkacaktı? biz nefes almadan yaşayabilen bir varlık mı olacaktık? veya dünya kendi ekseni etrafında ters yönde mi dönecekti? evreni meydana getiren işlem sırasında bir değişiklik mi olacaktı?

        örneğin bir mimar, denetim görevi gereği, binayı tasvir eden bir plân ve inşaatı yapacak gerekli malzemeyi usta başına verdikten sonra yapılan işlere karışmaz, çünki yapılacak işlerin belli bir işlem sırasına (prosedüre) göre yapılacağını bilir, inşaat usulüne uygun devam ettiği sürece yaptığı denetim görevi rutin bir işlemden ibarettir, bina bittiğinde ise kontrol görevi de bitmiştir, daha sonra gelip acaba bina ne alemde diye ne binanın içine nede binanın dışına bakma veya karışma gereği duymaz, binada olabilecek olumsuzluklar (hor kullanma) ise binayı kullananların dikkatli davranıp davranmamalarıyla ilgili olacaktır,

        her ne kadar sen, tanrı hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşu yaptıktan sonra, evreni oluşturacak yapı taşlarının, (ustaların) üstelik tanrının hiçbir beceri vermediğini söylediğin yapı taşlarının deneme yanılma yoluyla evreni oluşturduklarını söylüyorsan da….

        hiçbir becerisi olmayanların iş bile bulamadığı biliniyorken,

        tanrının yapı taşlarının, (ustalarının) deneme yanılma yoluyla, üstelik ellerinde hiçbir veri olmadan tesadüfen evreni yaratacaklarını söylemek, mimarın sokaktan çevirdiği birine gel buraya bir bina yap demesine benzer, bir süre sonra sonuçları görmek üzere geri geldiğinde, adam ona benim bina yapacak becerim yok, üstelik yapmam istenen binanın plânı yok, sende plân yok, bende de beceri yok, bu durumda ortaya çıkacak sonuç yok derse haksız mı sayılır?

        ayrıca ben, yapı taşlarının yaptığı işbirliğinin plânlı bir şekilde yürütüldüğüne inanıyorum, çünki evren ve canlı yaşamın oluşturulmasında belli bir işlem sırasının takip edilmesi, yani bir sonraki işlemin gerçekleşebilmesi için gerekli olan alt yapının bir önceki işlemle oluşturulması gerekliliği, bana bu safhaların belirli bir plân dahilinde yapıldığı izlenimi veriyor,

        örneğin, ilk kimyasalların, evreni oluşturacak gök cisimlerini, gök cisimlerinin kümeleşerek meydana getirdikleri galaksileri, bu galaksilerden Samanyolu galaksisindeki güneş sistemini, (mavi nokta) canlı varlığın soluma yapabilmesi için içerisinde gerekli havayı barındıran atmosferi, atmosferi zararlı ışınlardan koruyan ozon tabakasını, canlı yaşam için gerekli olan suyu ve bitkileri oluşturmadan, ilk önce kendisini insan olarak tanımlayan hayvanı veya diğer hayvanları ortaya çıkaracaklarını düşünebilir misin?

        eğer, evren ve canlı yaşam belli bir prosedüre göre dizayn edilmediyse,

        evrenin ve canlı yaşamın oluşumunda izlenen işlem sırası tesadüfen mi meydana gelmiştir?

        eğer tanrı, elindeki akıllı böcekleri ortaya serpiştirmiş, ne yapacaklarını merak etmeye başlamış ve ortaya çıkacak sonucun kendisine sürpriz olmasını istemişse,

        zekâsı sonsuza giden bir varlık, yaratmayı tesadüflere bırakacak bir düşünce içerisinde olabilir mi? bunu zekâsı 0’a (sıfır) giden bir varlık sorabiliyorsa, biraz durup düşünmek lâzım.

        bir mimar bile yaptıracağı bina için usta başına gerekli plân (bilgi) ve malzemeyi veriyorken, zekâsı sonsuza giden bir tanrı, üstelik insanlara has olan merak ve sürpriz kavramlarını referans alarak, sırf merakını gidermek için, bilmek istemediği sonuçların kendisine sürpriz olmasını istediği için meydana gelecek oluşumda,

        ilk kimyasalın deneme yanılma yoluyla tesadüfen bulacağı sonuçlara ihtiyaç duyuyorsa, tahtını taşıtmak için 8 tane meleğe ihtiyaç duyan sahte tanrılardan ne farkı kalır.

        zekâ ve tahammül meselesine gelirsek,
        sen, kendi rutininden sıyrılıp sürprizlerle karşılaşmak isteyen, yani meydana gelecek sonuçların kendisine sürpriz olması için meydana gelecek sonuçları bilmek istemeyen, hiçliğe ilk hareketi kazandıran dokunuşu yapan tanrının, bu nedenle meydana gelen ilk kimyasala veya kimyasallara hiçbir bilgi ve beceri vermediğini, kimyasalların katrilyonlarca deneme yaparak, deneme yanılma yoluyla tesadüfen evreni ve canlı yaşamı oluşturduğunu söylüyorsun,

        ben ise tanrının hiçliğe hareketi kazandıran dokunuşla birlikte açığa çıkan ilk kimyasal veya kimyasalların, önceden belirlenmiş belli bir işlem sırasına göre, evreni ve canlı yaşamı oluşturacak bilgi ve beceriye sahip olduklarını söylüyorum,

        sonuçların kendisine sürpriz olmasını istediği için sonuçları bilmek istemeyen bir tanrı, meydana gelen sonuçlara rıza göstermek zorundadır, yani itiraz etme hakkı yoktur,
        o nedenle istese de istemese de tahammül edemeyeceği şeylere katlanmak zorundadır,

        eğer senin tasavvur ettiğin tanrı, meydana gelen sonuçlara tahammül gösteremeyecekse, ya sürpriz merakından vazgeçerek, yani meydana gelecek sonuçları bilmek istememe kararından vazgeçerek, bilerek tahammül edeceği bir varlık yaratacaktır yada meydana gelen sonuçlara kerhen katlanıp, birazda dişlerini sıkarak, tahammül etmeye çalışacak,

        sanırım bu anlattıklarım senin ve tasavvur ettiğin tanrı için hayal kırıklığı olmuştur,

        ama ben senin ve tasavvur ettiğin tanrının uğradığı hayal kırıklığını giderecek bir yöntem buldum, bu sayede hem sonuçların kendisine sürpriz olması mümkün olur, hemde tahammül edebileceği sonuçlar mümkün olur, üstelik bu iş oldukça hoşuna gidecek, tabiri caizse zevkten dört köşe olacaktır, niye daha önce böyle bir şey düşünmedim diyerek belki de kendine kızacaktır,

        sonuçların kendisine sürpriz olmasını isteyen tanrı tahammül edebileceği bir sonuca ulaşana kadar, hiçliğe ilk hareketi kazandıran bir çok sayıda dokunuş noktası oluşturarak, bu noktalara sırayla teker teker dokunarak, tahammül edebileceği sonuçları (düşeş) alana kadar dokunmaya devam eder, tahammül edebileceği sonuçlara ulaştığında dokunmaya son verir,

        bu şekilde hem çok hoşlandığı sürprizlerle karşılaşma şansını bir defa değil bir çok defa elde etmiş olur, hemde tamammül edebileceği sonuçlara ulaşmış olur,

        hatta yapacağı dokunuşlarda tahammül edemeyeceği sonuçlar ortaya çıktıkça, meydana gelen sonuçları hatalı üretim olarak çöp tenekesine atmadan önce tahammül edemediği varlıkları ayağının altında bir sinek gibi ezerek kendini sakinleştirebilir, deneme yapmasına gerek kalmayan dokunuş noktalarını da sinek gibi ezmesi de kendini sakinleştirmenin başka bir yolu olur,

        özetle söylersek, ne yaratacağının bilincinde olan bir tanrı tahammül edemeyeceği bir varlığı yaratmaz,

        o nedenle insan oğlu denen varlık, tanrının tahammül edemeyeceği bir varlık değildir, zaten zekâsı sonsuza giden bir tanrının, yarattığı varlığın zekâsını kendine sorun olarak görecek bir davranışta bulunacağını düşünmek, tanrının zekâsını hafife almak olur,

        zekâsı sonsuza giden bir tanrının, yaratığı evreni yok etmediği sürece de, doğa yasalarıyla oynayacağı düşünülemez, yani yaratığı doğa yasalarına uyan bir tanrı zaten güvenilir bir tanrıdır, tanrı zaten yaşamak için bazı şeylere muhtaç olan canlı varlığın tüm ihtiyaçlarını karşılayarak üzerine düşeni yapmıştır.

        benim tanrıya sorumluluk olarak yüklediğim kavramların ise, sonuçları tanımlamaktan öteye bir anlamı yoktur,

        özetle söylersek;
        tanrının, hiçliğe hareket kazandıran ilk dokunuşu yapması, kendinde var olan gücün açığa çıkmasından başka bir şey değildir, evren ve canlı yaşam ise açığa çıkan bu gücün bir tezahürüdür.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Sana söylediğim cevabımı uğraşa uğraşa en sonunda konunun sonuna kopyalayabildim! Senin yorumunun altına ekleyemedim!

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Yazıma başlarken öncelikle bir durumun altını çizmek istiyorum. Yaptığımız münazaranın geldiği noktadan gurur duyuyorum! Bu siteye gelirken yapmak istediğim şey zihin jimnastiğiyle yapabileceğimiz arayışların bizi nerelere götürebileceğini görebileceğim bir münazarayı karşılıklı olarak yapabileceğim bir arkadaşla karşılaşmaktı! Bunu benimle paylaştığın için özellikle sana teşekkür etmek isterim!

        Yazını gerçekten beğendiğimi söylemek istiyorum! Ama haliyle sana söylemek istediklerim olacaktır! Daha doğrusu seninle aynı şekilde düşünmediğim noktaları değerlendireceğim.

        Ama önce bir yanlış anlaşılmayı (o şekilde algıladım) düzeltmek istiyorum.

        ”Bu nedenle tanrı varlıkları eylemlerinde serbest bırakmamış eylemlerinin sınırlarını baştan belirleyerek yapabileceklerini de belirlemiştir!
        ————- (senden alıntı)”

        Yukarıdaki yorumu kendi yazımda senin tarif ettiğin tanrının eylemlerinin sonucu olarak değerlendirmiştim! Bu benim kendi öz değerlendirmem değildi!

        Sende biraz beni bekle bakalım! 🙂

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bu mesajını gözden kaçırmışım, gelen mail’lerimin içerisinde araya karışmış, bunu 3,5 numara gözlük kullanmama ver,

        şunu söyleyeyim, insan oğlu henüz bırak tanrıyı, kendini keşfetmiş değil ama insan oğlu kendini keşfettikçe özgürlüklerinin de genişleyeceğini var sayıyorum,

        şu an için yer yüzünde en özgür kişiler, zekâları sıfıra en yakın olanlar, çünki, ayıplayan, kınayan olur mu? düşüncesi taşımadan her şeyi rahatlıkla yapabiliyorlar,

        örneğin; çalıştığım kurumun bulunduğu ana caddede bunlardan biri her gün hükümete veryansın ediyordu, yanından geçenler, “doğru söylüyorsun” deyip geçiyorlardı, öyle şeyler söylüyordu ki yenilir yutulur cinsten değildi, eğer aynı şeyi biz yapmaya kalksak, daha ağzımızı açmadan başımıza o malum akibet gelirdi,

        yine bunlardan orta yaşı geçmiş biri, sabahtan akşama kadar gazel asılırdı, hakkını yememek lâzım, sesi fena değildi,

        Sende biraz beni bekle bakalım! 🙂
        dönüşüm muhteşem olacak diyorsun yani. :)

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Öncelikle benim başından beri ne iddia ettiğimi tekrar hatırlayalım!
        Tanrı denen kavramı temsil eden varlık bizimle hiç konuşmadı! Bu nedenle onunla alakalı hiç birşeyi bilemeyiz sadece elimizdeki donelerle kendi tahminlerimizi yapabiliriz! İşte ben yaptığımız tahminlere konu olan donelerin içinde yaşadığımız evren yani yapı ya da hiçlikle alakalı genel bir kanaate ulaşmak ve düğümü çözümlemek için yeterli olamayacağını düşündüğümden tanrının varlığını ya da hiçliğine etkisini başlangıç noktasında bırakmanın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum!

        Seninde söylediğin gibi evrenin, evrenin büyüklüğüne oranla lafı edilmeyecek kadar küçük bir noktasında yaşayan canlıların, bulundukları yerden hiç ayrılmadan evrenin genelini çözümlemesinin ve bu sayede tanrıya ulaşmasının bence imkanı yoktur! Bu nedenle ben tanrı fikrini en başa koymaktan öteye götüremeyeceğimizi düşünüyorum!

        Biliyorsun ki bunu başından itibaren hep bu şekilde söyledim! Ama sen hep bir sebep istedin! Tanrının hiçliğe neden hareket verdiğini, neden bunu yapmaya gerek duyduğunu sorup durdun! Benim bunları cevaplamamı bekledin! Ama unuttuğun bir şey vardı, bunların cevabını verebiliyor olsaydım o tanrı ben olurdum! Ben tanrısal gücün temsil ettiği erki şu halimizle çözemeyeceğimizi bildiğim için onu sadece başlangıç noktasında hayal ediyor ve oradan öteye götürmüyorum! Aslında götüremiyorum! Götürdüğüm anda tanrı benim için bilinebilir, eylemleri çözümlenebilir bir varlık haline gelirki bence bu olanaklı bir durum değildir!Eylemleri yarattıkları tarafından çözümlenebilir olan bir tanrı olamaz. Biz evrene hareket kazandıran ya da onu yaratan gücü hiç bir şekilde algılayamayız! Bunu için hiçbir şekilde donanımlı değiliz!

        İnsan tarih boyunca yaşamını şekillendiren şartlar içerisinde varlığını devam ettirmesini sağlayacak ve onu geleceğe doğru umutla besleyecek bir koruyucu güç hayal etti. Abartı olmayacak şekilde söyleyebiliriz ki doğada kendisinden güçlü olarak gördüğü her şeye taptı! İnsan doğası gereği tanrıyı en çok kendini en güçsüz hissettiği anlarda farkeder vaya anar! Bu algı ilk insandan bu yana sürekli evrim geçirerek ve toplumların ortak beklentileriyle şekillenerek bugünkü tanrı beklentisinin ortaya çıkmasını sağlamıştır! Bizde doğal olarak hayatın bütün alanına sirayet eden ve insanları besleyen tanrı inancının düşünsel tezahürleriyle donanmış bir dünyada kendiliğinden oluşmuş beklentiler veya hayallerle tanrıyı tarif etmek zorunda kalıyoruz!

        Örneğin ben iyilik ve kötülük kavramının tanrıdan gelmediğini düşündüğüm halde, toplumda kendiliğinden oluşmuş ve kaynağının tanrı olduğu söylenen bu kavramları kullanarak bir örnekleme yapmak zorunda kalıyorum! İnsanın doğal yaşamında peyderpey oluşan ve düşüncelerini şekillendiren olguların tanrı kaynaklı tezahürler olduğu düşüncesine kesinlikle inanmadığım halde açıklamalarımı bunlar üzerinden şekillendirmek zorunda kalıyorum! Çünkü bana neden diye soruyorsun!

        Sevgili münazaradaşım,

        Tanrının ne yaptığını, niye yaptığını, nasıl yaptığını, nasıl yapabildiğini tanrıdan başka kim bilebilir? O yüzden benim tanrıyı, cevaplarını bilemediğim soruların başlangıcına koymaktan başka yapabileceğim hiç bir şey yoktur! Ben kendi adıma sadece tanrının insan odaklı donelerin veya beklentilerin bir tezahürü olarak hayal edilemeyeceğini söylerim! Çünkü adına tanrı denen bir varlıkla hiç tanışmamış başka bir varlığın, elinde ve geçmişinde böyle bir deneyim olmadığı halde tanrıyı tanımlamasına imkan yoktur. Eğer yapabildiği tek şey bir tanrının varlığına ve o tanrının başlatma erkini temsil ettiğine inanmaksa onu sadece ve sadece başlangıçta hayal edebilr! Sonrasında düşündükleri ya da bekledikleri sadece kendisinin düşündükleri ve bekledikleridir!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        hatırlar mısın? Nuri baba’ya hitaben yazdığım bir mesajda ikimiz arasındaki diyaloğun fikir cimnastiği, akıl yürütme olduğunu söylemiştim, bizimde burada yaptığımız akıl yürütmekten başka bir şey değil, şu kıt aklımızla bir şeyler söyleyebiliyorsak, bu, en azından fikir cimnastiği yapabilme becerimizin veya niyetimizin olduğunu gösterir,

        öncelikle şunu söyleyeyim ki insan oğlunun evreni çözümlemesi, evrenin dışına açılması anlamına gelir ki, insan oğlu karşısına çıkan manzaraya baktığında çözebildiği evrenin, kum denizindeki bir taneden ibaret olacağı varsayımında bulunmak, hiçte mantıksız olmaz gibi geliyor bana,

        elbette tanrı ile ilgili hiçbir şey bilemeyiz, şimdiye kadar bulabildiğimiz veya bulduğumuzu sandığımız tek şey, hiçliğe ilk hareketi sağlayan dokunuşu yapmış olduğunu varsaymamızdan öteye geçmiyor, onunda olup olmadığını anlayabilmek için deneyerek anlamaya (cern deneyi) çalışıyoruz,

        elimizde en mantıklı done hiçbir zaman yok edilemeyecek olan sonsuz boşluktan ibaret, yok edilemeyecek olan sadece tanrı olduğuna göre, sonsuz boşluğu, içerisinde güç barındıran bir tanrı olarak tanımlamamız pekte mantıksız olmaz diye düşünüyorum, yada öyle olduğunu sanıyorum,

        devamlı etrafında dolaşıp durduğumuz, şu dokunuşa dokundurmaya devem etmemizin bir sakıncası olmaz herhalde,

        ben şu varsaydığımız dokunuşla açığa çıkan ve el ele vererek hep birlikte evreni ve canlı yaşamı oluşturan akıllı böceklerden tekrar bahsetmek istiyorum,

        bence, akıllı böceklere her türlü bilgi ve beceri verildi ama verilen bilgileri nasıl kullanacaklarını bilmiyorlardı,

        örneğin; oksijen ve hidrojen suyu nasıl oluşturacaklarını bilmiyorlardı ama suyu oluşturacak bilgi kendilerine verilmişti, deneme yanılma yoluyla suyu meydana getirdiler,

        senin de söylediğin gibi neredeyse sonsuza yakın deneme yaparak evren ve canlı yaşamı oluşturdular, bilgi ve beceri verildiğini kabul ettiğinde, tanrı tasavvuru açısından, aramızda pek bir fark kalmayacak gibi geliyor bana,

        şunu belirteyim, ben evren ve canlı yaşam ifadesiyle kastettiğim canlı yaşam, dünya, ay, elektron, vb. belli bir yörüngeye bağımlı olmayan, serbest hareket edebilen insan ve hayvanları kastediyorum, bundan sonra tüm varlıkları kapsayan anlamında sadece evren demek istiyorum,

        ayrıca şunu belirteyim, ebed denilen sonsuz bir zaman kavramında geleceği bilmeye çalışmak, hiçbir zaman bitmeyecek olan geleceği bilmeye çalışmak gibi saçma bir saplantıdan öteye gitmez, o nedenle tanrının geleceği bilmek gibi bir amacı olamaz, ancak o anda olanı biteni görmek isterse, şöyle göz ucuyla bir bakar, ben böyle düşünüyorum,

        yani, tanrının gelecekte neler olacağını bilmek istememesi, tanrının yapmak isteyeceği bir şey değildir, çünki olacakları bilmemesi, bilmeye çalışmamasının doğal bir sonucudur,

        zıt kavramların, eylemleri tanımlamak için insan oğlunun kendisine yüklenen enstrümanlar olduğunu söylemiştim, sadece, her şeyin suçlusu olarak insan oğlunun gösterilmesine tepki olarak işin içine tanrıyı katarak olayı sebep sonuç ilişkisine bağlamıştım, kimsenin tanrıyı yargılamak gibi bir hakkı olamaz, benim tanrıyla yaptığım kavga ise donkişotluktan başka bir şey değil,

        kendini kutsatacak bir tanrı arayanlara da kızmaya pek gerek yok gibi geliyor bana, kendini tanrı tarafından kutsandığına inandırabildikleri olduğu sürece tanrı üzerinden dokunulmazlık kazanmak isteyenler de olacaktır, arz talep meselesi,

        umarım internet kullanımı yaygınlaştıkça, bilgiye ulaşmadaki kolaylıklar, insan oğlunun bilgiye ulaşma isteğini arttıracak ve bunun kaçınılmaz sonuçları ortaya çıkacaktır, yeter ki ulaşımı engellemek için yasak koymaya kalkanlar olmasın.

  53. 1okuyucu dedi ki:

    toro,

    bende de bazı terslikler oldu, Yasire yazdığım 2 mesajı da gönderemedim, niye böyle oldu anlayamadım,

    ayrıca bugün beni ananlar bir hayli fazla, şimdilik onlarla ilgileniyorum, bir ara sana dönücem, kendine iyi bak,

  54. 000005 dedi ki:

    Sevgili toro ve 1okuyucu harikasınız..

  55. deist adam dedi ki:

    dünyanın on bin yaşından genç olduğunu iddia edenler bence hemen bir psikiyatriste görünmeli demiş bir ünlü

    • murat dedi ki:

      Mevzu dünyanın yaşı değil insan türünün yaşı.Umarım artık anlamışsındır.

  56. murat dedi ki:

    Yaratılışta zulüm yoktur…
    Toro şu bilgiler senin ilacın olabilir.
    Öncelikle zayıf olan canlılar güçlü olan canlılardan daha rahat ve kolay bir hayat sürer.Çünkü yaratıcının zayıflara şefkati daha büyüktür.Rızıklarını daha kolay yoldan temin eder.Meyve kurdu gibi en aciz bir canlının elma gibi güzel bir yiyecekle kolay bir şekilde geçinmesi yaratıcının tedbiriyledir.Şefkatini gösterir.Aslan gibi güçlü ve vahşi canlılar ise yiyeceklerini en zor temin eden canlılardır.Yaratıcının şefkati canlının yeteneğine ters orantılı olarak tecelli eder.Aslan güçlü tasarımına rağmen oturup ta biraz da ot yeyip yorulmadan geçinip gideyim diyemez.Yiyeceğini temin konusunda tırtıldan solucandan daha acizdir.

    Aslan, leopar,kartal,şahin gibi parçalayıcı ve ayrıştırıcı canlıların serçe,güvercin,ceylan,bufalo gibi zararsız canlılardan sayıca az olmaları güç ve kuvvetlerinin fazlalığından dolayı değil belirli bir vazife için programlanarak diğer hayvanlara saldırdıkları anlaşılır.Hayatın sahibi olmasaydı yırtıcıların sayısı daha fazla olmalıydı.Demekki yırtıcılar eskiyen dalları,çürümüş bitkileri budamak ve ortadan kaldırmakla görevli bahçivanlar gibidir.Canlıların daha diri ve temiz görünümü için gereklidir.Çünkü hayvanların vücutlarındaki sanatın değeri şahsiyetlerinden kıymetlidir.İnsanın şahsiyeti ve aklı vücudundan kıymetli olduğu için diğer hayvanlar içgüdüsel olarak zorda kalmadıkça insana saldırmayacak şekilde yaratılmıştır ve birçok canlının hayatı insanın hayatına hizmet etmektedir.
    Neticede canlı türlerine göre ayrı ayrı teşekkül eden hayat şartları güç ve iktidar ile ters orantılıdır.
    İnsanlar içerisinde kadınların çocukların hayat şartlarının daha kolay temin edilebilir olması veya küçük bir bebeğin ve hayvan yavrularının emrinde anne -babalarının hizmetkar gibi çalışmaları yaratıcının şefkatiyledir.Aksi taktirde Aslan gibi canavar bir hayvanın yavrularını şefkatle beslemesi ve koruması ,yemeyip yedirmesi yavrusunun dişiyle pençesiyle kollarının kuvvetiyle izah edilemez.
    Spermlerin çoğunun ölmesi ve içlerinden birtanesinin seçilmesi ise insanın yaratılışının olağanüstü bir durum olduğunu göstermektedir.Aynı şekilde tırtıl gibi aciz bir canlıya güzel kanatlar verip süsleyerek başlar üzerinde uçan kelebek olabilmeyi ikram eder.Gözle görülemeyen küçücük bir sperm hücresine insan olabilmek gibi büyük bir gaye verip yarışa sokmak o hücre üzerine nakşedilmiş büyük bir sanattır ve basitliğine ve layık olmamasına rağmen Allahın sırf kereminden verdiği ikramın göstergesidir.Evet en basit bir hücreye bir insan olabilmeyi ikram eden bir Allah elbette şefkatli ve ikramı boldur.
    İşte dünyada hayvanlar içerisinde aciz bir tür olan insan türü içerisinden şahsiyeti büyük olan ve yaratılış programını güzelce yerine getiren fertleri seçer sırf cömertlik ve merhametinden dolayı cennette ebedi yüksek bir saltanata sahip kılar.Cehenneme gidenlerin çokluğu cennetin kımetini arttırır.Kafire ebedi bir yok oluş yerine cehennemde de olsa bir hayat veriyor merhamet ediyor.

    İkinci mesele ise ölümdür
    Ölüm ise hayat vazifesinden bir terhistir.Zulüm değil.
    Yeryüzünün eskiyen vücutlardan temizlenmesi ve hayatın yenilenmesidir.
    Misafirhanenin dolup boşalmasıdır
    Sınırlı bir alana sahip dünya yüzeyinin daha fazla canlıyı ağırlaması için zaruridir.
    Ölüm yeni doğanların hayat kaynağıdır.
    Hayvanlara verilen emanet hükmündeki vücutlar zamanla yıpranır , yaralanır.Eskiyen vücutlar ölüm ile geri alınır.Senin eskitip yırttığın elbiseni alıp sana yenisini verecek olan birisi zulmetmiş olmaz.

    Bitkilerin hayvanlar tarafından yenilmesine bitkilere yapılan bir zulüm olarak görüp ağlayan kimse görmedim.Soğan dilimlerken gözleri yaşaranlar bile soğana değil kendilerine acıyarak bakıyorlar.
    Çükü bitkiler şuursuz ve hissizdir.Acı hissetmezler.İşte yaratıcı şefkatinden dolayı bitkiler için ölümü acısız yaratmıştır.
    Hayvanlar ise yaşadıklarını ve hayatın anlamını idrak edemedikleri için öleceklerini parçalanacaklarını bilmeden keyifle yaşıyorlar.Ölüm düşüncesiyle azap çekmiyorlar.Vücutları ise acıyı kısa süreliğine hisseder.Yani canavar bir hayvandan kaçan bir ceylan öleceğini bildiği için değil ısırılmaktan, kavgadan acıdan kaçar.
    Allah bu hayvanlara merhametinden dolayı insan gibi bir zeka vermemiştir.Kümesteki tavuklar da ahırdaki hayvanlar da bir gün kesileceklerini düşünerek sabaha kadar ağlayacaklardı.
    İşte rabbimiz olan Allahın merhameti böyledir ki senin idrakinden aciz kalarak tenkit ettiğin en zor durumları bile şefkatle dizayn etmiştir.
    İnekler ceylanlar tavuklar oturup ağlamazken onlara bakıp ta senin ağlamaya başlaman mantıklı değildir.
    Ölüm zaruridir ve hayvanlar için en güzel tarzı böyledir.Bir çeşit ağaç budamaya benzer ki çürükler ayıklanır.
    Soğukta sıcağın ,hastayken sağlığın kıymeti anlaşıldığı gibi aç iken yiyecekler daha lezzetli gelir.Susuz bir insan bir bardak soğuk suya hiçbir şeyi değişmez.Çekilen sıkıntılar hayatın zevkini arttırır.Aç ve fakir bir insanın kuru bir ekmekten aldığı lezzet tok bir insanın baklavasından fazla olacaktır.Zıtlıklar algılamayı kuvvetlendirir.Bunun gibi hayvanlara yırtıcılar musallat edildiği için hayvanların daha canlı ve hayatın lezzetini daha iyi almaları sağlanmıştır.Mücadele etmek, kaçmak yiyecek aramak hayvansal hayatı canlandırır monotonluktan kurtararak zevkini arttırır.
    Bununla beraber insanlar gibi hayvanlar da az da olsa irade sahibi oldukları için kendi tercihleriyle yanlış sonuçlara ve zulme yolaçabilirler.
    Allah yağmuru hayat kaynağı olarak yaratmış ve maksat şefkat ve merhameti gösteriyor fakat sen evine çatı yapmasan sonra zayi olan eşyalarından dolayı yağmurun acımasızlık olduğunu iddia etsen merhamete ve şefkate layık olmadığını göstermiş olursun.

    Bitki, hayvandan sonra neticete insanın ölümü ise ;
    İnsan kendi varlığını idrak edebilecek ölüm ve hayatın anlamını bilecek tarzda yaratılmış .Bu şuurdaki bir insan için ölüm son derece korkunçtur.
    Fakat yaratıcı insanın şuurunu açıp ebedi bir hayat arzusunu kalbine koyarken ölüm ile dünyadan ayrılmanın ,hayatı bırakmanın acısını hissettirmemek için hastalıkları musallat etmiş ve cennet ile de müjdelemiştir.Evet hastalıklar ve sıkıntılar da rahmettir.İnsan yaşlanmaya ve ölüme yaklaştığı vakit hastalıklar ve sıkıntılar ziyadeleşerek hayattan bir usanma hissi verir.Hayatın tadı kaçıp acılaştığında ölüm arzulanır bir durumdur.Bir şart var ki kişi cennet ve cehennem inancına sahip olsun.Sıkıntı ve hastalıklarda böyle bir merhamet olduğu gibi ölüm de yeni bir hayatın başlangıcı olarak tasarlanmıştır.
    Canlılar kendi kendilerine zulmedebilirler veya irade sahibi olanlar diğerlerine zulmedebilir.Fakat Allah asla zulmetmez.İrade böyle bir sıfattır.Eğer irade verilmişse ceza ve mükafaat ta olmalıdır.
    Yavruları sevimli tarzda yaratıp anne babalarını onların hizmetkarı yapan ve annelerin vücutlarına çiğnemekten aciz yavruların gıdalanması için içimi kolay bir süt kaynağı icad edet merhamet ve şefkatiyle himayesini gösteren hayatın yaratıcısı elbette zulmedenlerin zulümlerini şiddetle cezalandırır yapanın yaptığını yanına bırakmaz.Boynuzsuz koyunun hakkı boynuzludan alınır.
    İrade sahibi hiçbir canlı kendisine çizilmiş sınırı aşmaya ruhsatlı değildir.

    Küçük cezalar dünyada büyük cezalar dünyaya nispeten zindan hükmünde olan cehennemde görülür.Masumların ve zulme uğrayanların intikamını alarak adaletini ve masumlara olan merhametini gösteriyor.
    Kafire ebedi bir ölüm yerine cehennemde de olsa bir hayat veriyor
    Demekki cehennemin yaratılması da Allahu tealanın merhametinin gereğidir.

    • toro dedi ki:

      Sayın Murat,

      Size yazdığım yazılara cevap vermek için her defasında 2 ay düşüneceksiniz işimiz var demektir. Neyse tarzınız bu olabilir ama keşke işe yarasa idi! Şimdi sizin şu ilacınızı alalım ve size denetelim bakalım bünyeniz ne tepki verecek!

      ”Öncelikle zayıf olan canlılar güçlü olan canlılardan daha rahat ve kolay bir hayat sürer.”

      Yazınızın ana fikri yukarıdaki cümleniz, arkasından gelen yorumların tamamı yukarıdaki önermenin doğru olduğuna olan inancınızın tezahürüdür!

      Öncelikle doğada ki türler arasında doğum itibariyle zayıflık söz konusu değildir! Her tür üreme anında aralarından en güçlü olan dölleyiciyi seçerek yumurtaya can verir! Doğada türler birbirleriyle zayıf veya güçlü olarak karşılaştırılmaz! Zayıflık veya güçlülük türlerin kendi ortak özelliklerinin tezahürüyle oluşan gruplar arsında geçerlidir! Aksi halde bir insan ile bir ayıyı da güçlülük ya da zayıflık bağlamında karşılaştırmamız gerekir! Ayıdan güç olarak daha zayıf olan insan ormanda ondan daha rahat ve kolyamı yaşayacaktır?

      Zayıf olanın daha kolay yaşadığı ise doğru değildir!Doğada her canlının bir avcısı ve av olan her canlının da bir korunma güdüsü vardır! Dolayısıyla canlılar avcılarından korunmak için teknikler geliştirmişlerdir! Örneğin küçük canlılar hayatta kalabilmek ve türünün devamını sağlamak için bir kerede daha fazla yavrulama yaparlar! Daha büyük olanlar ise daha az. Her canlı türü avcısı tarafından en zayıf, en yavaş,en dikkatsiz olanı avlanarak en güçlüleri hayatta kalacak şekilde korunur! En güçlünün hayatta kalması avcı için hayatidir. Çünkü hayatta kalamayan av gelecekte onun için açlık demek olacaktır! Bir aslanın her av girişiminin başaıyla sonuçlandığını mı zannediyorsunuz! Bu olsaydı yani doğadaki her avcı her teşebüsünde avını yakalasaydı, döngü içinde kendi kendisinin aç kalmasını sağlayacak yani kendi türünüde tüketecekti. O nedenle doğada bir türün av olmaya devam (doğanın milyarlarca yılda oluşturduğu kendi kurallarıyla dizayn ettiği hayatın devamı için) edebilmesi o türün en güçlü olanlarının hayatta kalmasına bağlıdır! Dolayısıyla doğa zayıfı budar, çünkü güçlüye kendi döngüsünün devamı için ihtiyacı vardır! Her beslecek yiyeceği oranında çoğalır. Örneğin bir aslan nesli temel yiyeceği olan ceylan (örneğin) nüfusuyla aynı oranda artar! Fakat bu artış daha fazla avcıyı ortaya çıkaracağından bu seferde ceylan nüfusu azalır! Bu azalmanın sonucunda besin kaynakları kısıtlanan ve yeteri kadar besine ulaşamayan aslan nüfusu azalmaya başlayacak ve ceylan nüfusu tehditin sayısal durumuna göre yeniden artmaya başlayacaktır! Bakın sadece aslan ve ceylanın yaşadığı ve bu iki ögeye göre bir sistematiğe otumuş bölgeye o bölgede hiç olmayan başka bir avcıyı koyarsanız mevcut sistem bozulur ve yeni aktöre göre kartlar yeniden dağıtılır!

      Örneğin Avustralya kıtasısında kıtanın kendi döngüsünde KEDİ yoktur. Kediler kıtaya yüzyılın başında denizcilerle gelmişlerdir! Sonuç şudur, kediler hayatta kalmak için yıllanları avlamış, bu avlanma sonucu azalan yılan popülasyonu sonucu, yılanların ana öğünü olan fare sayısı artmış, artan fare sayısı tarım yaparak beslenmeye çalışan insan ırkının tarım alanlarını tehdit etmeye başlamıştır! Bu döngüyü keşfeden insanın yapmaya karar verdiği şey ise doğal döngüyü dışarıdan gelerek kıran kedileri avlamak olmuştur!

      Şimdi gelelim tanrıya,

      Şimdi söyleyin bakalım madem tanrı zayıfa şevkatle yaklaşıyor güçlüye karşı onu koruyor! Neden müslümanlık gelişirken kılıça sarıldı? Neden din savaşları var!? Tanrı adına yapılan din savaşlarını zayıflarmı kazanıyor?Madem zayıf olanlar kayrılıyor neden mekkede kalmaya devam edilmedi de medineye hicret edilip daha güvenli bir yer arayışına girildi! Hadi dini falan da boşverin, bakın bakalım tarihe sırf zayıf olduğu için hüküm süren bir beylik,devlet ya da imparatorluk görebilecekmisiniz!

      Sayın murat hayatın ve tarihin gerçekleri ortadayken söyledikleriniz, nasıl bir rüya görmek istediğinizi söyleyerek yatmaya gitmek ve istediğiniz rüyayı görmeyi ummaktan öteye gitmez!

      O nedenle gözünüzü açın! Zayıf olanın kayrıldığı doğa yok olur! Doğa kendini devam ettirmek için güçlüleri hayatta tutacak bir döngüyü dizayn etmiştir! Dolayısıyla siz bunun başlangıcına tanrıyı koyduğunuzda hangi sonuçtan bahsedeceğimiz gayet açıktır!

      Yazıma başlangıç yaptığımın önermenizin doğruluğunun ispatı için hayallerinizden yani size hiç anlatılmamış hikayelerden feyz almak yerine doğayı insansı kibrinizden arınarak gözlemenizde fayda vardır! Yaklaşımlarınız, tipik insan kibrinin yoğurduğu doğayı ve içindekileri kendisi için yaratılmış zanneden ve bu sayede doğayı doğadaki diğer canlılardan daha iyi bildiği yada anladığını iddia eden bencil ve benci düşüncelerin tezahürleridir! Yani siz bu ilacı hergün alarak kendinizi rahatlatıyor bu sayede gerçeğin çölünden uzak durduğunuzu varsayıyor olabilirsiniz! Ama benim gerçeklerle problemlerim yok!Bu yüzden doktorum bana, beni hayallare sevkedecek ve gerçeklerden uzaklaştıracak hayaller görmemi sağlayacak ilaçları tavsiye etmekten vazgeçti!

      • murat dedi ki:

        Beni beklediğinden haberim yoktu.Siteye iftar vakti baktım ve uzun uzadıya aynı şeylerden bahsettiğini görmem zaman almadı.2 ay falan deyip konuyu sulandırman yakışmamış.3-5 saat içerisinde yukarıda seninle beraber daha kaç kişiye allahın izniyle ilaçlar sundum.
        Yukarıda yazdıklarım eğer anlama niyetindeysen senin için yeterli.Fakat bana karışma sözümü de kesme eğleniyorum şurada diyorsan sen bitmişsin.Anan baban çoluk çocuk kimsesiz yalnız ve ölümlü bir atom yığınısın.Çok bağsettiğin o doğanın geri dönüşüm makinesi senin vücudundaki malzemeyi daha işe yarar bir şeyler üretmek için kısa bir süre sonra öğütücüden geçirecektir.Sana ise dünya namına acı bir hatıra kalacaktır.Kendine bulduğun bu ilaç bir çeşit intihar anlamına geliyor.Burada kendini harca git eğlen zaman tükeniyor.
        Aklını başına al.
        İnsan türünde en aciz olan çocuklar ,ihtiyarlar ve kadınların geçimlerinin en rahat olması önemli bir ayrıntı idi.
        Eğer evrim ve tesadüf ise canlılar neden kendi varlıklarını korumak yerine yavrularını korumak için hayatlarını feda ederler.Canlılar bunca yıldır ölümsüz olmayı da öğrenememişler demek.En gelişmiş canlılar bile üremek için dişi ve erkeğe ihtiyaç duyuyorlar.Üreyip te sıkıntı çekmenin ne gereği var?
        Korkak bir tavuk civcivlerini korumak için başını ite kaptırır.
        Bütün anneler bulduğu yiyecekleri önce yavrularına verir.
        Çünkü yaratıcı onların fıtratına böyle bir otomasyon programlamış ve herhangi bir getirirsi yok.Uçup gezip eğlenmek yerine bir dişi kuş neden 15-20 gün yumurta üzerinde yatar.
        Türünün devamı da nedemek.Kendi devamımı türü mü sen hangisini seçerdin.Büyük bir kahramanlık ve merhametin şuursuz canlılarda tecellisidir ki vazifeleri uğruna canlarını feda ediyorlar.
        Doğa dediğin şey nedir.Doğanın dizayn ettiğini hesaplamalar yaptığını iddia ediyorsun.
        Evet insana ve bütün fertlere hükmeden bir güç var ki senin dna ipliğinde vücuduna dair bütün kimyasal reaksiyonların programını yapmış sonra seni yapmış.Senin hayatını dünyanın hayatına ve güneşin hayatına ve galaksilerin hayatına ve kainatın hayatına bağlamış.
        Bu doğa dediğin şey Allah tanımının isteğe göre kırpılmış bir versiyonu
        Mantıksal bütün hareketlerin kanunların özü ilahi emirlerdir ve Allahın karakterinin yansımalarıdır.Sanat sanatkarın ayinesidir.Herkes kendi gördüğü sanatın ayrıntıları nispetinde sanatkarı görebilir.
        Hadisi şerif tabirince herkes kendi rabbini görecektir.Nasıl biliyorsan öyle muamele göreceksin.Hadisi kudisde ben kulumun zannı üzereyim der.Evreni idare eden bir aklın varlığı günümüz insanı için fizik kimya biyoloji tıp ilimlerinin formülleri kadar kesindir gerçektir.Bu aklın hayat sahibi bir şahıs olması idare ve hakimiyeti altındaki insan gibi şuurlu yüksek hayat mertebelerinden böcekler gibi şuursuz hayat mertebelerine kadar hayatların varlığı kadar kesindir ve gerçeğin ta kendisidir.Çünkü şahısların hayatları gelip geçici olduğu halde o hayatların yenisini yaratan bir hayat kaynağı hükmediyor.Elektrik lambalarının ışığının yanıp devam etmesi elektrik kaynağı olan santrallerin hayatına bağlıdır.
        İşte bunun gibi kainatta gördüğün akıl ,hayat sevgi gibi hüküm süren tüm programların ve enerjinin ebedi ve ezeli kaynağı akıl sahibi güzellik sahibi ve merhamet sahibidir.Işığın olmadığı yer karanlık,güzelliğin olmadığı yer çirkinliktir.Kısacası yaratıcının yaratması iyilik ve yaratılmışların tahrip edilmesi ise kötülüktür.Sözün özü Yaratılışa yani ilahi emirlere itaat etmek sevap karşı gelerek yaratılışına aykırı hareketlerde bulunmak günahtır.
        Dünyanın ve ayın aydınlanması su kabarcıkları yağmur damlaları gibi saydam nesnelerdeki parlamalar güneşin varlığının devamını gösterdiği gibi gözümüz önünde kısa sürede ölüp giden canlıların yerine yenilerinin gelmesi hayat kaynağının hayatta ve bütün canlılara hükmettiğini gösterir.
        Nasıl ki her insan ve özellikle sanat sahibi olanlar kabiliyetlerini geliştirmek ve görmek hemde göstermek için çeşitli aletler icatlar yaparlar ve bundan zevk alırlar.İşte tabiri caiz ise yaratıcı yaratmayı seviyor.Öldürüyor yeniden yaratıyor.Tazalendiriryor.Temizliyor.Yarattıklarını dünya denilen misafirhanede çeşitli ikramlarla sevindiriyor .Güzel birtarzda yaratıyor.Denizlerin diplerindeki balıkların bile çeşitli renklerde ve özelliklerde yaratılması sadece sinek türünün binlerce çeşidinin olması yaratıcının kendi sanatına dikkatini ve kudsi lezzetini gösteriyor.
        Bunları anlamak için deneyler yapmaya da gerek yok.
        Allahın varlığı okadar şiddetlidir ki her şeyde görünen bir varlığı görebilmek güçleşir .Güneş ışığın şiddetinden dolayı gözle görülmez.Ancak yansımaları belirtileri varlığının devamı bütün yeryüzünü etkisi altına almıştır.Gözünü kapayan yanlız kendisine gündüzü gece yapabilir.Güneşten rahatsız olan yarasalar gibi mağaralarda şurada burada maymun kemikleri ile uğraşır dururlar.Buldukları kemikler kadar çürük ve temelsiz delillere dayanan bir hayat.
        Dilediğini tercih et.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Ve bu hikayeleri tanrıdan doğrudan alarak bize anlatan değil, bu hikayeyi tanrıdan aldığını iddia ederek anlatansınız!

        Bakın sonrasının anlamı olması için başlangıcının anlamlı olması gerekir!

        Bakın şöyle yapalım.Size aşağıda bir hikaye anlatacağım sizde bana o hikayedeki AKILLIYI ve GERİ ZEKALIYI söyleyin!Bu hikayenin kahramanları aynı mekanda ve birbirlerinin tamamen farkındadırlar!

        Evrende tek olan bir tanrı irgün A ve B adında iki tane varlık yaratır! Bunları karşısına alarak kendi varlığını,gücünü ve yapabileceklerini anlatır! Üstüne yanındaki bütün hizmetçilerin de onların önünde eğilmesini ve emirlerine amade olmalarını sağlar! Sonrada karşıdakiler söylediklerini anlamış veya algılamış mı diye test etmek ister! İkisine de önünüz de duran tepsideki bütün meyvaları yiyebilirsiniz, siz yedikçe bu meyvalar yeniden gelecek yani hiç tükenmeyecek! Onları kaybetme korkunuz olmasın! Buna karşılık yaratıcınız olarak sizden tek bir beklentim var, o tepside bulunan kırmızı renkli meyvayı kesinlikle YEMEYECEKSİNİZ!

        Gel zaman git zaman A dayanamaz ve o kırmızı renkli meyvayı YER! B yemez! Bu durumda A ve B den hangisi AKILLI hangisi GERİ ZEKALIDIR?

        Diyelim ki bu testin sonucunda tanrı bunların birinden bir nesil çoğaltmak istedi! AKILLIYI mı kullanır GERİ ZEKALI yı mı?

        Geri zekalının durumunu biraz daha açmak istiyorum, artık hangisiyse! Kendisine bizzat tanrı tarafından sonsuz yaşam, sonsuz barınma,sonsuz korunma ve sonsuz beslenme vaad edilen üstüne üstlük kendisinden önce yaratılan tanrının hizmetçilerinin de üstünde bir yere konumlanan varlığına rağmen yine sahip olduğundan daha fazlasını istemek yoluna tevessül eden A mı GERİZEKALI dır,

        yoksa, Kendisine bizzat tanrı tarafından sonsuz yaşam, sonsuz barınma,sonsuz korunma ve sonsuz beslenme vaad edilen üstüne üstlük kendisinden önce yaratılan tanrının hizmetçilerinin de üstünde bir yere konumlanan varlığının karşılığında tanrısının YEME emrine uyup kırmızı meyvayı yediğinde olası sahip olduğundan fazlasını kazanma ihtimalini yok sayan B mi GERİZEKALIDIR?

        Bütün sorun yaratılış tarihinin en GERİZEKALI varlığının kim olduğunu bilmemizle alakalıdır! A ve B den hangisi evrensel varlığın en önemli kurgucusu ve aynı zamanda bilinen ve bilinmeyen ölçülerdeki aklın ve mantığın kaynağı olduğu düşünülecek olan tanrının tercih edeceği yaradılış hikayesinin kahramanı olabilir?

        Sorumun yanıtını verin sizinle öyle tartışalım!

      • toro dedi ki:

        DÜZELTME

        Ve bu hikayeleri tanrıdan doğrudan alarak bize anlatan değil, bu hikayeyi tanrıdan aldığını iddia ederek anlatan başka birinden dinleyerek anlatansınız!

        olacaktı.

      • murat dedi ki:

        Toro birisinden alıntılama hikayeler deyip hikaye anlatarak başlamışsın.
        Sana verdiğim ilaçlar hikaye değil varlığın kendisi idi.
        Kainatın çarkları senin keyfin üzere dönmez.
        Hikayende A ve B ikisi de hayvanlık mertebesinden insan olmanın yüksek mertebesine terakki edememiştir.Rabbin asıl maksadı bu iki fertte değildir.
        Furkan suresi 44 …Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.
        Evet insanın önünde iki yol var.Hayvanlardan daha aşağı(esfeli safilin) bir mertebe ve melekler seviyesinde ve bazı şahıslara mahsus olarak melekler üzerinde bir makam (alayı illiyyin) insan için açılmış.
        Ben senin hikayende olmayan C yi tavsiye ederim.
        C ise kendisine yapılan ikramların sahibi olan yüce zatı görür ve onun şerefli bir misafiri olduğunu anlar ve der ki .Ey bizi nimetleriyle mutlu eden şereflendiren sultanımız.Burada tattırdığın nümunelerin gölgelerin asıllarını menbalarını göster.Bizleri saltanatının merkezine çek.Huzuruna al.Senin verdiğin bu leziz nimetler ile eğlenmekten daha ziyade olarak senin gibi yüce bir zatın bizim gibi aciz mahlukları muhatab alması ve şereflendirmesine bu nimetlerin hepsini feda ederiz.Senin sanatkarlığına cemaline ilmine hayranız.
        Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri.İsteyene ver onları, bana sesi gerek seni demiş onlardan birisi.Yediği yiyeceklerin lezzetinden daha fazla olarak yüce zatın ona bahşettiği sevgisi ve alakasıyla meşguldür.
        İman ve muhabbetullahın neticesi: Ehl-i keşif ve tahkikin ittifakıyla; dünyanın bin sene hayat-ı mes’udanesi, bir saatine değmeyen Cennet hayatı ve Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat müşahedesine değmeyen bir kudsî, münezzeh cemal ve kemal sahibi olan Zât-ı Zülcelal’in müşahedesi, rü’yetidir. der bediüzzaman.
        Allahın cemalini bir saat seyretmek 1000 yıllık cennet hayatından daha lezzetlidir.
        DAha öz bir hikaye anlatayım…..
        Şöhret ve zenginlik sahibi merhamet ve cömertliğiyle meşhur büyük bir hükümdar huzuruna ahalisinden iki fakir adamı davet eder.
        Byük bir sofra hazırlatıp ikisine de yiyecekler ikram eder ve adamlarına bu iki şahsın davranışlarının izlenmesini emreder.
        Birisi hiç görmediği güzel lezzetli yiyecekleri orada hemen yer ve sağdan soldan kendisine izin verilmeyen tabaklardan da el çabukluğuyla bir şeyler aşırmaya çalışır.
        Diğeri ise çok sevdiği hükümdarının hatırasına tabağındaki bir meyveyi cebine koyarak saklar.O meyvenin tadından ziyade çok sevdiği ulu zatın ilgi ve alakasından zevk alır.Hükümdar ile görüşmenin ve ona teşekkür etmenin yollarını arar.
        Hükümdar ise kendisine olan muhabbet ve bağlılıklarını denemek maksadıyla takip ettirdiği bu iki adamdan hangisini seçeceğini elbette iyi bilir, beğenir onu yüksek bir makamda özel bir misafir hanesinde ağırlar ve onunla sohbet eder muhabbetine karşılık sevgi ve şefkatle muamele eder.
        Diğerinin nimetlere saldırışına ve kendisine ikramda bulunan sofranın sahibine hiç dikkat etmemesine bakarak ona istediği bir miktar yiyecekten verir ve saraydan da kapı dışarı eder.
        Allah isteyene istediğini verir fakat sevgi ve muhabbetini, büyük ikramını kendisine muhabbet ve saygıyla itaat edene verir.
        Diğerleri dünyada az bir süre zevklenmekten sonra dünyadan da kapıdışarı edilirler.Zaten layık ta değildirler.Fakat hadisi şerifde geçtiği üzere. “Dünyanın Cenab-ı Hakkın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kafirler bir yudum su ondan içemeyeceklerdi”

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Mesajı almamak konusundaki direnişinizi saygıyla karşılıyorum. Sonuç itibariyle inancınız bu mesajı almanıza engeldir! Ama ben size anlatmakta kararlıyım, bu nedenle aslında hikayede hiç olmayan ya da olamayan B yi hikayeden çıkarıyorum! Şimdi hikaye tanıdık gelmeye başladımı?

        Bence B varken de tanıdık gelmiştir! Ama artık konumuz bu değil. Konumuz sizin inancınızın, insanlığın başlangıcını anlatmak maksadıyla dizayn ettiği hikayede adı geçen ilk insan ve ilk peygamber figürünün tanrısının emrini görmezden gelmek suretiyle yaptığı eylemin, yine onun neslinin binlerce yıl sonraki temsilcisi tarafından ”hayvanlık mertebesinde” görülüyor olmasıdır!

        ”Hikayende A ve B ikisi de hayvanlık mertebesinden insan olmanın yüksek mertebesine terakki edememiştir.”

        Bu sayede insan neslinin ”hayvanlık mertebesinden” kurtulamamış bir figürden çoğaldığının, bizzat o neslin temsilcisi tarafından yapılan ikrarla tescil edildiğine şahitlik etmiş oluyoruz! Bizi inanmaya çağırdınız inancın temelini oluşturan hikaye bu mudur! İşte temeliniz bu!

        Öyle bir tanrı dizaynı var ki karşımızda, kendisini hiç görmemiş yığınların kendisini görmüş gibi kendisinden çekinmesini,korkmasını ve biat etmesini aksi durumda cezalandıracağını söyleyerek(!) bir inanma bekliyor! Ama aynı tanrı dünyadakilerin aksine kendisini GÖREREK, gücüne bizzat ŞAHİT OLARAK cennette, hiç bir ihtiyacı olmayacak şekilde yaşaması garanti edilen bir varlığa bile dikte ettiği TEK yasağı uygulatamıyor! Ve biz böyle bir tanrı fotoğrafı olamaz dediğimizde kafir oluyor bu hikayeyi gerçek varsayan siz ise tanrıyı takdis etmiş oluyorsunuz! Ne diyelim, sizi tebrik etmekten başka ne yapalım?

        Şimdi gelelim, bir durumun tespiti için ya da o duruma o an verildiği takip eden ayetler incelendiğinde açıkça belli olan tanrısal tepkiyi(!) canınızın istediği anda canınızın istediği konuya bağlama çabalarınızın sürgit tezahürü olarak kullandığınız ayet Furkan,44’e!

        ”Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.” Furkan,44 Diyanet

        Peki kimin için geliyor bu ayet yada kimler için! Karnımızdan konuşup iliştirecek olaylar bulmaya çabalayacağımıza sureyi okuyalım değilmi?

        ”Onlar seni görünce ancak eğlenceye alırlar. “Allah’ın peygamber olarak gönderdiği adam bu mu? Biz, ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan uzaklaştıracaktı” (derler.) Onlar yakında azabı gördükleri zaman, yolca kimin daha sapık olduğunu görecekler.”Furkan,41-42/Diyanet

        ”Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?” Furkan,43-Diyanet

        Kimmiş o ”onların çoğu”, (Furkan,44)
        Furkan 41,42 yi okursanız sanırım anlarsınız!
        Peki onlar kimin ”sözünü dinlemeyecekler”?
        Furkan 41,42 yi okursanız sanırım bunu da anlarsınız!
        Olar kimi görmüşte ”peygambere benzetememişler” ki bu yüzden hayvan olarak nitelendirilmişler?

        Evet sonuç itibariyle bu ayeti okuyarak Adem in tanrısının gücüne ve hakimiyetine bizzat şahit olduğu halde bile, tanrısına karşı yapabildiği eylem nedeniyle bütün zamanların en doyumsuz ve en GERİ ZEKALI varlığı olma durumuna erişmesinin sizin tarafınızdan ”HAYVANLIK” olarak değerlendirilmesi normal olabilir!

        Ama Furkan,44 te hayvanlık mertebesine indirgenen topluluğun bizzat kuranın peygamberine verdiği tepki nedeniyle bu şiddetle yaftalandığı düşünüldüğünde kuranın peygamberi ile hiç karşılaşmamış Ademi bu kategoriye bilerek ya da bilmeyerek sokuyor olmak mantığa davet edenin mantıktan beslenmediğinin göstergesidir!

        Bu konuda daha söyleyeceklerim var ama hepsini bu yazıya hapsetmek istemiyorum! Önce sizin ne karşılık vereceğinizi görelim!

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Özellikle bir durumu açıklığa kavuşturmak için bir not düşmek istedim!
        1400 yıl önce kargaşa içindeki bir topluluk içinden çıkarak ve o kargaşayı yine o topluluğun alışık olduğu eylem ve düşünceleride kullanarak bertaraf etmeye çalışan ve bu konuda nispeten başarılı olan figür bence kendi toplumunun devrimcisidir! Ama onun yapmak istedikleri içinde dünyaya yayılmak, devrimini kendi coğrafyası dışındakilere dikte etmek gibi bir kaygı yoktur! Zaten anca o öldükten sonra her birinin tanrı sözü olduğu iddia edilen ayetler için ayrıca 4 şahit bulunarak yazılabilen kitapta düzeltmeyi unuttukları ayetlerde muhatabın hangi topluluk olduğu DİL ve IRK adı açıkça verilerek bildirilir! Sonrasında olanlar, bir devrimci tarafından iktidarlarına son verilen bir çıkar grubunun iktidarı tekrar kazandıktan sonra tarihteki her devletin yaptığı gibi önce komşularını yağmalayarak genişlemek ve genişlerken de kendi kültürlerini egemenlikleri altına aldıklarına dayatmaya çalışmalarından öte bir durum değildir!

        Bu insanlık tarihinin genel hareket tarzıdır! Savaşı kazanan kültürünü dayatır ki nüfuzunu sürdürebilsin!

        1400 yıl önce ortaya çıkan figür yaşadığı toplumun kendine öz dinamikleri içinde bir fark yaratmıştır! Ama ölümünden sonra olanlar onun hayali değildir! Onun hayalinde ve vasiyetinde tanrının sözleridir diyerek insanların kendisine bağlanmasını sağladığı ayetleri kitap haline getirmek te yoktur!

        Kısacası hristiyanlık sırtını ROMA İmparatorluğuna ondan sonra gelen ise Emevi ve Osmanlıya dayayarak kılıçla yayılmıştır! Bu noktada bazıları sayılarla kendini ifade etmeye uğraşıp meşruiyet kazanmaya uğraşabilir! Ama o zaman ben derim ki, kılıçla yani adına cihad denilen din savaşlarıyla ve yayılma ve yayılarak yağmalama amacını güden devlet ya da imparatorlukların korumasında dikte edilerek günümüzde ancak 1,6 milyar insanın inandığı bir din(!) haline gelebilen son din, hiç kılıç kullanmayarak ve yayılmaya çalışan herhangi bir devletin ya da imparatorluğun korumasına girmeden günümüzde 1,1 milyarlık bir topluğa ulaşan (ayrıca nüfus planlamasıda yaptıkları aşikardır) ateist,deist,agnostik ve panteist topluluğu düşüncelerini hangi anlamlı argümanlarla bertaraf edebilecektir!

      • murat dedi ki:

        Toro..
        Adem a.s ın Allahu tealanın kudretini nekadar müşahede ettiğine dair kesin bir şey söylemek doğru değil.
        Bizzat Allahın emrini duyarak görerek bilerek alsaydı böyle yapmayacaktı denilebilir.
        Peygamberlerin imtihanı sıradan insanlara göre daha şiddetlidir.
        İradeleri bütün bütün alınmamıştır.
        Şeytan peygamberlik gibi yüksek bir makamda yaptığı ihanetle en aşağı mertebeye düşmüştür.
        Adem a.s ,ise küçük bir itaatsizlik gösterse de tevbe etmiş ve rabbinden af dilemiştir.İsyan etmemiş dünyaya gönderilmesine karşı sabretmiş.Cennet gibi bir yerden ona nispeten tavuk kümesi gibi bir dünyaya gönderilmenin acısına katlanıp sabretmek büyük bir yükselişin anahtarı olmuş.
        Aynı emirler sana da geldi ve şunları yeme şu pisliklere bulaşma denildi.Sen de kendi kabullenmelerini burada ifade ettiğin kadarıyla kendi tabirinle gerizekalılık noktasında en aşağı seviyelere düştün.Çünkü bir emir değil hiç bir emri dikkate almadın.Milyarlarca insanın inandığı bir allahın ve kim olduğunu hayatıyla gösteren ve tarih kitaplarına kaydedilen emin bir peygamberin dinini terkettin.
        Yanılmanın dereceleri var.Hayvaniyetin mertebeleri var.Elindeki küçük el fenerinin gökteki yıldızdan büyük olduğunu iddia eden çocuk gibi peygamberlerin makam ve yüksek mertebesine şuurun taalluk etmediği halde dil uzatman haddi aşmış olarak aşağıların en aşağısına düşmeye sebep olacaktır.
        Yunus peygamber kıssasında yunus peygamberin allahın izni gelmeden bulunduğu şehirden ayrıldığı için balık tarafından yutulduğu ve sonra bir sahil kenarına çıkarıldığı anlatılır.Sen bulunduğun şehri terkederken vahiy gelmesini beklemiyorsunCeza da görmezsin.Çünkü o seviyede bir kıymetin yok.
        Peygamberlerin küçük hataları elbette olmuştur ve Allahu teala tarafından düzeltilmiştir.
        Zekanın hangisinde olduğunu benim verdiğim örnekten anlamalıydın.Sana bir C kategorisi de sundum.Peygamberin hata ile yediği bir meyveye karşılık bütün hayatını rabbine feda etmesi senin basit biçimde tasarlanmış A-B kalıbına sığışmaz.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Sizin gibi arkadaşlara gerçekten hayranım! Elinizde bir kitap var (nasıl yazıldığına hiç girmeyeceğim) ve o kitapta size bazı şeyler söyleniyor! Ama an gelip söylenenler hayatı ve onun doğal akışında ortaya kendiliğinden çıkan sorunları ve soruları cevaplamakta yetersiz kaldığında siz devreye giriyor ve kuranda yazmayan anlatımlarla boşluk kapatma telaşına düşüyorsunuz!

        Örneğin diyorsunuz ki,

        ”Adem a.s ın Allahu tealanın kudretini nekadar müşahede ettiğine dair kesin bir şey söylemek doğru değil.”

        Bu yorumu tanrısının kendisinin önünde melekleri eğdirdiğine ve eğilmeyen Şeytana verdiği tepkiye bizzat şahit olduğunu bildiğimiz Adem için söylüyorsunuz! Ve bilmediğimiz şeyler olabilir, dikkatli davranmak gereklidir minvalinde bir yaklaşım sergiliyorsunuz!

        Peki bilineni bilmemek konusunda bu kadar imtina ederken, bilmediğinizi biliyormuş gibi davranmaktan neden imtina etmiyorsunuz?

        ”Şeytan peygamberlik gibi yüksek bir makamda yaptığı ihanetle en aşağı mertebeye düşmüştür.” Sizden alıntı

        Şeytanın peygamber olduğu nerede yazılıdır? Diyelim ki şeytan peygamber! Tanrının mekanında tanrıyla beraber yaşayan ve tanrının varlığına bizzat şahit olan varlıkların peygambere ne ihtiyacı var? O peygamber o mekanda yaşayanlara bilmedikleri neyi söyleyecek? Değerli dostum, savunma kaygısıyla uydurmayın, elinizde ne varsa onunla karşılık verin! Yoksa elinizde olanların sizi savunabilecek kalibrede olduğuna inanmıyormusunuz?

        Bana emir falan gelmedi! Sen bana emir geldiğini kendi kanaat ve inançlarına dayanarak söyleyemezsin! Sen sana emir geldiğini bile BİLEMEZKEN, inancının ve o inanca aidiyetinin temelinde sana iletilmek üzere emir gönderildiğine sadece İNANMAK varken BİLMEK yokken bir adım öteye geçip başkasını BİLMEMEKLE itham edemezsin!
        Hele de bunu tanrı olarak inandığının sözlerine dipnot yazarak ya da doğrudan onun ağzından altyazı kurgulayarak hiç yapamazsın!

        ”MİLYARLARCA insanın inandığı bir allahın ve kim olduğunu hayatıyla gösteren ve tarih kitaplarına kaydedilen emin bir peygamberin dinini terkettin.”Sizden alıntı.”

        Haklılığınızı kanıtlamaya çalışırken sayıları kullanmayı pek sevdiğinizi bildiğim için bu konuya dün gece ayrı bir yazıda özellikle değinmiştim! Çünkü artık argümanlarınızı ezberledim! Dünyanın çoğalma hızı yani doğum oranı en yüksek insanlarının kabulüne mazhar olan bir dine inanan 1,6 milyar insana karşılık deist,ateist,agnostik ve panteistlerden oluşan 1,1 milyarlık bir topluluk var! Ve bu topluluk bu sayıya inandıkları uğruna başka topluluklarla savaşarak onlara kendi inançlarını kılıçla dayatarak da gelmedi!

        Hayvaniyetin mertebelerine gelince! Ben ilk atası ve ilk peygamberi tanrısının emrine karşı geldi diye HAYVAN olarak olarak nitelenen bir inancın mensubu olmak için gerekli bu hikayeye sorgusuz sualsiz inanma eylemine dahil olmadığımdan o mertebeleri bilemem! O mertebeleri kendi ikrarınıza dayanarak siz bileceksiniz ve kendinizi o mertebelere göre siz sınıflandıracaksınız! Sonuç itibariyle inancım gereği ADEM dahil insanlardan herhangi birine HAYVAN diyen ben değilim!

        Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, şu balık tarafından yutulma ve hayatta kalabilme hadisesini bana bizzat aynı şeyi siz deneyimleyerek gösterebilirseniz sevinirim! Bir de bu hikaye Budizm de anlatılsaydı inanacakmıydınız onuda merak ederim!

        Umarım birgün Tanrı nedir, gücü ve ikrar ettiğinde yapabileceklerin şiddeti ne boyuttadır kavrayabilirsiniz! O zamana kadar tanrıyı, meleklerini, şeytanını ve ademini çizgi film karekteri gibi algılamaya ve algılatmaya çalışmaya devam etmekte serbestsiniz! Nede olsa buda sizin kişisel seçeneğiniz ve hakkınız!

    • 1okuyucu dedi ki:

      Murat;

      Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde, size farz kılındı. Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (bakara-216)

      Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (küfürden) vazgeçerlerse, şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını hakkıyla görendir. (enfal-39)

      Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın. (tevbe-39)

      Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. (enfal-65)

      Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. (enfal-66)

      Kuranın tanrısı gönderdiği dinlerle bırakın inanmayanları kendi inanırlarının bile başına belâ olmuş iğrenç bir mahluktur,

      kafirleri, aile fertlerine olan düşkünlüğü veya başka bir şeyi sevmeyi bile fitne veya şirk sebebi sayan bir tanrı, savaşı farz kılarak, savaşa teşvik eden bir tanrı, fitne yok oluncaya ve din Allahın oluncaya kadar savaşın diyerek Müslümanlardan imkânsızı isteyen bir tanrı, gönderdiği kitaplarla inanırlarını birbirine düşürürken, pegamberlerine inanmayan bazı toplulukları yok ederken bazı topluluklarda kardeş kavgasına (iç savaş) sebep olan bir tanrı,

      gönderdiği kitapların açık ve net olması, herkesin okuduğunda aynı şeyi anlaması gerekirken, kullandığı muğlak ifadelerle tereddütlere sebebiyet vererek aynı din mensuplarının mezheplere, tarikatlara bölünmesine sebep olarak birbirlerini boğazlamalarına neden olan bir tanrı, üstelik herkesin kendi gibi düşünmeyeni kafir ilân edip boğazlamasına sebep olan bir tanrı,

      ideoloji, etnik köken, çıkar hesapları, vs. nin sebep olduğu yeryüzündeki bozgunculuğu, gönderdiği dinlerle körükleyen bir tanrı, ahdim var, cehennemi insanlarla dolduracağım diyen bir tanrı, hesap günü cehenneme daha göndereyim mi? diye soran bir tanrının merhametli olduğunu söylemek ancak beyni yıkanmış kölelerin söyleyebileceği bir şeydir,

      cehennem, Kuranın tanrısının merhametinin bir gereği değil, intikam alacağı kişilere kin ve nefretini kusacağı bir yerdir, bunların içerisine birbirlerini boğazlayan kendi inanırları da dahildir,

      ayrıca, beni havaya, suya gıdaya muhtaç yaratan bir tanrı, benim ihtiyaç duyacağım şeyleri de yaratmak zorundadır, yaratmaya mecburdur, hatta öylesine zorundadır ki, beni yaratmadan önce benim ihtiyaç duyacağım her şeyi önceden yaratmak zorundadır ki ben yaşamımı sürdürebileceğim bir ortamı sağlamış olsun,

      dolayısıyla bana bunları sağlaması onun bir ikramı değil, onun bana sağlamak zorunda olduğu şeylerdir, bunları sağladı diye minnet duyulacak bir tanrı yoktur, eğer ben zorunlu olarak ihtiyaç duyduğum şeyleri temin etmekte güçlük çekseydim, o zaman tanrının yaratma gücü sorgulanırdı,

      yani canlı varlıkların ihtiyaçlarını karşılamak için yaratılan şeyleri tanrının merhameti olarak açıklamak tanrının yaratma gücünü hafife almaktır, tabiri caizse tanrıyla alay etmektir.

      sana inandırıldığın tanrıyla birlikte cennette mutluluklar dilerim,
      bu arada tanrına söyle günün birinde evreni yok ettiğinde boşluğu da yok etmeyi unutmasın?

      • murat dedi ki:

        1okuyucu
        senin durumun torodan daha vahim.
        Toro da araştırma ruhu var.Sen neler yazmışsın dönüp bir bak yazdıklarına.Hakaretten başka bir anlam ifade etmiyor
        Öncelikle insanların inaçlarına hakaret etmekle doğruyu bulamazsın.
        Müslümanların tanrısı değil herkesin tanrısını konuşuyoruz.Allah birdir.
        Bütün kainatta hükmeden kanunların bir olması hepsinin maddesi bir olması ve birbirine bağlı ve bir birine muhtaç olması kainatın tek bir kaynaktan geldiğini ve tek bir merkezden idare edildiğini bilimsel olarak gösteriyor.
        Savaşın kaçınılmaz olduğu durumlar elbette vardır.Bu ayetler de bütün müminlere değil Allahın peygamberine ve etrafındaki insanlara hitap ediyor.
        O insanlar ki kimisi öldürülmüş malları yağmalanmış ve mekketen göç etmeye zorlanmışlar.Elbette namuslarını ve dinlerini kurtarmak adına savaşacaklar.Sayıca az oldukları için Allahın yardımına muhtaçlar ve Allah yardım edeceğini bildiriyor.netice de öyle olmuş.
        Arabistan çöllerinde kendi doğduğu şehirden bile sürgün edilen bir şahıs dünyanın süper güçleri olan roma ve pers imparatorlukları ile mücadele etmiş , neticede galip te gelmiş.bu kuvvet orantısızlığına rağmen Muhammed a.s ın bütün dünya ahalisine meydan okuması,dinini yayması peygamberlere mahsus bir mucizedir.
        Adaleti ve özgürlüğü sağlamak için bozguncularla despot krallarla savaşmak elbette bozgunculuk olmaz.İslamı özüyle yaşayan insanların güvenilir ve zararsız olmaları gerekir.
        Bütün günahların katliamların, tecavüzlerin altında dinsizlik fikri vardır.Bir müzlümanın bütün hareketleri müslümanca olamıyor.Kafirinde bütün hareketleri kafirce değildir.İnsan haklarına hukuğa saygılı yardımsever ve iyi ahlak örneği olabilecek gayri müslimler de vardır.Miminlerden hata yapan nefsine uyan günahkar itaatsizlerin işledikleri günehlar zulümler ve kötü durumlar kendi şahısları ile ilgilidir.
        Genel itibariyle islamiyet güzel ahlak timsali insanlar yetiştirmiştir.
        Tanrının kin ve nefret kusmak gibi aciz bir durumu yoktur.İstediğinin işini anında bitirebilir.Demekki çok sabırlıdır bekler bütün umutlar tükenene kadar kişiye mühlet verir ve herkes anlar ki bundan adam olmaz.
        İnsanlık karakterini çürütenler ayıklanır.Mahsulat toplanır.Cehennem bütün nimetlerin alındığı yerdir.Sana ikramda bulunan şahsa teşekkür etmeyip küfretsen elbette gücü yetiyorsa layık olmaığın halde verdiği nimetleri elinden alacaktır ve nankörlüğüne karşılık öfkelenecektir.
        Allah seni yaratmak zorunda değil ihtiyaçlarını karşılamak zorunda değil.Sana araba hediye edenin yakasına niye benzin de vermiyorsun diye sarılman gibi düşük seviyeden bir söz.İstediğine istediği kadar verir.Çünkü ikram etmeyi sevindirmeyi sever.Bahar mevsiminde bütün meyveli ağaçları süsleyerek bir şenlik yapıp nimetlerinin müjdesini verir.
        İnsana dünyada verilen nimetler ise nümuneler ve gölgeler hükmündedir asılları başka bir dünyadadır.Liyakatini gösterenlere daha fazlasını ve doyuracak tarzda vermek onun cömertliğinin ve merhemetinin gereğidir ki vaad etmiş.İnsan dünya için yaratılmadığı için bütün dünyayı versen yine doymayacak fıtrattadır.Dünya ve içindeki nimetler bir nümune ve imtihandır.Yükselmek varsa sınav da vardır.Bedavadan hazıra konmanın insana bir getirisi yok.
        Nimetlerin ,meyvelerin çeşitli güzel biçim ve renklerle kokularla süslenerek ikram edilmesi Allahın mahlukatına olan sevgisi ve merhametinin göstergesidir.Bütün meyveler tatsız ,kokusuz ve renksiz bir odun parçası gibi de sunulabilirdi.İnsan görmediği bir şeyin farkında bile olmayacaktı.
        Boşluğu yok etmek anlamsız bir söz.Gerçekte boşluk diye bir şey yoktur.Bütün mekan varlıkla doludur.Bu varlığın kaynağı ise zatı zülcelalin kudreti yani enerjisidir.Asıl varlık Allahtır.Bütün varlık ondan gelir fakat o veya onun parçası değildir.Allah vardır yok yoktur.
        Uzay boşluğu denilen kısmın aslında proton elektron gibi kuarklar gibi taneciklerden daha küçük taneciklerle dolu olduğu tahmin edilmektedir.Kimilerine göre buna higs parçacığı deniliyor, kimileri esir maddesi diyor.Güneş gibi yıldızların çekim kuvetleri gezegenlere bu varlık sayesinde temas ediyor.Arada bir boşluk ve yokluk varsa zaman ve mesafe söz konusu olmadan temas imkansız olmalıdır.Demekki bütün kainat dalgaları sakinleşmiş büyük bir denizdir.Tek bir kaynaktan fışkırmıştır.Bigbang teorisi bunu destekliyor.Einstein nın ifadesiyle madde ışığın katılaşmış şeklidir.
        Allah kudretini ,enerjisini kestiği an kainat yok olacaktır denilebilir.Herşey o değil her şey ondandır.ve onun kudretiyle varlığını devam ettirir.
        Cetvelle düzlenmiş kumlu bir yüzeyde parmağınla resim çizsen çizdiğin hayvan ve bitki resimlerinin vücudu kumun vücuduna göre zayıf bir gölge olarak kalacaktır.İnsan ve diğer canlılar atom yığını gibidir.Atomlar ise ışık fotonlarının sıkışmış formları ve ışık ise öz bir kaynaktan beslenir ki ona kudreti ilahiye denilir.Allah parçasız öz ve asıl varlıktır.Hayatın ilmin ve bütün varlıkların kaynağıdır ve hiç bir şeye benzemez.Yaratılmışların vücutları onun vücuduna nispeten gölge hükmündedir.
        Sana karanlığı aydınlatacak bir kıvılcım .Devamını kendin getirmelisin.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        asıl senin durumun vahim, çünki biz kendi işini kendi göremeyip yardımcılara ihtiyaç duyan, üstelik yardımcıları tarafından ihanete uğrayan aciz bir tanrıya inanmış görünen ateistlerden değiliz, üstelik Muhammedden sonra ortaya çıkan sahte peygamberlerin peşinden koşacak ta değiliz,

        eğer bir yaratıcı olduğuna inanmasaydık, kesinlikle ateist olurduk, çünki Kuranın tanrısının uydurulmuş bir tanrı olduğu, yani gerçek bir tanrı olmadığı biliyoruz, yani Kuranın tanrısı pazarlayanlar dinden nemalanan ateistlerden başka bir şey değil,

        sen cehennemi tanrının bir merhameti olarak sunmaya kalkınca, bende sana Kuranın tanrısının gerçek niyetinin ne olduğunu anlattım,

        Kuranın tanrısı için kullandığım ifadeyi söylemesem de bu onun öyle olduğu gerçeğini değiştirmeyecekti,
        ayrıca ben senin inancına hakaret etmiyorum, neye inandığın beni ilgilendirmez, benim hesabım bana hakaret eden Kuranın tanrısıyla, o nedenle muhatabım sen değilsin,

        ben sana savaş ayetlerinden bahsedince, günümüzde başka bir dinin propagandasını yapmaya kalkışanın anında taşlarla sopalarla kovalanacağını bildiğimiz bir durumda, amcaları ve bağlı olduğu kabile sayesinde, yaklaşık Mekkede yaklaşık 12 yıl din pazarlayan birini mağdur olarak göstermeye çalışıyorsun, senin İslâm dini dediğin şey, Ebu Süfyanın Muhammedden bayrağı devralıp Emevilere teslim ettiği bir bayrak sopası,

        önceki mesajıma ait olan Kuran ayetleri, Kuranın tanrısının Müslümanlara kıyamete kadar sürecek olan emirlerini anlatıyor, yani sizin Allahın dinini yeryüzünde egemen kılmak için kıyamete kadar vermek zorunda olduğunuz bir savaşınız var, üstelik bundan kaçarınız yok,

        çünki tanrınız bu dini yeryüzüne egemen olmasın diye göndermedi, bunu yaparken sizle savaşmaya kalkanlarla savaşmak gibi bir zorunluluğunuz var, çünki savaş size laf olsun diye farz kılınmadı, savaşmak istemeyeni cizyeye (haraca) bağlamak gibi bir yükümlülüğünüzde var,

        o nedenle mezhepler ve tarikatlar içerisinde safını belirlerken güçlü olanın yanında ol ki bitaraf olmayasın, yani önce birbirinizi boğazlama kavganızı halledinki, ondan sonra Allahın dinini yer yüzünde egemen kılmaya kalkışın,

        İslâm aleminin içerisinde bulunduğu rezil duruma bakınca, geleceği bildiğini iddia ettiğiniz tanrınızın gönderdiği dinin, hilafet (iktidar) kavgalarına sebep olacağını bilememiş olması da, ya tanrınızın önceden bilemeyip sonradan bilip anladığı bir durumdur yada şeytanın tanrınıza karşı kazandığı bir zaferdir, mevcut resimden başka sonuç çıkarmak mümkün görülmüyor?

        evet, tanrı isteseydi beni yaratmayabilirdi ama madem yaratmış, o halde her türlü ihtiyacımı karşılamak zorunda, bana düşen ise tanrının bana verdiği akılla, çaba sarf ederek bunları elde etmekten ibaret,

        ama tanrıya teşekkür edilmeyecek durumlarda yok değil, (tanrı derken Kuranın uyduruk tanrısını değil, evrenin tanrısını kastediyorum) örneğin tanrı insanlara damak zevki vermeseydi, et yemekle .ok yemek arasında bir fark olmazdı, zorunlu olarak genellikle günde üç defa yapmak zorunda olduğumuz bir eylem bizim için bir külfet olurdu, ayni şekilde evlenmenin en temel amaçlarından bir olan çocuk sahibi olma isteği, ilişki cazip hale getirilmeseydi bizim için bir külfet olurdu, önümüze serdiği içimizi ferahlatan doğa manzaraları, zıt kavramlardan güzellikleri tarif ettiğimiz kavramlar, vb. gibi, gerçi teşekkür etmesekte alınganlık gösterecek bir tanrı değil, çünki fıtratı yaratma olan bir tanrının insan fıtratına has özelliklere sahip olacağı düşünülemez,

        ama ben yinede bir kör veya sakat gördüğümde tanrıya zılgıtı atmaktan geri kalmıyorum, doğal afetler ve kanser türü çirkin hastalıklar tanrının zılgıtı yemesi için yetiyor da artıyor bile,

        şu cemal işi açıklanmaya muhtaç,
        göründüğünde koskoca dağı paramparça eden, yani varlık için son derece tehlikeli olan bir mahlukatın cemalini görmeye kalkışacak olanların kaç parça olacağını var sen hesap et. yoksa tanrının cismani bir varlık olduğunu mu sanıyorlar,

        ayrıca, tanrının cemalini görmek için fedakarlık yapmaya gerek yok ki, tanrıyı görmek isteyenler gelip bana baksınlar tanrıyı görürler, çünki tanrı benim başımın üstünde, ayaklarımın altında, midemde barsaklarımda, şeyimde, kısacası her yerimde…

        boşluk faslına gelince, bir tek sonsuz vardır o da sonsuz boşluktur,

        evreni içten ve dıştan kuşatan, sınırları olmadığı için dışı olmayan, yani yaratılmış olan her şeyi içerisinde barındıran,

        hani içerisini sonsuza yaklaşan sayıda evrenlerle doldursan, aynı eylemi defalarca tekrarlasan, sonrada o evrenlerin kapladığı alanı sonsuz boşluğa kıyaslasan, sonsuz boşluk yanında büyüklüğü önemsenmeyecek kadar küçük kalacak bir alan için “dişimin kovuğuna yetmedi deyip daha yok mu?” diyecek sonsuz boşluğa yoktur diyebiliyorsan, nasıl yok olduğunu da söyleyebilmelisin, çünki sonsuz boşluk, yoktur demekle yok olmuyor,

        teorilere gelince, doğruluğu ispatlanmamış teoriler iddiadan öteye bir anlam taşımazlar,
        yani benim nezdimde evrim teoriside, bing bang teoriside doğruluğu kanıtlanamamış bir iddiadan ibarettir, bilim çöplüğü ise önceden doğru kabul edilip sonradan yanlışlığı ortaya çıkmış boş iddialarla doludur.

        yaratılış kıssasına gelince, Kurandaki anlatımlara göre Kuranın tanrısı cennetteki sınavı kaybeden geri zekâlıyı insan neslinin çoğalması için yer yüzüne göndermiştir,

        sunduğu her türlü nimeti, ayrıcalığı elinin tersiyle iten, tabiri caizse dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olan ve dolayısıyla aç gözlülüğünün kurbanı olmuş bir geri zekâlıyı insan neslinin çoğalması için dünyaya gönderen bir tanrı, ortaya çıkacak geri zekâlı ilkel bir topluluktan medeni topluluk meydana gelmesini bekleyemez,

        yani sınavı kaybedenle yola devam eden bir tanrının, aynı varlığı tekrar sınava sokacağı düşünülemez, kısaca yaratılış kıssası sınav martavalının uydurulduğu bir masaldan ibaret,

        ben zaten aydınlıktayım, adına kıvılcım denen zerrelerle avunacak halim yok, senin ise gözlerin karanlığa alıştığı için, daha doğrusu karanlığa alıştırıldığın için kendini aydınlıkta sanıyorsun, sana sımsıkı sarıldığın karanlığında mutluluklar dilerim,

        bana kuranın tanrısını ballandıra ballandıra anlatmaktan vazgeç,
        sorularıma açık ve net olarak cevap ver,

        bir tanrı yardımcılara ihtiyaç duyar mı?
        boşluk yok edilebilir mi?

        eğer cevabın “evet” ise, gerekçeni açıklamak zorundasın,

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        BAZI AYETLERDEKİ SAVAŞ HÜKMÜNÜN NEDENLERİ !!!

        Mademki anlayamıyor ve sürekli aynı konuyu tekrarlıyorsunuz,biz de konuyla ilgili ayetleri tekrar göstermek durumunda kalıyoruz…!!!

        1-BAKARA-216:

        YAZILAN SAVAŞ YİNE MÜDAFAA SAVAŞIDIR:

        İster saldırmak,ister savunmak amacıyla olsun savaşlar sağduyulu insanların hoşuna gitmez.Hangi durum için olursa olsun savaş normal bir insanın nefret edip hoşlanmadığı bir şeydir.Sağduyulu olan her insan müdafaa savaşı bile olsa onunla karşılaşmak istemez.Müslümanlar da böyle bir durumla karşılaşmak istemiyordular.Ama müşrikler saldırınca,savaş zorunlu hale gelince yüce Allah da müslümanların hoşuna gitmese bile müdafaa savaşını onlara zorunlu kılıyor.Müdafaa savaşı zorunlu kılınmasaydı,belki niceleri bu savunma savaşından da çekinecekti.İşte o zaman müşrikler mü’minlere galip gelerek her türlü işkenceyi yapmak suretiyle onları dinlerinden zorla döndürmek için ellerinden geleni yamaktan geri çekinmeyeceklerdi.Bu nedenle BAKARA-216.ayette’’ hoşunuza gitmezse bile savaş size yazıldı.. ‘’ deniliyor.Burada zorunlu kılınan savaş müdafaa savaşıdır…..Bundan sonraki ayette de ‘’ولا يزا لون يقاتلونكم حتي يردوكم عن دينكم ان استطاعوا الخ ‘’ Onlar,sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmak için ellerinden gelen hiç bir şeyi esirgemezler..’’ deniliyor. a) Bu ayetle de hiç durmadan müslümanları dinden döndürmek için müşriklerin savaş için çalıştıklarına dair vurgu yapılmıştır.b) Yine bundan sonra indirilen BAKARA-256. aytte ‘’لااكراه في الدين الخ ‘’ Dinde zorlama yoktur.’’ deniliyor.Bu ifadeyle de dini inandırmak için hiç bir surette baskıya veya şavasa asla baş vurulamayacağının hükmü vardır..BAKARA 216.ayetten sonra gelen ayette de bu savaşın zorunlu kılınmasının nedeni olan müşriklerin müslümanları dinden döndürmek için yaptıkları savaşa vurgu yapıldığı gibi,BAKARA-256.ayette de dinde zorlama olmadığına dair verilen hükümle müdafaa dışında hiç bir savaşın meşru olmadığına dair hüküm verilmiştir.Özetle,BAKARA-216.ayetle belirtilen savaşın da sadece savunmaya yöneliktir…

        2- AYRICA,ENFAL- 39 İLE BAKARA-193.AYETLERLE AYNI HÜKME VURGU YAPILIYOR.BAKARA-193.AYETLE -190,191 VE 192.AYETLERDEKİ MÜSLÜMANLARA SALDIRAN, ONLARI YURTLARINDAN ÇIKARAN VE MÜSLÜMANLRA BASKI VE ŞİDDETİ UYGULAYARK ONLARI DİNDEN DÖNDÜRMEYE ZORLAYAN MÜŞRİKLERE YÖNELİK OLDUĞU GİBİ,ENFAL-39.AYETLE DE AYNI DURUMA VURGU YAPILMIŞTIR

        3- BAKARA-191,192 ذ193.ayete de ‘’ONLAR‘’yani 190.ayete geçen‘’SALDIRGANLARA ‘’ yöneliktir.Bu nedenle bu ayetlerin tünmüyle saldırganlar kastedilir .Çünkü hepsinde de ‘’ ONLAR ‘’ diye geçiyor.Yani 190.ayte geçen saldırganlar,savaş başlatan lar..!!!

        Peki,193.ayetin anlmına bir bir bakalım,bununla ne anlatılıyor? İşte Bakara-191,192,193. ayetlerde bulunan ‘’ONLAR’’ ifadesiyle yine 190.ayeteki müslümanlara karşı savaş açan saldıranlardır..!!!

        BAKARA-193:

        ‘’وقاتلوهم حتي لا تكون فتنة الخ ‘’ Fitne (saldırı,şiddet,baskı,işkence ve dinden döndürme vs.) ortadan kalkıp din (hüküm ve itaat ) Allah’ın oluncaya kadar siz de onlarla (saldırganlarla ) savaşın.’’ deniliyor. a) Bu ayetteki ‘’ONLARLA ‘’ ifadesiyle Bakara-190.ayete geçen saldırganlar kastedilir…b) Bunlar aynı zamanda‘’Fitne’’yani şiddet,baskı ve işkence ile müslümanları dinden zorla döndürmeye çalışanlardır.. c) Burada ‘’Din Allah’ın oluncaya kadar..‘’ayetinden de,müslümanların,müşriklerin şiddet, baskı ve işkencelerinden kurtulup rahat bir ortamda Allah’ın dinini yaşayabilecekleri duruma gelinceye kadar,anlamındadır. Yani ayetin anlamı, ‘’ müslümanlara yapılan saldırı,şiddet,işkence ve dinden dördürme olayı son bulup dinlerini Allah’a has kılıncaya kadar..’’şeklindedir.Yoksa,müşrikleri veya inanmayanları inandırmak vs.için değil..Zira, DİNDE ZORLAMA YOKTUR ‘’şeklinde bir hüküm vardır.Ayrıca,savaşla ilgili bu ayatlerin mesajları yanlız ‘’saldırıyı önleyip müdafaa‘’ yapmaya yöneliktir…. Bunun dışında kur’an hiç bir savaşa onay vermez………Özetle,DİN,ALAH’IN OLUNCAYA KADAR.’’şeklindeki ifadenin anlamı ‘’inananların yaşamak istedikleri din,Allah’ın oluncaya kadar.’’ şeklindedir.Bu durum müşrik veya inamyanlar için değil,çünkü dinde zorlama yoktur…!!!

        4–CİZYE İLE İLGİLİ HÜKÜM !!! TEVBE-29:

        Cizye ile ilgili ayeteki hüküm,evvela onların islam devleti otoritesine karşı silahli güç oluşturup saldırmaları şarttır.Yani bunlar islam devleti vatandaşı olup devlete karşı isyan edip silah kullanan kesimlerdir.Bunlar islam devletinde yaşıyorlarsa,devlete baş kaldırmayıp vatandaşlık görevini yapmaları gerekir.Nasılki gayri müslim bir ülkede yaşayan müslümanlar da söz konusu devlete karşı isyan etmeyip vatandaşlık görevini yerine getirmek zorunda iseler bunlar da öyle.Bunlar güç kullanıp saldırmıyorlarsa
        onlarla asla savaşılmaz. Zira BAKARA-190.ayetle ancak saldıranlarla savaş yapılabilir hükmü konulmuştur.. وقاتلوا في سبيل الله الذين يقاتلونكم ولا تعتدوا ان الله لا يحب المعتدين ‘’Size savaş açanlara karşı (saldıranlara) siz de Allah yolunda savaşın.Fakat haksız yere saldırmayın.Zira haddi aşıp saldıranları Allah sevmez’’ deniliyor.Bu nedenle bu kitap ehli olanlardan da güç oluşturup saldırıyorlarsa bu hükme tabi tutulurlar.Bu çok cüzi olan cizye ile bunlar islam devletinin otoritesini kabul etmiş olurlar, yani vatandaşlık görevini yerine getirmiş olurlar.Bu cizye ise,İslam devletinin, gayri müslim vatandaşlarından aldığı çok cüzi bir vergidir,bu vergi müslüman vatandaşların verdiği zekattan çok azdır.İslam devletinin vatandaşlığını kabul etmenin garantisi,onların güç oluşturup saldırıya geçmemesi ve vatandaşlık görevi olan cizye yani ‘’ vergilerini ödemek suretiyle devletin otoritesini kabul etmesi anlamına gelir.’’Buna karşılık islam devleti de,onların can,mal,din, nançlarını korumak ve aynen müslümanlar gibi sosyal güvenlik sistemi kapsamına alarak onları devletin bütün hizmetlerinden yaralandıracakatır..Bu çok cüzi olan cizyenin de sadece müslümanlara karşı savaşan erkeklerden alınır.Konuyla ilgili ayetin açıklanması aşağıdadır. Cizye kadın,yaşlı,çocuk vs.gibilerden alınmadığı gibi savaşmayan erkeklerden de alınmaz İlgili tefsir metini aşağıdadır.

        قال علماؤنا رحمة الله عليهم: والذي دل عليه القرآن أن الجزية تؤخذ من الرجال المقاتلين، لأنه تعالى قال: « قاتلوا الذين » إلى قوله: « حتى يعطوا الجزية » فيقتضي ذلك وجوبها على من يقاتل ‘’
        ”نقلا من تفسير القرطبي ”

        Bunlar bu cüzi vergiyi ödemekle devletin otoritesini kabul etmiş sayıldıkları için bütün vatandaşılık haklarından ve devletin hizmetlerinden yararlanma hakkına sahip olurlar. Bugün bir insan hangi ülkede yaşıyorsa devlete vergisini vermiyor mu? Yaşadığı devletin hukuki yasalarına uymuyor mu? Yoksa devletin otoritesini reddedip karşı mı çıkıyor? Hangi ülkde böyle bir durum var? kişi dünyanın hangi ülkesinde yaşıyorsa yaşasın,ülkenin mevcut yasalarına karşı çıkıp vergisni ödemiyorsa,orada yaşaması mümkün olamaz..!. Şayet eline silah alıp saldırırsa,bu defa devlet de onu yaşatmaz..İşte bu ayeteki hüküm de baş kaldırıp saldıranlara yöneliktir…..!!!

        ENFAL-25:

        5- Ey Peygamber,müminleri (zorunlu hale gelen ) savaşa karşı hazırlayıp coştur.Sizden sabırlı,eğitimli,kararlı,cesur yirmi kişilik özel bir birlik oluşursa,iki yüz kâfire galip gelebilir, sizden böyle yüz kişilik özel bir birlik oluşursa,onlardan bin kişiye galip gelebilir.Çünkü onlar anlayışsız ve savaş konusunda bilinçsiz bir güruhtur.’’deniliyor…

        İşte bu ayete de zorunlu hale hale savunma savaşıdır..!
        ..
        Özetle,savaşla ilgili bütün ayetlerdeki hüküm müslümanlara saldıran,onları yurtlarından çıkaran,dinden döndürmek için baskı ve şiddeti uygulayan veya ihanet edip yaptıkları barış anlaşmasını bozan saldırgan müşriklere yöneliktir…Bunun dışında hiç bir surette savaş meşru değildir..

        6-kafirleri, aile fertlerine olan düşkünlüğü veya başka bir şeyi sevmeyi bile fitne veya şirk sebebi sayan bir tanrı … ‘’ sizden alıntı ‘’

        ‘’ kafirleri,….. ‘’ şeklindeki bu ifadeyle neyi anlatmışsınız ? kafirleri,nasıl şirk sebebini saymış??? Bu ifadenizi düzeltip ilgili ayetleri de gösterir misiniz ???

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        “”Ama müşrikler saldırınca,savaş zorunlu hale gelince yüce Allah da müslümanların hoşuna gitmese bile müdafaa savaşını onlara zorunlu kılıyor.Müdafaa savaşı zorunlu kılınmasaydı,belki niceleri bu savunma savaşından da çekinecekti.İşte o zaman müşrikler mü’minlere galip gelerek her türlü işkenceyi yapmak suretiyle onları dinlerinden zorla döndürmek için ellerinden geleni yamaktan geri çekinmeyeceklerdi (senden alıntı)

        el insaf; yaklaşık 12 yıl Mekkede din pazarlarken, iddia edilen onca baskıya, şiddete, zulme rağmen dinden döndürülemeyen bir topluluk ortadayken, savaş farz kılınmasaydı, her türlü işkenceye uğrayıp dinden döndürüleceklerdi öyle mi?

        Kuranın tanrısı, Müslümanlar Mekkedeyken uğradıkları bunca eziyete, baskılara, zulme karşı, kendilerini savunmaları için savaşmayı farz kılmıyor da, nedense Müslümanların Medinede güçlendikleri bir zamanda savaşı farz kılıyor, tuhaf değil mi?

        sakın bu farz kılınan savaş, önce ticari kervanları soymak, köyleri basıp köle ve mal avcılığı yapmak, sonrada Allahın dinini yeryüzünde egemen kılmak için olmasın, öyle ya ayrıca zekâtı, cizyeyi farz kılan bir tanrının, kıldığı farzların yerine getirilebilmesi için savaşı da farz kılması gerekiyordu,

        sana müdafa savaşının ne olduğunu defalarca anlattım, zorunlu olarak yapılan şeyler için bir yerlerden izin alınmayacağını, çeşitli örneklerle açıkladım, yuvasına saldıran yılanla cebelleşen serçeyi bile örnek gösterdim, daha örnek istiyorsan kurtuluş savaşının hangi şartlarda verildiği araştır,

        hiçbir toplum ister kafir, ister inançlı olsun, nefsi müdafaa durumunda kendisini koruması için bir yerlerden izin almaz, içerisine bazı çürükler olsa da bu durum kendisini savunmasına engel teşkil etmez, çünki her türlü şartta vermek zorunda olduğu bir savaştır,

        o nedenle farz kılınan savaşın savunma savaşı olduğunu söylemek, meşru müdafaanın ne olduğunu bilmeyen birinin söyleyeceği bir sözdür,

        sahi sence, Kuranın tanrısı, yuvasını yılana karşı savunması için savunma savaşını serçeye de farz kılmış mıdır?

        kafirler fitne sebebi, aile fertlerini sevmek şirk sebebi, aynı zamanda aile fertleri fitne sebebi ikisini bir arada yazmıştım, anlaman gerekirdi,

        kafir Allaha inanmıyor ki Allaha şirk koşsun, ama burada kendini Allah yerine koyan bezirganlar var.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Okuyucu,

        1-Kuranın tanrısı, Müslümanlar Mekkedeyken uğradıkları bunca eziyete, baskılara, zulme karşı, kendilerini savunmaları için savaşmayı farz kılmıyor da, nedense Müslümanların Medinede güçlendikleri bir zamanda savaşı farz kılıyor, tuhaf değil mi? ‘’ sizden’’

        Peki,Mekke döneminde her türlü baskı ve şiddete uğrayan bir avuç müslümana savunma savaşı farz kılınmış olsaydı da ne yapabilirledi.? Böyle bir ortamda onlara savunma savaşını emretmenin bir anlamı var mıdı ? Onların yapamayacak bir savunma savaşı neden o zaman emredilsin.? İnsan bir şey yapamayacak durumda ise,söz konusu işin yapılmasını ondan beklmek veya ona emretmek abes değil midir.???

        Tabiki Medine’ye sığınmak zorunda kalan müslümanlar zamanla kendilerini savunabilecek potansiyel bir sayıya ulaşıyorlar.Ama Mekkeli müşrikler Medineli iş birlikçileriyle birlikte yine her fırsata müslümanlara saldırıyorlar.İşte uygun olan da kendilerini savunabilecek duruma gelmiş olan müslümanlara burada savunma savaşını farz kılmaktır. !!!

        2-sakın bu farz kılınan savaş, önce ticari kervanları soymak, köyleri basıp köle ve mal avcılığı yapmak, sonrada Allahın dinini yeryüzünde egemen kılmak için olmasın, öyle ya ayrıca zekâtı, cizyeyi farz kılan bir tanrının, kıldığı farzların yerine getirilebilmesi için savaşı da farz kılması gerekiyordu, ‘’ sizden alıntı ‘’

        a) Öncelikle tarihi olayları incelerken ilgili konuları sebep ve sonuçlarıyla bir bütün olarak öncesi ve sonrasıyla birlikte değerlendirmek,parçacı yaklaşmamak ve çarpıtmamak gerekir….!!!

        Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı,sadece dini inançları sebebiyle yurtlarını ve tüm varlıklarını terk etmeye zorlanmış,bunlardan bir kısmı Habeşistan’a bir kısmı da Medine’ye hicret etmek zorunda kalmışlardır.Mekkeliler müslümanları yurtlarından çıkartmak ve mal-mülklerini ele geçirmekle kalmamış,aynı zamanda Müslümanların sığındıkları Habeşistan ve Medine idarecilerine,bunların nüfuzlu insanlarına çeşitli siyasi baskılar uygulayarak onları korumamalarını da istemişlerdir. (Bkz: İbn Hişam, Sîretü İbn Hişâm, s. 217 vd.; Ahmed b. Hanbel, c: 4, s: 198)

        b) Bu ticari kervandan kazanılacak paranın büyük bir bölümü de Medine’de müslümanlara düzenlenecek saldırılar için silah ve ordu için harcanacaktı..

        c) Ayrıca bunu hiç unutmayın ki,sadece dini inançları sebebeyle baskı ve şiddete maruz kalan,yurtlarını ve tüm varlıklarını Mekke’de müşriklere bırakıp yabancı yerlerde sığınmacı durumuna düşen hz.Muhammed ve müslümanlardır.Ve onları bu duruma düşüren de Mekkeli müşriklerdir.Peki sadece inançları nedeniyle müslümanları göçe zorlayanlar mı masum,yoksa bunların uyguladıkları şiddet ve baskı sonucu yurtlarını ve tüm varlıklarını terk etmek ve başka yerlere sığınmak zorunda kalanlar mı ? Herhalde size göre zorlayan, baskı ve şiddeti uygulayan masum,kendilerine uygulanan baskı ve şiddet yüzünden sığınmacı durumuna düşen mazlum müslümanlar da suçludur.!!!

        d) Kur’an’da Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkilerinde uymaları gereken kırmızıçizgiler şöyle belirtilmektedir:

        “Allah,din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz.Allah değer bilenleri sever. Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar. Onlara yakınlık gösterenler haksızlık etmiş olurlar.” (Mümtahine, 60/8–9)

        Ayetlere göre gayrimüslimlerle ilişkide üç kırmızıçizgi vardır:…

        Mekkeli müşriklerin bu kırmızıçizgilerin üçünü de çiğnedikleri açıkça görülmektedir.

        Bu nedenle müslümanlar da Medine’ye iltica ettikten sonra onları iktisadi baskı altına almak ve kendi kontrol veya nüfuzu altında tuttukları Medine havalisinden Kureyşlilere ait kervanların geçmesini yasak etmek (engellemek) suretiyle misliyle mukabele girişiminde bulunmuşlardı….
        Dolayısıyla Medine’de Müslümanların Kureyş’e ait bu kervana saldırma girişmlerine ilişkin rivayetler, savaş hukuku açısından tabiidir,normal karşılanmalıdır…

        Ayrıca ‘’köyleri basıp köle ve mal avcılığı yapmak.’’şeklindeki iddianın da iftira,uydurma ve tarihi gerçekleri çarpıtmaktan ibarettir…!!!

        3-sana müdafa savaşının ne olduğunu defalarca anlattım, zorunlu olarak yapılan şeyler için bir yerlerden izin alınmayacağını, çeşitli örneklerle açıkladım, yuvasına saldıran yılanla cebelleşen serçeyi bile örnek gösterdim, daha örnek istiyorsan kurtuluş savaşının hangi şartlarda verildiği araştır, ‘’ sizden ‘’

        a) Tabiki her canlıda savunma refleksi vardır,Ama insanların bu savunmaları ferdi ise olumlu bir sonuç alınamaz. Eğer bu savunma savaşları müslümanlara farz kılınmamış olsayda,bu ferdi düzeyde kalıp yalnız müşriklerin bu baskı ve şiddetine maruz kalanlar kendilerini savunmaya çalışacaklardı..Ama bu ferdi savunmayla bunların kendilerini müşriklerden korumaları da zaten mümkün olmayacaktı .İşte müşriklerin uyguladıkları bu baskı ve şiddeti etkisiz hale getirmek için topyekün bütün müslümanların direnmeleri gerekirdi.Karşı tarafa bu gücü oluşturacak yegane etmen de bu savunma savaşının bütün müslümanlara farz kılınmasıdır.Ancak böylece herkes aynı inançla bir ve beraberlik ruhu içinde müşriklerin uyguladıkları bu baskı ve şiddete karşı direnerek onu bertaraf edebilirlerdi..bunun için de müslümanların ferdi olarak değil,toplu halde kendilerini savunmaları istenmektedir. Eğer bu savunma savaşları islam toplumuna farz kılınmamış olsaydı,baskı ve şiddete maruz kalanların kendilerini savunmaları da ferdi düzeyde kalacaktı. Ve bu şekilde müşriklerin uyguladıkları bu baskı ve şiddet hiç bir zaman önlenemeyecekti…!!!

        b) Her ne kadar insanda savunma refleksi varsa da, islama göre kişinin kendi canını, malını,inancını vs.maddi ve manevi haklarını korumak ve savunmakla mükelleftir…Yani İnsan kendi canını,maddi ve manevi tüm haklarını kurumya çalışıyorsa bu da bir ibadet sayılır.İşte bu savunmanın farz kılınmasıyla bu da ibadet kapsamına girmiş oluyor. Mesela: Kötü yollardan korunmak için kişi cinsel arzusunu meşru yolda (evlendiği eşiyle) tatmin ederse bu da ibadet sayılır. Kişi kendisinin,aile ve çocuklarının geçimi için helal emek vererek kazanmaya çalışıyorsa bu da bir ibadettir.İşte böylece islama göre bir müslüman kendine zulum ve haksızlık yapana karşı direnerek kendini savunuyursa bu da onun için bir ibadet olur…

        c) Her insanda kendi canını,malını ve vatanını koruma refleksi vardır,ama uygulamaya gelince iş değişebiliyor,bu yüzden askerlik görevinden kaçan nice insanlar yok değildir. hatta bu görevi yapmamak için çürük rapor bile çıkarmaya çalışanlar oluyor.Eğer can,mal, namus ve vatanı korumak için askerlik görevi zorunlu değilse,acaba kaç kişi bu görevi hakkıyla gönülden ifa edecek.??? Hani her insanda can,mal,namus ve vatan savunma refleksi vardı,öyleyse neden bu kutsal görev zorunlu kılınıyor ? İşte her ne kadar o günkü müslümanlarda bu savunma refleksi olsa da,bunun bir inanç meselesi haline getirilimesi ile saldırgan müşriklere karşı onların üstünlük ve galibiyetleri söz konusu olabilmiştir…. Bunun için de savunma savaşı müslümanlara farz kılındı…. – .
        Özetle,bu savunmanın netice verebilmesi için organize bir şekilde toplu halde yapılması gerekir,işte bu nedenle bu savunma savaşları da bütün müslümanlara zorunlu hale getiriliyor.(yani farz kılınıyor) !!! Ayrıca Kurtuluş savaşını da kazandıran yine aynı iman ve aynı duygudur..

        Saygılar…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        “”Ama müşrikler saldırınca,savaş zorunlu hale gelince yüce Allah da müslümanların hoşuna gitmese bile müdafaa savaşını onlara zorunlu kılıyor.Müdafaa savaşı zorunlu kılınmasaydı,belki niceleri bu savunma savaşından da çekinecekti.İşte o zaman müşrikler mü’minlere galip gelerek her türlü işkenceyi yapmak suretiyle onları dinlerinden zorla döndürmek için ellerinden geleni yamaktan geri çekinmeyeceklerdi (senden alıntı)

        farz kılınan savaşın savunma savaşı için olduğunu öne sürdüğün gerekçeler (her türlü işkenceyi yapmak, dinlerinden döndürmek çabası) sadece Mekke döneminde mevcuttu, çünki sadece Mekke döneminde Müslümanlarla Müşrikler bir aradaydı, o nedenle farz kılınan savaşın savunma savaşı olduğunu iddia ettiğin gerekçeler anlamsız, çünki senin iddia ettiğin gerekçeler Mekke dönemini kapsıyor,

        “”””Ayrıca bunu hiç unutmayın ki,sadece dini inançları sebebeyle baskı ve şiddete maruz kalan,yurtlarını ve tüm varlıklarını Mekke’de müşriklere bırakıp yabancı yerlerde sığınmacı durumuna düşen hz.Muhammed ve müslümanlardır.Ve onları bu duruma düşüren de Mekkeli müşriklerdir.Peki sadece inançları nedeniyle müslümanları göçe zorlayanlar mı masum,yoksa bunların uyguladıkları şiddet ve baskı sonucu yurtlarını ve tüm varlıklarını terk etmek ve başka yerlere sığınmak zorunda kalanlar mı ? Herhalde size göre zorlayan, baskı ve şiddeti uygulayan masum,kendilerine uygulanan baskı ve şiddet yüzünden sığınmacı durumuna düşen mazlum müslümanlar da suçludur.!!! (senden alıntı)

        Müslümanların haksızlığa uğradıklarını iddia ediyorsun, sence haksızlığa uğramış bir topluluk hakkını aramak için savunma savaşının farz kılınmasını mı bekler? yoksa hakkını aramak için gereğini mi yapar?

        “”””bunun için de müslümanların ferdi olarak değil,toplu halde kendilerini savunmaları istenmektedir. Eğer bu savunma savaşları islam toplumuna farz kılınmamış olsaydı,baskı ve şiddete maruz kalanların kendilerini savunmaları da ferdi düzeyde kalacaktı. Ve bu şekilde müşriklerin uyguladıkları bu baskı ve şiddet hiç bir zaman önlenemeyecekti…!!!
        Eğer bu savunma savaşları müslümanlara farz kılınmamış olsayda,bu ferdi düzeyde kalıp yalnız müşriklerin bu baskı ve şiddetine maruz kalanlar kendilerini savunmaya çalışacaklardı..Ama bu ferdi savunmayla bunların kendilerini müşriklerden korumaları da zaten mümkün olmayacaktı .İşte müşriklerin uyguladıkları bu baskı ve şiddeti etkisiz hale getirmek için topyekün bütün müslümanların direnmeleri gerekirdi.(senden alıntı)

        üstelik öne sürdüğün yeni iddia tam bir saçmalık, demek Müslümanlara savaş farz kılınmasaydı, Müslümanlar birlikte hareket etmeyip, aynı aslanların saldırdığı bizon öküzü gibi teker teker avlanacakları bir topluluk olurdu öyle mi?

        eğer savaş farz kılınmasaydı, birlik ve beraberliğe önem verdiğini iddia ettiğiniz bir dinin mensupları, kendi mensuplarına yapılacak saldırıları bize savaş farz kılınmadı diyerek, öküzün trene baktığı gibi seyredeceklerdi öyle mi?

        kusura bakma ama iddia ettiğin bireysel şiddette Mekke döneminde geçerliydi, hele şöyle iddialarında Mekke dönemini tarif ettiğin gerekçeleri (işkence, dinden döndürme, bireysel şiddet) Mekke döneminde bırakıp Medineye doğru yola çık artık,

        kurtuluş savaşını kazandıran, canına malına ırzına yapılan saldırıyı bertaraf etmek isteyenlerin yaşadıkları toprakları korumak için verdikleri mücadeledir, dinle imanla bir ilgisi yoktur, dinle imanla ilgisi olsaydı, şeyhülislâmın hakkında “katli vaciptir” diye fetva verdiği birinin arkasına takılmazlardı, ne yazık ki bu mücadeleden kaçan çürük elmalar, Osmanlı döneminde sağladıkları imtiyazlarla tabi oldukları şeyhleri sayesinde vergi ödemeyen, askerlik yapmayan tekke müritleridir,

        köy basmayla ilgili olarak peygamberin eşlerinden Cüveyriyeyi bilirsin herhalde…

  57. AVNİ dedi ki:

    Sn murat
    “Sözün özü Yaratılışa yani ilahi emirlere itaat etmek sevap karşı gelerek yaratılışına aykırı hareketlerde bulunmak günahtır.”
    Peki senin günah dediğinde yaratılmış değilmidir, en nihayetinde olmayan şey nasıl var olur yaratılışla. Mesela sokaktaki yaratılmış kediyi öldüreceğim. Güzel yaratılmış bir şeye zarar vereceğim yani günah işleyeceğim. Şimdi benim bu günahı işlemem için bu fikrin bende yaratılmış olması gerekir, beynimde bu olguyu ortaya çıkarmam gerek, yaratılması gerek, bir dizi nöro kimyasal etkileşimler vs.. eylem için yine aynı şekilde bir sürü yaratılış süreci vs. Bunların hepsinde tanrı aktif olarak var. Çünkü biliyoriz ki onun izni olmadan yaprak bile düşmez.
    en nihayetinde günah işleme aşamasında her şey için aktif hadi varsa pasif yaratılış ama bir yaratılış var, tanrı bu safhaların hepsinde var. Ben şimdi tanrıyı günah işlemem çirkin gördüğü bir şeyi yapmak için zorluyormuyum.
    Yaptığım eylemin günah olması için, sorumlu olmam için tanrıdan ayrı bir şeyin olması gerekir.
    Şimdi iradeyi cüziye diyebilirsin ama onunda işleyişinde geçen tüm maddi, manevi süreçleri yaratan tanrı değilmi. İnsana tanrıdan bağımsız bir yaratılış, bir eylemsellik tanınmışmıdır, varsa ne kadardır.
    Aslında kuranda bu tip savunmayı şeytan da tanrıya karşı yapmıştır, ”
    7:16 – “Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”
    “beni azdırmana karşılık” o da biliyor tanrı istemezse yaprak düşmez diye. Cevabı kovulmak olmuş.
    Son olarak İyilik ve kötülük tanrı içinmidir, bizim içinmidir. Mesela içki içmenin, zina yapmanın kötü olması tanrı için kötü olduğundan mı günah yoksa bizim için kötü olduğundan mı günah. Son olarak yaratılanı sevdık yaradan dan ötürü derken buna içki içmek, zina etmek de, adam öldürmekte dahil olabilirmi. En nihayetin her şey yaratılmış değilmi ?

    • bilal dedi ki:

      Sn.AVNİ,

      1- Aslında kuranda bu tip savunmayı şeytan da tanrıya karşı yapmıştır, ”
      7:16 – “Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım.”
      “beni azdırmana karşılık” o da biliyor tanrı istemezse yaprak düşmez diye. Cevabı kovulmak olmuş. ‘’ sizden alıntı ‘’

      Gösterdiğiniz ayetin meali hatalıdır,yüce Allah şeytanı azdırmamıştır.Ayetin doğru meali aşağıdadır…

      A’RAF- 16.AYETİN DOĞRU MEALİ !

      ‘’Senin buyruğuna muhalefetimden ötürü beni rahmetinden mahrum bıraktığına mukabil, elbette ben de onları (Adem ve onun neslini) saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım’dedi.’’ şeklindedir.. (A’raf-16)

      İşte burada ne ‘’ azdırmak,ne de yemin ifadesi vardır.!!! Ama hatalı meallere göre haşa sanki yüce Allah şeytanı azdırmış !!! Yüce Allah’ın‘’ meleklere,Adem’e saygıyla eğilip selam verin ‘’şeklindeki buyruğuyla melekler azdırdırılmamış da,şeytan mı azdırılmış??? Bununla yüce Allah şeytanı nasıl azdırmış? Allah şeytanı azdırır mı ?
      Özetle,Kur’an’da hiç bir sorun yoktur,var gibi görülen sorunların kaynağı tamamen hatalı meal ve yorumlardır…!!!

      Saygılarımla..

      • AVNİ dedi ki:

        Sn Bilal
        Af buyur ama demeden de geçemeyeceğim sen tşk geçiyon..Madem çok biliyon kitabın doğru mealini yaz, yayınla da ramazanın yüzü suyu hürmetine ümmeti muhammede bir faydan olsun. Saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        ‘’Senin buyruğuna muhalefetimden ötürü beni rahmetinden mahrum bıraktığına mukabil, elbette ben de onları (Adem ve onun neslini) saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım’dedi.’’ şeklindedir.. (A’raf-16) (senden alıntı)

        yukarıdaki tercümeyi hiçbir yerde bulamadım, bu tercüme kime aittir? tercümanın adı soyadı nedir?

        “”””İşte burada ne ‘’ azdırmak,ne de yemin ifadesi vardır.!!! Ama hatalı meallere göre haşa sanki yüce Allah şeytanı azdırmış !!! Yüce Allah’ın‘’ meleklere,Adem’e saygıyla eğilip selam verin ‘’şeklindeki buyruğuyla melekler azdırdırılmamış da,şeytan mı azdırılmış??? Bununla yüce Allah şeytanı nasıl azdırmış? Allah şeytanı azdırır mı ?
        Özetle,Kur’an’da hiç bir sorun yoktur,var gibi görülen sorunların kaynağı tamamen hatalı meal ve yorumlardır…!!! (senden alıntı)

        söylentiye göre tanrının yüksek makamla onurlandırdığı şeytan, meleklerin dolduruşuna gelmiş, yani aslında ortalığı karıştıran meleklermiş,

        melekler şeytana, “hadi biz birer basit işçiyiz Ademe secde etmek bizi küçültmez ama sen tanrının en değer verdiği biriyken nasıl olurda Adem denilen basit bir varlığa secde edersin” diyerek, şeytanın kulağına kibrit suyu kaçırmışlar, meleklerin gazına gelen şeytan,” bana ne bana ne secde etmiyorum işte” demiş, tabi apoletleri sökülerek sabık er sıfatına indirilmiş,

        ayrıca, bu melekler, Kuranın tanrısı, “ben bir halife atayacağım dediğinde” ,melekler “yeryüzünde kan dökecek, bozgunculuk çıkaracak birinim atayacaksın” dediklerinde,

        Kuranın tanrısı, “siz nasıl olurda benim atayacağım halifeye bozguncu, kan dökücü dersiniz, üstelik daha sonra bir sürü peygamber atayacağım, ne yani onlara da mı kan dökücü, bozguncu diyeceksiniz?” diyecek olmuş,

        melekler, “sus sesini çıkarma, otur oturduğun yerde, zaten yüzme bilmiyorsun, tahtının altından çekiliverirsek, suya cumburlop düşersinde, kovduğun şeytan bile seni kurtaramaz” demişler, Kuranın tanrısı bakmış pabuç pahalı, sineye çekip susmuş kalmış,

        aslında siz kuranın tanrısını bırakıp meleklere tapın, baksanıza, insan oğlunun yeryüzünde bozgunculuk yapacağını, kan dökeceğini bilmişler, sonrada Kuranın tanrısına dönüp “bizim bilmediğimiz neymiş şimdi söyle bakalım” demişler, Kuranın tanrısı da “tamam siz haklısınız, sözümü geri aldım” demiş,

        atayacağı halifeye çirkin isnatlarda bulunabilecek kadar cüretkâr olabilen melekler, birde greve gitmeye kalkarlarsa Kuranın tanrısı resmen hapı yutar, iyisimi siz Kuranın tanrısını bırakıp meleklere tapın.

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        1-Arpça da ‘’AZMAK ‘’ kelimesinin karşılığı ‘’غوي ‘’ değil, ‘’طغي ‘’ dır. Mesela: ALAK-suresi 6.ayete mazi fiili olan ‘’TAĞA’’nın müzari fiili şöyledir. ‘’كلا ان الانسان ليطغي ان راه استغني ‘’ Kella innel insana leyetğa,en reahus tağna ‘’ Hayır; Doğrusu insan kendini zengin görünce azar. ( Alak-6-7) İşte ‘’ AZMAK’’ kelimesinin karşılğı ‘’ TAĞA’’ dır. A’RAF-16.ayete geçen ise ‘’غوي ‘’ dır.. Burada geçen kelime şöyledir. ‘’فبما اغويتني ‘’ febima Eğveyteni ‘’ Beni rahmetinden,bulunmduğum konumdan mahrum bırakmana,aleyhime hüküm vermene mukabil……’’ şeklindedir.Tefsirlerde de bu tür anlamlar geçiyor..Mesela: a) İbni Abbas’’ bima a’zelteni’’ beni bulunduğum konumdan azlettiğene mukabil ‘’ diye açıklamıştır…

        b) ‘’فبما اغويتني اي خيبتني من رحمتك ‘’ Ey ğayyebteni min rahmetike’’ Beni rahmetinden mahrum bıraktığına mukabil…’’

        c) İbni Arabi de şöyle diyor:

        وقال ابن الأعرابي : يقال غوى الرجل يغوي غيا إذا فسد عليه أمره ، أو فسد هو في نفسه . وهو أحد معاني قوله تعالى : وعصى آدم ربه فغوى أي فسد عيشه في الجنة

        ‘‘ Ğaver reculu yağvi ğayyen iza fesede aleyhi emruhu ‘‘ kişinin işi,bulunduğu konumu,yaşayışı bozulunca, ! onun için bu ifade kullanılır .Mesela:TAHA-121.ayete Adem için şöyle denilmiştir ‚‘‘ وعصى آدم ربه فغوى أي فسد عيشه ‚‘‘ Ve asa ademu rabbehu fe ğava ..‘‘ ey fesede aleyhi ayşuhu……‚‘‘

        ‚‘‘ …….Adem, Rabbine âsi oldu da yaşayışı bozuldu….

        d) Ayrıca Ahmet TEKİN’in mealinde de Beni azdırmana karşlık ‘’ diye bir ifade yoktur.

        Meali de şöyledir: İblis:
        ‘Azgınlığımdan ötürü aleyhime hüküm vermene mukabil,ben de,and içerim ki, onları saptırmak için senin doğru muhkem,güvenli yolunun üstünde oturacağım’ dedi…’’

        Buna göre de ’’ AZGINLIĞIMDAN ÖTÜRÜ ALEYHİME HÜKÜM VERMENE MUKABİL..” ifadesiyle ’’beni rahmetinden,bulunduğum konumdan mahrum bırakamana,ceza vermene mukabil vb.manaları ihtiva eder…

        Ayrıca arapça lüğatında da ‘’غوي ‘’ ğava ‘’ kelimesini bir anlamı da şöyledir… – غ و ى : الغَيُّ الضلال والخيبة ‘‘ El ğayyu,yitirmek,hüsrana oğramak,zarar görmek ‘‘ gibi anlamları vardır….

        Yani ‘’ BENİ AZDIRMANA KARŞILIK ’’ ifadesi yanlıştır.!!! Ayrıca burada yemin ifadesi de yoktur…

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        zaten Ahmet Tekinden başkada ayetleri başka türlü tercüme eden yok, belli ki zatı muhterem bir şeyleri kurtarmanın gayreti içerisinde?

        bir varlığın azabilmesi için kendisinde azma özelliğinin bulunması gerekir, bir tanrı kendi baş yardımcısını azacak şekilde dizayn eder mi?

        bir tanrı yardımcılarını kendisine itaat edecek şekilde yaratması gerekmez mi?
        bir tanrının itiraz eden, isyan eden yardımcılarla yola çıkacağı düşünülebilir mi?

        artık aşağı yukarı tükürmekten vazgeçsen de sakalınla bıyığın tükürük içerisinde kalmasa…

    • 1okuyucu dedi ki:

      AVNİ;

      hepimiz, yaratılış fıtratımız gereği tanrının verdiği özellikleri kullanıyoruz, yani tanrının bildiği şeyleri yapıyoruz, bilmediği şeyleri yapabilmemiz zaten mümkün değil, verdiği özellikleri kullanıyoruz diye tanrının bize kızacağını düşünmek, tanrıyı insansı özelliklere (ödüllendirme, cezalandırma, kızma, kin duyma, sevme, vb.) sahip bir varlık olarak sunanların kurnazlığından başka bir şey değil,

      çok tanrılı inanışların egemen olduğu yıllarda, tanrıları, kötülük tanrısı, iyilik tanrısı, bereket tanrısı, aşk tanrısı, vb. şeklinde sınıflandırıyorlarmış,

      tek tanrı inancı başladığında yeryüzündeki kötülükleri ihale edecekleri bir varlık aramışlar günah keçisi olarak şeytanı bulmuşlar, öyle ya tanrı tek olunca yeryüzündeki kötülüklerin sebebini tanrıya yüklemek olmazdı,

      tanrı pazarlayanlar, eğer pazarlanacak tek bir tanrı varsa yeryüzünde bunca kötülük niye var sorusuna cevap aramışlar, sonunda yeryüzündeki kötülüklerin suçlunu bulmuşlar, hemde öylesine güçlü bir suçlu ki Ademi vesvese vererek kandırmasından sonra Kuranın tanrısı iman açısından inanırlarının içersinde imanı en kuvvetli olan peygamberleri bile şeytanın vesvesesine karşı korumak zorunda kalmış, yani Kuranın tanrısının peygamberlerini bile yoldan çıkarmaya çalışan cüretkâr, isyankâr bir varlık,

      öyle ki insanları etkileme konusunda Kuranın tanrısından daha güçlü bir varlık, yeryüzünde kötülüğün egemen olmasını sağlayan bir varlık, o kadar becerikli bir varlık ki, inanırları bile birbirlerine boğazlatacak kadar güçlü bir varlık,

      böyle bir varlık ortadayken!

      yani Kuranın tanrısının yoluna taş koyan dolayısıyla Kuranın tanrısının nefretini kazanmış bir varlık söz konusuyken

      “yaratılanı severim yaratandan dolayı” sözü Kuranın tanrısına muhalefet etmektir, Çünki Müslümanların şeytanı, kafirleri seveceği düşünülemez,

      Yunus Emre hacca gitmiş olsaydı, (gidip gitmediğini bilmiyorum) şeytan taşlama ritüeline katılmayacak mıydı?

      aynı şekilde, “gel, kim olursan ol, yinede gel” sözü de Kuranın tanrısına muhalefet etmektir, çünki Kuranın tanrısının kalp gözünü mühürlediği kafirler için bir kurtuluş kapısı yoktur,

      o nedenle böylesine iddialı lafları etmek Kuranın tanrısını hiçe saymaktır, çünki Kuranın tanrısı Müslümanların kimleri seveceğine kendisi karar vermiştir, daha doğrusu Kuranın tanrısı sevgi konusunda Müslümanların kalplerini mühürleyerek, sevecekleri varlıkları dar bir alana hapsetmiştir,

      en basit örneği bir Müslüman kadının bir gayrimüslime sevgi beslemesi, aşık olması İslâm alemince hoş karşılanmaz ve böyle bir duruma onay verilmez,

      zaten malum suçlu şeytanda, Müslümanları birbirine boğazlatarak, ortada Müslümanların sevebilecekleri hiçbir şey bırakmamıştır,

      sonuç olarak ortaya, sevgi denen güzellikten nasibini alamayan bir İslâm alemi çıkmıştır.

  58. murat dedi ki:

    Avni arkadaşım..
    Büyük bir adam küçük bir çocuğu omusuna alsa ve nereye istersen seni oraya götüreceğim dese.Sonra küçük çocuğun kendi tercihiyle kar kış fırtına ortasında kalması sonucu ağlayıp sızlayarak beni neden buraya getirdin demesine karşılık bunu sen istedin diyerek bir tokat vursa yeridir.Allah insanın iradesine bakıyor.Ne istersen onu yaratıyor.Kediyi öldürmek isteyenin kaslarını kollarını çalıştırıp o öldürme olayını onun isteği üzerine gerçekleştiriyor.Böyle zararlı bir fiilden dolayıda o masum hayvanın hakkını ondan alır.
    Şeytanı saptıran kibri idi.Kibir ise onun hayat serüveninde zamanla olgunlaştırdığı bir büyüklenme isteğinden kaynaklanıyor.Buna karşılık sapmak isteyeni Allah saptırılıyor.Doğru yolu bulmak isteyene doğrusu kolaylaştırılıyor.Namaz kılmak oruç tutmak dua ve ibadette bulunmak insanı doğru istikamete sevkeder.Kimse doğduğunda zalim ve günahkar olarak doğmuyor.
    İrade böyle bir sıfattır ki tercih edebilme yeteneğine sahiptir.Allah irade programını kulun özgür davranacağı şekilde var etmiş.Bu nedenle iradenin zedelenmemesi adına hata yapanlar birden cezalandırılmaz ve ibadetlerin iyiliğin mükafatı birden verilmez.Sebepler Allahın icraatını aklın nazarında perdelemek için yaratılmıştır.Meyveyi ince bir çubukla ağaç gibi bir odun parçasından sana uzatıyor..Kimisi oduna kafayı takıyor kimisi de odunun ucuna meyveyi takanı hayretle görüyor ve muhabbet ve sevgiyle karşılık veriyor
    Gökten melekler inerek her insana mucizeler vahiyler ve cennetten meyveler ikram edilseydi ebubekirler ile ebu cehillerin farkını ayırmak mümkün olmayacaktı

    • toro dedi ki:

      Sayın Murat,
      Şeytanın hikayesine özel sempatim var! O nedenle sormadan duramadım!

      Şeytanın kibri, nasıl oluyor da şeytanın tanrısından korkusu ya da yaratıcısına olan sevgi ve iteatkarliğinden daha baskın bir duygu olarak ortaya çıkabiliyor? Bu noktada Şeytan ın üretim hatası olduğunu düşünmemiz gerekmez mi? Sonuç itibariyle test edilmek için yaratılan insandır! Bu nedenle tanrının insanın içine kibri ve diğer ihtirasları yerleştiren varlık olduğunu düşünmek bir yere kadar mantıklı görülebilir! Ama kibirin,test edilmek maksadıyla yaratıldığına dair hiç bir bilgiye sahip olmadığımız şeytanda ortaya çıkabilyor olmasının alemeti farikası ne olabilir ki? Test edilmek için yaratılmamış bir varlıkta test edilmesini sağlayacak bir duygunun işi nedir?

      • murat dedi ki:

        Şeytan cinlerden bir ferttir.Test edilerek yükseltmek için yaratılmış özgür irade sahibi bir varlıktır.Özgür iradenin gereği farklı seçeneklere sahip olmaktır.
        Şeytan için ikinci seçenek rabbine isyan ederek onun yarattığı ve özen gösterdiği bir mahluka saldırıp karakterini bozabilme cüretkarlığıdır.Evet şeytan kendine verilmiş iki seçenekten kötü olanını tercih etmiştir.Bu tarz basit şeyleri mesele yapmaman gerekir toro.
        İrade ancak çoklu seçeneklerde tecelli eden bir sıfattır.Seçenek yoksa iradede yok.Seçenekleri yaratan iradeyi ortaya çıkarmak için yaratıyor iptal etmek için değil.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Konulara yaklaşımınızdan anlıyoruz ki size anlatılanları hikaye varsaymaktan öteye bir gerçeklik kaygınız yok! Çünkü ne Tanrıyı nede tanrı ile aynı ortamda yaşayan varlıkları kavrayabiliyorsunuz! Bna söylermisiniz Şeytan ile ilgili 2 seçenek vb. detaylar kuranın hangi ayetinde yazıyor! Ben yazmadığını biliyorum, orada yazmadığı halde sizin yazdığınızıda biliyorum! Size imanın veya islamın şartları içinde tanrının söylediğinden gayrısını sorgulamak, verdiklerini ayrıca yorumlamak veya savunma ihtiyacıyla yeniden kurgulamak hakkı varmı?

        Silkinin biraz, benim isteklerimi yapmayanları CEHENNEMDE yakacağım diyen bir tanrı figürü var karşımızda! Ayrıca o yanmanın tüm detaylarını ayrıca vererek muhatabını korkunun doruklarına çıkarmaya çalıştığınıda çok net görüyoruz! Bu noktada ona onunla yüz yüzeyken isyan edebilecek bir varlıktan bahsedebilmek için tanrıyı ciddiye almıyor olmak gereklidir! İşte bu noktada konuya bu şekilde yaklaşanların tavrı şeytanın (gerçekten isyan ettiğini düşünelim) tavrından farklı değildir!

        Son tahlilde söylemek istediğim şudur, tanrısıyla yüz yüzeyken isyan edebilen bir varlığın olabileceğine inanabilenler zamanı geldiğinde tanrılarını en kolay terk edebilecek potansiyele sahip olanlardır! Çünkü onların zihinlerinde canlandırdıkları algıya göre onun varlığına şüphe edemeyecek şekilde şahit olanların tanrıya İSYAN edebilmesi çok kolaydır! Şüphesizdir ki onun varlığına şahit olamayanlar için bu İSYAN daha kolay olacaktır!

      • murat dedi ki:

        toro
        Şunu da dinle bakalım durumun ne görelim.
        Sen geminin kaptanısın ve senin kontrolüne verilmiş gemide binlerce çalışanın ve yapılan masrafların geminin sahibinin tasarladığı özel bir maksadı var.
        Sonra sen durumu hafife alarak yanına yaklaşan lakayt haylaz kızlarla çocuklarla oynamaya başlıyorsun.Senin için yasak içeceklerden içerek sarhoş oluyorsun.
        Kaptanlık vazifesini aksattığından dolayı gemi kayalıklara çarpıyor ve içindeki mallar ve personel telef oluyor.
        Gemiyi ve içerisindeki masumları himaye eden sahibi ise o masumların çektiği eziyetlerin ve ölümlerin zayi olan malların ve geminin hesabını senden sormak için büyük bir mahkemede yargılıyor ve açtığın zarar kadar , güvenini boşa çıkarıp ihanet ettiğin sahibin şerefi kadar bir cezaya mahkum oluyorsun.
        Savunman ise ben kendi başıma bir adamım az bir süre eğlenmekten başka bir şey yapmadım oluyor.
        Kainat fabrikasının tasarımında yaratıcının büyük bir maksadı vardır.
        Yıldızların patlayarak gezegenlere dönüşmesi ve aydınlatıp ısıtması sonra gezegenlerin katı malzemesinin parçalanarak toprağa dönüşmesi hava su sıcaklık rüzgar gibi unsurların hayatı meydana getirmek için çalışır vaziyetleri gösteriyor ki maksat hayattır.Dünya da bitkisel hayatın hayvansal hayata her yönüyle feda edildiği gösteriyor ki hayatta bir terakki ve daha yüksek bir maksat hükmediyor.Ve dünya hayatının merkezinde insan bulunuyor.Diğer canlıların şuursuz hayatları etleri yünleri sütleri daha yüksek bir hayat mertebesine çıkmak için parçalanıyor insan hayatının gereksinimlerine hizmet ediyor.Büyük masraflar yapılıyor.
        İnsanın vücudunda tasarlanmış en önemli cihazı ise aklı ve aklın neticesi ona verilmiş yüksek bir şahsiyettir.İnsan gibi aciz bir hayvanın konuşur düşünür kendini bilir bir tarzda yaratılması icat kabiliyetine sahip olması etrafında her birisi ayrı bir sanat ve icat kabiliyetinin bir ilmin eseri olan yaratılmışları inceleme, kendi basit ilmiyle ve icadıyla yaratıcının sanatını icadını ilmini anlama neticesini sağlamıştır.İnsanı böyle yüksek bir şuur ve şahsiyetle donatan yaratıcı türlü renkli güzel kokulu güzel şekilli meyvelerle ve türlü nimetlerle en üst düzeyde yarattığı insan denilen bu mahlukuna ikramda bulunup sevgisini ve şefkatini göstermiştir.Yaratıcı kendi sanatının en güzeli ve en ehemmiyetlisi olan insanı elbette büyük bir önemle sevecektir ve her hareketine değer vererek kaydedecektir.
        Elbette böyle bir muamele sevgi ve şefkat karşılık görmelidir ve insandan bir beklenti olmalıdır.İnsanın yaratılış gayesi olan bu önemli programlar içlerinden seçilen güvenilir ve değerli fertlere cebrail denilen elçi vasıtasıyla bildirilmiştir.
        Dünyada kısa bir zamanda kendilerine böyle ilgi ve alaka göstererek çeşitli nimetler sunan büyük rabbin onları tümüyle doyuracak bütün ihtiyaçlarını büyük bir saltanat ve şefkatin tecellisi olarak karşılayacağı başka bir alem yarattığı ve buna karşılık insanların da sevgiye karşı sevgi şefkate ve merhamete karşılık gereken hürmeti göstermeleri sonrasında onun cemalini görebilecek bir dostluk ve güzel bir hayatın onlara vaad edildiği bildirilmiştir.
        Vazifesini terkedenlerin yer ve gökte yapılan masraflar , çalışan personel hükmündeki melekler hayvanlar ve bitkiler maddi ve ruhani mahluklar adedince ve büyük rabbin karşılık bulmayan ikramına yapılan saygısızlık oranınca cezaya müstehak olduğu ve insanların bu kötü sondan sakınması için gerekli uyarı yapılmıştır.
        Demekki kafirin varlığından yer ve gökteki bütün yaratılmışlar sıkılıyor ve şikayetçidirler.Çünkü şevkle yapılan bütün bir çalışmalarının neticesini boşa çıkarmıştır.Raiyyetinin hakkını o zalim kafirden almak için büyük rab büyük bir mahkeme kurar ve bütün verilmiş nimetleri layık olmayan o şahıstan alır ve cezalandırır ki buna cehennem denilir.
        Nankör zalimler için yaşasın cehennem….

        Tanrısıyla yüz yüzeyken isyan eden varlık kimmiş acaba.
        Kendince hüküm veriyorsun.Allaha en çok yaklaşan miraç hadisesinde Muhammed A.S oldu ve hayatında rabbiyle bir kez yüzyüze geldi.Cebrail ben daha ileri gidersem yanarım dedi.Allahu tealanın saltanatı namına yüksek bir memuruyla konuşması vahyetmesiyle bir arıya vahyetmesi aynı şey değildir.Sen de kendi derecene göre rabbinin muhatabı olacaktın güya.Onun sana gösterdiği ilgi ve alakaya ve sana yapılmış şukadar büyük masrafa ihanet ettin.Fakat bu durumun farkına varamayacak kadar körleşmiş durumda ve hasta bir vaziyettesin.
        Hz ademin yaratıldığı an gözlerini açtığında nelerle karşılaştığı peygamberlik vazifesi ve vahyine nezaman mazhar olduğu bilinmiyor.Fakat peygamber olarak doğmadığı bir gerçek.
        Meleklerin ona secde etmesi tabiat kanunlarının onun tasarrufuna verilmesine işarettir.
        Yani insana ilim ve icad kabiliyetiyle maddeye hükmetmenin yolu açılmıştır.
        Çünkü melekler doğadaki kanunların şuurlu temsilcileridirler.
        Şeytanın secde etmemesi ise cinler yılan,akrep ve bazı canlıların insana düşman olacaklarına işarettir.
        Peygamber vahyin diğer insanlara ulaştırılmasında görevli elçidir.
        Hz Ademin dünya hayatında terakki ederek rasüllük mertebesine ulaştığı düşünülebilir.
        Peygamberler peygamber olarak doğmadılar.Liyakatlerini ispat ettiler ve alemlerin rabbinin kelamına muhatab olacak seviyeye terakki ettiler.

      • toro dedi ki:

        Sayın murat,

        Sondan başlayayım! Çünkü baş tarafı anlamsız! Hala tanrıyı tanrısal mantıkla değil insansı mantıkla örneklemeye çalışan bir ruh hali! İnsan olan bir gemi sahibi üzerinden kurgulan bir hikayenin sonucunda ortaya çıkan tepkinin aynısını ilahi bir varlık olduğu söylenen tanrının vereceğine inanmak! Tanrıyı aynı zamanda insansı tepkiler verebilen bir varlık olarak örneklemek! Ben bizzat tanrıyı ve onun yarattıklarını yan yana örneklemeye bu sayede insanın asıl muhatabıyla ilişkilerini aracısız göstermeye ve bu sayede gerçeği algılatmaya çabalarken siz çizgi film karakterlerinizle oynamaya devam ediyorsunuz!

        Öncelikle ”Cebrail ben daha ileri gidersem yanarım dedi” diye yazmışsınız! Dediğim gibi işiniz tanrı ağzından yorum üretmek! Bu kuranda geçmeyen bir kıssadır ve kaynağı genel mutabakata göre sahih değildir! Ne demek istediğimi algılamak için ”“Kıssatu ihtirakı’l-hicabı leylete’l-İsra ve’l-Mirac” adlı makaleyi bulup okumanızı öneririm! Aynı zamanda bu kıssanın kaynağı olan kişi Buhari tarafından yalancılıkla ihtam edilen bir kişi (Buharî, ed-duafau’s-sağîr, tercüme:355), Nesai tarafından “metruku’l-hadis” olarak tanımlanmıştır.(Nesaî, ed-duafa ve’l-metrukîn, tercüme:580).

        Hayır, siz daha yazılı olanın (kuran) çelişkilerini açıklayamıyorken üstüne birde kaynağı kuran olmayan kıssaların gerçek olma ihtimali üzerinden savunma yapmaya başladınız! Bilmeyene anlattığınız hikayeler hoş gelebilir ama bilen için hala çizgi film tadındadır!

        Yazının geri kalanında yine tanrıdan duymadığınız, tanrının kutsal kitaplarında(!) yazmayan niyetleri onun namına sıralamaya devam etmişsiniz!

        ”Allahu tealanın saltanatı namına yüksek bir memuruyla konuşması vahyetmesiyle bir arıya vahyetmesi aynı şey değildir.Sen de kendi derecene göre rabbinin muhatabı olacaktın güya.Onun sana gösterdiği ilgi ve alakaya ve sana yapılmış şukadar büyük masrafa ihanet ettin.Fakat bu durumun farkına varamayacak kadar körleşmiş durumda ve hasta bir vaziyettesin.” sizden alıntı

        Tanrısı ağzından hikayeler üreten, ürettiği hikayelere inanan ama bu hikayeleri kutsal kitabından gösteremeyen siz, hasta olan ben öylemi? Kendinizde çizgi film karakteri haline getirdiniz sonunda!

        Arkadaşım inanıyorsan git inan! Ama inanma şovu yapmaya kalkarsan ağzının payını verirler! Sonrasında sende aslına döner ve yanlış yapıyor ihtimaline katlanamayarak etrafına saldırmaya başlarsın! En entellektüeliniz bile bu sondan bu tezattan bu bencil öfkeden kendini alıkoyamaz! Ama ben tanrı figürünü siz ve sizin gibilere inat gerektiği gibi anlatmaya ve sizin insansı tanrı inancınızın acizliğinden kurtarmaya kararlıyım.

        Sizin gibi kendini tanrı sanan bu sayede tanrı ağzıyla hikayeler uydurabilenler gerçek tanrı nezdinde muteber olacaksa ben hem hasta olmaya hemde deli olmaya razıyım!

        Ha şunuda söyleyeyim. Adem in hikayesini iyice öğrenin! Çünkü olurda cehenneme gitme noktasına gelirseniz bu hikayeye dayanarak yapacağınız savunmayla kendini kurtarma ihtimaliniz var!

        O anda tanrınıza deyiniz ki;

        ”Neslimiz içinde senin varlığını bilmek zorunda kalmayan ve aramızdan seni en iyi tanıyan ve senin herşeye rağmen ilk peygamberin olan Adem’e, bunlara rağmen uygulatamadığın bir tek yasak ortadayken bize seni görmediğimiz halde uygulatamadığın yasaklar için ceza vererek adil olduğunumu söylüyorsun”

        İşe yarayacaktır! Ama onun ağzıyla konuşnalara adil davranırmı onu siz düşünün!

      • murat dedi ki:

        Tanrıdan duymak duymamak bu mantık üzere bir takıntın var.Ben ne yazdığıma eminim.Uydurup ta yazmaya çalışmadım şimdiye kadar .Görebildiklerimi yazdım.
        Bu konuda bütün bütün haksız sayılmazsın elbette.Allah adına bir şeyler söylenecekse ayetler ve hadisler ölçüsünde olmalı.
        Şu belirteyim ki.Kuran her harfinde çeşitli maksatlar taşıyan kıyamete kadar gelecek bütün ve çeşit çeşit insan türlerine hitap eden ilahi bir kelamdır.Bu nedenle manası geneli kapsıyor ve insanların ilmine havale ediliyor.Bir çok ayette düşünen bir kavim için bunda ayetler vardır,hiç akletmezmisiniz şeklinde uyarılar var.
        Ayrıca Peygamberler Allahın ayetlerini doğru yorumlayarak insanlar için örnek olacak şekilde hayata geçirmekle görevli üst düzey memurlardır.
        Her insan kuran ayetleri üzerinde akletmeye fikir yürütmeye yeteneği miktarınca vazifeli.
        Ameller niyetlere göredir.Allah dilediğine nurunu gösterir.

        Bakara26
        Allah bir sivrisineği hatta ondan daha büyük veya daha küçük bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz. Artık iman etmiş olanlar, bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden kâfirler ise “Bu örnek ile Allah ne demek istiyor acaba?” derler. Bu yolla Allah birçoğunu saptırırken, birçoğunu da doğruya yöneltir. Allâh, onunla sâfiyetini yitirmişlerden başkasını saptırmaz!

        Allahın saptıracağı kişiler niyetleri itibariyle sapma arayışında olan kimseler olduğu anlaşılıyor.Bu da bir özgürlük neticede.Kendine dikkat et emaneti zayi etme.
        Allahtan gelen gerçekleri örtbas eden kafirlerden bahsediyor.
        Açıklamak izah etmek ve yaşamak vazifemizdir.

    • AVNİ dedi ki:

      Sn murat
      İstemeyi kim yaratıyor.. Ben bu satırları sana yazmayı irade ettim. Tanrıda sen istedin bende bari koluna güç verip yazmanı, klavyedeki tuşları basman sonucu ortaya çıkan elektrik akımı oluşturmayı sağlayamım mi diyor. İrade etmeyide tanrı yaratmıyormu orda bir kopukluk mu var. Bir de yukarda verdiğin büyük adam küçük çoçuk örneği konuyu anlatmaya pek yetmiyor. Ben büyük bir adamdan bahsetmiyorum yaratıcı tanrıdan bahsediyorum. Senin büyük adamın sadece aracı gibi çalışıyor, tanrı sadece aracı değildir
      biricik ve tek yaratıcı değilmi.
      Şeytan aslında haklı çünkü onu tanrı azdırdı. Şeytanın azmasındaki tüm aşamaları herşeyi o yarattı. Şeytanın tanrı önünde nasıl bir irade ise karşı gelmesi başlı başına bir olaydır. şeytanın, hele bizzet tanrının huzurunda böle bir şeye cüret etmesi bu işin içinde bir iş var dedirtiyor. Birde tanrı niye kızıyor, zaten biliyon şeytanın kibir yapıp sana karşı geleceğini. bile bile kızmakta ancak şov olur.
      “Gökten melekler inerek her insana mucizeler vahiyler ve cennetten meyveler ikram edilseydi ebubekirler ile ebu cehillerin farkını ayırmak mümkün olmayacaktı” diyorsun, iradesi olan şeytan tanrıyı göre göre, bile bile isyan etmiştir, sadece o da değil cin tayfasıda ayrı salak onlarda biliyor allah var, melek var nasıl bir özgür iradeyse herifler imana gelmiyor, yanacağını bile bile.. Diyeceğim şudurki gökten melekte gelse, cenneten meyvelerde gelse, özgür iradeli şeytan ve cin tayfası gibi insanlardan da ebu cehiller çıkardı,

      • murat dedi ki:

        Avni arkadaşım
        Yukarıda şöyle izah etmişim
        İrade böyle bir sıfattır ki tercih edebilme yeteneğine sahiptir.Allah irade programını kulun özgür davranacağı şekilde var etmiş.Bu nedenle iradenin zedelenmemesi adına hata yapanlar birden cezalandırılmaz ve ibadetlerin iyiliğin mükafatı birden verilmez.Sebepler Allahın icraatını aklın nazarında perdelemek için yaratılmıştır.Meyveyi ince bir çubukla ağaç gibi bir odun parçasından sana uzatıyor..Kimisi oduna kafayı takıyor kimisi de odunun ucuna meyveyi takanı hayretle görüyor ve muhabbet ve sevgiyle karşılık veriyor
        Gökten melekler inerek her insana mucizeler vahiyler ve cennetten meyveler ikram edilseydi ebubekirler ile ebu cehillerin farkını ayırmak mümkün olmayacaktı
        Secde 9. ayet
        Sonra onu (insan sûretinde) düzeltip içine kendi rûhundan üfledi; hem sizin için kulaklar, gözler ve kalbler yaptı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!
        İnsanın iradesi ve şuuru bu ruhtan geliyor.Maddede böyle bir özellik yok.
        Mahiyeti bizce meçhul fakat herkes kendisinde bir irade olduğunu ve özgürce tercih yaptığını biliyor.Allahın saptırması veya hidayet vermesi ise tesadüfen değildir.Kulunun iradesiyle yaptığı tercihine bakar.Aksi takdirde cehennemin ve cennetin bir anlamı kalmaz.İnsanlar kuklalar gibi hareket eden cansız varlıklar olur.
        Fakat görülüyor ki irade sahibiyiz.Şeytan da bulunduğu durumda zorlama altında kalmadan kendi tercihini yapabilmiş.Kendi kendine konuşarak ademi ve soyunu azdırıp Allahın onlara verdiği önemin yersiz olduğunu ortaya çıkaracağına yemin etmiş.Allahu teala ile bir yerde oturup karşılıklı sohbet eder durumda bir şeytan çıkarmak yanlış.Bu tür anlayışlar eski romada vardır.Allah ancak seçkin rasüllere vahyeder.Çoğu ile cebrail vasıtasıyla konuşmuştur.Karşısına alıp ta konuşmak peygamberin iradesinin bir derece alınması anlamına gelir.Bundan dolayı peygamberler en büyük sıkıntılarla imtihan edilmişlerdir.Vahye mazhar olmak her şeyin ,imtihanın bittiği anlamına gelmez.
        Nitekim yakup a.s. oğlu yusufu kaybetmesinden dolayı üzüntüsüyle gözlerinin kör olması,Yunus a.s ı balığın yutması,Hz muhammedin kendi akrabaları ve kavmi tarafından linç edilmeye çalışılması,erkek çocuklarının vefat etmesi,bir çok savaşta açlık ve sıkıntı ile geçen hayatları imtihanın devam ettiğini ve oldukça zorlandığını gösterir.

        Bu konuda en zirve nokta muhammed a.s ın miraç hadisesidir.O karakteri iradesi ve liyakati ile böyle bir durum için seçilmiş nadir bir ferttir.
        Hz musa vahiy ile rabbinin kelamına mazhardı fakat seni görmek istiyorum deyince Allahu teala sen buna dayanamazsın dedi.
        Güneşe gözüyle bakan kör olur.Allah kullarının iradesini korumak ve imtihan maksadıyla varlığını elçilerle ve tabiat kanunları denilen çeşitli vasıtalarla perdelemiştir.
        Ağacın odunu meyveyi uzatan kudret eline perde olduğu gibi cebrail de peygamberde Allahın kelamına perdedir.

        Araf 143.
        Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.
        Bununla beraber hz musanın iradesi sınanmaya devam etmiştir.

        Hud suresi 112
        O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.
        Şura 15. ayet
        Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”

        Bu ayetleri kastederek hz peygamber hud ve kardeşleri beni ihtiyarlattı buyurmuştur.
        İrade yok deyip sorumluluktan kurtulmak bütün günahları ve yanlış işleri Allahın yaptırdığını iddia ederek iftirada bulunmak şeytanın aldatmasıdır.
        Peygamberler vahiyler gönderip insanları yaratılış maksadlarına yönlendirme yapan ve saptıkları taktirde cehennem ile tehdit eden bir zata kendi saptırıyor demek dikkate alınacak bir söz değil.

  59. Yusuf İncetire dedi ki:

    Hz. Adem AS’den bu yana geçen tarihin 7.000 yıl oluşu Tevrat kaynaklıdır. Hadisler adı altında verilen rakamlar da buna tabiidir, bunların çoğu da sahih bile değildir. Hz. Peygamber, insanlığın yaşı konusunda 7.000 yıl olarak bir rakam belirtmemiştir (ana kaynaklara bakınız ve şerhlerini, bu hadislerin tenkidlerini okuyunuz.). Muharref Tevrat, Babil sürgününden sonra MÖ 600 lü yıllarad yazılmıştır. Verilen rakamlar da izafidir. Zaten İnsanlığın yaşının da müslümanlıkla, iman ile de alakası yoktur, bilimin meselesidir. Hz. Adem AS öncesine ait Neanderthaler, Homo Saphiens gibi farklı insana benzeyen ırkların varlığına dair iskeletler de bir Pic Up un bagajını dolduracak kadar bile yoktur. Bugün bile bir Oberjine (Avusturalya yerlisi) ile bir Japon’un iskeleti farklılıklar gösterir. Şekle değil Carbon vs testlerine bakılıyor. Kıyametin tarihi de Kur’an’da bilinmez denildikten sonra buna mukabil verilen rakamların tamamı insani çaba ile yazılan sözlerdir. Vahye dayalı olmayan bir konudur. Bunlar hadis bile olsa rahatlıkla uydurma diyebiliriz. Unutulmaması gereken tek nokta Zariyat 56′ da geçen : ”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” kelamıdır. Muhabbetle

  60. AVNİ dedi ki:

    Sn murat
    Sizden alıntı “Peygamberler peygamber olarak doğmadılar.Liyakatlerini ispat ettiler ve alemlerin rabbinin kelamına muhatab olacak seviyeye terakki ettiler.”
    Kuran isa için öyle demiyor.
    19:29 – Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. Onlar; “Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?” dediler.
    19:30 – (Allah’ın bir mucizesi olarak İsa şöyle) dedi: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı.”
    Beşikteki emzikli bebe ben peygamberim diye konuşuyor. Demekki peygamber olarak doğuluyormuş, Dün aytunç altındal’in ama hangi isa kitabını okudum. Kitap’da ne yahudi kaynaklarında, nede o dönem diğer kaynaklarda beşikte konuşan birinden bahsetmiyor diyordu, neyse bu ayrı konu.
    Ayrıca “Allaha en çok yaklaşan miraç hadisesinde Muhammed A.S oldu” demek allahın mekani var demek değilmi. Benim bildiğim allah her yerde değilmiydi, verdiğin örnekten şu sonuç çıkıyor miraçta peygamber en yakın, cebrail yakın, üçünçü olan ebu bekir’de bayağı uzak. Yoksa bir asli var ve göklerdeki mekanda mı bulunuyor , zahiri mi her yerde. Tanrıyı fazla antropomorfik olarak göstermiyomusun. Yukarda bir lord var, seni ve alemi yaratıyor, ordan yardımcıları vasitasıyla emirler veriyor, rüzgar için bile melek var, paganların tanrılarıda böyle çünkü.
    “Şeytanın secde etmemesi ise cinler yılan,akrep ve bazı canlıların insana düşman olacaklarına işarettir” sizden alıntı yılanlara düşman olan, rüyada bile görülünce bunu düşmana yorumlayan genelde bu coğrafyada yaygındır, hint ve budistlerde de tam tersi bereket kaynağı kabul edilir,hatta yılan paganlarda şifa anlamına gelir, zaten tıpçıların kullandığı yılanın sarıldığı sembolde paganlardan gelir. Bence insanın en büyük düşmanı canlı varsa o da bakteriler ve virüslerdir. Örnek inka ve maya halklarının çoğu yılan ve akrep sokmasından değil grip virüsünden ölmüştür, ha keza veba ve diğerleride. Bunların hastalık yapma nedeni şeytanın isyanımıdır ben onu bilemem onuda siz cevaplayın.. Saygılarımla.

    • murat dedi ki:

      Avni..
      Hz isanın beşikte bebek vaziyette konuşması bir mucizedir ve kendi iradesi ile gerçekleşmemiştir.Fakat Allah ilmi ezelisiyle onun gelecekte yapacağı davranışları gördüğü için beşikte de insanların ona saygı duymasını sağlamak ve Hz meryeme iftirayı önlemek gibi maksatları taşıyan bir konuşma vermiş.Sonra diğer çocuklar gibi büyüyene kadar konuşmamıştır.
      Bununla beraber babasız olarak dünyaya gelmek iftiralara maruz kalmak çarmaha gerilmeye çalışılmak onun peygamberliğinin garanti olmadığının göstergesidir.
      Seni kimse çarmaha germediği için doğuştan peygamberlikle cennete gidenlerin olduğunu iddia ettin.
      Mucizeler deneyle test edilecek ve herkesi ikna edip iradesini ortadan kaldıracak tarzda zuhur etmez.
      Kimileri olayı göz yanılması kimileri kulak yanılması kimileri sihir olarak yorumladılar ve inanmadılar.Olay bir hikaye olarak dolaştı.
      Hud suresi 112
      O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.
      Görüldüğü gibi peygamber seçilmekle de her şey bitmiyor.Uyarılar devam ediyor.
      Hz Aişe r.a. dan rivayet edildiğine göre Raulullahın a.s sabaha kadar uyumadığını farkediyor ve kendisine soruyor.
      Allahın peygamberi yatarken kenarda bir hurma bulduğunu ve yediğini sonra eve zekat toplanması maksadıyle getirilen hurmalardan düşmüş bir tane olabileceğini aklına geldiğini ve peygamberlere zekat ve bağışları kullanmanın yemenin haram olduğunu bu nedenle uyuyamadığını belirtmiştir.
      Evet peygamber olmakla da her şey bitmiyormuş.
      Fakat şu da var ki Allah dilediğini yapar.dilediğini cennete dilediğini cehenneme gönderebilir.Hikmetsiz iş yapmadığı için elbette kulun iradesini dener ve seçer.

      Allahın her yerde olması kolayca karıştırabileceğin bir durum.
      Açıklamak için bir misal.
      Güneş bize ışığıyla değiyor ısıtıyor çekim kuvveti ile tutuyor ısı,ışık ve kuvveti ile yeryüzünün her yerindedir fakat biz ondan 149 milyon kilometre uzaklıktayız.
      Bütün kainatın varlığı zatı vacibül vücut yanında gölge gibidir.
      Onun yarattığı bir güneşin böyle bir tasarrufu olduğuna göre rabbin sıfat,kabiliyet ve hükümranlık olarak herbir zerreye hükmettiği ve her yerde olduğu söylenebilir.Fakat ona ulaşmak için bizim için nihayetsiz bir uzaklık vardır.Miraç hadisesi de böyle olmuştur.Hz rasul buraka binip maddi kainatı aşmış sidretül müntehaya ve zatı ilahiye yükseltilmiştir.
      Bunları anlayabilmek için çok acemi olduğunu belirtmeliyim..

      Nur suresi 35
      Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
      Kendine göre anlamaya çalış.
      Fanus içinde inci gibi parlayan bir lamba…Bu ifadeler günümüz elektrikli beyaz ışıklı lambalara da işaret ediyor.
      Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir…..Bu ifadeler ise günümüz elektrikli lambaları aydınlatan elektriğin vasıflarıdır.
      Bu ayetlerin birinci maksadı Allahın bütün vasıflarıyla nurani yani bütün zaman ve mekana hükmeden asıl ve öz varlık olan vücuduna bir açıklayıcı bir misalidir.
      Ben de sana aynı şekilde yıldızları ve onlardan bir tür olan güneşi misal getirdim.Fakat ayette çok farklı inci gibi parlayan sırlı ifadeler var.Herkes kendi makamı nispetinde allhın izin verdiği ve nasip ettiği ölçüde bu manaları anlayabilir.
      Çünkü ayetin sonunda
      Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
      buyurmuş….

    • toro dedi ki:

      Sayın Murat,

      İsa mevzuuna bende dahil olmak isterim! Öncelikle İsa dan dolayımı İNCİLİ biliriz yoksa İNCİL den dolayımı İSA yı biliriz bunun cevabını sizden duymak istiyorum! Çünkü İncil adında BİR kitap tahminlere göre ilk kez peygamberinin ölümünden 100 yıl sonrasında ortaya çıkabilmiştir! Üstelik kuran incil için bir indirmeden (kuran gibi) bahsetmez, isa ya ÖĞRETİLDİĞİNİ söyler! O halde İsa bunu sağlığında yazmalıydı ki İncil adında bir kitap var olabilsin ve ona inananlar bulunsun! Ama maalesef tarih İsa ile aynı anda ortaya çıkan ve peşinden gelenlerle paylaşılan bir kitabın varlığından da bahsetmez! Sonrası malum yüzlerce incil peydah olur ve bunlar ancak hatay konsülünde 4 e indirilebilir ve yazarlarının adlarıyla anılır! Üstelik bu 4 incili karbon kağıdıyla çoğaltılmış 4 nüsha değildir, çünkü birebir aynı değillerdir! Bu kitaplarda doğrudan İsanın hayatı öğretileri ve havarilerinin bu maceraya katkıları anlatılır! İlk incilin yazıldığı tarih olarak M.S. 50-60 tarihleri gösterilir. Bunların 4 e indirildiği Kartaca Konsülün tarihi ise M.S.397’dir! Ama sonuç olarak 4 incilin yazılması isanın ölümünün en az 25 yıl sorasına denk gelir!

      Bu noktada dikkat çekici olan tarihi kayıtlarda İsa adıyla anılan bir figüre rastlanılmaz! Bu Roma gibi kayıt tutma geleneği gelişmiş bir imparatorlukta görülmesi zor bir o kadar da anlamsız bir durumdur! İsa adı sadece 4 yazarı olan 4 ayrı incilde geçer!

      Şimdi bu noktada kuranda DEĞİŞTİRİLDİĞİ hiç bir şekilde söylenmeyerek referans alınan İNCİL hangisidir? Ancak bir konsül tarafından yüzlerce incil arasından 4 e indirilebilen bir kitaplar bütününü kuran nasıl referans alabilir?

      Üstelik Kuran birde İsanın elinden ya da ağzından çıktığı kesin olmayan incilde islamın peygamberinin geleceğinin söylendiğini iddia eder! Ama ilgili Kuran ayetinde bahsedilen şu olaya;

      ”Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.” Saff,6-Diyanet,,

      İncillerde rastlanılmaz! Çünkü aksi durumda hristiyanların top yekün müslüman olması beklenmelidir! Ama kuran da değiştirildiği söylenemeyen incillerde bu ayete rastlanmıyor olması değiştirilmiş olduklarını düşünmemiz için yeterlidir! Kısacası realiteyi temsil iddiasında bulunan bir kitap realiteden beslenmeyen ve varlığı kuşkulu olan İSA ve onun hayatını anlatan İNCİLERDEN beslenmeye çalışmaktadır, onları kendne referans göstermektedir! Bu durum açıkça bunları söyleyen kitabı yok hükmünde saymaya yeterlidir!

      Ek olarak, İSA nın kurana göre peygamber olmak için kendisini kanıtlamasına gerek yoktur! O varaka bin nevhel’den dolayı kuranda torpilli bir figürdür ve varlığıyla ilgili örnekleme ADEM üzerinden yapılır!

      ”Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.” Ali İmran,59-Diyanet

      Şimdi size bir görev! Adem ile aynı olan İsanın durumu gereği isa hangi boyutlarda bir insan olarak yaratıldı ve Meryemin rahmine koyuldu? Cevap verirken söyleyeceğiniz boyutun aynı zamanda Adem inde yaratıldığı anki boyutu olacağını bilerek cevap verin! Sonra zor duruma düşersiniz!

      • rammsteinn dedi ki:

        kesinlikle katılıyorum toro
        incili yazanlardan kaçı isayı görmüş?kaçı onunla konuşmuş?
        islam alemi derki “incil değiştirilmiştir”
        oysa incil tamemen insan elinden çıkma %100 ü hayal ürünü bir kitaptır. bu sitede o kadar sordum. isa “benim söylediklerimi kitaplaştırın bir din oluşturun” demiş midir?
        insanlar isayı mucizevi bir kişilik olarak görmüş yahudilerin kendini beğenmiş tavırlarına inat bir din yaratmıştırlar.
        tanrının kendine oğul edinmesi ve çarmıha gerilirken bu olayı seyretmesi akla mantığa zarardır.

      • murat dedi ki:

        Toro bindiğin dalı kesmeye çalışıyorsun.
        Karanlıkta kendini ateşe atan kelebekler gibi davranıyorsun
        Ayetlere tenkit nazarıyla yaklaşırsan şeytanın kucağına düşersin.Allah senin inanmana muhtaç değil.Sevimsiz bir vaziyet alırsan Allah katında ne ehemmiyetin kalsın ki ayetlerini anlayıp iman edebilecek bir nur versin.
        Niyetin Allahı bulmak olsaydı çoktan görecek anlayacak ve elhamdulillah diyecektin.
        Fakat Allahın yokluğunu ispat etmek için elinden geleni yapıyorsun.
        Gözünü kapayan kendine gündüzü gece yapar.
        Ölüp gideceksin daha ne zorediyorsun.Neyi ispat ediyorsun.Yaptıklarının hiçbir anlamı yok.
        Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.” Saff,6-Diyanet,,
        Bu ayetin maksadı devamında anlaşılıyor
        İslam’a çağrıldığı halde, Allah’a karşı yalan uyduranlardan daha zalim kimdir? Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.7.ayet
        Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.8. ayet
        O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir.9. ayet
        Bu ayetler incilde değişiklikler yaparak ağızlarıyla allahın nurunu söndürenlere işaret ediyor.Buna Allaha karşı yalan uydurmak denilmiş.
        8 ve 9. ayetler noktayı koymuş.
        Sen nereden ne mana çıkarıyorsun değiştirilmemiş incil arıyorsun.
        Şu kesin ki buna rağmen incil ve tevratta yeni bir peygamberin geleceği müjdelenmiştir.
        İsa a.s dan sonra gelen belirtilen vasıflara sahip hz Muhammedden başka kimse yoktur.
        Bu nedenle eğer incile iman ediyorlarsa kurana da iman etmek zorundadırlar.

        Netten bazı kaynaklar şöyle yazmış …
        “Rab Sina dağından geldi, halkına Seirden doğdu ve Faran dağından parladı,on binlerce kutsalıyla birlikte geldi sağ elinde halkı için alev alev yanan ateş vardı.” (Tesniye,bab:33,ayet:2)
        Seir, İsa Peygamberin ortaya çıktığı Filistin, Faran Mekkedir… Çünkü aynı Tevrat’in başka bir yerinde, Hz.İbrahim’in oğlu İsmail’i Faran’da bıraktığı anlatılmaktadir… (Yaratılış:21)

        HZ İSMAİL SOYUNDAN
        Tevrat’in bu ayetinde Hz. Musa’ya hitaben şöyle buyrulur:
        “Onlar için(İsrailoğullari) kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emrettiğim her şeyi onlara söyleyecek. Benim ismim, ayetimle söylediği sözlere itaat etmeyenlerden bizzat ben intikam alacağım”

        (sifr.tesniye,bab:18,ayet:18,19)

        “Onların arasından” ya da “İsrailoğulları’ndan” denilmeyip, bu ayette “Kardeşleri arasından” tabirinin yer alması, Hz.İsmail soyundan gelecek bir peygambere işarettir. Bilindiği gibi İsrailoğulları Hz. İshak soyundan gelmektedir. Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz İsmail soyundan geldiği net olarak bilinen peygamber Hz. Muhammed(S.A.V) dir.
        Tevratta anılan bu peygamberin Hz. İsa, Hz Yahya ve Hz. Yuşa olma ihtimalleri ise mümkün değildir… Zira bu peygamberler İsrailoğullarındandır.

        ALEMİN REİSİ
        İncil’den;
        “Mesih şöyle dedi: Artık ben sizinle çok söyleşmem. Çünkü bu alemin reisi geliyor…Bende asla onun nesnesi yoktur…” Yuhanna İncili bab:14 ayet 30

        FARAKLİT
        “Eğer beni seviyorsaniz emirlerimi tutarsınız. Ben Rabbe yalvaracağım ve o size başka bir tesellici, hakikat ruhunu verecektir; ta ki daima sizinle beraber olsun…” Yuhanna bab:14 ayet:15-16:

        “Ben size hakkı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü ben gitmezsem Faraklit size gelmez…” yuhanna bab:16 ayet:7:

        Hz isanın meselesi için avniye yaptığım açıklamalara bak
        Sonuncu sorun temelde mantık hatası içeren anlamsız durumundan dolayı cevap gerektirmiyor.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        MERYEM’İN HZ.İSA’YA HAMİLE KALMASI VE DOĞURMASI !!!

        ”Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.” Ali İmran,59-Diyanet

        Şimdi size bir görev! Adem ile aynı olan İsanın durumu gereği isa hangi boyutlarda bir insan olarak yaratıldı ve Meryemin rahmine koyuldu? Cevap verirken söyleyeceğiniz boyutun aynı zamanda Adem inde yaratıldığı anki boyutu olacağını bilerek cevap verin! Sonra zor duruma düşersiniz! ‘’sizden ‘’

        a) Burada hz.İsa sadece BABASIZ yönüyle hz.Adem’e benzetilmiştir… Yani o da babsız yönüyle onun gibidir. Yaratılış yönüyle değil,çünkü bu ayete hz. İsa’nın yaratılışından söz edilmiyor,BABASIZ yönüyle ondan söz edliyor ve bu yönüyle onun durumu Adem’in durumunkine benzetilmiştir. Ayrıca hz.İsa’nın boyutu Adem’inde yaratıldığı anki boyuta hiç benzetilmemiştir.Bu nedenle ikisinin yaratılış boyutu birbirlerinkine benzemez…!!!

        b) Ayetin son cümlesi ‘’.. O da hemen olu verdi.’’ şeklinde değildir.Bunun anlamı ‘’ o da oluşmaya başladı…’’ Yani oluşma sürecine girdi…. Çünkü,ayete ‘’فيكون ‘’ fe yekünü ‘’ oluşmaya başladı ‘’ yani geçmiş kipi ile değil,yaratılışına emir verildiği andan itibaren gelmekte olan geniş zaman (müzari ) kipi kullanılmıştır.. Eğer ayetin anlamı ‘’.. hemen olu verdi ‘’ şeklinde olsaydı,ayetin arapça metni aşağıda 1.madde de gösterildiği gibi olması gerekirdi…!

        1-ثم قال له كن فكا ن ‘’ Sümme kale lehu kün,FEKANE ‘’…Sonra ona “ol” dedi.O da hemen oluverdi..’’ Halbuki bu şekilde değildir… (dolayısyla bu şekiledki meal da hatalıdır.)

        2- ‘’ثم قال له كن فيكون ‘’ Sümme kale lehu kün FEYEKÜNÜ…’’ …Sonra ona ‘’ol’’ dedi,o da oluşmaya başladı..’’İşte ‘’ fekane ile feyekünü ‘’ arasında fark vardır,fekane fiili mazidir, Feyekünü ‘’ ise fiili müzari’tir.. Bu konuyla ilgili bütün ayetlerde ise fiili mazi değil,fiili müzari gelmiştir.. Yani oluşma emri verildikten sonra oluşma süreci de başlıyor…
        Ayet bu şekilde olup,doğru meali de böyledir. !!! ‘’الله اعلم ‘’

        HZ.İSA’NIN BABASIZ YARATILIŞI !

        Allah nezdinde Îsâ’nın yaratılışı, Âdem’in yaratılışına benzer. Allah Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona, “ol” dedi ve o da oluşmaya başladı.[Ali İmran-59]

        yani onun babasız olarak vücut bulmasındaki garip hali,Adem’in babasız durumu gibidir.

        Burada ilk dikkati çeken husus, insanın yaratılışında, günümüzdeki üreme kanunlarına tâbi tutulmayışıdır.Yani Cenab-ı Hak, yaratma hususunda ihtiyar sahibi olduğunu, kanunlarını dilediği şekilde değiştirebileceğini,varlıkları bağımsız ve kayıtsız yaratabileceğini göstermektedir. Nitekim bugün de genel üreme kanununa tâbi olmayan pek çok canlı mevcuttur.Yani,anne olmadan,ya da baba olmadan yaratılan canlılar vardır…….

        HZ.MERYEM NASIL HAMİLE KALMIŞTIR ?

        ENBİYA-91:

        ‘’والتي احصنت فرجها فنفخنا فيها من روحنا ‘’ Vel leti ahsanat ferceha fenefeğna FİHA min ruhina’’
        ‘’İffetini korumuş olan (Meryem) e gelince;biz ona kendi ruhumuzdan üfledik,onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. ‘’

        TAHRİM-12:

        ‘’ الخ وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرَانَ الَّتِي أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا فِيهِ مِن رُّوحِنَا ‚‘‘

        ‘‘ Ve Meryemebnete İmranel letti ahsanat ferceha fenefağna FİHİ min ruhina …‘‘
        Bir de İmran kızı Meryem ki,iffetini korumuş, Biz de ona ruhumuzdan üflemiştik. O Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve Allah’a gönülden itaat eden kimselerdendi…‘‘

        a) ENBİYA-91.ayete ‘’فيها ‘’ FİHA ‘’ ( ona.. ) dişil zamiri ile Meryem’in ana rahminde dişil gametlerin (ovum) üretildiğine,

        b) TAHRİM-12.ayete aynı olay,aynı ifadelerle anlatıldığı halede burada ‘’فيه ‘’ FİHİ ‘’ (ona.. ) eril zamiri ile Meryem’in ana rahminde eril gametlerin (sperm) de üretildiğine dair bir işaret yapılmıştır..!!!

        Yani Meryem’in ana rahminde hem kadın yumurtası,hem de erkek spermının üretldiğine dair bir işaret vardır….

        ENBİYA-91: TAHRİM- 12.Ayetlerde geçen ‘’فنفخنا فيها ‘’ Fenefağna FİHA,’’فنفخنا فيه ‘’ Fenefağna FİHİ ‘’ dişil ve eril zamirleriyle işaret edilerek üflenmek suretiyle (ışınlama metoduna benzer bir olayla.)) sperm ve yumurta mekanizması harakete geçerek döllenmeleri sağlanmıtır. Ve böylece hz.Meryem hamile kalmıştır…. -. ‘’الله اعلم ‘’ En doğrusunu Allah bilir.’’

        Saygılarımla…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Bakın ben başka birşey yapayım;

        Tanrının peygamberi olduğu söylenen İsanın durumu Mısırın güneş tanrısı Horusun durumuyla aynıdır! Şöyle ki,

        M.Ö.3500 (musadan bile çok önce) yıllık bir tapınakta Horus un doğumu anlatılır!

        Thaw BAKİRE İsis’e Horusa hamile kalacağını söyler!Sonra KUTSAL RUH Nef İsis’i hamile bırakır! BAKİRE İsis doğum yapar ve bebek KUTSANIR! Şimdi dikkat;
        İsanın hikayesinin neredeyse aynısı Eski Ahid’de adı geçen başka bir figürde daha önce de hayat bulmuştur!

        Yusuf!

        Yusuf İsa gibi mucize eseri doğmuştur! Annesi normalde kısırdır! Yusufun 12 kardeşi İsanın 12 havarisi vardır!Yusuf 20 gümüşe İsa ise 30 gümüşe satılmıştır!Kardeşi YAHUDA Yusuf’un satılmasını önerirken İsa’nın satılmasını öneren bu defa havari YAHUDA’dır!Her ikisi de görevlerine 30 yaşında başlar!Ve o bölgede yaşayan sayısız tarihçinin hiçbirinde Bakire Meryem’den doğan, ölüleri diriltip hastaları iyi eden ve Romalılar tarafından yakalanıp çarmıha gerilen İSA adında bir figürden bahsetmez! Bundan bahseden ya da çağrışım yapabilecek bilgi veren sadece 4 tarihçi vardır! Ama onlarda İSA adını anmaz sadece vaftiz edilen anlamında Christ yada Christus ünvanını kullanırlar! Yani kısacası ona bir tek incil adlı kitapta rastlarız! Bütün peygamberilerin takipçileri gibi İsa’nın takipçileride ona bir resmi tarih yazmışlardır!

        Bu hikayeyi Kuran’ın aynen alması ve incil ve tevratı yalanlamadan kapsamaya çalışıp devamı olduğunu söylemesinin sebebi Mekkenin Eski ahit gurusu ve aynı zamanda rahibi olmak hasebiyle Kuzeni Haticeyi Ben peygamberim diyenle evlendiren Varaka Bin Nevhel’dir!

        Varaka eski pagan inançlarıyla dizayn edilmiş (roma imparatorluğunun büyük başarısı) eski ahittende faydalararak yeni bir din yaratmaya çabalamıştır! Ama bunun tevrat ve incil takipçileri tarafından çoğunlukla kabul edilmemesinin sebebi aslında kökeni paganist öğretilere ve beklentilere dayalı çağlara ve onların simgesi peygamberlerden referans alan inanışın gereği olarak beklenen peygamberin ELİNDE SU TESTİSİ taşıyan birisi olmasıdır!

        LUKA:22
        ”İsa, Petros’la Yuhanna’ya buyruk vererek kendilerini saldı: “Gidin, bizim için Passah’ı hazırlayın ki, birlikte yiyelim.” 8
        ”Onlar, “Nerede hazırlık yapmamızı istiyorsun?” diye sordu.”9
        ”İsa, “Kente girdiğinizde, sizi TESTİYLE SU TAŞIYAN BİR ADAM karşılayacak”dedi. “Kendisini izleyin. Hangi eve girerse !”10

        Bu nedenle müslümanlar biz sizin devamıyız desede hristiyanlar inandıkları peygamberlerinin işaret ettiği figürü beklemekten vazgeçmemişlerdir!

        İşte bunların ışığında bana, kuran’ın fikir babalarının taktiği gereği incil ve tevrattan derlediği hikayelerin yine kuranda vücut bulan hallerini referans alan savunmalarla gelmen birşey ifade etmez!

        Yazınızın geri kalan kısmı kuran üzerinden kurgu icat etmekten öteye gitmeyen ve yazılanı sadece sizin okuyabildiğiniz kibrine dayalı iddialardan başka birşey değildir! Yani her zaman yaptığınız ve benim sizden okumaya alışkın olduğum sizin iç sesinizin tezahürleri!

      • bilal dedi ki:

        Sn. Toro,
        Bakın ben başka birşey yapayım;

        1-Tanrının peygamberi olduğu söylenen İsanın durumu Mısırın güneş tanrısı Horusun durumuyla aynıdır! ‘’ diyorsunuz ‘’

        Hıristiyanlıkta hz.İsa’nın durumu Horusu’n durumuyla hemen hemen aynı gibdir,ama islamiyete öyle değildir,hıristiyanlıkta hz.İsa beşer üstü bir konuma getirilerk adeta tanrılaştırılmıştır…Ama islamiyete öyle bir şey asla yoktur.İslamiyete hz.İsa bizim gibi bir beşer ve bir kul olduğunun vurgusu yapılmıştır,O haşa, ne bi tanrı,ne de tanrının oğludur. Yani islamiyete hz.İsa’nın durumu hıristiyanlıktan öğrenilmiş olsaydı,aynen hıristiyanlıkta olduğu gibi hz.İsa haşa tanrı konumuna getirilir veya tanrıya baba ve hz.İsa’ya da oğul denilecekti.Ama islamiyete öyle bir şey asla yoktur..Onun bu durumunu hıristiyanlara anlatın.Çükü islamiyete değil,hıristiyanlıkta ikisinin durumu birbirine yakındır.

        Ayrıca islamiyete göre hz.İsa çarmığı da gerilmemiş ve göğe de çıkmamıştır.Biz nasıl ölüyor isek o da bizim gibi ölmüştür ve bir daha dünya da gelmeyecektir.Onun göğe çıktığını,orada haşa tanrı yanında oturduğunu ve ahir zamanda dünyaya geleceğini söyleyen ne kur’an’dır,ne de sahih bir rivayettir.!!! Buna dair rivayet ve söylentilerin islamla yakından ve uzaktan hiç bir alaksı yoktur,bu rivayet ve söylentilerin tümü uyduruk olup hiristiyan kaynaklıdır…..

        2-Bu hikayeyi Kuran’ın aynen alması ve incil ve tevratı yalanlamadan kapsamaya çalışıp devamı olduğunu söylemesinin sebebi Mekkenin Eski ahit gurusu ve aynı zamanda rahibi olmak hasebiyle Kuzeni Haticeyi Ben peygamberim diyenle evlendiren Varaka Bin Nevhel’dir!

        Varaka eski pagan inançlarıyla dizayn edilmiş (roma imparatorluğunun büyük başarısı) eski ahittende faydalararak yeni bir din yaratmaya çabalamıştır! Ama bunun tevrat ve incil takipçileri tarafından çoğunlukla kabul edilmemesinin sebebi aslında kökeni paganist öğretilere ve beklentilere dayalı çağlara ve onların simgesi peygamberlerden referans alan inanışın gereği olarak beklenen peygamberin ELİNDE SU TESTİSİ taşıyan birisi olmasıdır! ‘’ sizden alıntı ‘’

        ‘’ Varaka eski pagan inançlarıyla dizayn edilmiş…‘’ diyorsunuz !!!

        Ama ona ait aşağıdaki şiironun eski pagan inançlarıyla dizayn edilmediğini ,bilakis hz.ibrahim,hz,Musa ve hz. İsa’nın tahrif edilmemiş olan hanif dinin inancıyla yaşadığınıı açıkça göstermektedir..
        Hangi inanca göre yaşadığını gösteren ŞİİRİ aşağıdadır.

        Bazı insanlara nasihat ettim şöyle dedim
        Ben uyarıcıyım, sakın kimse sizi aldatmasın,
        Yaratıcınızdan başka ilahlara tapmayın,
        Sizi buna çağırırsalar deyin aramızda büyük bir engel var~
        Tesbih ederiz o arşın sahibini ona sığınırız,
        Daha önce de Cudi ve Cumud dağları onu tesbih etti,
        Gök kubbesi altında her şey ona hizmet eder,
        Kimse onun egemenliğinden kaçamaz,
        Gördüğümüz hiçbir şeyin parlaklığı baki değildir,
        İlah bakidir, mal ve evlat helak olur,
        Hürmüze hazineleri bir fayda sağlamadı,
        Ad kavmi de uğraştı ama ebedi olamadı,
        Süleyman da, bütün milletler,
        Emrinde olduğu halde insanlar cinler
        ……………….
        Kaynak : Bulut, Ali (2005). “Cahiliye Şiirinde Bazı Dini Motifler”. OMÜİFD (18-19).
        ^ http://dergi.ilahiyat.omu.edu.tr/Makaleler/1560393703_200519090107.pd

        Onun ismi sizin yazdığınız gibi ‘’ Varaka bin NEVHEL ‘’ değil, ‘’ Varaka bin NEVFEL ‘’ dir. Bi önce bunu düzltelim.!

        Varaka Bin Nevfel hakkında bilgi vererek size bazı sorularım olacaktır ! ورقه بن نوفل بن أسد بن عبد العزي بن قصي

        1-Varaka Bin Nevfel miladi 610 tarihinde,yani hz.muhammed’e peygamberlik görevi verildikten hemen çok kısa bir süre sonra vafat etmiştir… –
        2- Mademki Varaka bin Nevfel Tavrat,incil vs.kitapları biliyordu da acaba neden TESTİYLE SU TAŞIYIP kendini müjdelenen adam (peygamber) ilan etmiyordu.?

        ”İsa, Petros’la Yuhanna’ya buyruk vererek kendilerini saldı: “Gidin, bizim için Passah’ı hazırlayın ki, birlikte yiyelim.” 8
        ”Onlar, “Nerede hazırlık yapmamızı istiyorsun?” diye sordu.”9
        ”İsa, “Kente girdiğinizde, sizi TESTİYLE SU TAŞIYAN BİR ADAM karşılayacak”dedi. “Kendisini izleyin. Hangi eve girerse !”10 ‘’ sizden alıntı ‘’

        3-LUKA:22.Burada geçen ‘’ İsa, ‘’ Kente girdiğinizde, sizi TESTİYLE SU TAŞIYAN BİR ADAM karşılayacak ‘’ dedi. şeklindeki ifadeyle ‘’ TESTİYLE SU TAŞIYAN BU ADAM’IN ‘’ hz.İsa zamanında yaşayan bir ADAM olduğunu açıkça göstermektedir,oysa Hz. Muhammed (s.a.s) hz.İsa’dan 571 sene sonra dünyaya gelmiştir…

        4-Peki,hangi mantıkla bu olayı hz.İsa’dan yaklaşık 571 yıl sonra dünyaya gelen Varaka Bin Nevfel ile hz.Muhammed üzerinde kurgulamaya çalışıyorsunuz..???

        5-Varaka Bin Nevfel’in pagan inancıyla dizayn edilmediğini şiirinden de net ve açık bir şekilde anlıyoruz,..!!

        Peki,‘’ Ama bunun tevrat ve incil takipçileri tarafından çoğunlukla kabul edilmemesinin sebebi aslında kökeni paganist öğretilere ve beklentilere dayalı çağlara….’’ şeklindeki ifadeniz anlamsız kalmıyor mu ??? Onun şiirine bakınca hiç de pagan inancıyla dizayn edildiğini görmüyöruz…!!!

        6-Peki, Varaka Bin Nevfel böyle biri iken neden kendini bu beklenen ADAM olarak (peygamber) ilan etmedi.. ??? Halbuki kendini bu adam olarak (peygamber) ilan etseydi,iddianızın tam aksine tevrat ve İncil takipçileri tarafından çoğunlukla belki daha çok kabul görülebilidi. Neden böyle bir şey yapmadı ??? Kendisi dururken hz.Muhammed’e gelenin vahiy olduğuna neden inansın ve bunu söylesin.?

        7-Kur’an, hz.İsa’nin mücizevi doğumunu neden Varaka Bin Nevfel’in vefatından seneler sonra yeni inen ayetlerle anlatıyor.??? Yani Medine de hicretin 3.senesinde ve Mekke de 17 sene önce vefat etmiş olan Varaka Bin Nevfel’ den sonra.bunu anlatıyor.? Bu nedenle vefatından 17.sene sonra inen ayetlerdeki gibi hz.Muhammed’e hz.İsa’nın mücizevi doğmunu öğreten Varaka bin Nevfel olamaz.. .!!! Konuyla ilgili açıklmayı yapan ayetler gelmeden hz.Muhammed bunları bilemiyordu..

        8-LUKA-22.da anlatılan olayın beklenen peygamberle ne alakası var ? TESTİYLE SU TAŞIYAN ADAM hz.İsa’nın döneminde yaşıyordu,…Zaten LUKA:22.de bunun böyle olduğu açıkça anlaşılıyor…!!!

        Bakınız beklenen peygamberle ilgili bilgiler Yuhana incil’inin bazı bölümlerinde şöyle geçiyor.

        ‘’ Yahudiler,Yahya’ya sen kimsin ? Mesih misin ? diye sordular.Yahya ,ben Mesih değilim,diye ikrar etti.Onlar da,öyleyse sen ilya mısın ? Ve Yahya ben değilim dedi….Sen o peygamber misin ? sorusuna Yahya hayır,diye cevap verdi. ‘’ Yuhanna: 1/ 19-21 /

        Burada Mesih ve ilya’dan başka geleceği bahsedilen o peygamber acaba kimdir ? Bunun cevabını yine incil’de hz.İsa’dan dinleyelim. .Babadan hakikat ruhu size geldiği zaman benim için o şehadet edecektir… ‘’ ‘’ Yuhanna : 15/ 26

        Bir başka yerde ‘’…Bununla beraber ben size hakikati söylüyorum.Benim gitmem sizin için hayırlıdır.Çünkü ben gitmezsem o tesellici size gelmez…. ‘’ Yuhanna: 18/ 7

        Yine ‘’ size söyleyecek daha çok şeylerim var. Fakat şimdi dayanamazsınız.. fakat o hakikat ruhu gelince size her hakikata yol gösterecek ,zira kendiliğinden söylemeycektir. fakat her ne işitirse size söyleyecek ve gelecek şeyleri size bildireceketir.. Yuhanna: 16/ 12-13

        Yukarıda belertilen zat,hz.Muhammed’en başkası olamaz çünkü hz.İsa’dan sonra sadece peygamber olarak o gelmiştir..
        İşte Varaka Bin Nevfel ve hz.peygamberle ilgili yaptığınız yorumun bir mantığı yoktur…

        Saygılarımla…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Benim sizin yazınızı ciddiye alabilmem için sizin Kuran’ın Tevrat ve İncil’i aynen kabul etmediğini kanıtlayabilmeniz ya da tarafsız bakışları tatmin edebilmeniz lazım.

        Bakın Kuran’ın indirildiği dönemde mevcut olan ve Yahudilerin ve Hristiyanların kutsal kitapları olan Tevrat ve İncil’in bizzat Kuran tarafından tasdik edildiğini ve mevcut hallerinin kuran tarafından kabul edildiğini bir çok ayet paylaşarak göstermeye çalıştım.

        Sizin bu duruma geri dönüşünüz paylaştığım ayetlerden en kolay manipüle edilebileceğinizi düşündüklerinizden bazılarını seçerek cevap vermeye çalışmak oldu! Ama bence olmadı. Çünkü siz bize gösterdiniz ki an geldiğinde ‘’şehirlerin anası ve çevresi’’ dendiğinde açıkça bütün dünyanın kastedildiğini iddia edecek kadar büyük düşünen ama açıkça ‘’ELİNİZDEKİ’’ dendiğinde ise büyük düşünmekten vazgeçen ya da büyük düşünmek işine gelmeyen birisiniz!

        Varsayın ki ellerinde ki, tanrının inanırlarına dini nereye yaymaları gerektiğini göstermek için gönderdiği bir dünya haritası olsa ve şöyle denseydi;

        ELİNİZDEKİ’ni tasdik ediyorum!

        Tanrının bu sözünden sizin mantığınıza göre ne anlamamız gerekirdi?

        Ya da ben size ELİNİZDEKİ’ne inanmıyorum dediğimde, inanmadığım şey nedir? Nedir o ELİNİZDE olan ve benim inanmadığım şey?

        Ya da tersini söyleyeyim! ELİNİZDEKİ’ne inanıyorum! Peki ben şimdi neye inanıyor oldum? ELİNİZDEKİ kitabın(Kuran) tanrıdan geldiğine mi yoksa kitabın bana söylediklerine mi?

        Ya da örnekleri çoğaltalım! ELİNİZDEKİ kitap sıkıcı! Şimdi ben kitabın yazarına mı sıkıcı demiş oldum?

        Ya da bir konuda ilahi bir desteğe ihtiyacım var! Sizce bu desteği tanrının olmaktan çıkarılmış bir kitaptan mı almalıyım?

        ‘’Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar (kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.’’Maide,43-Diyanet

        ‘’YANLARINDA İÇİNDE ALLAH’IN HÜKMÜ BULUNAN TEVRAT VARKEN NASIL OLUYOR DA SENİ HAKEM YAPIYORLAR?’’
        Şimdi yukarıdaki ayete göre TEVRAT’ın içinde NE VARMIŞ?

        Bana söyler misiniz yukarıdaki cümleyi kuran ve sizin iddianızı doğrulayacak şekilde TEVRAT ın neresine ne eklendiğini ya da neresinde hangi ayetin değiştiğini SÖYLEMEYEN bir tanrının yukarıdaki sözünün tersine TEVRAT’ın bir yerlerine ekleme yapıldığını ya da ayetlerinin değiştiğini siz nasıl söyleyebiliyorsunuz?

        Diyorsunuz ki;

        ‘’yoksa ellerindeki Tevrat’a bulunan her şeyi tasdik ediyor diye bir anlam çıkmaz’’

        O halde bize söyleyin ama dayanağınız Kuran olsun!

        O TEVRATIN tasdik edilmeyen ayetleri hangileridir? Hangi ayetler sonradan eklemedir? Var mı Kuran’da Tanrınızın TASDİK ETTİĞİNİ söylediği TEVRAT’ta hangi ayetlerin değişmiş, hangi ayetlerinse eklenmiş olduğunu söyleyen bir ayet? Tanrınız size TEVRAT ın nerelerini ya da neresini TASDİK ettiğini söylüyor mu?

        Ya da mevzu yu ilerletelim. Madem size göre Tanrınızın TASDİKİ Tevrat’ın onun tarafından indirilişinedir, onun Kuran indiği anda Yahudilerin elinde bulunan kitaplaşmış haline değildir! O halde tanrı sadece kendisi tarafından indirildiğini tasdik ettiği bir kitabın GEREĞİNCE uygulanmadığından niye şikayet etsin?

        ‘’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!’’ Maide,66-Diyanet

        ‘’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı’’

        Bakın yukarıda kitapları içerik olarak ayırmıyor! Aksine 3 kitap içinde GEREĞİNCE uygulanmamak gibi bir ortak sorundan bahsediyor! Yani 3 kitaba aynı şekilde davranan bir güruh var! Ama bu gurubun bu kitapları değiştirdiklerini söylemiyor! Öyle olsa beraber saydığı Kuran’da değişmiş demeniz gerekirdi! Ya da üçüne de değişmiş diyemezsiniz!

        ”Peki,bunlar kur’an’a inanmadan nasıl uygulayacaklardı??? Kur’an’a inanılmadan uygulanması söz konusu olabilir midi ? Demek ki buradaki uygulama imanla birlikte olan bir uygulamadır,İnançsız bir ugulama değildir..”Sizden alıntı
        Yukarıda ki yorumu yapabiliyor olmanıza ilk okuduğum andan itibaren inanamıyorum.Sanırım tanrınız sizin mantığınızın üstüne ağırlık, önüne de perde koymuş!

        Kuranda ki tanrının peygamberi(!) vasıtasıyla kendi göstermek ve kanıtlamak istediği Tevrat ve İncil inanırlarından istediği şu;

        ‘’Kuranı gönderen ben, aynı zamanda ELİNİZDEKİLERİDE(Tevrat ve İncil) indirmiş olanım! Size Kuran’dan önce Tevrat ve İncil ile seslendim ve bu kitaplar vasıtasıyla söylediklerimin GEREĞİNCE uygulanmasını istedim! Bu noktada GEREĞİNCE uygulamadığınız bu kitaplarının hükmünü Kuran ile kaldırıyor ve artık sadece ondan sorumlu olduğunuzu bildiriyorum! Zaten Tevrat ve İncil’de yeni bir peygamberin gönderileceğinden söz ettiğim ortada! O halde söylediklerime inanın ve Kuran’a yani bana iman edin!’’

        İşte bu noktada Yahudi ve Hristiyanların Kuran’ın tanrısına göre problemi Kuran ın tanrısının söylediklerine kendine peygamberim diyenin nezdinde inanmamak! Onu kendilerine Tevrat ve İncili gönderen tanrı olarak da görmemek! Sizin tanrınızın Yahudi ve Hristiyanlara köpürmesinin nedeni budur! Yoksa ellerindeki kitapların değiştirilmesinden falan bahsettiği yok!

        O insanları da anlamaya çalışın! İki grupta gerçekten akıl tutulması yaratacak şekilde mucizeler göstermiş olduğunu düşündükleri peygamberlerin getirdiği dine ve onların o mucizeleri göstermesini sağlayan tanrıya inanıyorlar! Şimdi karşılarında başka bir peygamber iddialısı var ve mucizesi yok! Sadece tanrısal olamayacak kadar tezat mazeretleri var!

        Şöyle düşününün! Bugün belki de çoğunluk dünyanın en büyük futbolcusunun Maradona olduğu (başkası da olabilir) konusunda hemfikirdir! Maradona’yı hiç seyretmemiş olanlarda kendilerine Maradona’yı anlatan büyükleri sayesinde Maradona’nın gelmiş geçmiş en iyi futbolcu olduğu görüşüne sahip olabilirler! Peki bu görüşün değişmesi için birinin çıkıp ben Maradona’dan daha büyük futbolcuyum demesi yeter mi? Bu iddianın kanıtlanması için iddia sahibin ne yapması gerektiğini de siz düşünün!

        Şimdi gelelim sizin paylaştığınız bir ayete!

        ‘’Artık,elleriyle Kitabı (Tevrâtı yalan yanlış) yazıb da sonra onu az bir bahâ ile satabilmek için «Bu, Allah katındandır» diyegelenlerin vay haline!.. Vay ellerinin yazdıklarından başlarına geleceklere! Vay şu kazanmak da oldukları (rişvet, günah) yüzünden onlara!.
        (Bakara-79)

        Yukarıda senin paylaştığın ayet tam olarak bir faciadır!
        ‘’’Artık,elleriyle Kitabı (Tevrâtı yalan yanlış) yazıb da sonra onu az bir bahâ ile satabilmek için «Bu, Allah katındandır» diyegelenlerin vay haline!.’’

        Yukarıdaki sözü içinde barındıran kitabın tanrısının kendisine inanılmasına neden kızdığını anlamak zor! Şöyle ki bu kitabı bu şekilde yazanları ÜMMİ TAKIMI diyerek aşağılar ve onların bilmeden kuruntu üreterek kitap yazdıklarından dem vurur!

        ‘’Bunların bir de ÜMMİ TAKIMI vardır; Kitab’ı (Tevrat’ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar.’’ Bakara,78

        Bakın Ümmi Arapçada;

        ‘’Anneden doğduğu gibi, tahsil ve eğitim almamış anlamında’’ kullanılır!

        Peki Kuran’ın peygamberi ÜMMİ değil miydi? Bir tarafta bir ümmiyi peygamber yapacak hem de ümmiliğini yani tahsil görmemiş oluşunu yücelteceksiniz ama konu başkaları olunca ÜMMİLİK tu kaka olacak!

        Evet bu sizin paylaştığınız ayetten önce gelen ayet! Sanırım kuranın tanrısının ELİNİZDEKİNİ tasdik ediyorum derken bu ÜMMİ takımının yazmış olduğu kitapları kastetmeyeceği konusunda mutabıkızdır! Çünkü onunda dediği gibi onlar ÜMMİ ve TEVRAT’ı bilmezler! Umarım yeni bir din gelmez de bu seferde Kuranın peygamberinin ümmiliğini sorun eden bir tanrı portresiyle karşılaşmayız!

        ‘’5- Tanah-TEVRAT
        Hoşea 12 / 2,3 : « RAB’bin Yahuda ile de davası var ve Yakub’u kendi yollarına göre cezalandıracak, ona işlerine göre ödeyecek. Rahimde kardeşini topuğundan tuttu. Erkeklik çağında TANRI İLE GÜREŞTİ ve melekle güreşip YENDİ ‘’ sizden alıntı ‘’
        İşte buradaki bu saçmalık bileTevrat’aki tahrifat ve ilavelerin açıkça göstergesidir…!!!’’sizden alıntı.

        Madem bu hikaye saçmalık! O halde Tevrat’ta bu saçma hikaye sonunda tanrısı tarafından İSRAİL (tanrıyla güreşen) adı verilen Yakub’un soyundan gelenlere söylenen İSRAİLOĞULLARI (Tanrıyla güreşenin nesli) tanımlamasının Kuran’da ne aradığını da söyleyin! Kuranın tanrısı Yakub’un kendisiyle güreştiğini (Tevrat’ı gönderen de o ya) kabul etmiş olmuyor mu?

        Tekrar İsa’ya ve VARAKA’ya dönecek olursak!
        ‘’Varaka Bin Nevfel miladi 610 tarihinde,yani hz.muhammed’e peygamberlik görevi verildikten hemen çok kısa bir süre sonra vafat etmiştir…’’

        Diyorsunuz ya! İşte o ölüm İslam tarihi için o kadar önemlidir ki o ölümle başlayıp hiç ayet inmeden geçen 3 senelik boşluğa İslam tarihinde “fetretü’l-vahy” denir! İlginç değil mi, sanki ne yapacağını bilememe veya devam edip etmeme konusunda gelgitler yaşanılan bir boşluk. Sonrasında Kuran ilk ayet (Alak) geldiğinde olanların aynısı hikaye edilerek devam eder!

        Müdessir Suresi-Diyanet

        ‘’Ey örtünüp bürünen (Peygamber!)’’1
        ‘’Kalk da uyar.’’2

        Bu yazı, 14/07/2014, 04:22 ve 15/07/2014, 02:20 tarihli iki yazınıza karşılık olarak yazılmıştır.

  61. AVNİ dedi ki:

    Sn murat
    Kurana göre isa beşikte peygamberliğini ilan etmiştir, hatta kitap gönderileceğini de belirtmiştir. Kimse inanmamışsa annesi bakire meryem biliyordur. Nede olsa o tanrı tarafından üflenen bir ruhla hamile kaldı, normal bir insan doğurmayacağı açık olarak belli zaten.. Ayrıca çarmıha gerilmek hadisesi de peygamberim dedikten sonra olmadı mı, ayrıca kurana göre zaten isa çarmıha gerilmemiştir.
    Ayrıca önceden peygamber geleceği kesin olan yahya ile ilgili ayet var.
    Süre 3:39 – Zekeriyya mabedde namaz kılarken melekler ona: “Allah sana, Allah’dan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” diye ünlediler.
    Kuran açıkça doğacak çoçuğun peygamber olduğunu söylüyor. Demekki peygamberler sadece seçilmiyorlar, hiç doğmadan bile olunabiliyormuş.

    Sİzden alıntı. O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.Görüldüğü gibi peygamber seçilmekle de her şey bitmiyor.Uyarılar devam ediyor.
    Şimdi murat bey biri peygamber olmussa allahın varlığına kesin olarak inanıyordur değilmi. Artık onun için imtihan perdesi kalkmamışmıdır, niye uyarılıyor, demekki tanrı bana sebepleri perde etmese aklım varlığının bilincine tam varsa aşırıya gitme riskim var, hani imtihan kalkardı tanrıyı fark ettiğimde. Birde burada aşırıya gitmekten kasıt ne…

    “Fanus içinde inci gibi parlayan bir lamba…Bu ifadeler günümüz elektrikli beyaz ışıklı lambalara da işaret ediyor.” bu ifade o zaman kullanılan sıraçlı ( camlı ) olan kandili anlatıyor burdan mucize çıkmaz murat bey.. Ayrıca nur süresinde anlatılan ifadeler eski ezoterik tarikatlarda ve zerdüştlükte kullanılan ifadelerdir.
    Avesta Yasna 54.Hat: “ Airyaman-isya ” ismi verilmekte olan 54. Hat bereket ve saglık
    tanrısına hamd ve sena da bulunanların hiçbir zaman darda kalmayacakları
    anlatılmaktadır. “ Tanrı her daim sizi korusun ve gittiginiz yolu aydınlatsın. Çünkü
    bütün varlıklar tanrı dandır. O dogru yolu seçen, iyi olan, kötülükten kaçan herkesin
    yolunu sonsuz nuru ile aydınlatsın…

    Saygılarımla..

  62. murat dedi ki:

    Avni..
    Yukarıda yeterli açıklama vardı yani…
    Peygamber olmakla her şey bitmiyor.
    Hud suresi 112
    O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.
    Süre 3:39 – Zekeriyya mabedde namaz kılarken melekler ona: “Allah sana, Allah’dan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler.” diye ünlediler
    Bu senin verdiğin ayette de anlaşıldığı üzere ötelerde rüşdünü ispat etmiş kudsi bir şahıs olarak yahyayı müjdeliyor.Öyle olmasaydı müjdede olmayacaktı.Onun efendi nefsine hakim ve iyilerden olduğunu bildiriyor.
    Allahın ilmi ezelisi ezelden ebede olmuş ve olacağı aynı anda görür bir konumdadır.
    Hz zekeriyaya oğlunun karakteri ile beraber çeşitli ayetler de vahyedildi.fakat ayetleri inkar edenler olduğu gibi oğlunun nasıl bir hayat süreceği de o peygamberin sözüne itimat etmeye kalıyor.Zorlayıcı bir sebep yok.Yahyanın kendisi bile kulağıyla duymadığı bir vaadden dolayı babasına itimat etmeyebilirdi de.
    Allah sana da cenneti vaad ediyor, yeryüzünün halifesi olmayı vaad ediyor fakat sen nekadar olabiliyorsun senin iradene bakıyor.
    Maide 114
    Meryem oğlu İsa: ‘Allah’ım, Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir, öncemiz ve sonramız için bir bayram (şölen) ve Sen’den de bir belge olsun. Bizi rızıklandır, Sen rızık vericilerin en hayırlısısın’ demişti.
    Allah demişti ki: ‘Şüphesiz ben bunu size indireceğim. Artık sonra sizden kim inkâr ederse, ben onu gerçekten alemlerden hiç kimseyi azablandırmayacağım bir azabla azablandıracağım.’
    Görüldüğü üzere Allahu teala bu aşırı istekleri ayrı bir imtihanla cevaplandırıyor.Çünkü insanın yaratılış maksadı kendi gayretiyle terakki etmektir.Aksi takdirde Allahın melekleri çoktur.İnsana gerek te yok.
    Sana sunulmuş her ayeti inkar etmenin sana bir bedeli var.
    Amazon ormanlarında yaşayan bir kabile insanından farkın var.
    İsra 15
    Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.
    Ahzab, 33/30
    Ey peygamber hanımları! İçinizden kim çirkinliği aşikâr bir günah işlerse, onun cezası, iki kat olur.
    Bu, Allah’a göre kolaydır
    Neticede bu imtihan peygamberler için de geçerlidir ve doğuştan cennetlik değillerdir.
    O Allahın tercihine bakar bir mesele.Sen ve ben doğuştan insan olarak büyük bir maksada sevkedilmişiz.Ağaç hayvan taş olmadık insan olduk.Bu Allahın tercihi.Fakat hayvanlardan daha aşağı olmak bile mümkündür.Hayvanlara cehennem azabı yok.
    Bunun gibi peygamberlerin durumu daha büyük bir imtihandır.
    Allah dilediğini peygamber seçer.Hikmetinden sual olunmaz.
    Maide 116 Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin.
    Yine geleceğe dair bir hadisenin ibret için günümüz insanına sunulması…
    Diğer dinlerin kitaplarında kurana benzer ayetlerin bulunması o dinlerin de Aynı kaynaktan beslendiğini gösterir.İnsanlığa gelen vahiyler hz adem ile başlamış hz muhammed a.s a kadar devam etmiş ve özü itibariyle iman esaslarından ahiret inancından cennet ve cehennemden allahın birliğinden bahsetmişlerdir.

    • toro dedi ki:

      Sayın Murat,

      Keşke Maide 116 yı paylaşmasaydınız!

      ”Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin.”

      Çünkü bu ayeti (aslında henüz söylenmemiş, kıyamet gününde çoğu İSA tarafından söylenece) nakleden ve tanrı olduğu iddia edilen varlık kendi kendine İSA yoluyla ayar veriyor!

      Ayette isa ya ;“Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” şeklinde sorulan soruya cavap veren İSA nın tepkisine bakın;

      ”Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin.”

      Yani isa diyor ki, zaten cevabını bileceğin bir soruyu bana sorman anlamsız!

      • murat dedi ki:

        Toro sana nediyeyim ki..
        İsa a.s ın bu savunmaya sevkedilmesindeki amaçlardan birisi teslis inancına sahip hiristiyanların içlerindeki bazı din adamlarının incilin ayetlerini değiştirerek hiristiyan ahaliyi saptırmakla peygamberin yolundan ayrıldıklarına işarettir.Suçlunun kim olduğunun hiristiyanlarca saygı duyulan peygamberleri ve ilah edindikleri hz isanın diliyle belirlenmesi var.
        İsa a.s ın cevabında
        Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem
        Yani bu soruyu ne maksatla sorduğunu ancak sen bilirsin.Peygamberin yüksek manalar ifade eden konuşmalarına bakılırsa senin idrakinin baya üzerinden geçmiş.Senin dediğin tarzda odun gibi bir cevap vermemiş.Bana bunları neden soruyorsun zaten bildiğin halde dememiş.Maksadı anlamış.
        Maksat İsa a.s ın cevabından anlaşılıyor.
        Cevabı sonraki ayette şöyledir.
        Maide 118 Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.
        Onları bağışla demiyor,diyemiyor.Çünkü sorunun geliş tarzında sana iftirada bulunan ümmetin için af dileyecekmisin manası da var.

        İsa peygamberin edep ve saygıyla verdiği nezaket timsali cevaba bakıp duygulanmamak mümkün değilken bu şekilde bir yargıda bulunarak İsa peygambere göre nekadar aşağı bir konumda olduğunu da göstermiş oldun ne yazıkki.

        Biraz kafa yorsan bunlar mesele olmazdı senin için.
        Belki de edebiyatla falan ilgilenmelisin.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Evet gerçekten inanılmaz hikmetli bir diyalog! Peki bu diyaloğun sonucunda kime ne ispatlanacak? Artık kıyamet kopmuş olacağına göre bu durumdan kim ne ders alacak? Tanrı zaten bildiği bir şeyi muhatabına hemde sorgulayarak soruyor! Bana olanları anlat deyip, anlatılacakların kendi bildikleriyle uyuşup uyuşmadığını anlama derdinde değil! Doğrudan sorguluyor! Bilinen birşey sorgulanmaz, bilinmeyen birşey sorgulanır! Bu ayette tanrı biliyormuş gibi görünmemektedir o nedenle isa bu durumun altını özellikle çizme gereceği duyacaktır! Ama bu mantık hatasını benim farkettiğimi görerek gelecekte yapacağı bu konuşmayı düzeltme ihtimalide az değil!

        Bu arada Kuran’da İsanın peşinden gidenlerin sapmış olduklarından bahsedilir ama bu sapmış olma halinin İncili değiştirecek şekilde tezahür ettiğinden yani incilin değiştiğinden bahsetmez!

        Eğer size göre hristiyanların sapmaları aynı zamanda incilin de sapması ya da saptırılması anlamına gelecekse, dönüp kendi dininizde olanlara da bakmalısınız! Söyleyin bakalım kuranın neresinde peygamberiniz öldükten 100 yıl kadar sonra mezhepleşip,ayrışarak birbirinizi boğazlamaya başlayın diye yazar? Eğer yazmıyorsa bu durumu, yani kendine müslüman diyenlerin tanrıya, tanrının buyrukları dışında ki yollarla gitmeye karar verip en hafif şekilde şirke sapacak şekilde hareket etmeye başlamaları halini de siz Kuran da değiştirilmiştir şeklinde yorumlamalısınız! Öyle deveye boynun eğri deyip kenara çekilmek olmaz! Dönüp birde aynadan yansıyan kendi aksınıza bakmalısınız! İslam aleminin durumu israiloğullarının durumu ile aynıdır! Aynı onlar gibi tanrılarının buyruklarının zıddına hareket etmekte hatta onun ağzından kendi elleriyle yazdıkları buyrukları seslendirmektedirler! Hatta daha ileri giderek hristiyanlar gibi peygamberlerini giderek ilahlaştırmakta hatta ibadetlerini kuranın tanrısına değilde ona yaptıkları izlenenimi vermektedirler! Bunun en temel göstergesi, peygamberlerinin kendi sözlerini saklamalarını yasakladığını söyledikten sonra onun sözleriyle bir hadis içtihati yaratıp bu içtihati alternatif tanrı buyruklarıymış gibi tapılası bir yol haline getirmeleridir! Kuşkusuz hafızalarıda tüm dünyadaki insanların ortalamarının çok çok üstünde bir noktadadır! Zira ilk hadisler, peygamberin ölümünden 100–200 yıl sonra ilk sünnni hadis kitapları 200-300 şii hadis kitapları ise 400-500yıl sonra yazılmıştır!Bu hadisler kullanılarak tanrıdan gelmeyen buyruklar yaratılmakta (gelse kitabında olurdu) ve gönüllü bir şirk kapısı yaratılmaktadır!

        Sayın Murat siz 10 yıl önce bugüne denk gelen akşam kiminle ne konuştuğunuzu kelimesi kelimesine hatırlıyormusunuz?

        ”Onları bağışla demiyor,diyemiyor.Çünkü sorunun geliş tarzında sana iftirada bulunan ümmetin için af dileyecekmisin manası da var.”

        Yani bu tanrı isanın ümmeti için af dilemesini duymak istiyor! Sizce tanrı ayran gönüllü mü? Yani kararları duruma göre değişebilir,esnetilebilir ya da başkalaşabilir mi? İsa ümmeti için af dilese ne yapacak ümmetin sırf isa af diledi diye bütün sapkınlıklarını görmezden mi gelecek? Ya da sırf ümmeti için af dilemesini onlar için yalvarışını duymak için özellikle onu yarattı ve peygamber olmasını sağladı! Sırf gelecekte o gün isanın karşısında süklüm püklüm sorgulandığını görmek için bekleyecek! Hatta isanın o gün ki halinden o kadar hoşlanmış ki kıyamette olacak bu olayın topluluklar önünde gerçekleşmesini beklemeden diyalogları doğrudan basına sızdırıyor!
        Bunun gerekçesi de müsümanlara ve onların peygamberine ayar vermek! Bak adamı böyle NEZAKETLİ yalvartırım! Bu özgür irade ne güzel birşeymiş!

        Tanrısı tarafından sorgulanırken göz ucuyla tanrısı tarafından cehenneme atılan insanlara bakmakta bir yandanda atılan insanların çığlıklarını duymakta olan isa içinde bulunduğu bu sıkıntılı duruma rağmen tanrısına nezakette kusur etmeyecek kadar terbiyelidir! Acaba bu nezaket İsanın kendi kendine yarattığı birşeymidir yoksa onu içene kendisini yaratan tanrısı mı koymuştur?

        Son olarak değerli dostum, ben biraz dağil, birazdan daha fazla kafa yorduğum için bu durumdayım, yormasaydım senin gibi olurdum!

      • murat dedi ki:

        Toro..
        İsa a.s a bu sorular sorularak büyük mahkemede insanların birbiriyle yüzleştirileceği anlaşılıyor.
        Allaha karşı yalan söylüyorlar,
        Allahın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışmaları incilin değiştirildiğine işarettir.Yukarıda yazılanları bir daha oku anlamamışsın.
        Evet müslümanların durumu israil oğullarının durumuyla hemen hemen aynıdır.Kuranı,Allahın hükümlerini beğenmeyerek avrupadan kopyalama bir medeniyet sevdasına düştüklerinden dolayı israil oğullarına noktayı koyan ayetin hükmüne girmişler.
        Ali imran 112
        Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır

        Bu zilletin sebebini isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarına bağlıyor ve müminleri de uyarıyor.Müslüman dünyanın avrupadan dikte edilen rejimleri,krallıkları ile bulundukları durum ortada.Hüküm çoğunluğa göre verilir.
        Hadis kitapları rasullullah hayatta iken yazılmaya başlanmıştı ki yasak etmiş.Yasaklanmasının hikmeti vahiy henüz tamamlanmadığı için kuranın bütünlüğüne zarar vermemek içindir denilebilir.Yoksa şirke yol açtığı için olarak algılamak abartılı olur.

        İslam tarih boyunca elit bir kısım ulema ve talebeleri ,müridleri tarafından hayata geçirilmiştir.Toplumun büyük bir kısmı taklitçidir ve bu ikinci aşamada sorunlar çıkması kaçınılmazdır.Çatışmalar senin de belirttiğin gibi kurandan kaynaklanmıyor.
        Mezhepsel ayrışmalar ise her coğrafya ve farklı toplumların gereksinimlerine göre yapılmış ictihatlar sonucu ortaya çıkan zaruri bir durumdur.
        Yazın kış elbisesi giyilmeyeceği gibi dinin insan davranışlarına dair ayrıntılı hükümleri temeli aynı kalmak şartıyla farklı ihtiyaçlara göre şekillenmiştir.Fiziksel ve toplumsal koşulların farklılığına rağmen aynı hükümlerin dayatılması uygun olmazdı elbette.

        Ölüm ile hayır ve şerri seçme iradesi alınır.Daha öncede belittiğim gibi hz isa için olan olmuş ve dünya hayatı bitmiştir.Bu sorgulama insanların yüzleştirilmesi Allahın adaletinin bütün insanlık önünde tecelli ettiğini gösterir.Yani Allah bir kimseye azab ediyorsa bütün insanlar görecekki o kişi azaba layık olmuş.Cennete layık olan da böyledir.Aksi takdirde mahşer meydanın ave sorgu suale gerek yoktur.Senin gibilerin söyleceyeği itiraz edeceği en ufak bir konu kalmayacaktır.
        Zilzal 7
        Artık kim zerre kadar bir hayır işlerse, onun mükâfatını görür
        Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür

        Bu özgür iradenin neticesidir.
        İsa a.s Allahın kulu ve memuru olmaktan büyük bir haz aldı ve hayatını rabbini her an hissederek yaşadı.
        Yunusun dediği gibi lutfunda hoş kahrında hoş.
        Ümmeti için dua etseydi Allahın nasıl hükmedeceğini bilemeyiz.Nuh a.s. kavminin helakı için dua etmiş ve o insanların rablerine karşı tavırları da izin vermiş ki helak olmuşlar.
        İsa a.s hatırına muhammed a.s. hatırına Allahu teala nekadar insanın kusurunu afveder bilemiyoruz .Fakat şu bir ölçüdür.
        (Tevbe, 9/113)Kâfir olarak ölüp de cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan sonra, akraba bile olsalar, müşriklerin affedilmelerini istemek, ne Peygamberin, ne de müminlerin yapacağı bir iş değildir.” Durumun ciddi olduğu anlaşılıyor.Kafirliğin ve şirkin de dereceleri var.Ateist ile hiristiyanın durumu aynı olmasa gerektir.Birisi allahı inkar edip yarattığı bütün sanatları ve icraatını tesadüfen ve basit şeyler olarak görürken hiristiyan olanlar allahın vasıflarını tanımlamada hata ediyorlar.İsa a.s onları afvedersen demiş..Bir umudu olduğu anlaşılıyor.
        Senin kafa yormana gelince
        Teraziyi bozarsan nekadar kafa yorarsan yor karanlık bir dünyada yalnız başına kalırsın.Ben durumumdan elhamdulillah memnunun.Şahsen senin de aleminin aydınlanması beni mutlu eder.Neticede sen de aynı Allahın malısın.Senin için çok masraflar yaptı,diğer canlılara vermediğini bir insan olarak sana verdi, senden muhabbet ve şefkatine karşılık dua ve hürmet ve sevgi istedi.Çektiğin birkaç sıkıntıdan dolayı sana yapılmış 99 iyiliği inkar ettin.Zayıf çıktın.Şimdi kendine bakıp içinde olduğun durumdan dolayı suçlu arıyorsun.Rahat bir durumda olmadığını biliyoruz.O halde sana nasihat edildiğinde tenkit ve alay mantığını bırakarak kendini yormadan tevazu ile dinle bir de öyle bak.Bütün beklentileri boşa çıkararak şeytanın insan için ettiği aşağılayıcı sözleri haklı çıkarmaya devam etme

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Cevap yazmayıp niyet beyan ettiğiniz için son yazınıza karşılık vermeyi gerekli görmüyorum! Ama sizden bir isteğim var!

        Bakın ben ATEİST değil DEİSTİM. Yani bir tanrının varlığına ama o tanrının insanlarla konuşmadığına inanırım! Benim inancımın elle tutulur somut hiç bir alameti farikası olmadığından ne ben kendi açımdan kesin bir doğruluk iddiasında bulunabilirim nede bir başkası aksini iddia edebilir! Yani benim inandığım tanrı tartışılamaz durumdadır!

        Ama sizinki böylemi! Onun ele avuca gelen ve vücut bulan somut kaynaklara sıkıştırıvermişsiniz! Dolayısıyla somut kaynaklardan bahsettiğinizde somut itirazlarla karşılaşmanız doğaldır!

        Şimdi size soruyorum, size benim hakkında hiçbir şey söylemediğim, söyleyemeyeceğim tek tanrı nın olmadığını ispat etmek mi kolaydır, yoksa sıkıştığında yardımına kendi yarattıkları koşan, yarattığı ilk insanı oyuna getiren ya da şeytana karşı koruyamayan, meleklerinin eylemini sorgulamasını engelleyemeyen, kendisine karşı casusluk yapacaklarını bilemeden cinleri yaratan ve yıldızları kandil, güneşi ise sarı ışık saçan bir top sandığı açıkça belli olan kuranın tanrısının olamayacağını mı?

        Benim tanrımın etrafında yaptığı hatalardan meydana gelmiş hasımlar (şeytanlar,cinler, kafirler) görebiliyormusunuz?

        Şimdi dönün bir de sizinkine bakın!

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Sana bir sorum var! Aşağıda tevrattan ve incilden vereceğim ayetlerde geçen olaya bir müslüman olarak inanıyormusun?

        Yaratılış-İNCİL
        32:28-Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail denecek” dedi, “Çünkü TANRI’yla, insanlarla GÜREŞİP YENDİN.”
        32.29 Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu.
        Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup’u kutsadı.
        32:30 Yakup, “Tanrı’yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel[b] adını verdi.
        32:31 Yakup Peniel’den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu.

        Tanah-TEVRAT
        Hoşea 12 / 2,3 : « RAB’bin Yahuda ile de davası var ve Yakub’u kendi yollarına göre cezalandıracak, ona işlerine göre ödeyecek. Rahimde kardeşini topuğundan tuttu. Erkeklik çağında TANRI İLE GÜREŞTİ ve melekle güreşip YENDİ..

        Sence bir insanın tanrı ile güreşip yenmesi mümkün olabilirmi? Son olarak bu hikaye aynen kuranda da bu şekilde anlatılsaydı güreşen ve yenilebilen bir tanrının varlığına yine de inanırmıydın? (bu soruyu hayır diyeceğini varsayarak sordum)

        Sayın Bilal, oralarda bir yerlerdeyseniz bu soru size de gelsin! Cevaplarsanız beni mutlu edersiniz!

      • murat dedi ki:

        Gördüğün gibi tevrata saygısı olmayan deistler tevratın ayetlerini kendi ihtiyaçlarına göre değiştirmişler.Fakat işin garip tarafı bu sözlerin ilahi bir kaynaktan gelmediğini hemen farketmiş olman.Uyduranların farkedemediğini sen farkedebiliyorsun.İnsanlık cevherinin hala tam olarak çürümediğine inanıyorum.Bu ayrımı yapabilmen tevratın içine karışan insan sözlerini ayıklayabilmen de önemli.Onlar kadar çürümemişsin.İsrail oğullarının eski bir kavim olması roma ve daha eski dönemlerde istilaya ve katliama uğramalarından dolayı tevratın bütünlüğü korunamamıştır.Kuran ise tüm ayetleri ezberlenmiş yazılmış kitap haline getirilmiş ve dönemin güçlü islam devletleri kuranın kalesi hükmünde muhafazası ve neşrine çalışmışlardık.Allahın da vaadettiği gibi dünyada bir kaç tane farklı kuran hiç olmamıştır..

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Öncelikle aşağıdaki cümlenizi yazımızın başına bir not edelim;

        ‘’Gördüğün gibi tevrata saygısı olmayan deistler tevratın ayetlerini kendi ihtiyaçlarına göre değiştirmişler.Fakat işin garip tarafı bu sözlerin ilahi bir kaynaktan gelmediğini hemen farketmiş olman.’’ Sizden alıntı

        Şimdi bakalım bu sözler nasıl uydurmaymış!

        ‘’Elinizdeki Tevrat’ı TASDİK EDİCİ OLARAK indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.’’Bakara,41-Diyanet

        Sayın Murat sanırım tanrınız Tevrat’a insan elinin değdiğinden habersiz! Bakın Kuran’ı aynı zamanda Tevrat’ı da gönderenin kendisi olduğunu tasdik için göndermiş! Üstelik bunu sadece bu ayette de söylemiyor! Keşke ayetin içine insanların ona kendi cümlelerini ekledikleri iddianızı tescil edecek bir kelam da ekleseymiş de sizi havada bırakmasaymış.

        Bu konuyu çok seviyorum,devam edelim;

        ‘’Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) TASDİK eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun’’ Bakara,89-Diyanet

        Garip değil mi! Onlara Tevrat’ı değiştirdikleri için değil de sözde Tevrat’ta müjdelenen peygamberi, o peygamber geldiği halde görmezden geldikleri için kızıyor! Tevrat hala değişmiş değil, çünkü tanrınız hala bunu söylemiyor!

        “Benden önce gelen Tevrat’ı DOĞRULAYICI olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”Ali İmra,50-Diyanet

        İşler iyice ilginçleşiyor! Tevrat’ı tasdik ederken üstüne birde Tevrat’ta Kuran indiği anda haram kılınmış olarak bilinen bazı şeyler ile ilgili hükmünü değiştirip onları Kuran ile helal kılıyor! Hala onu değiştirdiniz demiyor Tevrat’ı doğrudan kendi referansı olarak göstermeye devam ediyor!

        ‘’Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı GETİRİP OKUYUN.”Ali İmran,50-Diyanet

        Tanrı hiç değiştirilmiş, içi insan sözleriyle doldurulmuş bir kitap için hem de geçmişte olduğunu iddia ettiği bir olayın doğrulanması maksadıyla ‘’getirin okuyun’’ der mi? Getirip okuyacaklar, Tanrı söylemeden Tevrat’ın neresinde neyi değiştirilmiş ya da neresine neler eklenmiş bilebilir mi?

        ‘’Ey kendilerine kitap verilenler! Bir takım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut Cumartesi halkını lanetlediğimiz gibi onları lanetlemeden, yanınızda bulunanı (Tevrat’ı) DOĞRULAYICI olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.’’Nisa,47-Diyanet

        Kuran neyi tasdik ediyormuş? ‘’Yanlarında bulunan Tevrat’ı’’! Ne zaman ki Tevrat bu? Kuran indiğinde Yahudilerin yanında olan yani size göre içi değiştirilmiş ya da içine ekleme yapılmış Tevrat! Sizce tanrınız Tevrat’ı tasdik ettiğinde aynı zamanda içine insan sözleri eklenmiş bir kitabı da tasdik ettiğini bilmez mi? Sanırım ne yaptığını sizin kadar bilmiyormuş!

        Bakın size en şok edici ayeti vereyim;

        ‘’Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar (kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.’’Maide,43-Diyanet

        Hani o size göre içi değiştirilmiş olan ya da içine ekleme yapılarak tanrısal hüküm olmaktan çıkarılmış olan Tevrat bir problemi çözmek için Kuran’ın peygamberi bile mevcutken, Kuran’ın tanrısı tarafından 1 numaralı hakem olarak gösteriliyor;

        ‘’Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar’’

        Sizce Tevrat değiştirilmişse bunu kesinlikle bilecek olan tanrının hakemlik gerektiren bir konuda Yahudilerin kendilerinin değiştirdiği ve ya eklediği ayetleri kullanma ihtimalini düşünerek sıfır kilometre olan Kuran ve onun peygamberini 1. hakem olarak göstermesi gerekmiyor muydu? Neden sizin gibi ‘’Tevrat’ın değiştirildiğini ve artık hakem ya da sorun çözücü olamayacağını söylemiyor ki? Sanırım hala neler olduğunun sizin kadar farkında değil!

        Bakın Tevrat sizin iddianızın aksine o kadar ‘’DEĞİŞTİRİLMEMİŞ’’ ve o kadar ‘’ASIL’’ ki, onu Kuran indirilmeden önce İncil i indirerek de TASDİK etmiş;
        ‘’O peygamberlerin izleri üzere Meryemoğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı DOĞRULAYICI olarak gönderdik. Ona, içerisinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.’’ Maide,46-Diyanet

        Bakın ben size ne demişim;

        ‘’Bu arada Kuran’da İsa’nın peşinden gidenlerin sapmış olduklarından bahsedilir ama bu sapmış olma halinin İncili değiştirecek şekilde tezahür ettiğinden yani incilin değiştiğinden bahsetmez!’’

        Yukarıda ki durum aynen Tevrat içinde gereklidir! Kuran’a göre İncil ve Tevrat değiştirilmemiş aksine o kitabın gönderildiği muhatapları değişmiştir! İnanmıyor musunuz, o halde buyurun tanrınızdan okuyun;

        ‘’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!’’ Maide,66-Diyanet

        ’’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı’’

        Neymiş, değiştirmemişler, yaptıkları şey Tevrat ve İncil’i GEREKTİĞİ GİBİ UYGULAMAMAK! Yani İncil ve Tevrat ellerinde ilk indiği haliyle olduğu halde, içinde yazılanları görebildikleri halde GEREĞİNİ YAPMAMIŞLAR!

        Şimdi Kuran’ın tanrısı Tevrat ve İncil’in orijinalliğini teyit etmekte pik noktasına çıkıyor ve onları henüz inmeye başlamış Kuran ile aynı seviyede tavsiye ediyor;

        ‘’De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.’’ Maide,68-Diyanet

        ‘’Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.”

        Ellerinde olmayan bir şeyi uygulamaları istenebilir, tanrı böyle bir talepte bulunabilir mi? Görüyorsunuz hala uygulamadıklarından yakınıyor, değiştirdiklerinden değil!
        ‘’Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ Araf,157-Diyanet

        Arıyoruz bir yerde bu kitapları değiştirdiniz, içine kendinizden eklemeler yaptınız desin diye, yine yok!

        ‘’De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah katından, doğruya bu ikisinden (Tevrat ve Kur’an’dan) daha çok ulaştıran bir kitap getirin de, ben ona uyayım.”Kasas,49-Diyanet

        Ne oldu Murat bey, hala bu kitabı değiştirdiniz ya da içine ekleme yaptınız demiyor! Üstüne birde ellerindeki Tevrat ve Kuran’ın benzerini getiremeyeceklerini söylüyor! Ellerinde gerçek Tevrat olmayanlar neyin benzerini getirmeye uğraşacaklar?

        ‘’Muhammed, Allah’ın Resülüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde halinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların TEVRAT’ta ve İNCİL’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah kendileri sebebiyle inkarcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükafat vaad etmiştir.’’Fetih,29-Diyanet

        Sizce sıfır km Kuran da değiştirilmiş ya da ekleme yapılmış kitaplara atıfta bulunmanın o kitapların kirlenmiş (size göre) hallerini temizleyeceğini bilemeyecek bir tanrı düşünülebilinir mi? Sizi anlarım, sizin derdiniz en kahraman ve büyük inanır olmak ve böyle hissetmek olabilir! Bunun için kendi dininizi yüceltip onların kini değiştirilmiş ilan etmek size iyi hissettirebilir! Ama sizin dininiz neye nasıl inanacağınız sizin inisiyatifinize bırakmamıştır! Bu durumda O Tevrat ve İncil için ‘’DEĞİŞTİ’’ içine ‘’EKLEMELER’’ yapıldı demiyorsa sizde diyemezsiniz! Kuran’a rağmen derseniz ne olur? Bakın ondan gelenlere gelmemiş muamelesi yaparsanız ne oluyor;

        ‘’Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) TASDİK eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun’’ Bakara,89-Diyanet

        ’’Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) TASDİK eden bir kitap (Kur’an) gelince onu İNKAR ETTİLER.’’

        ‘’Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun’’

        Şimdi sayın Murat, yukarıda verdiğim ayetlerde Tevrat’ın değiştirilmesinden ve içine eklemeler yapılmasından değil de, aksine Tevrat’ta yazılanların GEREĞİNCE uygulanılmamasından şikayetçi olan bir tanrı portresi olduğu ortadayken siz, Tevrat ta yazan ve Yakup peygamberin tanrısını YENDİĞİNİ anlatan bir ayeti nasıl ve hangi hakla, Yahudilerin Tevrat’ı ‘’kendi ihtiyaçlarına göre değiştirmesi’’ ve ilgili ayetin ‘’ilahi bir kaynaktan gelmediği‘’ şeklinde niteleyebilirsiniz?

        Size bir not daha! Yakup peygamber Yahudilik tarihinin dönüm noktasıdır! Bahsedilen ‘’Tanrısını güreşte yenme’’ hadisesi sonrası ona bizzat tanrısı tarafından yeni bir isim verilerek taçlandırılmıştır!

        İSRAİL!

        Artık Yakub’un 12 oğlundan geleceklere İSRAİLOĞULLARI denecektir!

        İsrail’in iki anlamı vardır; 1.si Tanrının yolunda,doğru yolda,
        2.si ise ‘’tanrıyla güreşen’’ anlamındadır! Tevrat’ta geçen olaya göre tanrısı Yakub’a bu ismi yenildiği güreş sonrasında verdiğine göre akla en yatkını ‘’Tanrıyla güreşen’’ olarak görülmesidir!

        İşte bu noktada Kuran ın birçok yerinde Yakup ve onun soyundan gelenleri İSRAİLOĞULLARI olarak nitelendiren Kuran’ın Tanrısı aynı zamanda bu ismin anlamını da kabullenmiş olmalıdır!

        Dolayısıyla sevgili arkadaşım, hem Kuran hem İncil hem de Tevrat’a göre bir insan tanrı ile güreşmiştir ve yenmiştir!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        Siz bu konuyu yani Tevrat ve İncil’in değişip değişmediği ile ilgili tartışmaları sevdiğinizi yazmışsınız.Bu sevginize dayanarak ben de farklı bir bakış açısıyla konuya katkıda bulunmaya çalışayım dedim..Ama hiç memnun olacağını da sanmıyorum..
        Bence bu konuyu açıklığa kavuşturacak anahtar ayet Fetih Suresi 29 dur.
        ‘Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.’ (Fetih Suresi, 29.)
        Bu ayette müslümanların vasıflarının Tevrat ve İncil’de nasıl anlatıldığı açıklanıyor..
        Eğer bir kitap Tevrat veya İncil olarak isimlendiriliyorsa bu isimlendirmeye bakmayıp yukarıdaki ifadelerin bulunup bulunmadığına göre değerlendirme yapılacaktır..Zaten Kuran’da Hz.Muhammed’in peygamber olarak gönderileceği Tevrat ve İncil’de de bildirildiği açıklanmaktadır.İşte bu bilginin bir gereği olarak ona inananların vasıflarının nasıl olacağı da Fetih 29 da açıklanmıştır..Peygamberimiz zamanında da bu ifadelerin bulunduğu Tevrat ve İnciller de ellerinde olabilir..Kuran ayetlerinde bahsedilen Tevrat ve İncili tasdikleyici olarak Kuran’ın indirilmesi fikri asıl bu ayete dayanmaktadır diye düşünüyorum..Fetih 29 da bahsedilen vasıflardaki peygamber yani Hz.Muhammed inanırlarının ortaya çıkması, onların rüku ve secde etmesi ,alınlarındaki secde izi ,olgun başaklar gibi çoğalıp güçlenmeleri gibi ifadelerin gerçekleşmesi tasdikleme özelliğini ortaya koymaktadır..ZATEN HANGİ KİTABI TEVRAT VEYA İNCİL OLARAK KABUL EDEBİLECEĞİMİZE DAİR KURAN’DAKİ TEK KRİTER BU AYETTE VERİLMİŞTİR..
        Demek ki,peygamberimiz döneminde yaşayanların ellerindeki her Tevrat ve İncil olarak isimlendirilen kitabı değil Fetih 29 daki ifadeleri içeren kitapları Tevrat ve İncil olarak kabul edeceğiz ki Kuranda bahsedilen ve sizin de uzun uzun yazdığınız ayetler anlam olarak yerini bulsun..Bugün Tevrat veya İncil olarak bilinen hangi kitapta Fetih 29 daki ifadeler vardır ki?
        ÇOK SEVDİĞİNİZ BU KONUYA HİÇ MEMNUN OLACAĞINIZA İNANMADIĞIM ŞEKİLDE KATKIDA BULUNMAYA ÇALIŞTIM.. KUSURA BAKMAYIN YİNE RAHATSIZ ETTİM..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Siz beni hiç şaşırtmıyorsunuz! Telaşlanınca eliniz ayağınıza karışıyor! Ne oldu okumayıda mı unuttunuz? Yok, bence unuttuğunuz birşey yok! Siz kuran’ın tanrısından daha mükemmelsiniz ya onu düzeltmeye çalışıyorsunuz! Bakın sizin ve diğer fikirdaşlarınızın bilerek görmezden geleceğini bildiğim bu yüzden olası yanıtınıza karşı kullanmak için sonraya bıraktığım büyük harfle zorla okutma eylemini şimdi yapıyorum!

        ‘’ELİNİZDEKİ Tevrat’ı TASDİK EDİCİ OLARAK indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.’’Bakara,41-Diyanet

        ”ELİNİZDEKİ Tevrat’ı TASDİK EDİCİ OLARAK indirdiğimize”

        Kuran’ın tanrısı neyi tasdik ediyormuş, bay mükemmel Kuran okuyucu T.TAŞPINAR? ELLERİNDEKİ Tevratı!

        Bak bunu sadece bu ayette de söylemiyor! Belkide sizi çok iyi tanıdığı için, anlamakta zorlanacağınızı bildiği için tekrar etme gereği duyuyor!

        ‘’Kendilerine ELLERİNDEKİNİ(Tevrat’ı) TASDİK eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkar ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkarcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkar ettiler. Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun’’ Bakara,89-Diyanet

        ”Kendilerine ELLERİNDEKİNİ(Tevrat’ı) TASDİK eden bir kitap (Kur’an) gelince”

        Ama bence sizin anlamak için 2 kereden fazla duymaya ya da okumaya ihtiyacınız olduğunu gayet iyi biliyor! O yüzden durmuyor, anlayasınız diye tekrar söylüyor!

        ‘’Ey kendilerine kitap verilenler! Bir takım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut Cumartesi halkını lanetlediğimiz gibi onları lanetlemeden, YANINIZDA BULUNANI (Tevrat’ı) DOĞRULAYICI olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.’’Nisa,47-Diyanet

        ”YANINIZDA BULUNANI (Tevrat’ı) DOĞRULAYICI olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin.”

        Diğer ayetleride okumak istemediğiniz ya da gözmezden geldiğiniz yerlerini büyük harfle yazarak tekrar yazayım istermisiniz? Siz söylenileni özellikle tanrınız tarafından söylenileni ANLAYABİLMEK için kaç kere okumak zorundasınız? Kaç kerede durumu kavrayabiliyorsunuz?

        Bakın hala aynı noktadaysınız size sayın murat’a dediğimin aynısını yazıyorum;

        ’’Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) TASDİK eden bir kitap (Kur’an) gelince onu İNKAR ETTİLER.’’Bakara,89-Diyanet

        ‘’Allah’ın lâneti inkarcıların üzerine olsun’’

        Hadi bakalım siz indirildiğinde Yahudilerin ve Hristiyanların YANLARINDA BULUNAN kitabı DOĞRULADIĞINI,TASDİK ettiğini söyleyen Kuran ayetlerini inkar etmeye kendi keyfinize göre o tanrı ayetlerini(!) değiştirmeye devam edin!

        Nede olsa onun üzerinden ün ve nüfuz devşirmeye çalışmak gibi bir misyonunuz var!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        Cevabıma en son cümlenizden başlayayım..
        “Nede olsa onun üzerinden ün ve nüfuz devşirmeye çalışmak gibi bir misyonunuz var!”
        Şimdi bir düşünün ün şöhret vs peşinde koşan adam neden kendi sitesinde bile bir tane olsun fotoğrafını koymaz..?Şöhret vs.peşinde koşanlar mutlaka ulaşabildikleri her yere resimlerini videolarını falan koymaya çalışır değil mi?
        Aslında çok açık anlatıyorum ama anlamamak size daha uygun geliyor..
        Bir kaç kere diyorum ki:onlar ellerindeki kitabı Tevrat veya İncil olarak isimlendirseler bile buna bakmayacağız..Kurana göre bizim kriterimiz olan, Fetih 29 daki ifadelerin bulunup bulunmadığına bakacağız…ellerindeki kitap Fetih 29 daki müslümanların vasıflarını belirten ifadeleri içermiyorsa Tevrat değildir…herhangi bir dini içerikli kitaptır..Allah bahsettiğin ayetlerde ellerinde bulunan herhangi bir dini içerikli kitabı değil Tevrat’ı kastediyor değil mi.?
        Ayrıca ARAF 157 ayeti de önemli bir bilgi içermektedir:
        “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. ….”
        Demek ki,gelecek olan resulden yani ümmi peygamberden (Hz.Muhammed’den) bahsetmeyen ve ona inanan müslümanların vasıflarını Fetih 29 daki ifadelerle ifade etmeyen kitapları Tevrat veya İncil olarak kabul etmeyeceğiz…
        Kuran ancak bu özellikleri birlikte taşıyan Tevrat ve İncil’in tasdikleyicisi olarak indirilmiştir.
        Kendi kafalarına göre değiştirdikleri kitapların değil..bu bahsettiğim özellikleri içeren kitapları ancak Tevrat veya İncil olarak kabul edebiliriz..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Maalesef ki Kuran neye Tevrat neye İncil denilmesi gerektiğinin kararını vermeyi sizin kişisel beklentilerinize veya düşüncelerinizin yönlendirmesine bırakmamıştır!

        Buna rağmen çabanızı takdir ediyorum! Ama özellikle Fetih,29 indirildiğinde hala bir bütün halinde inanırlarının ulaşabileceği, sorgulayabileceği veya başka dini kitaplarla karşılaştırabileceği bir kitap haline gelmemiş kurana göre tevrat ya da incilin nasıl değerlendirilebileceğini mantıken anlatabilmeye muhtaçsınız!

        Fetih 29 sizin can havliyle tutunmaya çalıştığınız ama onlarca ayette beyan edilen vurguyu bertaraf etmeye yetmeyen bir son çırpıştır!

        ELİNİZDEKİ TEVRAT’ı doğruluyorum diyen Tevrat varken Son peygamberini hakem yapanları eleştiren bir tanrıya karşı sizin sözlerinizin hükmü yoktur!

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Eklemeyi unutmuşum. Sitenizde resminizin olmamasının nedeni gülünesi mucize icatlarınızın sahibinin yüzünün size gülecekler tarafından bilinmesini önlemek olabilirmi?

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        bugüne kadar sitemde yazdığım mucize iddialarıma sizin gibi kadrolu Kuran düşmanları haricinde hep hayranlık ve takdir duygularıyla karşılaştım.. bunların içinde ilahiyat doçenti ve profesörleri de var..hatta bir profesör siteme üye bile olmuştu..sen bu gibi hoş olmayan çıkışlar yapmasaydın bunu da açıklamayacaktım..bilgilerinize..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        O ilahiyat şeysilerine benimle yaptığınız münazaraların dökümlerini versenizde durumu tekrar değerlendirseler!

        Bu arada tanrının ayetlerini parayla değişenlerden bahsediyordunuz! Allahın ayetlerini en iyi anlayan, anlatan kişi olmayı akedemik ünvan alarak bir standarta bağlayan ve bu ünvanları sayesinde düzenli bir maaş ve kitap gelirlerine sahip olanların size ilgi göstermesinden gururlanmak ne kadar da hoş!

        Bu arkadaşların para kazanmak için sattıkları ya da evlerini geçindirmek için parayla değiş-tokuş yaptıkları ”mal” ne ola ki?

        Ciddiyim kuranın tanrısını sizin gibilerin elinden kurtarmak lazım!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ‘’Elinizdeki Tevrat’ı TASDİK EDİCİ OLARAK indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten sakının.’’Bakara,41-Diyanet

        Sayın Murat sanırım tanrınız Tevrat’a insan elinin değdiğinden habersiz! Bakın Kuran’ı aynı zamanda Tevrat’ı da gönderenin kendisi olduğunu tasdik için göndermiş! Üstelik bunu sadece bu ayette de söylemiyor! Keşke ayetin içine insanların ona kendi cümlelerini ekledikleri iddianızı tescil edecek bir kelam da ekleseymiş de sizi havada bırakmasaymış.. ‘’sizden alıntı‘’

        1-Bu ve benzeri bütün ayetlerde Tevrat’ın da kur’an gibi Allah’tan indirilğine dair bir tasdik vardır,yoksa ellerindeki Tevrat’a bulunan her şeyi tasdik ediyor diye bir anlam çıkmaz. Çünkü bu ayetlerde ‘’ Tevrat’ın içindekilerin tümünü ’’ tasdik ediyor şeklinde değil,geliş yönüyle kur’an gibi Allah’tan indirildiğine dair bir tasdik vardır… ‘’لما معكم ‘’ lima maaküm’’ bunu ifade ediyor.Yani Tevrat’ın da Allah’tan indirildiğini tasdik ediyor,içinde bulunan her şeyi değil. İçinde bulunan ve ilave edilenleri tasdik etseydi,zaten hiç bir sorun kalmazdı… Ayrıca bunda tahrifat yapılıp kelimelerin değiştirildiğine dair vurgu da yapılmıştır.Bu nedenle ‘’ «ولا تشتروا» تستبدلوا «بآياتي ا لتي في كتابكم ‘’………. (kitabınızda bulanan ) ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın (değiştirmeyin) ve bana karşı gelmekten sakının.’’ deniliyor.Yani değiştirilme söz konusudur… ‘’الله اعلم ‘’

        Özetle,bu ayetlerde Tevrat’ın da Kur’an gibi Allah’tan indirildiğine dair bir hüküm vardır. kur’an bu yönüyle Tavrat’ı tasdik ediyor,yoksa mevcut Tevrat’ın içindekilerin tümünü tasdik ediyor değil….. !!!

        2-Ayrıca BAKARA-75.ayete de Tevrat’a yapılann thrifata vurgu yapılmıştır… –
        Şimdi bunların,size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki,Allah’ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi. (Bakara-75)

        3- BAKARA-79.Ayete de tevrat’a yapılan tahrifat ve ilevelere vurgu yapılıyor.

        (فويل للذين يكتبون الكتاب بأيديهم ثم يقولون هذا من عند الله ليشتروا به ثمناً قليلاً فويل لهم مما كتبت أيديهم وويل لهم مما يكسبون “79”)

        ‘‘Artık,elleriyle Kitabı (Tevrâtı yalan yanlış) yazıb da sonra onu az bir bahâ ile satabilmek için «Bu, Allah katındandır» diyegelenlerin vay haline!.. Vay ellerinin yazdıklarından başlarına geleceklere! Vay şu kazanmak da oldukları (rişvet, günah) yüzünden onlara!.
        (Bakara-79)

        İşte bu ayetlerde açıkça tevrat’ın tahrifata uğrayıp ilaveler yapıldığının vurgusu yapılmıştır.

        Bakara-41 ve benzeri ayetlerde ise kur’an tevrat’ı tasdik ediciidr demekle,bu kitabın da kur’an gibi Allah’tan geldiğini tasdik ediyor,yoksa mevcut tevrat’ın içindekilerin tümünü tasdik ediyor anlamına gelmez….!!!

        ‘‘ Keşke ayetin içine insanların ona kendi cümlelerini ekledikleri iddianızı tescil edecek bir kelam da ekleseymiş de sizi havada bırakmasaymış.. ‘’sizden ‘’

        İşte bu ayetlerde onların tavrat’a yaptıkları tahrifata da,eklediklerine de vurgu yapılmıştır.
        Bu nedenle yukarıdaki yorumunuzun tamamı mesnedsiz ve anlamısızdır… !!!

        4-’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi. Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı ne kötüdür!’’ Maide,66-Diyanet
        ’’Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’an’ı) gereğince uygulasalardı’’ ‘’ sizden alıntı’’

        Peki,bunlar kur’an’a inanmadan nasıl uygulayacaklardı??? Kur’an’a inanılmadan uygulanması söz konusu olabilir midi ? Demek ki buradaki uygulama imanla birlikte olan bir uygulamadır,İnançsız bir ugulama değildir..

        Öyleyse MAİDE-66 ve 68.ayetlerde inançsız bir uygulama değil,inançla birlikte bir uygulama söz konusudur..Ama sizin mantığınızla hareket edersek bunlara inanmaları değil,sadece uygulamaları gerekirdi…Halbuki önce inanmak sonra da uygulamak şarttır. bir şeye inanılmadan uygulanması da söz konusu olamaz..Zaten kur’an bir şeyi uygulayın dediği zaman inançsız bir uygulamayı kastetmiyor, İnanarak uygulamasını istiyor…Halbuki bu ayetlere göre tevrat,incil ve Allah’tan gelen bütün vahiylere inanmakla birlikte uygulanmaları isteniyor…
        Zira MAİDE-66.ayeten önceki 65.ayete de önce onların Allah’tan indirilenlerin tümüne iman etmelerinin gerekliliğine vurgu yapılmıştır..Ama sizin mantığınıza göre sadece bunların uygulanmaları isteniyor.Halbuki Maide -65.ayete baktığımızda da görüyoruz ki önce Allah’tan gelediklerine iman etmeleri,sakınmaları ve sonra da 66. ve 68 ayetlerde olduğu gibi uygulamaları istenmektedir.Demek ki, önce iman,sonra da uygulamak gerekir. inançsız bir uygulama düşünülemez.Aşağıdaki ayet de bunun böyle olduğunu gösteriyor.

        Eğer ehl-i kitap iman edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimeti bol cennetlere sokardık. ( Maide-65)

        İşte MAİDE-65.ayete önce iman etmeleri,daha sonra 66 ve 68.ayetlerde de Allah’tan gelenleri hakkıyla uygulamaları isteniyor…!!!

        Demek ki mesele sadece uygulayıp uygulamama meselesi değildir,önce inanmaları,daha sonra da hakkıyla uygulamarı şarttır…!!!

        Siz konuyla ilgili önceki ve sonraki ayetlere bakmadığınız için yanlış yorum yapıyorsunuz., İşte bu nedenle yukarıdaki yorumlarınız mesnetsiz ve anlamsız kalmaktadır….!!!

        5- Tanah-TEVRAT
        Hoşea 12 / 2,3 : « RAB’bin Yahuda ile de davası var ve Yakub’u kendi yollarına göre cezalandıracak, ona işlerine göre ödeyecek. Rahimde kardeşini topuğundan tuttu. Erkeklik çağında TANRI İLE GÜREŞTİ ve melekle güreşip YENDİ ‘’ sizden alıntı ‘’

        İşte buradaki bu saçmalık bileTevrat’aki tahrifat ve ilavelerin açıkça göstergesidir…!!!

        Saygılarımla

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.

        Özetle,bu ayetlerde Tevrat’ın da Kur’an gibi Allah’tan indirildiğine dair bir hüküm vardır. kur’an bu yönüyle Tavrat’ı tasdik ediyor,yoksa mevcut Tevrat’ın içindekilerin tümünü tasdik ediyor değil….. !!! (senden alıntı)

        emin ol, orasını burasının kırptığın için, Kuranın tanrısı bile sana gıcık oluyordur?

        Kuranın tanrısı, Yahudilere seslenerek, elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin dediği yıllarda, Tevrat tahrif edilmiş olsaydı, Kuranın tanrısı Tevratı Kuran vasıtasıyla tasdik etmezdi,

        Kuranın tanrısı o günkü Tevratı onayladığına göre, ortada tahrifata uğramış bir kitaptan söz edilemez,

        bari Tevratın tahrif edilen kısımlarını da yazsaydın da, Yahudiler senin tespitlerine göre Tevratı yeniden yazsınlar da Tevrat senin sayende orijinal haline kavuşsun?

        o günkü toplumda orta yerde tasdik edilmiş bir kitap varken, kendi kafalarından kitap yazmaya kalkanlarda kitabın aslını yok edemezler, sadece bulabildikleri ahmaklara bir şeyler satarlar, senin gibi, museylime gibi, ve o senin Kuran tercümanı cankuşun gibi,

        Kuranın tanrısı Muhammed dönemindeki Tevratı tasdik ettiğine göre demek ki, birkaç din bezirganlarının Tevratı tasdik etmesinde hiçbir etkisi olmamış,

        Tanah-TEVRAT
        Hoşea 12 / 2,3 : « RAB’bin Yahuda ile de davası var ve Yakub’u kendi yollarına göre cezalandıracak, ona işlerine göre ödeyecek. Rahimde kardeşini topuğundan tuttu. Erkeklik çağında TANRI İLE GÜREŞTİ ve melekle güreşip YENDİ ‘’ sizden alıntı ‘’
        İşte buradaki bu saçmalık bileTevrat’aki tahrifat ve ilavelerin açıkça göstergesidir…!!! (senden alıntı)

        nereden biliyorsun tahrifat olduğunu?

        şeytanın bile alt ettiği (inanırların birbirlerini boğazlaması) bir tanrıyı, bir insanın alt edemeyeceğini düşünmek, bütün kozmik bilgisi, bildiği yeryüzü ve gökyüzünden ibaret olan, tanrıyı mavi renkli gökyüzünde sanan 1400 sene önceki tanrı anlayışına hiçte ters değil.

        o nedenle 1400 sen önceki tanrı anlayışını günümüze uyarlama çabasından vazgeç, vazgeç ki yaptığın yamalarla, anlam değiştirmelerle, muhkem ayetleri müteşabih hale getirme gayretleriyle Kuranı tahrifata uğratıp durma, nisa-136’yı da aklından çıkarmadan?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ‘’ Ayette isa ya ;“Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” şeklinde sorulan soruya cavap veren İSA nın tepkisine bakın;
        ”Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin.”

        Yani isa diyor ki, zaten cevabını bileceğin bir soruyu bana sorman anlamsız
        ‘’ sizden alıntı ‘’

        Kıyamet gönü yüce Allah bu durumu öğrenmek için sormayacak,buna ihtiyacı da yoktur,zaten her şeyi biliyor her şeyi bilen Allah Hz. İsa’nın durumunu da bilir. Bildiği halde, kıyamet günü Hz. İsa’ya “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara,Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?’ “ sorusunu sormasının bir hikmeti, insanların, özellikle de ona ve annesine uluhiyet isnat eden Hristiyanların yalanlarını mahşer meydanındaki bütün insanlara bildirmek ve bizzat Hz. İsa tarafından onların yalancılığını ilan edip ortaya koymak ve böylece onlara vereceği azabın hak ve adaletin ta kendisi olduğunu göstermektir.

        -Ayrıca bu soruyu “inkâr-ı istifhamî” olarak değerlendirmek gerekir. (Razi, ilgili ayetin tefsiri)
        Buna göre, Allah bu soruyla gerçekten Hz. İsa’nın böyle bir şey deyip demediğini -haşa- öğrenmek için değil, Hz.İsa’nın böyle bir şeyi söylemediğini pekiştirmek adına bizzat kendi ağzından duyurmasını istemiştir.
        Çünkü Allah Hz. İsa’nın, beni ve annemi ilah edinin,ifadesini kullanmadığını bilmektedir. Öyleyse Allah bu soruyu Hz. İsa’ya, bu iddiada bulunanları kınaması ve iddia ettikleri şeyi yalanlaması için sormuştur. (bk. Beydavi, ilgili ayetin tefsiri)

        – Bu gibi sorular başka ayetlerde da vardır. Örneğin Enam suresinin 130. ayeti verebiliriz:
        “Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Ey Yüce Rabbimiz! Kendi aleyhimize şahidiz, diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına, yine kendileri şahitlik ettiler.” ‘’alıntıdır’’

        Yani aslında anlamsız bir şey varsa o da sizin hz.İsa’ ya uydurduğunuz cevaptır..!!!

        Saygılarımla..

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Evet kesinlikle karar verdim, sizin Kuran daki tanrıya inanmak gibi bir derdiniz yok! Sizin derdiniz hasbel kader dahil olduğunuz bir inancı yanlış yapıyor duruma düşmemek ya da yanlış yapıyor gibi görünmemek kaygısıyla her türlü yola itibar ederek savunmaya çalışmaktan öte bir şey değildir!

        Bu şekilde hareket ederken tanrınızın ne dediği umurunuzda bile değildir! En hafif deyimle kendi tanrınızın sözlerini bile sırf kendi kişisel tatmininiz uğruna yalanlayabiliyor ya da başkalaştırabiliyorsunuz! T.TAŞPINAR’a da söyledim, Kuran ın tanrısının sizlerin elinden kurtarmk lazım!

        ELİNİZDEKİ TEVRAT’ı tasdik ediyorum diyen tanrının sözlerinin ELLERİNDEKİ kitabın içindeki herşeyi tasdik etmek demek olmadığını size kim söylüyor? Arkadaşım ELİNİZDEKİ diyor, yani artık insanların hafızalarındaki sözler olmaktan çıkan, yazılarak kitap haline gelmiş ve herkesin yanında bulundurabildiği TEVRAT tan bahsediyor! Siz kimsiniz Kuran’ın Tanrısı’nın metinlerini öyle demek istememiştir diye değiştirebiliyorsunuz? İlk önce bu hakkı nereden aldığınızı bilelim!

        Şuan gerçekten sinirliyim! Çünkü münazara yaptığım kişinin benden önce bağlı olduğu düşünceye,inanca, kutsala saygı olmasını beklerim! Çünkü bu sayede kendine saygısı olacaktır ki sonrasında bana ve münazaramıza saygısı olsun!

        Bakın saptırmaya! Hemde bulduğunuz en komik ve çaresiz yolla! Kuran daki bir kelimeyi beğenmediniz mi? Alırsınız elinize bir sözlük o kelimenin başka anlamlarını ararsınız! Bazen onu bile yapmaya tenezzül etmez doğrudan tersini yazarsınız! Sanırım bunları parantez içine yazıp tanrınıza tercümanlık yapıyor olmanın hazzı da bir başka olmalı! Ama aslında bu yolla o tanrının iradesini yok sayıyor onu görmezden gelmiş oluyorsunuz!

        ”2-Ayrıca BAKARA-75.ayete de Tevrat’a yapılann thrifata vurgu yapılmıştır… –
        Şimdi bunların,size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki,Allah’ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi. (Bakara-75) ”

        Yukarıda ki sizin mealiniz! Tanrının kelamını işitmek ile tanrının kitap haline getirilmiş kelamına dayanmak arasında fark olduğunu bilmezmisiniz? Yok bilmiyorsanız Kuran indirilirken duydukları tanrı kelamına inanmayan, başkalaştıran ya da görmezden gelenlerin eylemleri (Ebü Cehil ve Süfyan tayfası) itibariyle Kuran da değiştirilmiş diyelim! Fark varmı?

        Tanrı kelamını duyup tahrif etmek, tanrı kelamını duyup,tahrif ederek kitap yazmak anlamına mı gelir? O halde musa tevratına sahip olamamış, onu tanrı kelamını duyup tahrif edenlerin yazmasına izin vermiştir! Ve bu şekilde yazan tevrat çoğaltılmış ve tamamı değiştirilmiş hale gelmiştir!

        Ama ne yazık ki çabanız nafile! Tanrınız Kuran’da tevratı önce incille tasdik ettiğini söylüyor!Yani incil indirildiğinde de Tevrat değişmiş değil.

        Bakara 79 un tevratla alakası bile yok, 41 ise yine sizin şahsi yönlendirmenizle yoğruluyor!

        Bu konuyla ilgili daha detaylı bir yazıyı gece yazacağım. Şuan gargaraya getirmek istemiyorum!

        ”Peki,bunlar kur’an’a inanmadan nasıl uygulayacaklardı??? Kur’an’a inanılmadan uygulanması söz konusu olabilir midi ? Demek ki buradaki uygulama imanla birlikte olan bir uygulamadır,İnançsız bir ugulama değildir..”Sizden alıntı

        Aslında yukarıdaki yorumu yapabilen birini ciddiye alıp cevap vermelimiyim, düşüneceğim!

    • murat dedi ki:

      Toro…
      Deistsin demek
      Yani deve kuşu gibi davranıyorsun.Avcı deve kuşunu sıkıştırmış bir yerde.Deve kuşu vaziyeti kurtarmak için ben deveyim demiş.Deve isen yük taşı demişler bu sefer de ben kuşum demiş.Neticede avcıdan kurtulamamış.
      Tanrının konuştuğuna inanmıyormuşsun.
      Seni konuşturan bütün hayvanların tamamına yakınını çeşitli seslerle konuşturan duygularını ifade ettiren bir Allah elbette kendi konuşur ki yarattıklarını birbiriyle konuşturmuş.Konuşmalarını istemiş.O halde yarattıkları ile kabiliyetlerine göre konuşur.İnsana da vahyeder,arıya da.Konuşmaması için bir sebep yoktur.
      Allahı konuşturmayıp güya ona karşı sorumluluktan kurtulacaksın.
      Kendisine karşı casusluk yapacağını bilemeden cinleri yaratan demişsin.Bu fikrin senin olsun.4 yıllık bir fakülte mi okumalıydı acaba.Garip bir çıkış yapmışsın.Biraz düşün cevabı kendin bulursun.

      • toro dedi ki:

        Murat,

        Demek sen benimle Kuran tartışıyorsun! Ama Kuran’da ne yazılı olduğundan haberin yok!

        ”Kendisine karşı casusluk yapacağını bilemeden cinleri yaratan demişsin.Bu fikrin senin olsun” demişsin bana,

        “Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk.” Cin,8-Diyanet
        “Halbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde GAYB HABERLERİNİ DİNLEMEK İÇİN OTURURDUK. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur.”Cin,9-Diyanet

        Gördüğün gibi bir zamanlar cinler göğün bir yerlerinde oturup gayb haberlerini dinlerlermiş! Herhalde bunlar dinlenilmemesi gereken şeylermiş ki ”kendilerini gözetleyen yakıcı bir ışık ile” engellenmişler!

        Ben birşey yazdığımda bu adam ne demek istiyor diye bir araştırma yapsanız bu durumlara düşmekten kendinizi kurtarabilirsiniz!

        Benim durduğum yeri eleştirebilmen için kendi durduğun yeri mantıksal boşluk bırakmayacak şekilde kanıtlayabiliyor olmalısın! Benim yerimi kanıtlama iddiam yok çünkü yapamam! Benim için birilerinin kanıtlayacağını da düşünemem! Çünkü ben Tanrının sözlerini toparlayıp Kitap haline getirirken bile o sözlerin doğruluğu için en az 4 şahit arayan insanların peygamberinizin sözleridir diye önlerine konulanlara şahit aramaksızın itibar ettiğini bilirim! Bir sözün tanrı sözü olduğuna kanaat getiremek için 4 kişinin bir kurula şehadet vermesi gereklidir ama peygamberin sözleridir denilenlerin şahitliğe veya kanıtlanmaya ihtiyacı yoktur!

        Bu yüzden sizin için peygamberiniz tanrınızdan daha büyüktür! İşte sizin tarafınızdan peygamberinin altına konumlandırılan bir tanrının onurunu korumak ve tanrısal vasıfların ne şekilde tezahür etmesi gerektiğini söylemek benim gibi DEİSTLERE düşüyor! Sorumluluğun dik alası bendeyken bana sorumluluktan kaçıyor diyene bakın! Asıl sen tanrından kaçıp peygamberine sığınıyor olmanı bana değil tanrına açıklamalısın!

        Yaşayın siz emi!

    • T.TAŞPINAR dedi ki:

      toro,
      ELİNİZDEKİ TEVRATI DENİYOR DEĞİL Mİ,SİZİN KENDİNİZİN KEYFİNİZE GÖRE YAZDIĞINIZ VE ADINI TEVRAT KOYDUĞUNUZ KİTABI NEDEN KURAN TASDİK ETSİN..?İŞTE O TEVRAT DEĞİLDİR DİYORUM..AMA İŞİNE GELMEYEN HİÇ BİR ŞEYİ KABUL ETMEZSİNİZ..PEYGAMBER ZAMANINDA YAHUDİ DİN ADAMLARINDAN BİRİ ÇIKIYOR KENDİ SEÇTİĞİ VE İŞİNE GELEN, YAHUDİLERİN HOŞUNA GİDECEK İFADELERİ DE BUNLAR DA ALLAH KATINDAN DEYİP TEVRAT ADI ALTINDA YAZIYOR VE BUNLARI SATIYOR..ÇOĞUNLUĞUN DA HOŞUNA GİDİYOR VE BAYAĞI BİR MİKTAR PARA KAZANIYOR..ŞİMDİ BU DA ELLERİNDEKİ TEVRAT MI OLACAKTIR..? GERÇİ NE KADAR ANLATIRSAM ANLATAYIM KABUL EDECEK DEĞİLSİNİZ,ŞİMDİYE KADAR ÇOK SEVDİĞİNİZ BİR KONUYDU DEĞİL Mİ BU KONU HALA AYNI ŞEYİ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?
      (Büyük harfle yazdım çünkü her cümlenizin sonunda hiç bıkıp usanmadan ünlem işareti yemek insanı biraz bağırtıyor..!!!!
      Eğer klavyenizin “nokta” tuşu çalışmıyor ve ünlem ile idare ediyorsan üzülürüm doğrusu..gerekirse bir klavye gönderebilirim size..durumunuzu bilemem dalga geçmiyorum…gerçekten gönderebilirim…yurt dışında değilseniz tabii)

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Size söylediğim her şey ancak ünlemle vücut bulabiliyor maalesef! Şaka bir yana bu benim tarzım, size özel bir durum değildir! Ama bu yüzden sizi rahatsız ettiysem sizden ve nezdinizde aynı durumdan rahatsız olan arkadaşlardan özür dilerim. Fakat bu benim tarzım ve hiç bir art niyet yüklemeksizin böyle yazmaya devam edeceğim!

        O yahudi din adamlarının yaptıkları tevratı değiştirmek değildir! Tevratın tanrısının ağzından tevratta olmayan ayetler devşirmek ya da peygamberlerini konuşturmak süretiyle çıkar teminine çabalamaktır! Ne tesadüf bunu hadisçilerle, mucizecilerde islam dini içinde yapıyor!

        Birde unutmayın o küçümsediğiniz tevrat yüzlerce belki binlerce kişinin elinde mevcutken ve bu tevrat sahiplerinin arasında ellerindeki tevratlarının birbirleriyle aynı olmaması gibi bir sorun yokken sizin Kuranınız hala ele gelmeyen ayetler topluluğu olarak bir kısım zümrenin tekelinde bulunuyordu!

        Onlarla boşa yarışıyorsunuz! Zira onların kitapları sizin tanrınız(!) tarafından bile tasdik edilmek zorunda kalınmışken yani adamlar kitaplarının orjinalliğini sizin tanrınıza kabul ettirmişken sizin kitabınız hala onlar tarafından kabul edilmemiştir! Yani onlar kendilerini en azından size kanıtlatabilirken siz kendinizi başkalarına kanıtlatamıyorsunuz! Yani kaş yaparak nufüz sağlayacağım inanır devşireceğim derken kendi gözünü çıkarma hali söz konusu!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        Günümüzde Tevrat adı altında okunan kitaplarla ilgili başka bir kaynaktan alıntı yapayım:
        “Hz. Mûsâ (a.s.) vefatından önce kendi ölüm ilânını vermiş olabilir mi? “Ve Rabbin sözüne göre, Rabbin kulu Musa orada, Moab diyarında öldü. Ve Moab diyarında Beyt-peor karşısındaki derede onu gömdü; fakat bugüne kadar kimse onun kabrini bilmez. Ve Musa öldüğü zaman yüz yirmi yaşında idi; gözü zayıflamadı, ve kuvveti eksilmedi. Ve İsrail oğulları, Moab ovasında, otuz gün Musa’ya ağladılar; ve Musa için yas ağlama günleri tamam oldu… Musa gibi Rabbin yüz yüze bildiği bir peygamber daha İsrail’de çıkmadı.” (Tesniye, 34/5-8, 12, s. 215) Görüldüğü gibi bu cümlelerde Hz. Mûsâ’nın vefatından, gömülmesinden ve sonrasından bahsediliyor. Hz. Mûsâ’dan çok sonraları kaleme alındığı anlaşılan bu yazıları, Hz. Mûsâ’ya mal etmeye çalışan yahûdilere ve hıristiyanlara Allah akıl ve hidâyet versin!”

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Ne kadar komik bir durumda olduğunuzun farkındamısınız? Ben size bizzat sizin değiştirilmediği ve içine eklemeler yapılmadığını(!) kesin bir dille söylediğiniz kutsal kitabınız Kuran’dan alıntılar yaparak, Kuran’ın indirildiği anda Yahudilerin elinde bulunan Tevratın değiştirilmemiş veya içine eklemeler yapılmamış bir kitap olduğunun doğrudan Kuran’daki tanrı tarafından teyit edildiğini gösteriyorum! Ya da diyelim ki iddia ediyorum! Sizin kendinizi savunmak için ya da beni çürütmek için yardım alacağınız kitap Tevrat mı olmalıydı? İlgiçn değilmi ben bir şey iddia ediyorum ve yanımda kuran var! Siz o iddiayı çürütmek için yanınıza Kuran ı değil tevratı alıyorsunuz!

        Üstelik bu yönteminiz ayağınıza kurşun sıkmaktır! Eğer bir kitabın problemli olduğunu bizzat o kitabın içinden bilgilerle kanıtayabiliyorsak benim bizzat Kuran içinden ayetlerle yaptığım eleştirileri de sineye çekmek zorunda kalırsınız!

        Kuran ın yahudilere doğrudan ELİNİZDEKİNİ TASDİK ediyorum, onu 1.HAKEM olarak kullanmanızı tercih ediyorum dediği yerde siz garip bir şaşkın olmaktan öteye bir durum sergileyemezsiniz! Sizin eliniz,kolunuz bizzat kendi tanrınız tarafından bağlanmıştır!

        Hadi bakalım Kuran’daki tanrı sözlerini(!) Kuran dışı kaynaklarla YALANLAMAYA devam edin!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        Bakara 89- Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah’ın laneti kâfirleredir.
        Elmalılı tefsirinden alıntı:
        “… .Daha önceleri ise onlar küfür ehline, yani müşrik Araplar’a karşı bunun geleceğinden söz açıyorlar ve bu sayede onlara üstünlük sağlayacaklarına inanıyorlardı. “Allah’ımız Tevrat’ta özelliklerini yazılı bulduğumuz ahir zaman nebîsi hürmetine bize yardım et!” diye dua ve istimdat ediyorlar ve müşriklere “Bizim söylediğimizi tasdik ederek ortaya çıkacak olan bir peygamberin gelme zamanı yaklaştı, gölgesi üstümüzde dolaşıyor. Biz onunla bir olup sizi Âd ve İrem gibi katledeceğiz.” diyorlardı.
        İbnü Abbas, Katade, Süddî demişlerdir ki, Peygamber Efendimiz’in gelmesinden önce Beni Kurayza ve Beni Nadir yahudileri, Evs ve Hazreç kabilelerine karşı onunla fetih isterlerdi. Bu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur.
        Ne zaman ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan onlara böyle bir halde geldi; o tanıdıkları kendilerine gelince bunlar onu inkâr ettiler, tanımaz oldular. Allah’ın laneti kâfirleredir. Bunun için bunlar mel’ûn oldular.”
        Ellerindekini tasdik etmesi,daha önce müşrik Arapların tavırlarının aksine Tevrat’ın Allah’tan geldiğini inkar etmeyip onun da ilk kaynak olarak Allah kelamı olduğunun tasdik edilmesidir.Burada vurgulanan olay, önceleri müşriklerin Tevrat ı inkar etmeleri ve yeni bir peygamberin geleceğine dair yine Tevrat tan edindikleri bilgilerine dayanarak müşriklere karşı kendilerini savunmalarıdır ve Kuran gelince ise bunlar hiç olmamış gibi davranmalarıdır..Müşriklerin inkar ettiği neydi? Tevratın tanrı kaynaklı olduğu değil mi?
        Buna karşılık Kuranın tasdik ettiği ne olabilir? Aslen tanrı kaynaklı olduğu…SADECE VE SADECE ALLAH KAYNAKLI OLDUĞUNUN TASDİKİ…AYETLERİ ANLAMLANDIRIRKEN AYETİN AMACINI,HANGİ OLAY ÜZERİNE GELDİĞİNİ,ÖNCESİNİ VE SONRASINI DÜŞÜNMEZSENİZ MUTLAKA YANLIŞ YORUMLARA GİDERSİNİZ..

        Bu konuda özellikler Maide 46 .ayete dikkat etmek gerekir. Bu ayetin bir kaç mealci tarafından nasıl anlamlandırıldığına bakalım.
        ayetin Arapçasında tam anlamıyla “Tevrat’tan ellerindekini ” anlamını içeriyor.

        limâ beyne yedeyhi : elleri arasındakini, ellerindekini, yanlarındakini
        min et tevrâti : Tevrat’tan
        (Bu ifadeler aynı ayette iki kez geçiyor)
        “min” edatı -den -dan yani içinden anlamını katıyor.
        mealcilerin bir çoğu buna göre anlam vermiş..:

        Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem’in oğlu İsâ’yı gönderdik. Ve ona, içinde bir hidayet ve bir nur olan, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekîler (takvâ sahipleri) için, hidayete erdirici ve vaaz edici (öğüt verici) olan İncil’i verdik.
        Daha onların (teslim olmuş Nebilerin) izleri üzere, Tevrat’tan, ellerindekini (gerçek olanını) tasdik edici olarak Meryemoğlu İsa’yı gönderdik. Ona, içinde Hüda (hakikat ilmi) ve Nur bulunan; Tevrat’tan Ona ulaşmış olanı da tasdik eden, korunanlar için bir hidâyet kılavuzu mahiyetindeki İncil’i, öğüt olması için verdik.
        O Peygamberlerin izinde, onların ardından önündeki kitapta, Tevrat’a ait olanları tasdik eden, Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. İçinde hak yolu aydınlatıcı bilgiler ve nur olan, önündeki kitapta, Tevrat’a ait olanları, tasdik eden, Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlara, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minlere hidayet rehberi, öğüt ve uyarı olan İncil’i de biz Îsâ’ya verdik.
        Biz, Meryem oğlu İsayı, o (geçmiş peygamber)lerin izleri üzerinde Tevrattan (o güne) kalanın doğruluğunu tasdik edici olarak gönderdik. Biz, ona, Allaha karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara bir rehber ve bir öğüt olarak Tevrattan (o güne) kalanı tasdik eden, içinde rehberlik ve aydınlık bulunan İncili verdik.
        Ardından o peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Tevrat’tan yanında bulunanı doğruluyordu. Ona İncil’i verdik. Hidayet ve ışık vardı onda. Tevrat’tan yanında olanı tasdikleyici idi. Doğruya ve güzele kılavuzdu, takvaya sarılanlara bir öğüt.
        ŞİMDİ ŞÖYLE BİR DÜŞÜNELİM:
        KURAN İNCİL’DE TEVRAT İÇİN “TEVRAT’IN İÇİNDEN ELLERİNDEKİ-YANLARINDAKİNİ TASDİK EDİLDİĞİNİ ” SÖYLÜYOR.KURANDAN YAKLAŞIK 600 YIL ÖNCE GELEN BİR KİTAP İÇİN “TEVRATIN İÇİNDEN ELLERİNDEKİNİ “DİYECEK AMA KURAN ELLERİNDE TEVRAT ADINI VERDİKLERİ HERŞEYİ NE YAZARLARSA YAZSINLAR TASDİK ETMİŞ OLACAK..BUNU MANTIĞINIZ KABUL EDİYOR MU?AMA BİLİYORUM Kİ SİZİN MANTIĞINIZ KURANIN ALEYHİNDE OLMAK KOŞULUYLA HER ŞEYİ KABUL EDER..MAALESEF..
        BU BİLGİLERLE BU KONUYU KAPATIYORUM..

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        DAHA ÖNCE 15/07/2014 10:07 DE GÖNDERDİĞİM MESAJIM ARADA KAYNADI FARKEDİLMEDİ SANIRIM HERHANGİ BİR CEVAP ALAMADIM .AŞAĞIDA TEKRAR EDİYORUM..
        toro,
        Bakara 89- Yanlarındakini tasdik etmek üzere onlara Allah katından bir kitap gelince, daha önceleri inanmayanlara karşı onunla yardım isteyip durdukları halde, o tanıdıkları kendilerine gelince, bu sefer kendileri onu inkâr ettiler. İşte bundan dolayı Allah’ın laneti kâfirleredir.
        Elmalılı tefsirinden alıntı:
        “… .Daha önceleri ise onlar küfür ehline, yani müşrik Araplar’a karşı bunun geleceğinden söz açıyorlar ve bu sayede onlara üstünlük sağlayacaklarına inanıyorlardı. “Allah’ımız Tevrat’ta özelliklerini yazılı bulduğumuz ahir zaman nebîsi hürmetine bize yardım et!” diye dua ve istimdat ediyorlar ve müşriklere “Bizim söylediğimizi tasdik ederek ortaya çıkacak olan bir peygamberin gelme zamanı yaklaştı, gölgesi üstümüzde dolaşıyor. Biz onunla bir olup sizi Âd ve İrem gibi katledeceğiz.” diyorlardı.
        İbnü Abbas, Katade, Süddî demişlerdir ki, Peygamber Efendimiz’in gelmesinden önce Beni Kurayza ve Beni Nadir yahudileri, Evs ve Hazreç kabilelerine karşı onunla fetih isterlerdi. Bu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur.
        Ne zaman ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan onlara böyle bir halde geldi; o tanıdıkları kendilerine gelince bunlar onu inkâr ettiler, tanımaz oldular. Allah’ın laneti kâfirleredir. Bunun için bunlar mel’ûn oldular.”
        Ellerindekini tasdik etmesi,daha önce müşrik Arapların tavırlarının aksine Tevrat’ın Allah’tan geldiğini inkar etmeyip onun da ilk kaynak olarak Allah kelamı olduğunun tasdik edilmesidir.Burada vurgulanan olay, önceleri müşriklerin Tevrat ı inkar etmeleri ve yeni bir peygamberin geleceğine dair yine Tevrat tan edindikleri bilgilerine dayanarak müşriklere karşı kendilerini savunmalarıdır ve Kuran gelince ise bunlar hiç olmamış gibi davranmalarıdır..Müşriklerin inkar ettiği neydi? Tevratın tanrı kaynaklı olduğu değil mi?
        Buna karşılık Kuranın tasdik ettiği ne olabilir? Aslen tanrı kaynaklı olduğu…SADECE VE SADECE ALLAH KAYNAKLI OLDUĞUNUN TASDİKİ…AYETLERİ ANLAMLANDIRIRKEN AYETİN AMACINI,HANGİ OLAY ÜZERİNE GELDİĞİNİ,ÖNCESİNİ VE SONRASINI DÜŞÜNMEZSENİZ MUTLAKA YANLIŞ YORUMLARA GİDERSİNİZ..

        Bu konuda özellikler Maide 46 .ayete dikkat etmek gerekir. Bu ayetin bir kaç mealci tarafından nasıl anlamlandırıldığına bakalım.
        ayetin Arapçasında tam anlamıyla “Tevrat’tan ellerindekini ” anlamını içeriyor.

        limâ beyne yedeyhi : elleri arasındakini, ellerindekini, yanlarındakini
        min et tevrâti : Tevrat’tan
        (Bu ifadeler aynı ayette iki kez geçiyor)
        “min” edatı -den -dan yani içinden anlamını katıyor.
        mealcilerin bir çoğu buna göre anlam vermiş..:

        Onların izleri üzerine, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik edici olarak Hz. Meryem’in oğlu İsâ’yı gönderdik. Ve ona, içinde bir hidayet ve bir nur olan, Tevrat’tan ellerinde bulunanı tasdik eden ve müttekîler (takvâ sahipleri) için, hidayete erdirici ve vaaz edici (öğüt verici) olan İncil’i verdik.
        Daha onların (teslim olmuş Nebilerin) izleri üzere, Tevrat’tan, ellerindekini (gerçek olanını) tasdik edici olarak Meryemoğlu İsa’yı gönderdik. Ona, içinde Hüda (hakikat ilmi) ve Nur bulunan; Tevrat’tan Ona ulaşmış olanı da tasdik eden, korunanlar için bir hidâyet kılavuzu mahiyetindeki İncil’i, öğüt olması için verdik.
        O Peygamberlerin izinde, onların ardından önündeki kitapta, Tevrat’a ait olanları tasdik eden, Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. İçinde hak yolu aydınlatıcı bilgiler ve nur olan, önündeki kitapta, Tevrat’a ait olanları, tasdik eden, Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlara, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minlere hidayet rehberi, öğüt ve uyarı olan İncil’i de biz Îsâ’ya verdik.
        Biz, Meryem oğlu İsayı, o (geçmiş peygamber)lerin izleri üzerinde Tevrattan (o güne) kalanın doğruluğunu tasdik edici olarak gönderdik. Biz, ona, Allaha karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara bir rehber ve bir öğüt olarak Tevrattan (o güne) kalanı tasdik eden, içinde rehberlik ve aydınlık bulunan İncili verdik.
        Ardından o peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Tevrat’tan yanında bulunanı doğruluyordu. Ona İncil’i verdik. Hidayet ve ışık vardı onda. Tevrat’tan yanında olanı tasdikleyici idi. Doğruya ve güzele kılavuzdu, takvaya sarılanlara bir öğüt.
        ŞİMDİ ŞÖYLE BİR DÜŞÜNELİM:
        KURAN İNCİL’DE TEVRAT İÇİN “TEVRAT’IN İÇİNDEN ELLERİNDEKİ-YANLARINDAKİNİ TASDİK EDİLDİĞİNİ ” SÖYLÜYOR.KURANDAN YAKLAŞIK 600 YIL ÖNCE GELEN BİR KİTAP İÇİN “TEVRATIN İÇİNDEN ELLERİNDEKİNİ “DİYECEK AMA KURAN ELLERİNDE TEVRAT ADINI VERDİKLERİ HERŞEYİ NE YAZARLARSA YAZSINLAR TASDİK ETMİŞ OLACAK..BUNU MANTIĞINIZ KABUL EDİYOR MU?AMA BİLİYORUM Kİ SİZİN MANTIĞINIZ KURANIN ALEYHİNDE OLMAK KOŞULUYLA HER ŞEYİ KABUL EDER..MAALESEF..
        BU BİLGİLERLE BU KONUYU KAPATIYORUM..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        madem bu konuya nokta koymak istiyorsun, gel şu noktayı birlikte koyalım.

        Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır. (nisa-136)

        yukarıdaki Nisa-136’ya, aşağıda parantez içerisinde gösterdiğim yamayı yaptım,

        Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba (tahrif olan kısımlar hariç) iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyle sapıtmıştır. (nisa-136)

        işte şimdi nokta tam, nokta gibi nokta oldu,

        artık gönül rahatlığıyla, Allahın gönderdiği kitaplara inanıp, içeriğine inanmamakta serbestsiniz, (öyle ya içeriğini inkâr etmek kitapları inkâr etmek anlamına gelmez) bu kıyağımı da unutmayın, tahrif olan kısımlar nereleri diye de sormayın,

        sizde biraz çaba gösterin, alın elinize birer Tevrat, nereleri tahrif edilmiş araştırıp bulun?

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        sonradan aklıma geldi, aşağıdaki değişikliği yapma gereği duydum,

        imanın şartlarında biri olan “Allahın gönderdiği kitaplara inanmak” şartını, “Allahın kitaplar gönderdiğine inanmak” şeklinde değiştirdim,

        işte şimdi, nokta tam anlamıyla nokta oldu.

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Siz bizim üzerimizde bir otorite olarak konuyu kapatmışsınız! Bunun üzerine size cevap yazmaya gerek duymadım! Zaten konuyla ilgili yorumlarıma diğer muhataplarım bazında devam ettiğimi görüyorsunuzdur!

        Sadece bir noktaya değinip bırakacağım!

        Demişsiniz ki;

        ”KURAN İNCİL’DE TEVRAT İÇİN “TEVRAT’IN İÇİNDEN ELLERİNDEKİ-YANLARINDAKİNİ TASDİK EDİLDİĞİNİ ” SÖYLÜYOR.KURANDAN YAKLAŞIK 600 YIL ÖNCE GELEN BİR KİTAP İÇİN “TEVRATIN İÇİNDEN ELLERİNDEKİNİ “DİYECEK AMA KURAN ELLERİNDE TEVRAT ADINI VERDİKLERİ HERŞEYİ NE YAZARLARSA YAZSINLAR TASDİK ETMİŞ OLACAK..BUNU MANTIĞINIZ KABUL EDİYOR MU?”

        🙂 Sayın T.TAŞPINAR, Diyelim ki İncil için Kuran’da ”Tevratın içinden ellerindekini” tasdik ediyor diyor.Yani İncil için ayrıntıya girmekten yani tanımlamayı biraz daha belirgin yapmaktan geri durmuyor! Peki doğrudan tevrattan bahsettiği anlarda bu ayrıntıya girmemesini nasıl yorumlayacaksınız?

        Bunuda geçiyorum! Tevratın aslının yani tanrıdan indiği andaki orjinal halinin 500 sayfa olduğunu varsayalım! Sonra diyorsunuz ya ”ELLERİNDE KALANI” diye, işte İncil geldiğinde ellerinde kalan Tevrat’ta 200 sayfaya düşmüş olsun! Ne değişir? Kuran alenen İncil indirildiğinde elde kalmış olanı aynen onamış olduğunu söylüyor!

        O elde kalan ve Kuran tarafından onanan Tevratın içinde de Yakup un tanrısını güreşerek yendiğinden bahsediyor! Dolayısıyla elde kalanın içinde bulunan bu kıssa da onanıyor! Hatta daha da ileri gidilerek Tevratta tanrısını güreşte yendiği ve bu yüzden kendisine tanrısı tarafından İSRAİL (Tanrıyla güreşen) adı verildiği anlatılan Yakub’un bu ünvanı bizzat Kuran’ın içinde ve Kuran’ın tanrısı tarafından zikrediliyor! Sizce Kuran’ın tanrısı Yakup’un 12 oğlundan gelen nesli tanımlamak için kullandığı İSRAİLOĞULLARI ünvanın ne anlama geldiğinden habersizmiydi?

        Kusura bakmayın siz şuanda Yakup’un tanrısını güreşte yendiğine iman etmek zorundasınız! Müslüman olamanız gereği tanrınızın işaret ettiği hükümlere aynen uymalısınız!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        İncilde Tevrantan ellerindekini denmesinden maksat örneğin 500 sayfalık Tevratın 200 sayfaya düşmesi değil..500 sayfadan 800 sayfaya çıkmış da olabilir..Asıl-gerçek Tevrattan gerçekten Allah ın indirdiği hükümlerden kalanlardan bahsediliyor..800 sayfaya çıkmış ama gerçekten Allahın hükmü olan bölümler 250 sayfaya düşmüş olabilir.Bahsettiğin İsrail-Yakup peygamber güreş olayı gibi olaylar da bu 250 sayfanın dışında kalanlardandır..
        “…Yani İncil için ayrıntıya girmekten yani tanımlamayı biraz daha belirgin yapmaktan geri durmuyor! Peki doğrudan tevrattan bahsettiği anlarda bu ayrıntıya girmemesini nasıl yorumlayacaksınız?” diyorsunuz.Bunun sebebini önceki mesajımda büyük harflerle açıklamıştım aslında ve bahsettiğim tefsirdeki yorumlar bu konuyu açıklar nitelikteydi:
        Ne demişim:
        “Buna karşılık Kuranın tasdik ettiği ne olabilir? Aslen tanrı kaynaklı olduğu…SADECE VE SADECE ALLAH KAYNAKLI OLDUĞUNUN TASDİKİ…AYETLERİ ANLAMLANDIRIRKEN AYETİN AMACINI,HANGİ OLAY ÜZERİNE GELDİĞİNİ,ÖNCESİNİ VE SONRASINI DÜŞÜNMEZSENİZ MUTLAKA YANLIŞ YORUMLARA GİDERSİNİZ..”

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        sadece, Allah’ın içeriğini koruyacağına dair garanti verdiği ve bu garantiyi ve güvenceyi içeriğinde bildirdiği Kitap olan Kuran’ın içeriğinin ALLAH kelamı olduğunu kabul etmekle sorumluyum..diğerlerinin sadece orjinallerinin yani Allah ın vahyettiği hallerinin Allah kelamı olduğuna inanmak zorundayım..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir. (ali İmran-3)

        Şüphe yok ki biz, Tevrat’ı indirdik, onda doğru yola sevk ediş ve nûr var. Tanrıya teslîm olan peygamberlerle hükümleri bilenler ve Allah kitabını korumaya memûr olan bilginler, Yahûdilere, hep ona göre hüküm verirlerdi ve hepsi de o kitabın doğruluğuna tanıktı. Artık insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi, az bir menfaat karşılığında satmayın ve kimler, Allah’ın indirdiği hükme uygun olarak hüküm vermezlerse onlardır kâfirlerin ta kendileri (maide-44)

        Allah kitabını korumaya memûr olan bilginler, Yahûdilere, hep ona göre hüküm verirlerdi ve hepsi de o kitabın doğruluğuna tanıktı (maide-44 kısmi alıntı)

        peki yukarıdaki tanrı kelamında Allahın gönderdiği Tevratı korumaya memur kılınan bilginler neyin nesi? neyi korumaya memur edilmişler?

        O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. (ali İmran-3 kısmi alıntı)

        yukarıdaki tanrı kelamından ne anlıyorsun? kendinden öncekileri doğrulayıcı bir kitap olarak indirilen hangi kitap sence?

        sadece, Allah’ın içeriğini koruyacağına dair garanti verdiği ve bu garantiyi ve güvenceyi içeriğinde bildirdiği Kitap olan Kuran’ın içeriğinin ALLAH kelamı olduğunu kabul etmekle sorumluyum..diğerlerinin sadece orjinallerinin yani Allah ın vahyettiği hallerinin Allah kelamı olduğuna inanmak zorundayım.. (senden alıntı)

        yani Kuran konusunda Emevilere? güvenim tamdır diyorsun, diğerleri için “Allahın vahyettiği hallerinin Allah kelamı olduğuna inanmak zorundayım” diyorsun

        peki bu hallerin neler olduğunu biliyor musun?

        ayrıca, tanrının koruyacağına dair garanti verdiği kitabı kim yazmış olursa olsun gözü kapalı inanırım diyorsun, tanrının koruyacağına dair garanti vermediğine inandığın kitaplardan söz ederek, tanrının Kurandan önce gönderdiği kitapları korumadığını iddia ediyorsun,

        bir tanrı hiç korumamak amacıyla kitap gönderir mi?

        “”””Bahsettiğin İsrail-Yakup peygamber güreş olayı gibi olaylar da bu 250 sayfanın dışında kalanlardandır.. (senden alıntı)

        Bu kadar emin konuştuğuna göre galiba elinde orijinal Tevrat var,

        şuna emin olun tanrınız bile şeytana parmak ısırtacak olan bu tavrınızdan dolayı sizden …..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        1okuyucu konuyu sizin için kapatmış. Bence artık varlık gösteremediğiniz bir konuda fikir beyan etmeye çabalamamalısınız!

        Benim açımdan konu gayet açık ve nettir! Çünkü okuduğumu anlama konusunda bir problem yaşadığımı düşünmüyorum!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.1okuyucu,
        “Allah kitabını korumaya memûr olan bilginler, Yahûdilere, hep ona göre hüküm verirlerdi ve hepsi de o kitabın doğruluğuna tanıktı (maide-44 kısmi alıntı)”
        Peki “Allah’ın kitabını korumaya memur olan bilginler”in bu koruma görevlerini hakkıyla yerine getirdikleri Kuran’ın neresinde yazıyor..hem zaten geçmiş zamandan bahsediliyor..eskiden öyleydi deniyor..sonra “ayetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın” diye de uyarıyor..
        ayrıca
        bi mâ istuhfizû : muhafaza etmeleri istenen şey ile
        min kitâbi allâhi : Allâh’ın (c.c.) Kitabından
        yukarıdaki kelime açıklamalarına göre Tevrat’ın tamamının korumaya memur edilmemişler,Allah’ın kitabından korumaları istenen şeyden bahsedilmiştir. -min edatı bunu gösteriyor..
        Defalarca söyledim,Kuranın doğrulayıcılığı sadece önceki kitapların orjinal halleri içindir veilk hallerinin Allah kaynaklı olduğunu doğrular..sonra defalarca önceki dinlerin bozulduğundan bahsedilir Kuran’da.. kitapları bozulmadan bu dinler neden ve nasıl bozolsun ki?
        Kuranın korunması konusunda Emevilere değil,Allah’a ve onun verdiği bir sözü mutlaka yerine getireceğine güvenim tamdır..Kuranı korumaya Allah söz vermiştir..
        İsrail-yakup peygamber güreş olayında elimde orijinal Tevratın olmasına gerek yok..bir insanın Allah ı herhangi bir konuda yendiğini içeren hiç bir iddia kabul edilemez zaten..
        Tevrat ve incilin orjinal hallerinin nasıl olduğunu bilmeme gerek ve imkan yok zaten..bilinebilecek olsaydı Allah bu dinlerin bozulduğunu söylemezdi..bunların sadece ilk hallerinin Allah kelamı olduğuna inanmam gerekli ve yeterlidir..
        Düşünün bakalım yeryüzünde içeriğinin Allah tarafından korunacağına dair iddia içeren kaç tane kitap var…

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        “”””Peki “Allah’ın kitabını korumaya memur olan bilginler”in bu koruma görevlerini hakkıyla yerine getirdikleri Kuran’ın neresinde yazıyor.. (senden alıntı)

        Maide-44’te yazıyor!!!

        “””“ayetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın” (senden alıntı)

        Kuranın tanrısı, ayetlerimi çıkarlarınıza alet ederek yorumlamaya kalkışmayın diyor,

        “””Defalarca söyledim,Kuranın doğrulayıcılığı sadece önceki kitapların orjinal halleri içindir veilk hallerinin Allah kaynaklı olduğunu doğrular..sonra defalarca önceki dinlerin bozulduğundan bahsedilir Kuran’da.. kitapları bozulmadan bu dinler neden ve nasıl bozolsun ki? (senden alıntı)

        bozulan tanrının gönderdiği dinler değildir, bozulmuş olan, kitaplardaki ayetleri kendi çıkarlarına göre yorumlayanların sebep olduğu yanlış din anlayışıdır,

        ama bunun sebebi kitapların bozulması değildir, geçmişte nasıl bozulduğunu bilemesek te günümüzde nasıl bozulduğunu İslâm alemine bakarak rahatlıkla bilebiliriz,

        hepsi aynı kitabı okudukları halde, kendi inanışlarını doğru olarak kabul edenlerin, birbirlerini kâfirlikle suçladıklarını birebir yaşamıyor muyuz?

        hatta buradaki bazı Müslüman arkadaşlar, İslâm aleminin din anlayışının Kuranın getirdiği din anlayışıyla uyuşmadığını söylüyorlar,

        Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu kulluhu lillâhi, fe inintehev fe innallâhe bimâ ya’melûne basîr(basîrun). (ayetin Arapçasının Türkçe karakterlerle yazılmış hali)

        Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. (enfal-39 diyanet meali)

        aşağıdaki, Kuranmeali sitesinden rastgele seçtiğim bir tercüme,
        Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din, tamamıyla Allah’a münhasır oluncaya dek savaşın onlarla. Savaştan vazgeçerlerse şüphe yok ki Allah, onların yaptıklarını görür. (enfal-39)

        aşağıdaki, onun cankuşundan seçtiğim tercüme!!!
        Temel hak ve özgürlüklere yapılan tecavüz, baskı, zulüm, işkence ve fitne ortadan kalkıncaya, sadece Allah’ın dini ve düzeni, medenî kurallar, İslâm, toplumda Allah adına varlığını ve hâkimiyetini tamamen sağlayıncaya kadar onlarla savaş. İnkâra, işkence ve zulme son verirlerse, bilsinler ki, Allah onların işledikleri amelleri biliyor, görüyor, davranışlarını mükâfatlandıracak. (wnfal-39)

        bence doğru söylüyorlar, Allahın dinini yeryüzünde egemen kılmaları gibi bir görevleri varken, kendi dinlerini birbirlerine dayatmaya kalkıyorlar, yani Allah yolunda savaşacaklarına kendi yollarında savaşıyorlar, üstelik Allah yolunda savaştıklarını iddia ederek Allahı da, kitabını da çok ucuza satıyorlar,

        demekki bozulan kitaplar değil, kitapları kendi çıkarlarına yorumlayan sakat kafalar,

        bir örnek daha vereyim;

        Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (nisa-3 diyanet meali)

        Ortadoğudaki Arap kralları ve şeyhler ikişer, üçer, dörder alın faslını, bir seferde ikişer, üçer, dörder almak kaydıyla defalarca alabilirsiniz olarak anlamış! olmalılar ki içlerinde karılarının sayısını bilmeyenler bile var,

        “””bi mâ istuhfizû : muhafaza etmeleri istenen şey ile
        min kitâbi allâhi : Allâh’ın (c.c.) Kitabından
        yukarıdaki kelime açıklamalarına göre Tevrat’ın tamamının korumaya memur edilmemişler,Allah’ın kitabından korumaları istenen şeyden bahsedilmiştir. -min edatı bunu gösteriyor.. (senden alıntı)

        Allahın kitabını korumaya memur edilmiş alimler olacak ama Allah kitabından bazı şeylerin muhafaza edilmesini isteyecek, bazı şeylerinde muhafaza edilmemesini istemeyecek, öylemi? Tanrınız böyle dediğinizi duymasın? Muhafaza edilmesi istenen şeyin Tevrat olduğu belli değil mi? şey kelimesinin tekil anlam içerdiğini söylemeye gerek yok sanırım?

        “””Düşünün bakalım yeryüzünde içeriğinin Allah tarafından korunacağına dair iddia içeren kaç tane kitap var… (senden alıntı)

        tanrına hakaret ettiğinin farkında bile değilsin.

        korunduğunu iddia ettiğin kitapta bile bir sürü saçmalıklar varken, Kurandan yüzlerce, binlerce yıl önce yazılmış kitaplarda saçmalığın daniskasının olmasından daha normal ne olabilir ama gelgelelim bu kitapların savunucuları, “katli vaciptir” tehdidini demoklesin kılıcı gibi itiraz etmeye kalkanların üzerinde salladığından, tanrıyla güreşen adam masalı günümüze kadar gelmiş, kabul etsen de gelmiş, etmesen de gelmiş,

        neye nasıl inanacağında beni hiç ilgilendirmiyor, o seninle tanrın arasındaki bir konu

        sahi Kuranda tanrıyla güreşen adam kıssasına getirilen bir eleştiri var mı?

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Bakın bütün iyi niyetimle söylüyorum ki, sizi okurken yoruluyorum! Çünkü ben isteyerek dahi sizin gibi mantıksız söylemleri dillendiremem!

        Bakın düşüncesine katıldığım bir yazar aynen şöyle söyler;

        ”Tanrı asla eskisinden daha az doğru, merhametli, adil ya da iyi olamaz. Tanrı’nın günümüzdeki karakteri her zaman Kutsal Kitap çağlarında olduğu gibi kalacaktır. O zaman, Yahve’nin aslında kim olduğunu, yani üç bin yıl önceki kimliğini, sonsuz dek değişmeden koruduğunu gösteriyor. Tanrı’nın ahlaksal karakteri değişmez. İnsan sözleri değişken şeylerdir. Ancak Tanrı’nın sözleri böyle değildir; sonsuza dek kalıcıdır. Tanrı’nın sonsuz gerçeğini hiçbir şey iptal edemez.” Prof. Dr. J.I. Packer

        Yani tanrı Tevratı gönderirken başka, İncili gönderirken daha başka, Kuran’ı gönderirken ise bambaşka bir karekterde olmaz! Çünkü tanrı olanlara göre tavır değiştiren ya da tavır alan değildir! Tanrının tepkilerini yarattıklarının eylemleri ya da o eylemlerin sonuçları belirlemez!

        Dolayısıyla tanrı yaptım dediği şeyi bütün tarihi boyunca yapmıştır, yapacağım dediği şeyi şartlar ne olursa olsun, ne kadar değişirse değişsin yapacaktır! Korurum dediği şeyleri korumuştur,korur! Tanrı olmanın gereği budur! Tanrı tv de maç seyrederken gol kaçıran futbolcuya sinirlenen, bir dram seyrederken sözünden etkilendiği bir aktör tarafından göz yaşlarına boğulan değildir! Tepkileri durağandır,sabittir! Şaşırmaz, etkilenmez, acımaz, çekinmez,korkmaz,sevmez!

        İşte bu nedenle siz ;

        ”Şüphesiz o zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” Hicr,9-Diyanet

        diyen bir tanrının diğer ZİKİRLERİNİ korumadığını iddia edemezsiniz!

        611 Yılından sonra yaşıyacakların sorumlu olduğu kitabı koruyacağını
        611 yılana kadar yaşayanlara gönderdiklerini de koruyamadığını söyleyemezsiniz!

        Söylediğiniz durumda tanrıyı düşürdüğünüz durum şudur;

        a)Kuran’ınTanrısı 611 yılından sonra yaşayacakları,611 yılına kadar yaşayanlardan (tabi ki 611 de ölmediler) kayırmıştır! Çünkü 611 yılına kadar yaşamışlara göndermiş olduğu kitapları korumamıştır!

        b)Tanrı önceki kitaplarını koruyamamış olduğunu ve bunun sorun olabileceğini farkedip son kitabını korumaya karar vermiştir!

        c)Tanrının en baştan Tevrat ve İncili korumaya niyeti yoktu! O en başından sadece Kuran’ı korumayı planlamıştı! Yani Tevrat ve İncile biat edenleri ve ya edecekleri Kuran’a biat edecekler kadar önemsememişti!

        Bu şıkları çoğaltabilirim ama ana fikri verdiğimi düşünerek kısa kesiyorum!

        Defalarca yazdım! ”ayetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın” dan kastedilen şey elindeki kitaptan bir ayeti silip yerine para karşılığı başka bir ayet yazmak değildir! Burada o kitapla hüküm verme noktasında bulunanın (din adamı,alimi) o kitaptaki bir hükmü dünyevi bir çıkar uğruna görmezden gelerek uygulamaması ya da isteğe göre başkalaştırmasıdır! Örneğin RECM cezası uygulanması gereken birine çıkar karşılığı 40 sopa vurdurmaktır!

        Bir de şöyle yapalım! Hani bazı ayetlerle ilgili olarak sıkıldığınızda müteşabihtir ya da mecazi bir yorum yapılmıştır diyorsunuz ya! ”ayetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın” dendiğinde neden aynı tepkiyi vermiyorsunuz!

        Mesela arkadaşınızla bir işi beraber yapmak için sözleştiniz! Sonra işi gidip başka biriyle yaptınız! Yani arkadaşınızı az veya çok bir bedele sattınız! Şimdi siz sattığınız arkadaşınızı aynı zamanda değiştirmiş başka bir adam mı yapmış oldunuz?

        Şimdi uyarlayalım,

        Siz Tevratı veya İncili korumakla ve onun içindekilerle hüküm vermeye yetkilendirildiniz! Ama bir gün size tatlı gelen bir para için vermeniz gereken hükmü vermediniz yada hükmü başkalaştırdınız! Siz o hükmü çıkar karşılığında veremediğinizde ya da başkalştırdığınızda (başka bir şey ile ikame ettiğinizde), o kitapta yazılı olan hüküm uçup yerine sizin başkalaştırdığınız hükümmü yazılır!

        Daha nasıl anlatmalıyım ki durumu idrak edebilesiniz?

        Kuran’ın tanrısı yada dizaynör hiç bir şekilde ”koruyacağım” dediği bir kitabın içinde diğer kitaplarını ”korumadığını” söyleyemez! Çünkü bu korumadığı değil koruyamadığı algısını yaratır! Bu noktada koruyamadığı ortaya çıkan kitapların inanırlarını başka bir kitaba çağıracak yüzü olamaz. O nedenle ne Yahudilere ne de Hristiyanlara siz kitaplarınızı değiştirdiniz demez! Uygulamadaki sapkınlıklara dikkat çekerek topu uygulayıcıların üzerine atar! Siz iddianızın tanrıyı aciz gösterdiğinin farkında değilsiniz! Üstelik bunu Kuranın tanrısının tanrılık vasfını korumak için söyledeği açık olan ayetlerdeki ikrarlarına rağmen yapıyorsunuz!

        Neden böyle yaptığınızı da söyleyeyim de tam olsun! Böyle yapıyorsunuz çünkü benim gibi düşünürseniz ortaya çıkan sonuç, öncekilerin değişmesine engel olamayan sonrakinin değişmesine de engel olamaz, olur! Yani Kuran değişmemiştir yada değişmeyecektir iddiası çöker!

        Bakın size başka bir soru soracağım! Bana net cevap vermenizi bekliyorum? Biliyorum ki bu sorunun sonrasında gelişecek münazaralar durumunuzun Yahudilerin ve Hristiyanların yeni bir kitaba yönlendirilmelerine neden olan durumlarından (tanrıya göre olmaması gereken) farklı olmadığını ortaya çıkaracaktır! O nedenle iyi düşünerek cevap verin!

        Mahşer meydanın da sorguda, Tanrınız, size yaptığınız bir dini eylemin dayanağını sorduğunda, vereceğiniz cevap, ”peygamberimin hadisidir” olursa, mevcut şartlar içinde mantıklı bir tanrının vereceği tepki ne olur?

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        asıl senin yazdıklarını okumak gerçekten çok yorucu ve sıkıcı…
        “ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın” diye uyaran Tanrı artık onlara kutsal kitapların orijinal halinin korunması konusunda da güvenmiyor demektir değil mi..?Bu kadar basit şeyleri anlamızlıktan gelip uzun uzun boş polemik üretmek konusunda gerçekten çok yeteneklisin..
        Allah önceki kitapların korunmasını insanların iradesine bırakmıştır..Bakın ayette de Tevrattan korumaklarla görevlindirildeki kısımlardan bahsedilen alimlerden -bilginlerden bahsediliyor..Peki Kuranı Kerim’ de hiç müslümanlar ya da alimleri bu kitabı koruyacaktır deniyor mu?Bu kitabı-zikri bizzat koruyacağını söylüyor..
        611 yılından sonra yaşayanlara Allah Kuranı Kerim’de daha mı az yükümlülük yüklüyor ki kayırmış olsun..?Önceki Kutsal kitapların bozulmasından dolayı Allah ayette Allaha ve ahiret gününe inanan ve iyi amelde bulunanların, sabiilerin vs..korkmalarına gerek olmadığından bahsediyor.(mutlaka cennetlik olacakları söylenmiyor sadece cehennem azabıbından korunacakları söyleniyor)Çünkü sorumlu tutulacakları sağlam bir kutsal kitap yoktu ortada..Ancak Kuran tebliğ olduktan sonra bu durum geçerli değildir..(Ama Kuranda bahsedilen emir ve ibadetleri vs.yerine getirerek cennetlik olma şansları artıyor ve denge-adalet kurulmuş olur..
        En son paragrafta sorduğun sorunun cevabı da basit..Peygamberin hadisi diye sana söylenen şey benim Kurandaki hükümlerine uygunmuydu?.Uymasa bile kabul edecekmiydin..? Eğer kabul edeceksen sen Allah’a mı tapıyorsun yoksa peygambere mi? Ayrıca ,Ben Kuran’da peygamberin hadislerini koruyacağıma dair söz vermedim.. derdi diye düşünüyorum..
        1okuyucuya yazdığım mesajlara cevap verdiğine göre orada bahsettiğim bir çok konu var..sadece polemik üretebileceğin bir iki konuya değinmişsin ki onlar da boş çıktı..diğer cevap veremediğiniz konular ne olacak..dikkat et ben üstünde durduğun konulara tek tek cevap veriyorum ..ve sizler de bunları gördükçe daha çok sinirleniyorsunuz, olay bu..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Ben açıkça sıkıldığımı yazmıştım, siz sinir olduğumu sanıyorsunuz! Ama aslında öyle olmadığını bildiğiniz için, öyle olmadığına sinir olan sizsiniz! Sinirinin o kadar belli oluyor ki, bazen kendinizi tutamayıp durumu büyük harf şovu yapmaya kadar götürüyorsunuz!

        Ben okuduğumda sıkıldığım kişilere sinir olmam! Sizi okurken sadece sıkılıyorum, ha bazende gülüyorum! Mesela bu cevabı yazmak için zaman harcağım yazınızda ki durumunuza güldüm, hala gülüyorum!

        Umrarım hep burada olur ve benimle münazara yaparsınız da, ben sıkılmak ile gülmek arasında gidiş gelişler yaşamaya devam ederim!

        Hala gülüyorum…

        Geçmiyor…

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        yüzünden gülücükler eksik olmasın torocuğum,
        seni güldürebiliyorsam ne mutlu bana…ama bu arada bir çok şey öğrendiğini de düşünüyorum..ben de öğrenmişimdir mutlaka..yaptığımız münazaralarda tek ve kesin doğru diye bildiğimiz bir çok şeye bakış açımızda farklılıklar mutlaka olmuştur..basit bir sidik yarışına dönüştürmemeye çalışarak,karşımdaki kişi için kafasındaki tek ve mutlak doğrular konusunda bir başka pencere açmaya çalıştım,bahsedilen konu ve sorulara karşımdakinin zihninde gerçekten etkili ve yararlı bir değişim yaratacak yanıtlar vermeye özen gösteriyorum..ne kadar becerebildim bilemem.. hayatımızın geri kalanı için fikirsel olarak bir farklılık yarata bildiysek ne mutlu bizlere…
        (Bu arada,hiçbir zaman şan şöhret,para vs. için Kuranı Kerim’i ve mucizelerini kullanmadığımdan emin olmanızı rica edeceğim..KENDİMCE ALLAH’IN VARLIĞINA VE KURAN’IN VE DE İSLAMIN DOĞRULUĞUNA DAİR KANITLAR ARADIM..VE BEKLEDİĞİMDEN DE ÇOK SAYIDA İŞARETLE KARŞILAŞTIM..BUNLAR OLMASAYDI BUGÜN KARŞINIZDA ZAMANIMI TÜKETİYOR OLMAZDIM..VE BELKİ DE SİZLERLE AYNI SAFTA OLURDUM..SİZİN DE KURAN VE İSLAM HAKKINDA GETİRDİĞİNİZ ELEŞTİRİLERE MANTIK ÇERÇEVESİNDE YANITLAR GETİREBİLDİĞİM İÇİN -AKSİNİ DÜŞÜNÜYORSANIZ EN MANTIKSIZ BULDUĞUNUZ BİR KAÇ KONUYU TEKRAR TARTIŞABİLİRİZ-İNANCIM KONUSUNDA HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA GÜÇLENİYORUM..UMARIM SİZİN İÇİN DE AYNI ŞEY GEÇERLİDİR..)

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Maide 44 de Tevrat’ı koruduklarından yani bunu her zaman başardıklarından değil,Tevrat’tan(Allah’ın kitabından) korumakla memur edildiklerinden ve bunlarla hükmettiklerinden bahsedilir.
        Özellikle tevratın tahrifi iddialarıyla ilgili geniş bilgi için şu makaleyi okumak gerekir.

        10030.pdf erişimi için tıklayın

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        aşağıdaki ayetleri daha öncede yazmıştım sana, bari bu sefer dikkatlice bak,

        O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir. (ali İmran-3)

        Şüphe yok ki biz, Tevrat’ı indirdik, onda doğru yola sevk ediş ve nûr var. Tanrıya teslîm olan peygamberlerle hükümleri bilenler ve Allah kitabını korumaya memûr olan bilginler, Yahûdilere, hep ona göre hüküm verirlerdi ve hepsi de o kitabın doğruluğuna tanıktı. Artık insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi, az bir menfaat karşılığında satmayın ve kimler, Allah’ın indirdiği hükme uygun olarak hüküm vermezlerse onlardır kâfirlerin ta kendileri (maide-44)

        “”””Maide 44 de Tevrat’ı koruduklarından yani bunu her zaman başardıklarından değil,Tevrat’tan(Allah’ın kitabından) korumakla memur edildiklerinden ve bunlarla hükmettiklerinden bahsedilir. (senden alıntı)

        Kuranın Tevratı korumakla görevli olanların Tevratla hükmettiklerini söylemesi, Tevratı korumadıkları anlamına mı gelir? Tevratı koruyacaklar ama bunu her zaman başaramayacaklar, ayetten anladığın bu mu yani?

        demek senin tanrın gönderdiği kitapları korumak için seçtiği koruma memurları beceriksiz çıkmış, akıl edipte Yahudilere de Emeviler gibi bir grup göndermeyi düşünememiş demek!!!

        “”””Özellikle tevratın tahrifi iddialarıyla ilgili geniş bilgi için şu makaleyi okumak gerekir. (senden alıntı)

        sen makaleleri bırakta kuranın tanrısı ne diyor ona bak,

        O, sana Kitab’ı hak ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. (ali İmran-3 kısmi alıntı)

        tahrif edilmediğine inandığın Kuran bak sana ne diyor, senin neye inanacağın beni hiç ilgilendirmiyor, ben sadece sorumun cevabını almak istiyorum,

        Kuranın tanrısı, tanrıyla güreşen adam kıssasına bir eleştiri getirmiş mi?

        ayrıca, kitabınız iyiki tahrif edilmemiş, yoksa mantığınıza ters gelen ayetlerin tahrif edildiğini iddia ederek, üstelik mantık kurallarını da alt üst ederek savunmaya çabalamak yerine inkâr etme kolaycılığına kaçacaktınız, gerçekten Kuran iyiki tahrif edilmemiş,

        zaten Kuranda tahrif edilseydi, Kuranın tanrısının düşeceği durumu herhalde sizde bizim gibi yorumlardınız?

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Benim için yapılacak bir şey yok, siz kaçın kendinizi kurtarın 🙂

        Bakın benim genel tarzım budur! Lafı dolandırmadan düşündüğümü söylemeyi severim! Bunun normal hayatımda, bu zamana kadar zararını görmedim aksine gelen tepkilerden insanların güvenini kazandığımı hissediyorum! Ama sonuç itibariyle siz dahil hiç bir münazaradaşım düşmanım değil, olması da mümkün değil.

        Sadece gördüğümü,anladığımı söylemekten ve savunmaktan kaçınmayacağımı bilin! Hayata, dünyaya nasıl baktığımı zaten bilyorsunuz! Neyse..

        Siz nasıl ve ne kadar sağlamlaştığını söylüyorsanız inancınızın, inanın ben sizden daha hızlı yol alıyorum kendi inancımda! Tek bir şüphe bile duymuyorum! Aksine, sizin inancınızın gerçek olması ihtimalinde karşısına çıkarılacağım tanra(!) ya kendisini tanımadığımı, tanımayacağımı ve beni asla cezalandıramayacağını söyleyebilecek kadar da kendimden eminim! Yani sizin tanrınızın gerçek olma ihtimali bile beni mutlak adalete inanmaktan vazgeçiremeyecektir! Ben bir hiçtim zaten, yeniden hiç olmaktan korkmamın anlamı yok!

        Bu arada tarihin en büyük günahkarı Adem’in tevbesini kabul eden ve onun suflörü Şeytan’ın kıyamete kadar elini kolunu sallayarak insan ayertmasına izin veren tanrının beni cezalandırabilmesi mümkün değil! Zaten mahşer meydanında ve topluluk önünde benden bunları duymayı istemeyeceğinden, benimle ilgili başka bir çözüm düşünecektir 🙂

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        şöyle demişsin:
        “Bu arada tarihin en büyük günahkarı Adem’in tevbesini kabul eden ve onun suflörü Şeytan’ın kıyamete kadar elini kolunu sallayarak insan ayertmasına izin veren tanrının beni cezalandırabilmesi mümkün değil! Zaten mahşer meydanında ve topluluk önünde benden bunları duymayı istemeyeceğinden, benimle ilgili başka bir çözüm düşünecektir :)”

        Peki, sonsuz cennet nimetini hakedenle haketmeyen nasıl ayırdedilecek..kötülüğe izin vermeden iyi ve iyilik nasıl anlaşılacak..
        “…tanrının beni cezalandırabilmesi mümkün değil” gibi serzenişler sadece senin kuruntun olmaktan öteye gidemez..unutma var olmaya sen karar vermedin, O verdi..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        ”Peki, sonsuz cennet nimetini hakedenle haketmeyen nasıl ayırdedilecek..kötülüğe izin vermeden iyi ve iyilik nasıl anlaşılacak..
        “…tanrının beni cezalandırabilmesi mümkün değil” gibi serzenişler sadece senin kuruntun olmaktan öteye gidemez..unutma var olmaya sen karar vermedin, O verdi..” senden alıntı,

        Birilerine birşey veren sadece o değil (olması ihtimali üzerine konuşuyorum)! Bizden istediklerine baktığımızda, kendisi de varoluşunu bize borçlu! Yani adı tanrı ise, onun tanrılığı bir şekilde biliniyorsa ve ona tanrı deniyorsa bunları yapabilecek birileri var diyedir! Biz olmasaydık ona kim tanrı diyecek, onu kim bilecekti? O nedenle kendini yabana atma!

        Tanrının kimseyi cezalandırmasına gerek yok! Bunun mantığıda yok!
        Bak o hikaye tutarlı bir tanrı tarafından şöyle dizayn edilmeliydi!

        Adem in meyvayı yediği an dahil bütün hikaye aynı kalsın, ama Adem yaptığından dolayı ilk cehennem yolcusu olsun! Sonra yeni bir insan yaratılsın ve bu hikaye, yani Adem’in yaptığından dolayı cehenneme konulması ona ibret gösterilerek yaratılan yeni insan doğrudan dünyaya konulsun ve yükümlülüğü baştan söylensin! İşte o zaman dünyadaki insanları yargılayabilecek bir tanrıdan belki bahsedebilirdik!

        Ama şuan bize hiçbirşey olmayacağına, sizin tanrı figürünüzün bize birşey yapamayacağına eminim!Ona sadece ADALET demek yeterli olacaktır!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        bi mâ istuhfizû : muhafaza etmeleri istenen şey ile
        min kitâbi allâhi : Allâh’ın (c.c.) Kitabından
        bu kelime açıklamalarından anlaşılıyor ki,Tevratın tamamının değil bir kısmının muhafaza edilmesiyle görevlendirilmiş alimler söz konusu…bunlar Tevratın şer’i hükümleri vs. olabilir…hem bu alimler peygamber değil..onlar da hata işleyebilir ve günaha sapabilirler…belki bu alimler hHz Musanın döneminde yaşamış,bunlar gerçekten korumuşlar ama sonraki nesillerde bozulmuş olabilir.Yahudi tarihindeki Babil sürgününü ve Ezra adlı kişinin tamamen kaybolmuş Tevratı tekrar kaleme alması konusunu biraz incelerseniz o bahsettiğiniz Alah’la güreşip yenen İsrail gibi saçmalıkların nasıl kitaba girebildiğini anlardınız..bu güreş olayının özellikle Kuran’da belirtilmesine gerek yok…Yahudilerin kendi işlerine geldiği gibi yorumlara gittikleri,kitaptan bazı şeyleri gizledikleri zaten belirtiliyor..Sonuçta onların Tevrat adı altında yazdıkları şeylere güven olmayacağını anlıyoruz..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        anladım, tanrınızın gönderdiği kitapları koruyamadığını ispatlamaya çalışıyorsunuz, kabul ediyorum, tanrınız gönderdiği kitapları korumaktan aciz bir varlıkmış!!!

        o zaman sizde tanrınızın kitaplar gönderdiğine iman edin olsun bitsin?

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Allah kendisi tarafından koruma garantisi verdiği tek kitap olan Kuranı Kerim’i korumuştur ve koruyacaktır..Diğer kitaplar için böyle bir sözü yoktur..İnsanların korumasına bırakmıştır..bu kitaplar için gönderdiği kitapları koruyamamış demek,insanlara günah işlememeyi emrettiği halde günah işlemelerini engelleyememiş demekten farklı değildir mantık olarak…

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        —-Allah kendisi tarafından koruma garantisi verdiği tek kitap olan Kuranı Kerim’i korumuştur ve koruyacaktır..Diğer kitaplar için böyle bir sözü yoktur..İnsanların korumasına bırakmıştır.. bu kitaplar için gönderdiği kitapları koruyamamış demek,insanlara günah işlememeyi emrettiği halde günah işlemelerini engelleyememiş demekten farklı değildir mantık olarak… (senden alıntı)

        demek sizin tanrınız koruma garantisi verdiği kitapları korumuştur, koruma garantisi vermediği kitapları korumamıştır, koruma garantisi vermediği kitapları insanların korumasına bırakmış, korusalar da olur demiş korumasalar da?

        peki Kuranın tanrısı Kuranın korunmasını kime bırakmış? Kuranı kitaplaştıranlar insan değil miydi, Kuranı korumasına bıraktığı Emeviler insan değil miydi? sahi Kuranın aslı (orijinali) nerede?
        hani şu Muhammedin yazıcılara yazdırdığı ayetler, sureler?

        herhalde sizin tanrınız, koruma garantisi vermediği kitapları tahrif etsinler diye göndermiş? öyle ya koruma garantisi vermediğine göre başka hangi amaçla göndermiş olabilir?

        ayrıca senin tanrın insanların günah işlemesini de engelleyemez,

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        “peki Kuranın tanrısı Kuranın korunmasını kime bırakmış? Kuranı kitaplaştıranlar insan değil miydi, Kuranı korumasına bıraktığı Emeviler insan değil miydi?…”
        Peki ,Kuran’ın neresinde Kuran’ın onu ilk olarak kitaplaştıranların ya da Emevilerin vs.nin korumasına bıraktığı yazıyor..Kuran’da bizzat Allah tarafından korunacağı yazmıyor mu..?Diğer kutsal kitap adı verilen kitaplarda hiç böyle bir iddia var mı?
        Kuranın kitap haline getirilmesi aşamalarını biraz araştırırsan ilk yazıya geçirilen hallerinin ne olduğunu kolaylıkla öğrenirsiniz.
        Allah günah işlememizi engellemez çünkü özgür irade ile sınavdan geçmemizi sağlar…
        Ama örneğin sonsuza kadar yaşamamızı ise engellemiştir,ve engelleyecektir…
        Hadi onu da söylesene sonsuza kadar yaşamamızı engelleyemez diye..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Kuranın tanrısı daha önce gönderdiği kitapların korunamadığını binlerce yıl sonra anladığında, Kuranın korunacağını iddia etmiş,

        sizin için işin vahim tarafı da bu ya, her ne kadar öncekiler için koruma memurları tayin etmişse de! korunacağına dair bir söz vermediği için öncekiler tahrif edilmiştir deyip işinize gelmeyen şeyleri inkâr etme yoluna gidiyorsunuz ama Kuran için aynı şeyi yapamıyorsunuz, çünki tanrınızın ayeti (hicr-9) gözünüzün önünde duruyorken ayetleri inkâr etme şansınız hiç yok,

        biliyorsun suç ve ceza kavramı gereği, en ilkel toplumlar dahil tüm toplumlarda ceza, suç işleyene verilir,

        yani suç işleyen cezalandırılırken, suçlunun kadın mı? erkek mi? hür mü? köle mi? olduğuna bakılmaz,

        eğer suç ve ceza gereği suçlu cezalandırılacaksa, kısasa kısas uygulamasında hür, köle, kadın diye bir ayırım yapmanın mantığını açıklar mısın?

        —–Ama örneğin sonsuza kadar yaşamamızı ise engellemiştir,ve engelleyecektir… (senden alıntı)

        bu konuda seninle hemfikirim. 🙂

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Demişsiniz ki;

        ”Peki ,Kuran’ın neresinde Kuran’ın onu ilk olarak kitaplaştıranların ya da Emevilerin vs.nin korumasına bıraktığı yazıyor..Kuran’da bizzat Allah tarafından korunacağı yazmıyor mu..?Diğer kutsal kitap adı verilen kitaplarda hiç böyle bir iddia var mı?”

        Peki madem bu kitap bizzat Tanrısı tarafından korunacak, o halde bu insancıklar nasıl olmuşta tanrılarının sözlerini 2 şahidin şehadetiyle toplamak zorunda hissetmişler kendilerini? Onlar o ayeti kitabı toplarken bilmiyorlar mıymış?

        Madem bu kitap bizzat tanrısı tarafından korunacakmış o halde bu tanrı neden kuranı ezberinde tutan sahabelerin ölümünü engellememiş? Unutmayın ki kuranın kitaplaştırılmasını sağlayan süreci başlatan olay ridde savaşlarında ezberde kuran tutan sahabelerin ölümüdür!

        T.TAŞPINAR maalesef ki(sizin için), emareler bize kuranın ilk halinde tanrı ağzından bir koruma taahhüdü olmadığını açıkça gösteriyor! Bu ibare kuranı hükmetme gücüne dayanak yapmak için ona sesli harf ekleyen, harekeleyen ve noktalayan emevi hanedanının yaptıklarını meşru kılmak için kurana ayet eklemesinden öte bir şey değildir!

        Ayrıca Kuran’a ayet eklemek sandığınız kadar zor bir işlem değildir! Zaten kuranın sayısı (yazılı) ve nerede oldukları bellidir! Onları elinde bulunduranlar Emevi hanedanın atadığı ve kendilerine (emevi hanedanına) sadık kendine peygamberim diyenin akrabalarına gaddar valileridir! Sonuç itibariyle bu hanedan savaş kazanmak için kuranı mızrakarına geçirmekten, kabeyi yıkmaktan ve sözde kuranda yasak olduğu halde kabe yanında müslüman öldürmekten çekinmemiştir! Bu saydıklarımın hepsini tanrılarına rağmen yapılmış yapmış oldukları aşikardır! Dolayısıyla onların değirmeninden geçen bir kitabın korunmuş olduğunu iddia etmek EMEVİ hanedanın yaptığı herşeyi de kabul etmek, tasdiklemek anlamına gelir!

        Kusura bakmayın ama NEDEN sorusunu soramayacak kadar cesaretten yoksun olduğunuz zaman size her türlü dalavereyi dayatmakta beis görmeyecek zevatlar mutlaka çıkacaktır! Sonuç itibariyle sorgulanmayacaklardır! Sorgulanmamaktadırlar!

        Bu arada, kuran indiği anda mevcut olan tevrat ve incil’in kitaplaştırılmış halini koşulsuz tasdikler! Zaten projenin ana iki ayağıdır bu kitap! Tevrat özellikle önemlidir çünkü kendine peygamberim diyen mecburen tevratı takip edenlerin şehrine sığınmıştır ve onları küstürüp,gücendirmek istemez! Onlara karşı o kadar politiktir ki gücenmeyip, güvensinler diye bir süre onların kutsalını kıble yapıp namaza durmaktan geri kalmamıştır!

        Medine’deki sürecin başlangıcı ve sonu arasında olan olayları gözlemlediğinizde ortaya çıkan ve bu güne yansıyan o, yahudilerin benliklerinde iz bırakan kullanılmışlık ve kandırılmışlık duygularının beslediği öfkeyi görebilirsiniz!

        Dünya da hiç bir insan tanrısı adına savaştığını ve öldürdüğünü söyleyen bir insandan daha fazla gaddar olamaz!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        Kuranı Kerim bugüne hangi aşamalarden geçerek gelmiş ise Yüce Allah işte o şekilde korumayı takdir etmiştir..Olağanüstü mucizevi haller göstermeye gerek yoktur..Gerçek olan Kuran ayetlerinin yazıldığı kagıt ,deri,taş vs.ne ise onun ilahi bir ışıkla parlamasını vs.beklemeye gerek yoktur..normal süreçlerle iki şahidin doğruladığı cümlelerin veya yazıların ayet kabul edilmesi yoluyla bu koruma gerçekleştirilebilmektedir..
        Ayrıca savaşlarda herkesin ölüp bir tek kuran hafızlarının hayatta kalması gibi bir mucizevi olaya gerek yoktur.Önlem alınıp bunlar azalınca toplama yoluyla kitaplaştırılmıştır..Kuran bu olay olmasaydı da kitaplaştırılacaktı mutlaka..bu sadece görünür sebep olmuştur..
        Emevilerin ayet eklediği hem de Kuranın Allah tarafından korunacağına dair ayetin eklendiği gibi bir iddia ve bilgiye literatürde ben rastlamadım….hadisler konusunda olabilir ama bu iddia sadece sizin iddianız olarak kalıyor..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Kuran’ın tanrısı Kuran’ın herhangi bir yerinde size, Kuran’ı peygamberiniz öldükten sonra yapılacak bir savaşta hafızlar ölmeye başlayınce, bir kurul eliyle ve benim her bir sözüme en az 2 şahit bularak kitaplaştırın diyor mu?

        Namazın şekli belli, orucun şekli belli üstelik kendine peygamber diyen sağ olduğu halde nasıl yapılacakları ayrıca belirtildiği halde kendine peygamberim diyen öldükten sonra en önemli kaynak olan sözlerinin nasıl kitaplaştırılacağı belirtilmemiş!

        Çünkü Kuran için kendine peygemberim diyenden sonrasının önemi yok! Sanki kendine peygamberim diyen hiç ölmeyecek ve kitap haline getirilmiş bir kurana hiç ihtiyaç duyulmayacakmış gibi!

        Bunun en açık göstergesesi veda hutbesidir! Zaten Kuran’da olacak(!) ve herkes tarafından okunarak bilinecek(!) tanrı emirlerinin sanki kendi öğütleriymiş gibi sunulması başlı başına skandaldır! Çünkü tanrı zaten insanlara(!) hitap etmiştir, kendine peygamberim diyene değil! O sadece bir beşerdir, özgür iradesi bile yoktur!

        Kısacası ”önlem alın” demeyen bir tanrıın önlem alınmaya ihtiyacak duymayacak bir koruma gücü olmalıdır! Bu durumda siz neyin önlemini alıyorsun, siz korumayacaksınız, o koruyacak! Zaten Ali’yi, Ömer’i,Osman’ı ve peygamberlerinin kendilerine emaneti olan torunlarını koruyamayanlar kitaplarını nasıl koruyacak? Kabe yi koruyamayıp yıkılışını izleyenlerin, islamın köksaldığı medine nin emevi ordusu tarafından yağmalanışını engelleyemeyenlerin gücünün, emeviye karşı kuranın aslını koruyabileceğine inanmanız benim tarafımdan sizin saflığınıza yoruluyor! Başka birşeye değil!

        Benim iddiama karşı sizin kuranda olmayan 2 şahit destekli iddianız!
        Siz 2 şahitle toplanıldığıysa tamamdır dediğiniz noktadan benim iddiamı çürütemezsiniz!

        Hayır neden 1-3-4-100-1000 değilde 2? Tanrının sözünün 2 insan sözüne eşitliğini sağlayan formülü kimden aldınız, sağlamasını nasıl yaptınız da, 2 şahitle toplandıysa tamamdır, korunmuştur, diyorsunuz?

  63. AVNİ dedi ki:

    Sn murat.

    ”Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” diye hitap etmesinin arkasında aşağıdaki ayetin hükmü mü var acaba. Enbiya süresi 98. ayet: Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz.”
    Tanrı, isa ya enbiya 98’e göre bak işin ucunda cehennem var, cevap vermi demek istedi.
    Ayrıca bu ayete göre güneş, ay, zühre, sirüs yıldızı, ey panteistler sizin evren tanrınız , zeus, buda ve daha nice suçu günahı olmayan tanrılar da cehennememi gidecek acaba.
    Son olarak burdan umarım ki okur, sn bilal bey ayetin anlamında bir sıkıntı yok değilmi, diyanetten aldım, varsa düzeltin lütfen. Mahcup duruma düşmek istemiyorum 🙂
    Saygılarımla..

    • murat dedi ki:

      Avni..
      İsa a.s için imtihan bitmiştir.Cevap vermesi veya vermemesi kendisi için olmuş bitmiş bir dünya hayatının günahını ve sevabını değiştirmez.Diğer insanlar bir hesaplaşma söz konusu.Yukarıda yazdığım gibi devamındaki ayetlerde İsa a.s ın Allahu tealanın hitabından ne anladığı belli.İsa a.s için işin ucunda cehennem olmadığı yaşadığı hayatıyla gürünüyor.Allahu tealanın kuranda adını andığı değer verdiği insanlardan biridir.

      Enbiya 98 Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz.
      Bu mesaj dünya insanlarınadır.Mekkeli araplar lat menat uzza adında putlara tapınıyorlar ve onları Allaha ulaşmanın vasıtası olarak görüyorlardı.Bu putlarda lat mekkelilerce kutsal bir ağaçtır.Bir kısmı heykel.İçerisinden çıkan siyah bir şahsın gelen kişilerle iletişim kurduğu görülmüştür.Aslında tapındıkları şey put değil o putu mesken tutmuş insanların hürmetinden hoşlanan bir cindir.Tapınılan şeylerin dahi cehennem yakıtı olması dolaylı yoldan tapınılmış cinleri de veya putlaştırılarak heykeli dikilmiş insanları da tehdit ediyor denilebilir.
      Bakara 2/24
      Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakınınız.”
      Taşların yakıt olarak kullanıldığını insanlar bu ifadelerden 1000 yıl sonra keşfetti.
      Kömürde uranyumda taş olarak bulunur.
      Kömürün yanması ayrı fakat diğer taşların yanması türüne göre nükleer füzyon veya fisyonla gerçekleşebilir.Füsyon tepkimesi ise milyarlarca yıl tükenmeyecek bir ateşi netice verir.Güneş ve diğer yıldızların yanması böyledir.
      Hadisi şerifte küçük cehennem yerin içindedir buyurur.
      Mikdâd radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

      “Güneş, kıyamet gününde insanlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır.”

      Bütün bu ifadelere bakarak ileride dünyanın cehenneme dönüşeceği güneşin genişleyerek dünyaya yaklaşacağı söylenebilir.
      Evet güneş yakıtı tükenmeye başlayan bir yıldız gibi soğumaya başlayacak kütle çekim kuvveti etkisiyle çekirdeği çökmeye ve küçülmeye başlayacaktır.Etrafındaki hidrojen ve helyum içeren tabaka ise genişleyerek marsı yutacak ve dünyaya oldukça yaklaşacağı astro fizikçiler tarafından son yıllarda tespit edilmiştir.Kafirler ve tapındıkları şeyler dünyada kalır müminler uzaklaştırılır cennet alemine giderler gibi bir sonuç.
      Enbiya99.Eğer onlar ilâh olsalardı oraya varmazlardı. Hâlbuki hepsi orada ebedî kalacaklardır.
      Evet gücünüz yetiyorsa dünyanın ve içindekilerin bu sonunu değiştirin gibi bir mana.
      100.Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlanmış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.

      Bu son ayette seçilmiş insanların cehennemden uzaklaştırılacağı bildirilmiş.Başlangıçta cehennemin yakınında oldukları gibi bir sonuç ortaya çıkar ki güneş ve dünyanın cehenneme dönüşeceği görünüyor.Doğrusunu Allah bilir.
      Tekvir suresi
      1-Güneş, dürüldüğü zaman,
      2- Yıldızlar kararıp dağıldığı zaman
      3- Dağlar, yürütüldüğü zaman,
      4- Gebe develer, kendi başına terkedildiği zaman,
      5- Vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman,
      6- Denizler, kaynatıldığı zaman,
      7- Nefisler, birleştiği zaman,
      8- Ve ‘diri diri toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman:
      9- ‘Hangi suçtan dolayı öldürüldü?’
      10- Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,
      11- Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman
      12- Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,
      13- Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,

      Swift tuttle adında bir kuyruklu yıldızın 11 Temmuz 2126 da dünyaya çarpacağı ve hayatı bitireceği bilim adamları tarafından iddia ediliyor.
      Ahmed bin hambelden rivayet edildiğine göre
      Hz rasul Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek. buyurdu.
      Yani matematiksel olarak 1550 yi aşmaz 1600 e yaklaşmaz gibi.
      Şuanda hicri 1435 yılındayız 110 küsür sene sonra miladi 2126 yılına tevafuk eder.
      Bu çarpışma çoğunlukla kuzey kutbuna denk gelir.26 km çapındaki bir gök cisminin yaklaşık saatte 200 bin km hızla çarpması dünyanın takla atması anlamına gelir ve dünyanın batıdan doğuya olan dönüşü kutupların yer değiştirmesiyle doğudan batıya olarak değişir.Hadiste belirtildiği gibi Güneş batıdan doğar.
      ve bu korkunç sonun maksadını kurandan soralım

      Vakıa suresi 1,2,3,4,5,6…
      Vakıa (kesin bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman
      Ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur
      (Kimini ateşe) düşürür, (kimini cennete) yükseltir
      Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,
      Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı,
      toz duman halinde dağılıp savrulduğu
      Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman
      Defterleri sağdan verilenler. Ne mutlu onlara!
      Ve sol taraf ehli, ama ne de sol taraf ehli.
      Ve bir de ileri geçenler ki herkesi geçmişlerdir

      Görüldüğü üzere dünya bir tarladır.Mahsulat toplanmış iş bitirilmiş….Dağları toz duman haline getirecek bu sarsıntının ne olabileceğini düşünmek size kalıyor.
      Bu gün de böyle dünyanın sonundan bahsetmiş olalım.Araştırın bakalım dünya ve içindekiler ve güneşin sonu ne imiş?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        bugünlerde akşamları kanalın birine takılıyorum, aşırı makyajlı, aşırı dekolte kıyafetli müritlerinde bulunduğu, cümbüş aleminin yapıldığı bir kanal, (trükten torpilli olmalı)

        geçenlerde yabancı bir avrat bulmuşlar, (nereden bulmuşlarsa) avrat değme dansözlere taş çıkartıyor, cümbüş alemini yöneten zatı muhterem pür dikkat yabancı avratın dansını izliyor, ara sıra cümbüşe ara verip, başka bir zatı muhteremden! örnekler vererek kıyamet alametleri, mehdi konularında ahkâm kesiyor,

        bir ara dans etmenin güzel bir şey olduğundan, cennette ağaçların bile dans ettiğinden bahsetti,

        ağaçların dans ettiğini düşünebiliyor musun? hayalinde canlandır, ağaçlar dans ettikçe, ağaçlardaki meyveler patır patır yere dökülecek, iyisimi sen sen ol ağaçlar dans etmeye başladığında ağaçların altında durmaya kalkma, es kaza sonra kafana yağacak meyvelerle meyve kokteyline dönüşmen işten bile olmaz.

        Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti; melekler, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz’ dediler; Allah ‘Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi. (bakara-30)

        Enbiya 98 Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz (senden alıntı)

        ben meleklere tapmaya karar verdim, en azından onlar, insanoğlunun yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağını, kan dökeceğini önceden bilmişler,

        oysa Kuranın tanrısı bazı seyleri sonradan bilip anlıyor, melekler gibi önceden bilseydi bazı şeyleri sonradan bilip anlamasına gerek kalmazdı, demek ki melekler Kuranın tanrısından daha bilgili,

        o nedenle ben meleklere tapmaya karar verdim.

        bu arada sana 2 basit soru sordum halâ cevap vermedin,
        bir tanrı yardımcılara ihtiyaç duyar mı?
        boşluk yok edilebilir mi?

      • murat dedi ki:

        1okuyucu
        Boşluk diye bir şey mümkün değil.Bilim insanları anlam veremediği ölçüm cihazları ile tespitini yapamadığı şeye boşluk demişler.
        Benim kurandan hadislerden ve islam alimlerinin açıklamalarından günümüzde tespit edilen fizik ve kimyaya dair bulguları karşılaştırarak bulduğum çıkarıma göre boşluk yoktur.Bunu bediüzzaman risalelerinde de yazıyor.Işıktan esir maddesi yaratıldığını sonra esirden atomların yaratıldığı çıkarımını yapmış.Güneşin çekim gücünün ısı ve ışığının gezegenlere ulaşabilmesi için bağlantı kuracak aracı bir madde uzay boşluğunda mutlaka bulunmalıdır.Bunu modern fizkçiler yeni yeni anlamaya başlıyor ve cern laboratuvarında bu maddeye dair deneyler yapıyorlar.Önceleri atom altı tanecikler olarak proton nötron ve elektronların varlığından sözedilirken yeni tespitlere göre proton ve nötronlar kuark denilen üç taneciğin birleşmesiyle oluştuğu ve bu şekilde altı çeşit kuark taneciğinin bulunduğu iddia ediliyor.Bu taneciklerin ise higs denilen daha küçük taneciklerin birleşmesiyle oluştuğu düşünülüyor.Higs parçacığı 6-7 ay veya 1 yıl önce cern laboratuvarında isbat edildi.Protonlar ışık hızından yüksek bir hızla çarpıştırılarak içindeki taneciklerin birbirinden ayrışması sağlandı.
        Bütün bu deneyler bir tarafa güneş sisteminin kendisi de ilahi bir laboratuvarın insana sunulmuş örnekleridir.Isı ışık ve kütle çekiminin nakledilmesi boşluk kavramının yeniden değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor.

        Tanrı yardımcılara ihtiyaç duyar mı diye güzel bir soru sordun o halde güzelce dinle.
        Yardımcıları olsaydı tanrı olamazdı.Melekler Allahın yardımcıları değil bir nevi elçileridir denilebilir.Allahın izzet ve azameti irade sahibi canlıların düşük seviyeden sözlerini ve iftiralarını muhatab kabul etmez bu nedenle sebepler melekler peygamberler ağaçlar ve diğer unsurlar iletişim aracı görevi görürler.
        Güneşe gözünle baksan kör olursun fakat gece aya baksan güneşin ışığını görebilirsin.
        Allahın kelamını insan işitmekten acizdir bu nedenle cebrail ve peygamberler aracılığı ile gelir.
        Araf 143..
        Mûsâ, tâyin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca Rabbim demişti, bana görün de bakayım sana. Rabbi, beni kesin olarak göremezsin sen demişti, fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin beni. Derken Rabbi, dağa tecellî edince dağ, yerle bir oldu ve Mûsâ bayılıp yere yığıldı. Kendisine gelince de seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim dedi, tövbe ettim sana ve ben, inananların ilkiyim.
        Bu perdeleme Allahın azametinden dolayıdır.sebepler ile kendisini akıl sahibi varlıkların idrakinden gizlemiş ve onları hür irade sahibi yapmıştır.

        İkincisi ise Allahın izzeti insanların düşük seviyeden yaptıkları sözleri ve iftiraları muhatab kabul etmediğinden dolayı insanın bakış tarzına göre görünüşte çirkin olan fakat neticesi güzel olan şeyleri sebeplere yani kanunlara yani kanunların temsilcileri olan meleklere bağlamıştır.
        Ölüm gürünüşte çirkindir bu nedenle hastalıklar kazalar ve değişik sebepler perde edilmiş ve azrail a.s insanların çirkin ifadeleri ile muhatab edilmemiştir.Azrail dahi perdedir hakikatte yaratan ve değiştiren kudreti ilahiyedir.
        Sen devlet başkanı ile görüşmek istesen öncelikle sekreteri ve danışmanları ile muhatab olacaksın.Aslında doğrudan telefon ile veya karşılıklı olarak bir görüşme de mümkün olduğu halde makamın izzeti gereği bu aşamaları geçmeye mecbur olacaksın ve eğer onun nazarında değerin varsa karşılıklı olarak dosthane bir sohbete ve ikrama yolun açılacaktır.
        Tabiri caizse peygamberler böyledirler.
        Yani kanunlar ve temsilcileri hükmündeki yani o kanunun hayattar bir ruhu hükmündeki melekler Allahın yardımcıları değillerdir.
        İzzet ve azamet ister ki esbap perdedarı desti kudret ola aklın nazarında.
        Kuranın tanrısı falan filan demişsin.Yazık yani ne diyeyim .Şeytan bile şu söylediklerinizden utanır.Şurada basitbir kaymakam vali ile görüşürken bile tipine kılığına kelamına dikkat ederek kapısını çalıyorsun.Aksi taktirde kapı dışarı edileceğini veya muhatap kabul edilmeyeceğini bildiğin halde büyük rabbin kainat denilen mülkünde bir toz zerresi kadar cisminle ve çirkin sözlerinle kim tarafından muhatap alınmayı ümid ediyorsun.Yazık senin heveslerine hizmetkar olmuş aklına.
        Ben Allaha tapmayı büyük bir şeref ve rütpe olarak görüyorum.Allahın memuru ve misafiri olmak onun saltanatına nispeten tavuk kümesi gibi olan kısa dünya hayatında kral olmaktan daha yüksektir.
        Allah adına hareket eden bir kul bütün zerrelerinde onun güç ve kudretini hissedebilir.Kalpler ancak allahı anmakla tatmin olur.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        “””Isı ışık ve kütle çekiminin nakledilmesi boşluk kavramının yeniden değerlendirilmesi gerektiğini gösteriyor. (senden alıntı)

        boşluk, bahsettiğin kavramları da içerisinde barındırıyor, yani ortada değerlendirecek bir şey yok? sadece bu gerçek karşısında Kuranın tanrısını çöpe gitmekten nasıl kurtarabiliriz kaygısı var?

        boşluk yoktur demekle boşluk yok olmaz, boşluk yoktur demek tanrının varlığını reddetmek anlamına gelir,

        ben sana evreni içten ve dıştan kuşatan ve sınırları çizilemeyen, sınırları çizilemediği için dışı olmayan, yani her şeyi içerisinde barındıran boşluktan bahsediyorum, böyle bir boşluğa yok diyebiliyorsan hayalinde yok etmeyi dene, yok ettiğinde de haber ver, nasıl yok ettiğini öğrenmiş oluruz,

        “”””Tanrı yardımcılara ihtiyaç duyar mı diye güzel bir soru sordun o halde güzelce dinle.
        Yardımcıları olsaydı tanrı olamazdı.Melekler Allahın yardımcıları değil bir nevi elçileridir denilebilir.Allahın izzet ve azameti irade sahibi canlıların düşük seviyeden sözlerini ve iftiralarını muhatab kabul etmez bu nedenle sebepler melekler peygamberler ağaçlar ve diğer unsurlar iletişim aracı görevi görürler

        Allahın kelamını insan işitmekten acizdir bu nedenle cebrail ve peygamberler aracılığı ile gelir.
        Araf 143..
        Mûsâ, tâyin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca Rabbim demişti, bana görün de bakayım sana. Rabbi, beni kesin olarak göremezsin sen demişti, fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin beni. Derken Rabbi, dağa tecellî edince dağ, yerle bir oldu ve Mûsâ bayılıp yere yığıldı. Kendisine gelince de seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim dedi, tövbe ettim sana ve ben, inananların ilkiyim. (senden alıntı)

        melekler Allahın yardımcıları değil, elçilerdir (aracılarıdır) diyorsun ama 8 meleğin neyi taşıdığını söylemiyorsun, o 8 melek hangi elçilik görevini yapıyorlar? hadi Cebrail aracılık yapıyor, Azrail, mikâil, İsrafil ne yapıyor onu söylemiyorsun,

        Allahın kelamını insan işitmekten acizdir diyorsun ama Rabbinin Musayla konuştuğu ayeti buraya koyuyorsun, demekki Allahın kelâmını işitmek mümkünmüş, demekki tanrı ağaç vasıtasıyla konuşabildiğine göre metafizik varlıklara ihtiyacı yokmuş,

        maden ağaç ve benzeri nesneler tanrının kontak kurmasında aracılık görevi yapabiliyorlar, Kuranın tanrısı Muhammedin gittiği mağara vasıtasıyla Muhammedle konuşabilirdi,

        hatta tanrı emirlerini tüm insanlara iletmek için, tüm insanlarla bir cisim vasıtasıyla kontak kurarak,” ben Kuranın tanrısıyım” demesi yeterli olurdu, işte o zaman herkes Kuranın tanrısının gerçek olduğuna ve kitap gönderdiğine inanırdı, buna rağmen tanrının emirlerine itaatsizlik yapanlar olursa (tıpkı şeytan ve Adem gibi) cehennemle cezalandırılırlardı,

        o zaman hiç kimse, Kuranın tanrısının varlığını inkâr etme hakkına sahip olmazdı,
        mesele bu kadar basit, o nedenle bırakta Kuranın tanrısının gerçek olduğunu başkaları iddia edeceğine, bizzat kendisi ispatlasın.

      • AVNİ dedi ki:

        Sn murat.
        Enbiya 98 Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. Ayet açık ve net allahtan başka taptıklarınız cehenneme girecektir demektedir .Bana lat putunun içinde çin vardı demeyin. İnsanlar sadece arabistanda lat, menat ve uzzaya tapmıyorlardı. Bulduğu her taşa tapan, hamurdan put yapıp tapan kabileler vardı, ayrıca güneşe, aya ve yıldızlara tapanlar vardı. Sizin dediğiniz gibi lat putunun içinde cin vardı diyelim, cin cehenneme atıldı, peki güneşin, ayın ve sirrüs yıldızının içinde demi cin var. Bu ayete göre saydığım bu gök cisimlerinin cehenneme girmesi gerekmektemidir.

        Bakara süresi 2-24. ayette Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakınınız. ayetindeki taşların kömür, uranyum olduğu teviline nasıl gittiniz. Bu arada kömürü ve dahi insani yakmak için ayrıca oksijene de ihtiyaç vardır, cehennemde oksijen brülörleri de vardır o zaman. DiyanetMeali 111:4-5 Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır. Ebu leheb’in karısı şimdi cehenneme yakıt olarak insanmı, kömürmü, odunmu yoksa uranyummu taşıyacak, aman uranyum taşırken radyasyondan korunması için koruyucu elbisesini de girmeyi unutmasın.

        “Güneş, kıyamet gününde insanlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır.” hadisiyle ilgili olarak Araf süresi 187. ayete göre kiyamet ansızın gelecektir der, bu ayete göre güneş ansızınmı genişleyecek şimdi. Değil 1 mil merküre kadar genişlese alayımız toz duman oluruz. 1 milden daha bilimsel bir yaklaşımdır dediğim toz duman örneği.Ayrıca güneşin ömrünü tamamlamasına bilimsel açıklamalara göre milyar yıl vardır.
        Yukarda saydığın kiyamet senoryosunun çoğu tevratta’da vardır. göklerin dürülmesi, gök cisimlerinin küçülmesi, yıldızların sönmesi ve düşmesi, dağların sarsılması.
        Son olarak şuna karar verir lütfen, güneşmi bizi yok edecek, meteor mu düşecek, yoksa evren üzerimize çökerekmi “Big Crunch” kiyamet kopacak. Yukarda verdiğiniz Swift tuttle kuyruklu yıldızının dünya çarpıp kiyamet koparacağı senaryosu da araf süresinde yazan kiyamet ansızın gelecektir ilkesine de terstir, adamlar şimdiden geleceği yılı hesaplamışlar, o yıl yaklaştığı zamanda saniyesi saniyesine hesaplarlar herşeyi, kiyametin ansızın gelme hükmü gitti o zaman. Hem o zaman kadar gökten neler geleceğinden de emin olmayız değilmi. Kuran demiyormu “Göktekinin sizi yere geçiri vermeyeceğinden emin mi oldunuz? (O zaman) bir de bakarsınız yeryüzü şiddetle çalkalanıyor. Yahut göktekinin, üzerinize taş yağdıran rüzgâr göndermeyeceğinden mi emin oldunuz? O zaman, uyarım nasılmış bileceksiniz!” (Mülk, 67/16 ve 17)
        Saygılarımla..

      • murat dedi ki:

        Avni….
        Kıyametin ansızın gelmesi insan için kesin bir bilgi olamayacağına işaret ediyor.
        Yukarıdaki açıklamalarda da bilim adamlarının çarpma iddiasında bulunduklarını yazdım.Fakat kesin bir bilgi veremiyorlar.Senin ve bütün insanlar için ölümün ne zaman geleceği belli olmadığı gibi.Bazen herkesin ölecek gözüyle baktığı hastalarda iyileşebiliyor.Son ana kadar insanlar umudunu koruyorlar.Dünyanın ölümü de böyledir ki ölümüne dair rivayetler ayetler ve bilimsel kanıtlar olduğu halde şu gün kesindir demek mümkün değil.Ayet bu nu özellikle vurgulamış.Kuyruklu yıldızların büyük gezegenlere ve güneş kenarından hızla geçerken yörüngelerinde eğilme olmakta ve bir çok ihtimal ortaya çıkmaktadır.
        Kamer suresi 1. ayet Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.
        Benim bu ayete dair fikrim şu ki.Peygamber efendimize bir mucize olarak gösterilen parmağının işaretiyle ayın yarılmasının arkasında dünyanın sonunu getirecek bir olay da gizlidir.O anda ayın yarılması da büyük bir gök cisminin aya çarpmasıyla yaratılmış bir mucize olabilir.
        Bir sonrakisi de dünyaya isabet edebilir.Doğrusunu Allah bilir.
        Malum ay dünya için kalkan görevi görmekte.Kütle olarak dünyanın dörtte biri büyüklüktedir.
        Ben siwift tuttle kuyruklu yıldızının kıyamete dair hedeflenen zamanı doğruladığını ve dünyada hayatı bitirebileceğini söyledim.Bu bir ihtimal olarak bekliyor.Kesin olarak bir şey söylemek insan için mümkün değildir.Hatta son dakikalara kadar dünyayı sıyırıp geçmesi umuduyla beklenecektir muhtemelen.Kıyamet sürecine giren dünyada depremlerin olacağı denizlerin yüksek ısıdan dolayı kaynayacağı rivayetlerde var.
        Evet tevratta da kıyamete dair benzer ifadelerin bulunması tevratın o ayetlerinin doğru ve tahrif edilmemiş olduğunu gösterir.Şüphe yokki kuranında ifadesiyle tevratı da ancak Allah indirmiştir.O halde kuranla benzer olmalıdır.
        Dinazorlar dönemini kapatıp canlı atıklarını iddialara göre kömür ve petrol şeklinde istifleyen kudret yine tecelli edebilir ve bu mümkündür.
        Güneşin yaklaştırılması ayetlerde geçmiyor. Hadisler kesin olmamakla birlikte mahşer meydanını anlatıyor olabilir.Kıyamete dair ifadelerin devamında rivayet edilmiş.Güneş yakıtı tükenmeye başlayarak bir miktar soğur ve çekirdeği sıkışırken dış katmanlarda genişleme ileçapı dünyaya kadar ulaşır.Marsı yutar.Bu ifadeler astro fizikçilerin tahminleri ve buna kırmızı dev adını veriyorlar.Sönük bir yıldız olduğu için dünyayı bir anda buharlaştırmayacak cehennem kıvamı sağlayacaktır.
        Odun hammalı ebu lehebin karısı için kullanılmış bir tabirdir.Kocasının ateşe sürüklenmesine sebebiyet verdiği için odun hammalı olmuş.Cehennemin odunları yani yakıtı insanlar ve taşlar olduğuna göre bu kadın kocası gibi bir çok odunun cehenneme girmesine sebebiyet vermiş ve bu tabir onun tarzını tam açıklıyor.Kendini asillerden zannederek kölelerin ve fakir insanların tabi olduğu islamı ve müminleri hakir gördüğü için boynuna bir köle gibi zincir vurulduğu ip bağlandığı anlaşılıyor.Doğrusunu Allah bilir.Fakat bu kısa bir iki ilahi kelime kadının hayatını bakış tarzını ve hayatının neticesini özetlemiş.Netice odun ve odun taşıyıcısı hem de köle gibi ki artık özgürlük ve büyüklenme yoktur orada..
        Hiç bir harfinde tesadüf bulunmayan Kuranda kainatı idare eden ilahi zeka karşısında secde etmemek mümkün değildir.

      • rammsteinn dedi ki:

        murat
        fazla uçmuşsun diyeceğim sana bu laf bile çok hafif kalır.

        diyorsun ki
        Mikdâd radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

        “Güneş, kıyamet gününde insanlara bir mil mesâfe kalıncaya kadar yaklaştırılır.”
        ———————–
        bu lafı gökbilimcilere söyleme bence. gülme krizine girebilirler bence.
        zira binlerce grad ısısı olan güneşi bırak dünyaya 1 mil yaklaştırmak,aradaki mesafeyi 1 milyon km bile yaklaştırsan dünya buhar olur.
        ayrıca diyorsun ki
        Bütün bu ifadelere bakarak ileride dünyanın cehenneme dönüşeceği güneşin genişleyerek dünyaya yaklaşacağı söylenebilir.
        Evet güneş yakıtı tükenmeye başlayan bir yıldız gibi soğumaya başlayacak kütle çekim kuvveti etkisiyle çekirdeği çökmeye ve küçülmeye başlayacaktır.Etrafındaki hidrojen ve helyum içeren tabaka ise genişleyerek marsı yutacak ve dünyaya oldukça yaklaşacağı astro fizikçiler tarafından son yıllarda tespit edilmiştir.Kafirler ve tapındıkları şeyler dünyada kalır müminler uzaklaştırılır cennet alemine giderler gibi bir sonuç.
        ———————————-
        güneşin kalan ömrü 4-5 milyar yıl
        senin hatrına 4-5 milyon yıl olsun. hadi olmadı 4-5 bin yıl olsun.
        insanoğlu bu süre içerisinde başka bir gezegene çoktan taşınmış olacak.

        böyle kıyamet tasvirlerini ancak bir çöl bedevisi hayal edebilirdi. şaşırmıyorum.
        şaşırdığım şey; böyle bilimdışı mantıkdışı tezlere aklı başında insanların inanması.

    • toro dedi ki:

      Sayın Murat,

      Bakın sizin dünyanın başına gelebileceğini söylediğiniz hatta başına gelirse sevineceğiniz anlaşılan (nasıl olsa göremeyeceksiniz,sevinirsiniz tabi) simülasyona benzer bir simülasyondan bahsedeyim!

      ”1980 de ise Nobel ödüllü fizikçi Luis Alvarez ve oğlu jeolog Walter Alvarez dinozorları bir göktaşının ortadan kaldırdığını ileri sürdü. Alvarezler’in bu görüşü 85’li yılların sonları ve 90’lı yılların başlarında bilim çevrelerinde ağırlık kazanmış ve ilerleyen yıllarda da ortak kabul olmuştur. Yapılan araştırmalar da bu görüşü kanıtlamıştır. Dinozorların nasıl yok olduğuna ilişkin bilim adamlarının sahip oldukları bu görüş dinozorların sonunun 65 milyon yıl önce yaklaşık 10 km çapında bir göktaşının Dünya’ya çarpmasıyla gerçekleştiğini açıklar. Bu göktaşı saatte 54.000 km hızla Meksika’nın Yukatan Yarımadası açıklarında Dünyaya çarpmış ve çarpma anında 200.000 km³ madde buharlaşmış, erimiş ya da yüzlerce kilometre öteye savrulmuştur. Bu çarpma sonucu canlı türlerinin %70’inden fazlası yok olmuş ve 180 km çapındaki, Dünya’nın en büyük kraterlerinden biri olan Chicxulub krateri meydana gelmiştir. Çarpmanın 100 milyon megaton TNT’ye eşdeğer bir enerji açığa çıkardığı tahmin edilmektedir. Çarpma sonucu oluşan toz tabakası atmosferi kaplamış, Dünya aylar boyu karanlıkta kalmış, sıcaklık suyun donma derecesine kadar düşmüş ve asit yağmurları yaşanmıştır. Aylarca süren bu karanlık ve soğuk dönemde bitkilerin fotosentez yapamaması besin zincirini yıkmış ve bu felaketler zinciri de dinozorların sonunu hazırlamıştır. Dünya hiç güneş görmeyince buz devri oluşmuştur. Dinozorlar da bu sırada ölmüştür. Ancak bu sırada dinozorların tamamen yok olmadığı, bazı küçük türlerinin evrimleşerek bugünkü kuşların atalarını oluşturdukları tahmin edilmektedir.”

      10 Km çapındaki bir göktaşının 54.000 Km hızla dünyaya çarpması sonucu, canlıların %70 i yok oluyor! Bu bir toplu yok oluştur ve bence bu toplu ölümün kalıntıları kömür ve petrol kalıntılarının sebebidir! Sonra çarpmanın etkisiyle ortaya çıkan toz bulutu bütün atmosferi kaplıyor ve güneş görünmez hale geldiği için dünya buzul çağına girerek soğuyor!

      Şimdi bakalım siz ne diyorsunuz;

      ”Swift tuttle adında bir kuyruklu yıldızın 11 Temmuz 2126 da dünyaya çarpacağı ve hayatı bitireceği bilim adamları tarafından iddia ediliyor.”

      ”26 km çapındaki bir gök cisminin yaklaşık saatte 200 bin km hızla çarpması”

      Yani çapı dinozorlar çağıyla beraber dünyadaki canlılığın %70 inin bitirdiği öngörülen göktaşının çekirdiğinden 10 Km daha geniş ve çarpma hızı 4 kat daha fazla!

      Sayın Murat bu boyuttaki bir k.yıldız dünyaya bu hızla çarptığında bir kaç saat içinde bütün atmosfer sülfürle kaplanır ve bırakın güneşin batıdan doğduğunu görmeyi 3.saati görecek insan bulamazsınız! İnsanlar ve hayvanlar soludukları sülfürün etkisiyle feci şekilde can verirler! Ve boğulurken güneşin batıdan doğuşunu farkedemeyecek kadar can havlinde olduklarından ayrıca kuranda söylendiği gibi tövbe edip namaz kılmayada başlayamazlar!

      Bu arada kuranda güneşin batıdan doğacağı yazmaz! Bu hikaye en yakını peygamberlerinin ölümünden 100 yıl sonra sonra yazılmaya başlanan hadislere dayanır! Enam,158 aşağıdaki gibidir;

      ”(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”Enam,158-Diyanet

      Sonra ben tanrınıza altyazı yazıyorsunuz deyince kızıyorsunuz! Ayette güneş hiç geçmediği halde varmış gibi düşünülür birde kendisine yeni bir hareket kabiliyeti verilerek batıdan doğması sağlanır! Dedim ya kuranın tanrısının bu tarife uyan bir uyarısı ayette yok ama bu inanmakta 100 metre engelli rekorunu her daim elinde tutan zevat bu iddiayı peygamberlerine hemde onun ölümünden en az 100 yıl sonra yazılan bir hadisle bağlarlar! Sonuç nedir kuranda konuşan tanrıya değil peygamberin ”güneş batıdan doğar” dediğini yazan hadisçiye inanırlar! Tanrıya gitmek için hoş bir yol. Düşünün ortada sizinle konuşup güneş batıdan doğacak diyen bir peygamber yok! Bunu size peygamber ölür ölmez birbirinin boğazına sarılarak güç kavgasına giren ve kutsal kitaplarını her ayeti için en az 4 şahitle toplayabilen ve yaklaşık 100 yıl birbirlerinin boğazını kestikleri için mezheplere bölünen ve her mezhebin peygamberi ve dini sahiplenme adına fantastik hadisler karalama yarışına girdiği bir dönemde yazıveren bir hadisçi söyler! Ama inanırlar o kadar hazırlardır ki inanmaya! Onlara hadisi ”Peygamberin falancaya dediğine göre” diye başlatmanız hadisin geride kalanına peşinen inanmaları için yeterlidir!

      Hayır trajik olan bu arkadaşlar ballandırarak ”peygamberlerinin” şirk olur kaygısıyla kendi sözlerinin yazılması ve saklanmasını kendilerine yasakladığınıda söylemektedirler! Yani peygamberin yazmayın şirk olur demesine aldırmadan yazmışlar şirk olmuş ama yine de inanmışlar! Sanırım peygamberleri onları görüyorsa ona ve uyarılarına uydukları için her an duygulanıyordur!

      Neyse uzatmayayım! Size kuranın güneşi şamar oğlanı, yada gökyüzüne iliştirilmiş basit bir kandil olarak gördüğüne ait bir ayet yazayım;

      ”Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” Bakara,258-Diyanet

      ”İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı.”

      Gördüğünüz gibi erken kalkan yol alır! Yukarıdaki isteği erken davranıp ”ibrahim ile tartışan” ın yaptığını düşünsenize! Kafir şaşırıp kalmış! Keşke İbrahimim tanrısı şovuna devam edip güneşin bir kereliğine batıdan doğmasını sağlasaydı da kafir doğudan doğmasını sağlayanında o olduğunu anlasaydı!

      Çok kafa yormalısınız çok. Sadece ezber yapmakla bu işi kotaramazsınız!
      .

      • murat dedi ki:

        Toro…
        Neyse ki biraz dersine çalışmışsın.Okurken güldüğüm tarafı sanki kuyruklu yıldıza dair araştırma yapan astro fizikçi edasiyle simülasyon falan ciddileşmişsin biraz.
        Biraz iyi de olmuş hani.
        Neticede kıyamet kopacakmış ve yakınmış.
        O beğenmediğin hadis alimlerinin topladığı rivayetlerde ümmetininin ömrünün 1500 yılı pek geçmeyeceğini söyleyen peygamberin sözlerini de doğrulayacak gibi görünüyor ne dersin.Sen otur dünyayı kurtarmaya bak bence.
        Şimdiki kuyruklu yıldız veya astreoidsi gök cismine dair tespitler ve dinazorlar çağında vuku bulan olaylara yol açan kardeşine dair tespitler kesin olmamakla birlikte bilimsel bir değeri var.
        Kendi memleketinden göçe zorlanan ve vefatında sadece arap yarım adası sınırlarında bir devlete sahip olan bir peygamberin ümmetinin ömrünün 1500 yıllarla ifade edilmesi gaybi bir mucizedir.
        Hadisçiler şöyle yapmış falan.Peygamber hiç konuşmamış mı yani.Elbette vazifeli bir rasul ki kuranı hayata geçirmekle ve insanlara örnek olmakla görevli.O halde insanlar ona danışacaklar ve söz konusu hususları büyük bir dikkatle kaydedecekler.Senin de dediğin gibi araplarda bu kayıt meselesi o kadar ciddiye alınmış ki hz peygamber yasaklamış.Maksat ayetlerle karıştırmamak ve kuranın bütünlüğüne zarar vermemek olabilir.
        Buhari müslim ebu davut gibi hadis alimlerinin uzmanlık alanları da bu hadisleri toplamaktır.Tabiinden oldukları için sahabelerin ağzından naklettikleri hadisleri kaydetmişlerdir.İhtiyatla okumak gerekiyor elbette fakat bu şahıslarda yalan yoktur.
        Rasulullah buyurmuş ki…İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.’

        Hadisin geçtiği kaynaklar: Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, İbni Mace.Demekki doğruymuş.Öyle mi?
        Hadis kitaplarında geçen şu hadise…
        İki Cihan Güneşi Efendimiz zaman zaman süt halası bulunan Ümmü Haram (r.anhâ)’nın evini ziyaret ederdi. Bazan öğle üstü kaylûlesini orada yaptığı olurdu. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bu evde biraz sohbet ettikten sonra uykuya daldı. Bir müddet sonra gülümseyerek uyandı. Efendimizin tebessüm ederek kalkışına hayret eden Ümmü Haram (r.anhâ): “Ya Rasûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Niçin gülüyorsunuz?” diye sordu. Efendimiz de: “Ey Ümmü Haram! Ümmetimden bir kısmının gemilere binip kâfirlerle savaşmaya gittiğini gördüm.” buyurdu. İleride olacak deniz savaşlarına işaret etti.

        Ümmü Haram (r.anhâ) şehâdet özlemiyle yanmaktaydı. Bu beşâreti duyunca heyecanlandı. O sefere katılacaklar arasında bulunmayı arzu etti ve: “Ya Resûlallah! Duâ etseniz de ben de onlardan biri olsam” diye ricada bulundu. İki Cihan Güneşi Efendimiz de onun istediğine: “Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle” diye duâ ederek karşılık verdi. Sonra yeniden istirahat etmek üzere sağ yanına doğru uzandı.

        Fazla bir zaman geçmemişti ki, Efendimiz yine tebessüm ederek kalktı. Ümmü Haram (r.anhâ) yine gülümsemesinin sebebini sordu. Efendimiz: “Bu defa da ümmetimden bir kısmının padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir halde gazâya gittiklerini gördüm.” dedi. Ümmü Haram (r.anhâ) tekrar dua etmesi ricasında bulundu. Kendisinin de onların arasında olmayı arzu ettiğini söyledi. Rasûlullah (s.a.) Efendimiz ona: “Sen öncekilerdensin” buyurdu. Onun deniz seferinde bulunacağını haber vermiş oldu.
        Ümmü haramın kabri kıbrıstadır…Bu ihtiyar kadının hz osman döneminde rasullulahın hatırasına sefere katıldığı ve göreceğini gördükten sonra vefat ettiği anlaşılıyor.Hz peygambere bağlılığını ve güvenini ömrünün noktasını kıbrısa koyarak göstermiş ve doğruluğunu isbat etmiş.

        Hazret-i Ali (ra)’ye demiş: “Sen, biatını bozan, hak ve adaletten sapan ve dinden çıkan kimselerle savaşacaksın.”[2] Cemel ve Sıffin vakıalarını ve Haricilerin ortaya çıkacaklarını mucizane haber vermiştir.

        Hazreti Ali (ra) ile Hazreti Zübeyir birbirine karşı ziyade muhabbetli olduklları bir zamanda, Hazreti Ali (ra)’ye demiş ki: “Bu sana karşı savaşacak. Fakat haksızdır.”[3] Hazreti Zübeyir Cemel Vakıasında Hazreti Ali (ra)’ye karşı çıkarak Efendimizin (asm) mucizevi haberini tasdik etmiştir. Bu savaşta Hazreti Ali (ra) yukarıdaki rivayeti Hazreti Zübeyir’e hatırlatınca savaşmaktan hemen vazgeçerek gitmek istemiş, fakat bir hain tarafından şehit edilmiştir

        Hazreti Ali (ra)’ye demiş ki:“Senin sakalını senin başının kanıyla ıslattıracak bir adam” diyerek Abdurrahman ibni Mülcemü’l-Hâricî’yi haber vermiş.[8] Haber verdiği gibi bu şahıs tarafından namaza giderken haince şehit edilmiştir.
        Ümmü Seleme (ra) validemize bildirmiştir ki: “Hazreti Hüseyin, Taff, yani Kerbelâ’da katledilecektir.”[10] Tam elli sene sonra dediği gibi çıkmış ve Hazreti Hüseyin (ra) Kerbela’da şehit edilmiştir.
        Hazreti Ömer’in (ra) aralarında olduğu sürece, Müslümanlar arasında fitnelerin olmayacağını söylemiştir.[13] Hakikaten Hazreti Ömer (ra) şehit edilinceye kadar hiçbir fitne baş göstermemiş, vefatının hemen ardından Hazreti Osman (ra)’ın halifeliği döneminde fitneler ortaya çıkmaya başlamıştır.

        “Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.”[14]“Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak.”[15] ifadeleriyle, hem dört halifenin ve Hazreti Hasan (ra)’ın altı aylık halifeliğinin de eklenmesiyle otuz senelik hilafet sürelerini, hem de sonrasında Emevilerle başlayan saltanatı ve sonrasında ümmetinin bazı musibetlere maruz kalacağını haber vermiş. Aynen haber verdiği gibi vücuda gelmiştir.

        Peygamberimizin Muhtereme Kızı Hazreti Rukiye ile evlenmiş olan ve Nübüvvet’le birlikte düşmanlık için, O’nu boşamış bulunan, Utbe Bin Ebi Leheb, Necm Suresi indiği zaman, Resuli Ekrem Efendimize gelerek küfrünü açıklamış, hakaretlerde bulunmuş ve bununla da kalmayıp mübarek gömleğinden çekerek yırtmıştır. Peygamber Efendimiz de:
        -Allah’ım O’na bir köpeğini musallat et!
        Buyurarak kendisine bedduada bulunmuştur.
        Abdullah Bin Abbas’dan yapılan rivayete göre, bu olaydan sonra Utbe, ticaret kafilesi ile birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıktı. Kervan Şam yolu üzerinde bulunan Gadıra Vadisi’nde geceyi geçirmek üzere konakladı. Oradaki yerliler onlara, geceleri vahşi hayvanların dolaştığını, dikkatli olmaları gerektiğini söylediler.
        Ebu Leheb arkadaşlarına:
        -Ey ehli Kureyş! Oğlumu korumak için bir tedbir alın! Çünkü Muhammed O’na beddua etti!
        Dedi.
        Bunun üzerine, geceyi geçirmek üzere kafilede bulunanlar bir saf halinde dizilerek yattılar. Utbe de bu saffın ortasına emniyete alındı. Develer de arka ve öne yerleştirilerek bir kalkan oluşturuldu.
        Hebbar Bin Esved de kafiledeydi. Gördüklerini şöyle anlatmıştır:
        -Gece bir arslan, develerin arasından gelerek sıra ile herkesi kokladı. Sıra Utbe’ye geldiğinde, O’nu pençeleri arasına alarak vahşice parçaladı.

        Bu rivayetler bir peygambere yakışıyor ve neticesi iyi de olsa kötü de olsa denildiği gibi tecelli ediyor.Anlaşılan o ki rasulullah bir söz söylediğinde insanlar tarafından kaydediliyor ve neticesi takip ediliyordu.
        Bütün kütübü sitteyi kopyala yapıştır yapacaktım fakat zaten anlamıyorsun….
        Neticede Allahın yarattığı bir insan olarak arayış içerisindesin.Peşin hükümlü davranmamak ve ilahi kaynaklara saygılı olmak gerekiyor.
        O değil de üç kişi yazıp duruyorsunuz.Sen de kuranın tarafına geçersin sayıları eşitleriz yakında 🙂

      • kadir dedi ki:

        sayın toro….

        “İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı.”

        Gördüğünüz gibi erken kalkan yol alır! Yukarıdaki isteği erken davranıp ”ibrahim ile tartışan” ın yaptığını düşünsenize! Kafir şaşırıp kalmış! Keşke İbrahimim tanrısı şovuna devam edip güneşin bir kereliğine batıdan doğmasını sağlasaydı da kafir doğudan doğmasını sağlayanında o olduğunu anlasaydı!

        Çok kafa yormalısınız çok. Sadece ezber yapmakla bu işi kotaramazsınız!” sizden alıntı…

        sayın toro.. ayetin tamamını neden almadınız.. neden kasıtlı olarak ayetleri saptırmaya çalışıyosunuz..

        “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: “Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür.” dediği zaman: “Ben de diriltir ve öldürürüm.” demişti. İbrahim: “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o inkâr eden o kimse şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (bakara-258)

        bir devletin hükümdarı olan biri belliki ibrahimle tartışmaya başlamış. tabi bu tartışmasının en büyük sebebi hükümdar olması… kendini üstün görmesi… hz. ibrahim yüce allahın koymuş olduğu yasaları hükümdara hatırlatınca, hükümdar büyük bir kibirle “aynı şeyleri bende yaparım” demiş. allaha inanmayan, kainatın yasalarını kendisinin koyduğunu sanan bir hükümdarla karşı karşıyayız. hz. ibrahim göklerin ve yerin yaratılmasında allaha iman etmiş, yeryüzünün ve göklerin değişmez kanununa şahitlik etmiştir.

        sürekli olarak, aksamadan, güneş doğudan gelir, batıda son bulur.. hz. ibrahimde; sen madem kendini tanrı olarak görüyosun, yaratıcı görüyosun, o zaman güneşi batıdan getirde görelim? diye bir soru iletmiş.

        saygılar..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: “Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür.” dediği zaman: “Ben de diriltir ve öldürürüm.” demişti. İbrahim: “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o inkâr eden o kimse şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez (bakara-258)

        bu dediğini tanrı bile yapamaz, bırak güneşin batıdan gelmesini, yani dünyanın tersine dönmesini, dünyanın dönmesini 1 saniye durdur canlı mahlukatı yok edersin, o zaman ortada ne İbrahim kalır, nede hükümdar?

        eğer İbrahim dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü ve dünyanın dönüş hızını biliyor olsaydı, böyle iddialı bir laf etmezdi, çünki aynı şekilde hükümdarda dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü ve dünyanın dönüş hızını bilecekti, bu durumda şaşırmak yerine, “bunu senin tanrın bile beceremez” derdi,

        yani İbrahim ve hükümdar bugünkü kozmik bilgilere sahip olsalardı, ne İbrahim öyle bir söz söyleyebilecekti, nede hükümdar şaşıracaktı,

        aynı şekilde Muhammedde güneşle ayın gerçek büyüklüğünü bilseydi, “bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseniz yinede davamdan vazgeçmem” diye bir cümle kullanmazdı, çünki böyle bir şeyi tanrının da yapamayacağını bilirdi, aynı şekilde müşriklerde tanrının böyle bir şey yapamayacağını bilirdi,

        eski çağlardaki çok tanrılı tanrı inanışlarında kendisini tanrı diye yutturanlar olmuş, tanrının mahiyetini kavramaktan yoksun insanlar, firavunun bile tanrı olduğuna inanmışlar, tek tanrı inancıyla birlikte, tanrının peygamber gönderdiği inancı yaygınlaşmış, tanrı tarafından gönderildiği iddia edilen peygamberler tanrıdan aldıkları bilgileri aktarmaya başlamışlar, kozmik bilgisi yeryüzü ve mavi renkteki gökyüzünden ibaret olan insanlardaki tanrı anlayışı sahip oldukları kozmik bilgiye göre şekillenmiş, o nedenle böyle absürd anlatımlar ortaya çıkmış,

        işin ilginç yanı, İbrahim, benim rabbim hem diriltir, hemde öldürür dediğinde, hükümdarda aynı şeyleri yaptığını söylüyor, İbrahimin hükümdarın bu iddiasına şaşırıp, hadi diriltte görelim diyeceğine, başka argümanla (güneşi batıdan getir) karşılık veriyor,

        demek İbrahim hükümdarın diriltebileceğine inanıyor ki itiraz etmiyor, üstüne üstlük İbrahim hükümdardan “haydi sen onu batıdan getir” diyerek kıyameti koparmasını istiyor, bunun bile farkında değil,

        1400 sene önceki tanrı inancına göre dizayn edilmiş ayetleri, günümüz kozmik bilgisiyle yorumlayınca, ayetlerin saçmalığı ortaya çıkıyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Bana diyorsunuz ki;

        ”sayın toro.. ayetin tamamını neden almadınız.. neden kasıtlı olarak ayetleri saptırmaya çalışıyosunuz.. ”sizden alıntı

        Peki eğer ben ayetin tamamını bahse konu olan yazıma eklemişsem ne yapacaksınız? Hayır mı, görüşmeyeli benim yazılarımı okuyamaz mı oldunuz?

        Ben yazılarımda bu tip şeylere haddinden fazla önem veririm! Aksini yaptığınız için sizi uyarmışlığım da vardır! Aslında benim bu konulardaki özenimi bilirsiniz de, bildiğinizi bildirmek işinize gelmez. İşte bu tavrınız yüzünden tanrınız sizin elinizi ayağınızı birbirine karıştırmış olmalı! Hemde bir deiste karşı!

        Ayeti değerlendirmenize hiç girmeyeceğim bile! Yukarıdaki yorum sizin neyi nasıl anladığınızın kanıtıdır!

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        1-Hz.İbrahim’in bir beşer olarak bunu söylemesi yadırganacak bir yönü olmadığı gibi,o günkü bilgiye göre bunu söylemesi de gayet doğaldır.Zira bunun tersini,yani bugünkü bilimin söylediği şekilde söylemiş olsaydı zaten hem hükümdar,hem de o zamanki halk hz.İbrahim’e delidir diyecekelerdi… Bakınız ; İbrahim güneşin batıdan geldiğini,doğuya gittiğini söylüyor,diye hz.İbrahim’i delilikle suçlayacaklardı.Bu nedenle,en uygunu yine onların bildikleriyle,o günkü bilgiyle konuşmak va tartışmak idi.Nitekim hz.İbrahim de öyle yapmıştır.O gün onun bu şekilde bunu söylemesinden daha doğal bir durum da olamaz.!!!

        2-aynı şekilde Muhammedde güneşle ayın gerçek büyüklüğünü bilseydi, “bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseniz yinede davamdan vazgeçmem” diye bir cümle kullanmazdı, çünki böyle bir şeyi tanrının da yapamayacağını bilirdi, aynı şekilde müşriklerde tanrının böyle bir şey yapamayacağını bilirdi, ‘’ sizden alıntı ‘’

        Bu yorumunuzla da hz.peygamberin bununla neyi kastettiğini anlayabilecek bir kapasiteye sahip olmadığınızı maalesef göstermiş oldunuz….!!!
        O bunu söylerken o günkü müşrikler bile hz.peygamberin bununla neyi kastettiğini anladıkları halde sizin anlayamamanız çok tuhaftır… ( : )

        Eğer hz.peygamber bunu fiziki anlamda söylemiş olsaydı,müşrikler ona, o zaman güneş senin elini yakar diyerek haşa onunla dalga geçmeyecekler midi.???

        Bununla hz.peygamber dünyanın yönetimini (güneş ve ayın göründüğü her yeri) kastettiğini o günkü müşrikler bile anladıkları halde sizin bunu anlamamanız gerçekten çok tuhaf olmuştur….

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: “Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür.” dediği zaman: “Ben de diriltir ve öldürürüm.” demişti. İbrahim: “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o inkâr eden o kimse şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez (bakara-258)

        “””Bu nedenle,en uygunu yine onların bildikleriyle,o günkü bilgiyle konuşmak va tartışmak idi.Nitekim hz.İbrahim de öyle yapmıştır.O gün onun bu şekilde bunu söylemesinden daha doğal bir durum da olamaz.!!!

        Bakınız ; İbrahim güneşin batıdan geldiğini,doğuya gittiğini söylüyor,diye hz.İbrahim’i delilikle suçlayacaklardı. (senden alıntı)

        İbrahim güneşin batıdan gelip doğuya gittiğini söylemiyor, Hükümdara, Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir” diyor!!!

        o günkü bilgiler konusunda doğru söylüyorsun, zaten o günkü bilgilerle söylenen sözlerin saçmalığı bugünkü bilgilerle ortaya çıkmıyor mu?

        ben o günkü toplumların bugünkü bilgilere sahip olsalardı derken sadece İbrahimi ve Muhammedi kastetmiyorum,

        kaldı ki, sadece İbrahim bugünkü bilgilere sahip olsaydı bile yinede öyle saçma bir söz söylemezdi, çünki istediği şeyin kıyametin kopması anlamına geleceğini bilirdi ve böyle bir şeyi asla istemezdi, çünki canlı varlığın yok olmasına sebep olacak bir mucize istemek ancak canlı yaşamın son bulmasını isteyen geri zekâlı bir hilkat garibesinin sapık egosunu tatmin etmek için yapacağı bir istek olduğunu bilirdi,

        yani İbrahimin hükümdardan yapmasını istediği şey, günümüzde İbrahimin bilmeden pot kırdığının teyidi oluyor, bilseydi, şaşırtarak hükümdara üstün geldiğini değil, ne büyük bir gaf yaptığını anlardı,
        “””Bu yorumunuzla da hz.peygamberin bununla neyi kastettiğini anlayabilecek bir kapasiteye sahip olmadığınızı maalesef göstermiş oldunuz….!!! (senden alıntı)

        “””aynı şekilde Muhammedde güneşle ayın gerçek büyüklüğünü bilseydi, “bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseniz yinede davamdan vazgeçmem” diye bir cümle kullanmazdı, çünki böyle bir şeyi tanrının da yapamayacağını bilirdi, (benden alıntı)

        ben Muhammedin son derece kararlı olduğunu pekiştirmek için o sözü söylediğini biliyorum, yani lafım kararlılığına değil, kararlılığını pekiştirmek için kullandığı argümanlaradır,

        Muhammedin bu kararlılığı karşısında, vaz geçirmek için Mekkenin yönetimini teklif ettiklerini de biliyorum, (senin iddianla söylersek, yeryüzünün hükümdarlığına yüz çeviren birine Mekkenin hükümdarlığını teklif etme cehaletini göstermişler)

        dediğim gibi benim dikkat çektiğim taraf, kararlılığını pekiştirmek için kullandığı argümanlardır,

        o nedenle, o günkü topluluk ve Muhammed, güneşle ayın gerçek büyüklüğünü bilselerdi, Muhammed bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseler diye bir tabir kullanmazdı,

        kaldı ki Muhammed o günkü kozmik bilgilere göre, gökyüzündeki Diyarbakır karpuzu büyüklüğündeki güneşin, Selçuk karpuzu büyüklüğündeki ay’ın bile insanlar tarafından ellerine verilemeyeceği bildiği için öyle bir söz ederek, yani, insanlar tarafından yapılabilmesi mümkün olamayacak bir argümandan söz ederek, “siz imkânsızı da gerçekleştirseniz, yinede davamdan vazgeçmem” anlamına gelecek bir söz ederek kesin kararlı olduğunu vurgulamış istemiş,

        ama güneşin ve ay’ın gerçek büyüklüklerini bilseydi, tanrının bile böyle bir imkânsızı gerçekleştiremeyeceğini bilirdi,

        eğer o günkü toplum bugünkü bilgilere sahip olsaydı, Muhammed öyle bir söz söyleyemezdi,

        “”””Eğer hz.peygamber bunu fiziki anlamda söylemiş olsaydı,müşrikler ona, o zaman güneş senin elini yakar diyerek haşa onunla dalga geçmeyecekler midi.??? (senden alıntı)

        güneşi ve ay’ı Muhammedin ellerine verebilecek bir güce, yeteneğe sahip olamayanların dalga geçmeye hakları olur mu? ama bugünkü kozmik bilgilere sahip olsalardı, “bunu yapmaya senin tanrının bile gücü yetmez” diyerek alay edebilirlerdi,

        Bununla hz.peygamber dünyanın yönetimini (güneş ve ayın göründüğü her yeri) kastettiğini o günkü müşrikler bile anladıkları halde sizin bunu anlamamanız gerçekten çok tuhaf olmuştur….

        kararlılığını belirttiği argümanların tanrı tarafından bile gerçekleştirilemeyeceği bilseydi, mecazi anlamda söylemek için kullandığı düz cümleleri seçerken, tanrı tarafından bile yapılamayacak tabirlerden seçmezdi, sende bunu anla.

        yani güneşi batıdan getirmek, bir ele güneşi, diğer ele ay’ı vermek, tanrının bile yapamayacağı eylemleri tarif eden tabirleri kullanmak, o günkü kozmik bilgilere göre normal olabilir ama bu günkü kozmik bilgilere göre söylenmemesi gereken sözler olduğunu bizler anlayabiliyorken Kuranın tanrısının anlayamamış olması gerçekten çok tuhaf!!!

        hadi kozmik bilgisi gereği ne anlama geleceğini bilmeden söylediği sözler Muhammedin kendini bağlasa da, günümüzde saçmalığı anlaşılmış ifadelerin Kurandaki ayetlerde yer almış olması açıklanmaya muhtaç, örneğin: güneşin doğduğu yer, güneşin battığı yer gibi…

        “””demek İbrahim hükümdarın diriltebileceğine inanıyor ki itiraz etmiyor, üstüne üstlük İbrahim hükümdardan “haydi sen onu batıdan getir diyerek” kıyameti koparmasını istiyor, bunun bile farkında değil, (benden alıntı)

        yukarıda, cevap verdiğin mesajımdaki alıntıyla ilgili bir şey söylemişsin? diriltme faslıyla ilgili kısım hakkında…

        Kadire hitaben yazdığım mesaja cevap vermene bir şey demiyorum ama sana hitaben yazdığım mesajlara cevap vermemeni de anlayamıyorum,

        “””kısasa kısas demişken, hüre hür, köleye köle, kadına kadın eşleşmesini
        olması gereken adalet anlayışına (ceza suçu işleyene verilir ilkesi)
        göre nereye oturtacağını bir anlatıver, (benden alıntı)

        bak yukarıda cevap vermeni bekleyen bir soru var,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: “Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür.” dediği zaman: “Ben de diriltir ve öldürürüm.” demişti. İbrahim: “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” deyince o inkâr eden o kimse şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (bakara-258)

        Yukarıdaki ayeti paylaşırken söylemeyi gelecek cevapların sonuna bıraktığım bir mevzu vardı!

        Bakın, birbirleriyle eşit düzeyde atışabildikleri yani güç gösterisi yapabildikleri mevzu ölüler! Çünkü yüzmilyonlarca ölü ve canlı insan var! Konuşturabilir ve kendileri tarafından diriltildiklerini söyletebilirler! Yani iddiayı en azından ikrar ile kanıtlama (tabiki göz önünde uygulama göstererek değil) imkanları var!

        Ama söz konusu TEK bir figür olduğunda erken kalkan yol alıyor! Eğer dünyanın 2 güneşi olsaydı ya da bakılan gökte güneşten daha heybetli başka bir cisim olsaydı muhtemelen İbrahim’le tartışan karşılık olarak onlar üzerindeki hakimiyetinden bahsedecekti! Ama İbrahim kadar hızlı olamadığından ortada kaldı ve sözde tanrıya göre ŞAŞIRDI! Aslında bu şaşırma değil s.dik yarışında çaresiz kalmanın tezahürüydü!

        Gelelim şu ay ile güneşi elde tutma olayına. Sonuna kadar haklısın! Ama garip olan hayal gücü inandıkları sayesinde oldukça gelişen arkadaşlar, söylenilen hadise olduğunda ortaya çıkacak durumu hayal etmekten kaçınıyorlar! Zaten malum iddialı burada kararlılığını anlatmak için mübalağanın sınırlarını zorluyor!

        Bugün ki bilgilerimizle ortaya çıkan gerçeğe göre dünya güneşin çekim gücüne tabi bir gezegendir! Aynı zamanda Ay’ı da kendi çekimine bağlayarak kendi içindeki bir takım doğa olaylarının gerçekleşmesini sağlamaktadır! Bildiğin sürgit bir durum! Şimdi kendine peygamberim diyen bir eline Güneşi diğerine Ay’ı nerede alacak! Ay’ı geçtim, Güneşi dünyaya nasıl sığdıracak! Dünyada alamaz çünkü güneşi eline alabilse dünyanın ve bütün güneş sistemindeki gezegenlerin çekimine tabi olacakları bir Güneşleri kalmayacak! Bütün sistemin son hızla jüpitere (sistemde geriye kalan en büyük cisim) çarpmasıyla sonuçlanacak bir durum!

        Diyelim ki, her şeye gücünün yettiğini söylediği tanrısı, güneşi ve ayı ellerine sığacak şekilde yeniden dizayn ederken, öte taraftan sistem bozulmasın ya da bu olayın neden gerçekleştiğini bilmeyen dünyanın muhtelif yerlerindeki insanlar telaşlanmasın diye gökyzüne yeni bir güneş ve ay koyacak! O zamanda gökyüzünde güneş ve ayı görmeye devam edenler kendine peygamberim diyenin elinde tuttuklarının güneş ve ay olduğuna inanmayacak, basit bir sihir olarak nitelendireceklerdir!

        Yani hayali bile kaos yaratacak,r sonuç vermeyecek bir sonsuz sürgit.

        Hani sana bir makastar fıkrası anlatmıştım! İşte o fıkranın sonundaki durumun aynısı 🙂

        Yorumlarım bu sözü gerçekten söylediğini farz ederek yapılmıştır! Ama bir insanın bu denli uçabileceğine ihtimal vermiyorum! Muhtemelen yine müritler uçurmuştur!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        önce gizlice, daha sonra açıkça yaymaya başladığı din hatırı sayılır taraftar sayısına ulaşınca, hükmedebildiği belli bir grubun liderliğine sahip olmuş birinin, yani daha önceleri ciddiye almadıkları Muhammedin, kendi dinleri açısından potansiyel tehlike haline geldiği anlaşılınca Mekkenin ileri gelenleri Muhammedi davasından vazgeçirebilmek için güya servet, kadın ve Mekkenin yönetimini teklif etmişler,

        Muhammed ise kendisine altın tepside sunulan olanakları elinin tersiyle iterek yinede davasından vazgeçmemiş!!!

        bilirsin ben olayları sebep sonuç ilişkisine göre değerlendiririm,

        eğer Muhammed davasından vazgeçseydi, getirmeye çalıştığı dini inkâr etmiş olacaktı, taraftarları nezdinde de hiç bir inanırlığı kalmayacağı için ona inananlar kandırıldıklarına hükmedecekler ve Muhammedin yanından uzaklaşacaklardı,

        tek başına kalan Muhammed bir hiç olacağı için kendisine sunulduğu iddia edilen olanaklar birer birer elinden alınıp kapı önüne konulacaktı, tekrar taraftar toplamaya çıksa bile kendisine hiç kimse inanmayacaktı, hatta eski müridleri bile dönüp yüzüne bakmayacaktı,

        yani Muhammedin davasından dönmesi, Mekkenin ileri gelenleri tarafından kendisinin bitirilmesi, Muhammed açısından ise kendisinin bitmesi (intihar etmesi) anlamına gelecekti,

        sözün özüne gelirsek, kendisine hiçbir şey teklif edilmeseydi bile Muhammed davasından dönecek değildi, bunun için bir kararlılık göstermesine de gerek yoktu,

        herhalde Muhammed, davasından vazgeçmenin, getirdiği dini inkâr etmek anlamına geleceğini bilmeyecek kadar enayi değildi,

        o nedenle bence Muhammed hiçbir kararlılık gösterisi sergilememiştir,

        amcası da olsa olsa yukarıda saydığım sebeplerle ikna olmuştur, hani atsan atılmaz satsan satılmaz misali yeğenini korumak zorunda kalmıştır.

        ama Müslüman tayfası, Muhammedin vaat edilen cazip tekliflere rağmen ne kadar kararlı olduğunu, Allah yolunda her şeyi elinin tersiyle ittiğini vurgulamak için masallar uydurmaktan geri kalmamışlardır,

        ama ne yaparsın Müslüman arkadaşların iddialarını kabul etmesek, söylendiği iddia edilen sözleri yok saymamız gerekecek, o nedenle söylendiğini kabul ederek gördüğümüz çelişkileri vurguluyoruz,

        bu arada, fıkrada makastar adayının sınavı geçip geçmediği anlaşılmıyor, makastar adayı son soruya verdiği cevapla sınavı geçmiş mi oluyor?

      • Gencer dedi ki:

        Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi?
        Evet Görmedim.Nasıl göreyim ki? Kim görmüş? Adamın biri gelmiş salakça bir tartışma yapmış kiminle İbrahim’le ;İbrahim kim ya? İbrahim salakça bir tartışmaya girdi diye ne ispat edildi? Ne ispat edildi biliyormusunuz? Sadece saçmalık…Güneş birisi tarafından doğudan getiriliyormuş,hadi canım.Bunu söyleyen de Allah.. 🙂 Güneş mi geliyor Dünya’mı dönüyor Allah bile bilmiyor.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Gencer,

        ‘’ Güneş birisi tarafından doğudan getiriliyormuş,hadi canım.Bunu söyleyen de Allah.. 🙂 Güneş mi geliyor Dünya’mı dönüyor Allah bile bilmiyor. ‘’ sizden alıntı ‘’

        Bir önce ayeteki söz konusu ifadenin kime ait olduğunu öğrenin,ondan sonra yorumunuzu yapın.Güneşin doğudan getirildiğini söyleyen yüce Allah değil,bunu o zamanki bilgiye göre söyleyen bizim gibi bir beşer olan hz.İbrahimdir..Onun söylediği bu söz yüce Allah’a ait değilidir ki,anlamsızca yorum yapıyorsunuz…!!!

        HZ:İBRAHİM NEDEN BÖYLE BİR İFADE KULLANMIŞTIR ?

        Hz.İbrahim’in bir beşer olarak bunu söylemesi yadırganacak bir yönü olmadığı gibi,o günkü bilgiye göre bunu söylemesi de gayet doğaldır.Zira bunun tersini,yani bugünkü bilimin söylediği şekilde söylemiş olsaydı zaten hem hükümdar,hem de o zamanki halk hz.İbrahim’e delidir diyecekelerdi… Bakınız ; İbrahim güneşin batıdan geldiğini,doğuya gittiğini söylüyor,diye hz.İbrahim’i delilikle suçlayacaklardı.Bu nedenle,en uygunu yine onların bildikleriyle,o günkü bilgiyle konuşmak va tartışmak idi.Nitekim hz.İbrahim de öyle yapmıştır.O gün onun bu şekilde bunu söylemesinden daha doğal bir durum da olamaz.!!!

        Saygılar…

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Makastar öyle bir sınav olamayacağını, dolayısıyla olamayacak bir sınavdan da geçemeyeceğini anlıyor! O andan sonra da kendisini sınava tuttuklarını iddia edenlerle eğlenmeye başlıyor!

    • bilal dedi ki:

      Sn.AVNİ,

      ‘’ Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” diye hitap etmesinin arkasında aşağıdaki ayetin hükmü mü var acaba. Enbiya süresi 98. ayet: Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz.”
      Tanrı, isa ya enbiya 98′e göre bak işin ucunda cehennem var, cevap vermi demek istedi ‘’ sizden alıntı ‘’

      1-Bak arkadaşım,yukarıdaki ayetin hükmü aşağıdadır,Bunun Enbiya suresi 98.ayetle hiç bir alakası yoktur. hz.İsa’ya bu durumun sorulmasının nedeni aşağıdadır…..!! Yani hz.İsa,kendi rızası dışında gerçekleşen bu ilahlık meselesiyle hiç bir zaman sorumlu tutulmayacaktır.Zaten sorulacak soru da bunun için değildir,ona bu durumun sorulmasının nedeni ve hikmeti aşağıdadır…..

      HZ.İSA’YA BU DURUMUN SORULMASININ HİKMET VE NEDENİ NEDİR ?

      Kıyamet gönü yüce Allah bu durumu öğrenmek için sormayacak,buna ihtiyacı da yoktur,zaten her şeyi biliyor her şeyi bilen Allah Hz. İsa’nın durumunu da bilir. Bildiği halde,kıyamet günü Hz. İsa’ya “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara,Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?’ “ sorusunu sormasının hikmeti, insanların, özellikle de ona ve annesine uluhiyet isnat eden Hristiyanların yalanlarını mahşer meydanındaki bütün insanlara bildirmek ve bizzat Hz.İsa tarafından onların yalancılığını ilan edip ortaya koymak ve böylece onlara vereceği azabın hak ve adaletin ta kendisi olduğunu göstermektir.

      -Ayrıca bu soruyu “inkâr-ı istifhamî” olarak değerlendirmek gerekir. (Razi, ilgili ayetin tefsiri)
      Buna göre, Allah bu soruyla gerçekten Hz. İsa’nın böyle bir şey deyip demediğini -haşa- öğrenmek için değil, Hz.İsa’nın böyle bir şeyi söylemediğini pekiştirmek adına bizzat kendi ağzından duyurmasını istemiştir.

      Çünkü Allah Hz. İsa’nın, beni ve annemi ilah edinin,ifadesini kullanmadığını bilmektedir. Öyleyse Allah bu soruyu Hz.İsa’ya,bu iddiada bulunanları kınaması ve iddia ettikleri şeyi yalanlaması için sormuştur. (bk. Beydavi, ilgili ayetin tefsiri)
      – Bu gibi sorular başka ayetlerde da vardır. Örneğin Enam suresinin 130. ayeti verebiliriz:
      “Ey cin ve insanlar topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Ey Yüce Rabbimiz! Kendi aleyhimize şahidiz, diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Böylece kendilerinin kâfir olduklarına,yine kendileri şahitlik ettiler.” ‘’alıntıdır’’

      2- Ayrıca bu ayete göre güneş, ay, zühre, sirüs yıldızı, ey panteistler sizin evren tanrınız , zeus, buda ve daha nice suçu günahı olmayan tanrılar da cehennememi gidecek acaba. ‘’ sizden alıntı’’

      Cevap : Bir önce ENBİYA suresi 98.ayetin mealini vererek izahını yapalım…!!!
      ‘’ إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنتُمْ لَهَا وَارِدُونَ ‘‘ İnneküm VE MA TA’BUDUNE min dünillahi hasabu cehenneme entüm leha varidun ‘‘

      ‘‘ Şüphe yok ki, siz ve Allah’tan başka taptığınız nesneler cehenneme atılıp yakılacak şeylersiniz.Siz oraya varıp gireceksiniz. ‚‘‘ deniliyor..

      ‘‘وقال العلماء لا يدخل في هذا عيسي وغيره من الادميين لان { ما} لغير الادميين فلو اراد ذلك لقال { من } نقلا من { اعراب القران للنحاس } ج/ 3/-81

      ‘’ Alimler şöyle diyorlar.ayete geçen ‘’وما تعبدون ‘’ Ve MA ta’budune ‘’ ifadesiyle sadece insan dışı cansız putlar ifade edlir.Zira mevsula edatı olam ’’ MA ‘’ harfı insan dışı gayri zevil ukul olan CANSIZ NESNELER için kullanılır.Bu mavsula edatı olan MA harfı akıl sahibi varlıklar (yani insan vb.) için arapçada kullanılmaz. Arapçada ‘’ insanlar vs. için Mevsula adatı olan ‘’’من ‘’ MEN‘’ harfı gelir….Ayete ise‘’MA’’ edatı gelmiştir …
      . // Kaynak‘’اعراب القران للنحاس – ج-3- ص -81 ‘’

      Buna göre hz.İsa,Buda,Zeus vb.bu ayetin hükümüne girmezler. Çünkü bu MA ifadesiyle sadece insan dışı cansız nesnelerden oluşan putlar ifade edilir..Bu ayet, tapılan ve putlar konumuna getirilen insanları kapsamıyor…Ama,buna rağmen eğer biri kendini put durumuna getirmişse (yani kendine taptırmışsa ) o zaman sorumlu olur.Yoksa hayata iken kendini tanrı konumuna getirmemiş ve kendine taptırmadığı helde ölümünden sonra ona tapılmışsa bunun bir suçu olmadığı için cehenennemlik olmayacaktır…!!!

      Ayrıca her gün burayı takip edemediğimden dolayı bu yorumunuzu da yeni görüyorum,bu nedenle cevabını da geç yazdım,kusura bakmayın,ilginiz için de teşekkür ederim…

      Saygılarımla…

      • AVNİ dedi ki:

        Sn bilal
        Neden isaya sorulan sorunun enbiya 98. ayetle ilişkilendirdiğimi ifade ediyim.
        Tefsirlerde yazana göre bu ayet, duyduklarında müşrikler , peygambere gitmişler isa ve üzeyr ‘de tapıyorlar onlardami cehenneme gidecek demişler. Bunun üzerine enbiya süresi 101. ayet “Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar.” gelmiştir. Hikaye doğruysa işin ilginç tarafı müşrikler bir açık yakaladık deyip güzel bir soru sormuşlar aradan biraz zaman geçince de cevap gelmiş.
        Yukarda yine arapçanı konuşturmuş kişilerin cehenneme atılmayacağını söylemişsin. Peki güneş, ay ve yıldızlar ne olacak. Mesela ortada esamesi olmayan ahura mazda ne olacak.
        Bu ayete göre bunların cehenneme gitmesi gerekir. Zerdüşt bir inanır öbür dünyada, taptığı görünmeyen tanrısı nasıl var edilecek, nasıl cehenneme atılacak.
        Buda ve zeus’un yırtmasına sevindim bu arada :)))
        Saygılarımla..

      • AVNİ dedi ki:

        Sn bilal
        “Buna göre hz.İsa,Buda,Zeus vb.bu ayetin hükümüne girmezler. Çünkü bu MA ifadesiyle sadece insan dışı cansız nesnelerden oluşan putlar ifade edilir” sizden alıntı.
        Ayette putlar ifadesi geçmiyor. Ayrıca dediğiniz edattan cansız nesne olan putlar anlaşılıyorsa müşrikler neden isa ve üzeyr cehenneme gidecekmi diye geliyor ve enbiya süresi 101. ayet iniyor.
        Yoksa enbiya süresi 101. ayet gramer bilmeyen araplar yüzündenmi indi..
        Saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        AVNİ;

        Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. (enbiya 98)

        Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. (enbiya 101)

        enbiya 98’de kırılmış bir pot vardır, hadi Allahın dışında başka şeylere tapanları cehenneme göndermesini anlarımda, taptıkları şeylerin ne suçu var ki onları da cehenneme göndermeye kalkıyor, hadi kendilerini tanrı ilân edenleri de cehenneme göndersin ama sağlığında saygı duydukları kişileri ölümünden sonra putlaştırıp tapınmaya kalkışanlar olduysa bunda merhumun ne suçu var, örneğin; ramazan ayında ziyaret akınına uğrayan, hatta tv’lerden naklen yayın yapılan türbelerdeki zatların ne suçu var?

        ayrıca ayette canlı cansız ayırımı yapıldığına dair bir ifade de yoktur, dolayısıyla enbiya 98’deki cümle absürd bir cümledir,

        enbiya-101 cennete gidecek olanlardan bahseder, yani enbiya-98’le bir ilgisi yoktur,

        Arapta gramer bilgisi var mıdır? yok mudur? bilemem ama söylediği lafın ne anlama geleceğini kestirememe gibi bir zaafı var.

      • bilal dedi ki:

        Sn.AVNİ,

        1-Tefsirlerde yazana göre bu ayet, duyduklarında müşrikler , peygambere gitmişler isa ve üzeyr ‘de tapıyorlar onlardami cehenneme gidecek demişler. Bunun üzerine enbiya süresi 101. ayet “Tarafımızdan kendilerine güzel âkıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar.” Gelmiştir ‘’sizden alıntı ‘’

        Öyle rivayet varsa da muteber değildir.Her rivayet doğru değildir,rivayetin anlamı söylenti demektir.her söylenti de doğru olmayabilir..

        Neden bu rivayet doğru değildir ? Çünkü,

        a ) Arapçada ‘’ما ‘’ ma ‘’ harfı ‘’غير ذوي العقول ‘’ akılsız ve şuursuz nesneler için, ‘’من ‘’ men ‘’ harfı ise, ‘’ذوي العقوا ‘’ akıllı varlıklar için kullanılmaktadır….Söz konusu ayete de ‘’ذوي العقول ‘’ için olan ‘’من ‘’ harfı değil, ‘’غير ذوي العقول ‘’ akılsız varlıklarlar için olan ‘’ما ‘’ harfı gelmiştir.Bu nedenle hz.İsa vs.akıllı varlıklar bu ayetin hükmüne girmezler.Ama hayata iken kendini ilah konumuna getirenler de elbette cehenneme girereler,bu durum başka ayetlerden anlaşılıyor…

        b) Bil ittifak Enbiya 98.ayet Mekkeli putperestler ve onların taptıkları putlar hakkındadır,hıristiyanlar hakkında değil,yani bu ayetin muhatabı sadece Mekke de putlara tapan müşriklerdir…

        Tefsir metni şöyledir ‘’ولا يدخل في هذه الاية عيسي وعيزر وغيرهم والملائكة لان ما لمن لايعقل ولان المخاطبين بهذه الاية هم مشركوا مكة دون غيرهم من النصاري الخ { نقلا من من زبدة التفسير من فتح القدير – ص – 431 }
        1-Kaynak: Zubdetu tefasir min fathil kadir / s / 431 /

        2- ان ما تستعمل لغير ذوي العقول ومَن تستعمل لذوي العقول
        وهذا ما ذكره الفخر الرازي في تفسيره…
        ‘’ما ‘’ harfı ‘’عير ذوي العقول ‘’akılsız varlıklar için,‘’من ‘’ harfı ise‘’ذوي العقول ‘’ akıllı varlıklar için kullanılır.

        2-Kaynak : مفا تيح الغيب لفخر الدين الرازي .. ‚‘‘ Mefatihul gayb- Er Razi Tefsiri ‘‘

        وقال العلماء لا يدخل في هذا عيسي وغيره من الادميين لان { ما} لغير الادميين فلو اراد ذلك لقال { من } نقلا من { اعراب القران للنحاس } ج/ 3/-81

        .3 – Kaynak‘’اعراب القران للنحاس – ج-3- ص -81 ‘’

        2-‘’ Yukarda yine arapçanı konuşturmuş kişilerin cehenneme atılmayacağını söylemişsin.Peki güneş, ay ve yıldızlar ne olacak. Mesela ortada esamesi olmayan ahura mazda ne olacak. ‘’ sizden alıntı’’

        Putperestler,direk güneş,ay ve yıldızlara değil,bunları sembolize eden putlara tapmışlardır. Yani güneş,ay ve yıldız şeklinde elleriyle yaptıkları putlara (nesnelere ) taparlardı…

        İşte kıyamet günü güneş,ay ve yıldızları sembolize eden putlar ateşe atılacaklardır. Şu anki güneş,ay ve yıldızlar ateşe atılmayacaktır.Onların gözleri önünde bunları sembolize eden söz konusu putlar ateşe atılacak ve onlara bakınız,işte taptıklarınızın hiç biri de tanrı değildi,bu nedenle ellerinizle yapmış olduğunuz o putlar da bugün cehenenneme atılacak,denilecektir..

        2- Mesela ortada esamesi olmayan ahura mazda ne olacak.’’ diyorsunuz. !!!
        İşte Ahura mazda ‘’ nın sembolü de, tıpkı güneş,ay ve yıldızları sembilize eden putlar gibi cehenneme atılacak ve söz konusu sembole tapanlara da aynı şey söylenecektır.’’

        Yani cehenneme atılacak olan ortada esamesi olmayan ahura mazda değil,şayet söz konusu sembole tapılmışsa o sembol cehhenneme atılacak, ‘’الله اعلم ‘’

        Saygılarımla…

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        a ) ‘’ …ama sağlığında saygı duydukları kişileri ölümünden sonra putlaştırıp tapınmaya kalkışanlar olduysa bunda merhumun ne suçu var ? ‘’ sizden ‘’

        Tabiki bunların hiç bir suçu yok ve bunlar cehenneme de atılmayacaktır.birileri hayata iken kendini tanrılaştımışsa işte o zaman suçludur,yoksa ölümünden sonra putlaştırılmış ve tanrı konumuna getirilmişse de bunun bir suçu yoktur,bunlar cehenneme atılmayacaktır..!

        b) ayrıca ayette canlı cansız ayırımı yapıldığına dair bir ifade de yoktur, dolayısıyla enbiya 98’deki cümle absürd bir cümledir. ‘’ sizden ‘’

        İşte gayri zevil ukul,yani akılsız,cansız nesneler ifadesi ‘’ما ‘’ edatıyla anlaşılır…!!!
        Bu âyet-i kerimede, (ve mâ ta’budüne) ifadesindeki mâ,gayri zevil ukul cansızlar için söylenir, orada (taptığınız şeyler) den maksat putlardır…

        Aşağıda kaynaklarıyla gösterdiğim metinlerde de bunun böyle olduğu anlatılıyor..

        Tefsir metni şöyledir ‘’ولا يدخل في هذه الاية عيسي وعيزر وغيرهم والملائكة لان ما لمن لايعقل ولان المخاطبين بهذه الاية هم مشركوا مكة دون غيرهم من النصاري الخ { نقلا من من زبدة التفسير من فتح القدير – ص – 431 }

        1-Kaynak: Zubdetu tefasir min fathil kadir / s / 431 /

        ان ما تستعمل لغير ذوي العقول ومَن تستعمل لذوي العقول
        وهذا ما ذكره الفخر الرازي في تفسيره…

        ‘’ما ‘’ harfı ‘’عير ذوي العقول ‘’akılsız ve cansız varlıklar için,‘’من ‘’ harfı ise‘’ذوي العقول ‘’ akıllı varlıklar için kullanılır…

        2-Kaynak : مفا تيح الغيب لفخر الدين الرازي .. ‚‘‘ Mefatihul gayb- Er Razi Tefsiri ‘‘

        وقال العلماء لا يدخل في هذا عيسي وغيره من الادميين لان { ما} لغير الادميين فلو اراد ذلك لقال { من } نقلا من { اعراب القران للنحاس } ج/ 3/-81

        .3 – Kaynak‘’اعراب القران للنحاس – ج-3- ص -81
        ———————————————————————-

        ” dolayısıyla enbiya 98’deki cümle absürd bir cümledir ” sizden alıntı ”

        1-Tam aksine enbiya 98’deki cümle hikmetli ve manidardır.Zira putperestler taptıkları putları da yanlarında gördükçe daha fazla üzülüp kahrolurlar,çünkü bunlara tapınmaları sebebiyle cehennemlik olduklarını anlarlar,insanın kendisine zarar veren veya kendisine zarar verilmesine vesile olan nesneleri yanında gördükçe ruhen da çok sıkıntı çeker.Hani şöyle bir ata sözü var ya, ‘’ : النظر إلى وجه العدوّ باب من أبواب العذاب ‘‘ En nazaru ila vechil aduvvi babun min ebvabil azap ‚‘‘ Kişinin kendi düşmanının (sevmediği,kin ve nefret duyduğu kimsenin) yüzüne bakması da azap kapılarından bir kapıdır.(yani bir nevi azaptır) deniliyor

        İşte bunlar da yanlarında cehennemlik olmalarına vesile olan bu putları gördükçe daha da muzdarip oluyorlar..Ayrıca bunlar söz konusu putların kendilerini kurtaracaklarını de umuyordular,ama onların bu umutları da boşa çıkmış olacaktır….

        2-Cehenneme atılmaları ile hem bu putların,hem de onlara yapılan ibadetlerin de ne kadar anlamsız olduğunu o zaman daha iyi anlamaya başlarlar…
        .
        Özetle,puta tapanlara o gün şu mesaj verilecektir.Bakınız,o taptığınız putlar da kendilerine bir yarar sağlayamıyor ve buradan da kendilerini kurtarmıyorlar,kendilerini kurtaramıyanlar ise başkasını (yani kendilerine tapanları ) hiç de kurtaramazlar…..

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl:

        ——Putperestler,direk güneş,ay ve yıldızlara değil,bunları sembolize eden putlara tapmışlardır. Yani güneş,ay ve yıldız şeklinde elleriyle yaptıkları putlara (nesnelere ) taparlardı…
        —–Özetle,puta tapanlara o gün şu mesaj verilecektir.Bakınız,o taptığınız putlar da kendilerine bir yarar sağlayamıyor ve buradan da kendilerini kurtarmıyorlar,kendilerini kurtaramıyanlar ise başkasını (yani kendilerine tapanları ) hiç de kurtaramazlar…..—– (senden alıntı)

        Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. (enbiya 98)

        yapmayın Bilâl bey, putperestler herhalde el yapımı nesnelere tapıyor değillerdi, el yapımı nesneler, taptıkları şeyleri simgeliyordu, yani o nesneler insanlar tarafından da yakılacak yıkılacak, tuz buz edilebilecek simgelerdi, taptıkları şeyler ise, seninde yukarıda saydığın gibi, güneş, ay, yıldız, melek, insan, vb. gibi asıl taptıkları şeylerdi,

        örneğin; güneşe tapanlar, güneşi simgeleyen nesnenin önünde ibadet yaparken güneşe ibadet ettiklerini biliyorlardı,

        nasıl siz kâbedeki tapınmalarınızda (ritüeller) Allaha ibadet ettiğinizi söylüyorsanız, onlarda güneşi simgeleyen putlara taptıklarında, o nesnelere değil güneşe ibadet ettiklerini biliyorlardı,

        o nedenle Allah dışında taptıkları şeyler, o şeyleri simgeleyen nesneler değil, taptıkları şeylerin ta kendileridir,

        ma kelimesi online sözlükte bir sürü anlamı varmış, şuursuz nesnelerden bahis yok, yada hangi siteden bakacaksak site adı ver,
        ———-
        مَا;(Birinci anlamı) 1. [soru edatı] ne?; (İkinci anlamı)2. [ismi mevsul] …yaptığı, …olduğu; …yaptığı, …olan şey; ne …olursa, yaparsa; (Üçüncü anlamı) 3. [belirsizlik edatı] nekra bir isimden sonra: bir; herhangi bir; لِأَمْرٍ مَا; bir şey sebebiyle; يَوْمًا مَا; bir gün; (Dördüncü anlamı) 4. [olumsuzluk edatı] muzari fiilden önce kullanıldığında şimdiki zamanın olumsuzu: …yapmıyor; …olmuyor; maziden önce kullanılması halinde dili geçmiş zamanın olumsuzu: …yapmadı; مَا إنْ; [kuvvetli] olumsuzluk ifadesi; (Beşinci anlamı) 5. [bağlaç] : ..olduğu müddetçe; مَا دُمْتُ حيًًا; sağ kaldığım müddetçe; …مَا لَمْ; …olmadığı sürece; (Altıncı anlamlı) 6. her …olduğunda; …kadar; (Yedinci anlamı) 7. harfi cerlerden sonra ‘ne …?’ anlamına [ ‘ا ‘ i düşürülerek yazılır]; اِليمَ; nereye?; بِمَ; ne ile; لِمَ; niye; ne diye?; حَتَّي مَا; nereye kadar?;
        ———

        senin ma (şeyler) kelimesinin şuursuz varlıklar anlamına geleceğini, başkalarının görüşlerini öne sürerek söylüyorsun, üstelik benim anlamadığım Arapça cümlelerle söylüyorsun,

        herhalde o zatı muhteremlerde cümledeki hatayı anlamışlar, ayet bu şekliyle yorumlanırsa tapılan her şey cehenneme gider diye düşünmüşler, sorunu çözmek için bir şeyler kotarma gereği duymuşlar, zaten ayet o haliyle mantık kurallarını alt üst ediyor, bende zaten o nedenle o cümleye absürd cümle dedim,

        çünki ayeti okuyan her sade vatandaş, Allahtan başka tapınılan her şeyin cehenneme gideceği anlar,” acaba doğru mu anladım” diye kendisine sormaya başlar, şaşkın şaşkın kafasını kaşımaktan başka bir şey yapmaz?

        zaten müşriklerde öyle anlamış olmalılar ki (yada Müslümanlar) peygambere öyle bir soru sorma gereği duymuşlar,

        ——-İşte kıyamet günü güneş,ay ve yıldızları sembolize eden putlar ateşe atılacaklardır. Şu anki güneş,ay ve yıldızlar ateşe atılmayacaktır.Onların gözleri önünde bunları sembolize eden söz konusu putlar ateşe atılacak ve onlara bakınız,işte taptıklarınızın hiç biri de tanrı değildi,bu nedenle ellerinizle yapmış olduğunuz o putlar da bugün cehenenneme atılacak,denilecektir..—– (senden alıntı)
        madem tanrının o gün böyle bir şey söyleneceğini biliyorsun, ayeti de bu iddiana göre uyarlasaydın daha iyi olmaz mıydı? sen uğraşma ben senin yerine uyarlayayım,

        Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyleri temsil eden şuursuz simgeler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz. (enbiya 98)

        tekrar ediyorum, o cümle o haliyle absürd bir cümledir,

        aynı kısasa kısastaki, “hüre hür, köleye köle, kadına kadın” cümlesi gibi?

        hüre hür ifadesi cinsiyetlere göre tasnif ettiğimizde seçenekler;

        köleye köle ifadesinde cinsiyet önemli olmasa gerek,

        kadına kadın ifadesini hür, köle olarak tasnif ettiğimizde seçenekler;
        öldüren hür kadın, ölen hür kadın
        öldüren hür kadın, ölen köle kadın
        öldüren köle kadın, ölen hür kadın şeklinde olur,

        bunlara hür erkekleri öldüren köleleri de katarsak, ayıkla pirincin taşını!!!

        neyseki günümüzde kölelik resmi olarak kaldırıldığı için, hürler arası kısasa kısas söz konusu olduğundan öldürenin erkek veya kadın olması, ölenin erkek veya kadın olması üzerine uyarlanmış seçenekler var,

        Arap anasının nikâhını istemesinler diye tazminat oranlarını kendi belirlemiş, Kurandaki miras ve şahitlik ayetlerini baz alarak bir erkeği iki kadına eşitlemiş, bir mümin kadını da gayrimüslim erkeğe eşitlemiş, (daha önceden yazıldığını bildiğim miktarların belirtildiği mesajı bulamadım)

        öldürülenin akrabaları diyet istemeyip, kana kan istiyoruz derlerse, öldürenin erkek, ölenin erkek olduğu veya öldürenin kadın, ölenin kadın olduğu durumlarda katili öldürme hakları oluyor, yani katil işlediği suçun cezasını buluyor ama cinsiyet farkı olduğu durumlarda, işte o zaman ayıkla pirincin taşını!!!

        eğer hüre hür cinsiyet ayırımı içermiyorsa, kadına kadın ifadesine gerek yoktur,
        eğer kadına kadın ifadesi geçerliyse, hüre hür ifadesi sadece erkekleri kapsar,

        bu durumda kısasa kısas hükümleri erkeğe erkek, kadına kadın şeklinde anlaşılmalıdır,

        eğer suç ve ceza kavramı gereği ceza suçluya uygulanacaksa, ölenle öldürenin cinsiyetlerinin farklı olup olmamasının bir anlamı olmaması gerekir, yani cinsiyetine bakılmaksızın ceza doğrudan öldürene verilecekse,

        kadına kadın cümlesi o ayette durduğu sürece ölenin erkek öldürenin kadın, ölenin kadın, öldürenin erkek olduğu durumlarda hüre hür cümlesinin hiçbir anlamı yoktur,

        —–2- Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: İslâm’dan kısa bir müddet önce câhiliye devrinde iki Arap kabilesi savaşmış ve birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi, öyle ki köleler ve kadınlar öldürülmüş ve birbirlerinden intikam almadan müslüman olmuşlardı. Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme nazil oldu. (Beğavî, Cessas, Zemahşeri, İbn Kesir, ilgili yer)
        İşte BAKARA-178.ayet,adil ve eşit olmayan yanlış bir hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayete özetle deniliyor ki a) ‘’ Hüre karşı hür, yani bir hür bir hürü öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil hürdür.. b) Köleye köle, yani bir köle bir köleyi öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil köledir…c) Dişiye dişi,yani bir kadın bir kadını öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil kadındır…’’
        yani bu ayetle kısasın katilden katil olmayana geçmesi önlenmiştir, söz konusu eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm bu ayetle tamamen kaldırılmıştır…
        Nuzül sebebi olan olayda hür,köle ve kadın olduğu için söz konusu o kayıtlara yer verilmiştir. Ayrıca o dönemde bu durum herkesçe bilindiği için söz konusu ayetle de buna kısa ve öz bir biçimde vurgu yapılmıştır…!!! —- (senden alıntı)

        herhalde bu iki kabile ödeşirken kelle saydılar, eşitlerle ilgili sayıları birbirinden çıkararak ödeştiler,

        toplam kelle sayılarının eşit olduğunu varsayalım, eşit saymasak ta bir şey fark etmez,

        örneğin; A kabilesinde 7 hür erkek, 3 köle, 5 hür kadın, B kabilesinde 5 hür erkek, 7 köle, 3 hür kadın öldürülmüş olsun,

        bu durumda ödeşmek için A kabilesinden 4 köle, B kabilesinden 2 hür erkek ve 2 hür kadının öldürülmesi gerekir,

        her iki tarafta da öldürülen sayısı toplam 15 ve eşit olduğu halde kısas şartı gerçekleşsin diye 8 kişinin daha öldürülmesi gerekiyor,

        eğer A kabilesinde 15 hür erkek, B kabilesinde 15 köle öldürülmüş olsaydı, ödeşmek için A kabilesinden 15 köle, B kabilesinden 15 hür erkek olmak üzere toplam 30 kişinin öldürülmesi gerekecekti, yani kelle sayısı eşit olduğu halde kısasa kısas şartı gerçekleşsin diye 30 kişi öldürülecekti,

        muhtemelen öldürülecek kişiler rastgele seçilmiştir, savaş meydanı bu, kimin kimi öldürdüğü nereden bilinecek, söz gelişi, Ahmet Mehmedi, Hüseyin de Ahmedi, hasan Hüseyini öldürmüş olabilir, yani belki de hiç kimseyi öldürememiş masum kişilerin sırf kısasa kısas yerine gelsin diye kelleleri uçurulmuş,

        sırf Müslüman olmuş iki kabile ödeşsin diye Tevrattaki kısas ayetini değiştirerek böyle saçma sapan bir çözüm bulduklarını sananlar, Müslümanlar kardeştir safsatasını öne sürüp helâlleşmelerini isteyerek iki toplumu barıştırmayı deneselerdi, olmaz mıydı?

        bir defa savaş meydanındaki öldürmeler için kısasa kısas olmaz,
        o nedenle eğer aralarında itilaf varsa, o itilaf kısasa kısas yöntemiyle çözülmemiştir,
        belki savaş tazminatı gibi bir tazminatta anlaşmaları sağlanmıştır,

        o nedenle senin anlattığın hikâye de saçma sapan bir hikâye, hani derler ya özrü kabahatinden büyük suç, senin bahanende ona benzemiş!!!

        eğer suç ve ceza gereği suçlu cezalandırılacaksa, kısas uygulamasında hür, köle, kadın diye bir ayırım yapmanın hiçbir anlamı yoktur,

        dolayısıyla bakara-178’deki hüre hür, köleye, köle, kadına kadın cümlesinin hiçbir anlamı yoktur,

        eğer iki kabile arasındaki sorunu çözmek için indiyse, varsa bilinen katillerin yanı sıra masum insanların da telef olmasından başka hiçbir işe yaramamıştır.

  64. toro dedi ki:

    Sayın PANTE,

    Yazdığım bir yazıyı onca uğraşıma rağmen bir türlü sitede göremiyorum! Arkasından yazdığım diğer yazılar çıktığı halde bu bir türlü yayınlanmıyor! Bununla daha öncede karşılaşmıştım. Bu sorunu nasıl aşabileceğim konusunda bilgi verirseniz sevinirim!

    • toro dedi ki:

      PANTE,
      Sanırım bir süredir buralara uğramıyorsun! Sistem yazıları hangi içerik ya da ifadeler nedeniyle bloke ediyor söylersen, bizde ona göre yazılarımızı değerlendirebiliriz. 3 Gündür sisteme bir yazıyı yayınlatamıyorum.

  65. AVNİ dedi ki:

    Sn murat
    Utbe Bin Ebi Leheb’i peygamberin köpek musallat et bedduası ile aslan tarafından öldürülmesini mucize diyorsun. ( aslan benim bildiğim kedigillerdendir.)
    Usma b. Mervan’ın öldürülmesi için neden bir suikastçı tuttu o zaman. Hemde koynunda çoçuklarıyla uyurken, umarim buna iftira demezsin..
    5 çocuk annesiydi. Beni Hatma kabilesindendi ve bu kabilede de Muhammed’e sadık müminlerin sayısı artmıştı. Usma b. Mervan da Muhammed’i eleştirenler arasındaydı. Kocasının isminin Yesid b. Zeyd olduğu kayıtlarda geçer.
    Anlaşılan o ki, Muhammed aleyhine söylediği sözleri kendi kabilesinden Muhammed’e iletenler vardı. (ki Muhammedin ajanının olmadığı bir kabile de yoktur)

    Muhammed onun kendisi aleyhine söylediği sözleri duydunca “Kim beni Marvan’ın kızından kurtaracak?” diye sorar.
    Adiyy b. Hareşe isminde (gözleri görmeyen) bir mümin bu göreve talip olur ve Muhammed’in adamları Bedir’den döndükten sonra, Ramazan’ın yirmibeşinci gecesi o kadının evine giderler. Çocuklarının arasında uyumakta olduğunu anlarlar hatta bir bebeği de onun üstünde yatmaktadır ve gözleri görmeyen Hareşe eliyle yoklayarak bebeği kenara çeker ve gözleri görmemesine rağmen kılıcını Mervan’ın göğsüne dayayıp yüklenir ve kılıç Mervan’ın arkasından çıkar. Sonra gelip sabah namazını Muhammed ile birlikte kılar.

    Muhammed onu görünce “Ya Umeyr Mervan’ın kızını mı öldürdün ?” diye sordu. O da “Evet ya Rasulullah, acaba hata mı ettim?” diye cevap verir buna karşılık Muhammed “Hayır onun için iki keçi bile birbiriyle toslaşmazdı” der.

    Başka kaynaklarda Muhammed’in söylediği son söz şöyledir :

    “Onun kanı hederdir, sorup karşı çıkacak kimse yoktur” .
    (Mahmud Esad- İslam Tarihi “Tarih-i Din-i İslam” Sayfa – 550-551)

    Buna da beddua etseydi, kobra yılanı öldürseydi deseydi. Bence senin yukarda verdiğin mucize bedduaya göre bu kadının katledilmesi daha gerçekçidir. Saygılarımla..

    • murat dedi ki:

      Mucizeler allahın dilemesiyledir.Peygamberin istediği an zuhur etmez.Allahın resulünü tasdik etmek için kainatın işlemesindeki geçerli kanunları o an için değiştirmesidir.Kanun sahibi kim ise kanunu değiştiren de o dur.Peygamberin ellerinden su akması,Bir avuç hurma ile yüzlerce insanın doyması,ağaçların yürümesi tabiatta hüküm süren ilahi kanunlara aykırıdır.Bu kanunlara müdahale vedeğişiklik Allahın iradesi ve fiilinin tecellisi anlamına gelir ki ona mucize denilir.
      Mucizeler insanın iradesini elinden almayacak tarzda gelir.Peygamber de her istediğinde mucize gelmez.Müminlerin imanları takviye olur ve Allahın yardımını müşahade ederler.İnanmak istemeyenler ise o an için gördükleri olağan üstü şeyleri göz yanılması veya sihir olarak yorumlar.Netice hasıl olur.İmtihan sırrı bozulmaz ve sen şimdi itiraz edebilecek durumda olursun.Allah ancak seçtiği kimseleri nuruna ulaştırır.

      Peygamberin savaş tarzı ve siyasi tedbirleri takdir edilir.Acımasız bir şekilde her insanı dünya saltanatı için feda etmeye hazır bir dikdatör olsaydı haşa.. evvela mekkeye ordularıyla girdiği an amcasının göğsünü yararak kalbini çıkaran vahşiyi ve onu himaye eden hint denilen kadını öldürecek intikamını alacaktı.
      Bu getirdiğin rivayatlerin kaynaklarını da belirtmelisin.Sahih ve uydurma hadislerin birbirinden ayrılması gerekiyor.Bu olayı ve ayrıntılarını hadis kaynaklarında göremedim.Ateist forumlarından toparlanmış ilmi değeri olmayan uydurma iftira niteliğindeki hikayelere benziyor.
      Allahın peygamberine atılan iftiraların günümüzde neticesi yoktur çünkü tarih onun kim olduğunu kaydetmiş ve yetiştirdiği insanların hayatlarında ne yönlü değişiklikler yaptığı ortadadır.
      Günümüzde en uzman psikologlar ve sosyologları toplayarak onun içinde bulunduğu inatçı ve adetlerine mutaassıp vahşi kavme gönderilse sadece sigara gibi basit bir bozukluğu düzeltmekten aciz kalacaklardır.
      Halbuki ozata bakıyoruz kavmi ve yakınları ona düşman olarak görünürde hiçbir maddi kuvveti ve orduları olmadığı halde bir kaç kişi ile oldukça samimi bir şekilde hayatını ortaya koyuyor o vahşi insanların kalplerine tesir eden sözleriyle öyle bir terbiye veriyor ki emsalini dünya ehli görmemiştir.

      • AVNİ dedi ki:

        Sn murat
        Usma b. Mervan’in öldürülmesiyle ilgili olarak “Mahmud Esad- İslam Tarihi “Tarih-i Din-i İslam” kitabını bulamadım ama internetten pdf olarak RASÛLULLAH (S.A.S)’IN
        HAYATI İLE İSLÂM’IN HAREKET METODU 1. CİLT Yazan: Abdurrahman el-Muhacir
        kitabının 410-411 sayfalarında yazmaktadır. indirip okuyabilirsin.
        Peygamber adam tutup düşüncesine, kendine düşman birine suikast düzenlemiş olabilir, günümüzde bile yapılan bir şey. Kadın ölünce bir çok kişi müslümanda olabilir. Benim demek istediğim suikast düzenleyeceğine beddua et başka bir şekilde ölsün…
        Demek ki çok tehlikeli bir insanmış…
        Birde affınıza sığınarak söylemek istiyorum işinize gelen rivayeti kabul edip, gelmeyene uydurma deme alışkanlığını birakın lütfen, bu sefer ben mağdur duruma düşüyorum..
        Saygılarımla..

  66. AVNİ dedi ki:

    Sn murat
    Hazreti Ömer’in (ra) aralarında olduğu sürece, Müslümanlar arasında fitnelerin olmayacağını söylemişsin ama ridde savaşlarını nasıl açıklayacağız. 20000 insan ölmüştür. Dinden çıkanlarla yapıldı diyebilirsin ama sadece dinden çıkanlarda değil, müslüman kalıp, zekat vermeyenlerde var.

    • murat dedi ki:

      Avni bunları kimlerden alıntılıyorsun.Önce kendin bir araştırsaydın ridde savaşları neymiş.
      Senin her soruna cevap vermek zorunda değil kimse.
      Ridde savaşları +google
      wikipediadan çıkan sonuç;
      Ridde Savaşları (Arapça: حروب الردة), Muhammed’in ölümü sonrasında kitlesel dinden dönme (irtidad) olaylarını ve bunun üzerine, ilk halife Ebu Bekir tarafından 632-633 yıllarında yapılan askeri harekât ve savaşları anlatır
      Hz. Ömer (ra) 634-644 yılları arasında halifelik yapmıştır.
      Bahsettiğin savaşların onun döneminde birden kesildiği ve fitnenin söndüğü görülüyor ki ömer r.a hakkındaki hadisi şerifin sahih bir hadis olduğunu gösteriyor.
      Yani peygamberden rivayet edilen.

      • AVNİ dedi ki:

        Sn murat
        hadis Hazreti Ömer’in (ra) aralarında olduğu sürece, diyor.
        Ridde savaşlarının kısa tanımı:
        Arap yarımadasının çeşitli bölgelerine yayılmış bulunan Islam
        dini, Hz. Muhammed’in hastalanması ve ölümü üzerine, gene bu bölgelerin
        çoğunda yaşayan Araplar tarafından reddedilmiş, Islâmiyet’in yüklediği,
        mali mükellefiyetlerden kurtulmak isteyenlerde eski putlara dönme
        temayülü artmış, bazı kabileler ise Hz. Muhammed’in tanıttığı tek
        ve her şeye kâdir olan yüce Tanrıya ibadeti terketmemekle beraber islam
        dininin gerektirdiği zekâttan muaf tutulmak istemişlerdi..
        İSLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER
        Doç. Dr. BAHRİYE ÜÇOK ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHIYAT FAKÜLTESİ..
        Ömer’e rağmen fitne varmış..

  67. AVNİ dedi ki:

    Sn bilal
    Aşağıdaki tevratla ilgili ayetlerle şunu sormak istiyorum. Maide süresi 5:43 hatırladığım kadarıyla recm’le ilgili gelmişti. Tevrattaki hükme göre hakeret edilmesi istenmiştir, kuran geldiğinde tevratın hükmü kalkmamışmıdır, kuran bile peygambere ragmen tevrata uyulmasını istemektedir. Bu garip değilmidir.
    5:43 – İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da ondan sonra da dönüveriyorlar? Onlar inanıcı değillerdir.

    Maide 5:44’de müslüman olan peygamberler onunla hükmederler diyor. Bu peygamberler kimlerdir (Yahya,Zekeriyâ,Elyesa,İlyas) tevratin değiştirildiği, mevcut tevratın babil sürgününden sonra milattan önce 600-500 yılları arasında yazıldığı söylenir. İsaya kadar gelen peygamberler nasıl değiştrilmiş tevratla hüküm verirler, neden bozulmuş tevratı düzeltmeye çalışmazlar, yoksa onlara göre değiştirilmemişmidir.
    5:44 -İçinde hidayet ve nûr bulunan Tevrat’ı, elbette biz indirdik. Müslüman olan peygamberler, yahudiler hakkında hükmederler, kendilerini Tanrıya adamış zâhitler, âlimler de, Allah’ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirler) ve onun Allah’ın kitabı olduğuna şahitlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, benden korkun, âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
    Saygılarımla…

    • murat dedi ki:

      Avni….

      maide 42 Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.

      maide43….Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında iken, ne yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviriyorlar? İşte onlar inanmış değillerdir.

      maide 44….Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de . Hepsi ona şahitlerdi. Şu halde İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

      Hep yalana kulak veriyorlarmış.Bu konuda kendine de bir hüküm verirsin.
      Konuyla ilgili bir açıklama
      NÜZUL SEBEBİ: Ebu Hureyre, Berâ b. Âzib, İbnü Abbas ve daha birçoklarından gelen rivayetlerin özetine göre Tevrat’ta İsrailoğulları’ndan zina

      edenlere recm (taşlanmak suretiyle öldürülme) emredilmişti ve bunu tatbik ediyorlardı. Nihayet bir gün büyüklerinden birisi zina etmiş, recm için toplanmışlar, fakat ileri gelen seçkinler ve memleketin saygın kişileri kalkmışlar, yasaklamışlar. Sonra zayıflardan birisi zina etmiş, bunu recm etmek için toplanmışlar. Bu defa da düşkünler gürûhu kalkmış, “Arkadaşınızı recm etmedikçe bunu da etmeyin, ikisini de r ecm edin” demişler. Bunun üzerine, ” mesele zorlaştı, geliniz bir çaresine bakalım” demişler. Recmi bırakıp tahmime karar vermişler ki, yünden örülmüş, zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vururlar, yüzünü karalarlar, ters yüzüne bir eşeğe bindirip dol a ştırır teşhir ederlermiş. Peygamberimiz Medine’ye şeref verinceye kadar böyle yapıyorlarmış. Berâ b. Âzib (r.a.) den rivayet edildiği üzere birgün Resulullah Medine’de böyle bir yahudinin dolaştırıldığına bizzat rastlamış, âlimlerinden birini çağırmış, “S i zde zina eden kimsenin cezası böyle midir?” diye sormuş, “evet” demiş. “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah için söyle, kitabınızda zina edenin cezasını böyle mi buluyorsunuz?” deyince, “Böyle yemin vermeseydin söylemezdim, doğrusu recimdir” demiş ve kıssayı n akletmiştir. Sonra yahudi ileri gelenlerinden Yüsre adında bir kadın Hayber ileri gelenlerinden bir yahudi ile zina yapmış, tutmuşlar, Kureyza oğullarından bir takımlarını Resulullah’a göndermişler, “Sorunuz bakalım zina hakkında ona indirilen hüküm nedir? Korkarız ki bizi rüsvay eder, şayet celd (deynekle vurma cezası) derse tutunuz, recim (taşlamayla öldürme cezası) derse sakınınız” demişler. Gelmişler, sormuşlar. Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayetine göre: “Şu adam ihsanından (namuslu yaşamasından) sonra nam u slu bir kadın ile zina etti, seni hakem yapıyoruz, hüküm ver” demişler. Bunun üzerine Peygamberimiz kalkmış yahudilerin dershanelerine gitmiş, “Ey yahudi toplumu, bana en bilgininizi çıkarınız” buyurmuş, onlar da Abdullah b. Sûriya’yı çıkarmışlar, Kureyza oğullarından bazılarının rivayetine göre o gün İbnü Sûriya ile beraber Ebu Yasir b. Ahtab’ı ve Vehb b. Yehûdâ’yı da çıkarmışlar ve “İşte bunlar bizim bilginlerimiz” demişler. Resulullah biraz konuşmuş, nihayet “Kalanlar içinde Tevrat’ı en iyi bilen budur” diye İbnü Sûriya’yı göstermişlerdir ki, henüz genç ve yaşça diğerlerinden küçük ve tek gözlü imiş, Resulullah bununla tenha kalmış ve meseleyi açmış, “Ey İbnü Sûriya Allah’a ve Allah’ın İsrailoğulları’na olan nimetlerine ant vererek söylüyorum. Namuslu h ayatından sonra zina eden kimse hakkında Allah’ın Tevrat’ta recm ile hükmettiğini bilmiyor musun?” buyurmuş, o da: “Allah için evet, ey Kasım’ın babası (Muhammed)! Bunlar senin Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kesin bir şekilde bilirle r ve fakat haset ediyor (kıskanıyor) lar”

      demiş. Resulullah da oradan çıkmış, gelip hükmünü vermiş, zina eden erkek ve zina eden kadının ikisinin de recmini emretmiş. Beni Osman b. Galip, b. Neccâr mescidinin kapısı önünde recmedilmişler. Fakat İbnü Sûriya böyle dediği halde, sonradan düşük karekterli yahudilerin saldırısıyle inkâr etmiş ve işte âyeti ve tahrif olayı bunları hatırlatarak nazil olmuştur. Bir de İkrime ve Katâde ve daha bazılarının rivayetine göre Beni Nadir yahudileri Beni Kureyza’dan daha haysiyetli ve şerefli imiş. Bunun için Beni Kureyza’dan biri Beni Nadir’den birini öldürürse öldürülür. Fakat Beni Kureyza’dan birini öldürürse yüz vesak (1 vesak = 200 kg) hurma diyet alınırmış. İbnü Zeyd’in rivayetine göre Huyey b. Ahtebî, Nadir’li içi n iki diyet, Kureyzalı için bir diyet hükmedermiş. Sonra Benî Nadir’den biri, Beni Kureyza’dan birini öldürmüş, Beni Kureyza da Peygamberimizin hükmüne müracaat etmişler. Buna işaret olarak inmiştir. Hasılı bu âyetler müslüman olmayanların, İslâmın hükm ü ne müracaatı hakkında nazil olmuştur. Ve bu arada onların ahlâkı ve müracaattan maksatları da bildirilmiştir. Fakat bu âyetlerin siyakında zinaya dair açıklık bulunmadığına göre asıl nüzul sebebi olan hadise ikinci rivayet dolayısıyla bir öldürme olayı olmak üzere daha uygun görünüyor.

      Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere yahudiler tevrata bağlılığı kaybetmiş lakat bir durumdalar.
      İşlerine gelmeyen ayetleri görmemezlikten gelerek hz muhammed a.s a danışmaya gelmişler. belki bir çıkış yolu arıyorlar.
      Tevrat bozulmuş ta olsan yine de Allahın hükümlerini doğru ifade eden ayetlerin bir kısmını korumuş olduğu anlaşılır.Domuz eti ve alkol yahudilerde haram olarak bilinir.
      Tevratın sosyal hayata dair hükümleri geleneksel olarak yahudiler tarafından bilinir bir durumda idi.Belki bu nedenle tevratın bu ayetlerine ilişilmemiş.
      “Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de . Hepsi ona şahitlerdi. Şu halde İnsanlardan korkmayın, benden korkun”
      Yani konu hakkında yahudi ulemasının şüphesi yok ve Allahın hükmünü gayet iyi bilerek duruma şahitler.
      Ayetin maksadı 44. ayetin son kısmında geliyor.
      “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”

      Belki bu uyarıdan dolayıdır ki Abdullah bin selam gibi bir kısım yahudi alim müslüman olmuştur.
      Yani tevratta Allahın ayetleri ile hükmetmedikleri ve kafir oldukları için kurana yanaşmıyorlar.Fakat bu sapkınlıklarından bir çoğunun haberi de yok.Cenneti ümit etmelerine karşılık ayet kafir olduklarını bildirmiş.Günümüz müslümanlarının bir çoğu da bu ayetin hükmüne giriyor denilebilir.Allahın hükmünü beğenmeyenin imanı sorgulanır şüpheli bir durumdadır.Yahudilerin çelişkili durumu örnek gösterilerek müslümanlara da uyarı mesajı veriyor.

      • AVNİ dedi ki:

        Sn murat
        Bana maide 44 açıklayabilirmisiniz. Yukarda da yazmıştım, bildiğimiz tevrat babil sürgününden sonra hatta ölü denizde bulunan gümüş yazıt tabletlerine göre MÖ 800-900 tarihlenmektedir. Arada ilaveler de olmuştur. İlgili kaynakta yazan ifade “Üstelik büyük tomarın arka tarafında Çölde Sayım 6. bölümün tümü ve Çıkış kitabından da ayet alıntıları mevcut! kaynak: TEVRAT DÖNEMİNDE GÜNLÜK HAYAT”
        aşağıdaki ayete göre gelen peygamberler onunla hükmederlerdi diyor, MÖ 500-600 yılları ile isaya kadar olan dönemde gelen kutsal kitap özelliğini yitiren bu kitapla nasıl hükmedebiliyor, neden düzeltmeye çalışmadılar, yoksa onlarda mı tastik ettiler.

        maide 44. ayet: Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de . Hepsi ona şahitlerdi. Şu halde İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
        Saygılarımla…

      • murat dedi ki:

        Avni
        “MÖ 500-600 yılları ile isaya kadar olan dönemde
        gelen kutsal kitap özelliğini yitiren bu kitapla nasıl hükmedebiliyor, neden düzeltmeye çalışmadılar, yoksa onlarda mı tastik ettiler. ”
        demişsin.
        “Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi.”
        İfadesinden anlaşıldığı üzere tevrat uzun süre orjinalliği korunmuş veya hukuka dair ayetleri sahihtir.Tevratın bir milyon ayetten oluştuğu biliniyor.Eklemeler çıkarmalar yapılsa da geçerliliğini uzun süre korumuş.İncilin gelmesi tevratın hükmünü kaldırmış.Bu nedenle yahudiler incili kabullenmekte direnmişler ve musa a.s a saygısızlık olarak görmüşlerdir.
        Kuran ise incile ve tevrata yapılan tahripleri ortadan kaldırarak ilahi hükümleri tabiri caiz se güncellemiştir.
        İkinci mesele ise Kuranda alkolün yasaklanması birden bire olmadığı gibi eklemeler çıkarmalar içeren tevratın birden kaldırılması o toplumun psikolojisine uygun değildir ve öyle de olmamıştır.
        İsa a.s olan tepkileri de bunu gösteriyor.
        Tevratın bir miktar değişime uğramasından sonra gelen peygamberler varsa bu yanlışlara ne kadar müdahale ettiklerini bilemeyiz.Fakat kendilerinin her hareketlerinin hak üzere olduğu kesindir.Topluma müdahale farklı şey peygamberin kendi yaşayışı farklı şeydir.Kuranın tarzında da bu aşamalar var.Toplumun sapkın ekollerine aşama aşama bir müdahale var.Hz rasul hiç alkol kullanmadığı halde islamın ilk yıllarında sahabeler alkol tüketiyor ve sarhoş vaziyette namaza dahi geliyorlardı.
        Ayrıca gece namazı peygambere farz olduğu halde müminlere farz değildir.Zekat ve sadaka almak peygambere haramdır.Şu halde israil oğulları peygamberlerinin ne ile hükmettiklerine o toplumun psikolojisi ve durumu ve Allahu tealanın hikmetli ve adil hükmü karar verdi ve peygamberler buna göre hükmetti denilebilir.

        Ali imran 159
        O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.

        Bu ayet kuranın topluma nüfuz eden işleyiş tarzını gösterir.

        Hicr 9…Kur an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.
        Ne dersin kuranı korumuş mu?Sadece bu ayet ve aradan geçen 15 asır kuranın ardında ilahi bir güç olduğunu kör gözlere bile gösterir.

      • bilal dedi ki:

        Sn.AVNİ,

        MAİDE-44.ayetin doğru mealini bir daha gösteriyorum,dikkatlice okuduğunuz da umarım sorunuzun cevabını da bulursunuz…

        MAİDE-44.AYETİN DOĞRU MEALİ :

        MAİDE-44: Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat’ı indirdik.Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler,yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar,bilginler de Allah’in Kitab’ından elde MAHFUZ kalanla hükmederlerdi.Tevrat’a şahiddiler.O halde insanlardan korkmayın, benden korkun,ayetlerimi hiç bir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiğiyl ile hükmetmeyenler şte onlar kafirlerdir..‘’ Allah’ın kitabından (tevrat’an ) elde MAHFUZ KALANLA HÜKMEDERLERDİ ‘’ !!!! İşte sorunuzun cevabı burada !!!

        Saygılarımla…

    • bilal dedi ki:

      Sn.AVNİ,

      ‘’ Sn bilal
      Aşağıdaki tevratla ilgili ayetlerle şunu sormak istiyorum. Maide süresi 5:43 hatırladığım kadarıyla recm’le ilgili gelmişti. Tevrattaki hükme göre hakeret edilmesi istenmiştir, kuran geldiğinde tevratın hükmü kalkmamışmıdır, kuran bile peygambere ragmen tevrata uyulmasını istemektedir. Bu garip değilmidir.
      5:43 – İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da ondan sonra da dönüveriyorlar? Onlar inanıcı değillerdir ‘’ sizden alıntı ‘’

      CEVAP: MAİDE-43.AYETİN RECM’LE HİÇ BİR İLGİSİ YOKTUR !!!

      1-Buradaki hüküm KISASLA ilgilidir.Zira Maide-44.ayete baktığımız da görüyoruz ki,hz.Musa’dan sonra gelen peygamberler,ona inanan yahudiler,Rabbineler ve ahbarlar tevrat’an elde mahfuz kalanla hükmederledi ve bunun üzerinde şahit idiler…

      2-MAİDE-45.ayete bakıyoruz ki yüce Allah’ın TEVRAT’a ki söz kounsu hükümleri KISASLA ilgili hükümlerdir…Buradaki hükmün yakından ve uzaktan RECM’LE hiç bir alakası yoktur….

      Şimdi her üç ayetin mealini dikkatlica art arda okuyalım. !!!

      MAİDE-43: Ve seni nasıl hakem yapıyorlar? Halbuki,onların yanlarında, içinde Allah’ın hükmü de bulunan Tevrat vardır. Sonra da bunun arkasından yüz çevirirler ve onlar inanmış kimseler değildirler….

      MAİDE-44: Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat’ı indirdik.Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler,yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar,bilginler de Allah’in Kitab’ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi.Tevrat’a şahiddiler.O halde insanlardan korkmayın, benden korkun,ayetlerimi hiç bir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiğiyl ile hükmetmeyenler şte onlar kafirlerdir.

      MAİDE-45: Tevrat’a onlar üzerine şöyle hüküm yazdık.Cana can,göze göz,buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalarda o yaranın benzeri bir karşılık vardır. Ama kim bu kısas (ödeşme) hakkından vazgeçerse, bu geçmiş günahlarının ve kusurlarının yaradan tarafından bağışlanmasına neden olacaktır.Allah’ın vahyettiğine göre hüküm vermeyenler, yaratılış gaye ve maksadına aykırı davranan zalimlerdir…

      İşte AVNİ arkadaşım, MAİDE-43.ayete geçen hükümün ne olduğunu MAİDE-45.ayetle net ve açık bir şekilde anlatılmıştır…!!! ( KISAS HÜKMÜ ) !!!!!!!

      3- MAİDE SURESİ Mekke fethinden sonra inen en son suredir.Yani hz.peygamberin vefatına yakın bir dönemde inmiştir……

      a).Halbuki iddia edilen recm olayı doğru olsa bile,hicretin ilk yıllarında,yani MAİDE suresi inmeden seneler önce gerçekleşmiştir.Bu nedenle buradiki hükümün recmle ilgili olması asla mümkün değildir..

      b) ZİNA edenlerin cezasını açıklayan NÜR suresi MAİDE suresinden seneler önce inmiştir.Burada (kur’an’ın Nür suresinde) Zina edenlerin hükmü varken hz,peygamber kur’an’la değil,kur’an dışında başka bir hükmü mü (recmı mı) uygulayacak ??? Zina edenlerin hükmü kur’an’da dururken muharraf tevrat’la mı amel edecek..???

      İşte tevrat’a bulunan ve aynı zamanda kur’an’da da devam eden hüküm MAİDE-45.ayete geçen KISASLA ilgili hükümdür.. Özetle,hem tevrat’a,hem de kur’an’da devam eden bu kısas hükümünün uygulanması hz. peygamberden istenmiştir…..Çünkü bu konuda Tevrat’ın da,kur’an’ın da hükümü aynıdır. değişen bir şey yoktur.Bu nedenle hz.peygamberden tevrat’a,bulunan ve kur’an’da da aynen devam edilmesine hüküm verilen KISAS hükmüyle amel etmesi istenmektedir…
      Evet,tevrat tahrifata uğramıştır.Göstermiş olduğum MAİDE-44.ayetin doğru mealini de dikkatlica okursanız ‘’بما استحفظوا ‘’ Allah’in Kitab’ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi.” şekilndeki doğru mealdan da bunu anlarsınız….

      .Özetle sayın Murat kardeşimin de konumuzla ilgili İkrime,Katada ve diğerlerinden naklettiği rivayet hem doğru,hem de söz konusu ayetle tutarlı olnanıdır.Ebu Hureyre’den gelen rivayet ise söz konusu ayetle mutabık ve turarlı değildir…Ayrıca İkrime,Katade ve diğerlerinin bu rivayetini burada gösteren ve çok değerli bilgi paylaşımında bulunan sayın Murat beye de çok teşekkür ederim,Allah razı olsun…

      Saygılarımla…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Neden bildiğinizi bilmiyormuş gibi davranıyorsunuz!
        Bakın yazdıklarım ayetlerin az bir bedel karşılığı değiştirlmesinin ne olduğunuda açıklayacaktır!

        Öncelikle kendine peygamberim diyen Medineye gelmeden çok önce yahudilerin İLERİ GELENLERİNDEN biri zina yapmıştır! Ama bu tanrıdan bile güçlü olan yegane şey varsıl olmaktır! Yahudilerin ileri gelenleri (varsıllar) Tevratta yazıldığı halde RECM cezasını uygulamamışlardır. Sonra zayıf olanlardan birileri aynı işi (zina) yı yaptığında onun güruhu varsıllara kendilerinden olana uygulamadıkları cezayı kendilerinede uygulayamayacaklarını söylemişlerdir! Bunun üzerine RECM yerine aşağıdaki şekilde cezalar uygulanmaya başlanmıştır;

        Yünden örülmüş, zifte bulanmış bir kamçı ile kırk kamçı vurmak, Yüzlerine kara çalmak, ters yüzüne bir eşeğe bindirip dolaştırıp teşhir etmek.

        Sonra yahudi ileri gelenlerinden Yüsre adında bir kadın Hayber ileri gelenlerinden bir yahudi ile zina yapınca bunları tutmuş ve Kureyza oğullarından bir grup ile kendine peygamberim diyene göndermişlerdir! Burada amaç aynı zamanda kendilerinin de peygamberi olduğunu söyleyen kişiye tanrı tarafından zina suçunun karşılığında uygulaması istenen tanrısal cezanın ne olduğunuda öğrenmektir! Yani kendine peygamberim diyenin tanrısına göre zinanın cezası nedir? Ama rivayetlere göre giderken değnek vurulmasını kabul edecek, recm i ise reddecek bir iradeyle yüklenmişlerdir!
        İşte hakem yapılması bu olay üzerinedir!

        Ama bu cezaya doğrudan hükmetmez! Ahaliye aralarından Tevratı en iyi bilenlerle konuşmak istediğini söyler! Sonra ortaya çıkanlar içinden en bilgilisi olarak İbnü Sûriya seçilir ve kendine peygamber diyen bu kişiyle görüşerek hükmünü Tevratta olduğu gibi recm olarak açıklar! Ama Hayber in ileri gelenlerinden olan zatın recm ile öldürülecek olmasına baştan razı olunmadığ için hüküm kabul edilmez işte bu durumun üzerine inen ayet;

        ”Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar (kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.” Maide,43-Diyanet

        Ayetin anlamı şudur!

        Zina için verilecek ceza (hükmüm) Tevrat’ta bellidir! Bildikleri halde seni hakem yapmaları gereksizdir! Ama seni hem hakem yapmış hemde Tevrat’taki cezanın aynısını hükümlendirmene itiraz etmişlerdir! Dolayısıyla Tevrat’ta var olan hükmümü yok Farz ederek yani uygulamayarak aslında bana inanmıyor olduklarını göstermişlerdir!

        Sonra gelen ayet;

        ”Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler onunla yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu halde siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”Maide,44-Diyanet

        İşte bu ayet Tevratta var olan bir cezanın bir varsıl sözkonusu olduğunda o varsılın nüfuzundan yararlanmak uğruna görmezden gelinmesine yöneliktir(tabi sonradan bu durum itiraz eden yoksullar lehinede olmuştur)! Tanrı recm için insanların öldürülmesinden vazgeçilip kendi hükmü olmayan çözümler bulunmasına ve buna Tevrat ile hükmeden ”Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler ” in göz yummasına hiddenlenmektedir! Ayetlerin bedel karşılığı değişmesi demek ayetin ya da kitabın değiştirilmesi değil, hükmün sanık lehine görmezden gelinmesi ya da başkalaştırılmasıdır!

        ”Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”
        Yani Recmi uygulamayanlar!

        Şimdi diğer ayete geçelim;

        ”Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi için keffaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir” Maide,45-Diyanet

        Bu ayet ek olarak cezalarının uygulama şekillerini belirtir. Ama ben sizden Maide suresinde biraz daha ileriye gitmenizi beklerdim, bakın;

        ”O peygamberlerin izleri üzere Meryemoğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı DOĞRULAYICI olarak gönderdik. Ona, İÇERİSİNDE hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için doğru yola iletici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.” Maide,46-Diyanet

        ”İncil ehli Allah’ın onda indirdiği ile hükmetsin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir.”Maide,47-Diyanet

        ”(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları DOĞRULAYICI, onları GÖZETİCİ olarak indirdik. Artık Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp ta onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.” Maide,48-Diyanet

        ”Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları DOĞRULAYICI, onları GÖZETİCİ olarak indirdik.”

        Sizce tanrısı peygamberine, değiştirilmiş ve içine eklemeler yapılmış kitapları GÖZETME görevi verebilir mi? Değiştirilmiş ve içine eklemeler yapılmış kitapları GÖZETMEK yani korumak, himaye etmek, kayırmak ya da önem vermek mantıklımıdır?

        Sayın Bilal, görüyoruz ki tanrınız size karşı o kitapları farklı ayetlerde aynı vurguları yaparak koruyor, kayırıyor,himaye ediyor ve önem veriyor! Yani GÖZETİYOR!

        Bu durumda sizin haliniz Tevratta recm ayeti olduğu halde bu ayeti görmezden gelenlerle aynıdır!

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        “””Evet,tevrat tahrifata uğramıştır.Göstermiş olduğum MAİDE-44.ayetin doğru mealini de dikkatlica okursanız ‘’بما استحفظوا ‘’ Allah’in Kitab’ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi.” şekilndeki doğru mealdan da bunu anlarsınız (senden alıntı)

        Kuran meali sitesinde, üst tarafta, ayetin Arapçasının Türkçe karakterlerle yazılmış hali, onun altında sol tarafta Arapça kelimelerin Türkçe karakterle yazılmış şekilleri var,
        Karşılarında da Türkçe anlamları var, Türkçe anlamlarının içerisinde “elde mahfuz kalanla” anlamına gelecek bir cümle yok,

        alt tarafta ise, tercümanların tercümeleri var, nedense artık ne yapmaya çalıştığına hiç şaşırmadığım o zatı muhteremin haricinde diğerleri maide-44’te Tevratı korumakla görevli olan bilginlerden söz ediyor,

        herhalde Türkçe karakterlerle yazılmış Arapça kelimelerin ne anlama geldiğini bulmanın çok kolay olduğunu düşündüğün için Arapça kelimelerin Arap alfabesindeki karakterlere göre yazılmışını kanıt olarak gösterme kurnazlığına kaçıyorsun,

        yanılmıyorsam aşağıdaki Türkçe karakterle yazılmış Arapça cümleyi “elde mahfuz kalanla” diye yutturmaya kalkışıyorsun,

        bi mâ istuhfizû: muhafaza etmeleri istenen şey ile

        emin ol senin bu yaptığın peygamberi kandırmaya uğraşan Yahudilerden hiçbir farkı yok,
        onlarda ayetlerin anlamlarını çarpıtarak hem kendi inanırlarını hemde Muhammedi kandırmaya çalışıyorlardı,

        eğer kandıracağını sandığın aptallar varsa orasını bilemem ama bu sitede olmadıkları kesin,
        o nedenle işi pişkinliğe vurup demagojinin cılkını çıkarma!

        eğer çok biliyorsan, kendini buralarda harap etme, İslâm aleminin senin gibi kıyıda köşede kalmış keşfedilmemiş bilgelere ihtiyacı var, buralarda zaman kaybedip onları bekletme,

        kısasa kısas demişken, hüre hür, köleye köle, kadına kadın eşleşmesini
        olması gereken adalet anlayışına (ceza suçu işleyene verilir ilkesi)
        göre nereye oturtacağını bir anlatıver,

        eğer demagoji yapacaksan hiç anlatma, sonra eleştiri dozunu nasreddin hocavari formatında görürsün.

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ‘’ Kuran meali sitesinde, üst tarafta, ayetin Arapçasının Türkçe karakterlerle yazılmış hali, onun altında sol tarafta Arapça kelimelerin Türkçe karakterle yazılmış şekilleri var,
        Karşılarında da Türkçe anlamları var, Türkçe anlamlarının içerisinde “elde mahfuz kalanla” anlamına gelecek bir cümle yok,
        alt tarafta ise, tercümanların tercümeleri var, nedense artık ne yapmaya çalıştığına hiç şaşırmadığım o zatı muhteremin haricinde diğerleri maide-44’te Tevratı korumakla görevli olan bilginlerden söz ediyor, ‘’ sizden alıntı ‘’

        1-…onun sol altında sol tarafta Arapça kelimelerin Türkçe karakterle yazılmı şekilleri var, ‘’ diyorsunuz.!

        Peki bunu da ‘’ bi ma istuhfizu ‘’ cümlesini de ‘’ muhafaza etmeleri istenen şey ile ‘’ şeklinde tercüme eden kim.? Yine söz konusu mealları yazanlardan biri değil mi ? öyle tercüme etmişse mutlaka doğru mu ? Bunun doğru olup olmadığını ancak kur’an’ın arapça dilini iyice bilmeniz gerekir,bir dili bilmiyorsanız gerçeketen yapılan tercümenin tam doğru olup olmadığını nerden ve nasıl bileceksiniz.???
        .
        ‘’ nedense artık ne yapmaya çalıştığına hiç şaşırmadığım o zatı muhteremin haricinde diğerleri maide-44’te Tevratı korumakla görevli olan bilginlerden söz ediyor,‘ sizden alıntı‘’

        a) Bakınız alaylı bir uslupla‘’ O ZATI MUHETERM ‘’demişsiniz..Halbuki bunu bu şekilde tercüme eden sadece ‘’ O ZATI muhterem değil,ZEVATI muhteremdirler..!!! Anlaşılan odurki bütün meallere bakmadan kafanızdan söylemişsiniz.Yoksa O ZATI muhterem diye bir ifade kullanmazdınız..!!!

        Bunu böyle tercüme edenler BİR ZATI MUHTEREM DEĞİL,ZEVATI MUHTEREMDİRLER Aşağıda bunları gösteriyorum:

        1- Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar, bilginler de Allah’ın Kitap’ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat’a şahiddiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, ayetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir ( DİYANET İŞL.ESKİ )

        2- Doğrusu Biz yol gosterici olarak Tevrat’i indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmis peygamberler, yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar, bilginler de Allah’in Kitab’indan elde mahfuz kalanla hukmederlerdi. Tevrat’a sahiddiler. O halde insanlardan korkmayin, benden korkun, ayetlerimi hic bir degerle degistirmeyin; Allah’in indirdigi ile hukmetmeyenler, iste onlar kafirlerdir. ‘’ ( BEKİR SADAK )

        3- Tevrat’ı yol gösterici ve aydınlatıcı olarak biz indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler, Yahudilere Tevrat ile ve Rabbin yolunda yürüyenler, bilginler de Allah’ın kitabından elde kalmış olan kısmı ile hükmederlerdi. Tevrat’ı gözetiyorlardı. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedelle değiştirmeyin. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir ( ŞABAN PİRİŞ )

        4- Doğrusu Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla, Rabb’a kul olanlarla bilginler de Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Ve ona şahid idiler. İnsanlardan korkmayın da Ben’den korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah’In indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafirlerin kendileridir. ( İBNİ KESİR )

        5-Ayrıca arapça tefsirlerinde de söz konusu ayetin böyle bir anlamı da vardır.Onlara göre de ayetin bir anlamı da şöyledir: ‘’يحكم بها النبيون الذين الخ Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler,yahudi olanlara tevratla,‘’والربا نيون والاحبار الخ ‘’ ‘’ Rabb’a kul olanlarla bilginler de Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi.’’ şeklinde bir açıklama da yapılmıştır.Bunun anlamı da şöyle oluyor:Peygamberler tevratın orjinali ile,onlardan sonra gelen ‘’ Rabbaniler ve bilginler de ‘’ elde mahfuz kalanla hükmederlerdi ‘’ Yani daha sonra tevrat tahrifata uğramıştır..

        Ayrıca o dediğiniz BİR ZATI muhteremenin meali de buraya yazmadım,işte görüyorsunki senin dediğin O ZATI MUHTEREM,ZEVATI MUHETREM oldular…!!!

        b) ‘’ 44’te Tevratı korumakla görevli olan bilginlerden söz ediyor,‘’ sizden alıntı ‘’
        Senin gösterdiğin şekilde ki en doğru tercümenin de Celal Yldırım’ın tercümesidir.
        Ayetin anlamı bunlara göre olsa bile yine Tevrat’a tahrifat yapıldığı anlaşılmaktadır…

        ‘’ Şüphesiz ki, biz, içinde hidâyet (doğru yolu gösterici ve ona iletici) ve (kafa ile gönülleri) aydınlatıcı (belgeler) bulunan Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (hakka) teslim eden peygamberler, Yahudiler arasında onunla hükmederlerdi; Yine onlardan Rabb için yol gösterenleri de, bilginleri de Allah’ın kitabından muhafazasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi. Ve onlar buna şahitlerdi de.. (Ey hükmetme durumunda olanlar !) artık insanlardan korkmayın benden korkun ; âyetlerimizi az bir değere satmayın. Kim Allah’ın Indlrdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir. (Celal Yıldırım)

        Şimdi ayetin ilkcümlesinin arapçasını yazalım : إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدًى وَنُورٌ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ

        ‘‘ Şüphesiz ki, biz, içinde hidâyet (doğru yolu gösterici ve ona iletici) ve (kafa ile gönülleri) aydınlatıcı (belgeler) bulunan Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (hakka) teslim eden peygamberler, Yahudiler arasında onunla hükmederlerdi;

        Şimdi de son cümlesini verelim : وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء
        yine onlardan Rabb için yol gösterenleri de, bilginleri de Allah’ın kitabından muhafazasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi.Ve onlar buna şahitlerdi de.

        Buna göre‘’ONLAR DA ALLAH’IN KİTABINDAN MUHAFAZASIYLA EMROLUNDUKLARI HUSUSLARLA HÜKMEDERLERDİ..’’

        Ayrıca görüyörüz ki,meallerin bir çoğunda ‘’من كتاب الله‘’ Min kitabillahi ‘’Allah’ın kitabından ‘’ diye ayetin tercümesi de yoktur.Allah’ın kitabından ‘’demeleri gerekirken,kimisi’’ Allah’ın kitabiyle ‘’ kimisi de ‘’ onun kitabiyle hükmederlerdi ‘’ diyerek ayete bulunan ‘’من ‘’ MİN ‘’ yani ‘’ kitabın dan’’ ifadesini hiç kullanmamışlardır.Adeta ayeti eksik tercüme ederek ‘’من ‘’ MİN ‘’ifadesini çıkararak onun yerine geçmesi mümkün olmayan ‘’ Allah’ın kitabiyle hükmederlerdi ‘’şeklinde tercüme etmişlerdir.

        Bakınız, ‘’.onun sol altında sol tarafta Arapça kelimelerin Türkçe karakterle yazılmış şekilleri var, ‘’ diyorsunuz..Ama bu ifadeler neredeyse bir çok mealda bulunmamaktadır. Peki neden ???

        İşte o arapça kelimelerin Türkçe karakterlerinin yazılışını gösteriyorum:

        10. ve el ahbâru : zahidler, yahudi âlimler, hahamlar
        11. bi mâ istuhfizû : muhafaza etmeleri istenen şey ile
        12. min kitâbi allâhi: Allâh’ın (c.c.) Kitabından

        Hani bu meallerin çoğunda. a) muhafaza etmeleri istenen ŞEY ile

        b) Allâh’ın (c.c.) Kitabından‘’ şeklindeki ifadeler neden yoktur.??? Bunlar bize mallerdeki hataları göstermiyor mu ???

        Buna göre de ayeten şu anlamlar çıkıyor.1-Kendilerini (hakka) teslim eden peygamberler, Yahudiler arasında onunla (tevrat’la) hükmederlerdi;

        2-Yine Rabbiniler ve bilginler de Allah’ın kitabından muhafazasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi..’’

        c)’’ Min kitabıllahi ‘’ Allah’ın kitabından, ‘’ Bima istuhfizu ‘’ korunmasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi..’’

        Bu cümle neyi ifade ediyor ? Bunlar tavrat’ın tümüyle değil,bir kısmıyle (yani korunmuş olan veya korunması istenen hsususlarla hükmederlerdi.tahrif edildiği için bu tür ifadeler kullanılmıştır.yoksa ‘’ Min kitabillahi’’ Allah’ın kitabından ifadesi kullanılmayacaktı..Onun yerine ‘’ bi kitabillahi ‘’ Allah’ın kitabiyle hükmederlerdi’’şeklinde olacaktı,demek söz konusu peygamberlerden sonra tevrat tahrifata uğramıştır ki rabbaniler ve bilginler zamanına işeretle ‘’ Min kitabillahi ‘’Onlar Allahın kitabından korunmuş veya korunması istenen şeylerle hükmederlerdi..’’ şeklinde gelmiştir..

        Özetle,her iki durumda da ayeten anlaşılan odurki söz konusu peygamberlerden sonra gelen rabbaniler ve bilginler dönemindeki tevrat tahrifata uğramış bulunmaktadır.Bunun için bunların ‘’ Allah’ın kitabından mahfuz kalanlarla veya Allah’ın kitabından korumakla görevli bulunduklarıyla hükmederlerdi ‘’.denilmiştir…yani her iki meale göre de tahrifat yine söz konusudur.Ama maalesef bir çok meallerde ‘’من كتاب الله ‘’min kitabillahi‘’Allah’ın kitabından ‘’ ifadesi yerine hatalı olarak ‘’ Allah’ın kitabiyle ‘’ tercümesi yapılmıştır…!!!

        Ayrıca Enam-91, Bakara-79.ayetlerden de anlaşıldığı gibi tevrat’a tahrifat yapılmıştır.!!!

        KISAS KONUSUNU DAHA ÖNCE DE SİZİNLE PAYLAŞMIŞTIK,AMA GÖRÜNEN ODURKİ BİR TÜRLÜ ANLAYAMIYORSUNUZ !!!

        ‘’ kısasa kısas demişken, hüre hür, köleye köle, kadına kadın eşleşmesini
        olması gereken adalet anlayışına (ceza suçu işleyene verilir ilkesi)
        göre nereye oturtacağını bir anlatıver, ‘’ sizden alıntı ‘’

        KISAS HÜKMÜ !!!

        Bu ayetle,cahiliye dönemindeki kısasla ilgili eşit ve adil olmayan bir uygulamaya son verilerek,eşitlik ve adalete dayalı bir hüküm getirilmiştir.. Bu konuyla ilgili iki rivayeti aşağıya alıyorum;

        1-Bu ayetin sebebi nuzulü şudur; Cahiliye devrinde kabilelerden bazıları kendi insanlarını daha üstün ve şerefli gördükleri için karşı tarafa‘’ Biz daha şerefliyiz,bizim öldürülen kadınlarımıza karşılık sizin erkeğiniz,bizim kölelerimize karşılık sizin hür bir erkeğiniz kısas olacaktır ‘’ diyordular..!!!

        2- Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: İslâm’dan kısa bir müddet önce câhiliye devrinde iki Arap kabilesi savaşmış ve birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi, öyle ki köleler ve kadınlar öldürülmüş ve birbirlerinden intikam almadan müslüman olmuşlardı. Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme nazil oldu. (Beğavî, Cessas, Zemahşeri, İbn Kesir, ilgili yer)
        İşte BAKARA-178.ayet,adil ve eşit olmayan yanlış bir hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayete özetle deniliyor ki a) ‘’ Hüre karşı hür, yani bir hür bir hürü öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil hürdür.. b) Köleye köle, yani bir köle bir köleyi öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil köledir…c) Dişiye dişi,yani bir kadın bir kadını öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil kadındır…’’
        yani bu ayetle kısasın katilden katil olmayana geçmesi önlenmiştir, söz konusu eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm bu ayetle tamamen kaldırılmıştır…

        Nuzül sebebi olan olayda hür,köle ve kadın olduğu için söz konusu o kayıtlara yer verilmiştir. Ayrıca o dönemde bu durum herkesçe bilindiği için söz konusu ayetle de buna kısa ve öz bir biçimde vurgu yapılmıştır…!!!

        Özetle,
        – Bu ayetin sebeb-i nüzulunun en özlü olanı belki de şudur: Cahilye devrindeki insanlardan bazıları, kendi adamlarını daha şerefli gördükleri için; karşı tarafa: “Biz şerefliyiz; bizim öldürülen kadınımıza karşılık sizin erkeğiniz; bizim kölemize karşılık sizin hür bir adamınız kısas olacaktır” diyorlardı. Bakara suresinin bu 178. ayeti, bu yanlış hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayette özetle deniliyor ki; “bir kadını kadın öldürdüyse onun kısası söz konusu kadın; bir erkeği bir erkek öldürdüyse onun kısası söz konusu erkek, bir köleyi bir köle öldürdüyse onun kısası da söz konusu köle olur. Yani: katil kim ise, o kısas olur. Nüzul sebebi olan olayda hür, kadın, köle söz konusu olduğu için o kayıtlara yer verilmiştir. Daha sonra kısas konusunda genel hükmü ifade eden “Cana can..”(Maide: 45) ayeti inmiştir. (bk. Taberi, ilgili yer)

        Yani bu ayetle eşit ve adil olmayan kısasla ilgili yanlış bir hüküm kaldırılmıştır,buna göre eğer kısas uygulanacaksa katil ve maktulün cinsiyetlerine ve konumlarına bakılmaksızın sadece KATİLE uygulanır..!!!!

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar, bilginler de Allah’ın Kitap’ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat’a şahiddiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, ayetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir ( maide-44 DİYANET İŞL.ESKİ )

        KURAN’I KERİM TÜRKÇE MEALİ
        (DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI)

        Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın Kitab’ını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. Şu halde (Ey yahudiler ve hakimler!) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. (maide 44)

        yukarıdaki ayet enfal.de sitesinden alınmıştır.

        herhalde diyanet, elde mahfuz kalanla ifadesinden Tevratın korunamadığı anlamı çıkacağını, dolayısıyla Kuranın tanrısını gönderdiği kitabı korumaktan aciz bir varlık durumuna düşüreceğini fark etmiş olmalı ki ayeti yeniden düzenlemek zorunda kalmış, yada Arabın yaptığı gafı düzeltmeye kalkışmış!!!

        “”””Bunu böyle tercüme edenler BİR ZATI MUHTEREM DEĞİL,ZEVATI MUHTEREMDİRLER Aşağıda bunları gösteriyorum: (senden alıntı)

        ayetleri farklı yorumlama gayreti içerisinde olan birkaç kişiden o zatı muhterem başı çektiği için o zatı muhteremi örnek gösterdim, ellerinden gelse tercümanların hepsi ayetlerin anlamlarını değiştirme yoluna gidecekler ama herhalde tanrının gönderdiği kitap olması nedeniyle cesaret edemiyorlar, ama o zatı muhteremin hangi tercümesine baksam, kelime sayısı ikiye üçe katlanıyor çoğu ayetlerin tercümesinde çoğu zaman tek olma gibi bir özelliği var, ayetleri farklı yorumlayanlar içerisinde ise diğerleri ara sıra anlam değiştirme cihetine gidiyorlar, yani o zatı muhterem kadar cesur değiller,

        “””Buna göre‘’ONLAR DA ALLAH’IN KİTABINDAN MUHAFAZASIYLA EMROLUNDUKLARI HUSUSLARLA HÜKMEDERLERDİ..’’ (senden alıntı)

        “”””Buna göre de ayeten şu anlamlar çıkıyor.1-Kendilerini (hakka) teslim eden peygamberler, Yahudiler arasında onunla (tevrat’la) hükmederlerdi; (senden alıntı)
        Olması gerekeni söylemişsin, yani no problem,
        “””””2-Yine Rabbiniler ve bilginler de Allah’ın kitabından muhafazasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi..’’ (senden alıntı)
        “””””c)’’ Min kitabıllahi ‘’ Allah’ın kitabından, ‘’ Bima istuhfizu ‘’ korunmasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi..’’ (senden alıntı)

        “””””demek söz konusu peygamberlerden sonra tevrat tahrifata uğramıştır ki rabbaniler ve bilginler zamanına işeretle ‘’ Min kitabillahi ‘’Onlar Allahın kitabından korunmuş veya korunması istenen şeylerle hükmederlerdi..’’ şeklinde gelmiştir.. (senden alıntı)

        Allah’ın kitabından, korunmasıyla emrolundukları hususlarla hükmederlerdi cümlesinden tanrının gönderdiği kitabın tahrif olduğu anlamı çıkmaz, hüküm verenlerin kitaba göre hüküm verdiği, yani hüküm verenlerin ayetleri çarpıtmadığı anlamı çıkar,

        bir tanrının gönderdiği ayetlerin tümünün korunmasını isteyeceğini sanırım söylemeye gerek yok,

        eğer korunmasıyla emrolundukları hususlar, belli bir kısım hükümleri içeriyorsa, bu durumda korunmasına gerek görülmeyen hususlardan söz etmemiz gerekir ki buda tanrının gönderdiği bir kısım ayetleri, olsa da olur, olmasa da olur kabilinden gönderdiği anlamına gelir, herhalde tanrının laf osun torba dolsun kabilinden ayet göndereceği düşünülemez,

        yani tanrı keyfi davranmaz, dolayısıyla korumakla emrolunan hususlar kitabın tümünü kapsamak zorundadır,

        çünki bir tanrı gönderdiği kitabın hükümlerini, korunması gerekenler korunması gerekmeyenler diye bir ayırıma tabi tutmaz,

        hele ayette elde mahfuz kalanla denmesi tanrının gönderdiği kitabı koruyamadığı anlamına gelir,

        ister korunmasını istediği bir kısım hususlar olsun, ister elde kalanlar olsun,

        Kuran ayetlerine bakarak, tanrının gönderdiği kitapların korunamadığı, Kuranla ispatlama gayretinizle, Kendinize Kuranı (size göre Allahın sözlerini) delil göstererek çabalamanız aslında Kuranını tanrısının gönderdiği kitapları korumaktan aciz bir varlık olduğunu Kuranın tanrısına itiraf ettirmeniz anlamına geliyor,

         MAİDE-44.AYETİN DOĞRU MEALİ :
        MAİDE-44: Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat’ı indirdik.Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler,yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar,bilginler de Allah’in Kitab’ından elde MAHFUZ kalanla hükmederlerdi.Tevrat’a şahiddiler.O halde insanlardan korkmayın, benden korkun,ayetlerimi hiç bir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiğiyl ile hükmetmeyenler şte onlar kafirlerdir..‘’ Allah’ın kitabından (tevrat’an ) elde MAHFUZ KALANLA HÜKMEDERLERDİ ‘’ !!!! İşte sorunuzun cevabı burada !!! (senden alıntı)

        bu durumda siz, Allahın gönderdiği kitaplara değil, Allahın kitap gönderdiğine imam edersiniz olur biter,

        enam-91 ve bakara-79’da tarif edilenler günümüzde de var mı? diye baktığımda karşıma senin tayfan çıkıyor,

        bir ara boş vaktin olursa ali İmran-3’üde yorumlarsın bi zahmet?

        “””1-Bu ayetin sebebi nuzulü şudur; Cahiliye devrinde kabilelerden bazıları kendi insanlarını daha üstün ve şerefli gördükleri için karşı tarafa‘’ Biz daha şerefliyiz,bizim öldürülen kadınlarımıza karşılık sizin erkeğiniz,bizim kölelerimize karşılık sizin hür bir erkeğiniz kısas olacaktır ‘’ diyordular..!!! (senden alıntı)

        “”””BAKARA-178.ayet,adil ve eşit olmayan yanlış bir hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayete özetle deniliyor ki
        a) ‘’ Hüre karşı hür, yani bir hür bir hürü öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil hürdür..

        b) Köleye köle, yani bir köle bir köleyi öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil köledir…

        c) Dişiye dişi,yani bir kadın bir kadını öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil kadındır…’’ (senden alıntı)

        2 numaralı paragrafta anlattığın hikâyede, iki kabile birbiriyle savaşmış, yani kimin kimi öldürdüğü birbirine karışmış, kelle sayarak işi çözümlemeye karar vermişler biri diğerine üstünlük sağlamaya çalışmış ve bunun üzerine kısasa kısas ayeti inmiş!!!

        savaşlarda öldürülenler için kısasa kısas uygulansaydı, sanırım Bedirde Mekkeliler, Uhutta Medineliler alacaklı çıkardı?

        hadi diyelim toplu öldürüşmede eşitliği sağlamak için hüre hür, köleye köle, kadına kadın denmiş,

        peki toplu olarak değilde birebir durumda, yani ölenin belli öldürenin belli olduğu durumda ne olacak? örneğin;

        öldüren köle ölen hür
        öldüren köle ölen kadın
        öldüren hür ölen kadın
        öldüren hür ölen köle
        öldüren kadın ölen köle
        öldüren kadın ölen hür

        yukarıdaki eşleşmeleri cinsiyetlerine göre yazmaya kalksam liste uzar gider,

        eğer hüre hür, köleye köle, kadına kadın kıstası uygulanacaksa,

        bir erkek köle bir hür’ü ( ayetten erkek olduğu anlaşılıyor) öldürürse, öldürülen için kısasa kısas uygulanması gerekeceğinden bu durumda kölenin sahibi kısasa kısasın muhatabı olmalıdır ki, hüre hür şartı yerine gelsin,

        “””yani bu ayetle kısasın katilden katil olmayana geçmesi önlenmiştir, söz konusu eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm bu ayetle tamamen kaldırılmıştır… (senden alıntı)

        gördüğün gibi kısasın katilden katil olmayana geçeceği verdiğim örneklede anlaşılıyor ama suç ve ceza tanımlarına göre suçlunun cezalandırılması gerekeceğinden hüre hür, köleye köle, kadına kadın önermesi uygulanması mümkün olmayan bir ifadedir,

        zaten İslâm Ülkeleride öldüreni cezalandırarak ayeti görmezden geliyorlar, görmeye kalksalar işin içinden çıkamazlar,

        aklıma gelmişken sorayım,

        öldüren hür kadın, ölen hür erkek, bu durumda kısasa kısas ayetini uygulamaya kalksaydık, hangi şıkkı uygulayacaktık hüre hür mü? kadına kadın mı?

        yani ölen erkek olduğuna göre, kısasa kısas olarak kadının kocası, babası veya erkek kardeşimi dikkate alınacaktı,

        “”””Ayette özetle deniliyor ki; “bir kadını kadın öldürdüyse onun kısası söz konusu kadın; bir erkeği bir erkek öldürdüyse onun kısası söz konusu erkek, bir köleyi bir köle öldürdüyse onun kısası da söz konusu köle olur. Yani: katil kim ise, o kısas olur (senden alıntı)

        ayetin özetini eşitler arası örneklerle açıklıyorsun, eşitler arası örneklerde sorun yok ama eşitler arası olmayan örneklerde katilin ayeti öne sürerek kurtulması mümkün,

        sanırım hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesinin saçmalığını anlatabilmişimdir!!!

        Maide-45 Tevrattaki kısasa kısas hükmünden bahsediyor, eğer Tevratta uygulanan cezalara hüre hür, köleye köle, kadına kadın saçmalığını örtmek için sarılacaksanız, unutmayın Tevratta recm ayeti de var,

  68. kadir dedi ki:

    okuyucu

    “Kuranın tanrısı, Yahudilere seslenerek, elinizdekini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin dediği yıllarda, Tevrat tahrif edilmiş olsaydı, Kuranın tanrısı Tevratı Kuran vasıtasıyla tasdik etmezdi,

    Kuranın tanrısı o günkü Tevratı onayladığına göre, ortada tahrifata uğramış bir kitaptan söz edilemez,” senden alıntı…

    tevrat allah katından indirilmiştir.. yüce allah o ayette tevratın içeriğine değil kendi katından indildiğini tastik ediyor. yani konu farklıdır. sizin anlayışınız beyninize hakaret seviyesine ulaşmış..

    ellerindeki tevrat adında ki kitap değişse bile allah katından orjinalinin indirildiği gerçeğini değiştirmez. kuranı kerim yüce allah katından ne indirildiyse onu tastik eder.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      Kendilerine: Allah’ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o kendi ellerinde bulunan kitabı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? deyiver. (bakara-91)

      O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil’i ve Furkan’ı indirmişti. (ali İmran-3)

      (ayetlerden paranteze alınan kısımları çıkardım, Kuranmeali sitesindeki Arapça kelimelerin Türkçe karşılıklarında Kuran ve Tevrat kelimeleri geçmeyen ayetlerden kitap isimlerini de çıkardım)

      bakara-91’de Yahudilerin inkâr ettikleri kitap İncil midir? Kuran mıdır?
      daha doğrusu kendi ellerindeki kitabı doğrulayıcı olarak gönderilen kitap İncil midir?
      Kuran mıdır?

      ali imran-3’te tasdik edilen (doğruluğu onaylanan) kitaplar için, kitabı tasdik edip içeriğini tasdik etmediği anlamı çıkar mı?

      “””tevrat allah katından indirilmiştir.. yüce allah o ayette tevratın içeriğine değil kendi katından indildiğini tastik ediyor. yani konu farklıdır. sizin anlayışınız beyninize hakaret seviyesine ulaşmış.. (senden alıntı)

      O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi. (ali İmran-3) Kısmi alıntı)

      tanrı içeriğini kabul etmediği bir kitabı tasdik eder mi?

      bu soruyu tanrınıza sormam gerekiyordu ama tanrınızla kontak kuramadığım için mecburen sana soruyorum, sorumu hakaret olarak algılayacaksan cevap verme.

      Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir. (nisa-47)

      acaba, yukarıda Medine döneminde indirilen ayetlerle, Medinedeki Yahudilere bakın biz daha önce inanmadığımız kitabınıza şimdi Kuran doğruladığı için inanıyoruz, sizde bizim kitabımıza inanın, bize tabi olun kurnazlığı yatıyor olmasın.

    • kadir dedi ki:

      sayın toro…

      yazınızı tekrar okudum.. ayetin tamamını yazmışsınız.. gözümden kaçmış olmalı.. bu yüzden sizden özür diliyorum.. allaha emanet…

  69. kadir dedi ki:

    okuyucu….

    “tanrı içeriğini kabul etmediği bir kitabı tasdik eder mi?”

    yüce allah katından neyi indirmiş ise aynı fıtrat üzerine başka bir kitap indirmiştir. en son idirilen kitab (kuran) ın indirilme sebebi; hakkı batıldan ayırmak. daha önceki ehli kitabın ihtilafa düştükleri şeyleri açıklamak. ve bu kitapların tahrif edilmesidir. yüce allah kuranda diyor ki; tevrat ta benim katımdan indi. bu kuranda benim katımdan indi.. öyle ise bu kitapları gönderen allah ehli kitabında allahı, müslümanlarında, hristiyanlarında allahıdır.. öyle ise en son inen kuranı tastik edin. allahatan gelen bir gerçek olduğunu bilin..

    biz müslümanlar tevratın allah katından indiğine inanıyoruz. fakat yahudiler ve hristiyanlar kuranın allah katından indiğine inanmıyorlar.. bu cümlem hakkında iyi düşünürseniz. ne dediğimi anlarsınız.

    kendilerine; allahın indirdiğine inanın denildiğinde, “biz kendimize indirilene inanırız” derler. kendilerinde mevcut bir hakikati doğruladığı halde, daha sonra gelen her hakikati inkar ederler. onlara; “Peki eğer gerçekten inanmış idiyseniz daha önce allahın elçilerini neden öldürdünüz?” (bakara-91)

    bakara 90. ayette gelen peygamberlerin sadece yahudilerden gelmesi gerektiğine inanan yahudilerin kuranı vahiylerini inkar etmeleri konu edinmiştir. 91. ayette de kurana inanın denildiğinde, biz sadece bize indirilene inanırız. kuranı reddediyoruz. demelerini konu edinmiştir.
    kendi ellerindeki kitabı incilde tastik etmişti..

    “ben benden önceki tevratı tastik edici, ve benden sonra gelecek olan AHMET adındaki peygamberi siz bildirmek üzere gönderildim.. (saf suresi)

    bakara 91 de konu edilen kuranı kerimin tastikidir. bu ayette kuran ayetlerine inanmalarını söylüyor.. iman edin demiyor.. fakat müslümanlar tevrata ve incile ve zebura (allah katından indirildiği için) iman ederler. onların değişmiş hükümlerine inanmazlar.. işte aradaki fark budur..

    “acaba, yukarıda Medine döneminde indirilen ayetlerle, Medinedeki Yahudilere bakın biz daha önce inanmadığımız kitabınıza şimdi Kuran doğruladığı için inanıyoruz, sizde bizim kitabımıza inanın, bize tabi olun kurnazlığı yatıyor olmasın.” sizden alıntı…

    bunun tam aksine kendi içlerinden peygamber bekleyen yahudilere bir arap peygamberden bahsetmek, ve ona vahyolunduğunu bildirmek. müslümanlar açısından çok tehlikeli bir durumdur.. ayrıca islamiyet gelmeden öncede allah inancı vardı. yahudilerin inandığı allaha inanıyorlardı.. bu açıdan kuranın tevratı tastik etmesinin nedeni. gerçek olan bir hakikati yüce allahın ortaya koymasıdır. eğer bu size göre kurnazlıksa; kafanızı kaldırın ve bakın. hz. muhammet zamanından günümüze kadar kaç tane yahudi müslüman olmuştur.. müslüman olmayı bırakın, hala en büyük müslüman düşmanlarıdır. tıpkı peygamber efendimiz zamanında olduğu gibi..

    • AVNİ dedi ki:

      Sn Kadir
      sizden alıntı. “Bunun tam aksine kendi içlerinden peygamber bekleyen yahudilere bir arap peygamberden bahsetmek, ve ona vahyolunduğunu bildirmek, müslümanlar açısından çok tehlikeli bir durumdur”

      Yahudi olsada tehlikeli olmayacakmıydı. İsa yahudi, musevi değilmiydi, kendi içlerinden gelmemişmiydi, onuda öldürmeye çalışmadılarmı. Gerçi isanın varlığın sadece hiristiyanlar ve müslümanlar kabul ediyor ama. adamlar kendi içinden geleni kabul etmemiş arabi niye kabul etsin. Birde benim anlamadığım neden yahudiler, hatta ö dönem araplarda da bir peygamber bekliyor.

      sizde alıntı: bakara 90. ayette gelen peygamberlerin sadece yahudilerden gelmesi gerektiğine inanan yahudilerin kuranı vahiylerini inkar etmeleri konu edinmiştir.”
      bunun sebebi de tanrı değilmidir, kuranda geçen peygamberlerin çoğu yahudi kökenli, birde tanrı onları diğer milletlerden üstün kılmış, ilahi torpilde var. Yahudiler peygamberlerin sadece kendilerinden gelmesini beklemesini neden tanrı yadsıyor, bunda kendi payı da yokmu ?
      Saygılarımla..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      “””yüce allah katından neyi indirmiş ise aynı fıtrat üzerine başka bir kitap indirmiştir. en son idirilen kitab (kuran) ın indirilme sebebi; hakkı batıldan ayırmak. daha önceki ehli kitabın ihtilafa düştükleri şeyleri açıklamak. ve bu kitapların tahrif edilmesidir (senden alıntı)

      Kuranın tanrısı, kitapları birbirinin tamamlayıcısı olarak gönderdiğini iddia ediyor, eğer, bir önceki kitaplar bozuldukları için sırayla, Zeburu, İncili Kuranı indirdiğini söylersen, Kuranın tanrısının gönderdiği kitapları koruyamadığını iddia etmiş olursun,

      sahi, Kuranın tanrısı daha önce gönderdiği kitapları koruyabilmiş mi? yoksa koruyamadığı anlaması için binlerce yıl geçmesi mi gerekmiş?

      hatta senin iddianı güçlendirmek için Kurana, sizlerin gönderdiğim kitapları tahrif ettiğinizi anladığım için Kuranı koruma altına aldım, diye bir ayet ilâve etseydi de tanrının niyetini okumaya kalkmasaydınız daha iyi olurdu değil mi?

      zaten Kuran, kendinden önceki kitapları doğrulamak zorunda, yoksa Muhammed bambaşka bir tanrı inancı getirmiş olurdu ki, böyle bir iddiayla binlerce yıllık tanrı çöpe giderdi, hatta böyle tanrıya inandıracak bir tek kişi bile bulamazdı, onu bırak anlatacak ne bir mucize, nede inandığını söylediği İbrahim bile kalmazdı ortada, hazırda başvuracağı kaynaklar varken bambaşka bir tanrıyla yola çıkarak geldiğini iddia ettiği kitapta neyi anlatacaktı?

      “””biz müslümanlar tevratın allah katından indiğine inanıyoruz. fakat yahudiler ve hristiyanlar kuranın allah katından indiğine inanmıyorlar.. bu cümlem hakkında iyi düşünürseniz. ne dediğimi anlarsınız. (senden alıntı)

      biri tanrıyı ve dini tekeline almış, başka toplumlara tebliğ etmiyor, Kuranın tanrısının gönderdiği dinin başka toplumlara tebliğ edilmediğini anlaması için binlerce yıl geçmesi gerekmiş, Kuranın tanrısı bunu anladığında, Yahudileri eleştirmek için, size gönderdiğim dini başka toplumlara tebliğ etme görevini yapmadığınızı anladığım için kuranı göndermek zorunda kaldım gibisinden bir ayet gönderebilirdi,

      diğeri rabbın kitabı ortada dururken beşerin kitabına itibar etmem diyor,

      kendilerine kitap ve peygamber gelmiş toplumlar sonraki kitaplı peygamberlere inanır mı? elbetteki inanmaz,

      ancak, kendi kitaplarında haber verilen bir peygamberi beklemekte olanlara, beklediğiniz peygamber benim diyerek ortaya çıkıverirsiniz, belki inandırırım amacıyla, onların kitaplarını doğrulayıcı bir kitapla geldiğinizi söyleme kurnazlığı yaparsınız, yani onlara KİTAP değil bekledikleri peygamberi pazarlamaya kalkarsınız, (sende benim ne demek istediğimi anladın mı?)

      birkaç kişi dışında kabul edilmediğini görünce de kin ve nefret duymaya başlarsanız,

      bu günkü İsrâil Arap düşmanlığı ise Muhammedin kemikleştirdiği kin ve nefretin bir sonucudur,

      • Gencer dedi ki:

        Ayrıca Kuranın Tanrısı EL-İlah Koruyamadığı ve kendi yarattığı insanlar tarafından değiştirilmesine engel dahi olamadığı kitaplarından ”Tevrat’ı” sanki değiştirildiğini bilememiş gibi Yahudiler için Son Peygamberi ( Kainatı yaratmazmış onu yaratmasaymış denilen), (O kadar Yani) Zatı muhteremden bile daha önemli Hakem tayin etmiş.
        (Maide 43) Toro sağolsun bu tip detayları hiç kaçırmıyor.

        Yani Kadir senin anlayacağın belki de Tevrat İslamiyet’ten sonra değiştirilmiştir.Çünkü o ana kadar Tevrat’ın değiştirildiğinden Allah’ında haberi yok.

        İyi akşamlar.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Gencer;

        “””belki de Tevrat İslamiyet’ten sonra değiştirilmiştir.Çünkü o ana kadar Tevrat’ın değiştirildiğinden Allah’ında haberi yok. (senden alıntı)

        eğer Tevrat değiştirilmişse, muhakkak içerisindeki saçmalıklar düzeltilmeye (kılıfına uydurmaya) çalışılmıştır,

        eğer Yahudilerin ellerindeki Tevrat orijinal değilse, emin ol orijinali bugünkü Tevrattan daha beterdir.

  70. AVNİ dedi ki:

    Sn murat.
    Sana murat hiç tevrat okudunuzmu.. Bence ilahi bir kitapdan çok tarih ve mitoloji kitabı gibidir.
    MÖ 9-8 yy tarihlendirilen gümüş yazıt tabletlerinde çölde sayım ve çıkış bölümlerini okudunuz mu ayrıca. gümüş yazıt tabletinde geçen çölde sayım kısmı bayağı nüfus sayımı gibidir. Kutsal kitap da sayımın ne işi var, nufüs kütüğümü mübarek.
    Sizce tevrat ne zaman değiştirildi ?
    Sizden alıntı, İncilin gelmesi tevratın hükmünü kaldırmış.Bu nedenle yahudiler incili kabullenmekte direnmişler ve musa a.s a saygısızlık olarak görmüşlerdir.”
    Murat bey incil nedir. Şu anda incil iki kısımdan oluşur eski ahit ( tevrat ) , yeni ahit. Yani hükmü kaldırılan tevrat olduğu gibi şu anki incilin de içindedir. Zaten tevrati incilden çıkartırsan geriye pek bir şey kalmıyor.
    Sizden alıntı “İkinci mesele ise Kuranda alkolün yasaklanması birden bire olmadığı gibi eklemeler çıkarmalar içeren tevratın birden kaldırılması o toplumun psikolojisine uygun değildir ve öyle de olmamıştır.” Alkolün kaldırılması bir hükümdür, zaten tevrattaki hükümlerin sahih olduğunu da siz söylediniz, Recm, kısas ayetleri vs gibi. İlahi kitabda olmaması gereken, itikadi ve diğer bilgilerden bahsediyorum. kızlarıyla yatan lut peygamber, sarap içip, çıplak kalan nuh, mitolojik yaratıklar vs.
    Kafir olmuş süleyman, süleymanın aşk şiirleri ( okumanızı tavsiye ederim), bunları kaldırsaydı bari gelen peygamber ve bilginler. Birde tevratın hükmünü kaldıran incil gelmiş. Hadi tevrat 1000 yıl dayanmış, incil nasıl bir kitapsa 100 yıl dayanamamış. Hep tevrat ve incilin değiştirldiğinden bahsedilir peki zebur değiştirildimi sence, zebur ilahi ve dua kitabıdır.
    “Hicr 9…Kur an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.
    Ne dersin kuranı korumuş mu?Sadece bu ayet ve aradan geçen 15 asır kuranın ardında ilahi bir güç olduğunu kör gözlere bile gösterir. ”
    Peki ben sana sorayım tevratı ve incili kesinlikle allah indirmedimi, onların arkasındaki ilahi güc nereye gitti, kitabına neden sahip çıkmadı, neden gönderdiği peygamberler kitaplarını kollayamadı.
    Ayrıca kuranın değiştirilip değiştirilmediğini ispatlayamazsın çünkü elinde orijinalı yok, osmanın imam musafları bile ortada yok. Ayrıca sahih hadislere bakarsan içinden bazı ayetler bile alınmıştır. Örnek recm ayeti, süt kardeşliğiyle ilgili ayetler.
    Tutki korunmuş olsun bir şey değiştirmez, benim meselem korunmuş olup olmaması değil zaten..
    Saygılarımla…

    • candost neşeci dedi ki:

      avni sen beynen konuşuyorsun senin kalben konuşman lazım onların anlayabilmeleri için

    • murat dedi ki:

      Avni..
      Yukarıda yapılmış açıklamalar ve değerli kardeşim Bilal beyin açıklamaları konuya dair gerçekleri net bir şekilde gösterdi.
      Bu yazdıkların hiçbir anlam ifade etmiyor.Sırf soru sormak için yazılmış şeylerden ibaret.
      İnanmak istemiyorsun fakat bi taraftan da korkuyorsun ya doğruysa.. .
      Eğer rabbini arayan bir ruh olsaydın şimdiye kadar sana her türlü açıklama yapıldı.
      Maide 42 Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir.
      Hastalık bu ayetten anlaşıldığı üzere daha önce de bilinen bir durum.
      Tevrat ve incilde geçen yalan yanlış ekleme cümleler ile uğraşmaya gerek yok.Bu konuda hem fikiriz.Fakat yahudi kavmi içerisinde kökleşmiş gelenek haline gelmiş ayetler var ve bunlar tahrip edilememiş.Herkesin bildiği kadim bir meseleyi değiştirmek imkansızdır gibidir .
      Kısasa dair ayetler özellikle hukuğa dair olanların önemli kısmı korunmuş ve peygamberlerin bu sahih ayetlere dayandığını söyledik.Ayetler önemli ayrıntılar vererek yahudi kavminin tarihine ışık tutuyor.
      Şu anki incil havarilerden nakledilen ve hz isaya dair bazı kıssalarla toparlanmış hadis kitabı gibidir.Onlarca çeşit incilin bulunması ve hz isanın peygamberlik vazifesini tamamlayamadan göğe yükseltilmesiyle sonuçlanan çarmıha germe çabaları incilin hükmünü kısa sürede yitirdiğini gösteriyor.Fakat sonraki peygamberin gelmesine kadar ki geçen dönem hiristiyan ümmeti için fetret dönemidir ve yalnızca bildikleri kadar ki meselelerden sorumlu olamaları beklenir.
      İsa a.s a mesih denilmesinin sebebi incilin yahudi kavmine özel olarak bir nevi imtihan hükmündeki ayetlerin hükmünü kaldırması ve yahudiler için haram olan bazı şeyleri helal etmesidir.Fakat yahudi ulemasının isa peygambere biat etmesini gerekli kıldığı için ulemanın bahaneci muhalefeti ile ve halkı kışkırtmalarıyla incil saldırılara maruz kalmıştır.
      Sorularında önemli gördüğüm tek mesele olan kuranı koruyan incili ve tevratı niye korumamış demişsin.
      Tevrat ve incil belirli kavimlere ait hükümler içeren ilahi kitaplardır.O kavimlerin talebine göre hükmü devam etmiş.Kavim muhalefet ettiği için peygamber dahi göğe yükseltilmiştir denilebilir.Ayetlerde geçtiği üzere şehit edilen peygamberler de vardır.Geçerlilikleri bir sonraki peygambere verilecek kitapla sınırlandırılmış.Bu yönüyle koruma yok yenilenerek devamlılık var.Korunacaklarına dair bu iki kitapta ayetler de bulunmaz ve sonraki peygamber müjdelenir.Doğrusunu Allah bilir.
      Fakat kuran son kitaptır ve kıyamete kadar gelecek bütün medeni milletlere dair ilahi ferman hükmünde olduğu için kıyamete kadar korunmalıdır ve öyle de olmuştur.
      İnsanlık aşama aşama sosyal bir gelişim süreci yaşamıştır ve ilahi fermanlar da bu sosyal toplumun ihtiyaçlarına uygun tarzda gelmiştir.Netice de kuran ile son şeklini almıştır.
      Bu son kitabın zarar görmesi mümkün olmayacaktır fakat toplumda kuranı yaşayan önemli bir topluluk bulunmadığı takdirde kuranın göğe yükseltilmesi yani yeryüzünün ilahi programının formatlanmasıyla kıyametin kopuşu tetikleneceği anlaşılıyor.
      Güneş sistemi denilen bu fabrikada dünyanın ve dünyanın da neticesi hayatın ve hayatın gayesi olan insanların yaratılış maksatları dışına çıkmaları ile fabrikanın sahibi maksadını tamamlamış artık bozulmaya yüz tutmuş sistemi kapatacak ve mahsulatı toplayacaktır.
      Meyve bahçesinde artık meyve vermeyen ağaç kesilir kıyamet te kopar.
      Bütün dünyada aynı kuranın bütün kelimeleriyle aynı olması bozulmadığını gösterir.Orjinali yok demişsin.Orjinali de var.Sendeki kuranla bendeki malezyadaki rusyadaki hepsi aynı yani orjinal.Topkapı sarayında hz osmana ait kuran var ki o dönemde binlerce hafız olduğu biliniyor.Arap milleti bu yönüyle hafızasıyla takdir edilir.
      recm ayetine dair hz ömerden bir rivayet olduğu söyleniyor.Hz ömer ki Allahın takdiri olmasa bu meseleye müdahale edeceği kesin olarak bilinen bir halife fakat rivayete göre bu ayetin mushafta yer almadığını söylemiş.Bu rivayet eğer doğru ise söz konusu cümleler hz rasule gelen vahiy ile kuranın mushafına dahil edilmemiştir.Demekki hükmü o kavme yöneliktir ve hikmeti ilahiye böyle tecelli etmiştir denilir.İnsan müdahalesi yoktur.Kuranda bazı ayetler önceki ayetlerin hükmünü kaldırmıştır.Kudsi hadisler de vahiydir fakat kuranın mushafına dahil değildir.Kuranın ayetlerinin ve surelerinin sıralaması cebrail a.s tarafından yapıldığı bilinmektedir.Vahiy katiplerinin ve diğer hafızların hz osman döneminde çoğaltılan mushaflara itiraz etmemeleri her hangi bir ayetin unutulmadığını gösterir.Kuranın ayetleri ve sıraları tamamen vahiy ile yapılmış her hangi bir müdahaleye ve bir ayetin unutulduğuna dair itiraz olmamış.Söz konusu rivayette de unutularak veya kurana ihanet sonucu ayetin kasden kaldırıldığına dair bir tepki görünmüyor.

      Bir örnek
      Hadid suresi…
      Türkçe demir anlamındadır.
      Demir suresi 114 sure arasında baştan 57. sure sondan 58. suredir.
      Demir, peryodik cetvelin 8. grubunda yer alır. Atom numarası (elektron sayısı) 26 olup, dört kararlı izotopu mevcuttur. Bu izotopların atom ağırlıkları (proton ve nötron toplam sayısı) 54,56, 57 ve 58’dir. Tabiatta bulunuş nisbetleri şöyledir:

      54 Fe % 6.04
      56 Fe % 91.57
      57 Fe % 2.11
      58 Fe % 0.28
      Demir atomunun ağır türleri olan 57 ve 58 numaralı izotopların kütleleri hadid suresinin kuran sureleri arasındaki ağırlıyla uygun görünüyor.
      İkincisi ise sure içerisinde hadid kelimesi 25. ayette geçer.Surenin başındaki besmele birinci ayet olarak sıralanırsa hadid kelimesi 26. ayettir.
      26 ise demir atomunun proton ve elektron sayılarına eşittir.Demirin 26 protonu ve 26 elektronu bulunur.Periyodik cetvelde 26 cı sıradadır.Sure içerisinde demir kelimesi de 26. sırada gelmiş.

      Üçüncüsü sure içerisinde bir kez geçen hadid kelimesine kadar Allah lafızlarının sayısı 26 dır.

      Dördüncüsü; hadid suresinde besmele ile beraber toplam 30 ayet vardır.30 rakamı 56 numaralı demir izotopunun nötron sayısına eşittir.

      Beşincisi ;Hadid kelimesinin ebced değeri 26 dır.
      el hadid kelimesinin ebcedi 57 dir.

      Altıncısı; Demir suresinin kuranın sureleri sıralamasında tam ortalarda bulunması yani baştan 57. sıra sondan 58. sırada bulunması demir atomunun diğer elementler arasında önemli bir merkez teşkil etmesiyle tevafuk eder.Demir nükleonlarının bağlanma enerjisi en yüksek atomdur.Yani en sağlam kuvvetli nükleer çekim kuvvetlerine sahip atom çekirdeğidir.Yıldızların yaşam sürecinde dönüm noktasıdır.Her yıldız ancak demir atomuna kadar ki ilk 26 elementi merkezindeki yüksek basınç ve yüksek sıcaklık altında füsyon tepkimesi ile üretir.Yıldızın çekirdeğinde demir oluşmaya başladığı zaman yıldız patlar ve uzaya göktaşları gaz ve toz bulutu şeklinde dağılır.Yıldızların merkezinde sentezlenen demir kuranın merkezinde yer almaktadır

      Yedincisi; 57. sure Hadid 25.ayet besmele ile beraber 26. ayet .(Yani 57 ye 26) Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
      Demiri indirdik ifadesi geçmektedir.Halbu ki sıradan bir insana göre demir yerden çıkmaktadır.Fakat ayet indirdik ifadesi ile gökten uzaydan geldiğine işaret eder.
      Demirin çok az bir kısmı toprağın yapısına karışmış olarak bulunur ve sanayi için önemi yoktur.Sanayi için değerli olan demir demir madenlerinden çıkarılır.Bu madenler ise belirli bölgelerde grup halinde bulunur.Araştırmalara göre demir dahil bir çok metal gök taşları ile dünyaya ulaşır ve çarptığı yerde toplu halde bulunur.
      Sanayide istifade ettiğimiz demir de gök taşlarıyla dünyaya ulaşan yani gökten inmiş olan demirdir.Göktaşlarının büyük kısmı demirden oluşur.

      Asteroitler yani göktaşları, kimyasal bileşimlerine göre 3’e ayrılır:

      1- C tipi: Bileşimindeki hidrojen ve helyum gazlarıyla, öteki uçucu maddeleri çıkardığımızda, Güneş’inkiyle aynıdır. Yani büyük oranda; karbon, oksijen, silisyum gibi yeryüzündeki kayalarda da bolca bulunan elementleri içerirler.

      2- S tipi: Yaklaşık % 17’lik bir oranı oluşturur. Nikel, demir karışımı ve demir, magnezyum silikatlarından oluşurlar.

      3- M tipi: Geriye kalanların çoğunu oluşturur ve neredeyse saf demir-nikel karışımından oluşur.
      İşte surelerinin sayısından ayetlerin sayısına ve sıralarına harflerinin sayılarına kadar büyük bir ilim sahibini gösteren bilenler için örnek teşkil eden kuranın bir tek suresi böyle ise diğerlerini kıyaslayabilirin.

      Maide 42 Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        —-İşte surelerinin sayısından ayetlerin sayısına ve sıralarına harflerinin sayılarına kadar büyük bir ilim sahibini gösteren bilenler için örnek teşkil eden kuranın bir tek suresi böyle ise diğerlerini kıyaslayabilirin.(senden alıntı)

        senin amacın Avniye cevap vermek değil, masal anlatmak,

        ben fazla bir şey sormayacağım, yani ayetlerin sayısını sırasını değil bir ayetin anlamını soracağım,

        Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (maide-45)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        daha önce öldürülenlerle ilgili olarak Tevrattaki kısasa kısas uygulamasında cana can denilerek, ölenin ve öldürenin hür, köle, kadın olduğuna bakılmaksızın öldürenin cezalandırıldığı bir sistem varmış, zaten en ilkel toplumlar dahil, tüm toplumların adalet anlayışında aslolan suç işleyenin cezalandırılmasıdır,

        eğer suç ve ceza gereği suçlu cezalandırılacaksa, kısasa kısas uygulamasında hür, köle, kadın diye bir ayırım yapmanın mantığını açıklar mısın?

        Bilâle sordum bir çuval inciri berbat etti, T,TAŞPINAR’a, Kadire sordum cevap vermediler, belki sen cevap verirsin?

        dikkat et, sorduğum soru kıyaslamama değil, kısasa kısas.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Elmalılı tefsirinden alıntı:
        “Bakara 178- İNİŞ SEBEBİ: Hz. Muhammed’in peygamberliğinden önce adam öldürmeye karşı hıristiyanlar, yalnız affın vacib olduğunu söylüyorlardı. Yahudilerin hükümlerinde de af yok, yalnız öldürme vardı. Bununla birlikte Buharî ve Nesaî’nin rivayetlerine göre İsrailoğulları diyeti, öldürmeden önde tutuyorlardı.

        Araplar ve onlarla beraber yahudilerin bir kısmı bazan öldürmenin vacib olduğuna, bazan da diyetin vacib olduğuna hükmediyorlardı. Fakat bu iki hükümden her birinde haksızlık yapıyorlardı. Şöyle ki: Öldürmede: Biri, diğerinden daha şerefli olan iki kabile arasında bir öldürme olayı meydana gelince, daha şerefli olanlar; herhalde bizden bir köle karşılığında onlardan bir hür, bir kadın karşılığında bir erkek ve bir erkek karşılığında iki erkek öldüreceğiz derlerdi. Kendi yaralarını hasımlarının yarasının iki katı sayarlar ve bazan daha da ileri giderlerdi….”

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (maide-45)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        ben sorduğum sorunun cevabını istedim, sana masal anlat demedim ki, anlattıklarını internette bulmak fazlasıyla mümkün,

        ayrıca masal istiyorsan Bilâl bey daha esaslısını anlatmış, buyur oku!!!
        herhalde mailine gelen mesajların içerisinde bunu okumamış olamazsın,

        —–2- Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: İslâm’dan kısa bir müddet önce câhiliye devrinde iki Arap kabilesi savaşmış ve birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi, öyle ki köleler ve kadınlar öldürülmüş ve birbirlerinden intikam almadan müslüman olmuşlardı. Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme nazil oldu. (Beğavî, Cessas, Zemahşeri, İbn Kesir, ilgili yer)
        İşte BAKARA-178.ayet,adil ve eşit olmayan yanlış bir hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayete özetle deniliyor ki a) ‘’ Hüre karşı hür, yani bir hür bir hürü öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil hürdür.. b) Köleye köle, yani bir köle bir köleyi öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil köledir…c) Dişiye dişi,yani bir kadın bir kadını öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil kadındır…’’
        yani bu ayetle kısasın katilden katil olmayana geçmesi önlenmiştir, söz konusu eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm bu ayetle tamamen kaldırılmıştır… (Bilâlden alıntı)

        üstelik Bilâl beyin iddiasına göre bu ayetle kısasın katilden katil olmayana geçmesi önlenmiş???

        gördüğün gibi iki kabile birbiriyle savaşmış, savaşta kimin kimi öldürdüğü beli olmadığı halde, ödeşmek için katil olup olmadığına bakılmaksızın rastgele kelleler seçilerek kısasa kısas hükmü sağlanmış!!!

        bende o zaman rastgele bir örnek vereyim, diyelim ki A kabilesinde 20 hür erkek, B kabilesinde 15 köle öldürülmüş olsun, cana can şartına göre kelleler sayılıp aradaki fark öldürülecekleri belirleyecekti,

        yani cana can şartına göre rastgele seçilecek 5 kişi (20-15=5) kısasa kısas gereği öldürülecekti,

        ama hüre hür, köleye köle ifadesine göre A kabilesinden 15 köle, B kabilesinde 20 hür erkek olmak üzere toplam 35 kişi öldürülerek kısasa kısas hükmü yerine getirilecekti,

        bu durumda, cana can şartına göre öldürüleceklerin sayısı 5
        hüre hür, köleye köle şartına göre ise öldürüleceklerin sayısı 35

        yani bu durumda tanrınızın getirdiği çözüm 30 kellenin (35-30=5) boş yere güme gitmesine sebep oluyor? bu mu? tanrınızın adalet anlayışı!!!

        önceden ayrıca inmiş bir kısas ayeti olmadığına göre, sanki Muhammedin maide-45’e göre hüküm vermesi zor bir şeydi,
        çağırsalardı benim askerdeki komutanımı, bir ziyafet masasında o iki toplumu kan dökülmeden barıştırırdı,

        şimdi esasa gelelim, yani savaşta öldürülenler için kısasa kısas hükümlerinin uygulanacağı safsatasını bir kenara bırakalım, katilin belli olduğu birebir öldürmelerde kısas hükmünü masaya yatıralım,

        “””eğer suç ve ceza gereği suçlu cezalandırılacaksa, kısasa kısas uygulamasında hür, köle, kadın diye bir ayırım yapmanın mantığını açıklar mısın? (benden alıntı)

        istersen biraz daha açayım, cevaplamana yardımcı olur,

        hüre hür ifadesinde, kadına kadın şartını göz önüne aldığımızda, hüre hür şartını hür erkeğe hür erkek, hür kadına hür kadın şeklinde anlamamız gerekir,

        köleye köle ifadesinde, kadına kadın şartını göz önüne aldığımızda, köleye köle şartını, köle erkeğe köle erkek, köle kadına köle kadın şeklinde anlamamız gerekir,

        kadına kadın ifadesinde: köleye köle şartını göz önüne aldığımızda, kadına kadın şartını, hür kadına hür kadın, köle kadına köle kadın şeklinde anlamamız gerekir,

        kısasa kısas şartları (hüre hür, köleye köle, kadına kadın) bilindiğine göre yukarıdaki tanımlara hiç kimsenin bir itirazı olamaz,

        örnek sorulara geçersek;

        öldüren hür erkek, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren hür erkek, öldürülen köle, (köleye köle şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür erkek) (hüre hür şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle kadın, öldürülen hür kadın (hüre hür şartını unutmadan cevapla)

        örnekler çoğaltılabilir ama bu kadarı yeterli, eğer cevaplamakta zorlanırsan İslâm alemindeki tüm İslâm ulemasından yardım alabilirsin,

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Bakara 178 ayetiyle ilgili,ne anlama geldiği ve amacının ne olduğu konusunda verdiğim tefsirden alıntı cevap gayet net ve açıktı..Ama siz böyle net cevapları almaktan rahatsız olduğunuz için konuyu bir çok masalla bulandırmaya çalışıyorsunuz.. ayrıca sizin sorduğunuz soruları ve diğer masallarınızı da internette fazlasıyla bulmak mümkün..asıl masallara dayanan sizsiniz..Dedik ki,bazı kabileler kendilerini daha şerefli gördüklerinden kendilerinden bir köle ölmüş ise karşısındakilerin hürüne denk görüp onlardan bir hürün öldürülmesi gerektiğini düşünüyorlarmış..Kendileri bir hür öldürdüklerinde kısas olarak kendilerinden bir kölenin öldürülmesi gerektiğini iddia ediyorlarmış..Bu ayetle hem statü ve cinsiyet yönünden eşitsizlik yaratan hem de asıl suç fiilini işleyenin değil bir başkasının cezalandırılmasına sebep olan bu uygulama kaldırılmıştır..
        Yoksa sizin anladığınız gibi,örneğin kadına kadın dendiği için bir erkek kadını öldürürse o öldüren erkeğin değil de olayla ilgisi olmayan bir başka kadının öldürülmesi gerektiğini bu ayetlerin indiği dönemde de kimse düşünmemiş ve an azından zekaları böyle bir sonuca gitmelerine izin vermemiştir diye düşünüyorum..kısasla ilgili ayetlerde “cana can “dendiğine göre öldüren ya da öldürülenin hür ya da köle olması farketmeksizin kısasın uygulanması gerekir..ben başka birinin kölesini öldürdüm, sen de al benim kölemi öldür diye bir anlayış adalete ve insafa uymayacağı ve Yüce Allah böyle bir şeyi emretmeyeceği için kabul edilemez..geçmişte böyle haksız uygulamalar olmuş olabilir,hatta bazı rivayetler peygamberimize ve halifelere dayandırılmış olabilir..ancak bunların Kuran ın ruhuna uymadığı bellidir..bu yüzden bunların gerçekliğinden mutlaka şüphe etmek gerekir..
        (Kuran ı Kerim Allah ın korumasındadır ama hadis ve rivayet adı altında anlatılanlar değildir..)

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Başka bir siteden bu konu üzerinde araştırma yapmış bir şahsın yazdıklarından alıntı:
        “Kurandan önce uygulanmakta olan ve kuranın yukarda yazdığım ayetleri ile de desteklenen yukarıdaki gibi kısas uygulamasına bu defa inananlar arasında tereddüt oluştuğunu, (belki de peygamberimiz zamanında kabileler arası yaşamın getirdiği anlayış farkları ile kabilelerin üstünlük vb. dayatmaları nedeniyle) KISAS’ın mevcut şekliyle değil de, önemli şahsiyetlerin suçlarına karşılık kendilerinin değil (önemsiz buldukları) köle yada kadınların kısasa tabi tutulmasını istediklerini görüyorum.

        Bunu neden böyle görüyor, düşünüyor yada nereden çıkarıyorsun diye sorulacak olursa, Bakara-178 ayetinden (özelliklede girişteki açıklama kısmından) çıkarttığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

        Sevgili okuyucular; aşağıdaki Bakara (2) -178 ayetini dikkatle incelersek; ayetin hiçbir açıklama yapmadan hemen hüre karşılık hür… diye başlamadığını görürüz. Eğer ayet başındaki açıklama olmadan hüre karşılık hür… diye başlayıp devam etseydi; belki benim yukarıdaki çıkarmam, görüşüm mümkün olmayabilirdi.

        Ancak dikkat edilirse ayet ey iman edenler, öldürmede SİZE kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın… şeklinde önce inananların dikkatini KISAS ın hala mevcut haliyle yürürlükte olduğuna çekerek itirazlarının geçersiz olduğunu gösteriyor.

        Sonra da hürün işlediği suça karşılık o hürün, kölenin işlediği suça karşılık o kölenin, kadının işlediği suça karşılık ta o kadının (affedilmedikleri durumlarda) mevcut kısasa hükümleri gereğince (ve suçun şahsiliği ilkesi gereğince) kısas olunacağını bildiriyor.

        Sevgili okuyucular, bakara 178 ayeti (önceki kısas hükümlerinden) bağımsız bir hüküm olarak değil, başındaki açıklama ile birlikte kısas hükümlerini tamamlayıcı bir hüküm olarak getiriliyor.

        Şimdi, bu ayeti tarafsız olarak değerlendirirsek; öldüren hür ise öldürmesine karşılık (hür olarak) kendisinin, köle ise öldürmesine karşılık (köle olarak) kendisinin, kadın ise öldürmesine karşılık (kadın olarak) kendisinin kısas olunacağı bir kez daha vurgulanarak anlatılıyor.

        Çoğu kimse ve özellikle de (ayeti çarpıtmak isteyen) ateistler ayete tarafsız yaklaşmayıp, öldürülenin tarafına geçerek ve ayeti bağımsız olarak ele alıp anlamaya çalışıyorlar. Bu durumda da suçludan ziyade öldürülen ön plana çıkarılarak, öldürülen hüre karşılık (sanki) başka hür biri, öldürülen köleye karşılık (sanki) başka köle biri, öldürülen kadına karşılık (sanki) başka bir kadın anlatıldığı yanlışına düşüyorlar.”

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (maide-45)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        —-Sonra da hürün işlediği suça karşılık o hürün, kölenin işlediği suça karşılık o kölenin, kadının işlediği suça karşılık ta o kadının (affedilmedikleri durumlarda) mevcut kısasa hükümleri gereğince (ve suçun şahsiliği ilkesi gereğince) kısas olunacağını bildiriyor (senden alıntı)

        demek hüre hür denince, hürün işlediği suça karşılık o hürün, köleye köle denince, kölenin işlediği suça karşı o kölenin, kadına kadın denince kadının işlediği suça karşılık o kadının öldürülmesini anlamalıyız öylemi,

        suçun şahsiliği ilkesi gereğince, suçlu cezalandırılacaksa, suçlunun hür, köle veya kadın olmasının bir önemi var mı? ister hür, ister köle, ister kadın olsun sonuçta cezalandırılacak olan suçu işleyen değil mi?

        bu söylediklerine kendin inanıyor musun???

        bir defa kısasa kısasın ne olduğunu bilmiyorsan anlatayım, kısasa kısas zarara uğrayanın zararının zarar verene aynen ödettirilmesidir, yani mağdurun uğradığı zararın, zarar verenden istenmesidir,
        eğer zararın tahsili mümkün değilse, aynı zararın zarar verene uygulanmasıdır,

        demekki kısasa kısasta uğranılan zararın aynen giderilebilmesi için zarara uğrayan göz önüne alınıyor, zarar veren belliyse, uğranılan zarar, zarar verene ödetiliyor,

        örneğin;
        cana can dendiğinde, öldürülene karşılık öldürenin canının alınması,
        göze göz dendiğinde gözü çıkarılana karşılık gözünü çıkaranın gözünün çıkarılması,
        buruna burun dendiğinde, burnu koparılana karşılık burun koparanın burnunun koparılması,
        kulağa kulak dendiğinde, kulağı koparılana karşılık kulağı koparanın kulağının koparılması,
        dişe diş dendiğinde diş kırılmasına karşılık dişi kıranın dişinin kırılması,

        herhalde cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ifadelerinin ne anlama geldiğini anlamışsındır,

        anladığını varsayarak devam ediyorum,
        hüre hür dendiğinde, öldürülen hüre karşılık hür öldürüleceğini
        köleye köle dendiğinde öldürülen köleye karşılık köle öldürüleceğini
        kadına kadın dendiğinde öldürülen kadına karşılık kadın öldürüleceğini sanırım söylemeye gerek yok,

        öldürenler belli, eşleşmelerde uygunsa her hangi bir sorun yok,

        ama eşleşmeler uygun değilse, kısasa kısas şartlarına göre zarara uğrayanın zararı söz konusu olacağından hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartları, kısasa kısası sakatlayan daha doğrusu adalet kavramını sakatlayan birer ucubeden öteye gitmiyor,

        aynı soruyu tekrar soruyorum,

        öldüren hür erkek, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren hür erkek, öldürülen köle, (köleye köle şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür erkek) (hüre hür şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle kadın, öldürülen hür kadın (hüre hür şartını unutmadan cevapla)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (bakara-178 kısmi alıntı)

        cevaplarken rehber alacağın şartlarda yukarıda yazıyor,

        —Çoğu kimse ve özellikle de (ayeti çarpıtmak isteyen) ateistler ayete tarafsız yaklaşmayıp, öldürülenin tarafına geçerek ve ayeti bağımsız olarak ele alıp anlamaya çalışıyorlar. Bu durumda da suçludan ziyade öldürülen ön plana çıkarılarak, öldürülen hüre karşılık (sanki) başka hür biri, öldürülen köleye karşılık (sanki) başka köle biri, öldürülen kadına karşılık (sanki) başka bir kadın anlatıldığı yanlışına düşüyorlar.” (senden alıntı)

        eğer kısasa kısasın ne olduğunu anladıysan, öldürüleni ön plâna kimin çıkardığını da anlamışsındır!!!

        eğer kısasa kısas uygulaması, uğranılan zararın aynen tanzimi ise, ki öyledir,
        bir köle bir hürü öldürdüğü zaman, hüre hür şartı gereği öldürülen hürün yerine kölenin sahibi veya akrabalarından biri öldürülmesi gerekir,

        nereden uyduruyorsun falan deme, bakara- 178 öyle diyor,

        o nedenle cevap vereceğim diye saçma sapan şeyler anlatma, tüm İslâm alemi bir araya gelse bu ucubeye hiçbir kılıf uyduramaz.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Aşağıdaki net ve açık bilgileri tekrar etmekle yetiniyorum..Her ne kadar anlamanıza “ucubeleşmiş” anlayış yeteneğiniz izin vermese de..
        “Dedik ki,bazı kabileler kendilerini daha şerefli gördüklerinden kendilerinden bir köle ölmüş ise karşısındakilerin hürüne denk görüp onlardan bir hürün öldürülmesi gerektiğini düşünüyorlarmış..Kendileri bir hür öldürdüklerinde kısas olarak kendilerinden bir kölenin öldürülmesi gerektiğini iddia ediyorlarmış..Bu ayetle hem statü ve cinsiyet yönünden eşitsizlik yaratan hem de asıl suç fiilini işleyenin değil bir başkasının cezalandırılmasına sebep olan bu uygulama kaldırılmıştır..”
        Siz de bahsetmişsiniz:
        Bir köle bir hürü öldürdüğü zaman o köle değil de o kölenin hür sahibi öldürülmesi gibi bir sonuca gidilecek bir durum yoktur.KISASIN NORMAL MANTIKİ İŞLEYİŞİ DEVAM ETMEKTEDİR.SADECE BUNA UYMAYAN BAZI UYGULAMALARIN ÖNÜNE GEÇİLMEK İSTENMİŞTİR.HÜR HÜRÜ ÖLDÜRMÜŞSE KISAS BİR KÖLEYE DEĞİL ÖLDÜREN HÜRE UYGULANIR.KÖLE KÖLEYİ ÖLDÜRMÜŞSE ÖLDÜREN KÖLEYE UYGULANIR..ŞEREFCE DAHA DÜŞÜK GÖRÜLEN KABİLENİN HÜR ÜYESİNE DEĞİL..AMA YİNE DE ANLASANIZ DA ANLAMIŞ GÖRÜNMEZSİNİZ..KURAN VE İSLAM ALEYHİNE BİR ŞEY BULDUĞUNUZU SANIYORSUNUZ YA “BİR KERE TUTMUŞUM BİR DAHA BIRAKMAM” PSİKOLOJİSİNDESİNİZ..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        —-KISASIN NORMAL MANTIKİ İŞLEYİŞİ DEVAM ETMEKTEDİR.SADECE BUNA UYMAYAN BAZI UYGULAMALARIN ÖNÜNE GEÇİLMEK İSTENMİŞTİR.HÜR HÜRÜ ÖLDÜRMÜŞSE KISAS BİR KÖLEYE DEĞİL ÖLDÜREN HÜRE UYGULANIR.KÖLE KÖLEYİ ÖLDÜRMÜŞSE ÖLDÜREN KÖLEYE UYGULANIR..ŞEREFCE DAHA DÜŞÜK GÖRÜLEN KABİLENİN HÜR ÜYESİNE DEĞİL..AMA YİNE DE ANLASANIZ DA ANLAMIŞ GÖRÜNMEZSİNİZ..KURAN VE İSLAM ALEYHİNE BİR ŞEY BULDUĞUNUZU SANIYORSUNUZ YA “BİR KERE TUTMUŞUM BİR DAHA BIRAKMAM” PSİKOLOJİSİNDESİNİZ.. (senden alıntı)

        ——HÜR HÜRÜ ÖLDÜRMÜŞSE KISAS BİR KÖLEYE DEĞİL ÖLDÜREN HÜRE UYGULANIR.KÖLE KÖLEYİ ÖLDÜRMÜŞSE ÖLDÜREN KÖLEYE UYGULANIR. (sendeki alıntıdan kısmi alıntı)

        hür hürü öldürmüşse, elbette hür öldürülür,
        köle köleyi oldürmüşse elbette köle öldürülür,

        ben sana statü ve cinsiyet açısından birebir eşleşmeleri sormuyorum,
        statüsü ve cinsiyet açısından farklı olan durumları soruyorum,
        üstelik sana kolaylık sağlıyorum, İslâm aleminde dilediğinden yardım alabilirsin diyorum,

        sorularımın ise anlaşılamayacak bir tarafı yok,

        öldüren hür erkek, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren hür erkek, öldürülen köle, (köleye köle şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür erkek) (hüre hür şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle kadın, öldürülen hür kadın (hüre hür şartını unutmadan cevapla)

        tanrınızın ayetle getirmiş olduğu statü ve cinsiyet kriterini göz önüne alarak cevapla diyorum,
        ayrıca statü ve cinsiyet kriterini ben getirmedim.

      • murat dedi ki:

        1okuyucu
        Yani her şeyi anladın bir kısas kaldı.Neden soruyorsun maksadın ne bilelim diyeceğim fakat bizdeki lüzumsuzluk ki senin maleyani keyfi sorularına cevap yazıyoruz.
        Uzun bir süredir formu takip etmiyorum.Sorular aynı maksada dair ve verilen cevaplardan sonra anlam taşımıyor artık.
        Ayetin sonunda
        Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. denilmiş.
        Yani kısas meselesi hafifletilmiş ve afvedici olmak teşvik edilmiş.Fakat yine de kısas hükmü geçerlidir.Günümüzde kan davaları ve terörün ülkemizde büyük sorun haline gelmesi bu nedenledir.
        Hür ve köle arasında bu meselede eşitlik yok gibi görünüyor.Hür bir insan kolay kolay burnunu pisliğe sokmamak için cinayetten çekinir.Fakat köle zaten düşman askerlerinden ve ailelerinden esir alınmış kişilerdir ve bu nedenle önceden savaştıkları efendilerine karşı düşmanlık ve kinleri onları kolaylıkla cinayete sevkedebilir.Hem kendilerini hem de efendilerini veya diğer hür insanları öldürecek bir tür terör anlayışı geliştirebilirler.Bu tiplere karşı hür insanlara üstünlük verilmesi ve hür insanların korunması müminler için bir rahmet olmuştur.Günümüzde de polis hakkında ölüm cezası vermek teröriste ceza vermeye nazaran hakimler için daha zorlayıcı bir karardır.Suç dosyaları ekonomik ve sosyal yönden alt tabakada bulunan insanlarda daha yaygındır.Fakat ayet fakir zengin değil köle sınırlaması yapmıştır.Bu hüküm o toplumun ihtiyaçlarını tam karşılamaktadır ve asayişi sağlamıştır.
        Ayetin sarih ifadesine göre kadınlar arasındaki cinayette kısas gerekir.Bu mesele erkeğin namus meselesinde cinayete yönelmesi halinde kısas değil de ağır cezaya mahkum edilmesine hükmediyor şeklinde anlaşılabilir.Kadınların namus meselesinde erkeğin sahiplenme duygusuna saygı göstermelerini gerekli kılıyor ve dizginliyor.Kocalarına kolaylıkla iftira atarak aradan sıyrılmalarını da önler.Zaten kadınlara yönelik namus cinayetlerinin temel sebebi kadının yabancı erkeklere yönelmesidir ve suçun asıl sebebidir.Kadının kocasından ayrılarak başka bir erkekle ilişki kurması ancak boşanma ve ikinci bir evlilikle mümkündür.
        Bu ayetlere bakıldığında kısas konusunda müslim gayri müslim ayrımı yapılmadığı anlaşılır.
        Günümüz modern hukukunda ise bütün suçlulara ağır ceza yeterli görülmüş ve sonuçta
        namus cinayetleri kan davaları,cep telefonu için adam öldürme ve terör faaliyetleri hastalık derecesine gelmiştir.
        Yahudiler günümüzde israilin zulümlerinden de anlaşılacağı üzere diğer milletlere karşı daha acımasız ve saldırgan bir kavim olduklarından tevratın hükümleri kısas konusunda onların haksız öldürmelerinin önlenmesi maksadını taşımıştır denilebilir.
        Allah adili mutlaktır.Kısas ile de her şey bitmez.Büyük cezalar mahşer meydanında bütün insanların şahit olacağı büyük mahkemeye bırakılır.

        Fakat şu demir suresi (hadid) nin harflerine yazılmış ilmi değeri olan açıklamaları görmezden gelmen senin adına yazık olmuş.
        Bütün bu yazdıklarımız ve senin gibilerin korkarak kaçtığı gerçekleri her terk edişinde cehennemin sana karşı bir nebze daha öfkelendiği ve alevlendiğine emin olabilirsin

        İsra 15…..Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiç bir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        sana bir soru
        kediler miyavlar mı? gıdaklar mı? hangisi?

      • murat dedi ki:

        1okuyucu
        İşte bu kedi sorusu tarzına uygun bir konu teşkil ediyor.Lakin bu konu üzerinde sormakla kediyi gıdaklatmışsın….Peki tavuk miyavlar mı gıdaklar mı?
        İnsanın eli tavuğun ayağı gibi gübre deşelemek için yaratılmamıştır.Kendini harcama.Ömür kısa genç ihtiyar ölüm herkesin başını kesmek için bekliyor.Dünyada verilmiş nimetler sinekten insana kadar farklılık gösterdiği gibi ahirette müminler ve kafirlere ancak yakışır şekilde nimetler sunulacaktır.
        Vücudunu mucidine feda et ki beka bulsun.Ebedinin sadık dostu da ebedi olacaktır.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        beni işaret ederek ve kısasa kısastan söz ederek başladığın mesajında benim sorularımın cevabını vermen gerekirken, cami hocalarının bildiğimiz vaazlarını anlatarak, sorulan soruyla ilgisi olmayan bir sürü şeyler söyleyip soruya cevap vermeyen siyasetçi pozunda davranman nedeniyle bende sana herkesin bildiği gereksiz bir soru sordum,

        kedinin miyavladığını, konuşmayı henüz öğrenmemiş çocuklar ifade edemeseler bile bilirler,

        gelelim kısasa kısas meselesine, işe tarifiyle başlayalım,

        kısasa kısas; iki kişi arasında geçen öldürme ve yaralama olaylarında, mağdur edilenin mağduriyetinin, mağdur edene aynen uygulanmasıdır.

        şimdi sen bana kısasa kısasın tarifini yapmaya ne gerek vardı, kısasa kısasın ne olduğunu herkes bilir diyeceksin, niye gereksiz yere konuşuyorsun diyebilirsin, dersen de haklı olursun,

        şimdi ben sana, öldürmelerde, katil maktül ile kısas edilir desem,
        sen yine bana herkesin bildiği bir şeyi söylemenin ne anlamı var? diye sitem edebilirsin,
        açıklama yapma gereği duyarsan, tabiî ki suçlu olan katil olduğu için katilin cezalandırılacağını herkes bilir dersin

        şimdi ben sana, katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir desem,
        sen bana, suç ve ceza kavramları gereği katilin öldürdüğü maktül ile kısas edileceğini,
        yani suçlunun cezalandırılacağını 5 yaşındaki çocuklar bile bilirken, sen bilmiyor musun? ki böyle saçma sapan bir ifade kullanıyorsun diyebilirsin,

        yada ben sana, katil kimle kısas edilir diye bir soru sorsam,
        katilin öldürdüğü maktül ile kısas edileceğini bilmiyor musun ki bana böyle bir soru soruyorsun dersin, hem de haklı olarak desin, hatta böyle abuk sabuk bir soruya, katil kediyle kısas edilir gibisinden bir cevap vererek beni ti’ye bile alabilirsin, içinden de gıyabımda benim geri zekâlı biri olduğumu bile düşünebilirsin,

        Ey iman edenler! Cinayetlerde size kısas farz kılındı. Hür olan, öldürdüğü hür kimse yerine; köle, öldürdüğü köle yerine; kadın, öldürdüğü kadın yerine kısas olunur. Kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa, akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. Bu, Rabbinizden size bir indirim ve bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa, pek acı bir azabı hak etmiş olur. (bakara-178) (Ümit Şimşek Tercümesi)

        şimdi sorularıma geçiyorum,

        bir tanrının, gönderdiği hükümlerin ne anlama geldiğini, nasıl uygulanacağını en iyi kendisinin bilmesi gerektiği göz önüne alındığında!

        1) katil ve maktülün kim olduğu biliniyorsa, katil ve maktülü statü ve cinsiyetlerine göre kategorize etmesinin bir anlamı olur mu?

        yani aslolan suçlunun cezalandırılmasıysa, maktül ve katilin statü ve cinsiyetlerinden bahsetmenin bir anlamı olur mu?

        insanların bile kategorize etmeyi düşünmeyeceği bir şeyi tanrı düşünebilir mi?

        2) tanrı hiç, katil maktülle kısas edilir der mi?

        3) tanrı hiç,
        hür, öldürdüğü hür ile…..
        köle, öldürdüğü köle ile…..
        kadın, öldürdüğü kadın ile kısas edilir der mi?

        genel anlamıyla söylersek,
        tanrı hiç, katil, öldürdüğü maktül ile kısas edilir der mi?

        cevabını bekliyorum ama soruların etrafından dolanmadan
        aklını, mantığını, vicdanını koy ortaya kendi aklına ihanet etmeden cevaplamayı dene,

        imanının güme gideceğinden çekinirsen cevap vermeyebilirsin.
        çünki sana akıl mantık terazisine konulduğunda cevabı “hayır” olacak sorular soruyorum.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Bana 2 + 2 kaç yapar söyleyebilirmisiniz? Ama rica ediyorum sonuç mantıksal boşluk bırakmayacak birşey olsun!

      • murat dedi ki:

        toro
        2+2 sorunun cevabı kendini ispat etmeye çalışan bir delikanlı….Kusura bakma başka bir cevap bulamadım…

      • murat dedi ki:

        1okuyucu
        kısas meselesinde birinci maksat toplumda cinayet suçlarını önleyici tedbir almaktır.
        İkinci maksat ise her şeye rağmen cinayet vuku bulduysa adaletin gereğini yerine getirmek yani suçluyu cezalandırmaktır.
        Birinci maksat ceza hukukunun temelini teşkil eder.
        Yukarıda verdiğim cevapta şöyle yazmışım
        Hür ve köle arasında bu meselede eşitlik yok gibi görünüyor.Hür bir insan kolay kolay burnunu pisliğe sokmamak için cinayetten çekinir.Fakat köle zaten düşman askerlerinden ve ailelerinden esir alınmış kişilerdir ve bu nedenle önceden savaştıkları efendilerine karşı düşmanlık ve kinleri onları kolaylıkla cinayete sevkedebilir.Hem kendilerini hem de efendilerini veya diğer hür insanları öldürecek bir tür terör anlayışı geliştirebilirler.Bu tiplere karşı hür insanlara üstünlük verilmesi ve hür insanların korunması müminler için bir rahmet olmuştur.
        Cezadaki bu eşitsizlik suç işleme potansiyeli yüksek olanları caydırma maksadı taşıyor.
        Karşısındaki masum insana kendini savunma avantajı sağlamıştır.

        İkinci ve üçüncü sorun.
        Allah katil maktül meselesini açık bir şekilde hükme bağlamış.Allahın adaletinin alternatifi yoktur.İnsanların geliştirdikleri çözümler terörü ve cinayetleri çoğunlukla önleyememiştir.
        Cezaları kategorize etmek cezaların caydırıcılığını arttırır.
        Cinayetleri önleme vasfını kuvvetlendiriyor.
        Hastanın türüne göre ilaç verilir.

        Sonuç olarak senin akıl ve mantık terazin hastalanmaya ve ölüme mahkum beyin hücrelerine dayanarak enerjisiyle ,kudretiyle herşeyin vücudunun devamını sağlayan alemlerin rabbinin adalet namına koyduğu hükümlere dil uzatamaz.
        Öncelikle insan kendini tanımalı elindeki terazinin vasfını bilmeli maksadına göre kullanmalı.Limitleri dışında kullanılan bir alet bozulmaya mahkumdur.Ön yargılardan teraziyi kurtararak ayetleri anlamaya çalışsan geleceğin namına daha sağlıklı sonuçlar elde edebilirsin.
        Kuranın adaleti ve günümüz adaletinin pratikte ne gibi sonuçlara yol açtığını görmek te zor değil.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        ben senden masal anlatmanı istemiyorum, sorularımın cevabını istiyorum,
        sıra numarasıyla birebir cevaplamanı istiyorum,

        sorduğum sorular belli, cevapları da belli, “hayır” veya “evet” diyeceksin,
        “evet” dediğinde niye evet dediğini açıklayacaksın,
        “hayır” dediğinde niye hayır dediğini açıklayacaksın,

        haydi bekliyorum.

      • toro dedi ki:

        Sayın Murat,

        Sanırım tevrat ve incil konusundan ağzınız yandı beni üfleyerek geçiyorsunuz! Canınız sağolsun!

  71. Gencer dedi ki:

    Müslümanlar ile bizler arasındaki fark şudur.Müslümanlar görmediklerine duymadıklarına şahit olmadıklarına inanıyorlar.Bizler görmediğimiz duymadığımız ve şahit olmadıklarımıza inanmıyoruz.

    • candost neşeci dedi ki:

      Gencer kardeş gerçekten bu ülkeye yakışmıyor bu düşünceler bugün bir hindistanın bir malezyanın bir endonezyanın gelişip bizim yerimizde saymamız ve insanlarımızın geçmişe özlem duyması ben inanamıyorum bu derecemi insanlar uyuşturulur bu ne şekil bir morfindir arkadaş ben anlamıyorum bazen düşünüyorumda gerçekten bu insanlar için okumaya araştırmaya değermi diye

    • murat dedi ki:

      Görsen şahit olsan da inanmak istemediğin için inanmıyorsun.Senin gibi bir adamın varlığından sıkıldığı Allah katında ne değeri kalmış ki inanmasını sağlamak için ona ayetlerini anlayabilecek bir akıl verilsin.

      • Gencer dedi ki:

        Görsem Şahit olsam inanırım arkadaş.İnanmak istemediğim için değil saçmalık olduğu için inanmıyorum.Tekvir 19 ‘da Muhammed Kuran’ın kendi sözü olduğunu itiraf ediyor.Dikkat edersen ayetlerle Muhammed’in menfaati fazlaca korunmuş ve tamamen Muhammedin çıkarına zenginliğine iktidarına ve uçkuruna yönelik ayetler dolu Kitapta.Arada İncil ve Tevrat’tan da hikayeler koyarak sanki Tanrı katından gelmiş izlenimi vermek o dönemin insanları için çok çabuk yutturulacak bir olay.
        Bu devirde insanoğlu bu saçmalıklara nasıl inanır anlayabilmiş değilim.
        Ayrıca buralarda bizler illaki bir yaratıcı yok demiyoruz zaten yok ve ya var demek imkansız ötesi bir şey.Oradan buradan duyduklarımla yok Allah var bunu istiyor şunu istiyor kanaatine varamam.1400 yıl önceki siyasetin müridi olmak hiç akıllıca değil.
        Maide 43 te Muhammed Tevrat’ı kendisinden çok çok daha yukarıda görüyor ki sizler değiştirildiğine inanıyorsunuz.

        Bu sebeptendir ki sizler bizim inanmak istemediğimiz için inanmadığımıza kanaat getirerek kendinize için bir avuntu sağlıyorsunuz.Aklımızı ve mantığımızı kullanarak bu oltalara yakalanmamamız sizin için çok acı olsa gerek.

        Paralel bir evren farklı bir boyutta yaşam olma ihtimalide var tabiiki.Ben olmadığını iddia edemem.Ancak 1400 yıl önce ota boka herşeye bir ayet yollayan Allah cebraili zırt pırt Arabistan çöllerinde 50 derecede uçuran ve Muhammedin iktidarı almak için yaptığı savaşlarda binlerce Melek gönderen Allah nedense kendi coğrafyasının insanlarını İsrail’den korumakta bir hayli ACİZ kalmaktadır.Adamlarınız (Işid) hergün masum köylülerin Türkmenlerin sırf alevi diye kafalarını uçururken sessiz kalan sizler konu İsrail olunca avaz avaz bağırıyorsunuz.Hadi yatıp kalkıp dua edin İsrail’e bir el atıp Arap din kardeşlerinizi kurtarsın Allah.Bu arada ölen her insan için son derece üzgünüm demek olmuyor ki burada İsrail’i destekliyorum.Ben dünyadaki ölümlerin %90 ının Dinler yüzünden olduğunu düşünüyorum ve diyorum ki tüm Dİnlerin canı sizin kızgın ateşli Cehenneminizin dibine gitsin.

        İyi akşamlar.

    • candost neşeci dedi ki:

      Murat bey sizde gerçekten çok malayani konuşmuşsunuz
      Fakat şu demir suresi (hadid) nin harflerine yazılmış ilmi değeri olan açıklamaları görmezden gelmen senin adına yazık olmuş.
      Bütün bu yazdıklarımız ve senin gibilerin korkarak kaçtığı gerçekleri her terk edişinde cehennemin sana karşı bir nebze daha öfkelendiği ve alevlendiğine emin olabilirsin

      İsra 15…..Kim hidayete ererse, kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiç bir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe azab etmeyiz. Senden alıntı

      nedir bu ilmi dğeri olan açıklamaları okumak açarmısın bu konuyu şahsen beyinden mantıktan akıldan bahsetmeyen bir kitap bana çok malayani geliyor.Kusura bakmayın cevap vermezdim ama senin gibilerin korkarak kaçtığı gibi söylemlerden bahsettiğin için cevap verme gereği hissettim.

  72. AVNİ dedi ki:

    Sn murat
    Tevrattan, yahudilerden vs konuşuyoruz. Bir şey sormak istiyorum tanrı neden bu yahudilere takdı.
    Sürekli peygamber göndermiş öldürmüşler, kitap göndermiş 3 tane makara geçer gibi değiştirmişler. Tanrı sürekli yahudilere vaatte bulunmuş, akit yapmış, nimet vermiş vs vs. Ama hep hüsran hep hiyanet.
    İnternette YAHUDILIKDEKİ ARZ.I MEV’UD konusunu okuyordum. Kuranda bile vaad edilen topraklar geçmekte. Tabi iyilik yaparsanız, beni dinlerseniz diyede şart koşmuş bu topraklar için.
    Ama her nedense tanrı ilerde bunlar sözünü tutmaz, bu anlamsız vaat için bir çoğrafya yı kana bularlar diye düşünememiş. Şimdi de filistinliler ve orta doğu milletleri tanrının bu anlamsız vaadinin ceremesini çekmekteler. Gerçi tevrat bazı yerlere görürsünüz israiloğulları o dönem filistinlilerden nefret ediyorlar. Putperest oldukları için. Gel görki aynı allaha inanmalarına rağmen günümüzde niye nefret ediyorlar. Akıl sır erecek gibi değil…
    Saygılarımla..

    • 1okuyucu dedi ki:

      AVNİ;

      Kim doğru yolu bulursa, ancak kendisi için bulmuştur ve kim de doğru yoldan sapmışsa, kendisi sapmıştır ve kimse bir başkasının yükünü yüklenmez. Ve biz bir peygamber göndermedikçe, hiçbir topluluğa azap etmeyiz. (isra-15)

      tek peygamber gönderdiği toplumları, (Araplar ve birkaç istisnai durum hariç) gönderdiği peygambere inanmadıkları için topyekün yok eden bir tanrının, Yahudilere bu derece tahammül göstermesi, 3 tane kitap, bir sürü peygamber göndermesi ilginç değil mi? (bu soruyu okuyup araştıran biri olduğunu sezinlediğim için soruyorum)

      üstelik bu peygamberlerin çoğu aynı zamanda hükümdar, peygamberliğin babadan oğla devrettiği durumlar da var,

      sanki o dönemde kendini geçmiş dönemlerde tanrı ilân eden hükümdarların yerini kendini peygamber ilân eden hükümdarlar almış,

      başka toplulukların boyunduruğu altına girdiklerinde de hükümdarlık söz konusu olmadığı için peygamberlik müessesesi de kesintiye uğramış olmalı, başka toplulukların boyunduruğu altına girdikleri dönemlerde peygamberlik iddiasında bulunanları kendini hükümdar ilân eden asiler olarak görmüş olmalılar ki o nedenle öldürmüş olmalılar, herhalde İsayı da halktan biri olduğu için öldürmüşlerdir?

      özetle, başka toplumlara ikinci şansı tanımayan son derece hoşgörüsüz bir tanrının, İsraillilere karşı son derece hoş görülü davranmasını nasıl tarif etmek gerekir bilemiyorum,

      aynı Allaha inananların içerisinde ayni dine mensup olanların bile birbirlerini boğazladığı bir coğrafyada, aynı Allaha inanan farklı din mensuplarının birbirlerini boğazlamasından daha doğal ne olabilir,

      zaten Arap İsrail düşmanlığı, Muhammed döneminde kemikleşmiştir, o nedenle cinnet halindeki iki toplumun barışması söz konusu değildir,

      geleceği bildiği iddia edilen bir tanrının gönderdiği kitaplar ve dinlerle işin bu hale geleceğini bilememiş olamaz.

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “tek peygamber gönderdiği toplumları, (Araplar ve birkaç istisnai durum hariç) gönderdiği peygambere inanmadıkları için topyekün yok eden bir tanrının, Yahudilere bu derece tahammül göstermesi, 3 tane kitap, bir sürü peygamber göndermesi ilginç değil mi? (bu soruyu okuyup araştıran biri olduğunu sezinlediğim için soruyorum)” sizden alıntı..

        okuyucu kardeş… yahudiler allahın ayetlerini inkar etmediler.. sözü değiştirdiler.. anlayacağını zannetmiyorum ama yinede yazacağım.. nuh kavmi hz. nuhu reddettiler, ad kavmi hud, semud salihi, lut kavmi lut u, firavun musayı kesin olarak reddettiler ve inanmadıkları yetmiyormuş gibi açık delillere rağmen peygamberlerle mücadele ettiler.. bunların akıbeti kesinleşti.. fakat yahudiler allah inancını kabul ettiler.. ayrıca açık delillere rağmen sapkınlıklıklarından dolayı cezalandırılan yahudilerde vardır..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        ——–yahudiler allahın ayetlerini inkar etmediler.. sözü değiştirdiler.. anlayacağını zannetmiyorum ama yinede yazacağım.. nuh kavmi hz. nuhu reddettiler, ad kavmi hud, semud salihi, lut kavmi lut u, firavun musayı kesin olarak reddettiler ve inanmadıkları yetmiyormuş gibi açık delillere rağmen peygamberlerle mücadele ettiler.. bunların akıbeti kesinleşti.. fakat yahudiler allah inancını kabul ettiler.. ayrıca açık delillere rağmen sapkınlıklıklarından dolayı cezalandırılan yahudilerde vardır.. (senden alıntı)

        aksine, inkâr etmeyip sözlerini değiştirmek, inkâr etmekten daha kötüdür,

        inkâr edenler, ben peygamberim diyenin peygamber olduğuna inanmadıkları için peygamberleri inkâr etmişler, herhalde inanmadıkları peygamberin söylediği sözleri tanrının sözleri olarak kabul edecek değillerdi,

        bütün suçu peygamber olduğunu iddia eden bir adama inanmamak olan toplumlar top yekün imha edilmiş, (dinde zorlama yoktur diyenlere duyurulur)

        inandığını iddia edenler içerisinde ise, inandıklarını iddia ettikleri tanrının sözlerini değiştirme cüretini gösterecek kadar pervasızca davranabilenler olmuştur, daha doğrusu tanrıyı başka türlü göstererek inandıkları tanrıya iftira atmışlardır,

        peygamberlere inanmamak yok edilme sebebi olabilir mi? hani herkes inanıp inanmamakta özgürdü? hani tanrınız inanıp inanmamayı insanların özgür iradesine bırakmıştı?

        o zaman gönderdiği peygamberlerine inanmayanları yok etme sevdası niye?

        herhalde sizin tanrınız şeytanla girdiği kelle yarışında, gönderdiği peygamberlere inanmayanları, sizin deyiminizle şeytanın taraftarlarını yok ederek, şeytana karşı sayısal üstünlük sağlama gayreti içerisine girmiş, üstelik bu sayısal üstünlüğü sağlayabilmek için kendine inandığını iddia eden iki yüzlü sahtekârları bile kendinden sayma gafletini göstermiş,

        şimdi söyle bakalım, kendine peygamberim diyene inanmayanlar mı? daha dürüsttür, yoksa peygambere inanıp tanrının gönderdiği ayetleri istismar eden iki yüzlü sahtekârlar mı?

        bu soruyu İslâm aleminde de bu tiplerden bolca bulunduğu için sordum,

        eğer tanrı bir topluma 3 tane kitap, bir sürü peygamber gönderiyorsa, üstelik bu peygamberlikler babadan oğula veya hükümdardan hükümdara geçiyorsa ve bu toplum dini başka toplumlara yaymak yerine tekeline alıyorsa, üstelik bu durum binlerce yıl devam ediyorsa ve sen bunda bir mantıksızlık görmüyorsan bunu bana açıklamak zorundasın,

        sanki tanrınız bütün işini gücünü bırakmış, Yahudileri doğru yola yönlendirmek için binlerce yıl çabalamış durmuş, sonuç ise sıfıra sıfır elde var sıfır, yani tanrınızın bütün çabası boşuna gitmiş, özel ilgi gösterdiği Yahudilerden ümidini kesince de Araplara yönelmiş, sonuç yine ortada, tek farkı sıfıra sıfır elde var eksi bir, yani durum düzeleceğine öncekinden daha da besbeter bir hale gelmiş, hani gelen gideni aratır misali?

        sakın bana tanrınızın, gönderdiği kitapları tahrif ettikleri için diğer kitapları göndermek zorunda kaldığını, her peygamberden sonra sapıttıkları için Yahudilere her seferinde peygamber göndermek zorunda kaldığını söyleme,

        yok edilen toplumlarla ilgili olarak nacizane fikrimi sorarsan, geçmişte yaşanmış doğal afetleri, o günkü toplumlar oluş sebeplerini bilemedikleri için tanrının cezalandırması sanmışlar ve ortaya bir takım masallar çıkmış, bilimsel açıklamalara rağmen günümüzde bile halen doğal afetlerin sebeplerini görmezden gelen dangalaklar “7.4 yetmedi mi?” diyerek, cezalandırıcı bir tanrı figürünü tiksinme aracı yapmaktan çekinmemişlerdir,

        Yahudiler için peygamberlik müessesesi Yahudilerin başka toplumların egemenliğine girmesiyle sona ermiş, halkın içerisinden peygamberliğe soyunanlar ise itibar görmemiştir,
        neyi nasıl anladığımı şimdi anlamışsındır sanırım,

        sana da sorayım, belki sen cevap verirsin

        Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (maide-45)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        daha önce öldürülenlerle ilgili olarak Tevrattaki kısasa kısas uygulamasında cana can denilerek, ölenin ve öldürenin hür, köle, kadın olduğuna bakılmaksızın öldürenin cezalandırıldığı bir sistem varmış, zaten en ilkel toplumlar dahil, tüm toplumların adalet anlayışında aslolan suç işleyenin cezalandırılmasıdır,

        eğer suç ve ceza gereği suçlu cezalandırılacaksa, kısasa kısas uygulamasında hür, köle, kadın diye bir ayırım yapmanın mantığını açıklar mısın?

        Bilâl bey ayetin iniş sebebini saçma bir hikâyeyle açıklamaya kalkıştı!!! sen herhalde mantıklı bir açıklama yaparsın,

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        KISAS NEDİR,KİME UYGULANABİLİR ???

        Ben,kısasla ilgili BAKARA-178.ayete verilen mesajın ne olduğunu kaynaklarıyla birlikte gösterdiğim halde işinize gelmediği için kafadan buna hikaye demişsiniz ! Öyle mi ??? Demek kaynak olsa da işinize gelmeyene saçma hikaye diyeceksiniz.Çünkü gayeniz gerçeklerin ortaya çıkmasını önlemektir.!!!!

        Bakınız gösterceğim bazı meallerden de anlaşılan odur ki,bu KISAS sadece KATİL olana uygulanabilir.Katilin dışında hiç bir kimseye KISAS uygulanamaz.Katilin dışında birilerine bir ceza uygulanırsa buna asla KISAS denilemez.!!!

        Bu meallerde büyük harflarla gösterdiğim ‘’ ÖLDÜREN,KATİL veya ÖLDÜRDÜĞÜ şeklindeki ifedelere iyice dikkat edelim.!!!

        1-8-ümit şimşek meali;
        “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, rabbinizden size bir indirim ve bir rahmettir. bundan sonra kim haddi aşarsa,(83) pek acı bir azabı hak etmiş olur.”

        2-diyanet işleri meali (eski);
        “ey inananlar! öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: hür ile hür insan, köle ile köle ve kadın ile kadın.ÖLDÜREN, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. bu, rabbiniz’den bir hafifletme ve rahmettir. bundan sonra tecavüzde bulunana elem verici azab vardır.”

        3-diyanet işleri meali (yeni);
        “ey iman edenler! öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. ancak ÖLDÜREN kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. bu, rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.”

        4-abdulbaki gölpınarlı meali;
        “ey inananlar, öldürülenler hakkında size kısas farz edilmiştir: hüre karşılık hür, kula karşılık kul, kadına karşılık kadın. fakat ÖLDÜREN, kardeşinden azıcık bir affa nail olursa o zaman kısas kalkar; öldürülenin velisinin, akla ve örfe uygun olarak iyiliğe uyması, öldürenin de, öldürdüğü kişinin velisine güzellikle bir şey vermesi kalır. bu, rabbinizden hükmü hafifletmedir, rahmettir. bundan sonra da gene zulme kalkan ve aşırı giden olursa artık ona elemli bir azap var.”

        5-hasan basri çantay meali;
        “ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farzedildi). hür, hür ile, köle, köle ile, dişi, dişi ile (kısas olunur). fakat kimin (HANGİ KATİLİN) lehinde maktulün kardeşi (velîsi) tarafından cüz’î birşey afvolunursa (hemen kısas düşer). artık örfe uymak (şer’in ve aklın iyi gördüğünü yapmak, borcu) ona (maktulün velîsine) güzellikle ödemek (lâzımdır). bu, rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir. o halde kim bu (afivden ve edadan) sonra (kaatile veya taraflarına muhaasame ve) tecâvüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır.”

        6-hayrat neşriyat meali;
        “ey iman edenler! öldürülenler hakkında üzerinize kısas farz kılındı!(2) hür olana hür, köleye köle, kadına kadın (kısas edilir, öldürülür)! fakat (ÖLDÜREN) o kimse lehinde, kardeşi tarafından (cüz’i) bir şey affedilirse, o takdirde (affedene düşen,) örfe tâbi’ olmak(diyetini aşırıya kaçmadan almak)tır ve (öldürene düşen de, diyeti) ona güzellikle ödemektir. bu, rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. buna rağmen kim bundan sonra haddi aşarsa, artık ona (pek) acıklı bir azab vardır!”

        7-ömer nasuhi bilmen meali;
        “ey mü’minler! maktuller hakkında sizin üzerinize kısas farz olmuştur. hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas edilir. fakat hangi bir KATİL için kardeşi tarafından bir şey affedilirse ma’ruf olan emre ittiba etmeli ve ona da (diyeti) güzellikle edada bulunmalıdır. bu rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmetir. artık bundan sonra tecavüzde bulunursa onun için elîm bir azap vardır.”

        8-şaban piriş meali;
        “-ey iman edenler! öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. hür olan ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın kısas olunur. ÖLDÜREN, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, artık örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyet ödemek gerekir. bu, rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. bundan sonra da tecavüzde bulunana elem verici azap vardır.”

        Bu meallerde büyük harflarla gösterdiğim ‘’ ÖLDÜREN ‘’ KATİL ‘’ veya ‘’ ÖLDÜRDÜĞÜ ifadelerini düşünerek dikkatlice okumanızı tavsiye ederim. !! ! Demek Kİ, KISAS SADECE KATİLE,ÖLDÜRENE uygulanabilir.!!! Bunun dışında hiç kimseye KISAS uygulanamaz.. Çünkü KISAS ifadesi sadece katile uygulanan cezanın adıdır..!!!!!!

        Zaten MAİDE-45.ayete de ‘’وكتبنا فيها ان النفس با لنفس الخ ‘’ Biz onda (Tevrat’a) onlara şunu da yazdık; Öldürülenin canına karşılık,öldürenin canı…’’ şeklindeki ayetle de öldüren kim ise,onun canına kısas uygulanabilir..

        Bu ayetin doğru mealini de gözden geçirelim: ‘’ ان النفس با لنفس ‘’ Ennen nefse bin nefsi ‘’ Buradaki ‘’ ‘’النفس ‘’ En nefs ‘’ üzerindeki tarif edatı olan ‘’ال ‘’ harfıyla ‘’ MALUM KATİL VE MAKTUL ifade ediliyor.Buna göre,MAİDE-45.AYETİN DOĞRU MEALİ DE ŞÖYLE OLUYOR;

        وكتبنا فيها ان النفس با لنفس الخ ‘’

        ‘’ BİZ ONDA (TEVRATA) ONLARA ŞUNU DA YAZDIK;ÖLDÜRÜLEN CANA KARŞILIK, ÖLDÜRENİN CANI…VS……. BİRBİRİNE KISASTIR…..’’ şekilndedir… İşte mealesef,meallerde bu ‘’tarif ‘’ edatı olan ‘’ال ‘’ harfının anlamının bir karşılığı da yoktur.Buradaki ‘’Tarif ‘’ edatı olan ‘’ال ‘’ katil ve maktulü’’ ifade ediyor..

        Yani kur’an’a göre KISAS sadece KATİLE uygulanabilir bir hükümdür…….Zira Kur’an, Tevrat’aki bu hükmü aynen devam ettirmiştir….!!!

        KISAS NEDEMEK ???

        القِصَاصُ : أَن يُوقَّعَ على الجاني مثلُ ما جَنَى : النَّفْسُ بالنَّفْس ، والجرح بالجرح { وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ } { وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ
        ” El mu’cem ”

        ‘‘ El kısasu,en yukae alel cani mislü me cana..En nefsu bin nefsi..vel curuhu bil curuhi, ( vel curuhu kısas ( ve leküm fil kısası hayatun…………………………………‘‘

        KISAS,bir suç işleyenin aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılmasıdır…’’

        YANİ SUÇ İŞLEYENE,VEYA ÖLDÜRENE AYNI CİNSTEN BİR CEZA VERİLİRSE,BUNA KISAS DENİLİR.BUNUN DIŞINA ÇIKILINCA BUNA KISAS DENİLEMEZ..!!! –
        İşte BAKARA-178.ayeteki ‘’ Kütibe aleykümül kısasu‘’ ifadesiyle KATİLDEN başkasına uygulanacak bir cezanın önü tamamen kapanmış olur..Zira KISAS;sadece KATİLE veya SUÇ İŞLEYENE aynı cinsten uygulanan cezanın adıdır.!!! Bu nedenle siz boşuna çırpınıyorsunuz,Zira Bakara-178.ayete göre de bu ceza sadece KATİLE uygulanabilir. Önce kur’an’ı bir terim olan KISASIN ne olduğunu öğrenin,ondan sonra yorum yapın.. –
        Özetle,bu ceza KATİLDEN başkasına uygulandığın da buna KISAS denilemeyeceği gibi,aynı zamanda bu ikinci bir katl olur…(yani ikinci bir cinayet.)

        Ayrıca müteaddit ayetlerde de genel bir ifadeyle ‘’ولا تزر وازرة وزر اخري ‘’ hiç bir günahkar (suç işleyen) başkasının günahını,(suçunu) yüklenmez.’’deniliyor.Evet,en büyük suç ve günah birini öldürmektir Peki,katilin suç ve günahını başkası nasıl yüklenir ve ona KISAS uygulanabilir???
        ————————
        Kısas,cinayet işleyene dengiyle karşılık vermektir, yani adaleti yerine getirmedir.Üstelik katilin varislerine af etme veya diyet alma yetkisi de verilmiştir.Hatta Kur’an bunu teşvik de ediyor.Asıl haksızlık bu cezaların kaldırılması,ölenin yakınlarının haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır.Kim hangi yetkiyle öldürülenin varislerinin bu hakkını ellerinden alıyor?

        Katile ceza vermemek,bir başkasının hakkına saldırıdır.Aynı zamanda ölenin varislerinin intikam duygularını kabartır.Nitekim bir çok yerde,katillere hak ettiği ceza verilmediği için ölünün yakınları ceza vermeye kalkıyorlar ve kan davaları sürüp gidiyor…(.ayrıca bu durumdan da kattiler,caniler cesaret alarak başkasını da öldürmekten çekinmezler.! )

        Öldüren katilin yaşama da hakkı öleninkinden daha kutsal değildir.
        Kısasta insanlar için hayat vardır. Hem ahlâk yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık yönünden, hem de merhamet yönünden en tutarlı yoldur. Allah, insanları bu konuda akıllı davranmaya çağırıyor.
        Kısas cezasının uygulanması için bir takım şartlar aranır. Bir kısmı kısaca şöyle:
        -Kısas, cinayeti (suçu) kim işlemişse sadece ona uygulanabilir.
        -Kısası ancak otorite sahipleri yerine getirir.(yani devlet) Bir kişi veya bir topluluk bunu yapamaz.
        ……
        -Cinayetin işlendiği tam kesin olmazsa,yani şüphe halinde kısas uygulanmaz.
        -Suçlulara bu ceza uygulanırken makamlarına göre ayrım yapılmaz. Halk ile devlet başkanı arasında fark yoktur.
        -Suçun kasten yani bilerek işlenmesi gerekir. …………

        İnsanlar arasında adalet ancak Allah’ın koyduğu hükümlerin uygulamasıyla sağlanır. İnsan, toplum, hayvan ve çevre haklarının garantisi ilâhí hükümlerdir. Bu hükümlere yüz çevirenler hem gerçek adaletten,hem de herkese ait hakları gereği gibi yerine vermekten mahrum kalırlar.Adaletten mahrum kalmanın sonucu ise zulüm,baskı,ezilme,horlanma ve hakkını alamama gibi kötülüklerdir..’’ alıntıdır ”

        Saygılarımla….

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —–1-8-ümit şimşek meali;
        “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, rabbinizden size bir indirim ve bir rahmettir. bundan sonra kim haddi aşarsa,(83) pek acı bir azabı hak etmiş olur.” (senden alıntı)

        hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. (diyanet meali kısmi alıntı)

        diyanet tercümesine göre,
        Hüre karşı hür,
        Köleye karşı köle,
        Kadına karşı kadın kısas edilir,

        Ümit Şimşek tercümesine göre,
        hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine
        köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine
        kadın ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur

        ÖLDÜRDÜĞÜ kelimesini büyük harflerle yazarak, kısasa kısas uygulamasının mağdurun zararını karşılamak olduğunu vurgulayarak, kısasın ne olduğunu bilmeyenlere! bir nevi gönderme yapmışsın,

        ayet içerisindeki eşleşmelerde öldüren ve öldürülen, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şeklinde açıklanıyor,

        peki statü veya cinsiyet olarak birebir eşleşmelerin olmadığı durumlarda ne olacak?

        o halde sana da ayni soruları sorayım,

        öldüren hür erkek, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür kadın, (kadına kadın şartını unutmadan cevapla)
        öldüren hür erkek, öldürülen köle, (köleye köle şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle, öldürülen hür erkek) (hüre hür şartını unutmadan cevapla)
        öldüren köle kadın, öldürülen hür kadın (hüre hür şartını unutmadan cevapla)

        —YANİ SUÇ İŞLEYENE,VEYA ÖLDÜRENE aynı CİNSTEN BİR CEZA VERİLİRSE,BUNA KISAS DENİLİR.BUNUN DIŞINA ÇIKILINCA BUNA KISAS DENİLEMEZ..!!! (senden alıntı)

        sen suçun şahsiliği ilkesi gereği medeni hukuk’u baz alarak, suçlunun cezalandırılmasını mecburen savunuyorsun,

        peki aslolan suçlunun cezalandırılması ise, suçlunun hür, köle veya kadın olmasının bir önemi var mı?

        suçun şahsiliği ilkesi gereği, suçluya ceza verilirken suçlunun cinsiyetine, statüsüne bakılmaz,

        işin içerisine cinsiyet ve statü soktuğunda, kısasa kısas gereği mağdur dikkate alınacağından, kısasa kısasta ölçü

        gördüğün gibi ayetteki hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartları, suçun şahsiliği ilkesiyle bağdaşmayan birer ucubeden ibaret!!!

      • 1okuyucu dedi ki:

        düzeltme;

        nasıl oldu bilmiyorum, aşağıdaki ifadeyi yazarken, mesajın kaydedilmeye başladığını gördüm

        bu ifade,
        işin içerisine cinsiyet ve statü soktuğunda, kısasa kısas gereği mağdur dikkate alınacağından, kısasa kısasta ölçü

        bu şekildedir,
        işin içerisine cinsiyet ve statü soktuğunda, kısasa kısas gereği mağdur dikkate alınacağından, uygulamada ölçü olarak ÖLDÜRÜLENİN cinsiyeti ve statüsünün göz önüne alınacağı açıktır,

      • Gencer dedi ki:

        ”Ve biz bir peygamber göndermedikçe, hiçbir topluluğa azap etmeyiz. (isra-15)” Ben bu cümleye takıldım.Burada ne demek istenmiş acaba ? Yine bir hinlik seziyorum.Yani Kızılderililere İsveçlilere ,Norveçlilere İngilizlere Ruslara Japonlara vs.vs.vs. Peygamber gönderilmemiş ve tabiiki biz Türklere’de demekki bizim için her hangi bir azap sözkonusu değil.???????????????????????????????????????

    • murat dedi ki:

      Avni..
      Allahın yahudilere niye önem verdiğini sen de biliyorsun.Eğer yahudiler gerçekten kitaplarına bağlı kalsalardı kurana iman edip tabi olsalardı insanlık tarihi bu bahsettiğin savaşlarla ve öncekilerle kirlenmeyecekti.Komunizmin ve evrimcilerin fikir babaları da yahudilerdir.Karl max,darvin ,trochki ve bir çoğu yahudidir.Birinci dünya savaşı ve ikinci dünya savaşında yahudiler tetikleyici rol oynamıştır.
      Günümüzde bir çok devlet yöneticisi mason locasına kayıtlıdır.Amerika yahudi lobisi ve bürokratları hakimiyetindedir.Uluslar arası bir çok medya kuruluşu ve şirketler yahudilerindir.Avrupa ülkelerinin tamamına yakını ve birleşmiş milletler örgütü yahudi etkisi altındadır ki son yaşananlar karşısında hareket yok.
      Yani şu durumu gören birisinin Allah neden yahudilere önem vermiş demesi mantıksızdır.
      Yahudiler kabiliyetli seçkin bir kavimdir.Eğer doğru yolda olsalardı insanlık daha güzel bir tarih görebilirdi.
      Arzı mevudu vaad eden cehennemi ve cenneti de vaad etmiş.Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın diye emretmiş.
      İnsana bütün dünyayı versen yine doymaz.Fakat arzı mevud o tarihte yok olmaya yüz tutmuş küçük bir topluluğa verilmiş bir müjdedir.

  73. Passenger dedi ki:

    Sayin Pante
    Hacerülesved in bir yerlerde kadin cinsiyyet organina benzedigini okumusdum. Simdi bulamiyorum, Lutfen yardim edermisiniz? Neredeydi ? Simdiden tewekkurlerimi iletiyorum.

  74. AVNİ dedi ki:

    Sn T.TAŞPINAR,
    “ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın” diye uyaran Tanrı artık onlara kutsal kitapların orijinal halinin korunması konusunda da güvenmiyor demektir değil mi..?
    Tanrısal güvensizliği açabilirmisiniz, Tanrı bu güvensizliğe ne zaman düştü, 3 kitap ve dört peygambere verdiği suhuflardan sonramı ?

  75. AVNİ dedi ki:

    Sn T.TAŞPINAR

    “Maide 44 de Tevrat’ı koruduklarından yani bunu her zaman başardıklarından değil,Tevrat’tan(Allah’ın kitabından) korumakla memur edildiklerinden ve bunlarla hükmettiklerinden bahsedilir.”
    Bende merak ettim neymiş bu hükümler diye.( En ölümlülerini aldım)
    1-Tevrat kasden adam öldüren katilin mutlaka kısas olarak öldürüleceğine hükm etmektedir
    2-Tevrat Rab Tealaya sövenin recm edilmesini (taşlanarak öldürülmesini) emr eder
    3-Anne ve babasından birini döven veya lanet edenin de taşlanarak öldürülmesi hükmünü verir
    4-Tevrata göre herhangi bir hayvan ile cinsel ilişki kuran insan öldürülecek, o hayvan ise kesilecektir
    5-Tevrat livata yapanın (eşcinsel ilişki kuranın) mutlak surette öldürülmesine hükm eder.
    Gördüğünüz gibi tanrı oldukça sert hükümler koymuş. Prof Dr Suat yıldırımın bir makalesinde
    “Kur’ân’a göre Hz. İsa eski sert hükümleri bazı hususlarda yumuşatan, daha müsamahalı bazı hükümler de tebliğ etmiştir. “Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici olarak ve size haram kılınan birtakım şeyleri helal yapmak için gönderildim” (Al-i İmran 50). süresinide kanıt göstererek ifade etmiştir.
    İsa o kadar yumuşak hükümler getirmiştir ki fahişelikle itham edilen magdalalı meryemi ( daha sonra hiristiyanlarca azize ilan edilmiştir ) yahudilerin hüküm vermesi için isaya getirdikleri ve meşhur olan içinizdeki ilk taşı günahsız olanınız atsın sözünü söyleyerek zina edene recmi kaldırmıştır.

    Tanrı neden incili ve kuranı getirmesine rağmen israrla tevrata göre hüküm versinler diyor, neden bu sert hükümleri bir yandan bir millete uygulamaya devam edin derken başkaları için yumuşatmaktadır. Ayrıca tanrı bu hükümleri değiştirmeye aslında pek gönüllü de değil galiba, allahın hükmüyle hükmetyenleri kafirlikle itham etmektedir. Ayrıca yahudiler zaten kafir değilmi, nasıl bir daha kafir oluyorlar.
    Saygılarımla..

    • T.TAŞPINAR dedi ki:

      AVNİ,
      Maide 43 ün tefsirinde (Elmalılı tefsiri)
      43- Yanlarında Tevrat, Tevrat’ta Allah’ın hükmü varken onlar seni nasıl tahkim ediyorlar, ne diye hakem yapıyorlar? Sonra da nasıl dönüyorlar? Hiç şüphe yok ki, Allah’ın hükmüne ve kendilerinin iman iddia ettikleri Kitab’a imanları yok da ondan. O halde bunlar asla mümin değillerdir. Ne Tevrat’a iman ederler, ne Kur’ân’a; ancak arzuları, şehvetleri arkasında koşarlar. Bunun için sen bunların küfre koşmalarından dolayı üzülme.
      denmektedir.
      Tevratta elbetteki Allah ın hükümleri de vardır..Tamamı tahrif edilmiş değildir..Tevratta gerçek olan Allah hükümleri varken denmek isteniyor..ve de madem ki Tevratın Allah hükmü olduğuna inanıyorsunuz neden Muhammedi hakem yapıyorsunuz..sonra onun verdiği hükmü de beğenmiyorsunuz,işinize geldiği gibi davranıyorsunuz deniyor..
      Ayetlerin iniş sebebini ayetin öncesini sonrasını da incelerseniz daha doğru sonuçlara gidersiniz..

  76. AVNİ dedi ki:

    Sn bilal..
    “Hz.İbrahim’in bir beşer olarak bunu söylemesi yadırganacak bir yönü olmadığı gibi,o günkü bilgiye göre bunu söylemesi de gayet doğaldır.Zira bunun tersini,yani bugünkü bilimin söylediği şekilde söylemiş olsaydı zaten hem hükümdar,hem de o zamanki halk hz.İbrahim’e delidir diyeceklerdi… ”
    sizden alıntı..
    Benim bir sorum olacak.. Kadim toplumlarda bilimle ilgili olan astronomi, mimari ( örnek babil kuleleri, mısır piramitleri, antik yunan mimarisi), matematik, fizik hep nedense pagan toplumlarından çıkmıştır. Monoteistler ise bunların temelini peygamberlerin başlattığını idda ederler. İbrahimle ilgili olarak zaten onların tanrılarını inkar ederek onların nezdinde bir delilik yapmış.
    Ey nemrut benim tanrım dünyanın dönüşünü değiştirip güneş batıdan doğar dese ne olur.
    Saygılarımla..

  77. AVNİ dedi ki:

    Sn bilal
    Aşağıdaki yazıyı mevdudi tefsirinden aldım. Enbiya 98 ve 101 ayetleri açıklamaktadır.
    Sizin kabul etmediğiniz rivayeti baz almıştır.
    “Artı yukarda verdiğiniz açıklama da” Putperestler,direk güneş,ay ve yıldızlara değil,bunları sembolize eden putlara tapmışlardır. Yani güneş,ay ve yıldız şeklinde elleriyle yaptıkları putlara (nesnelere ) taparlardı…” putu filan bilmem direk güneşe tapanlarda vardır, kuranda bile ö dönem güneş, ay ve sirus yıldızına tapan araplar dan bahsetmektedir. Ayrıca bu rivayetleri kabul etmiyorsanız neden enbiya 101. ayet gelmiştir, ayetin kendisinden bile bir soruya cevap niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
    Güneş, ay ve yıldız gibi cansız nesnelerde cehenneme gidecekmidir, lütfen onları sembolize eden putlar gidecek, içinde şeytan vardı filan demeyin. Örnek zerdüştler ahura mazdaya taparlar ama onu ateşle temsil ederler, ateşe tapmazlar. Müslümanlardaki inceden karşılığı allahı, hilal ile temsil etmek gibi diyebiliriz.

    Mevdudi tefsiri:
    95. Rivayet edilen hadislerden, Abdullah bin ez-Zeb’ara’nın bu konuda “Bu ayete göre sadece bizim putlarımız değil, İsa ‘a.s) , Uzeyr ve melekler de Cehennemin yakıtı olurlar, çünkü onlara da ibadet edilmiştir.” diyerek itiraz ettiğini öğreniyoruz. Peygamber (s.a) buna karşı şu cevabı vermiştir: “Evet, Allah yerine kendisine ibadet edilmesini kabul eden herkes, kendisine ibadet edenlerle birlikte Cehenneme girecektir.” Bununla Peygamber (s.a) şöyle demek istiyordu: “İsa (a.s) Uzeyr (a.s) ve meleklerin cehenneme girmeleri için hiçbir sebep yoktur, çünkü onlar hiç bir zaman Allah yerine kendilerine ibadet edilmesini kabul etmemişlerdir ve bu konuda hiç bir sorumlulukları yoktur. Bilakis onlar insanlara yalnızca Allah’a ibadet etmeyi öğretmişlerdir.” Elbette ilah olmaya çalışan ve başkalarının şirkine ortak olanlar, kendilerine ibadet edenlerle birlikte cehennemi boylayacaklardır. Aynı şekilde başkalarını Allah’tan başka ilâh edinmeye teşvik edip yönelten kimseler de cehenneme gireceklerdir. Şeytan bu sınıfa dahildir. Çünkü o insanları putlara tapmaya yöneltir. O halde Allah’tan başkasına itaat edip onu ortak koşan kimseler aslında Şeytan’ı ilahlaştırmaktadırlar. Bunun yanısıra taş veya tahtadan yapılmış putlar ve diğer şirk araçları da müşriklerle birlikte cehenneme atılacaklardır. Böylece müşrikler, taptıkları putların kendileri için şefaatçi olacakları yerde çektikleri azabı artırıcı rol oynadıklarını göreceklerdir.
    Saygılarımla..

  78. AVNİ dedi ki:

    Sn T.TAŞPINAR
    “Allah günah işlememizi engellemez çünkü özgür irade ile sınavdan geçmemizi sağlar…” sizden alıntı. Aşağıdaki ayeti açıklarmısınız.
    TEKVİR SÜRESİ 29 AYET. Diyanet İşleri (eski) : Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.
    Bu ayeti özgür iradenin neresine iliştireceğiz. Ben dileyip allah yaratıyorsa, tamam özgür irade vardır diyelim ama , allah dileyip, ben anca o zaman diliyorsam burda bir sorun var. Dilememide o yaratıyor demekki. Saygılarımla..

    • kadir dedi ki:

      sayın avni…

      hayatta olmanı dileyen allahtır.. o senin hayatta olmanı dilemeseydi hiçbir zaman var olmazdın.. o senin varlığını dilerse eğer sende varsan. senin varlığın bir dilektir..

      yüce allah hür iradeyi insana vermeyi dilemeseydi.. insan bir hiç olurdu.. insan doğruyu bulamazdı.. seçme hakkı, dileme hakkı olmazdı…

      allah senin dilemeni değil, özgür iradenin varlığını diliyor ve senin dileyebilmen için ihtiyacın olan özgür iradeye sahip oluyosun..

      t.taşpınar kardeşimde konuyu güzel bir şekilde açıklamıştır..

      saygılar..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Tanrı KİMDEN diliyor? Kendisinden mi? Ya da çift kişiliklimidir?

        Hiç bir tanrı (tanrı ne demektir tekrar yazmaya lüzum yok) sözü kendisi adına, İSTEMEK veya DİLEMEK anlamı verecek şekilde oluşamaz! Herşeyin kaynağı olan bir güç sadece YAPAR! İstemek ve yapmak EDİLGEN fiillerdir! Ama ETKEN bir tanrının EDİLGEN fiillerinden nasıl bahsedilir?

        İstemez, KESİNLİKLE DİLEMEZ! O yüzden bana dileyen ve isteyen bir tanrı gösterirseniz ben onun gerçekte tanrı olmadığını bilirim!

      • toro dedi ki:

        -Düzeltme-

        İstemek ve dilemek EDİLGEN fiillerdir!

        olmalıydı!

  79. T.TAŞPINAR dedi ki:

    Sn.AVNİ,
    “TEKVİR SÜRESİ 29 AYET. Diyanet İşleri (eski) : Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.
    Bu ayeti özgür iradenin neresine iliştireceğiz. Ben dileyip allah yaratıyorsa, tamam özgür irade vardır diyelim ama , allah dileyip, ben anca o zaman diliyorsam burda bir sorun var. Dilememide o yaratıyor demekki. Saygılarımla..” (sizden alıntı)
    Şahsi görüşüme göre,dileyeceğim şeyi değil de dileye bilmemi O yaratıyor diyebiliriz..Bir bilgisayar programıyla çalışan bir robot düşünün..onun programında seçim yapma yeteneği verilmişse her hangi bir noktada seçim yapıp karar verebilir..ama programında o noktalarda seçim yapma yeteneği yok da tek bir otomatik tepki programlanmışsa dilemesinden bahsedemezsiniz..sonuçta o program yazıldığı için ve de o programda seçim yetkisi tanımlandığı için seçim yapabiliyoruz yani dileyebiliyor…

    • AVNİ dedi ki:

      Sn TAŞPINAR
      Dilediğin şeylerin olması bir şey ifade etmez bence. Eve gitmeyi dilemek gibi binlerce dileme olsun ve bunlar senin program kodunda pasif konumda bulunsun. En nihayetinde dilemekte düşünsel anlamda bir aktivite işidir, ama benim onu dilemem yani pasif bir şeyi irade ederek düşünsel anlamda aktif kılmam içinde tanrının dilemesi gerekir, yani her halükarda ayet tanrının kontrolü altındasın diyor. Bu ayet özgür iradeyi bence yok sayıyor.
      Senin dediğin gibi bir seçim yapabiliyoruz, yani dileyebiliyoruz diye bir şey yok bence..
      Saygılarımla..

      • murat dedi ki:

        Avni…
        İnsan rabbinin üflediği bir ruh sahibidir.Bu ruh programında irade denilen sıfat var.İnsan ister Allah o şeyi yaratır.Böylece irade kuvvet bulur.İnsanın ruhundan gelen bu iradesi sanaldır yani gerçekte vücudu olmayan göreceli bir varlıktır.İradenin tecellisi Allahın yaratması ile gerçekleşir yani ne istersen onu yaratır.O halde yaratmasaydı isteyemezdin.Yani Allah senin irade sahibi olmanı dilediği için sen iradeni kullanabiliyor ve ben seçtim diyorsun.Sizin özgür dileme iradenizi Allah dilemiştir.Allah dilemeseydi siz dileyemezdiniz…….

        Bu ayet Allahın koyduğu bir kabul sınırını belirliyor.Allah senin hidayetini dileyecek ve sen doğru yolu bulursun.Fakat neden senin doğru yolu bulmanı dilemiyor veya diliyor.Çünkü sana cüzi irade vermiş.Özgür dilemeni dilemiş.Sen doğruya ulaşma dileğinde ve gayretinde bulunursun Allah senin doğruyu görmeni diler ve sana müsade eder.Sapma gayretinde bulunarak iradeni ortaya koyarsın sana da sapıklıkları dileme yolu kolaylaştırılır ve saparsın manası anlaşılır.
        Neticede Allah dilemedikçe sen bu alaycı tavrınla seçilmişler bölgesinin sınırını geçemezsin.Allah senin iradene ,niyetine bakar ve neye layıksan hakkında onu diler ve o olmana müsade eder.Herşey onun iznine bakıyor.bunun için müminler yaptıkları işlerde inşaallah yani allahın izniyle diyerek bu ayetin hükmünü tekrarlarlar.

  80. T.TAŞPINAR dedi ki:

    sn.AVNİ,
    Düşünün, insan bilinci için dilemeyi dilemek diye bir aktivite yoktur..insan bilinci sadece diler ve o yönde aktivitede bulunur..seçimde bulunmamı Allah diler..Ama benim seçimimi Allah dilemez diye düşünüyorum..

  81. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “aksine, inkâr etmeyip sözlerini değiştirmek, inkâr etmekten daha kötüdür,”

    bu sizin yorumunuzdur. beni ilgilendirmez.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      aksine seni ilgilendirmesi gerekiyor, çünki tanrınızın en çok kızdığı kişiler ayetlerin anlamlarını değiştirmeye kalkanlardır, Kuranda bunlarla ilgili ayetleri okumamış olamazsın,
      o nedenle gerçek Müslümanlar böyle tiplerden son derece rahatsız olmalıdırlar, çünki inandığınız dine en büyük zararı onlar yapıyor, ama sen Müslümandır ne yapsa yeridir diyorsan ona diyeceğim bir şey yok,

      kısasla ilgili soruma cevap vermemişsin, zaten cevap verebileceğini de sanmıyorum.

  82. kadir dedi ki:

    okuyucu

    “aksine seni ilgilendirmesi gerekiyor, çünki tanrınızın en çok kızdığı kişiler ayetlerin anlamlarını değiştirmeye kalkanlardır, Kuranda bunlarla ilgili ayetleri okumamış olamazsın,”

    sözün değiştirilmesi durumu size göre daha kötü olabilir.. ben bunu sizden açıklamanızı istemedim. ben sadece insanlar üzerine azap ne durumlarda geleceği hakkında kuranı referans alarak cevapladım.. konuyu saptırıp kişisel yorumlara girmek bir kuyuya taş atmak gibidir..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      ——ben sadece insanlar üzerine azap ne durumlarda geleceği hakkında kuranı referans alarak cevapladım (senden alıntı)

      bende azabın sebebini, kelle sayısını örnek vererek anlattım, münafıklarda kendilerini Müslüman olarak tanıttıkları için kelle sayısına onları da dahi ettim, ne var bunda?

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        neye göre dahil ettin… kafana göre hüküm mü veriyosun.. kuranı eleştirmek uğruna kendi kişiliğine zarar veriyosun.. bunun farkında değilsin.. işin gücün ayet çarptırmak. anlamadığın yetmiyormuş gibi bide ortalığı karıştırmak adına konuyu dağıtarak geçiştirmeye çalışıyosun. çünkü kuranı incelemek sana ağır geliyor.. korkuyosun.. hiçbirşeyin senin düşündüğün gibi olmadığına şahit olmak istemiyosun.. işte bu istemsizliğin seni bu hale düşürüyor..

        okuyucu.. inanmaktan korkma gururdan kork.. birgün gelir bu tutumundan dolayı pişmanlık duyabilirsin.. ister islamı seçme istersen budizmi, hangi dinden uzak durursan dur dinin gerçeklerini gizlemeye çalışma.. birgün bu başına iş açabilir. aklınla mücadele içine girersin..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —neye göre dahil ettin… kafana göre hüküm mü veriyosun (senden alıntı)

        Kuranda Yahudilerin, münafıkların eleştirildiği ayetlere bak?

        —–işin gücün ayet çarptırmak. (senden alıntı)

        bu sözü aynen iade ediyorum

        —dinin gerçeklerini gizlemeye çalışma (senden alıntı)

        bunu herhalde İslâm alemindeki bezirgânlara söylüyorsun,

        ben ise bilakis dininizin gerçeklerini söyleyip duruyorum, tanrınızın gönderdiği yasalar varken beşeri yasalara itibar etmemenizi, hedefinizin şeriat rejimi (İslâm hukuku) olduğunu, din Allahın oluncaya kadar Allah yolunda cihat etmenizi söylüyorum, daha size ne söyleyeyim, bundan iyisi Şamda kayısı…

        neyi ne kadar incelediğime gelince;
        şimdilik 3 yaşında bir torunum olduğunu söylemekle yetineyim.

        titreme konusuna gelince;
        kendime zararı olsa da doğru bildiğimi söylemekten asla sakınmayan biriyim, o nedenle titremeye ihtiyacım yok ama titreme ihtiyacı olanlar, uyuşturulmuş beyinleriyle titremek isteseler de titreyemezler, çünki dizlerine vurulan çekice cevap verecek reflekse sahip değillerdir.

  83. kadir dedi ki:

    okuyucu…
    “kısasla ilgili soruma cevap vermemişsin, zaten cevap verebileceğini de sanmıyorum.”

    ben cevap veririmde sizin anlayacağınızı sanmıyorum..

    • toro dedi ki:

      Sevgili Kadir,

      Bende 100 metreyi 9 saniyenin altıda koşarım ama Usain üzülmesin diye koşmuyorum!

      Hatta güneşi batıdan getirip doğudan götürebiliyorum ama İbrahim yalancı çıkmasın diye yapmıyorum!

      Kabe yi de 50 kuşak önceki dedem yapmıştı, hatta yapı ruhsatını hala saklarım (kuşaktan kuşağa sakladık) ama 1,5 milyar insan üzülmesin diye göstermiyorum!

      Bazı geceler sirius galaksisinde bir gezegene yükselirim ama kimseye anlatmam, çünkü gidebilen var, gidemeyen var!

      Yani bu mudur yapabildiğinin en iyisi?

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —-ben cevap veririmde sizin anlayacağınızı sanmıyorum.. (senden alıntı)

      cevap verebileceğini sanmıyorum?

      • kadir dedi ki:

        okuyucu sana ne cevaplar verildi hala da veriliyor.. ispatları kulak asmayıp hurafe ve safsatalarla uğraşıyosun.. amacının misyonerlik olduğu belli…

        sen öyle sanmaya devam et.. ha bide önce bi titre belki kendine gelirsin..

      • 1okuyucu dedi ki:

        kadir;

        cevap vermekte zorlandığınızda, daha doğrusu verecek cevabınız olmadığında bizi suçlama kolaycılığına kaçmanıza alıştık artık, 🙂

  84. AVNİ dedi ki:

    Sn T.TAŞPINAR

    Herkez yasalar önünde eşit değilmi. Cana can de. Kadın erkek hür köle fark etmeden. Böyle sorularada muhatap olma. Kamudan men etme cezası vermiyorsun, bildiğin idamdan bahsediyoruz.

    • T.TAŞPINAR dedi ki:

      sn.AVNİ,
      Hüre hür ,köleye köle gibi ifadelerin nedenini,ayetin nüzul sebebini daha önceki cevaplarımda açıklamıştım..

      • rammsteinn dedi ki:

        onlarca yüzlerce peygamber, binlerce sene içerisinde tanrı köleliği kaldırmamış.
        açık ve net. özgür insanları bile kendi içerisinde sınıflandırmış. yahudileri üstün kılmış.
        ey muntakim…
        kimden intikam alıyorsun???

  85. Answer me, right now! dedi ki:

    Bırakın dinozorları, fosilleri falan, Sümerler ve Babiller’in biranın nasıl mayalanacağını keşfettikten sonraki bir tarihte insanın yaratıldığına mı inanıyorsunuz? Ayrıca biz Jüpiter’de ya da başka bir gezegende mi yaşıyoruz ki koskoca yaratan 2 gün, 6 gün dediği süreyi başka bir gezegenin/yerin zaman kavramına göre değer biçsin, bu nasıl bir kafa karıştırmaktır arkadaş, anlayacağımız şekilde yazılsaydı bari.. Çok zorlamış bence çok…

  86. AVNİ dedi ki:

    Sn bilal

    Bakara 178’de yazan hüre hür, köleye köle, kadına kadın ise hür efendi köleyi öldürürse ne olacak. Sizce cevap hazır maide 45… İbni kesir tefsirinde bakara 178’i ayetin maide 45. ile nesh edildiğini söylemektedir.
    Aşağida ki rivayetten benim anladığım ve adil olmayan şudur, ayetin yazdığı karşılştırmaya göre öldürülen bir köleye karşılık neden diğer kabilenin kölesinin öldürülmesidir. Yok eğer senin dediğin gibi ölüren köle, başka bir köleyi öldürmüşse öldüre kısas uygulayın dediyse ayet neden kadına kadın, hüre hür , köleye köle demiştir. Gereksiz ve tartışmalı bir karşılaştırma yapmış veya ara durumları yazmayı gerek görmemiştir. Ara durum dediğim de yukarda yazdığım hüre efendi kölesini öldürürse gibi..

    İbni kesir DEN ALINTI: Bu âyetin sebeb-i nüzulü konusunda İmâm Muhammed İbn Ebu Hatim der ki; bize Ebu Zur”a… Saîd İbn Cübeyr’den nakletti ki o, Allah Teâlâ’mn «Ey îmân edenler, öldürmede size kısas farz kılındı.» âyeti konusunda şöyle demiştir: Eğer kasıtlı olursa hürr’e karşılık hürdür. Şöyle ki İslâm’dan kısa bir müddet önce câhiliyet devrinde iki Arap kabilesi savaşmış ve birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi, öy­le ki köleler ve kadınlar öldürülmüş ve birbirlerinden intikam almadan müslüman olmuşlardı. Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden kö­leye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi ha­linde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yu-kardaki âyet-i kerîme nazil oldu. Ancak bu âyet-i kerîme’deki «hür; hür ile, köle; köle ile, dişi; dişi üe» âyeti «cana can» (Mâide, 45) âyeti üe neshedilmiştir. Ali İbn Ebu Talha «dişi; dişi ile» kavli konusunda İbn Abbâs’ın şöyle dediğini nakleder: Zîra onlar; dişiye mukabil er­keği öldürmüyorlardı. Erkeğe mukâbü erkeği öldürüyorlar, dişiye mu­kabil dişiyi öldürüyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ cana can, göze göz emrini inzal buyurdu. Ve ister cana, ister candan aşağıya tecâ­vüz etmiş olsunlar, kasıtlı oldukları takdirde hür erkekle hür kadını kendi aralarında eşit kıldı. Aynı şekilde köleler arasında da kasıtlı olarak cana ve candan aşağıya tecâvüz halinde erkeklerle kadınları eşit kıldı. Bu âyetin cana can (Mâide, 45) âyeti ile neshedildiği Ebu Mâlik’ten de rivayet edilir.

  87. kadir dedi ki:

    sayın avni….

    “Bakara 178′de yazan hüre hür, köleye köle, kadına kadın ise hür efendi köleyi öldürürse ne olacak. Sizce cevap hazır maide 45… İbni kesir tefsirinde bakara 178′i ayetin maide 45. ile nesh edildiğini söylemektedir.” sizden alıntı…

    eğer bir hür köleyi öldürürse, kısas öldüren hüre yapılır.. eğer bir hür bir hürü öldürürse, kısas yine hüre yapılır.. başka bir insana yapılmaz.. kadın erkeği öldürürse kısas kadına yapılır.. kadın kadını öldürürse kısas kadından başkasına yapılmaz..

    yani burada konum, itibar, cinsiyet ne olursa olsun haksızlık olmaksızın kısas öldüren kişiye yapılır.. öldürenden başkasına yapılmaz.. biraz detaylı düşünürseniz anlayabilirsiniz…

    saygılar..

    • AVNİ dedi ki:

      Sn kadir.
      Bana ayette neden köleye köle, hüre hür, kadına kadın sınıflaması yapılmış onu açıklarmısınız.. Yukarda ayete şöyle anlam vermiş arkadaş, hür öldürmüşse öldüren hür kısas yapılır, köle öldürmüşse öldüren köle kısas yapılır, kadın öldürmüşse öldüren kadın kısas yapılır diye yazmışlar.
      Yaşar nuri öztürk ” Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır. Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, dişiye karşılık dişi…”
      Lütfen ayetin inme sebebini de araştırmanızı istiyorum.
      Saygılarımla…

      • kadir dedi ki:

        sayın avni…

        “Bana ayette neden köleye köle, hüre hür, kadına kadın sınıflaması yapılmış onu açıklarmısınız.”.

        bu sınıflamanın yapılma nedeni kıssasa konulan sınırlama ve aşırı gitmeme üzerinedir..

        yani bir insan bir insanı öldürürse öldüren insan kim olursa olsun öldürülenin dengi bir ceza almalıdır. yani haksız yere öldürmeye karşı onunda öldürülmesidir.

        yani ayette anlatılan şu… kadın kadını öldürürse kadının yerine başka birinin öldürülmesi yasaktır. ayrıcalık, itibar, güç, konum ne olursa olsun. öldüren insan öldürülenin velisinin affı olmadan kısastan kurtulamaz..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —-yani burada konum, itibar, cinsiyet ne olursa olsun haksızlık olmaksızın kısas öldüren kişiye yapılır.. öldürenden başkasına yapılmaz.. biraz detaylı düşünürseniz anlayabilirsiniz… (senden alıntı)

      yukarıda statü ve cinsiyet konusunda söylediklerin hakkında biraz detaylıca düşünmeni öneririm.

      öne sürdüğün iddiayla, bakara 178 deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesini inkâr ettiğinin farkında mısın?

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

         ‘’ Kadir;
        —-yani burada konum, itibar, cinsiyet ne olursa olsun haksızlık olmaksızın kısas öldüren kişiye yapılır.. öldürenden başkasına yapılmaz.biraz detaylı düşünürseniz anlayabilirsiniz. (senden alıntı)

        Siz önce KISASIN ne olduğunu öğrenin,KISASIN ne olduğunu bilmeden yaptığınız yorumlar tamamen mesnetsiz ve anlamsız kalmaktadır.Zira ‘’KISASIN’’anlamı zaten yukarıda Kadir bey kardeşimin de dediği gibi ‘’ burada konum, itibar, cinsiyet ne olursa olsun haksızlık olmaksızın kısas öldüren kişiye yapılır..öldürenden başkasına yapılmaz.’’

        Ayrıca kur’an’da ’’size KISAS yazıldı’’ifadesiyle kastedilen sadece katil kişiye misliyle verilen ceza demektir.Çünkü KISAS bunun ifadesidir.Bunun dışında bir ifade taşımaz…
        Katilden başkasına bu ceza uygulanırsa buna KISAS denilemeyeceği gibi,bu defa ikinci bir KATL söz konusu oluyor…….Bu nedenle önce ‘’KISASIN ‘’ne olduğunu araştırıp öğrenmeniz gerekir..Siz hala KISASIN ne olduğunu bilmeden hangi mantıkla konuyu çarpıtmaya çalışıyorsunuz..???

        KISAS NEDİR ???

         القِصَاصُ : أَن يُوقَّعَ على الجاني مثلُ ما جَنَى : النَّفْسُ بالنَّفْس ، والجرح بالجرح { وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ } { وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ

        ‘‘ El kısasu,en yukae alel cani mislü me cana..En nefsu bin nefsi..vel curuhu bil curuhi, ( vel curuhu kısas ( ve leküm fil kısası hayatun………’’

        KISAS,cinayet işlemiş olan kimseye (caniye) aynı cinsten bir ceza ile cezalandırılmasıdır.

        1-Kaynak : ” El mu’cem ”

        المعني الشرعي أو الاصطلاحي:
        – والمقصود بالقصاص في الشرع (أن يعاقب المجرم بمثل فعله فيقتل كما قتل

        ‘’ Vel maksudu bil kısası fiş şer’i ‘’ en yu’akabel mucrimü bi misli fi’lihi,fe yuktele kema katele …’’

        Yani şeriate veya istilahata Kısastan maksat,‘’yanlız suç işleyen,cinayet işleyen kişiye misliyle cezanın verilmesi,öldürdüğü gibi öldürülmesi demektir…’’

        2-Kaynak: التشريع الجنائي الإسلامي مقارنا بالقانون الوضعي، الجزء الأول، المرجع السابق، ص:663.

        2-Kyanak: Et teşriul cenaiyul islami,mukarinen bilkanunil vad’iyi …C/ 1 / S/ 663 //

        ÖZETLE,YANLIZ SUÇ İŞLEYENE,VEYA ÖLDÜRENE AYNI CİNSTEN BİR CEZA VERİLİRSE,BUNA KISAS DENİLİR.ŞAYET CİNAYET İŞLEYENDEN BAŞKASINA BU TÜR CEZA UYGULANIRSA BUNA ASLA KISAS DENİLEMEZ..AYETE DE BU KISASA (YANİ KATİLE,CANİYE MİSLİYLE VERİLBİLECEK CEZAYA) VURGU YAPILMAKTADIR. YETER ARTIK KONUYU ÇARPITMAYIN…!!!

        Saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —–1-8-ümit şimşek meali;
        “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, (senden alıntı)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178

        —–yani burada konum, itibar, cinsiyet ne olursa olsun haksızlık olmaksızın kısas öldüren kişiye yapılır.. öldürenden başkasına yapılmaz.biraz detaylı düşünürseniz anlayabilirsiniz. (Kadirden alıntı)

        —–Siz önce KISASIN ne olduğunu öğrenin,KISASIN ne olduğunu bilmeden yaptığınız yorumlar tamamen mesnetsiz ve anlamsız kalmaktadır.Zira ‘’KISASIN’’anlamı zaten yukarıda Kadir bey kardeşimin de dediği gibi ‘’ burada konum, itibar, cinsiyet ne olursa olsun haksızlık olmaksızın kısas öldüren kişiye yapılır..öldürenden başkasına yapılmaz.’’ (senden alıntı)

        , —–bir defa kısasa kısasın ne olduğunu bilmiyorsan anlatayım, kısasa kısas zarara uğrayanın zararının aynen ödettirilmesidir, yani mağdurun uğradığı zararın, zarar verenden istenmesidir,
        eğer zararın tahsili mümkün değilse, aynı zararın zarar verene uygulanmasıdır, (benden alıntı)

        kısasa kısas tariflerimize göre, kısasa kısasta aslolan, mağdurun zararının karşı taraftan talep edilmesidir,

        bunu öldürmelere uyarladığımızda ÖLDÜRÜLENİN kan bedelinin karşı taraftan talep edilmesidir, (öldürenin öldürülmesi veya tazminat talep edilmesi)

        dahada net olarak söylersek, eğer aslolan zararın tanzimiyse, öldürmelerde kısasa kısas ÖLDÜRÜLEN göz önüne alınarak belirlenir,

        gördüğün gibi kısasın tarifinde aramızda bir ayrılık yok ama kısasa kısasın uygulamasında öne sürülen şartların yorumlanmasında anlaşamıyoruz,

        önce hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerinin ne anlama geldiğine bakalım,

        hüre hür ifadesi, öldürülen bir hüre karşılık, karşı taraftan bir hürün öldürülmesi anlamına gelir,

        köleye köle ifadesi, öldürülen bir köleye karşılık, karşı taraftan bir kölenin öldürülmesi anlamına gelir,

        kadına kadın ifadesi, öldürülen bir kadına karşılık, karşı taraftan bir kadının öldürülmesi anlamına gelir,

        yani hüre hür ifadesi, hürün hürü öldürdüğü,
        köleye köle ifadesi, kölenin köleyi öldürdüğü,
        kadına kadın ifadesi, kadının kadını öldürdüğü anlamına gelmez,
        (adı Ümit Şimşek olan zata ithaf olunur)

        yani hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi, öldürenin hür, köle veya kadın olduğuna bakılmaksızın, öldürülenin eşdeğerinin kısasa kısas edilmesi anlamına gelir.

        eğer yorumlarda mutabık kaldığınızı bildirirseniz, hüre hür ifadesinin muğlak bir ifade olduğunu, kadına kadın ifadesinin bir çuval inciri nasıl berbat ettiğini de konuşuruz, (kölelik resmen kaldırıldığı için köleye köle ifadesini pas geçiyorum)

        —-ÖZETLE,YANLIZ SUÇ İŞLEYENE,VEYA ÖLDÜRENE AYNI CİNSTEN BİR CEZA VERİLİRSE,BUNA KISAS DENİLİR.ŞAYET CİNAYET İŞLEYENDEN BAŞKASINA BU TÜR CEZA UYGULANIRSA BUNA ASLA KISAS DENİLEMEZ..AYETE DE BU KISASA (YANİ KATİLE,CANİYE MİSLİYLE VERİLBİLECEK CEZAYA) VURGU YAPILMAKTADIR. YETER ARTIK KONUYU ÇARPITMAYIN…!!! (senden alıntı)

        ayetteki şartların kısasa kısasın ruhuna uymaması nedeniyle kısasa kısasta olması gerekeni söylemenin pek bir anlamı kalmıyor?

        ayrıca, konuyu çarpıttığımı nereden çıkarıyorsun, ben sadece kısasa kısas hükümleriyle ilgili yorum yapıyorum ve kendi açımdan haklı olduğuma inanıyorum, çünki ben yorum yaparken akla ve mantığa uymayan şeyler söylediğimi düşünmüyorum,

        bu mesajımdaki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesindeki yorumumu tanıdığın bildiğin herkese okut, eminim içlerinde vicdan sahibi olanlar, yorumumun doğru olduğunu söyleyeceklerdir, yani konuyu kimin çarpıttığını söyleyeceklerdir!!!

  88. AVNİ dedi ki:

    Sn kadir
    ben ayetin inme sebebinden şunu anlıyorum, gerek kurtubi gerek ibni kesir tefsirinden.
    yukarda yazdığım ibni kesir tefsirinde ilgili bölüm tekrar yazıyorum. “Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden kö­leye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi ha­linde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yu-kardaki âyet-i kerîme nazil oldu.”
    İki kabileden biri diğerlerinin hür, kadın ve kölelerini öldürmüş, diğeri de anlaşma sağlanması için karşı taraftan öldürülen kadına karşılık bir erkeğin ve kölelere karşıda bir hürün öldürülmesini istiyorlarmış. Ayette rivayetten benim anladığım sizin kabileden bir kadın öldürülmüşse karşı taraftan bir kadını öldürün, köle öldürülmüşse karşı taraftan bir köleyi öldürün anlaşın demek istiyor. Böylece köleye köle, kadına kadın hüre hür kısmınında mantıklı bir izahi oluyor.
    Saygılarımla…

    • kadir dedi ki:

      sayın avni…

      rivayetler göz önüne alınırsa söz konusu düşüncelerinizde haklısınız.. fakat benim rivayetlere ve hikayelere itibar etmediğimi bilmeniz gerekir. kuranı kerimi anlamak için rivayetlere ve hikayalere gerek olmadığı düşüncesindeyim. kuran insanlara bir mesajdır. her kıssasada bir mesaj vardır. önemli olan o mesajı kuran çerçevesinde dopru anlamak ve doğru bir şekilde yürürlüğe koymaktır.. bu bağlamda kurtubi nin bahsettiği kabileler birbirlerini öldürse ne oldu öldürmese ne olur..

      saygılarımla…

    • 1okuyucu dedi ki:

      AVNİ;

      Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

      madem bu ayet iki kabile arasındaki sorunu çözmek için gelmiş, ayete aşağıdaki yamayı yaparak sorunu kökünden çözdüm, herhalde Kuranın tanrısı derin bir oh çekmiştir!!!

      Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. KABİLE SAVAŞLARINDAKİ ÖLDÜRMELERDE Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

      peki, bu ayet hükmüne göre birebir eşleşmeler yapıldığında, öldürülmesine karar verilenler gerçek suçlular mıydı? yoksa rastgele mi seçildiler?

      öyle ya savaş meydanında kimin kimi öldürdüğüne dair çetele mi tutuyorlardı? çetele tutsalar da bir şey değişmez, nasıl mı?

      diyelim ki, A kabilesinde, 3 hür erkek, 7 hür kadın öldürülmüş olsun, bunlardan 3’ünü öldüren B kabilesinin köleleri olsun, B kabilesinde de 7 hür erkek, 3 hür kadın öldürülmüş olsun ve bunlardan 3’ünü A kabilesindeki köleler öldürmüş olsun,

      kısasa kısas gereği, A kabilesinden 4 hür erkek, B kabilesinden 4 hür kadın olmak üzere toplam 8 kelle gidecek,

      halbuki cana can şartı uygulansaydı, kayıplar eşit sayıda olduğu için 8 kişi boşu boşuna ölmeyecekti,

      üstelik kölelerin her iki taraftan 3’er kişi öldürdükleri biliniyor olsa bile, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartı gereği kölelere kısasa kısas uygulaması yapılmayacaktı, yani köleler bu ödeşmede yırtacaklardı,

      —–yukarda yazdığım ibni kesir tefsirinde ilgili bölüm tekrar yazıyorum. “Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden kö¬leye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi ha¬linde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yu-kardaki âyet-i kerîme nazil oldu.”
      İki kabileden biri diğerlerinin hür, kadın ve kölelerini öldürmüş, diğeri de anlaşma sağlanması için karşı taraftan öldürülen kadına karşılık bir erkeğin ve kölelere karşıda bir hürün öldürülmesini istiyorlarmış. Ayette rivayetten benim anladığım sizin kabileden bir kadın öldürülmüşse karşı taraftan bir kadını öldürün, köle öldürülmüşse karşı taraftan bir köleyi öldürün anlaşın demek istiyor. Böylece köleye köle, kadına kadın hüre hür kısmınında mantıklı bir izahi oluyor. (senden alıntı

      eğer ayet bu sebeple indiyse, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartının yerine gelmesi için kabileler kayıplarını statü ve cinsiyete göre tasnif ederek karşı taraftan talepte bulunacaklardı,

      bu durumda, aslolan suçluların cezalandırılması değil, birebir eşleşmelere göre seçilecek kelleleri celladın ipine teslim etmek olacak!!!

      oysa savaş sırasında Ahmet Mehmedi öldürmüş olabilir, Mehmedi Hüseyin öldürmüş olabilir, Hüseyini Ali öldürmüş olabilir, yani o hengamede adam öldürenler de öldürülmüş olabilir, hatta bizim Malkoçoğlu gibi içlerinden biri birkaç kişiyi öldürmüş olabilir,

      yani iki kabile arasında yapılan ödeşmede, ödeşme adam öldürenlere göre değil, statü ve cinsiyete göre belirlenen kellelerin karşılığı olarak, seçilen kurbanların suçlu olup olmadığına bakılmaksızın katledilmeleri şeklinde olmuştur,

      böyle olmamıştır diyen örneklerle açıklasın,

      iki kabile arasındaki sorunu çözmek için geldiği iddia edilen bir ayet, sırf eşitliği sağlamak için statü ve cinsiyet şartını getiriyorsa, suçlu olup olmadığına bakılmaksızın masum insanlarında öldürülmesine sebep oluyorsa, bu hangi adalet anlayışıyla açıklanabilir? bunun nasıl bir mantıklı izahı olur?

      ayete uydurulmaya çalışılan kılıf bile adalet ilkesini yerle bir ediyorsa, bu ayetin savunulacak bir yanı var mı?

    • bilal dedi ki:

      Sn.AVNİ,

      Sn kadir
      ben ayetin inme sebebinden şunu anlıyorum, gerek kurtubi gerek ibni kesir tefsirinden.
      yukarda yazdığım ibni kesir tefsirinde ilgili bölüm tekrar yazıyorum. “Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yukardaki âyet-i kerîme nazil oldu.” sizden alıntı ‘’

      BAKARA-178.AYET !!!

      Aslında ayeti çok yanlış algılıyorsunuz,hem ayeti,hem de rivayeti bir gözden geçirelim.!

      ‘’ Ve kendilerinden kö¬leye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi ha¬linde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler’’ sizin gösterdiğiniz rivayet.’’
      Burada büyük harflarla yazdığım rivayete dikkat edin,‘’..KÖLEYE MUKABİL BİR HÜRÜN, KADINA MUKABİL BİR ERKEĞİN ÖLDÜRÜLMESİ HALİNDE……’’

      Buna göre hem katil,hem de maktul köle olduklarından,maktul kölenin tarafı kölelerine mukabil hür birini,bu defa da hem katil,hem de maktul kadın olduklarından da,maktul kadına mukabil hür bir erkeği istediklerinden dolayı aralarında bu anlaşmazlık sürüp gidiyodu….!!!
      Demek ki bunlar,köle tarafından köle öldürülünce,diğer taraftan hür birinin öldürülmesini, kadın tarafından kadın öldürülünce, güçlü taraf katil kadını değil,yerine karşı taraftan bir erkeğin öldürülmesini istiyordu. Yani katil ve maktul köle iken,güçlü olan maktulun tarafı kölelerine karşılık bir hürün öldürülmesini,katil ve maktul kadın olsaydı,yine maktul kadının tarafı katil kadını değil,onun yerine bir erkeğin öldürülmesini istiyordular.İşte bu ayetle,köle olan katil yerine katil olmayan bir hüre veya kadın olan katil yerine karşı tarafın erkeğine kısas uygulanması yasaklanıyor.Yani katil ve maktul kölelere mukabil hüre,katil ve maktul kadınlara mukabil de erkeğe kısasın uygulanması yasaklanmıştır…!!! –
      Ayrıca köleyi öldüren hür veya kadını öldüren erkek olsaydı,zaten aralarında sorun çıkmazdı, çünkü,öldürülen köle yerine katil olan hür,öldürülen kadın yerine de katil olan erkek zaten öldürülürdü ,bu durumda kimsenin itarazı da olmazdı,Ama katil ve maktul köle veya katil ve maktul kadın olsaydı işte o zaman maktulun tarafı katil köleye veya katil kadına razı olmazdı.Bu nedenle güçlü taraf kısası katil ve maktul olan köleden katil olmayan hüre,katil ve maktul kadından da katil olmayan erkeğe taşırlardı..İşte söz konusu ayetle eşit ve adil olmayan bu tür uygulamaya son verilerek,ancak hür maktule mukabil hür katil,maktul kadına da mukabil katil kadına kısasın uygulanabileceğine dair hüküm veriliyor…..

      Özetle,katil ve maktul köle,katil ve maktul hür,katil ve maktul kadın olduğun da ayet,’’hüre hür,köleye köle,kadına kadın ‘’ demiştir.. yani bu ayetle kısasta eşit ve adil olmayan yanlış bir uygulamaya son vererilerek,kısasın sadece katile uygulanabileceğinin hükmüne vurgu yapılmıştır… İyice anlayabilmeniz için bunu tekrar ediyorum,yukarıdaki rivayete geçen olayda ‘’ Katil ve maktul köle ve yine katil ve maktul kadın olduğundan’’ söz konusu ayete buna uygun br ifade olan ‘’ hüre hür,köleye köle,kadına kadın ‘’ kullanılmıştır..Yani bu ayetle,eşit ve adil olmayan yanlış bir uygulamaya son verilmiştir….!!!!

      Saygılarımla…

      • AVNİ dedi ki:

        Sn bilal
        Araplarda kabile savaşları cahiliye döneminde oldukça yaygındı. Rivayette geçen bu iki kabile savaşı davarolarla hiyartoların yada telli oğullarıyla seferoğullarının kavgası gibi olmamıştır muhtemelen. Bir savaşta kabileler görev taksimi yapıp kadınlarımız kadınları, hürlerimiz hürleri kölelerimizde köleleri öldürecek dememiştir bence yani kimin kimi öldürdüğü zaten belli değildir.
        Bence peygamber bu ayette bir çakallıp yapıp köleye köle, hüre hür, kadına kadın diyerek iki tarafından da isteklerini elimine etmiş, kimin kimi öldürdüğü belli olmayan bir durumu iyice karmaşıklaştırarak diyet ödeyin diyerek sorunu gidermeye çalışmıştır.
        İşe yaramışsa ne ala..
        Yukarda yazdığınız ifadelere şöyle bir itirazim olacak, adamlar köleleri kölelerimi, kadınları kadınlarımızı öldürdü demiyorlar kadınlarımızı ve kölelerimizi öldürdü diyorlar..
        Rivayet “öy­le ki köleler ve kadınlar öldürülmüş”diyor. Burda masumlardan bahsediyor.
        Kabilelerin isteği olan köle ve kadınlara karşı erkek öldürülmesi durumunda kabilede erkek kalmaz, kimseninde işine gelmez. Peygamber burda akıllıca bir yöntem bulmuş bence. Çünkü kadına karşılık kadını kabul etseler kadınlar gidecek, köleye karşı köleyi kabul etseler para verdiğin köle gidecek, hür zaten gidecek. İşi geleneklerinde de olan diyetle tatlıya bağlamışlar işte.
        Saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        AVNİ;

        —-Araplarda kabile savaşları cahiliye döneminde oldukça yaygındı. Rivayette geçen bu iki kabile savaşı davarolarla hiyartoların yada telli oğullarıyla seferoğullarının kavgası gibi olmamıştır muhtemelen. Bir savaşta kabileler görev taksimi yapıp kadınlarımız kadınları, hürlerimiz hürleri kölelerimizde köleleri öldürecek dememiştir bence yani kimin kimi öldürdüğü zaten belli değildir. (senden alıntı)

        esprili mesajına bende bir espriyle katılmak istiyorum,

        görev taksimi yapmadıklarını nereden biliyorsun? diye soruyorum,

        belki de savaşa tutuşmadan önce, 3 tane ayrı savaş alanı belirlemişlerdir, birinde hürler, diğerinde köleler, ötekinde kadınlar birbirleriyle savaşmışlardır, bu sayede hürler birbirlerini, köleler birbirlerini, kadınlar birbirlerini öldürmüşlerdir,

        hatta davaroların usta savaşçısı Ayşe adındaki bir kadın, hıyartolardan 10 kadını öldürmüş olabilir, ayete göre ödeşirlerken davarolardan Ayşeyle birlikte 9 kadın güme gitmiş olabilir,

        espriyi burada noktalayıp olayın vahametine gelirsek;

        olaya birebir tanık olmadığımız için çeşitli olasılıklara göre yorum yaptığımızda ayet gereği yapılan ödeşmelerde sırf hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartının yerine getirilmesi için masum canlara da kıyılmış olduğunu anlamak zor değil,

        örneğin; ayet gereği, A kabilesi B kabilesinden 4 kadın istediğinde, B kabilesindeki kadınların öldürdükleri şahısların hür, köle veya kadın olduklarına bakılmaksızın 4 kadın teslim etme zorunluluğu ortaya çıkmış, belkide B kabilesinde hiçbir kadın cinayet işlememişte olabilir, bu durumda 4 masumun canına kıyılmış olur, belkide B kabilesinde 6 kadın cinayet işlemiş olabilir, bu durumda da 2 katil kadın yırtmış olur,

        yani sırf ayetteki şartlar yerine gelsin diye, kısasa tabi tutulanların suçlu olup olmadığına bakılmaksızın öldürülmeleri, sorunun ADALET ilkesine göre çözülmediğinin açık bir göstergesi?

        ayrıca, hüre hür ifadesinden hür erkekleri,
        köleye köle ifadesinden cinsiyet ayırımı yapılmaksızın tüm köleleri,
        kadına kadın ifadesinden hür kadınları anlamamız gerekiyor olmalı,

        —-Bence peygamber bu ayette bir çakallıp yapıp köleye köle, hüre hür, kadına kadın diyerek iki tarafından da isteklerini elimine etmiş, kimin kimi öldürdüğü belli olmayan bir durumu iyice karmaşıklaştırarak diyet ödeyin diyerek sorunu gidermeye çalışmıştır.
        İşe yaramışsa ne ala.. (senden alıntı)

        umarım tazminatla işi halletmiştir ama bu yinede çözüldüğü zannedilen sorunun, ayetteki cinsiyet ve statü kıyaslaması nedeniyle sonraki kuşakların kucağına bırakılmış bir atom bombası olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

        günümüzde köleliğin resmen yasaklanmış olması köleye köle şartını tedavülden kaldırmış olsada kısasa kısas uygulamasının olduğu ülkelerde tazminat oranları statü ve cinsiyet ayrımcılılığı yapılarak belirleniyor,

        bu sitede fiyat tarifesiyle ilgili önceden yazılmış bir mesajı bulamadığım için kıyaslayarak anlatmaya çalışacağım,

        herhalde miras ve şahitlik ayetleri göz önüne alındığı için tazminat oranları belirlenirken erkeğin bedeli kadının 2 katı olarak belirlenmiş,

        yani öldürülen bir erkek için istenen diyet, 100.000 Tl. ise öldürülen bir kadın için istenen diyet 50.000 Tl. olmuş, (bedeller rastgele seçilmiştir, doğrusunu Araplar bilir)

        müslüman bir kadınla, gayrimüslim bir erkeğin bedeli birbirine eşit olarak belirlenmiş,

        gugıl amcada arama yapmayı pek beceremiyorum, aramayı becerebilenler kelle başı fiyat tarifesini eğer kopyalamak isterlerse, bir ara kopyalayabilirler.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        ——Burada büyük harflarla yazdığım rivayete dikkat edin,‘’..KÖLEYE MUKABİL BİR HÜRÜN, KADINA MUKABİL BİR ERKEĞİN ÖLDÜRÜLMESİ HALİNDE……’’
        Buna göre hem katil,hem de maktul köle olduklarından,maktul kölenin tarafı kölelerine mukabil hür birini,bu defa da hem katil,hem de maktul kadın olduklarından da,maktul kadına mukabil hür bir erkeği istediklerinden dolayı aralarında bu anlaşmazlık sürüp gidiyodu….!!!
        Demek ki bunlar,köle tarafından köle öldürülünce,diğer taraftan hür birinin öldürülmesini, kadın tarafından kadın öldürülünce, güçlü taraf katil kadını değil,yerine karşı taraftan bir erkeğin öldürülmesini istiyordu.

        Yani katil ve maktul köle iken,güçlü olan maktulun tarafı kölelerine karşılık bir hürün öldürülmesini,katil ve maktul kadın olsaydı,yine maktul kadının tarafı katil kadını değil,onun yerine bir erkeğin öldürülmesini istiyordular.İşte bu ayetle,köle olan katil yerine katil olmayan bir hüre veya kadın olan katil yerine karşı tarafın erkeğine kısas uygulanması yasaklanıyor.Yani katil ve maktul kölelere mukabil hüre,katil ve maktul kadınlara mukabil de erkeğe kısasın uygulanması yasaklanmıştır…!!! – (senden alıntı)

        hasmına üstünlük sağlamaya çalışan bir kabilenin, uğradığı zararı misliyle (en az bir misli) tahsil etmeye çalışacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok, (matematikte doğru orantı prensibi)

        yani ödeşmek için masaya oturduklarında üstünlük sağlamak isteyenin baz alacağı kıstas, kendi kabilesinden öldürülenler olacaktır, bu durumda öldürenlerin kim olduğuna bakılmayacaktır,

        o nedenle köleye mukabil hürün öldürülmesi ifadesinden katil ve maktülün köle (köleye köleye) olduğu anlamı çıkmayacağı gibi, kadına mukabil erkeğin öldürülmesi ifadesinden de maktül ve katilin kadın (kadına kadın) olduğu anlamı çıkmaz,

        o nedenle, ayeti savunmak için öne sürdüğün gerekçen bir işe yaramadı?

        ——Ayrıca köleyi öldüren hür veya kadını öldüren erkek olsaydı,zaten aralarında sorun çıkmazdı, çünkü,öldürülen köle yerine katil olan hür,öldürülen kadın yerine de katil olan erkek zaten öldürülürdü ,bu durumda kimsenin itarazı da olmazdı,

        Ama katil ve maktul köle veya katil ve maktul kadın olsaydı işte o zaman maktulun tarafı katil köleye veya katil kadına razı olmazdı.Bu nedenle güçlü taraf kısası katil ve maktul olan köleden katil olmayan hüre,katil ve maktul kadından da katil olmayan erkeğe taşırlardı..İşte söz konusu ayetle eşit ve adil olmayan bu tür uygulamaya son verilerek,ancak hür maktule mukabil hür katil,maktul kadına da mukabil katil kadına kısasın uygulanabileceğine dair hüküm veriliyor….. (senden alıntı)

        aksine, sorunun daniskası çıkardı,

        öldürülen köle ve kadın, hasmına üstünlük sağlamaya çalışan kabilenin tayfasından ise bu durumda herhangi bir sorun çıkmaz, çünki karşı taraftan talep edeceği hür ve erkek zararını karşıladığı gibi öne sürdüğü üstünlük kıstasına aykırı değil,

        ama öldürülen köle ve kadın üstünlük iddiasında bulunmayan kabilenin tayfasından ise bu durumda üstünlük taslayan kabilenin, öldürülen kadına karşılık bir köle, öldürülen köleye karşılık mezrasındaki en yaşlı sokak köpeğini teklif edeceğini (hadi işe yaramaz en yaşlı kölesini diyelim) söylemek için fazla akıllı olmaya gerek yok sanırım!!!

        gördüğün gibi verdiğin örneklerin sonuçları, üstünlük sağlamaya çalışana (güçlü olana) göre değişiyor?

        —–1-8-ümit şimşek meali;
        “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, rabbinizden size bir indirim ve bir rahmettir. bundan sonra kim haddi aşarsa,(83) pek acı bir azabı hak etmiş olur.” (senden alıntı)

        —–İyice anlayabilmeniz için bunu tekrar ediyorum,yukarıdaki rivayete geçen olayda ‘’ Katil ve maktul köle ve yine katil ve maktul kadın olduğundan’’ söz konusu ayete buna uygun br ifade olan ‘’ hüre hür,köleye köle,kadına kadın ‘’ kullanılmıştır..Yani bu ayetle,eşit ve adil olmayan yanlış bir uygulamaya son verilmiştir….!!!! (senden alıntı)

        çok iyi anladık Bilâl bey, yani Kuranın tanrısının kaş yapayım derken göz çıkardığını…

        suç ve ceza tanımına göre, suçun şahsiliği ilkesi gereği, ÖLDÜREN ve ÖLDÜRÜLENİN (katil ve maktülün) STATÜSÜNE ve CİNSİYETİNE BAKILMAKSIZIN, katilin cezalandırılacağını çok iyi anladık Bilâl bey!!!

        istersen yaptığın savunmaları defalarca dikkatlice oku, cevap verebildiğine inanıyorsan gönül rahatlığıyla müsterih ol.

  89. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Madem bu kitap bizzat tanrısı tarafından korunacakmış o halde bu tanrı neden kuranı ezberinde tutan sahabelerin ölümünü engellememiş? Unutmayın ki kuranın kitaplaştırılmasını sağlayan süreci başlatan olay ridde savaşlarında ezberde kuran tutan sahabelerin ölümüdür!”

    istersen sahabeler kuranı ezberlediler diye hiç ölmesinler günümüze kadar yaşasınlar.. bari sen yapma sayın toro.. onlarda bir insan elbette ölecekler. ölmeleri içinde bir neden olacak.. bunun kararını allahtan başka kimse veremez.

    kuranın allah tarafından korunmadığını iddia ediyosun. fakat neticeye değil haticeye bakıyosun. kuranı kerim şuan elimizdeyse, söz,zikir kaybolmadıysa kuran korunmuşmudur korunmamıştır.. şimdi diyeceksin ki kuranın değişmediğini nerden biliyosun?

    söz peygamber zamanından günümüze kadar gelmiştir. en eski kuranla şimdiki kuran tamamen aynıdır.. söz hiçbir şekilde değişmemiştir.. ayrıca siz atlamadan söyleyeyim harekeler kuranın anlamını bozmak için değil kolay okumak için eklenmiştir. bu kuranın değiştirildiği anlamına gelmez..

    bu saatten sonra kuranın kaybolmasıda mümkün değildir. taa ki kıyamete kadar. sözün zikrin son temsilcidir kuran..

    saygılar..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ”kuranı kerim şuan elimizdeyse, söz,zikir kaybolmadıysa kuran korunmuşmudur korunmamıştır..” sanırım ”korunmamışmıdır” demek istedin!

      Yukarıdaki yorumuna istinaden bende bir yahudi ve hristiyan olduğumu varsayarak aşağıdaki cümleyi kuruyorum;

      Tevrat veya İncil şuan elimizdeyse, söz,zikir kaybolmadıysa Tevrat ve İncil korunmuşmudur korunmamışmıdır?

      Demek elinde bir kitap tutuyor olmanın sonucu o kitabın korunmuş olduğudur! Yani elinde bir kitap olması herşeyi çözüyor! Ama sadece senin için çözüyor! Diğerleri gariban olduğu için onların sorunu ellerinde kitap olsada çözülmemiş! Aslında çözülmüş veya çözülmemiş olmasıda size bağlı! Çünkü onların kitaplarına değiştirilmiş derseniz değiştirilmiş, değiştirilmemiş derseniz değiştirilmemiş oluyorlar!

      Sen zikrin sahabenin ezberindeki haline şahitmisin sevgili Kadir! Bir kere elindekinin doğru veya yanlış olduğunu söylemeni sağlayacak ana metayı bilmiyorsun,bilemezsin! Yüzlerce kere yazdım, kendine peygamberim diyen öldüğü anda daha cenazesi kalkmadan güç savaşına girenlerin, peygamberlerinin ölüsüne saygıları olmayıp senin geçmişten doğru haber alma hakkına saygı duyacaklarını söyleyemezsin!

      Hala benim yazdıklarımın etrafından dolaşıyorsun! Değişmeyecek, korunacak denilen ayetlerin kendine peygamberim diyenin ölümünden sonra kitap haline getirilmesi ne demek? Hangi mantık korunacak ayetlerin (tanrı sözüdür) 2 insan şahide ihtiyaç duymasını açıklayabilir! Hangi mantık ayetler topluluğunun herhangi bir yerinde 2 şahitten bahsedilmezken tanrının sözleri için 2 insanın şahitliğine ihtiyaç duyan bir süreci kabul edebilir! Ne durumdaki bir insan TANRININ ŞAHİTLİĞİNE soyunabilir?

      Sen bana ölmeden kitabı elle tutulur hale getirmemiş hatta bunu vasiyet bile etmemiş bir peygamberin bu eylemsizliğini açıklayamazken Emevilerin tanrıdan korktuğunu iddia edemezsin! Bu kitap korunmamıştır, böyle bir iddiası yoktur, olması saçmalıktır! O ayet kitabı değiştirenlerin izlerini silmek için bizzat değiştirenler tarafından konulmuştur! Bu açıktır, o kadar açıktır ki yazılı tarih her sayfasında bunu suratlara çarpar!

      Açıkça yazdım, kuran yazılı sayfaları savaş kazanmak için alet edenler (mızraklarında), tanrı rızası için sesli harf icad edip kurana sokacak, onu harekeleyecek ve noktalayacak kadar inançlı ve masum olamazlar!

      Kusura bakma dostum, emevi elinin bizzat kalem oynattığı bir kitaba, tanrı bile inan dese inanmam!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…
        ,
        lafı uzatıp konuyu dağıtmana izin vermeyeceğim.. en eski kuran sayfalarıyla şimdikiler aynıdır.. bunu ister kabullen istersen kabullenme..

        tevrat ve incil eğer korunduysa neden kuranda çelişki arıyosun.. git tevrat ve incilde çelişki ara..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Aslında konuyu dağıtmadığımı aksine konunun tam ortasında olduğumu bilecek kadar zeki insansın! Ne demek istediğimi ve demek istediklerimin gelip nereye dayandığını gayet iyi anlıyorsun! Ama söyleyecek söz kalmadığında ağızdan bahaneler dökülmeye başlar! Benim her hangi bir yazımda her hangi bir şey için bilgi veya kendi yorumum haricinde bahanalere sarıldığıma şahit oldun mu?

        Sevgili dostum benim söylecek şeylerim var, söylüyorum! Söyleyecek sözlerim kalmadığında ya da bana söyleyecek söz bırakılmadığında emin ol ki haddimi bilirim !Gereğini yaparım.

        Ama o gün hiçbir zaman gelmeyecek, ya da o günü getirebilen bir müslüman olmayacak!

        Zaten o günü, tanrının tek yaratıcı olduğu yerde herhangi bir eylemine ya da sözüne eşit eylem ve söz söyleyebilecek başka varlıklar olamayacağına inanan birine, her sözünün doğrulanması için 2 insanın şehadetine ihtiyaç duyan bir tanrıya inananlar getiremez!

        ”en eski kuran sayfalarıyla şimdikiler aynıdır.”

        Son olarak yukarıdaki yorumunuza değinelim!

        O halde ”en eski kuran sayfaları” nı da görmüş biri olarak rahatlıkla, eğer en eski kuran sayfaları ile bugünküler aynı değilse benim yerime de yanmayı kabul edeceğini taahhüt edermisin? Çünkü tanrının sözleri değişmiş ve sen bunu görmezden gelmişsen zaten kendi adına da yanacaksın! Çünkü tanrının sözü diye inandıklarının insanların sözü olma ihtimali söz konusu!

        Kendine iyi bak.

  90. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “kadir;

    cevap vermekte zorlandığınızda, daha doğrusu verecek cevabınız olmadığında bizi suçlama kolaycılığına kaçmanıza alıştık artık, :)”

    okuyucu şu sitenin geçmişi araştır bakalım. yazdıklarını ve yazdıklarımızı. bir konuyu açıkadıktan sonra papağan gibi sürekli olarak tekrardan açmak, aynı şeyleri tekrardan sormak sizin ne kadar cahil ve bilgisiz aynı zamanda anlayışsız olduğunuzun en büyük kanıtıdır.. anlayışlı insan papağan olmaz okuyucu…

    ha bu arada ben sizi suçlamıyorum. seni kendi beynin suçluyor.. bunun farkına var. belki meditasyona ihtiyacın olduğunu anlarsın..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —-okuyucu şu sitenin geçmişi araştır bakalım. yazdıklarını ve yazdıklarımızı. bir konuyu açıkadıktan sonra papağan gibi sürekli olarak tekrardan açmak, aynı şeyleri tekrardan sormak sizin ne kadar cahil ve bilgisiz aynı zamanda anlayışsız olduğunuzun en büyük kanıtıdır.. anlayışlı insan papağan olmaz okuyucu… (senden alıntı)

      sanırım sorularıma cevap verememek seni sinirlendirmiş olmalı?

      emin ol, sorularıma cevap alabilsem bir daha sorma gereği duymayacağım,

      belki diyorum, cevap verdiğinizi sandığınız sorularımı daha sonra tekrar gözden geçirdiğinizde, verdiğiniz cevapların size de mantıklı gelmediğini anlayıp, yeni bir şeyler söyleyebileceğiniz umuduyla, temcit pilâvı gibi tekrar tekrar aynı soruları sorma gereği duyuyorum ama yinede akıl ve mantık terazisini altüst eden safsata türü cevapları, üstelik demagojinin cılkını da çıkararak veriyorsunuz,

      o nedenle, sizden veya başka üyelerden veya siteyi ziyaret eden misafirlerden birinin mantıklı bir cevap vereceği umuduyla cevap alamadığım sorularımı devamlı güncelliyorum.

      2 gündür saldırı tarzında yazdığın mesajlarında, hakkımda söylediklerin için ise bilmukabele diyorum?

      —-ha bu arada ben sizi suçlamıyorum. seni kendi beynin suçluyor.. bunun farkına var. belki meditasyona ihtiyacın olduğunu anlarsın.. (senden alıntı)

      bu ifaden ise, tabiri caizse özürün kabahatinden büyük suç olmuş gibi?

  91. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Bunun en açık göstergesesi veda hutbesidir! Zaten Kuran’da olacak(!) ve herkes tarafından okunarak bilinecek(!) tanrı emirlerinin sanki kendi öğütleriymiş gibi sunulması başlı başına skandaldır! Çünkü tanrı zaten insanlara(!) hitap etmiştir, kendine peygamberim diyene değil! O sadece bir beşerdir, özgür iradesi bile yoktur!” sizdne alıntı..

    kuranı, peygamberi eleştirmeye çalışıyosunuz bunuda elinize yüzüne bulaştırıyosunuz.. peygamberin görevi kendine vahyedileni bildirmek.. kurandan başka hiçbir öğüt vermemektir.

    “ben sadece bana vahyolunana uyuyorum” ayetini sizin aklınız çince anlıyor sanırım.. buna rağmen peygamberin kendi sözleri olduğunu iddia ettiğini neye dayanarak söylüyosunuz.. bilgisizliğinize mi? yoksa kastılı olarak ve haksız yere yapmış olduğunuz saldırılarınıza mı?

    • AVNİ dedi ki:

      Sn kadir
      “buna rağmen peygamberin kendi sözleri olduğunu iddia ettiğini neye dayanarak söylüyosunuz.. ” sizden alıntı. Cevabın muhatabı sn toro olabilir ama sizden alıntı olan söz için yine ayetle karşılık veriyorum.
      Diyanet Vakfi nahl süresi 44. ayet : Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik. Ayet peygambere kuranı açıkla demiş. açıklaması için söz söylemesi gerekir, el kol hareketleriyle anlatmaya çalışmadıysa eğer. İşin doğası gereği hadislerin olması gerekir. Ortada şöylede bir sıkıntı var, eğer çok değişik hatta çelişkili hadislerin olması, kuranı farklı yorumlama durumları olması o zaman peygamberin kuran tefsirinde ne kadar başarılı olduğununda sorgulanması gerektirir. Örnek belki itikadi bir konu değildir ama yasin süresinde güneşte kendi karar kılınan yerine akar gider ayetini , güneş belli bir hızda bilmem ne yıldızına doğru ilerliyor diye yorumlayan modern anlayış neye dayanarak bunu soyluyor. Oysaki peygambere isnat edilen hadis olarak gelen rivayetlerde güneş arşın altına gider giyor ve bunu süreki yapar diyor. Peygamber bu ayetin tefsiri yapmadımı acaba ?
      Saygılarımla…

      • kadir dedi ki:

        sayın avni…

        bayramda internete girme imkanım olmadığından yazınıza şimdi cevap verebiliyorum…

        “Sn kadir
        “buna rağmen peygamberin kendi sözleri olduğunu iddia ettiğini neye dayanarak söylüyosunuz.. ” sizden alıntı. Cevabın muhatabı sn toro olabilir ama sizden alıntı olan söz için yine ayetle karşılık veriyorum.
        Diyanet Vakfi nahl süresi 44. ayet : Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik. Ayet peygambere kuranı açıkla demiş. açıklaması için söz söylemesi gerekir, el kol hareketleriyle anlatmaya çalışmadıysa eğer. İşin doğası gereği hadislerin olması gerekir.” sizden alıntı….

        yukarıda yazmış olduğunuz nahl 44. ayet, diyanet meali hatalıdır.. doğru meal

        “(Onları) Apaçık beyanlar ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin ve onlar da iyice düşünsünler, diye..”

        sayın avni.. arapçada “beyyine” açık olan (mübin olan) bir şeyi başkalarına iletmek, bildirmek anlamına gelir.. kuranda daima üstü örtünen, gizlenenin zıt anlamlısı olarak kullanılmıştır.. yani gizlenen bir şeyi değil, açıklanmış, açığa kavuşturulmuş birşeyi insanlara bildirmek, ulaştırmak anlamına gelir. bazı müvessirlerin mealleride benim dediğim gibidir.. örnek;

        “açık delillerle, kitaplarla gönderdik. Sana da bu zikiri / Kur’an’ı vahyettik ki, kendilerine indirileni insanlara açık seçik bildiresin de derin derin düşünebilsinler.” (yaşar nuri öztürk meali)

        “(Onlar size, kendilerini) apaçık delillerle ve hikmet dolu ilahi kitaplarla (desteklediğimiz peygamberlerin ölümlü adamlardan başka kimseler olmadığını söyleyeceklerdir). Ve biz sana da bu uyarıcı kitabı indirdik ki, insanlara, başından beri indirilegelen mesajın aslını olanca açıklığıyla ulaştırasın ve onlar da böylece belki düşünürler. (muahmmet esad meali)”

        hz. peygamberin görevi zikri olduğu gibi insanlara beyan etmektir.. böylelikle zikir gizlenmeyecek. açıklığa kavuşturulacaktır.

        saygılarımla..

      • kadir dedi ki:

        sayın avni..

        “Oysaki peygambere isnat edilen hadis olarak gelen rivayetlerde güneş arşın altına gider giyor ve bunu süreki yapar diyor. Peygamber bu ayetin tefsiri yapmadımı acaba ?”

        hz. peygamber zamanında yaşayan araplar arapçayı dünyadaki bütün insanlardan daha iyi biliyorlardı.. kuranda onların konuştukları arapça olarak indirilmiştir.. o zamanki arapların kuran ayetlerini anlamamaları mümkün değildir.. anlamak ayrı birşey, inanmak ayrı birşeydir.. gök cisimleri ile ilgili ayetler o zamanki arap toplumu için müteşabihtir.. çünkü ellerinde gök cisimlerini anlayacak bir bilimsel araştırma ve imkan yoktur..

        kısa hz. peygamberin görevi allahtan inen vahiyleri olduğu gibi insanlığa iletmektir..

      • Gencer dedi ki:

        Avni arkadaş değerli yorumlarını ilgiyle takip ediyorum.O kadar can alıcı noktaları yakalıyorsun ki bizlerde sayenizde ne kadar doğru yolda olduğumuzu defalarca teyit etmiş oluyoruz.
        Senden ricam burada ki Müslim arkadaşlar tabiri yerinde ise nato kafa nato mermer şeklindeler.Bu sebeple her türlü ispatınıza akıl ve mantık dışı saçmalık dolu cümleler kurarak karşı geleceklerdir.
        Takke düşüp kel görünmesine rağmen Müslümanlıktan her gün onlarca kişinin ayrılmasına rağmen bu arkadaşlar sığ sularında yüzmeye devam edeceklerdir.

        Saygılar.

    • toro dedi ki:

      Sevgili Kadir,

      Senden rica ediyorum, doğrudan sana verdiğim cevapları döndüremezken birde başkaları yerine cevap vermeye çalışma!

      Ben sana peygamberinin kendi toplumu için zamanının Devrimcisi olduğunu yazmamışmıydım?Taş yerinde ağırdır! O gün onun söylediklerini ve getirdiklerini alabilicek, uygulayabilecek ve inanabilecek insanların olması normal! Bu sayede o kendi toplumu içinde köklü bir değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir! Öldüğü anda geldiği nokta kendisi için başarıdır! Benim bununla sorumun yok. Ama tanrı adına söylediğini iddia ettikleri benim için tanrı sözü değildir! Çünkü o güne göre o şekilde tarif edilebilen bir tanrı bu güne göre yine aynı şekilde tarif edilemez!

      Sende peygamberini anca ”değişmiş” kurana göre tarif edebilirsin! Sözlerini (hadislerini) gerçek kabul edemez, sözlerini her hangi bir ayet için içtihat olarak kullanamazsın! Kısacası tanrının olduğu yerde o kendiliğinden etkisiz elemandır!

      Unutmaki özgür iradesi yoktur! Şeytana uyamaz, hata yapamaz, yanlış söz söyleyemez gece uyurken horlayamaz bile! Çünkü kuranın tanrısı ona negatif olarak algılanacak bir eylemi gerçekleştime şansı vermemiştir, kuran böyle anlatır! Dolayısıyla veda hutbesi de kendisinin değil tanrısının sözleri olmalıdır! Tanrı veda etmesini istemeseydi veda edebilirmiydi?

      İşte o veda da bile sözlerimi kitap yapın demeyen bir tanrı figürü görürüz! Bu nedenle önce bileceksin sevgili dostum sonra bildiğini yarıştıracaksın! Aksi halde yazını bahanelerle doldurup o bahaneleri bize okutmaktan öte bir sonuca varamazsın!

      “ben sadece bana vahyolunana uyuyorum”

      İyi ya her adam öldürende öldürme emrini tanrıdan aldığını söylesin! Aksini kim ispatyabilir ki? İddialar aksi ispat edilmedikçe değil aslı ispat edildiğinde gerçek olur! Dolayısıyla iddia sahibinin iddiaları kendine inanan olunca anlam kazanır, kendine inanmayanlar içinse onlar sadece kendi iddialarıdır! Yani o kendine peygamber dediği için değil siz ona peygamber dediğiniz için peygamber! Bunu bir halk ozanının mükemmel yorumuyla süsleyelim;

      ”Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmazsa”

  92. T.TAŞPINAR dedi ki:

    SN.1okuyucu,toro.AVNİ,
    ve bu konuyla ilgilenen diğer arkadaşlar.
    Bakara 178 :
    …..
    el hurru : hür
    bi el hurri : hür ile
    ve el abdu : ve köle
    bi el abdi : köle ile
    ve el unsâ : ve kadın, dişi
    bi el unsâ : kadın ile, dişi ile
    ….
    bu kelime açıklamalarındaki “el” takısı üzerinde durmak gerekir.
    Arapçadaki el- takısıyla ilgili şu kısa bilgileri alıntıladım:
    “Arapçadaki El Takısı (ال)

    Arapçadaki el (ال) takısının Türkçede bir karşılığı yoktur. El takısının gorevi ve anlamı ingilizcedeki “The” takısı ile birebir örtüşür. Bu takının görevi önüne geldİği kelimeyi belirli hale getirmektir. Örneğin bir araba galerisine gittiniz ve “bana bir araba lazım” dediğinizde bir kelimesiyle herhangi bir arabadan bahsediyorsunuzdur. Size bir araba gösterildi ve gösterilen araba hakkında konuşmaya başladığınızda arapcada o arabanın belirli olduğunu göstermek için araba kelimesinin başına ال takısı koyarız.
    قلم Kelimesi nekre olup herhangi bir kalem demektir. Halbuki, bu kelimenin başına ال getirirsek durum şöyle olur: القلم artık bu, bildiğimiz, bizce belli bir kalem demektir. Böyle, bilinen belirli varlıkları gösteren kelimelere marife denir.”
    DEMEK Kİ BAKARA 178 DE KULLANILAN EL- TAKILARINI DİKKATE ALIRSAK ARTIK HERHANGİ BİR ÖLDÜRÜLEN HÜRÜN, HERHANGİ BİR ÖLDÜREN HÜR İLE KISAS EDİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEYECEĞİZ..ARTIK BELİRGİN OLAN BİR OLAY VE BELİRLİ OLAN ÖLDÜRÜLEN-ÖLEN İKİLİSİ-EŞLEŞMESİ VARDIR..
    YANİ O BELİRLİ ÖLDÜRÜLEN İLE YİNE BELİRLİ OLAN ÖLDÜREN KISAS EDİLECEKTİR..
    DİĞER BİR ANLATIMLA SOMUT BİR ÖLDÜRME (KATL) OLAYINA GÖRE BELİRLİ BİR ÖLDÜRÜLEN HÜR VE ÖLDÜREN HÜR VARDIR..YANİ HÜR HÜRÜ ÖLDÜRMÜŞTÜR.
    YİNE BUNUN GİBİ FAİLİ VE MAĞDURU BELİRLİ ŞEKİLDE KADIN KADINI YA DA KÖLE KÖLEYİ ÖLDÜRMÜŞTÜR..BAKARA 178 DEKİ EL-TAKILARI BUNU GÖSTERMEKTEDİR..İŞTE BU EL -TAKISIYLA BELİRGİNLEŞTİRİLMİŞ FAİL-MAĞDUR EŞLEŞMESİ SİZİN ŞEREF YÖNÜNDEN VS. DAHA KENDİNİZİ DAHA ÜSTÜN GÖRMENİZ SEBEBİYLE KEYFİ OLARAK DEĞİŞTİRİLEMEZ DENİYOR.
    EL-TAKISI KULLANILMASI SEBEBİYLE,”HÜR HÜR İLE VEYA KÖLE KÖLE İLE “GİBİ İFADELER GENEL BİR İFADE OLARAK DÜŞÜNÜLEMEYECEK VE ÖLDÜRÜLEN HERHANGİ BİR HÜR YERİNE HERHANGİ BİR HÜRÜN ÖLDÜRÜLECEĞİ GİBİ ANLAMLAR ÇIKARILAMAYACAKTIR.

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      —-“Dedik ki,bazı kabileler kendilerini daha şerefli gördüklerinden kendilerinden bir köle ölmüş ise karşısındakilerin hürüne denk görüp onlardan bir hürün öldürülmesi gerektiğini düşünüyorlarmış..Kendileri bir hür öldürdüklerinde kısas olarak kendilerinden bir kölenin öldürülmesi gerektiğini iddia ediyorlarmış..Bu ayetle hem statü ve cinsiyet yönünden eşitsizlik yaratan hem de asıl suç fiilini işleyenin değil bir başkasının cezalandırılmasına sebep olan bu uygulama kaldırılmıştır..” (senden alıntı)

      —-YANİ O BELİRLİ ÖLDÜRÜLEN İLE YİNE BELİRLİ OLAN ÖLDÜREN KISAS EDİLECEKTİR.. (senden alıntı)

      öldürülen ve öldüren belli olduktan sonra, öldürülenle öldürenin ayni cins veya farklı cins, aynı statü veya farklı statüde olmalarının bir anlamı olur mu?

      madem öldürülen belli öldüren belli ise,
      öldürülenle öldüreni hüre hür, köleye köle, kadına kadın diye kategorize etmenin ne anlamı var?

      herhalde birbiriyle savaşan o iki kabilede öldürülenlerin belli olduğu, ölmüş olmalarından anlaşılacağı için öldürülenlerin belli olmaması diye bir şey söz konusu olmayacağından?

      öldürenlerin belli olup olmadığı kısasa kısasta sorun çıkarmış olmalı? öyle ya savaşta kimin kimi öldürdüğü nereden bilinecek, eğer öldürenler belliyse öldürenleri öldürerek sorun çözülür, (tabi ayetteki şartlar müsaade ederse)

      ama öldürenler içerisinde savaş meydanında ölenler olmuşsa, onları diriltip kimi öldürdüğünü sormak gerekecek? ki ölü sahibi hak talebinde bulunamasın? yada kimi öldürdüklerine dair her iki taraftan şahitlik edecek kimseler bulmak gerekecek,

      bu durumda kabilelerden biri sizden ölenleri bizden ölenler öldürmüştü derse ne olacak? diğer kabilede haliyle altta kalmamak sizden ölenleri de bizden ölenler öldürmüştü diyecektir?

      eğer o ayet iki kabile arasındaki sorunu çözmek için indiyse, kurunun yanında yaşta yanar misali cinayet işlemeyenlerin de katline sebep olmuştur, olmaması mümkün değil,

      Bilâle hitaben yazdığım mesajda hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesinden ne anladığımı açıklamıştım, sende istersen biraz kafa yormayı dene,

      ************
      önce hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerinin ne anlama geldiğine bakalım,

      hüre hür ifadesi, öldürülen bir hüre karşılık, karşı taraftan bir hürün öldürülmesi anlamına gelir,

      köleye köle ifadesi, öldürülen bir köleye karşılık, karşı taraftan bir kölenin öldürülmesi anlamına gelir,

      kadına kadın ifadesi, öldürülen bir kadına karşılık, karşı taraftan bir kadının öldürülmesi anlamına gelir,

      yani hüre hür ifadesi, hürün hürü öldürdüğü,
      köleye köle ifadesi, kölenin köleyi öldürdüğü,
      kadına kadın ifadesi, kadının kadını öldürdüğü anlamına gelmez,
      (adı Ümit Şimşek olan zata ithaf olunur)

      yani hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi, öldürenin hür, köle veya kadın olduğuna bakılmaksızın, öldürülenin eşdeğerinin kısasa kısas edilmesi anlamına gelir.
      **************

      hemen cevap vermen gerekmiyor, sağa sola sor, ulemaya danış, ölç, biç, tart, boşa koy, doluya koy, bir şeyler yap işte?

      kovanın dolduğuna emin olduğunda cevap verirsin,

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        başka birine hitaben yazdığını söylediğin şu sözleri aynen senden alıntılıyorum:
        ” ************
        önce hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerinin ne anlama geldiğine bakalım,

        hüre hür ifadesi, öldürülen bir hüre karşılık, karşı taraftan bir hürün öldürülmesi anlamına gelir,

        köleye köle ifadesi, öldürülen bir köleye karşılık, karşı taraftan bir kölenin öldürülmesi anlamına gelir,

        kadına kadın ifadesi, öldürülen bir kadına karşılık, karşı taraftan bir kadının öldürülmesi anlamına gelir,

        yani hüre hür ifadesi, hürün hürü öldürdüğü,
        köleye köle ifadesi, kölenin köleyi öldürdüğü,
        kadına kadın ifadesi, kadının kadını öldürdüğü anlamına gelmez,
        (adı Ümit Şimşek olan zata ithaf olunur)

        yani hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi, öldürenin hür, köle veya kadın olduğuna bakılmaksızın, öldürülenin eşdeğerinin kısasa kısas edilmesi anlamına gelir.
        ************** ”
        İŞTE BEN DE DİYORUM Kİ:
        “BAKARA 178 DE KULLANILAN EL- TAKILARINI DİKKATE ALIRSAK ARTIK HERHANGİ BİR ÖLDÜRÜLEN HÜRÜN, HERHANGİ BİR ÖLDÜREN HÜR İLE KISAS EDİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEYECEĞİZ..ARTIK BELİRGİN OLAN BİR OLAY VE BELİRLİ OLAN ÖLDÜRÜLEN-ÖLEN İKİLİSİ-EŞLEŞMESİ VARDIR..
        YANİ O BELİRLİ ÖLDÜRÜLEN İLE YİNE BELİRLİ OLAN ÖLDÜREN KISAS EDİLECEKTİR..
        DİĞER BİR ANLATIMLA SOMUT BİR ÖLDÜRME (KATL) OLAYINA GÖRE BELİRLİ BİR ÖLDÜRÜLEN HÜR VE ÖLDÜREN HÜR VARDIR..YANİ HÜR HÜRÜ ÖLDÜRMÜŞTÜR.
        YİNE BUNUN GİBİ FAİLİ VE MAĞDURU BELİRLİ ŞEKİLDE KADIN KADINI YA DA KÖLE KÖLEYİ ÖLDÜRMÜŞTÜR..BAKARA 178 DEKİ EL-TAKILARI BUNU GÖSTERMEKTEDİR..İŞTE BU EL -TAKISIYLA BELİRGİNLEŞTİRİLMİŞ FAİL-MAĞDUR EŞLEŞMESİ SİZİN ŞEREF YÖNÜNDEN VS. DAHA KENDİNİZİ DAHA ÜSTÜN GÖRMENİZ SEBEBİYLE KEYFİ OLARAK DEĞİŞTİRİLEMEZ DENİYOR.
        EL-TAKISI KULLANILMASI SEBEBİYLE,”HÜR HÜR İLE VEYA KÖLE KÖLE İLE “GİBİ İFADELER GENEL BİR İFADE OLARAK DÜŞÜNÜLEMEYECEK VE ÖLDÜRÜLEN HERHANGİ BİR HÜR YERİNE HERHANGİ BİR HÜRÜN ÖLDÜRÜLECEĞİ GİBİ ANLAMLAR ÇIKARILAMAYACAKTIR.”
        YANİ SİZİN DEYİMİNİZLE
        ” yani hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi, öldürenin hür, köle veya kadın olduğuna bakılmaksızın, öldürülenin eşdeğerinin kısasa kısas edilmesi anlamına gelir”
        ŞEKLİNDE BİR YORUMA GİTMEK “EL-” TAKILARININ KULLANILMASI SEBEBİYLE MANTIKSIZDIR..
        YETERİNCE AÇIK VE NET BİR CEVAP OLDUĞUNDAN EMİNİM..TABİİ ANLAMAMIŞ GÖRÜNMEK İSTEYENE YAPACAK BAŞKA BİR ŞEYİM YOK…

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        —“BAKARA 178 DE KULLANILAN EL- TAKILARINI DİKKATE ALIRSAK ARTIK HERHANGİ BİR ÖLDÜRÜLEN HÜRÜN, HERHANGİ BİR ÖLDÜREN HÜR İLE KISAS EDİLECEĞİNİ DÜŞÜNMEYECEĞİZ..ARTIK BELİRGİN OLAN BİR OLAY VE BELİRLİ OLAN ÖLDÜRÜLEN-ÖLEN İKİLİSİ-EŞLEŞMESİ VARDIR..
        YANİ O BELİRLİ ÖLDÜRÜLEN İLE YİNE BELİRLİ OLAN ÖLDÜREN KISAS EDİLECEKTİR..
        DİĞER BİR ANLATIMLA SOMUT BİR ÖLDÜRME (KATL) OLAYINA GÖRE BELİRLİ BİR ÖLDÜRÜLEN HÜR VE ÖLDÜREN HÜR VARDIR..YANİ HÜR HÜRÜ ÖLDÜRMÜŞTÜR.
        YİNE BUNUN GİBİ FAİLİ VE MAĞDURU BELİRLİ ŞEKİLDE KADIN KADINI YA DA KÖLE KÖLEYİ ÖLDÜRMÜŞTÜR..BAKARA 178 DEKİ EL-TAKILARI BUNU GÖSTERMEKTEDİR (senden alıntı)

        bende diyorumki bakara 178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesinden hürün hürü, kölenin köleyi, kadının kadını öldürdüğü anlamı çıkmaz,

        kısasa kısa şartları gereği, hürle hürün, köleyle kölenin, kadınla kadının kısas edileceği anlamı çıkar,

        sanırım ayrı ayrı yazdığım için anlam farkını anlayamadın, o halde birleştirerek yazayım,

        hüre hür ifadesi, hürün hürü öldürdüğü anlamına değil, öldürülen hüre karşılık hür öldürülmesi anlamına gelir,

        köleye köle ifadesi, kölenin köleyi öldürdüğü anlamına değil, öldürülen köleye karşılık köle öldürülmesi anlamına gelir,

        kadına kadın ifadesi, kadının kadını öldürdüğü anlamına değil, öldürülen kadına karşılık kadın öldürülmesi anlamına gelir,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (bakara 178 kısmi alıntı)

        gördüğün gibi sözünü ettiğin belirteç takısı, eşitlerin birbirlerini öldürdüklerini değil, eşitlerin birbirleriyle kısas edileceğini belirtiyor?

        ayrıca, büyük harfle yazmak sanal alemde bağırmak anlamına geliyorsa da?

        bana göre cevap verememenin sıkıntısıyla paniklemek anlamına geliyor,

        sakin ol, sinirlenme, strese giripte kendini üzme, en nihayetinde ben sizin gibi imanı kuvvetli kişilerin kaale almayacağı biriyim, “ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın” de geç git,

  93. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu,
    “gördüğün gibi sözünü ettiğin belirteç takısı, eşitlerin birbirlerini öldürdüklerini değil, eşitlerin birbirleriyle kısas edileceğini belirtiyor?” (senden alıntı)
    Benim bahsettiğim, yukarıdaki mesajlarımda da ayrıntılı olarak görüleceği üzere “el-” takısı
    el hurru : hür
    bi el hurri : hür ile
    ve el abdu : ve köle
    bi el abdi : köle ile
    ve el unsâ : ve kadın, dişi
    bi el unsâ : kadın ile, dişi ile
    şeklinde, genel ve belirsiz değil, belirli öldürülen ve belirli öldüren olduğu anlamına gelir.
    “…eşitlerin birbirlerini öldürdüklerini değil, eşitlerin birbirleriyle kısas edileceğini belirtiyor?” (senden alıntı) idiasını geçersiz ve anlamsız bırakır.
    Sizin anlayışınıza göre düşünelim: Öldürülen her halükarda bellidir ama öldürülene karşılık kısas olarak öldürülecek kişi katl olayı anında belli değildir..Belirli olmayan bir kişi için el- takısı kullanılmaz..işte bu yüzden sizin iddianız geçersiz kalır..Bu ayet, katl olayının her iki tarafını da el-takısıyla artık belirli olduğu bir durumdan bahsedildiğini ve bunlar dışındaki herhangi birinin kısas edilemeyeceğini belirtir.
    Artık bu kadar net açıklamaya rağmen anlamazlıktan geleceksen….

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

      —–1-8-ümit şimşek meali;
      “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, (Bilâlden alıntı)

      —–Öldürülen her halükarda bellidir ama öldürülene karşılık kısas olarak öldürülecek kişi katl olayı anında belli değildir..Belirli olmayan bir kişi için el- takısı kullanılmaz (senden alıntı)

      şu belirsiz olan öldüreni belirli bir hale getirelim,

      ölenin de öldürenin de isminin, cinsinin, statüsünün belli olduğunu düşünerek ayetteki,
      hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarını örneklerle açıklayayım,

      hüre hür ifadesi muğlak bir ifade, hür olan, erkek, kadın, çocuk ve bebek olabilir,
      çocuklarla bebekler yaştan dolayı yırttıklarından onları saymayalım,

      kadına kadın şartına göre de hüre hür şartının hür erkekler için olduğu kanısı kuvvetle muhtemel olsa da, cinsiyet belirtilmediği için hüre hür şartını kadın ve erkek olarak düşünelim,

      gerçi kısasa kısas hükümlerini uygulayan Ülkelerde, öldürmelerde uygulanan tazminat oranlarının kadın ve erkek için 1/2 olarak belirlenmesi, hüre hür şartının erkekler için olduğu kanısını uyandırıyorsa da biz yinede hüre hür şartını kadın ve erkek olarak düşünelim,

      köleye köle şartında da cinsiyet ayırımı yapılmamış ama biz yinede köle olarak düşünelim,
      köleye köle şartında da cinsiyet ayırımı yapmaya kalkarsak, ortalık toz duman olur,

      örneklere gelirsek;

      hüre hür ŞARTININ yerine gelmesi için;
      öldüren ERKEK, öldürülen ERKEK: katil ERKEK öldürülür,

      öldüren KADIN, öldürülen ERKEK:
      a) katil KADIN öldürülür (hiç sanmıyorum)
      b) öldürülen ERKEK İÇİN bir adet ERKEK talep edilir,

      öldüren KÖLE, öldürülen ERKEK:
      öldürülen ERKEK İÇİN bir adet ERKEK talep edilir,

      (hele kölenin öldürdüğü kabile reisiyse, işte o zaman seyreyle gümbürtüyü, reise karşılık 10 erkek talep etseler de yinede ödeşemezler herhalde)

      köleye köle ŞARTININ yerine gelmesi için;
      öldüren ERKEK, öldürülen KÖLE:
      öldürülen KÖLE için adet KÖLE talep edilir,

      öldüren KADIN, öldürülen KÖLE:
      öldürülen KÖLE için adet KÖLE talep edilir,

      öldüren KÖLE, öldürülen KÖLE: katil KÖLE öldürülür

      kadına kadın ŞARTININ yerine gelmesi için;
      öldüren ERKEK, öldürülen KADIN:
      a) katil ERKEK öldürülür (hiç sanmıyorum)
      b) katil ERKEK’in yerine bir adet KADIN talep edilir,

      öldüren KADIN, öldürülen KADIN: katil KADIN öldürülür,

      öldüren KÖLE öldürülen KADIN:
      öldürülen KADIN için bir adet KADIN talep edilir,

      gördüğün gibi, şartlara göre hüre, hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi,
      hürün hürü, kölenin köleyi, kadının kadını öldürdüğü anlamına gelmiyor,
      öldürülenin cinsiyeti ve statüsü göz önüne alınarak, uğranılan mağduriyetin, karşı taraftan aynen talep edilmesi anlamına geliyor,

      ve sadece, cinsiyet ve statü açısından birebir eşitlik söz konusu olduğu durumlarda katil öldürülüyor,

      öldüren ERKEK, öldürülen ERKEK: katil ERKEK öldürülür
      öldüren KÖLE, öldürülen KÖLE: katil KÖLE öldürülür
      öldüren KADIN, öldürülen KADIN: katil KADIN öldürülür,
      (örneklerden alıntı)

      cinsiyet ve statü açısından birebir eşitlik olmadığı durumlarda ise katil yırtıyor, yerine masum bir insan güme gidiyor,

      çünki kısasa kısasta uğranılan zarar, mağduriyet dikkate alınarak talep edilir,

      Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (maide-45)

      eğer ayette cinsiyet ve statü farkı gözetilmeseydi, hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi kullanılmazdı,

      hatta ayet gönderilmesine bile gerek yoktu, doğrudan maide-45’teki cana can şartına göre, sadece öldüren cezalandırılırdı,

      ama sırf birbiriyle didişen iki kabileyi barıştırmak uğruna çözüm olarak getirilen hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartı, adalet kavramını yerle bir etmekle kalmamış kısasa kısasın esas amacını sakatlamış,

      herhalde o iki kabile, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartı getirildiğinde, getirilen şartların ucunun kendilerine de dokunacağını anlayan kabile reisleri, kendi sülâlelerini kura dışı bırakıp, (her halde güme gidecek kelleler kurayla belirlenmiştir) yönettikleri toplum içerisinden kurayla kelle seçimi yapmışlardır,

      belirginleştirme faslına tekrar dönersek,
      iki kabile arasındaki ödeşmelerde, öldürenler belli olmasa da vuruşan kabileler bellidir, yani kısasa kısas BELLİ olan iki kabile göz önüne alınarak yapılmıştır, yani öldürenler belli olmasa da kısasa kısasın tarafları bellidir,

      savaş öldürüşmek olduğuna göre savaşa katılanların amacı hasmını öldürmeye yönelik olacağından hiç kimseyi öldürmeyenler bile öldürmeye teşebbüsten dolayı kura çekimine itiraz etmemişlerdir, yani hiç kimse, ben kimseyi öldürmedim diye kuraya itiraz edemezdi, etseydi,” sen öldürmek istedin ama öldüremedin, ne yapalım öldürseydin” derlerdi.

      eğer bakara-178 iki kabile arasındaki sorunu çözmek için geldiyse!!! Bir defa savaşta kısasa kısas uygulanmaz, savaşı kazanana tazminat ödenir,

      ama sırf Müslüman oldular diye savaşan iki kabileyi barıştırmak için kısasa kısasın ruhunu sakatlamayı da göze alarak, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarının getirilmesi, öldürenin, hür, köle, kadın olduğuna bakılmaksızın, öldürüleni kıstas alarak zarar ziyan talebi yapılması,

      herhalde teke tek öldürmelerde, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartları, tarafları tazminat istemeye yöneltmiştir, çünki, cinsiyet ve statü eşitliğinin olmadığı durumlarda, sırf şartlar yerine gelsin diye masum insanların öldürülmesi söz konusu olacaktı ve bu durum her iki taraf içinde işin içinden çıkılmaz bir hal alacaktı,

      eğer o iki kabilede masum insanların öleceğini düşünerek, maide-45’e göre sorunu tazminatla ödeşerek çözselerdi hiçbir sorun çıkmayacaktı, demek kelle alarak ödeşmekte ısrar etmişler ki sorunu çözmek için bakara-178 inmiş,

      sonuç olarak öldürmelerdeki şartlara göre, hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi,
      hürün hürü, kölenin köleyi, kadının kadını öldürdüğü anlamına gelmiyor,

      ÖLDÜRENİN cinsiyetine ve statüsüne bakılmaksızın, ÖLDÜRÜLENİN cinsiyeti ve statüsü göz önüne alınarak, uğranılan mağduriyetin, karşı taraftan aynen talep edilmesi anlamına geliyor,

      o nedenle, bakara 178’deki şartlar kısasa kısasın ruhuna aykırıdır, iniş sebebinin ne olduğunun da hiçbir bir anlamı yok, hangi sebeple inmiş olursa olsun, öldürmedeki ödeşme şartları kısasa kısasın ruhuna aykırı,

      bilmem yeterince belirgin olarak anlatabildim mi?

      not: anlatımı pekiştirmek için bazı kelimeleri büyük harfle yazdım.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        el-takısı,parmakla gösterircesine, öldürülen ve öldüren tarafındaki kişileri belirginleştirdiği için ,işte bu kişi şu kişi ile,bu hür şu hür kişi ile,şu köle bu köle ile ve şu kadın bu kadın ile kısas edilir anlamını kattığı için;
        aşağıdaki şize ait olan şu çıkarımlar geçersiz ve yersiz hale gelir..Eğer EL- TAKISI KULLANILMAMIŞ OLSAYDI BAHSETTİĞİNİZ ÇIKARIMLAR ANLAMLI KABUL EDİLEBİLİRDİ..Arapça dilbilgisi ve grameri açısından bu ayetteki el-takısının kullanılmasıyla kullanılmaması arasında hiçbir fark olmayacakmıdır..?Olacaksa anlam yönünden nasıl bir fark olacaktır ,buna odaklanırsak doğru sonuca ulaşabiliriz diye düşünüyorum…

        “öldüren KADIN, öldürülen ERKEK:
        a) katil KADIN öldürülür (hiç sanmıyorum)
        b) öldürülen ERKEK İÇİN bir adet ERKEK talep edilir,

        öldüren KÖLE, öldürülen ERKEK:
        öldürülen ERKEK İÇİN bir adet ERKEK talep edilir,

        (hele kölenin öldürdüğü kabile reisiyse, işte o zaman seyreyle gümbürtüyü, reise karşılık 10 erkek talep etseler de yinede ödeşemezler herhalde)

        köleye köle ŞARTININ yerine gelmesi için;
        öldüren ERKEK, öldürülen KÖLE:
        öldürülen KÖLE için adet KÖLE talep edilir,

        öldüren KADIN, öldürülen KÖLE:
        öldürülen KÖLE için adet KÖLE talep edilir,

        öldüren KÖLE, öldürülen KÖLE: katil KÖLE öldürülür

        kadına kadın ŞARTININ yerine gelmesi için;
        öldüren ERKEK, öldürülen KADIN:
        a) katil ERKEK öldürülür (hiç sanmıyorum)
        b) katil ERKEK’in yerine bir adet KADIN talep edilir,

        öldüren KADIN, öldürülen KADIN: katil KADIN öldürülür,

        öldüren KÖLE öldürülen KADIN:
        öldürülen KADIN için bir adet KADIN talep edilir,” (senden alıntı)

        örneğin:
        kadına kadın ŞARTININ yerine gelmesi için;
        öldüren ERKEK, öldürülen KADIN:

        b) katil ERKEK’in yerine bir adet KADIN talep edilir,
        böyle taleplerde bulunulmasını Bakara 178 el-takıları dikkate alınarak düşünüldüğünde yasaklar..
        Artık anlaşılamayacak bir şey olduğunu sanmıyorum..Amacınız gerçeğe ulaşmaksa…Ama sizin için önemli olan gerçek değil de sizin arzu ve hevesleriniz ise ne kadar doğru olursa olsun hiç bir şeyi kabul edeceğinizi sanmıyorum..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        —-el-takısı,parmakla gösterircesine, öldürülen ve öldüren tarafındaki kişileri belirginleştirdiği için ,işte bu kişi şu kişi ile,bu hür şu hür kişi ile,şu köle bu köle ile ve şu kadın bu kadın ile kısas edilir anlamını kattığı için;
        aşağıdaki şize ait olan şu çıkarımlar geçersiz ve yersiz hale gelir..Eğer EL- TAKISI KULLANILMAMIŞ OLSAYDI BAHSETTİĞİNİZ ÇIKARIMLAR ANLAMLI KABUL EDİLEBİLİRDİ..

        Arapça dilbilgisi ve grameri açısından bu ayetteki el-takısının kullanılmasıyla kullanılmaması arasında hiçbir fark olmayacakmıdır..?Olacaksa anlam yönünden nasıl bir fark olacaktır ,buna odaklanırsak doğru sonuca ulaşabiliriz diye düşünüyorum… (senden alıntı)

        “el-” takısı:
        el hurru bi el hurri : hür hür ile:
        el abdu bi el abdi : köle köle ile:
        el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

        şeklinde, genel ve belirsiz değil, belirli öldürülen ve belirli öldüren olduğu anlamına gelir. (senden alıntı)

        en nefse bi en nefsi…: cana can ile
        el ayne bi el ayni…….: göze göz ile
        el enfe bi el enfi…….: buruna burun ile
        el uzune bi el uzuni…: kulağa kulak ile
        es sinne bi es sini…..: dişe diş ile

        yukarıda maide-45 ayetine ait olan Arapça ifadeler ve Türkçe karşılıkları kuranmeali sitesinden alınmıştır,

        herhalde “cana can ile” ifadesinde cinsiyet ve statü ayırımı yapılmadığı için, yani cinsiyet ve statü açısından birebir eşleşme yapılmadığı için “en” takısı kullanılmış olmalı

        herhalde “dişe diş ile” ifadesinde, kırılan dişin alt damak veya üst damaktaki (azı, kesici, süt, vs.) yeri açısından ayırım yapılmadığı için, yani diş çeşitleri açısından birebir eşleşme yapılmadığı için “es” takısı kullanılmış olabilir.

        tabi doğrusunu Arapça bilenler daha iyi bilir.

        gördüğün gibi göze göz, buruna burun, kulağa kulak şartında da “EL” takısı kullanılmış,

        —–1-8-ümit şimşek meali;
        “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, (Bilâlden alıntı)

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        el takısı, kişileri belirginleştirdiği için bu hür şu hür kişi ile,şu köle bu köle ile ve şu kadın bu kadın ile kısas edilir diyorsun?

        öldüren hür belli ölen hür belli ise, öldüren hür, ölen hürle kısas edilir demeye ne gerek var?

        şimdi sizler, hüre hür, köleye, köle, kadına kadın ifadesinde, hürün hürü öldürdüğünü, kölenin köleyi öldürdüğünü, kadının kadını öldürdüğünü ve öldürenlerle öldürülenlerin kim olduğunun bilindiği söylüyorsunuz? (yanlış anladıysam düzeltin)

        olaya birde eylemler açısından bakalım;
        öldürmede:
        hüre hür,
        köleye köle,
        kadına kadın,

        göz çıkarmada: göze göz,
        burun koparmada: buruna burun
        kulak koparmada: kulağa kulak kısas edilir,

        şimdi bu Arapçasında “EL” takısı kullanılan eylemleri karşılaştıralım,

        hüre hür ifadesinde, hürün hürü öldürdüğünü,
        köleye köle ifadesinde kölenin köleyi öldürdüğünü,
        kadına kadın ifadesinde kadının kadını öldürdüğünü söylemekle

        göze göz ifadesinde gözün gözü çıkardığını,
        buruna burun ifadesinde burunun burunu kopardığını,
        kulağa kulak ifadesinde kulağın kulağı kopardığını söylemiş oluyorsunuz,

        ne demek istediğim pek anlaşılmadıysa bir örnek vereyim;

        HÜRE HÜR ifadesinde, HÜRÜN HÜRÜ öldürdüğünü söylemekle,
        GÖZE GÖZ ifadesinde GÖZÜN GÖZÜ çıkardığını söylemiş olursunuz,

        demekki hüre hür ifadesindeki “EL” takısı, öldüren hürle öldürülen hürün bilindiğini değil, öldürenin cinsiyeti statüsü ne olursa olsun, hüre karşılık hürün kısas edileceğini belirtiyor.
        köleye köle, kadına kadın şartı içinde aynı durum söz konusu,

        madem hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi, hürü hürü, kölenin köleyi, kadının kadını öldürdüğü anlamına geliyor,

        o zaman bu eşleşmeleri cinsiyet ve statü farklılıklarına göre yapmakta hiçbir sakınca yok,

        bu durumda,
        hüre köle ifadesinde, kölenin hürü
        hüre kadın ifadesinde, kadının hürü
        köleye hür ifadesinde, hürün köleyi
        köleye kadın ifadesine, kadının köleyi
        kadına hür ifadesinde, hürün kadını
        kadına köle ifadesinde, kölenin kadını öldürdüğünü söylemiş oluruz ki

        birileri de çıkar öldürenle öldürülen belliyse, cinsiyetlerini ve statülerini söylemenin bir anlamı var mı? diye sorar,

        kısas tanımına göre,
        hüre hür ifadesi, hüre karşılık hürün kısas edileceğini
        köleye köle ifadesi, köleye karşılık kölenin kısas edileceğini
        kadına kadın ifadesi, kadına karşılık kadının kısas edileceğini belirtir,

        o nedenle ayetteki kıyaslamalarda,
        hüre hür ifadesi, hürü hürün öldürdüğü anlamına gelmiyor,
        kısasta öldürülecek kişinin hür olmasını şart koşuyor,

        köleye köle ifadesi, köleyi kölenin öldürdüğü anlamına gelmiyor,
        kısasta öldürülecek kişinin köle olmasını şart koşuyor,

        kadına kadın ifadesi, kadını kadının öldürdüğü anlamına gelmiyor,
        kısasta öldürülecek kişinin kadın olmasını şart koşuyor,

        o nedenle “el” takısı, kısasa kısasta hüre karşılık hürün, köleye karşılık kölenin, kadına karşılık kadının kısas edileceğini belirtiyor,

        el hurru bi el hurri : hür hür ile:
        el abdu bi el abdi : köle köle ile:
        el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

        yukarıdaki ifadelerde,
        hür hür ile kıyas edilir diyor, hürü öldüren hürdür demiyor,
        köle köle ile kıyas edilir diyor, köleyi öldüren köledir demiyor
        kadın kadın ile kıyas edilir diyor, kadını öldüren kadındır demiyor,

        “el” takısının parmakla işaret ettiği şeylerin neler olduğunu umarım anlatabilmişimdir.

        kabul etmeye gelince, benim gibi sende kendi iddianda ısrar edeceksin ama bu durum öldürmede kısas konusunda bir sonuca varıldığı anlamına gelmiyor,

        yani bu konuda bir şeyler söylemek isteyenler her zaman çıkacaktır,

        bu mesaj vesilesiyle, Müslüman arkadaşların Ramazan bayramı ve çocukların şeker bayramı kutlu olsun diyelim

  94. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu,
    “el takısı, kişileri belirginleştirdiği için bu hür şu hür kişi ile,şu köle bu köle ile ve şu kadın bu kadın ile kısas edilir diyorsun?

    öldüren hür belli ölen hür belli ise, öldüren hür, ölen hürle kısas edilir demeye ne gerek var?” (senden alıntı)
    Şundan gerek var:
    çünkü öldürülen hür ile ölen hür belli olduğu halde, öldüren hürü değil de bir başkasını kısas etme girişimleri var..bunu önlemek için ..bu kadar basit…

    “göze göz ifadesinde gözün gözü çıkardığını,
    buruna burun ifadesinde burunun burunu kopardığını,
    kulağa kulak ifadesinde kulağın kulağı kopardığını söylemiş oluyorsunuz,

    ne demek istediğim pek anlaşılmadıysa bir örnek vereyim;

    HÜRE HÜR ifadesinde, HÜRÜN HÜRÜ öldürdüğünü söylemekle,
    GÖZE GÖZ ifadesinde GÖZÜN GÖZÜ çıkardığını söylemiş olursunuz,” (senden alıntı)
    Kesinlikle hayır…Göze göz ifadesinde gözü çıkarılanın gözüne karşılık gözü çıkaranın gözünden bahsediyor..buruna burun ve kulağa kulak ifadeleri de aynı şekilde…
    Anlamamak için direnmek adına kendini “ana sınıfı” düzeyinde bir anlayış seviyesine indirebildiğin için seni ve de bayramını tebrik ediyorum…

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      —-Şundan gerek var:
      çünkü öldürülen hür ile ölen hür belli olduğu halde, öldüren hürü değil de bir başkasını kısas etme girişimleri var..bunu önlemek için ..bu kadar basit… (senden alıntı)

      gerek var mı? yok mu? görelim.

      kısasa kısasın kesin hükmü, uğranılan mağduriyeti, mağduriyete sebep olandan aynen talep etmektir ve kısasa kısasın uygulanabilmesi için suçu işleyenin bilinmesi şartı vardır,

      eğer başkasını kısas etme girişimleri varsa, bunun suçu, kısasa kısas hükmünün değil, kısasa kısas hükmünü yanlış uygulamaya kalkanların olur, bu da kısasa kısas hükümlerinin değiştirilmesi için bahane olmaz,

      çünki kısasa kısas hükümleri kesin ve nettir, kesinlikle değiştirilemez, hükmü yanlış uygulayanlar ise suç işlemiş olur, böyle bir durumda yapılacak tek şey kısasa kısas hükmünü yanlış uygulayanları cezalandırmaktır, hükümleri değiştirmek değil,

      o nedenle bu iş o kadar basit değil, nedenine gelince

      el hurru bi el hurri : hür hür ile:
      el abdu bi el abdi : köle köle ile:
      el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

      yukarıdaki ifadeleri tekrar masaya yatıralım,

      hüre hür, hür ile hür veya hür hür ile ifadelerinde, öldürülen ile öldürenin belli olduğunu, bu nedenle hür ile hür ifadesini, öldürülen hür ile hürü öldüren hür şeklinde anlamamız gerektiğini söylüyorsun,

      bende, eğer öldürülenle öldüren belli ise öldürülenle öldürenin cinsiyetlerinin ve statülerinin bilinmesinin ne önemi var? diyorum, aslolan katilin cezalandırılması ise öldürülenle öldürenin cinsiyet ve statülerinden bahsetmenin gereksiz yere söylenmiş afaki bir söz olduğunu söylüyorum, tabi bunu senin iddiana göre söylüyorum,

      bunu sana, işin içine cana can ifadesini de katarak anlatmaya çalışayım,

      cana can hükmünde, kısasa kısas hükmünün uygulanabilmesi için öldürülenle öldürülenin bilinmesi şartı vardır, yani öldürüleni kimin öldürdüğünün bilinmesi şartı vardır,

      hüre hür ifadesini senin yorumladığın şekilde yazalım,

      hüre hür; öldürülen hür ile hürü öldüren hür kısas edilir,
      cana can; öldürülen (…) ile öldüren (…) kısas edilir.

      hüre hür ifadesinde, kısasa kısas gereği KATİL HÜR öldürülür,
      köleye köle ifadesinde, kısasa kısas gereği KATİL KÖLE öldürülür,
      kadına kadın ifadesinde, kısasa kısas gereği KATİL KADIN öldürülür,
      cana can ifadesinde kısasa kısas gereği KATİL öldürülür,

      cana can ifadesindeki boşlukları,
      hür, hür
      hür, köle
      hür, kadın
      köle, hür
      köle, köle
      köle, kadın
      kadın, hür
      kadın, köle
      kadın, kadın şeklinde olmak üzere 9 türlü doldurabiliriz.

      gördüğün gibi cana can ifadesinin içeriğinde hüre hür, köleye köle, kadına kadın eşleşmesini sağlayan seçenekler de var, bu durum senin iddianı geçersiz kılıyor,

      yani hürü öldürenin hür, köleyi öldürenin köle, kadını öldürenin kadın olduğu iddianı…

      demek ki bakara 178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri başka bir amaçla ayete yazılmış,

      bakara 178’in iniş sebebi olarak o malum hikâye anlatılıyor,

      eğer 2 kabile birbiriyle çatışıyorsa, ölenlerin kim olduğu bilinse bile öldürenlerin kim olduğu bilinemez,

      nedenine gelince, bu iki kabile birbirlerine ya gece baskınları düzenleyip vur kaç yapmışlardır, yada bir yerde karşılaştıklarında birbirlerine ok, kılıç, gürz, (her neyse) benzeri şeylerle saldırmışlardır, herhalde birbirleriyle döğüşürken bir taraftanda acaba kim kimi öldürdü merakıyla sağa sola bakacak halleri yoktu, kimbilir, belkide hasmını öldüren kimi öldürdüğünü bile bilmiyordu ki, kimi öldürdün? sorusuna cevap verebilsin?

      sonuçta bu iki kabile Müslüman oldukları için aralarındaki kan davasına son vermek istiyorlar ama cana can hükmünde katilin bilinmesi şartı olduğundan aralarındaki ödeşmenin cana can hükmüne göre yapılamayacağını bildiklerinden birbirlerine üstünlük sağlamak cüretinde bulunuyorlar, nasılsa bizim durumumuz cana can hükmünü kapsamıyor kurnazlığına kaçarak,

      işte, 2 kabileyi barıştırmak için bulunan yöntemde katillerin bilinmemesi nedeniyle,
      eşitliği sağlamak adına hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri getirilerek, hem kısasa kısas hükmünü sakatlamışlar hemde, öldürülen için öldürülenin cinsiyeti ve statüsüyle aynı konumda olan biri katil olup olmadığına bakılmaksızın öldürülmüş,

      yani, iki kabile arasındaki ödeşme, cana can hükmüyle (katilin bilinmesi şartı) çözülemediği için, öldürülenin statüsü ve cinsiyeti göz önüne alınarak ödeşme yoluna gidilmiş,

      o nedenle bakara 178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerine göre iki kabile arasındaki itilafı çözmek için,

      hürü öldürenin kim olduğu bilinmediği için hüre karşılık olarak hürün öldürüleceğini (hüre hür)

      köleyi öldürenin kim olduğu bilinmediği için köleye karşılık olarak köle öldürüleceğini (köleye köle)

      kadını öldürenin kim olduğu bilinmediği için kadına karşılık olarak kadının öldürüleceğini (kadına kadın) şart koşarak, emir demiri keser misali buyruk tanrıdan gelince kimse itiraz etmez denilerek böyle bir yöntem bulunmuş, yani sorun Kuranın tanrısına çözdürülmüş?

      sonuçta ne olmuş, toplu öldürmelerdeki sorunu çözmek için getirilen yöntem, kısasa kısas hükmünü sakatlamakla kalmamış, teke tek öldürmelerde hak sahiplerine, uğranılan mağduriyeti cinsiyet ve statü kıstasını baz alarak talep etme hakkını vermiş, ister istemez vermiş,

      yani bir taraftan bir hür öldürüldüğünde, karşı taraftan kimin öldürdüğüne bakmaksızın hür talep etme hakkını vermiş,

      işin sonunun nereye varacağı hesaplanmadığı için iki kabileyi barıştırayım derken, öldürülen ve öldüren için cinsiyet ve statü şartı getirerek, eşitler arası olmayan durumlarda taraflara pirincin taşını ayıklatmış,

      o nedenle bakara 178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerinde,
      hürü öldürenin kim olduğuna bakmadan hür hür ile kısas edilir diyor
      köleyi öldürenin kim olduğuna bakmadan köle köle ile kısas edilir diyor
      kadını öldürenin kim olduğuna bakmadan kadın kadın ile kısas edilir diyor

      hürü öldüren hür, köleyi öldüren köle, kadını öldüren kadındır demiyor,

      sanırım bakara 178’in, öldürenler bilinmediği için cana can hükmüyle çözülemeyen sorunu çözmek için getirilen ve kısasa kısas hükmüyle hiçbir alakası olmayan ucube bir yöntem olduğunu anlatabilmişimdir diyeceğim ama aklına yatsa da imanını sakatlamamak için kulağının üstüne yatacağını biliyorum,

      ama sen anlatmak istediğimi anlamaya çalışarak bu mesajı aklına geldikçe oku, anlasan da hiç sesini ses çıkarma, maksat fincancı katırları ürkmesin?

      —HÜRE HÜR ifadesinde, HÜRÜN HÜRÜ öldürdüğünü söylemekle,
      GÖZE GÖZ ifadesinde GÖZÜN GÖZÜ çıkardığını söylemiş (benden alıntı)

      senin kurguladığın önermeye uygunluğu açısından bakıldığında başka türlü kurgu yapılamıyor, biliyorsun önermelerde ise diye eğer kelimesiyle başlayan bir şart var,

      eğer HÜRE HÜR, HÜRÜN HÜRÜ ise
      GÖZE GÖZ, GÖZÜN GÖZÜ dür,

      ayrıca, teşbih sanatı açısından bence gayet uyumlu oldular,
      yine ayrıca, benim bayramımı tebrik etmeye kalkma, sonra her gün tebrik etmek zorunda kalırsın?

      özetle söylersem, bakara 178, öldürüşmede cana can hükmüyle çözülemeyen sorunu çözmek için getirilen ve kısasa kısas hükmüyle hiçbir alakası olmayan ucube bir ayettir,

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Sana, “el-” takısıyla ilgili olarak defalarca yaptığım açıklamaları hiç görmemiş gibi ve de her cevabında çaresizlikten lafı boş yere uzatarak savunmaya çalışarak sadece benim değil başkalarının gözünde de çaresiz duruma düştüğünün farkına varırsın umarım..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        kimin gözünde çaresiz duruma düştüysem, gelip beni nasıl çaresiz duruma düşürdüğünü anlatıversin?

        “el takısıyla ilgi açıklamalarını görmezden geldiğimi nasıl söyleyebilirsin, oysa ben “el” takısını öne sürerek ortaya attığın iddia üzerine karşı tezlerimi anlatıyorum, fark edememiş olman çok tuhaf, yoksa sana İngilizcede “the” ekinin kullanıldığı yerlerimi anlatmalıydım?

        sen, el takısını öne sürerek, öldürülenlerinde öldürenlerinde bilindiğini söylemekle kalmayıp hürlerin hürleri, kölelerin köleleri, kadınların kadınları öldürdüklerini söylüyorsun,

        öldürülenlerle öldürenler birebir eşleştiği için ayette hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerinin kullanıldığını söylüyorsun,

        eğer senin dediğin gibi olsaydı, yani karşılıklı öldürmelerde, öldürülenlerle öldürenler bilinseydi ve bilinmekle kalmayıp cinsiyet ve statü açısından birebir eşleşselerdi, yani hürlerin attığı okların hürleri öldürdüğü, kölelerin attığı okların köleleri öldürdüğü, kadınların attığı okların kadınları öldürdüğü ve bu okların kimlere ait olduğu bilinseydi, herhalde herkesin kullandığı oklarda kendilerine has işaretleri vardır, (tıpkı büyük baş hayvanlara vurulan damga gibi)

        birbirleriyle göğüs göğüse çarpıştıklarında, hürler hürlerle, köleler kölelerle, kadınlar kadınlarla vuruşsaydı ve kısas hükmünün muhatabı olmak için hasmını öldüren kişinin başka kişileri öldürmemesi ve kendisinin de öldürülmemesi gerektiği göz önünde bulundurulduğunda,

        kim kime duma duma bir hengamede, böyle bir tesadüfün gerçekleşebileceğini düşünmek insanda evrim teorisinin de gerçek olabileceği kanısının uyanmasına sebep olmaz mı?

        o nedenle senin öne sürdüğün iddia son derece mesnetsiz ve son derece tutarsız,

        diyelim ki senin dediğin gibi olmuş olsun, yani hürler hürleri, köleler köleleri, kadınlar kadınları öldürmüş olsun ve kimin kimi öldürdüğü biliniyor olsun,

        bırak birebir eşleşmeyi, kimin kimi öldürdüğü bilindikten sonra, cinsiyet ve statü açısından birebir eşleşmemiş olsalar bile cana can hükmü bu sorunu çözerdi,

        çünki kimin kimi öldürdüğünün bilindiği bir durumda, cana can hükmüne göre yapılacak kısas uygulamasına kimsenin kesinlikle hiç bir itirazı olamazdı, itiraz etmek ise Kuranın tanrısının ayetini reddetmek anlamına gelirdi,

        işte bu nedenle, iki kabile arasında meydana gelen öldürmelerde, kimin kimi öldürdüğü bilinmediği için cana can hükmü uygulanamamış, çözüm olarak getirilen bakara 178 ayeti ise, öldürmelerde cinsiyet ve statü şartı getirerek, öldürülenin cinsiyet ve statüsüne göre kısas uygulamasına sebep olmakla kalmayıp cana can hükmünü yürürlükten kaldırmıştır,

        her ne kadar Kuranın tanrısı “benim katımda söz değişmez” dese de, ara sıra bazı hükümleri yürürlükten kaldırıp, yerine benzerini veya daha güzelini getirdiğini söylese de, bir çuval inciri berbat ettiği durumlarda ortaya çıkabiliyor,

        sizede kuyudaki taşı çıkarmak için çabalayıp durmak kalıyor,

        özetle, kimin kimi öldürdüğü bilinseydi, cana can uygulamasıyla sorun çözülürdü, çözülmezdi diyenler gerekçeleriyle sebebini açıklasınlar.

  95. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu,
    Bakara 178 in sadece “birbiriyle savaşmış iki kabile” durumu için vahyedildiği yanılgısına düştüğün için sanırım bu kadar uzatıyorsun.Oysa ayette savaşmış kabilelerden vs. hiç bahsedilmiyor.Savaşmış kabileler durumunu da içerse bile bu halde de yine el- takısı sebebiyle sadece ölen ve öldürüleni belirlenebildiği haller için geçerlidir ve öldüren dışında bir başkasının öldürülmesi yoluna gidilmesini engellemiştir.Diğer bir deyişle, öldüren belirlenemiyorsa öldürmeyle ilgisi olmayan bir başkasına karşı kısas yoluna gidilemeyeceği anlamına da gelebilir.
    Ayrıca
    “özetle, kimin kimi öldürdüğü bilinseydi, cana can uygulamasıyla sorun çözülürdü, çözülmezdi diyenler gerekçeleriyle sebebini açıklasınlar.” diyorsun..
    Dikkat edersen savaşmış kabileler durumunda kimin kimi öldürdüğü bilinse bile, hür bir kişi hür kişiyi öldürmüş olsa bile kendilerini şeref yönünden daha üstün gören kabile kendilerinden bir köle ile kısas edilmesini isteyebiliyorlarmış..Tabii bu durum için de mutlaka iki kabilenin savaşa tutuşmuş olması da gerekli değildir..Münferit bir olay olarak da öldürme olayı gerçekleşmiş olabilir..
    Savaş esnasında öldürenlerin belli olmadığı ölümlerde de, öldürülene karşılık örneğin kendilerinden bir köle ölmüşse karşı kabileden herhangi bir hürün kısas edilmesini isteyebiliyorlarmış.İşte bu Bakara 178 bunu engelliyor.
    Eğer el- takısı kullanılmamış olsaydı,öldüren kişinin belirlenemediği savaş gibi durumlarda ölen hüre karşı karşıdan da bir hürün kısas edilmesi gerektiği sonucuna varılabilirdi.El- takısı kullanıldığı için ve belirlilik anlamı kattığı için kısas konusunda bu belirli olan öldüren-öldürülen ikilisinin dışına çıkılmamasını istiyor.

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      —- Bakara 178 in sadece “birbiriyle savaşmış iki kabile” durumu için vahyedildiği yanılgısına düştüğün için sanırım bu kadar uzatıyorsun.Oysa ayette savaşmış kabilelerden vs. hiç bahsedilmiyor.

      Savaşmış kabileler durumunu da içerse bile bu halde de yine el- takısı sebebiyle sadece ölen ve öldürüleni belirlenebildiği haller için geçerlidir ve öldüren dışında bir başkasının öldürülmesi yoluna gidilmesini engellemiştir.Diğer bir deyişle, öldüren belirlenemiyorsa öldürmeyle ilgisi olmayan bir başkasına karşı kısas yoluna gidilemeyeceği anlamına da gelebilir. (senden alıntı)

      kısasa kısas; zarara uğrayanın zararını, zarar verenden aynen tahsil etmesidir,
      zararın tahsili mümkün değilse, zarar verene aynı zararı vermektir,

      kısasa kısas hükmünün uygulanabilmesi için zarar verenle zarara uğrayanın birebir bilinmesi gerekir, zarar veren belli değilse kısasa kısas uygulamasından söz edilemez,

      suçun şahsiliği ilkesine göre sana kısasa kısasın tarifini yaptım, sanırım bu konuda hemfikiriz,
      ayrıca suç ve ceza kavramlarına göre ceza suçluya verilir, hukuk terimlerini bilmeyenler bile cezanın suçluya verileceğini bilir,

      cana can hükmünde, cinsiyet ve statü göz önüne alınmadığından öldürenle öldüreni tanımlamak için katil ve maktül kelimeleri kullanılır,

      kısas uygulanabilmesi için katil ve maktülün birebir bilinme zorunluluğu olduğundan “katil maktül ile kısas edilir” ifadesi, katil ve maktülün birebir bilindiği anlamına geldiğinden kullanılmasında bir sakınca olmaz,

      yani, “katil maktül ile kısas edilir” cümlesiyle “katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir” cümlesi aynı anlama gelir

      —–1-8-ümit şimşek meali;
      “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, (Bilâlden alıntı)

      Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

      el hurru bi el hurri : hür hür ile:
      el abdu bi el abdi : köle köle ile:
      el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

      yukarıda, bakara 178’in iki farklı tercümesine göre ifadeleri yan yana yazalım ve iki kabileyi yok sayalım,

      yani BAKARA 178’in İNİŞ SEBEBİNİ BİLMİYOR OLALIM,

      hür hür ile………hür öldürdüğü hür ile
      köle köle ile……köle öldürdüğü köle ile
      kadın kadın ile…kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir,

      iki farklı yazılışta, sağ taraftaki ifadeye “ÖLDÜRDÜĞÜ” kelimesi yamanarak söküğü iğne iplikle dikme çabası gösterilmiş, bakalım sökük yamanabilmiş mi?

      eğer senin iddia ettiğin gibi öldüren ve öldürülen birebir biliniyorsa ve bunları cinsiyet ve statülerine göre kategorize etmek gerekiyorsa! bu durumda ayette 9 türlü eşleşmenin tek tek yazılmış olması gerekirdi?

      şimdi 9 türlü eşleşmeyi ve cana can hükmündeki tarifi birlikte yazalım,

      hür hür ile………hür öldürdüğü hür ile
      hür köle ile…….hür öldürdüğü köle ile
      hür kadın ile……hür öldürdüğü kadın ile
      köle hür ile…….köle öldürdüğü hür ile
      köle köle ile……köle öldürdüğü köle ile
      köle kadın ile…..köle öldürdüğü kadın ile
      kadın hür ile……kadın öldürdüğü hür ile
      kadın köle ile…..kadın öldürdüğü köle ile
      kadın kadın ile…kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir,

      katil maktül ile…katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir,

      yani öldüren ve öldürülen birebir biliniyor olsaydı ve cinsiyet ve statülerine göre kategorize edilmek istenseydi, ayet içerisinde sağ taraftaki ifadelerin 3 türlü değil, 9 türlü yazılması gerekecekti,

      bu durumda ayetin, “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür öldürdüğü hür ile, hür öldürdüğü köle ile, hür öldürdüğü kadın ile, köle öldürdüğü hür ile, köle öldürdüğü köle ile, köle öldürdüğü kadın ile, kadın öldürdüğü hür ile, kadın öldürdüğü köle ile, kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir.” şeklinde yazılması gerekecekti,

      bu durumda da birileri,” suçun şahsiliği ilkesi gereği bunun zaten böyle olması gerekiyor, bunları söylemenin ne gereği var?” diyecekti!!!

      diyelim ki Kuranın tanrısının, örnek teşkil etmesi açısından 3 tane örnek vermeyi yeterli görmüş olduğunu varsayalım!

      bu durumda ayetin, “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür öldürdüğü hür ile, köle öldürdüğü köle ile, kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir.” şeklinde yazılması gerekecekti,

      bu durumda yine birileri,” suçun şahsiliği ilkesi gereği bunun zaten böyle olması gerekiyor, bunları söylemenin ne gereği var?” diyecekti!!!

      diyelimki Kuranın tanrısı ayette, öldürenle öldürüleni cinsiyet ve statülerine göre 9 türlü yazmak yerine, 9 türlü eşleşmeyi içerisinde barındıran cana can hükmüne göre katil ve maktül kelimelerini kulanmış olsun,

      bu durumda ayetin, “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. katil maktül ile kısas edilir.” şeklinde yazılması gerekecekti,

      bu durumda yine birileri,” suçun şahsiliği ilkesi gereği bunun zaten böyle olması gerekiyor, bunları söylemenin ne gereği var?” diyecekti!!!

      şimdi ayetin yorumuna tekrar gelirsek,

      hür öldürdüğü hür ile kısas edilir,

      herhalde başkasıyla kıyas edilecek değil! tabi ki katil maktüle karşılık kısas edilir, cümlenin kendisi kelimenin tam anlamıyla absürd bir cümle, o nedenle hürün öldürdüğü hürle kısas edileceğini söylemenin hiçbir anlamı ve gereği yok! hele ayete bu şekilde bir yama yapan Kuran tercümanını nereye koymak lâzım, o da ayrı bir konu?

      o nedenle, Kuranın tanrısının maktülle katilin belli olduğu bir durumda maktüle karşılık katil kısas edilir demesinin hiçbir mantığı yok,

      zaten böyle bir şey demek istemiş olsaydı, (aptallık paraylan pullan değil ya!) bunu maide-45’te yapardı,

      Ve o kitapta onlara hükmettik ki cana karşılık can, göze karşılık göz, burna karşılık burun, kulağa karşılık kulak, dişe karşılık diş ve yaralara karşılık da yaralarla kısas var. Fakat kim bağışlar da hakkından geçerse bu, suçlarının yarlıganmasına sebep olur ve kimler, Allah’ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse onlardır zâlimlerin ta kendileri. (maide45)

      Kuranın tanrısı, Maide 45’te cana can diyerek, cinsiyeti ve statüsü ne olursa olsun ben kimin kimi öldürdüğüne bakarım, demiş,

      —-Dikkat edersen savaşmış kabileler durumunda kimin kimi öldürdüğü bilinse bile, hür bir kişi hür kişiyi öldürmüş olsa bile kendilerini şeref yönünden daha üstün gören kabile kendilerinden bir köle ile kısas edilmesini isteyebiliyorlarmış..Tabii bu durum için de mutlaka iki kabilenin savaşa tutuşmuş olması da gerekli değildir..Münferit bir olay olarak da öldürme olayı gerçekleşmiş olabilir.. (senden alıntı)

      kimin kimi öldürdüğü bilindiğinde, kısasa kısas hükümleri uygulanır, öyle bir durumda kimse kimseye üstünlük sağlayamaz, çünki hiç kimse maide-45 orta yerde duruyorken, ayeti görmezden gelme cüretini gösteremez, hele Muhammed döneminde yaşamış olan kabilelerden hiçbiri, böyle bir cüreti asla gösteremez,

      —-Savaş esnasında öldürenlerin belli olmadığı ölümlerde de, öldürülene karşılık örneğin kendilerinden bir köle ölmüşse karşı kabileden herhangi bir hürün kısas edilmesini isteyebiliyorlarmış.İşte bu Bakara 178 bunu engelliyor. (senden alıntı)

      öldürenlerin bilinmediği durumlarda kısasa kısas hükümleri uygulanamaz, yani faili meçhul bir olayda muhatap alınacak hiç kimse yok demektir,

      ayrıca, savaşta kısas hükümleri uygulanmaz, savaşta, kazanan taraf karşı taraftan tazminat talep eder yada ganimet elde eder,

      savaşta kısasa kısas hükümleri uygulansaydı, bedir savaşında Mekkeliler, uhud savaşında Medineliler alacaklı çıkardı,

      —-Eğer el- takısı kullanılmamış olsaydı,öldüren kişinin belirlenemediği savaş gibi durumlarda ölen hüre karşı karşıdan da bir hürün kısas edilmesi gerektiği sonucuna varılabilirdi.

      El- takısı kullanıldığı için ve belirlilik anlamı kattığı için kısas konusunda bu belirli olan öldüren-öldürülen ikilisinin dışına çıkılmamasını istiyor. (senden alıntı)

      katille maktül belliyse kısasa kısas hükümleri uygulanır, yani maktüle karşılık maktülü öldüren katil kısas edilmiş olur, bu durumda öldüren öldürülen ikilisinin dışına çıkılmamış olur,

      yukarıda anlattıklarımı anlayabildiysen, yani öldürenlerle öldürülenlerin birebir bilindiği eşleşmelerin bir ayet içerisinde kategorize edilerek anlatılmasının bilineni tarif etmekten öteye bir anlamı olmayacağını, bu nedenle ayet içerisinde bahsedilmesinin gereksizliğini de anlamış olmalısın,

      bu durumda, el takısının neyi belirtiğini,

      el hurru bi el hurri : hür hür ile:
      el abdu bi el abdi : köle köle ile:
      el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

      sen buluver bir zahmet.

  96. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu,
    “diyelim ki Kuranın tanrısının, örnek teşkil etmesi açısından 3 tane örnek vermeyi yeterli görmüş olduğunu varsayalım!
    bu durumda ayetin, “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür öldürdüğü hür ile, köle öldürdüğü köle ile, kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir.” şeklinde yazılması gerekecekti,”
    (senden alıntı)
    Ben de, el-takısı kullanılınca ,”öldürmelerde size kısas farz kılındı” diyerek başlandığı için ortada bir cinayetin olduğu ve bunun iki tarafı olan (örneğin) hürlerin,kölelerin ya da kadınların kimlikleri “belirli” olduğu için yukarıda bahsettiğin “öldürdüğü kadın ile ya da öldürdüğü hür ile” gibi açıklamalara gerek yoktur diyorum…
    “katille maktül belliyse kısasa kısas hükümleri uygulanır, yani maktüle karşılık maktülü öldüren katil kısas edilmiş olur, bu durumda öldüren öldürülen ikilisinin dışına çıkılmamış olur,

    yukarıda anlattıklarımı anlayabildiysen, yani öldürenlerle öldürülenlerin birebir bilindiği eşleşmelerin bir ayet içerisinde kategorize edilerek anlatılmasının bilineni tarif etmekten öteye bir anlamı olmayacağını, bu nedenle ayet içerisinde bahsedilmesinin gereksizliğini de anlamış olmalısın,”(senden alıntı)
    neden gereksiz değil?..Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..
    Gayet açık ve net bir şekilde son bir kez daha açıkladım ama inatla yine hiç bir şey anlamamış gibi uzun uzun bir cevap daha yazarsın..

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      —Ben de, el-takısı kullanılınca ,”öldürmelerde size kısas farz kılındı” diyerek başlandığı için ortada bir cinayetin olduğu ve bunun iki tarafı olan (örneğin) hürlerin,kölelerin ya da kadınların kimlikleri “belirli” olduğu için yukarıda bahsettiğin “öldürdüğü kadın ile ya da öldürdüğü hür ile” gibi açıklamalara gerek yoktur diyorum… (senden alıntı)

      sen “öldürmelerde size kısas farz kılındı” ifadesini öne sürerek öldürenle öldürülenin kimlikleri belirli olduğu için “öldürdüğü” kelimesinin kullanılmasına gerek yoktur diyorsun,

      “hür hür ile kısas edilir” ifadesinin “hür öldürdüğü hür ile kısas edilir” anlamına geleceğini, o nedenle ayetteki ifadeyi “hür hür ile kısas edilir” şeklinde anlamamız gerektiğini söylüyorsun,

      verdiğim onca örneğe rağmen halâ, tanrının herkesin bildiği malumun ilanı olan bir sözü söyleyebileceğini iddia ediyorsun!!!

      tanrı hiç, “hür hür ile kıyas edilir” der mi?

      dediğini varsayalım,

      bu durumda tanrınıza, aman ne iyi etmişsinde “hür hür ile kıyas edilir” demişsin,
      demeseydin biz hürün hürle kıyas edileceğini nereden bilecektik, bilemediğimiz için kimimiz hüre karşılık kölenin, kimimiz kadının, kimimiz öküzün, kimimiz devenin, vb., kısas edileceği yanılgısına düşecektik, iyi ki demişsinde sayende hürün hürle kısas edileceğini öğrenmiş olduk? mu derdiniz!

      yoksa herkesce bilineni (malumun ilânı) söylemenin ne gereği var, diyerek söylenen sözün boş ve gereksiz bir söz olduğunu mu söylerdiniz?

      şimdi ben “kediler miyavlar” desem,

      siz bana, aman ne iyi ettinde kedilerin miyavladığını söyledin, söylemeseydin biz kedilerin miyavladığını nereden bilecektik, bilemeyeceğimiz için kimimiz kedilerin havladığı, kimimiz kedilerin anırdığı, kimimiz kedilerin melediği, kimimiz kedilerim mölediği, kimimiz kedilerin gıdakladığı yanılgısına düşecektik, iyiki söyledinde sayende kedilerin miyavladığını öğrenmiş olduk mu? derdiniz!

      yoksa, herkesin bildiği bir şeyi söylemenin gereksizliğini vurgulayarak, benim boş boş konuştuğumu mu söylerdiniz?

      tabiî ki söylediğim ifadeyi boş ve anlamsız bulup gereksiz yere konuştuğumu söyleyecektiniz

      hatta içinizden bazıları, bu geri zekâlı, şimdi üçgenin üç kenarı, dörtgenin dört kenarı vardır derse hiç şaşırmam diyerek beni makaraya alırdı, “de get işine”, diyenler bile olurdu,

      kediler miyavlar demek ne kadar boş ve anlamsızsa, maktülle katilin hür olduğu bir eşleşmede hür hür ile kısas edilir demek te o kadar boş ve anlamsızdır,

      o nedenle tanrı, herkesin bildiği malumun ilânı olan bir cümle söyleyerek kendini boş işler peşinde koşan bir varlık konumuna düşürmez, ve öyle bir laf söylemez,

      yani tanrı, “hür hür ile kısas edilir” demez.
      ayrıca tanrı “katil maktül ile kıyas edilir” de demez.

      —–neden gereksiz değil?..Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..
      Gayet açık ve net bir şekilde son bir kez daha açıkladım ama inatla yine hiç bir şey anlamamış gibi uzun uzun bir cevap daha yazarsın.. (senden alıntı)

      —-yani BAKARA 178’in İNİŞ SEBEBİNİ BİLMİYOR OLALIM (bir önceki mesajımdan alıntı)

      ayetin iniş sebebini bilmediğimizi bir önceki mesajımda belirtmiştim,

      konumuzun kısası amacından saptırmak isteyenlerle ne ilgisi var?

      yoksa Kuranın tanrısı ayetlerini, suç işleyen fetbazları memnun edecek şekilde düzenlemeyi kendine bir görev mi biliyor?

      eğer ortada kısasa kısas hükümlerinin uygulanacağı bir durum varsa, yani kısasa kısas şartları gerçekleşmişse, kısas hükümlerinin dışına çıkarak kısası amacından saptırmaya kalkanlar suç işlemiş olur, bununda gereği suçluları cezalandırmak olur, ayetin kısasa kısas hükmü değiştirmek değil,

      sana daha önce söylemiştim kısasa kısas şartlarını gerçekleştiği bir durumda, yani katil ve maktülün birebir bilindiği bir durumda hiç kimse kısası amacından saptıramaz,

      çünki kısasa kısas şartlarının gerçekleştiği bir durumda maide-45’teki cana can hükmü devreye girer, o nedenle hiç kimse ayeti yok sayarak kendi kafasına göre hüküm vermeye cüret edemez, hele peygamber döneminde hiç kimse böyle bir şeye asla cüret edemez,

      o nedenle hiç kimse kısasa kısas hükümlerinin dışına çıkamaz,

      —-“normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir” —-

      kısasa kısasın amacını saptırmak isteyenler olduğu ve bakara-178’in bunu engellemek için indiği iddiandaki öne sürdüğün gerekçe, aslında bakara 178’in sebep olduğu bir durumdur,

      evet, Kuranın tanrısı bakara-178’de normal kısasa kısas hükümlerinin dışına çıkarak, kısasa kısasta öldürenin kim olduğuna bakılmaksızın, öldürülenin cinsiyet ve statüsünün göz önüne alınacağı bir uygulama getirmiş, getirmekle kalmayıp cana can uygulamasını hükümsüz kılmıştır,

      yani Kuranın tanrısı, normal kısasa kısas hükümlerine göre söylenmemesi gereken bir sözü söyleyerek!!!

      el hurru bi el hurri : hür hür ile:
      el abdu bi el abdi : köle köle ile:
      el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

      hürün hür ile,
      kölenin köle ile,
      kadının kadın ile kısas edilmesi şartını getirmiş?

      eğer yinede el takısının, öldürenle öldürüleni birebir belirttiğini söylersen,
      tanrınızı, herkesçe bilinen bir şeyi söyleyerek boş ve gereksiz yere konuşan bir tanrı durumuna düşürürsün, yaptığında o zaten?

      aynen, tanrınızı gönderdiği kitapları korumaktan aciz bir varlık olduğunu ispatlamaya çalıştığınız gibi, tanrınızın boş ve gereksiz yere konuşan bir tanrı olduğunu ispatlamaya çalışıyorsunuz?

      uzun yazmamın sebebi, anlayabilmen için detaylı açıklama yapmak zorunda kalmamdan kaynaklanıyor.

      herhalde uzun uzadıya yazılan mesajları okumaktan sıkılıyorsan, o nedenle üstün körü okuyorsun ve hiçbir şey anlayamıyorsun,

      o zaman kısasa kısas ile ilgili yazdığım tüm mesajlarımı boş zamanlarında dikatlice özümseyerek okumayı dene, belki o zaman ne dediğimi anlarsın.

      ayrıca sadece seni gözeterek yazmıyorum mesajlarımı, diğer üyelerden de söyleyecek lafı olanlar, gelip kendi düşüncelerini söyleyebilirler, kimbilir belkide bizim çıkış noktalarımızdan daha farklı bir tez öne sürerek bizim tezlerimizi çürütebilirler.

      • 1okuyucu dedi ki:

        düzeltme;

        aşağıdaki cümlelerde “kısas” kelimesi yanlışlıkla “kıyas” olarak yazılmıştır,
        tanrı hiç, “hür hür ile kıyas edilir” der mi?

        bu durumda tanrınıza, aman ne iyi etmişsinde “hür hür ile kıyas edilir” demişsin,

        ayrıca tanrı “katil maktül ile kıyas edilir” de demez

        doğrusu aşağıdaki şekildedir,
        tanrı hiç, “hür hür ile kısas edilir” der mi?

        bu durumda tanrınıza, aman ne iyi etmişsinde “hür hür ile kısas edilir” demişsin,

        ayrıca tanrı “katil maktül ile kısas edilir” de demez

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        “sen “öldürmelerde size kısas farz kılındı” ifadesini öne sürerek öldürenle öldürülenin kimlikleri belirli olduğu için “öldürdüğü” kelimesinin kullanılmasına gerek yoktur diyorsun,

        “hür hür ile kısas edilir” ifadesinin “hür öldürdüğü hür ile kısas edilir” anlamına geleceğini, o nedenle ayetteki ifadeyi “hür hür ile kısas edilir” şeklinde anlamamız gerektiğini söylüyorsun,

        verdiğim onca örneğe rağmen halâ, tanrının herkesin bildiği malumun ilanı olan bir sözü söyleyebileceğini iddia ediyorsun!!!

        tanrı hiç, “hür hür ile kıyas edilir” der mi?” (senden alıntı)
        yukarıdaki “diyorsun” ,”söylüyorsun” ve “iddia ediyorsun” diye bahsettiğin şeyler tamamen çarpıtmadan veya anlama konusunda problemli olmaktan kaynaklanabilir..
        Birincisi,yukarıdaki “diyorsun” ile bitirdiğin birinci paragrafta “öldürmelerde size kısas farz kılındı” ifadesini öne sürerek değil ,benim yazdığım mesajda da kolaylıkla görüleceği üzere ei- takısı kullanılınca diyorum..
        Yukarıda alıntıdaki ikinci paragrafta yazdığın ifadeyle ne demek istediğini anlayabilene aşk olsun..
        üçüncü paragrafta kastettiğin şeye sanırım 4-5 kez aynı cevabı verdim..Ama bıkmadan, sen anlamazlıktan geldikçe bu yazdıklarımızı takip eden kişilerin aydınlatılması adına yazmaya devam edeceğim..
        diğer bir paragrafta da şöyle demişsin:
        “eğer yinede el takısının, öldürenle öldürüleni birebir belirttiğini söylersen,
        tanrınızı, herkesçe bilinen bir şeyi söyleyerek boş ve gereksiz yere konuşan bir tanrı durumuna düşürürsün, yaptığında o zaten?”
        cevabım şuydu:
        “neden gereksiz değil?..Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..”
        Ayrıca Maide 45 deki cana can hükmünü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışma durumu ortaya çıkmıştır.Belki de “işte onunki de can bununki de can ” diyerek bu hükmü geçersiz kılmaya çalışmışlardı.
        Ama şu aşağıda yazdıklarını hangi kafayla düşündüğünü yemin ederim anlayabilmiş değilim.
        “konumuzun kısası amacından saptırmak isteyenlerle ne ilgisi var?

        yoksa Kuranın tanrısı ayetlerini, suç işleyen fetbazları memnun edecek şekilde düzenlemeyi kendine bir görev mi biliyor?” (senden alıntı)

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        mesajımı üstünkörü okuduğun belli oluyor,
        tekrar tekrar anlayarak okuduğunda bana sorduğun soruların cevabının mesaj içerisinde olduğunu göreceksin,

        mesajlarımı ayık kafayla yazıyorum, alkole allerjjim olduğu için alkol kullanmıyorum,
        ayrıca çiğ soğanı katur kutur yediğim halde, pişmiş soğan yiyemiyorum, o nedenle yemeğe konan soğanı rendeden geçiriyorlar, o nedenle soğan yahnisi de yiyemiyorum, ayrıca kokorece, ciğer dalak dışında sakatata da allerjjim var,

  97. 1okuyucu dedi ki:

    T.TAŞPINAR;

    —–1-8-ümit şimşek meali;
    “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, (Bilâlden alıntı)

    —yukarıdaki “diyorsun” ,”söylüyorsun” ve “iddia ediyorsun” diye bahsettiğin şeyler tamamen çarpıtmadan veya anlama konusunda problemli olmaktan kaynaklanabilir.. (senden alıntı)

    kimin ne söylediği, hem birbirimizin hem de herkesin malumu, ortada senin söylediklerini çarpıtmak gibi bir durum yok, yani senin el takısından bahsettiğinde biliniyor, benim söylediklerimde biliniyor,

    zaten senin iddianda öne sürdüğün tek şey el takısı, yani çıkış noktan el takısı,

    el takısının bilinen şeyleri işaret ettiğini söyleyerek, öldürenle öldürülenin, yani katil ve maktülün kim olduğu biliniyor diyorsun,

    ayrıca ayetteki kısasa kısasın konusunun öldürmelerle ilgili olduğunu ve el takısının katil ve maktülün bilindiğine işaret ettiğini, o nedenle “öldürdüğü” kelimesinin kullanılmasına gerek olmadığını söylüyorsun,

    yani “hür hür ile” cümlesini “hür öldürdüğü hür ile kısas edilir” şeklinde anlamamız gerektiğini söylüyorsun,

    eğer yinede senin söylediklerini yanlış yorumladığımı düşünüyorsan, itiraz edersin, bende o zaman, kusura bakma, yanlış anlamışım, özür dilerim derim, olur biter,

    ayrıca Bilâl bey de, bir zatı muhteremin tercümesindeki “öldürdüğü” kelimelerini büyük harflerle yazarak, (adeta gözüm içine sokarcasına) katil ile maktülün kim olduklarının bilindiğini iddia ediyor,

    ben Arap dilini ve Arap dil yapısını bilmediğim için, bu konuda uzman olduğunu iddia eden Bilâl beyin el takısının ne anlama geldiğini bildiğini düşünerek, başka bir mesajda, gel bakara178’i konuşalım dedim ama oralı olmadı, halbuki senin çıkış noktan, yani el takısı tam da onun uzmanlık alanı, kayıtsız kalması ise çok tuhaf!, bir insan ilgi alanı olan bir konuda kayıtsız kalabilir mi?

    konuya dönersek,
    senin, ölenin ve öldürülenin kim olduğunun BİLİNDİĞİ iddiana karşılık,
    bende EĞER, öldüren ve öldürülen biliniyorsa, bilineni söylemenin anlamsız ve gereksiz olduğunu söylüyorum, çünki katil ve maktül belli ise suçlunun cezalandırılacağını herkes bilir, bu durumda suçlu cezalandırılır demenin HİÇ BİR ANLAMI olmaz diyorum,

    o nedenle tanrının herkesin bildiği malumun ilanı olan bir ifadeyi kullanmayacağını, dolayısıyla tanrınızın boş ve gereksiz bir laf söylediğini iddia ediyorum,

    neye karşılık iddia ediyorum, senin katille maktülün kim olduklarının bilindiklerini, el takısını gerekçe göstererek söylemene karşılık iddia ediyorum,
    hatta ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye kedi örneğini verdim,

    ama bakara-178 de söylüyor, hemde katil ve maktülü cinsiyetine ve statüsüne göre kategorize ederek söylüyor, halbuki katil ve maktül belliyse, katilin ve maktülün cinsiyetinden ve statüsünden söz etmek tamamen saçma sapan bir şey söylemek olur, çünki statüsü ve cinsiyeti ne olursa olsun katil katildir, maktülde maktüldür,

    üstelik bunu söylerken sadece cinsiyet ve statü açısından birebir eşleşenleri söylüyor, cinsiyet ve statü açısından birebir eşlenmeyenleri göz önüne almıyor, halbuki cana can ifadesi cinsiyet ve statü açısından 9 türlü eşleşmeyi bünyesinde barındırır, eğer cinsiyet ve statü açısından bir tanımlama yapılacaksa 3 türlü değil 9 türlü yapılması gerekirdi,

    özetle söylersek,
    öldürenin ve öldürülenin BİLİNDİĞİ bir durumda, yani katilin kısas edileceğini herkesin bildiği bir durumda, bilineni söylemenin malumu ilân etmekten öteye bir anlamı olmayacağını, o nedenle Kuranın tanrısının

    hürün hür ile,
    kölenin köle ile,
    kadının kadın ile
    katil, maktül ile kısas edilir demeyeceğini, şu kıt aklımızla kavrayabileceğimize göre,

    Kuranın tanrısı niye hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir demiştir?

    belli ki Kuranın tanrısı öldürmede, bilinen kısasa kısas (cana can) uygulamasında değişiklik yapmaktadır,

    öldüren ve öldürülenin bilindiği bir durumda mevcut kısas uygulaması (cana can) hükmün yerine gelmesi için yeterlidir, başka bir şeye gerek yoktur, yani bakara- 178’in gelmesine gerek yoktur,

    demek ki bakara-178 öldürenin (katilin) BİLİNMEDİĞİ ama katilin kimlerin tayfasından olduğunun BİLİNDİĞİ bir durumda, yani katillerin kan davası güden 2 grup içersinde olduğunun bilindiği bir durumdaki kısasın nasıl yapılacağı ile ilgili bir uygulama getirmiş, (ayetin iniş sebebiyle ilgili iki kabile örneğini siz vermiştiniz)

    topluluk vuruşmalarında, kimin kimi öldürdüğünün bilinemeyeceğini, o nedenle katil maktül eşleşmesinin birebir yapılamayacağını daha önce örneklerle açıklamıştım, o mesajlara bakabilirsin, (bilhassa kura bahsine)

    kan davası güden 2 taraf arasında da öldüren öldürülen eşleşmesi birebir yapılamayacağı içinde, öldürülenlerin cinsiyet ve statüleri göz önüne alınarak birebir eşleşme yapılacağını söylemeye gerek yok herhalde, (yani bir tarafın diğerine üstünlük sağlamasını önlemek için)

    Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim (kaf-29)

    Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (bakara-106)

    her ne kadar sizin tanrınız, “benim katımda söz değişmez” dese de, ara sıra yürürlükten kaldırdığı ayetler olmuş, kaldırırken de, ya benzerini yada daha iyisini getirdiğini söylemiş,

    el hurru bi el hurri : hür hür ile:
    el abdu bi el abdi : köle köle ile:
    el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

    bakara 178’in gelmesiyle,
    cana can hükmü yürürlükten kaldırılmış,
    yerine hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartı getirilmiş.

    sanırım el akısının cinsiyet ve statü eşleşmesi yaptığını anlamışsındır,
    (fetbazlarla ilgili sorunun cevabı o mesajda zaten var ama sen görrememişsin)

    BİREYSEL (TEKE TEK) ÖLDÜRMELERDE DE EMSAL TEŞKİL EDECEĞİ DÜŞÜNÜLMEDEN, sırf kan davasıyla ilgili bir sorunu çözmek için getirilen kısasa kısas uygulamasının, suçun şahsiliği ilkesini ortadan kaldırdığını, bakara-178’in, maide-45’teki öldürmeyle ilgili kısas hükmünü, (cana can) hükümsüz kılması nedeniyle söyleyebiliriz,

    neye dayanarak söyleyebiliriz, tabi ki bakara 106’ya dayanarak söyleyebiliriz,

  98. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu,
    “her ne kadar sizin tanrınız, “benim katımda söz değişmez” dese de, ara sıra yürürlükten kaldırdığı ayetler olmuş, kaldırırken de, ya benzerini yada daha iyisini getirdiğini söylemiş,” (senden alıntı)
    “benim katımda söz değişmez” in anlamı verilen bir sözden dönülmez yani Allah bir konuda bir söz veya güvence vermişse bu değişmezdir.Bunun yanında, kıyametten sonra Allah ın huzuruna vardığımızda dünyadaki sözlerimizden dönüp döneklik edemezsiniz anlamına da gelir..Ama amaç çarpıtma olunca çarpıtmaya elverişli olan her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorsunuz..
    “tanrınızı, herkesçe bilinen bir şeyi söyleyerek boş ve gereksiz yere konuşan bir tanrı durumuna düşürürsün, yaptığında o zaten?”
    cevabım şuydu:
    “neden gereksiz değil?..Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..”
    Ayrıca Maide 45 deki cana can hükmünü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışma durumu ortaya çıkmıştır.Belki de “işte onunki de can bununki de can ” diyerek bu hükmü geçersiz kılmaya çalışmışlardı.” (önceki mesajımdan alıntı)
    inşallah beşinci ya da altıncı defa açıkladığım şeyi anlamazlıktan gelip tekrar yazdırmazsın..

    • Gencer dedi ki:

      Taşpınar topluca toplanıp filistine yardım için dualar yakarışlar yapın; bakalım Kuran’ın Ay Tanrısı Allah herhangi bir reaksiyon gösterip din kardeşlerinizi kurtarabilecek mi?

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      ———-Allah bir konuda bir söz veya güvence vermişse bu değişmezdir.Bunun yanında, kıyametten sonra Allah ın huzuruna vardığımızda dünyadaki sözlerimizden dönüp döneklik edemezsiniz anlamına da gelir..Ama amaç çarpıtma olunca çarpıtmaya elverişli olan her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorsunuz (senden alıntı)

      önce cana can demiş, (maide-45) sonra fikrini değiştirip, hüre hür, köleye köle, kadına kadın demiş, (bakara-178)

      önce sabırlı 1 mümin 10 kafire bedeldir demiş,(enfal-65) sonra fikrini değiştirip, sabırlı 1 mümin 2 kafire bedeldir demiş, (enfal-66)

      önceki uygulamada ramazan ayında ilişkiyi yasakmış, (bakara-183) sonra fikrini değiştirip ramazan ayında ilişkiyi serbest bırakmış, (bakara-187

      örnekler çoğaltılabilir ama bunlar tanrınızın sözünü değiştirdiğini belirtmeye yeter ama bir konuda haklısın,

      Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır (araf-179)

      13. Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, “Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım” diye benden kesin söz çıkmıştır. (secde-13)

      tanrınızın insanların çoğunu cehenneme gönderme konusunda sözünden ASLA dönmeyeceğini söyleyebiliriz, çünki bu konuda KESİN olarak söz vermiştir.

      gördüğün gibi fırsat kollayıp çarpıttığım bir şeyler yok, sadece tanrınızın sözlerini naklediyorum? eğer fırsat kolladığımı düşünüyorsan, beni değil fırsat verenleri suçla?

      ——-“tanrınızı, herkesçe bilinen bir şeyi söyleyerek boş ve gereksiz yere konuşan bir tanrı durumuna düşürürsün, yaptığında o zaten?”
      cevabım şuydu:
      “neden gereksiz değil?..Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..”
      Ayrıca Maide 45 deki cana can hükmünü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışma durumu ortaya çıkmıştır.Belki de “işte onunki de can bununki de can ” diyerek bu hükmü geçersiz kılmaya çalışmışlardı.” (önceki mesajımdan alıntı)
      inşallah beşinci ya da altıncı defa açıkladığım şeyi anlamazlıktan gelip tekrar yazdırmazsın.. (senden alıntı)

      şu eğip bükme iddiandan vazgeç, çünki ne söylediğinin farkında bile değilsin?

      daha önceki mesajlarımda, hükümleri eğip bükmeye çalışan fetbazların kimler olabileceğiyle ilgili yeterli ipucu vermiştim, senin gibi şifre çözme konusunda uzman! olan birinin bu ipuçlarını göz önüne alarak şifreyi çözeceğini ummuştum ama yanılmışım,

      o zaman açık açık yazayım
      iki kişi arasında meydana gelen bir adli olayda, suçlu ve mağdurun kim olduğunun bilinmesi, ancak ve ancak, olaya tanık olanların şahitlik etmesiyle mümkün olur,

      zaten şahitleri olmayanlar mağdur edilmiş olsalar bile mahkemede hak arayamazlar, ancak kolluk kuvvetlerinden suçluların bulunmasını isteyebilirler, suçlular bulunamadığı taktirde de meydana gelen olay, faili meçhul bir olay olmaktan öteye bir anlam taşımaz, aynı Ülkemizde, halâ katili bulunamayan faili meçhul cinayetler gibi…

      yasa adına hüküm verenler ise, ancak yasada belirtilen kriterlere göre, suçluya işlenen suçun karşılığı olan cezayı verirler, mağdur tarafın, benim mağduriyetim karşılandıktan sonra ilâve olarak hariçten bonus isterim deme hakkı kesinlikle olamaz, çünki yasa neyi emrediyorsa hakim ona göre hüküm vermek zorundadır,

      o nedenle adli bir olayla ilgili hüküm verme konusunda, HÜKÜM VERME KONUMUNDA OLMAYANLAR (davalı veya davacı) YASAYI ASLA EĞİP BÜKEMEZLER,

      ancak HÜKÜM VERENLER, (peygamberliği döneminde Muhammed) KENDİ ÇIKARLARINA GÖRE YASAYI EĞİP BÜKEBİLİRLER,

      özetle söylersek, bir hükmü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışanlar, hükme göre karar verme konumunda olmayanlar (suçlu veya mağdur) değil, hükme göre karar verenler (hakimler) olur,

      öne sürdüğün gerekçenin ucunun Muhammede dokunduğunu anlayabildiysen, öne sürdüğün gerekçede, Muhammedi suçlamış olduğunu anlamışsındır umarım?

      eğer anlayabildiysen, bakara 178’in mevcut yasayı eğip bükmeye çalışanlarla bir ilgisi yoktur, (başkalarıyla bir ilgisi varsa bile en azından senin iddia ettiklerinle bir ilgisi yoktur!) ama sen yinede bir ilgisi vardır dersen, Muhammedi mevcut yasayı kendi çıkarlarına göre eğip bükmekle suçlamış olursun?

      gördüğün gibi, olaya tanık olanların şahitliğiyle, öldüren ve öldürenin kim olduğunun bilindiği bir durumda, mevcut yasaya göre hüküm verileceğinden, yani ortada yasal bir sorunun olmadığı bir durum söz konusuyken??? herkesce bilinen bir şeyi söylemenin gereksiz olacağı açıktır, aynı zamanda, mevcut yasayı da (cana can) değiştirmenin gereksiz olacağı açıktır,

      o nedenle bir tanrı, insanların bile söylemeyi düşünmeyeceği, söylemeyi aklından bile geçirmeyeceği herkesin bildiği şeyleri, (“kedi miyavlar” demek gibi) söyleme gafletinde bulunmaz,

      özetle söylersem, hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir ifadesi, öldüren ve öldürülenin kim olduğunun bilindiği bir durumdan bahsetmiyor,

      öldürmelerdeki cana can şartını, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartını getirerek değiştirdiğini söylüyor,

      yani tanrınız,
      hür, öldürdüğü hür ile
      köle, öldürdüğü köle ile
      kadın, öldürdüğü kadın ile kısas edilir demiyor,

      hür, hür ile
      köle, köle ile
      kadın, kadın ile kısas edilir diyor,

      tanrınızın, normalde söylememesi gereken sözleri neden söylediğini, umarım bu sefer anlatabilmişimdir,

      inşallah beşinci ya da altıncı defa açıkladığım şeyi anlamazlıktan gelip tekrar yazdırmazsın.. (sendeki alıntıdan kısmi alıntı)

      tanrınızın herkes tarafından bilinen şeyleri, (bilindiğini sen iddia ediyorsun) insanlar bile söyleme gereği duymazken, söyleme gafletinde bulunabileceğini söyleyeceksen,

      ayetin iniş sebebiyle ilgili iddianı sürdürüp, Muhammedi suçlamaya devam edeceksen,

      bence sakıncası yok, istersen 100 defa yaz?

  99. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu,
    Tahmin ettiğim gibi yine çarpıtma konusundaki becerini göstermişsin:Lafı alakası olmayan yerlerden dolaştırıp benim Hz.Muhammed i suçladığım gibi ancak kıç ile gülünecek sonuçlara ulaşmışsın..(hakaret olarak algılamamanı rica edeceğim.algılarsan da şimdiden özür dilerim)
    O kadar basit kesin ve net olarak açıklıyorum ki..hem de defalarca…anlamamak için ya aptal ya da kötü niyetli olmak gerekir..cana can hükmünü “onunki de can bununki de” gibi yollara saparak suçlu olandan başka birinin işlerine geldiği gibi değiştirmeye çalıştıklarından bahsedilmiyor mu? yani o can köleninki de olabilir hürünki de gibi iddialar olmuş olabilir diye tahmin ediyorum..
    Evet hüküm verme durumundakiler karar verir ve vermiştir.Allah ayet ile bunu yapmalarına izin vermemiştir..Gerçi sizin İslam ve Kuran a olan allerjiniz islam ve Kuran aleyhinde olmayan iddiaları sindiremiyor..Sonuçta kendi aklınızı dahi inkar eder hale geleceksiniz..
    Allah insanlar için koyduğu emir ve yasaklar içeren hükümlerini daha iyisi ile değiştirebileceğini zaten söylemiştir..Dikkat ederseniz oruçta cinsel ilişki ve bir mümin on kafire-bir mümin 2 kafire galip gelir gibi durumlarda müminler için daha iyi olan hükümler getirilmiştir..Tersi sözkonusu olsaydı belki haklı olabilirdiniz..Allah katında söz değişmez ile ilgili yukarıda
    “Allah bir konuda bir söz veya güvence vermişse bu değişmezdir.Bunun yanında, kıyametten sonra Allah ın huzuruna vardığımızda dünyadaki sözlerimizden dönüp döneklik edemezsiniz anlamına da gelir..” demiştim..

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      ——-“tanrınızı, herkesçe bilinen bir şeyi söyleyerek boş ve gereksiz yere konuşan bir tanrı durumuna düşürürsün, yaptığında o zaten?”
      cevabım şuydu:
      “neden gereksiz değil?..Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..”
      Ayrıca Maide 45 deki cana can hükmünü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışma durumu ortaya çıkmıştır.Belki de “işte onunki de can bununki de can ” diyerek bu hükmü geçersiz kılmaya çalışmışlardı.” (önceki mesajımdan alıntı)
      inşallah beşinci ya da altıncı defa açıkladığım şeyi anlamazlıktan gelip tekrar yazdırmazsın.. (senden alıntı)

      ——Tahmin ettiğim gibi yine çarpıtma konusundaki becerini göstermişsin:Lafı alakası olmayan yerlerden dolaştırıp benim Hz.Muhammed i suçladığım gibi ancak kıç ile gülünecek sonuçlara ulaşmışsın..(hakaret olarak algılamamanı rica edeceğim.algılarsan da şimdiden özür dilerim) (senden alıntı)

      eğer sende hakaret olarak algılamayacaksan…
      bence sen, o şeyinden gülmüyorsun, o şeyinden konuşuyorsun?

      bakara-178’in iniş sebebini savunurken, yasayı (cana can hükmünü) kendi çıkarlarına göre eğip bükenlerin olabileceğini, o nedenle bakara 178’in indiğini söyleyerek, Muhammedi kendi çıkarlarını koruyan bir fetbaz,

      bakara 178’de öldüren ile öldürülenin kim olduğunun bilindiğini söyleyerek,
      tanrını da boş boş konuşan geveze bir tanrı durumuna düşürüyorsun,

      —-O kadar basit kesin ve net olarak açıklıyorum ki..hem de defalarca…anlamamak için ya aptal ya da kötü niyetli olmak gerekir..cana can hükmünü “onunki de can bununki de” gibi yollara saparak suçlu olandan başka birinin işlerine geldiği gibi değiştirmeye çalıştıklarından bahsedilmiyor mu? yani o can köleninki de olabilir hürünki de gibi iddialar olmuş olabilir diye tahmin ediyorum.. (senden alıntı)

      nerede bahsediliyor?
      eğer bahsettiğin, kan davası güden 2 kabile ise, kan davalarında, öldürülenler bilinse de öldürenlerin bilinemeyeceğini, (örneklerle açıklamıştım) öldürenlerle öldürülenlerin ise sadece ait oldukları gurupların bilineceğini, cana can şartında ise hem öldürenlerin hemde öldürülenlerin kim olduklarının bilinmesi şartı olduğundan, kan davalarında cana can hükmü uygulanamayacağını, o nedenle cana can hükmünü eğip bükme gibi bir durumun söz konusu olamayacağını da bilmen gerekir,

      özetle, kan davalarında,
      kan davasının tarafları bilinse de, katillerin kimler oldukları bilinemeyeceğinden, cana can hükmü uygulanmaz, dolayısıyla orta eğip bükülecek bir yasanın (cana can) varlığından söz edilemez,

      —–Evet hüküm verme durumundakiler karar verir ve vermiştir.Allah ayet ile bunu yapmalarına izin vermemiştir..Gerçi sizin İslam ve Kuran a olan allerjiniz islam ve Kuran aleyhinde olmayan iddiaları sindiremiyor..Sonuçta kendi aklınızı dahi inkar eder hale geleceksiniz.. (senden alıntı)

      hüküm verme durumundakilerin karar verici olduklarını anlayabildiğine göre, karar verici durumunda olmayanların (davacı ve davalı) yasayı eğip bükemeyeceklerini de anlamışsındır?

      bakara-178, Muhammede gönderildiğine göre, demek ki bakara-178 gönderildiğinde Muhammed sağmış, yani yaşıyormuş,

      Muhammed yaşadığına göre, müritleri arasında meydana gelen itilafları çözme konusunda, yani Muhammedin mevcut yasalara göre hüküm verme konusunda tek söz sahibi olduğunu söylemeye gerek yok sanırım,

      yasaları uygulayıcı konumunda olan Muhammed, kendi çıkarlarını korumak için, hiç cana can hükmünü eğip bükmeye kalkar mı?

      —–Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..”
      Ayrıca Maide 45 deki cana can hükmünü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışma durumu ortaya çıkmıştır.Belki de “işte onunki de can bununki de can ” diyerek bu hükmü geçersiz kılmaya çalışmışlardı.” (önceki mesajımdan alıntı)
      inşallah beşinci ya da altıncı defa açıkladığım şeyi anlamazlıktan gelip tekrar yazdırmazsın.. (senden alıntı)

      şimdi söyle bakalım, orta yerde tek söz sahibi biri, üstelik bir peygamber varken, hangi babayiğit mevcut yasaları eğip bükmeye cüret edebilir,

      orta yerde kendisine inanılan bir tanrı varken, üstelik Muhammed o tanrının elçisiyken, hangi Muhammed kendi çıkarı için tanrının gönderdiği hükümleri eğip bükebilir,

      cana can hükmünü, kendi çıkarları için eğip bükenlerin olabileceğini bir tahmin olarak düşünüyor olsan bile, böyle bir tahminde bulunmak,

      hüküm verme konusunda tek söz sahibi olan Muhammedi, kendi çıkarlarını korumak için cana can hükmünü eğip büken bir fetbaz olabileceği tahmininde bulunuyor olmaktır, tahmin etmenin bile büyük bir gaf olduğunu düşündüğümüzde, tahmini açıklamanın ne büyük bir gaf olduğunu var sen söyle….

      ben o nedenle sana, sen ne söylediğinin farkında mısın diye sormuştum?

      özetle, kan davalarında cana can hükmünün uygulanacağı şartlar yok, o nedenle ortada eğip bükülecek bir cana can hükmü de yok,

      eğer, hala cana can şartını eğip bükenlerin olabileceğini iddia edeceksen!!! benim için hiçbir mahsuru yok,

      neye karar vereceğini ben bilemem, istersen bulunduğun tahmini inkâr edip, ben böyle bir şey söylemedim de diyebilirsin,

      eğer, bakara-178, cana can hükmüyle çözümü mümkün olmayan kan davalarını çözmek için geldiyse, yani öldürenlerinin bilinmediği, öldürenlerin mensubu oldukları kabilelerin bilindiği bir durumu çözmek için geldiyse, suçun şahsiliği ilkesini ayaklar altına almış,

      bakara 178’in kan davalarını çözmek için geldiği belli oluyor, zaten sizde iki kabile örneğini vererek bunu teyid ediyorsunuz,

      önceki mesajlarımdan hür, köle, kadın tanımlarının açılımını yaparken, hürün, hür erkek, hür kadın, hür çocuk ve hür bebek anlamına geleceğini söylemiş, çocuklarla bebeklerin cinayet işleyemeyeceğini düşünerek çocuk ve bebeklerin katil olamayacağını, kadına kadın şartından dolayı hür tanımından erkekleri anlamamız gerektiğini söylemiştim ama birbirine baskın düzenleyen, çadırlara veya evlere alevli oklar gönderen veya tesadüfen karşılaştıklarında birbirleriyle dalaşan, yani kim kime dum duma bir durumda, çocukların ve bebeklerinde ölebileceği ihtimalini göz ardı etmiştim,

      böyle bir durumda ne yapılmıştır acaba? hüre hür şartına göre çocuğa çocuk, bebeğe bebek mi kısas edilmiştir, yada yaşla ilgili herhangi bir kategorize yapılmadığına göre, ölen çocuk ve bebeklere karşılık yetişkinler mi kısas edilmiştir?
      bunu niye anlattın dersen, bakara-178’in, öldürenin kim olduğuna bakılmaksızın, öldürülenin cinsiyet ve statüsüne göre kısas yapılacağını belirtmek için derim.

      iyisimi sen, cana can hükmünü eğip bükenlerin olduğu söyleyerek, Muhammedin cana can hükmünü kendi çıkarı için eğip büken bir fetbaz olduğunu, bakara-178’de “el” takısını öne sürerek öldürenle öldürülenin kim olduklarının bilindiğini söyleyerek, tanrının boş boş konuşan bir geveze bir tanrı olduğu söylemeye devam et,

      en azından bakara-178’in suçun şahsiliği ilkesini yerle bir ettiğini söylemekten daha iyidir,

      hani tabiri caizse, her iki ucuda …. değnek olan bu durumu göz önüne alarak seç birini?

      —-“Allah bir konuda bir söz veya güvence vermişse bu değişmezdir.Bunun yanında, kıyametten sonra Allah ın huzuruna vardığımızda dünyadaki sözlerimizden dönüp döneklik edemezsiniz anlamına da gelir..” demiştim (senden alıntı)

      ben o ayetlerden, bakara-178’in gelmesiyle cana can hükmünün tedavülden kaldırıldığı belirtmek için bahsetmiştim, yoksa konu dışına çıkma gibi bir amacım yoktu,

      sen o ayetlerle ilgili bir şeyler yazınca bende cevap vermek zorunda kalmıştım, o örnekleri de tanrınızın yarattığı kulunun özelliklerin bilmediğini vurgulamak için yazmıştım,

      geleceği bildiğini iddia ettiğiniz tanrınız, her ne hikmetse yarattığı varlığın özelliklerini bilememiş, önce yükü yüklemiş, kantarın topuzunu kaçırdığını anlayınca, yükü azaltmak zorunda kalmış, bu zaafını ört bas etmek için öne sürdüğü gerekçede, zeytin yağı gibi üste çıkarak, yük azaltmayı engin merhametinin bir lütfu olarak sunma kurnazlığına kalkışmış,

      ben bu sözlerimin arkasındayım, döneklik edecekte değilim, ama Kuranın tanrısının avukatlığına soyunanların, ayetleri savunurken çizdikleri tanrı figürünün, tanrınızın hoşuna gideceğini hiç sanmıyorum, iyisimi siz, sözlerinizi söylerken bin kere düşünüp öyle söylemeye çalışın, çünki tanrınız bizim sözlerimizi normal karşılayıp yadırgamasa da, sizin söylediklerinizi yadırgamakla kalmaz…..

      konu dağılmasın, verecek cevabın varsa, bakara 178’le devam edelim, son bölümde yazdıklarıma cevap versen de, gerekmedikçe cevap vermeyeceğim,

      • rammsteinn dedi ki:

        konuyu bölmemek için sadece okumakla yetindim am dikkatimi çeken şey şu oldu.
        bu kısas konusunu taşpınar kendince “el” takısı ile kurtarmaya çalışıyor. ama bunun konuyla uzaktan alakası bile yok. olsaydı bilal bey olaya el koyar meşhur arapçasıyla “el” takısının bütün detaylarını aktarırdı. bakıyorum o bu konuda sessizliğe bürünüyor. ya okumuyor yada başını kuma gömüyor

      • 1okuyucu dedi ki:

        rammsteinn;

        —–2- Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: İslâm’dan kısa bir müddet önce câhiliye devrinde iki Arap kabilesi savaşmış ve birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi, öyle ki köleler ve kadınlar öldürülmüş ve birbirlerinden intikam almadan müslüman olmuşlardı. Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme nazil oldu. (Beğavî, Cessas, Zemahşeri, İbn Kesir, ilgili yer)
        İşte BAKARA-178.ayet,adil ve eşit olmayan yanlış bir hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayete özetle deniliyor ki a) ‘’ Hüre karşı hür, yani bir hür bir hürü öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil hürdür.. b) Köleye köle, yani bir köle bir köleyi öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil köledir…c) Dişiye dişi,yani bir kadın bir kadını öldürdüyse, onun kısası söz konusu katil kadındır…’’
        yani bu ayetle kısasın katilden katil olmayana geçmesi önlenmiştir, söz konusu eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm bu ayetle tamamen kaldırılmıştır… Bilâlden alıntı)

        ——– Bu ayetin sebeb-i nüzulunun en özlü olanı belki de şudur: Cahilye devrindeki insanlardan bazıları, kendi adamlarını daha şerefli gördükleri için; karşı tarafa: “Biz şerefliyiz; bizim öldürülen kadınımıza karşılık sizin erkeğiniz; bizim kölemize karşılık sizin hür bir adamınız kısas olacaktır” diyorlardı. Bakara suresinin bu 178. ayeti, bu yanlış hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir. Ayette özetle deniliyor ki; “bir kadını kadın öldürdüyse onun kısası söz konusu kadın; bir erkeği bir erkek öldürdüyse onun kısası söz konusu erkek, bir köleyi bir köle öldürdüyse onun kısası da söz konusu köle olur. Yani: katil kim ise, o kısas olur. Nüzul sebebi olan olayda hür, kadın, köle söz konusu olduğu için o kayıtlara yer verilmiştir. Daha sonra kısas konusunda genel hükmü ifade eden “Cana can..”(Maide: 45) ayeti inmiştir. (bk. Taberi, ilgili yer) (Bilâlden alıntı)

        Ve o kitapta onlara hükmettik ki cana karşılık can, göze karşılık göz, burna karşılık burun, kulağa karşılık kulak, dişe karşılık diş ve yaralara karşılık da yaralarla kısas var. Fakat kim bağışlar da hakkından geçerse bu, suçlarının yarlıganmasına sebep olur ve kimler, Allah’ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse onlardır zâlimlerin ta kendileri. (maide45)

        —–bu kısas konusunu taşpınar kendince “el” takısı ile kurtarmaya çalışıyor. ama bunun konuyla uzaktan alakası bile yok. olsaydı bilal bey olaya el koyar meşhur arapçasıyla “el” takısının bütün detaylarını aktarırdı. bakıyorum o bu konuda sessizliğe bürünüyor. ya okumuyor yada başını kuma gömüyor (senden alıntı)

        Arap dili ve Arap dil yapısı hakkında dünyada 1 numara olan ordinaryüs profesör Bilâl bey, kendi ihtisas alanı ile ilgili bir konuda sessiz kalması gerçekten oldukça manidar?
        en azından “el takısının ne anlama geldiği hakkında bilgi verebilirdi

        oysa, biz bakara 178’i tartışırken kendisi başka bir bölümde mesaj yazmaya devam ediyordu,
        birkaç gündürde ortalarda yok, herhalde işleri nedeniyle internete giremiyor olabilir yada konunun kapanıp başka bir konuya geçilmesini bekliyor olabilir?

        Bilâl bey ilk alıntıda, ayetin iniş sebebi olarak kan davası güden ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan 2 kabileyi örnek olarak göstermişti,

        ikinci alıntıda kendi tahmini söyleyerek, insanların kısasa kısasta birbirlerine üstünlük sağlayabileceklerini, ayetin bu nedenle inmiş olabileceğini söylüyordu, ilâve olarak Taberi’ye dayanarak, maide-45’in, bakara-178’in hükmünü yürürlükten kaldırdığını söylüyordu, yani maide-45’in bakara-178’den sonra geldiğini iddia ediyor?

        oysa surelerin nerede indirildikleri bilinse de (Mekke, Medine) ayetlerin geliş tarihi bilinmiyor, 2 sure hakkında sadece Medinede indiklerine dair bilgi var, ama ayetlerin gönderiliş tarihi bilinmiyor,

        önce şunu söyleyeyim;
        maide-45’te Kuranın tanrısı, Tevrattaki kısasa kısas hükümlerini açıkladıktan sonra, hüküm verenlerle ilgili olarak, hükme göre hüküm vermeyenlerin zalimlerden olacağından bahsederek, hükümlerini eğip bükmeye kalkanların zalimlerden olacağı uyarısını yapıyor,

        Kuranın tanrısının maide-45’i göndererek bu uyarıyı yaparken bir taraftanda Tevrattaki kısasa kısas hükümlerini, Kuranda hüküm altına alıyor,

        halbuki, Kuranın tanrısı maide-45’i göndermese bile Muhammedin Müslümanlar arasında da Tevrattaki kısasa kısas hükümlerine göre hüküm vereceğini söylemeye gerek yok,

        çünki Kuran toptan değil ayet ayet indirildiği için ortada tamamlanmış bir kitaptan söz edilemeyeceğinden, Kuranda tarifi olmayan durumlar için, tanrının gönderdiği kabul edilen diğer kitaplara göre hüküm verileceği aşikârdı,

        bu durumda, Kuranın tanrısının bakara 178’i maide-45’ten önce gönderdiğini söylersek???

        Kuranın tanrısının öldürmelerde, Tevrattaki cana can hükmünü yürürlükten kaldırmak için bakara 178’i gönderdiğini, bakara-178’i yürürlükten kaldırmak için de maide-45’i gönderdiğini söylemiş oluruz ki tanrı böyle bir şey yapmaz,

        yani kuranın tanrısının Tevrattaki cana can hükmünü kaldırmak için bakara178’i gönderdiğini, bakara 178’i yürürlükten kaldırmak için maide-45’i göndererek tekrar cana can hükmüne geri döndüğünü söylemiş oluruz ki, ortaya iki seçenek arasında gidip gelen müşülpesent bir tanrı figürü çıkar,

        o nedenle maide-45’in bakara 178’den sonra gönderilmiş olması mantıken mümkün değil. (Taberiye duyurulur?)

        —–1-8-ümit şimşek meali;
        “ey iman edenler! cinayetlerde size kısas farz kılındı. hür olan,ÖLDÜRDÜĞÜ hür kimse yerine; köle, ÖLDÜRDÜĞÜ köle yerine; kadın, ÖLDÜRDÜĞÜ kadın yerine kısas olunur.(81) kim kardeşi tarafından bir affa uğrarsa,(82) akla ve örfe uygun bir şekilde, diyetini güzellikle ödesin. bu, (Bilâlden alıntı)

        Bilâl bey, hem anlattığı kıssalarda, hemde üçüncü alıntıdaki bakara-178’de, “ÖLDÜRDÜĞÜ” kelimesini büyük harflerle yazarak,
        hürün, öldürdüğü hür ile,
        kölenin, öldürdüğü köle ile,
        kadının öldürdüğü kadın ile kısas edileceğini öne sürüyordu,

        T.TAŞPINAR’da “el” takısını öne sürerek öldürenle öldürülenin kim olduklarının bilindiğini söylüyordu,

        bende Kuranın tanrısının, herkesçe bilinen bir şeyden, yani katilin maktülle kısas edileceğinden söz etmesinin anlamsız olduğunu söylüyordum,

        üstelik T.TAŞPINAR, bakara-178’in geliş nedeni olarak yasayı eğip bükenlerden söz ediyordu, herhalde kimi suçladığını anlamıştır şimdi,

        Bilâl bey, herhalde öldürmelerde statü ve cinsiyet referans alındığında 3 türlü değil, 9 türlü eşleşme olacağını benim verdiğim örneklerle anlamış olacak ki, Kuranın tanrısının 3 türlü eşleşmeden, üstelik statü ve cinsiyet açısında birebir eşleşmelerden niye bahsettiğini de anlamış olmalı? ayrıca toplu öldürüşmelerde katilin bilinemeyeceğini, ancak katillerin ait oldukları toplulukların bilineceğini de anlamış olmalı ki? konudan uzak durmaya çalıştı?

        sadede gelirsek,
        bakara 178, kan davalarında, öldürenlerin bilinmediği ama öldürenlerin ait oldukları toplulukların bilindiği bir durumu çözmek için getirilmiş bir ödeşme şekli,

        ama öyle bir ödeşme şekli ki, öldürenlerin kim olduğu bilinmediği için, büyük ihtimalle kurayla seçilecek kişilerin katil, masum olduğuna bakılmaksızın kısas edilmesi gibi suçun şahsiliği ilkesini ayaklar altına alan bir duruma sebep olmuş,

        yani toplu öldürmelerde kısasa kısas uygulaması öldürenin göz önüne alınmadığı, öldürülenin cinsiyeti ve statüsü referans alınarak yapılan bir ödeşme şekli, zaten başka türlü olamayacağını daha önce çeşitli örneklerle anlatmıştım,

        o nedenle, hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri,
        öldürülen hürün yerine herhangi bir hürün
        öldürülen kölenin yerine herhangi bir kölenin
        öldürülen kadın yerine herhangi bir kadının kısas edileceği anlamına geliyor,

        öldürülenin cinsiyetinin ve statüsünün tespitinde ise,
        statüsüne bakılarak hür veya köle olduğu,
        cinsiyetine bakılarak kadın veya erkek olduğu tespit edildikten sonra,
        aynı şartları taşıyan, yani kurada kaybedenlerden biri kısas ediliyor,

        zaten şeriatle yönetilen Ülkelerde, kölelik resmen kalktığı için yani statü şartı tedavülden kalktığı için cinsiyete göre kısas uygulaması yapılıyor, kısasa kısas aynı cinsiyetten olanlar için bir sorun teşkil etmese de, farklı cinsiyetler arasındaki ödeşmelelerde, katilin yerine masum bir insanın kısas edilmesi zorunluluğu, ister istemez sorunun tazminatla halledilmesi seçeneğini zorunlu kılıyor, (kadına kadın ifadesi zorunlu olarak erkekle de erkeğin kısas edileceği anlamını içerisinde barındırıyor)

        tabi tazminat oranları da cinsiyete göre belirleniyor,

        daha önce kısasa kısas fiyat tarifesinin olduğu bir mesaj vardı, onu bulamadım bir türlü,
        istersen sende ara, belki sen bulursun, belki mesaj sayısı çokluğu nedeniyle forumdan çekilmiş olabilir, dalya diyen bir konu vardı ama konunun adını hatırlamıyorum,

        o mesajda belirlenen fiyatlarda,
        1 erkeğin fiyatı 2 kadının fiyatına eşitti, ayni miras ve şahitlikte olduğu gibi? 1 müslüman kadının fiyatı 1 gayrimüslim erkeğe eşitti, bu durumda 1 müslüman erkeğin fiyatı 2 gayrimüslim erkeğin fiyatına eşit oluyor, aynı sabırlı bir mümin 2 kafire bedeldir ayetinde olduğu gibi,

        yani anlayacağın hüre hür, köleye köle şartı tedavülden kalktığı için yerine Müslüman, gayrimüslim seçeneği ikâme edilmiş?

        özetle söylersem;

        Bilâl bey, hem tanrısının boş boş konuşan bir geveze olduğunu söylüyor, hemde tanrısının müşkülpesent bir tanrı olduğunu söylüyor,

        T.TAŞPINAR beyde hem tanrısının boş boş konuşan bir geveze bir tanrı olduğunu söylüyor, hemde Muhammedin kendi çıkarı için yasaları eğip büktüğünü söylüyor,

        ben ise, onların inandıkları tanrıya ve peygambere çirkin yakıştırmalarda bulunduklarını söylememin yanı sıra, bakara-178’in suçun şahsiliği ilkesini ayaklar altına aldığını söylüyorum.

        alıntılar nedeniyle mesaj bir hayli uzun olmuş olabilir, okumaktan sıkılıpta okumak istemezsen, merak etme bir okuyan bulunur nasıl olsa?

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sayın rammstein ve 1 okuyucu,
        1okuyucunun yazdığı mesajda adım geçtiği için bazı konulara açıklık getirmek istiyorum…
        “üstelik T.TAŞPINAR, bakara-178’in geliş nedeni olarak yasayı eğip bükenlerden söz ediyordu, herhalde kimi suçladığını anlamıştır şimdi,” (1okuyucudan alıntı)
        “yasaları uygulayıcı konumunda olan Muhammed, kendi çıkarlarını korumak için, hiç cana can hükmünü eğip bükmeye kalkar mı?” (1okuyucudan alıntı)
        “T.TAŞPINAR beyde hem tanrısının boş boş konuşan bir geveze bir tanrı olduğunu söylüyor, hemde Muhammedin kendi çıkarı için yasaları eğip büktüğünü söylüyor,”(1okuyucudan alıntı)
        Şimdi sayın rammstein,
        1 okuyucunun yukarıdaki alıntılarda yöneltmiş olduğu Hz. Muhammed ile ilgili suçlamaların mantığını ve nedenini bana açıklayabilir misiniz?Ya da bu forumda konuyla ilgilenen herhangi biri bunu bana açıklayabilir mi?
        1okuyucu hangi kafayla Hz.Muhammed’in kendi çıkarı için yasayı eğip büktüğünü söyleyebiliyor? Sanki Hz.Muhammed savaşan kabilelerin birinin başındaki kabile reisi ve kendi kabilesinin şeref yönünden daha üstün olduğunu iddia edip kendilerinden bir köle öldürülmüş ise karşıdan bir hürün öldürülmesini istemiş..
        Ya da,kendisini daha şerefli gören kabilenin üstünlük iddiasını Hz.Muhammed kendi çıkarı için kabul edip, kısasta birinden mesela bir köle öldürülmüşse karşı taraftan bir hürün kabul edilmesine göz mü yummuştur..?
        Hiç ama hiç alakası bile olmadığını normal anlayış seviyesindeki herkes görebilir..
        Demek ki böylesi üstünlük iddiaları ve öldüren kişiden başkasının kısas edilmesini talep eden kabileler vs. olmuştur..Bu durumda bu iddiaları Hz.Muhammed in kabul ettiğine dair bir kanıt var mıdır ki? Ancak tam tersine bu konuda ayet gelmiş ve bu ilahi emirle bu yollara sapılmasını Hz.Muhammed engellemiştir..
        Demek ki ,böyle, kısasta üstünlük iddia edenler olmuşsa ve Allah bunların iddialarını ve bunu uygulamalarını engellemek için ayet gönderip el-takısı kullanarak belirleyip keyfinize göre çaprazlama kısas yapamazsınız demek istemişse-ki ben böyle anlıyorum-boşuna konuşan bir -haşa-geveze olamaz değil mi?
        el-takısıyla ilgili olarak:
        bu takı, kişileri belirsiz olmaktan çıkarıp belirli hale getirdiği için ,kişilerin belirlenemediği hallerde mesela hep bahsedilen savaşan iki kabile gibi durumlarda kısas uygulama yoluna gidilemeyeceğini gösterir.Hem de bu ayet- Bakara 178- belirlenebilir durumlarda da öldürme olayı kimler arasında ise bunların dışına çıkılamayacağını ve öldürmeden sorumlu olmayan kişinin kısas ile öldürülemeyeceğini gösterir..
        Bu sebeplerden de gereksiz bir ayet olduğu asla söylenemez diye düşünüyorum..
        Özellikle rammsteinden hiçbir şeyden ve kişiden çekinmeden, inandığını söylemesini istiyorum ve cevap bekliyorum.

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        —-1 okuyucunun yukarıdaki alıntılarda yöneltmiş olduğu Hz. Muhammed ile ilgili suçlamaların mantığını ve nedenini bana açıklayabilir misiniz?Ya da bu forumda konuyla ilgilenen herhangi biri bunu bana açıklayabilir mi?
        1okuyucu hangi kafayla Hz.Muhammed’in kendi çıkarı için yasayı eğip büktüğünü söyleyebiliyor? Sanki Hz.Muhammed savaşan kabilelerin birinin başındaki kabile reisi ve kendi kabilesinin şeref yönünden daha üstün olduğunu iddia edip kendilerinden bir köle öldürülmüş ise karşıdan bir hürün öldürülmesini istemiş.. (senden alıntı)

        yine şeyinden konuşmuşsun?

        ben, Muhammedin kendi çıkarı için yasaları eğip büktüğünü söylemiyorum, aksine senin iddialararına dayanarak, senin böyle bir şey söylediğini söylüyorum ve o nedenle sana, sen ne söylediğinin farkında mısın? sorusunu soruyorum, sen bunu bile anlayamamışsın,

        —-el-takısıyla ilgili olarak:
        bu takı, kişileri belirsiz olmaktan çıkarıp belirli hale getirdiği için ,kişilerin belirlenemediği hallerde mesela hep bahsedilen savaşan iki kabile gibi durumlarda kısas uygulama yoluna gidilemeyeceğini gösterir.Hem de bu ayet- Bakara 178- belirlenebilir durumlarda da öldürme olayı kimler arasında ise bunların dışına çıkılamayacağını ve öldürmeden sorumlu olmayan kişinin kısas ile öldürülemeyeceğini gösterir..
        Bu sebeplerden de gereksiz bir ayet olduğu asla söylenemez diye düşünüyorum.. (senden alıntı)

        tekrar “el” takısından bahsettiğin için açıklama yapmak zorunda kalıyorum, oysa ben senin, yaptığım çeşitli açıklamalardan sonra bakara 178’deki “el” takısının kişilerin statü ve cinsiyetine işaret ettiğini anlayacağını sanmıştım,

        o zaman, senin başka bir iddiandan yola çıkarak anlatmaya çalışayım,

        el takısının İngilizcedeki belirteçlerden (a, an, the) the ile aynı anlama geldiğini söylediğini umarım hatırlıyorsundur?

        the States of America kelimesindeki “the” belirtecinin, Amerika birleşik Devletlerindeki, Devletlerin isimlerini değilde, sadece DEVLETLERİ belirttiğini sanırım söylemeye gerek yok,

        o nedenle bakara 178’deki “el” takısının, kişileri değil, statü ve cinsiyetleri belirttiğini anlayamamışsın,

        ayrıca “the” takısı, KİMLİĞİ BELİRTİLMEYEN bir kişiden TEKRAR bahsedildiğinde, o kişiden bahsedildiğini belirtmek için kullanılır, örneğin;

        a girl is walking, the girl is sittting now,
        bir kız yürüyor, kız şimdi oturuyor,

        şimdide o kızın adının bilindiğini varsayalım,
        Ayşe is walking, Ayşe is sitting now, veya
        Ayşe is walking, she is sitting now,

        Ayşe yürüyor, Ayşe şimdi oturuyor, veya
        Ayşe yürüyor, o şimdi oturuyor,

        gördüğün gibi sözü edilen kızın adı BİLİNİYORSA, sonraki cümlelerde “the” takısının kullanılmadığını, ya kızın adının söylendiğini, yada ismin yerine geçen “o” kelimesinin kullanıldığını, “o” kelimesiyle de Ayşeden bahsedildiğini biliriz.

        şimdi aşağıdakiArapça ifadelerde “el” kelimesinin yerine “the” kelimesini yazalım
        el hurru bi el hurri : hür hür ile:
        el abdu bi el abdi : köle köle ile:
        el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

        the hurru bi the hurri : hür hür ile:
        the abdu bi the abdi : köle köle ile:
        the unsâ bi the unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

        herhalde, bakara178’deki “el” takısının kimlikleri bilinen kişileri değilde, kişilerin cinsiyet ve statünü işaret ettiğini anlamışsındır,

        —-ayet- Bakara 178- belirlenebilir durumlarda da öldürme olayı kimler arasında ise bunların dışına çıkılamayacağını ve öldürmeden sorumlu olmayan kişinin kısas ile öldürülemeyeceğini gösterir..
        Bu sebeplerden de gereksiz bir ayet olduğu asla söylenemez diye düşünüyorum.. (senden alıntı)

        eğer halâ, bakara-178’de öldürenle öldürülenin kim olduklarının bilindiğini iddia etmeye devam edersen, tanırının herkesin bildiği şeylerden bahsettiğini söylemiş olursun, yani tanrını boş boş konuşan geveze bir tanrı olduğunu söylemeye devam etmiş olursun,

        —-Ya da bu forumda konuyla ilgilenen herhangi biri bunu bana açıklayabilir mi? (senden alıntı)

        açıklanmasını isterken kimi kastettiğini! anlıyorum ama soruna cevap vereceğini sanmıyorum?

      • toro dedi ki:

        Değerli Arkadaşlar,

        Bu ayet üzerinde bunca durmuş olmanızı anlamış değilim! Zira bu ayet Kuran ın bir tanrı tarafından yazdırılmadığının açık kanıtlarındandır! Şöyle ki;

        ”Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır” Bakara,178-Diyanet

        Yukarıda ki ayet ileriyi gören, dünyada yaşayan bütün insanları kucaklayan ve gereksinimlerini bilen bir tanrı tarafından yazılamayacak kadar yerel ve zamanedir! Ayette çözülmeye çalışılan(!) sorunun ayet indiği anda bütün dünyanın ortak sorunu olduğunu söyleyebilecek babayiğit var mı? Yani araplarının geleneksel sorununu çözmeye çalışıp bunu ilahi bir hükme bağlayan sonra da bu hükmü aynı sorundan muzdarip olmayan ama müslümanlığa geçen toplumlara da dayatan bir tanrı! Bu bile Kuran ile başlayan sürecin aslında bir Arap emperyalist kalkışmanın kültürel asimilasyon ile kendine zemin yaratmaya çalıştığının kanıtıdır!

        Üstelik sözde tanrı ayette teknik bir hata da yapmaktadır! İleride kendi inanırlarının bile kaldırmak zorunda kalacağı (Kuran’a rağmen) bir düzenin mağdurlarını (köle) ismen anmakta ve kendi hükmünün muhatabı olan diğer öğelerin hükmünü de sakatlamaktadır! Tabi bu tanrının yaptığı değil bugünün şartlarıyla benim ayeti bu şekilde yorumlamın sonucu olarak tezhür eden durumdur!

        Çünkü kuranın tanrısı olarak lanse edilen figür Kuran’da köleliğin hep olacağını ve zamanın hep aynı yerde kalacağını düşünerek konuşmuş, teknoloji diye bir olgunun ortaya çıkacağını ise hesaba hiç katmamıştır!

        Kuran Arap-Emevi yayılmacılığının ve yönetme gücünün kaynağı olarak tasarlanmış ve kılıçla fethedilen topraklarda yaşayan halklara zorla dayatılmıştır! Dolayısıyla her güçlü gibi emevilerde kendi örflerini fethettikleri topraklarda yaşayanlara dayatmış ve onları kendilerine doğru başkalaştırmışlardır!

        O dönemde sürecin nasıl ilerlediğini hala anlayamayanlar bu günlerde ortadoğuda bir din devleti kurma çabası ile yayılan bir topluluğun özellikle cami bombalayarak,kafa keserek ve kafasını kestiklerinin kadınları ve kızlarına sahip çıkarak yarattıkları korkunun etkilerini gözlemlesinler! Gözlerinin önüne bu topluluğun bütün dünyaya egemen olduğunda neler yapabileceklerini getirsinler! Bilsinler ki yapabileceklerinin sınırları yoktur zira kendileri Kuranı Kafirun süresinden başlayarak yeniden yazacaklarını söylemeye başlamışlardır!

        Bu noktada gözlerinizi kapatıp kendinizi acımasız Emevi hanedanı zamanlarına hatta ebubekire kadar götürün! Ebubekir zamanında ortaya çıkan Ridde olaylarında diri diri yakılan, uzuvları kesilen insanları ve Emevi komutanı Haccacın amacına ulaşmak için kabeyi bile yıkmaktan geri durmayan öfkesini hayal edin sonra kendi halkına bunları yapabilenlerin çevre halklara neler yapabildiğini düşünün! Korkunun ve dehşetin kol gezdiği bir dönemde hayatta kalabilmenin onların getirdiği dine biat etmeye bağlandığı dönemler!

        Sonra tanrısının sözüne kurul önünde 2 şahit arayanların peygamberlerinin sözlerine şahit aramadan biat etmelerini anlamlandırmaya çalışın! O anlamlandırma size kuranın tanrısının aslında bir insan olduğunu kendiliğinden gösterecektir!

        Şuan bir TANRI sözünün yarattıkları(!) tarafından nasıl tartışılabildiğinin açıklaması budur! Tanrı tartışılamayacak sözlerin sahibidir, tartışılan sözlerin değil! Bu durum kulaklara,göze ve kalplere konulan engellerle anlatılamayacak ve bahanelendirilemeyecek kadar açıktır.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ”Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır” Bakara,178-Diyanet
        Yukarıda ki ayet ileriyi gören, dünyada yaşayan bütün insanları kucaklayan ve gereksinimlerini bilen bir tanrı tarafından yazılamayacak kadar yerel ve zamanedir! Ayette çözülmeye çalışılan(!) sorunun ayet indiği anda bütün dünyanın ortak sorunu olduğunu söyleyebilecek babayiğit var mı? ‘’ sizden alıntı ‘’

        1-Yani kur’an indiği zamanın sorunlarına değinmeyecek mi ? Yerel veya geçici de olsa sorunlara çüzüm getirmeyecek mi ? Sizin mantıkınızla hareket edersek kur’an indiği dönemdeki sorunlara değinmemesi gerekir öyle mi? Bu nasıl bir mantık ? Kur’an ilahi evrensel bir kitap olduğundan ister yerel,ister evrensel olsun her soruna değinmesinden daha doğal ne var ki? Aslında kur’an sizin mantıkınıza göre mesaj verip yerel ve zamanın sorunlarına değinmemiş olsaydı işte o zaman evrensel özelliğini yitirirmiş olurdu. Bu nedenle sizin savınız mantıklı değildir.Zira bir kitabın evrensel olabilmesi için yerel ve zamanın sorunlarına da,yerel olmayan evrensel sorunlara da değinmesi gerekir.İşte bu durumla aslında kur’an bütün insanları kucaklamış ve evrensel bir özelliğe sahip olmuştur. Çünkü kur’an indiği dönemin sorunlarına da kıyamete kadar gelecek çağın sorunlarına da değinmiştir.Yani Kur’an’ı kerim sadece bugünkü insanları değil,geçmiş ve gelecek bütün çağları ve insanları kucaklamıştır,herhelda o zamanın sorunları ve insanları görmezden geliyorsunuz.! Eğer kur’an söz kounusu dönemde inmişse elbette o günün sorunlarını da görmezden gelemez..Yoksa evrensel özelliğini yitirmiş olacaktı..! Demek ki sizin için yerel ve geçici sorunların hiç bir önemi yoktur,bu nedenle kur’an indiği dönemdeki insanların sorunlarına değinmemesi gerekir diye düşünüyorsunuz.!!!

        Özetle,kur’an yüce Allah’ın evrensel son kitabı olduğundan hem indiği dönemin (yerel ve zamanın) hem de kıyamete kadar gelecek çağların sorunlarına değinecektir.!!! Aslında kur’an sizin iddia ettiğiniz gibi olsaydı,tam tersine evrensel özelliğini o zaman yitirmiş olacaktı.Ama,kur’an hem indiği dönemin,hem de kıyamete kadar gelip geçecek insanların sorunlarına değindiği için evrensel bir kitap olma özelliğine sahip olmuştur.

        ‘’Üstelik sözde tanrı ayette teknik bir hata da yapmaktadır! İleride kendi inanırlarının bile kaldırmak zorunda kalacağı (Kuran’a rağmen) bir düzenin mağdurlarını (köle) ismen anmakta ve kendi hükmünün muhatabı olan diğer öğelerin hükmünü de sakatlamaktadır ‘’sizden alıntı’’

        2-Peki,kur’an var olan bir sistemin mağdurları olan (köle) ismini zikretmeden bu soruna nasıl değinecekti.? Bu sistemin mağdurları olan köle zikredilmeden konu nasıl anlaşılacaktı? Yani sizin yürüttüğünüz mantık doğru mu? Bir soruna değinilecekse, mutlaka söz konusu sorunun mağdurları anılacaktır ki,her şey doğru anlaşılsın.! İşte kur’an’da bunu yapmıştır. Kur’an kölelik sorunundan söz etmişse,onu meşrulaştırmış anlamına mı geliyor? Gerçekten çok tuhafsınız.!!! Eğer haşa kur’an köleliği meşrulatrımış olsaydı,köle edinmeyi teşvik ederdi. Oysa kur’an her zaman bu mağdur insanların özgür kalmasını istemiştir.Ama Kur’an bu sistemin bütün yollarını kapatmıştır.
        Ayrıca kur’an geçici bir sorun olan kölelikten söz etmişse,bu sorun ilel ebed devam edeceğini mi vurguluyor? Hangi mantıkla böyle anlamsız bir yorumda bulunuyorsunuz.?

        Saygılarımla…

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Peki, benim hangi iddiamdan ve hangi mantıkla Hz.Muhammed ile ilgili suçlamada bulunduğumu çıkara biliyorsun ,bunu neden açıklayamadın.?.Ben Hz.Muhammed in suçlanmasını gerektirecek durumları örnek olarak anlatırken ,bu durumlardan herhangi birini kastedecek bir şey mi söyledim demek istiyordum..
        el-takısıyla ilgili olarak:
        Arapçada “hür hür ile” “köle köle ile” demek için “el”takısı mutlaka kullanılmak zorunda mıdır..?
        el hurru bi el hurri : hür hür ile:
        el abdu bi el abdi : köle köle ile:
        el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile
        buradaki el takılarını silersek “hurru bi hurri” şeklinde yine “hür hür ile” anlamı çıkmaz mı?
        Peki o zaman el-takısının kullanılması neyi sağlıyor..?
        “a girl is walking, the girl is sittting now,
        bir kız yürüyor, kız şimdi oturuyor,”
        diye de güyya örnek vermişssin..
        örnekteki oturan kız artık herhangi biri değil değil mi? o bahsettiğimiz yürüyen kız oluyor değil mi?Artık belirli bir kız oluyor öyle değil mi?Dünyadaki herhangi başka bir kız gelip otursaydı artık “the” kullanamazdık değil mi?
        Kusura bakma ama ,bana anlamadan “yine şeyinden konuşmuşsun” gibi suçlamalar yöneltirken kendin hem şeyinden konuşup hem de şeyinden anlıyorsun gibi geliyor..(bunu sadece yaptığınız hakaretvari suçlamaya karşılık olsun diye yazıyorum .)
        Ben o mesajımda rammsteine özellikle cevap beklediğimi söylemiştim..Hiç bir şeyden ve kişiden çekinmeden…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Öncelikle günün bu saatinde sizden cevap almak alışıldık bir durum olmadığından biraz şaşkınım! Bunu ayrıca söylemek istedim!

        Öncelikle EVRENSELLİK ten ne anladığınızı görmüş olduk ve benm ne yazdığımı anlamadan cevap yazdığınızı!

        Bakın bir kitap ya evrenseldir ya da değildir! Birazı evrenseldir, birazı değildir diyemezsiniz ya da şu şu şu ayeti evrensel diğerleri değildir diyemezsiniz! EVRENSEL demek tüm dünyayı tüm insanlığı İLGİLENDİREN demektir! Yani bahsedilen sorun tüm insanlığın TEMEL sorunu olmalıdır! O nedenle ÖZELLİKLE ;

        ”Ayette çözülmeye çalışılan(!) sorunun ayet indiği anda bütün dünyanın ortak sorunu olduğunu söyleyebilecek babayiğit var mı?” diye sordum!

        Evrensel olanın içinde kayırma yoktur! Yani sadece bir toplumun sorunlarıyla ilgilenip onları çözmeye çalışmaktan bahsedemezsiniz! Kısas ayetinin inişinin bir sebebi vardır! Ne olduğunu siz iyi bilirsiniz ve kendilerine göre çözmüşleridir! Ama bu dünyanın geri kalanını ilgilendiren bir sorun değildir! Kuran tamamen doğduğu bölgede yaşayan insanların günlük sorunlarıyla ilgilenmiştir! İçinde Türklerin, Almanların, Arnavutların,İngilizlerin,İspanyolların,Çinlilerin,Japonların geleneksel sorunlarıyla alakalı bir tek söz yoktur.

        Aksine bütün dünya Araplar gibi yaşıyor görülerek diğer bütün halkların yaşayışları Arapların gelenek ve göreneklerine göre uyarlanmış ve onların üzerinden SÖZDE bir düzenleme yapılmıştır! Bu yorum size göre Kuran’ın bütün dünyaya gönderilmiş olması iddiasına göre yapılmıştır.

        Ama aslında görüyoruz ki Kuran bölgesel bir kalkışmanın kaynağı olarak dizayn edilmiştir! İçi bu bölgesel kalkışmanın tarafı halkın dili ve ırkı üzerine yapılan kesin vurgularla doludur! Muhatabı bir Türk,Alman,İngiliz,İspanyol,Çinli ya da japon değildir! Onların içinden bazıları TUTAN kalkışmanın etkisine sokulan yani

        Kuranda bol bol sadece bir bölgede yaşadığı farzedilen peygamberlerin hikayelerinden bahsedilir ama bu dünyada insanın kapladığı zamanın binlerce katından fazla yer kaplayan ve belkide dünyanın gördüğü en büyük doğa felaketiyle yok olan ve bu sayede yok oluşlarıyla insanlığın baskın tür olmasını sağlayan dinozorlardan bahsedildiğini göremezsiniz! Bu dinozorların ve onların yaşadığı dönemin devasa bitkilerinin fosillerinin bir gün petrol ve kömür olacağından ve Arapların bunları pazarlayarak dolar zengini olacağından da bahsedilmez! Petrol Arap tarihinin en önemli gerçeğidir ama Kuranın tanrısı böyle bir zamanın geleceğinden habersizdir!

        Şimdi bana söylemenizi istiyorum,
        Arap yarımadasından çıkarılarak pazarlanan petrolden kazanılan milyarlarca dolar KURAN’a göre NASIL bölüşülmelidir? Ne kadarını halk,ne kadarını şeyhler ya da peygamber almalıdır? Ne kadarı Tanrının hakkıdır! Savaş ganimetlerinin bile paylaşımına giren kuranın tanrısı Petrol gelirlerinin (o savaşlardan elde edilen ganimetlerin mlyonlarca katı değerindeki) paylaşımına neden değinmemiştir?

        Kuran’ı gönderdiği halkın gelecekte en önemli ganimeti olacak bir metadan bile habersiz bir tanrı hayalinin birde evrensel olmasını bekleyemezsin! Bak petrol ve kullanımı bütün dünyanın evrensel paydası! Hani nerede düzenlemesi? Doğayı öldürmüyormuyuz karbon salımıyla, ozon tabakasını delmiyormuyuz, küresel ısınmayı tetikleyerek dünyayı felaketlere sürüklemiyormuyuz! Petrol yüzünden dünyada milyonlarca insan savaş ve terör tehdidiyle karşı karşıya değilmi? Hani nerede düzenlemesi?

        Köle konusuna gelince, bir tanrı eşit dediği (aslında demediği) insanların arasından bir zümreye, onların kendi kendilerine yaptığı eziyet ve aşağılamanın ve konumlandırmanın tezahürü olan bir isimle sesleniyorsa onların durumlarını (köleliklerini) meşrulaştırıyor demektir! Dünya tarihinde hele de tanrının kullarının eşitliğinden bahsettiği noktada var olan kölelik rejiminden daha aşağılık ve yok edilmesi gereken bir sorun olabilirmiydi? Ve insanlarına eşitsiniz diyen tanrı bu düzeni kurallarla süslemekten öte cebren ve birden kaldırabilecek cesarete sahip değil! Çünkü kölelik dönemin en önemli kazanç kaynaklarından biri. Yani size göre ya da kurana göre para kuranın tanrısından bile güçlü! Yani bir türlü Amerikada Kuzeylilerin yaptığını yapıp uğruna kardeşleriyle savaşıp kan dökerek, artık bütün köleler özgürdür, kölecilik suçtur diyememiş! ”Bana istemem yan cebime koy” mantığıyla hareket eden bir tanrı hayalinin savunmasıyla gelmeyin!

        Kuranın tanrısı Köleliğin bütün kapılarını kapatmış! Peki hala köle olanlar? Onların köle olma hali normalmidir ki hemen kaldırılmaktansa zamana ve sahiplerinin kuranla kurallandırılmış inisiyatiflerine bırakılıyor! Alkolün durumunu neden zamana ve içicilerin kuranla belirlenmiş kurallarla sınırlandırılmış inisiyatiflerine bırakmamış? İçki içmenin günahının bir insanı köle olarak kullanmanın günahından daha ağır olduğunu iddia edecek bir babayiğit varmı?

        Kölelik bu ayet indiği anda artık yok hükmündedir diyemeyen bir tanrıya siz inanabilirsiniz ama ben var olsa bile inanmam! Çünkü kendi çıkarı ve beklentisi için kendi yarattıklarına politika yapan bir tanrıya tahammül edemem! Onun bu siyasetini meşrulaştıracak bir biat ı benden bekleyemez!

        Sanırım yazımın diğer bölümleri pek ilginizi çekmemiş…

        ,

      • bilal dedi ki:

        Sn.rammsteinn,

        ‘’ konuyu bölmemek için sadece okumakla yetindim am dikkatimi çeken şey şu oldu.
        bu kısas konusunu taşpınar kendince “el” takısı ile kurtarmaya çalışıyor. ama bunun konuyla uzaktan alakası bile yok. olsaydı bilal bey olaya el koyar meşhur arapçasıyla “el” takısının bütün detaylarını aktarırdı. bakıyorum o bu konuda sessizliğe bürünüyor. ‘’ sizden alıntı’’

        Sn.T.TAŞPINAR kardeşimin ‘’ el’’ takısı konusunda yaptığı açıklamaların tümüne aynen katılıyorum.Ben de daha önce‘ el’’ takısı yerine‘’tarif’’(belirteç) edatı olarak kullandığımdan bunun farkına varmamış olabilirsiniz. Arapçada ‘’ ال ‘’ takısı belirteç adatıdır.Mesela: konumuz kısas olduğu için ‘’الحر – العبد – الانثي ‘’ el hürrü,el abdu,el ünsa ‘’ gibi isimler ‘’ el takısıyla geldiklerin de,bununla anlatılan sadece katil ve maktül kimselerdir.Bu tarif edatı olan ‘’ el’’ takısı bunun böyle olduğunu açıkça gösteriyor. Arapçada belli olmayanlar tenvinle gelir. Belli olan kişiler ise ‘’ el’’ takısıyla gelir.İşte bu ayete de ‘’el ‘’ takısıyla sadece ‘’katil ve maktül ‘’söz konusu olmuştur Mesela: ‘’الرجال ‘’ er rical ‘’ şeklinde tarif adatı olan ‘’ el’’ takısıyla isim gelmişse bilinen ve tanınan erkekler demektir.Ama üzerinde ‘’ال ‘’takısı olmayan ‘’رجال’’ ricalün,hürrün abdun ve ünsa ‘’ gibi isimler gelirse o zaman bilinmeyen erkekler,bilinmeyen hür,bilinmeyen köle,bilinmeyen kadın demek olur.İşte kur’an KISAS konusunda ‘’el ‘’ takısını kullanarak bu kısasın sadece bilinen ve tespit edilen ‘’ katile’’ uygulanabileceğine vurgu yapmıştır. Zaten arapçada ‘’ KISAS ‘’ ifadesiyle aynı misliyle sadece KATİL kişiye uygulanan ceza demektir.Katilden başkasına bir ceza uygulanırsa buna asla KISAS denilemez! KISAS ifadesiyle bu tür yanlış anlaşılmalar da önlenmiştir.Ayrıca T.TAŞPINAR’kardeşimin bu değerli açıklamalarından dolayı da kendisini tebrik ederim.Allah razı olsun !!!

        Saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —T.TAŞPINAR’kardeşimin bu değerli açıklamalarından dolayı da kendisini tebrik ederim.Allah razı olsun !!! (senden alıntı)

        —-konumuz kısas olduğu için ‘’الحر – العبد – الانثي ‘’ el hürrü,el abdu,el ünsa ‘’ gibi isimler ‘’ el takısıyla geldiklerin de,bununla anlatılan sadece katil ve maktül kimselerdir,İşte kur’an KISAS konusunda ‘’el ‘’ takısını kullanarak bu kısasın sadece bilinen ve tespit edilen ‘’ katile’’ uygulanabileceğine vurgu yapmıştır (senden alıntı)

        T.TAŞPINAR’ tebrik ettiğine göre, onun bakara-178’in geliş nedeni olarak öne sürdüğü yasayı eğip bükenlerin olabileceği fikrine de katılıyorsun demektir!!!

        konumuzun kısas olduğu belli ama işin içerisine cinsiyet ve statü gibi kavramlarıda katılınca “el” takısının neyi işaret ettiği maalesef senin dediğin gibi olmuyor,

        çünki herkesçe bilinen bir şeyi, yani maktül ile katilin kısas edileceğini, insanlar bile söyleme gereği duymazken, bir tanrı tarafından söylenmesinin anlamsızlığı ortaya çıkıyor,

        bir insan dil bilgisi kurallarının tariflerini bilmese de, bu onun konuşma dilinde tariflerini bilmediği şeyleri kullanmasına engel değil,

        yani bir insan cümlelerini kullanırken, onu bilinen konuşma diline göre düzenler ama hangi kelimenin tümleç, hangi kelimenin özne, hangi kelimenin belirteç, vb. olarak adlandırıldığını bilmese de bilme gereği duymaz kullanır,

        o nedenle, bazı soruların sorulduğu yerde, bunlar nasılsa Arapça dil yapısını bilmiyorlar,
        biz bunu böyle söyleriz, olur biter diyemezsiniz,

        eğer “el” takısı kimliği belli olan kişileri belirtiyorsa o zaman aşağıdaki soruların cevaplarının verilmesi lâzım,

        1- Muhammed, bakara-178 gelmeden önce, kısasa kısasla ilgili olarak öldürmelerde Tevrattaki cana can hükmüne göre hüküm vereceğini bilmiyor muydu?

        2- Muhammed, cana can hükmünde katil ile maktülün kısas edileceğini bilmiyor muydu?

        katil;………..maktül;
        hür erkek ile hür erkek…
        hür erkek ile hür kadın…
        hür erkek ile köle erkek…
        hür erkek ile köle kadın…

        hür kadın ile hür erkek…
        hür kadın ile hür kadın…
        hür kadın ile köle erkek…
        hür kadın ile köle kadın…

        köle erkek ile hür erkek…
        köle erkek ile hür kadın…
        köle erkek ile köle erkek…
        köle erkek ile köle kadın…

        köle kadın ile hür erkek…
        köle kadın ile hür kadın…
        köle kadın ile köle erkek…
        köle kadın ile köle kadın…

        3- Muhammed katil ile maktül eşleşmesinin 16 şekilde olacağını bilmiyor muydu?

        4- biliyorduysa, Kuranın tanrısı niye hür hür ile, köle, köle ile, kadın kadın ile kısas edilir deme gereğini duydu?

        kadına kadın şartı, hür ile hür ve köle ile köle statüsündekilerin cinsiyetinin erkek olduğu belirtiyor,

        ayrıca kadına kadın şartında bahsedilen kadınlar, statülerine göre hür kadın ve köle kadın anlamına geliyor,

        bu durumda ayetteki eşleşmeler,
        hür erkek ile hür erkek,
        köle erkek ile köle erkek,
        hür kadın ile hür kadın,
        köle kadın ile köle kadın şeklinde oluyor,

        yani bakara-178, cana can hükmüne göre, cinsiyet ve statü açısından 16 türlü yapılan eşleşmelerden sadece 4 tanesinden bahsediyor!!!

        5- aslolan maktül ile katilin kimliğinin bilinmesi ise cinsiyet ve statülerinden bahsetmenin ne gereği var?

        madem konuya tekrar dahil oldun, sıra numarası verdiğim sorularıma verecek mantıklı cevapların vardır herhalde,

        not; daha önceki eşleşmelerde, köle ile köle eşleşmesinde cinsiyet ayırımı yapmadığım için 9 türlü yazmıştım, bu mesaj bahanesiyle hepsini yazmış oldum

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ‘’ eğer “el” takısı kimliği belli olan kişileri belirtiyorsa o zaman aşağıdaki soruların cevaplarının verilmesi lâzım,
        1- Muhammed, bakara-178 gelmeden önce, kısasa kısasla ilgili olarak öldürmelerde Tevrattaki cana can hükmüne göre hüküm vereceğini bilmiyor muydu?
        2- Muhammed, cana can hükmünde katil ile maktülün kısas edileceğini bilmiyor muydu?

        1-BAKARA-178.ayet,MAİDE-45.ayeten önce inmiş olup,özel bir olayın hükmünü içermektedir.MAİDE-45.ayet ise,ondan sonra inerek genel bir hüküm içerdiğin de aynı zamanda BKARA-178.ayetin hükmümüne de bir açıklık getiriyor….

        MESELA: BAKARA-178.ayetle cahiliye dönemindeki bazı kabilelere ait kölenin,öbür kabilenin kölesi tarafından öldürüldüğün de,maktulün kabilesi katil köleyi değil,söz konusu kabileden hür birine kısası uygulamak istiyordu. Veya kendilerine mensup bir kadın,diğer kabilenin bir kadını tarafından öldürülseydi,bunlar katil olan kadına değil,söz konusu kabilenin erkeğinden birine kısası uygulamk istiyordu,bunun dışında hiç bir hükme razı olmuyordular,eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm müslüman oluncaya kadar da devam ediyordu.kur’an’ın bu ayetiyle bu yanlış hükme son veriliyor.Bu nedenle herkesçe bilinen bu durum üzerine uygun ifadelerle Bakara-178.ayet inmeye başlıyor ve söz konusu katil köle ancak maktul köley ile,katil hür maktul hür ile,katil kadın maktul kadınla kısas olunabilir diye hüküm veriliyor. Yani kısastaki adil ve eşit olmayan bu yanlış hükme son veriliyor…

        2-MAİDE-45.ayet ise BAKARA-178.ayeten sonra Yahudi olan Beni Kurayza ile yine yahudi olan Ben Nadr kabileleri arsındaki kısastaki yanlış uygulmayı kaldırıp aynı zamanda Bakara-178.ayeteki hükme de genel bir ifadeyele açıklık getirmektedir…Zira tefsirlerde MAİDE-45.ayetin sebebi nuzulü şöyle geçiyor..

        الأولى : قوله تعالى : وكتبنا عليهم فيها أن النفس بالنفس بين تعالى أنه سوى بين النفس والنفس في التوراة فخالفوا ذلك ، فضلوا ; فكانت دية النضيري أكثر ، وكان النضيري لا يقتل بالقرظي ، ويقتل به القرظي فلما جاء الإسلام راجع بنو قريظة رسول : الله فيه فحكم بالاستواء ; فقالت بنو النضير قد حططت منا ; فنزلت هذه الآية . وكتبنا بمعنى فرضنا ، وقد تقدم ، وكان شرعهم القصاص أو العفو ، وما كان فيهم الدية ; كما تقدم في ” البقرة ” بيانه .
        ( نقلا من تفسير القرطبي – ج – 3 – ص – 545 )

        MAİDE-45:Hem onda onlara şu hükmü de yazdık.Cana can……karşılıktır……” deniliyor. BununlaYüce Allah Tevrat’a insanlar arasında kısasla ilgili eşit bir hüküm koyduğunu açıklıyor.Ama onlar bu eşit hükme muhalefet ederek,doğruluktan sapmışlardı..Zira Beni Nadir kabilesinin diyeti,Beni Kurayza’nın diyetinden daha fazla idi,bu nedenle Beni Nadir
        kabilesinden biri,Beni Kurayza’dan birini öldürseydi,onun yerine öldürülmez ve kısas uygulanmazdı.Ama Beni Kurayza’dan biri Beni Nadir’den birini öldürseydi,onun yerine kısas uygulanıp öldürülürdü.İslam gelince,mağdur olan ve kendisine haksızlık yapılan Beni Kurayza hz.peygambere müracaat ederek bu haksızlığın giderilmesini istiyorlar.Hz.peygamber de Tevrat’a göre aralarında hüküm veriyor ve Beni Kurayza’ya yapılan bu haksızlığı ortadan kaldırıyor.Bunun üzerine Beni Nadir hz.peygambere sen bizim üstünlük hakkımızı düşürüp yok ettin dediler.İşte bu nedenle yüce Allah’da MAİDE-45.ayetle Tevrat’aki ‘’…Cana can….karşılıktır…’’hükmünü indiriyor ve bunu kur’an’a da genel bir hüküm olarak aynen koyuyor….!!!

        Yani hicretin ilk döneminde ve kısasla ilgili söz konusu ayet inmeden önce zaten müslümanlarda böyle bir hüküm uygulanmıyordu,taki müslüman olup cahiliye dönemindeki kısasla ligili adil ve eşit olmayan bu yanlış hüküm bazı kabileler arasında söz konusu olunca BAKARA-178.ayetin inmesiyle adil ve eşit olmayan bu hükme son veriliyor. Daha sonra da iki yahudi kabilesi arasında buna benzer yanlış bir uygulama söz konusu olunca da Tevrat’taki ‘’…Cana can…..karşılıktır…’’ şeklindeki hüküm MAİDE-45. ayetin inmesiyle de genel bir hüküm olarak kur’an’da da yer alıyor….!! Yani BAKARA-178.ayetin hükmü gelmeden,Tevrat’aki ‘’…Cana can….’’ hükmünün uygulanmasına dair bir hüküm zaten kur’an’da mevcut değildi.Bu nedenle bu hükme dair henüz ayet inmediğinden dolayı bunun uygulanması zaten söz konusu değildi…

        3- Ayetleri tercüme ederken söz konusu arapça dil gramerini ve bu dilin temel bilgisi olan sarf ve nahv ilmini iyice bilmek ve bu dilin kültürel yapısını dikkata almak gerekir. Yani ayetleri arapçadan kendi mantıkımızla değil,bu dilin bütün özelliklerini dikkata alarak tercüme etmeliyiz. İşte Arapça dilindeki harflardan biri de belirteç edatı olan ‘’ال ‘’ takısıdır. Bu harf bilinen isimler üzerine gelir,şayet söz konusu isimin kimliği bilinmiyor veya tanınmıyorsa,bu isim üzerine bu harf gelmez.Bunun yerine nekire alameti olan tenvin gelir….

        İşte söz kısasla ilgili ayete ‘’الجر بالحر – والعبد بالعبد – والانثي بالانثي ‘’ el hurrü bil hurri,vel abdu bil abdi,vel ünsa bil ünsa‘’şeklindeki belirteç harfı olan ‘’el ‘’takısıyla gelmiştir..Bununla anlamı şöyle olur ’’maktul hürre karşlık katil hür,maktul köleye karşılık katil köle ve maktul kadına karşılık da katil kadına KISAS uygulanabilir..’’şeklindede olur.Yani bu kısas sadece bilinen katile uygulanabilir,onun dışında başka birine uygulanamz,şayet uygulanırsa,bu durum KISAS olmaktan çıkyor ve ikinci bir katl söz konusu oluyor…

        Arapça lugatlarında tarif,yani ‘’ belirteç’’ harafı olan‘’el ‘’takısıyla igili açıklama aşağıdadır.

        لام التعريف الأداة[عدل]
        تدخل لام التعريف على الأسماء كي تعرفها وتزيل إمكان اللبس في المقصد من الاسم المعرف.

        قبل دخول لام التعريف بعد دخول لام التعريف
        رأيت رجلًا يدخل بيتًا. رأيت الرجلَ يدخل البيتَ.

        دخلت لام التعريف على كل من الاسمين:رجل و بيت؛ وأزالت بدخولها اللبس في دلالة هذين الاسمين، ليشيرا إلى بيت ورجل
        محددين ومعرفين.

        MESELA:burada şöyle iki örnek verilmiştir !

        قبل دخول لام التعريف بعد دخول لام التعريف
        رأيت رجلًا يدخل بيتًا. رأيت الرجلَ يدخل البيتَ.

        a) Üzerinde ‘’el ‘’ takısı bulunmayan örnek !!! b) Üzerinde ‘’ el ‘’ takısı bulunan yine aynı örnek !!!

        1-‘’ Re eytu reculen yedhulu beyten ‘’ Kimliğini bilmediğim ve tanımadığım bir adam,yine kime ait olduğunu bilmediğim bir eve girdi..’’Burada ‘’ el ‘’ takısı olmadığından eve giren adamın kim olduğu bilinmediği gibi,girilen evin de kime ait olduğu da bilinmiyor….!!!

        Şimde aynı örnekte ‘’ recul ve beyt ‘’ isimleri üzerine ‘’ el ‘’ takısını koyalım !!!

        2-‘’Reeytur recule yedhulul beyte ‘’ kimliğini bildiğim ve tanıdığım bir adam,yine tanıdığım ve bildiğim bir eve girdi..’’ anlamında olur… İşte ‘’ el ’’ takısıyla adamın da kimliği belli oluyor ve girilen evin de …!!!

        Aynen bunun gibi ‘’ el hurü bil hurri,vel abdu bil abdi vel ünsa bil ünsa ‘’ şeklindeki ayete geçenlerin de kimler olduğu anlaşılıyor.Yani bu ‘’el ‘’ takısıyla sadece KATİL ve MAKTÜLE vurgu yapılıyor. …İşte bu belirteç harfı olan ‘’ el ‘’ takısıyla sadece bilinen katil ve bilinen maktul söz konusu olabilmektedir…..

        Saygılarımla….

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —–1-BAKARA-178.ayet,MAİDE-45.ayeten önce inmiş olup,özel bir olayın hükmünü içermektedir.MAİDE-45.ayet ise,ondan sonra inerek genel bir hüküm içerdiğin de aynı zamanda BKARA-178.ayetin hükmümüne de bir açıklık getiriyor….
        MESELA: BAKARA-178.ayetle cahiliye dönemindeki bazı kabilelere ait kölenin,öbür kabilenin kölesi tarafından öldürüldüğün de,maktulün kabilesi katil köleyi değil,söz konusu kabileden hür birine kısası uygulamak istiyordu. Veya kendilerine mensup bir kadın,diğer kabilenin bir kadını tarafından öldürülseydi,bunlar katil olan kadına değil,söz konusu kabilenin erkeğinden birine kısası uygulamk istiyordu,bunun dışında hiç bir hükme razı olmuyordular,eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm müslüman oluncaya kadar da devam ediyordu.kur’an’ın bu ayetiyle bu yanlış hükme son veriliyor.Bu nedenle herkesçe bilinen bu durum üzerine uygun ifadelerle Bakara-178.ayet inmeye başlıyor ve söz konusu katil köle ancak maktul köley ile,katil hür maktul hür ile,katil kadın maktul kadınla kısas olunabilir diye hüküm veriliyor. Yani kısastaki adil ve eşit olmayan bu yanlış hükme son veriliyor… (senden alıntı)

        yukarıda verdiğin örneklerde, köle köleyi öldürdüğünde veya kadın kadını öldürdüğünde iki kabile arasında sorun çıkıyor da, köle hürü, kadın erkeği, köle kadını, kadın köleyi, vb. öldürdüğünde sorun çıkmıyor mu?

        öldürülen kölesine karşılık hür isteyen bir kabilenin, öldürülen hürüne karşılık ne isteyeceğini var sen hesap et,

        o nedenle sadece cinsiyet ve statü açısından birebir eşleşmelerin sorun olacağını iddia edemezsin,

        eğer üstünlük sağlamak isteyen varsa, sadece statü ve cinsiyet açısından birebir eşit olan durumlar için değil, diğer durumlar içinde mızıkçılık yapar,

        o nedenle üstünlük sağlamak isteyenin sadece statü ve cinsiyet açısından sadece eşitler arası değil, her türlü (16 türlü) durumlar için üstünlük sağlamak isteyeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok, yani çıkış noktan külliyen yanlış, yanlış olduğu kadarda aynı zamanda mantıksız!!!

        aklın sıra bakara-178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükümlerini hikâyene benzeştirmeye çalışıyorsun ama üstünlük taslamanın ne olduğunu bildiğimizi unutuyorsun?

        hikâyen tutmadı ama ben sana mantıklı bir açıklamayla bakara-178’in iniş sebebini anlatayım,

        önce şunu belirteyim, Kuran sayfa sayfa indirildiği için haliyle tüm hükümleri içinde barındırmıyordu, o nedenle Kuranda henüz bildirilmemiş hükümler hakkında Muhammed, önceden indirilen kitaplardaki ayetlere göre hüküm vermek zorundaydı,

        dolayısıyla, Muhammed, kısas gerektiren olaylarla ilgili, İncil ve Tevratta hüküm arayacaktı,

        Tevratta öldürmelerde kısasa kısas hükmü cana can olarak belirlenmiş,
        İncilde ise yaralama olaylarında affetmeyi öğütlüyor,

        o nedenle Muhammed, öldürmelerde kısasa kısas gerektiren durumlarda, Tevrattaki cana can hükmüne göre, (failin ve mağdurun birebir bilindiği) hüküm verecekti,

        şimdi senin hikâyenden yola çıkarak tüme varalım,

        EĞER, YUKARIDA ANLATTIĞIN OLAYLAR
        KAN DAVASI İLE İLGİLİ DEĞİLSE;

        yani münferit olaylar ise, zaten Müslümanlığı kabul edenler mecburen Tevrattaki cana can hükmüne tabi olacağından, birbirlerine üstünlük taslama iddiasında bulunamazlardı,

        yani isteseler de istemeseler de Tevrattaki cana can hükmüne tabi olacaklardı,
        o nedenle, bakara-178, yukarıda anlattığım gerekçeler nedeniyle indirilmiş olamaz,

        EĞER, YUKARIDA ANLATTIĞIN OLAYLAR
        KAN DAVASI İLE İLGİLİ İSE;

        kan davasını sürdürmek isteyenler, öldürdüklerinin kadın, erkek, hür, köle, çocuk, bebek olduğuna bakmadan öldürmeye devam ederler,

        kan davasını bitirmek isteyenler, katillerin kimler olduğu bilinemeyeceğinden, Tevrattaki cana can hükmünün uygulanamayacağını bildiklerinden, pazarlık masasında ne koparırsam yanıma kâr kalır zihniyetiyle birbirlerine üstünlük sağlamaya kalkışabilirler,

        çünki ortada onların durumunu tarif eden bir hüküm yoktur,
        katillerin neden bilinemeyeceğini daha önce örneklerle anlatmıştım,

        anlatırken, sadece cinsiyet ve statü açısından birebir eşlenenlerin bilindiği, cinsiyet ve statü açısından birebir eşlenemeyenlerin bilinmediği gibi absürd anlatımların bir işe yaramadığını da belirtmiştim,

        işte bakara-178 kan davasını bitirmek isteyenlerle ilgili kısasa kısas hükümlerini indirmiştir,
        ki mantıken başka bir sebeple indirilmediği anlaşılıyor,

        özetle, bakara-178, öldürmelerde, cana can hükmüne göre uygulama alanı olmayan özel bir durum için indirilmiştir,

        yani bakara-178 kısasta adil ve eşit olmayan bir hükme son vermek için indirilmiyor!!!

        mevcut hükümlere göre (cana can) hüküm verilememesi nedeniyle kan davasına son vermek için ödeşmek isteyenlerle ilgili olarak indiriliyor,

        o nedenle, maide-45’in, bakara-178’deki hükümlere açıklık getirdiği iddiası geçersizdir,

        maide-45 gelmeden önce, Tevratta var olduğu bilinen cana can hükmünün çözemediği bir soruna, çözüm bulmak için getirilen bakara-178’e? Maide-45 gelerek cana can hükmüyle nasıl bir açıklık getirebilir?

        adına Tevrat denilen kitaptaki cana can hükmü, bakara-178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükmüne açıklık getiremiyorda,

        Tevrattaki cana can hükmünden bahseden maide-45, bakara-178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükmüne açıklık getiriyor öyle mi?

        eğer yinede maide-45’in bakara-178’deki hükümlere açıklık getirmek için indirildiğini iddia edeceksen, eğer çocuğun varsa bu mesajı çocuğuna okut, ondan sonra iddiana devam et!!!

        Ey iman edenler! ÖLDÜRÜLENLER hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (bakara-178 kısmi alıntı)

        ayette bireysel veya toplu öldürmeler şeklinde bir ifade olmadığı, sadece öldürülenler dendiği için bakara-178, Tevrattaki öldürülenlerle ilgili cana can hükmünü yürürlükten kaldırmıştır,

        ne yazık ki özel bir durum için gelen ayet, öldürmelerle ilgili (toplu veya bireysel) olayların hepsini bünyesinde barındırdığından özel hüküm olmaktan çıkmış, genel hüküm haline gelmiş,

        dolayısıyla bakara-178 maide-45’te bahsedilen Tevrat hükmünü de (cana can) yürürlükten kaldırmıştır, geriye yaralamalarla ilgili hükümler kalmıştır,
        o nedenle maide-45 sadece yaralamalarla ilgili hükümleri bünyesinde barındırmaktadır,

        —-MAİDE-45:Hem onda onlara şu hükmü de yazdık.Cana can……karşılıktır……” deniliyor. BununlaYüce Allah Tevrat’a insanlar arasında kısasla ilgili eşit bir hüküm koyduğunu açıklıyor.Ama onlar bu eşit hükme muhalefet ederek,doğruluktan sapmışlardı..Zira Beni Nadir kabilesinin diyeti,Beni Kurayza’nın diyetinden daha fazla idi,bu nedenle Beni Nadir
        kabilesinden biri,Beni Kurayza’dan birini öldürseydi,onun yerine öldürülmez ve kısas uygulanmazdı.Ama Beni Kurayza’dan biri Beni Nadir’den birini öldürseydi,onun yerine kısas uygulanıp öldürülürdü.İslam gelince,mağdur olan ve kendisine haksızlık yapılan Beni Kurayza hz.peygambere müracaat ederek bu haksızlığın giderilmesini istiyorlar.Hz.peygamber de Tevrat’a göre aralarında hüküm veriyor ve Beni Kurayza’ya yapılan bu haksızlığı ortadan kaldırıyor.Bunun üzerine Beni Nadir hz.peygambere sen bizim üstünlük hakkımızı düşürüp yok ettin dediler.İşte bu nedenle yüce Allah’da MAİDE-45.ayetle Tevrat’aki ‘’…Cana can….karşılıktır…’’hükmünü indiriyor ve bunu kur’an’a da genel bir hüküm olarak aynen koyuyor….!!! (senden alıntı)

        ne güzel söylemişsin, demek Muhammed, Medine sözleşmesine göre (herkesin kendi şeriatına tabi olduğu, aralarındaki itilaflarda Muhammedi hakem yaptıkları) öldürmelerde Yahudiler arasında Tevrata göre hüküm veriyormuş,

        sakın, maide-45, Muhammede yapılan itirazların, baskıların önüne geçmek için indirilmiş olmasın?

        yani Kuranın tanrısı, Muhammede yapılan itirazların, baskıların önüne geçmek için maide-45’i göndererek, Muhammede de, “bakın peygamberi olduğum tanrım, maide-45’te sizin kitabınızdaki kısas hükümlerinde, öldürmelerde cana can hükmünden bahsediyor” diyerek onları susturmuş olmasın,

        —–Yani hicretin ilk döneminde ve kısasla ilgili söz konusu ayet inmeden önce zaten müslümanlarda böyle bir hüküm uygulanmıyordu,taki müslüman olup cahiliye dönemindeki kısasla ligili adil ve eşit olmayan bu yanlış hüküm bazı kabileler arasında söz konusu olunca BAKARA-178.ayetin inmesiyle adil ve eşit olmayan bu hükme son veriliyor.(senden alıntı)

        yapmayın Bilâl bey, bir peygamber, Kuranın parça parça inmesi nedeniyle henüz Kuranda hükme bağlanmış konularda Müslümanlar arasında da hüküm verirken, tanrısının daha önce gönderdiği kitaplara göre hüküm vereceğini bilmiyor olamaz,

        eğer bilmiyorduysa, maide-45’le öğrenmiştir,

        bakara-178’in niye indiğini anladıysan, daha önceden sorduğum aşağıdaki sorulara evet veya hayır diye cevap ver,

        evet dediğinde gerekçeni,
        hayır dediğinde gerekçeni masal anlatmadan net olarak açıkla.

        1- Muhammed, bakara-178 gelmeden önce, kısasa kısasla ilgili olarak öldürmelerde Tevrattaki cana can hükmüne göre hüküm vereceğini bilmiyor muydu?

        2- Muhammed, cana can hükmünde katil ile maktülün kısas edileceğini bilmiyor muydu?

        3- Muhammed katil ile maktül eşleşmesinin 16 şekilde olacağını bilmiyor muydu?

        4- biliyorduysa, Kuranın tanrısı niye hür hür ile, köle, köle ile, kadın kadın ile kısas edilir deme gereğini duydu?

        5- aslolan maktül ile katilin kimliğinin bilinmesi ise cinsiyet ve statülerinden bahsetmenin ne gereği var?

        belirteçler tekil veya çoğul nesneleri işaret eder, olayı belirteçlerle anlatmayı deneyeceğine anlatılanları anlamayı denesen, o belirteçlerin hür, köle, kadın kavramlarını işaret etiğini anlarsın,

        eğer sen tanrının katil maktülle kısas edilir veya katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir diye bir ifade kullanabileceğini düşünüyorsan, tanrının katille maktülü cinsiyet ve statü açısından kategorize etme saçmalığını göstereceğini düşünüyorsan, sorularıma cevap verme,

        bu mesajı istersen tüm tanıdıklarına oku, onlarında fikrini öğren, cevap vermesen de bu anlattıklarımı aklından çıkarma, aklından çıkacak olursa tekrar oku,

        eğer cevap verme gereği duyarsan, masal anlatmayı değil, açık ve net olarak cevaplamayı dene,

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        1-‘’ayette bireysel veya toplu öldürmeler şeklinde bir ifade olmadığı,sadece öldürülenler dendiği için bakara-178, Tevrattaki öldürülenlerle ilgili cana can hükmünü yürürlükten kaldırmıştır, ‘’senden’’

        Siz sadece laf kalabalığı yapıyorsunuz.Bu nedenle sadece bir iddianıza cevap vereceğim.. Peki hangi mantıkla önce inen bir ayetin,(Bakara-178.ayetin) hükmü daha sonra inen bir ayetin (Maide-45.ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmıştır diyebiliyorsunuz.? Siz nasıl bir mantık yürütüyorsunuz ? Önce inen bir ayetin hükmü sonradan inen başka bir ayetin hükmünü nasıl yürürlükten kaldırabiliyor..?
        Maide suresi son inen surelerdendir,yani BAKARA suresinden sonra inmiştir.Peki önce inen BAKARA suresi henüz inmemiş ve daha sonra inmeye başlamış olan Maide suresindeki ‘’Cana can..’’hükmünü nasıl yürürlükten kaldırabiliyor?? Yani önce inmiş olan bir ayet seneler sonra inenecek olan bir ayetin hükmünü nasıl yürürlükten kaldırabiliyor ? Ne kadar da mantıksız ve anlamsız yorumlar yaptığınızın farkında mısınız.??? –
        2-‘’1- Muhammed, bakara-178 gelmeden önce, kısasa kısasla ilgili olarak öldürmelerde Tevrattaki cana can hükmüne göre hüküm vereceğini bilmiyor muydu? ‘’ senden ‘’
        Kısasla ilgili ayet inmeden önce zaten böyle bir uygulama yoktu,Ayrıca islam Medine de henüz güçlenmeden kısas olayı veya tevrat’ taki ‘’Cana can..’’hükmü nasıl uygulanabirdi ? Sizin mantığınıza göre islam güçlenmeden önce de hz.peygamber böyle bir hükmü infaz edbiliyordu öyle mi? Çok anlamsız yorumlar yapıyorsunuz! Evet,kısasla ilgili ayet inmeden önce bunun hükmünü hz.peygamber hiç uygulamamıştır.Zaten bu ayet inmeden önce Tevrata’ki ‘’ Cana can.’’ hükmünü uygulaması da mümkün değildi.İslam Medine de güçlenmeden ve birbirlerine kasızlık eden söz konusu kabileler de isalamı seçmeden önce zaten böyle bir uygulama söz kounusu bile değildi. Ne zaman Medine de islam güçlenip ve birbirlerine kaksızlık eden söz konusu kabileler de islama girince işte o zaman bu sorun ortaya çıktı.! Yani Bakara-178.ayet inmeden önce hz.peygamberin kısasla ilgili hükmünün infazı da söz konusu olmuş değildir.Bu nedenle konuyla ilgili sorduğunuz sorunun hiç bir analamı da yoktur.!

        3-‘’2- Muhammed,cana can hükmünde katil ile maktülün kısas edileceğini bilmiyor muydu? ‘’ senden’’

        Kur’an,Tevrataki bazı hükümlerin tahrif edildiğine vurgu yapıyorsa,Tevrat’a bulunan çok önemli bir hükmü tasdik etmeden önce bunun müslümanlar arasında uygulanması da söz konusu olamazdı ? Yani kur’an bunun doğru olduğuna önce vurgu yapacak ki ondan sonra Tevrat’taki söz konusu hüküm islam toplumu için de geçerli olsun.! Nitekim kur’an da böyle yapmıştır… Yani islama giren kabilelerle birlikte süregelen böyle yanlış bir uygulama Bakara-178.ayetle kaldırılıyor ve daha sonra tahrif olmayıp korunmuş olan Tevrata’ki ‘’ Cana can .’’hükmüne de vurgu yapılarak bu hüküm kur’an’da da ayen devam ediyor…!!!

        4-‘’3Muhammed katil ile maktül eşleşmesinin 16 şekilde olacağını bilmiyor muydu ‘’ senden’’

        Sorun sadece Bakara-178.ayete belirtilen katil ile maktül eşleşmesi şeklinde olduğundan burada da sadece bu şekillere vurgu yapılmıştır.Diğer şekillerde zaten sorun yoktu !!!

        5-‘’4- biliyorduysa, Kuranın tanrısı niye hür hür ile, köle, köle ile, kadın kadın ile kısas edilir deme gereğini duydu? ‘’ senden’’
        ‘’ 5- aslolan maktül ile katilin kimliğinin bilinmesi ise cinsiyet ve statülerinden bahsetmenin ne gereği var? ‘’ senden’’

        Cevap: Sorun sadece anlatılan şekilde olduğu için konuyla ilgili hükmü bildiren ilgili ayetin mesajıda de o şekilde olmuştur…!!!

        Ayrıca arap dili kural ve özelliklerini bilmediğiniz halde bu dil hakkında nasıl kafanıza göre yorum yapabiliyorsunuz ? Ve ‘’ belirteçler tekil veya çoğul nesneleri işaret eder,olayı belirteçlerle anlatmayı deneyeceğine anlatılanları anlamayı denesen,’’ diyorsunuz.???

        Bakınız,arapçada nekire,(belirsiz) marife,(belirli) müzekker,(eril) ve müennes (dişil) gibi isim ve nesnelere belirteçlerle nasıl işaret edildiğini bir önce öğerenin,ondan sonra bu dil hakkında konuşun !!! Lütfen bu kadar laf kalabalığı yapmaktan da vaz geçin…!!!

        Ayrıca isterseniz aşağıda gösterdiğim arapça dilinin bu kural ve özelliğini anlatan metni tanıdıklarınıza tercüme ettirip anlamaya çalışın,belki o zaman bu dil hakkında kafanıza göre konuşmaktan vaz geçersiniz..!!!

         لام التعريف الأداة[عدل]
        تدخل لام التعريف على الأسماء كي تعرفها وتزيل إمكان اللبس في المقصد من الاسم المعرف.

        قبل دخول لام التعريف بعد دخول لام التعريف

        رأيت رجلًا يدخل بيتًا. رأيت الرجلَ يدخل البيتَ
        دخلت لام التعريف على كل من الاسمين:رجل و بيت؛ وأزالت بدخولها اللبس في دلالة هذين الاسمين، ليشيرا إلى بيت ورجل
        محددين ومعرفين.

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        şimdi çıkmam gerekiyor sana yarın müsait olursam cevap verebilirim ama şu kadarını söyleyeyim tek kelimeyle saçmalamışsın, hemde mantık kurallarını delik deşik ederek?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl ve herkes;

        —–1-BAKARA-178.ayet,MAİDE-45.ayeten önce inmiş olup,özel bir olayın hükmünü içermektedir.MAİDE-45.ayet ise,ondan sonra inerek genel bir hüküm içerdiğin de aynı zamanda BKARA-178.ayetin hükmümüne de bir açıklık getiriyor….
        MESELA: BAKARA-178.ayetle cahiliye dönemindeki bazı kabilelere ait kölenin,öbür kabilenin kölesi tarafından öldürüldüğün de,maktulün kabilesi katil köleyi değil,söz konusu kabileden hür birine kısası uygulamak istiyordu. Veya kendilerine mensup bir kadın,diğer kabilenin bir kadını tarafından öldürülseydi,bunlar katil olan kadına değil,söz konusu kabilenin erkeğinden birine kısası uygulamk istiyordu,bunun dışında hiç bir hükme razı olmuyordular,eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm müslüman oluncaya kadar da devam ediyordu.kur’an’ın bu ayetiyle bu yanlış hükme son veriliyor.Bu nedenle herkesçe bilinen bu durum üzerine uygun ifadelerle Bakara-178.ayet inmeye başlıyor ve söz konusu katil köle ancak maktul köley ile,katil hür maktul hür ile,katil kadın maktul kadınla kısas olunabilir diye hüküm veriliyor. Yani kısastaki adil ve eşit olmayan bu yanlış hükme son veriliyor… (senden alıntı)

        —–cahiliye dönemindeki bazı kabilelere ait kölenin,öbür kabilenin kölesi tarafından öldürüldüğün de,maktulün kabilesi katil köleyi değil,söz konusu kabileden hür birine kısası uygulamak istiyordu. Veya kendilerine mensup bir kadın,diğer kabilenin bir kadını tarafından öldürülseydi,bunlar katil olan kadına değil,söz konusu kabilenin erkeğinden birine kısası uygulamk istiyordu,bunun dışında hiç bir hükme razı olmuyordular,eşit ve adil olmayan bu yanlış hüküm müslüman oluncaya kadar da devam ediyordu (yukarıdaki alıntıdan kısmi alıntı)

        bir önceki mesajındaki söylemlerine tekrar dönelim,

        sen bizi aptal mı sanıyorsun, eğer aptal olduğunuzu sanmıyorsan o halde bizimle dalga geçiyorsun, eğer bizimle dalga geçiyorsan bil ki öne sürdüğün saçma sapan iddialarla kendini feci şekilde madara ediyorsun!!!

        eğer dalga geçmiyorsan, ya zekâ derecen düşük, yada demagoji yapıyorsun,
        ister bizi aptal yerine koy, ister bizimle dalga geç, ister zekâ derecen düşük olsun, ister demagoji yap, ne yaparsan yap, bil ki kendini feci şeklide madara etmekten başka bir şey yapmıyorsun,

        hasmına üstünlük sağlamaya çalışan bir kabile,
        sadece cinsiyet ve statü açısından birebir OLAN eşleşmelerde üstünlük sağlamaya çalışacak ama cinsiyet ve statü açısından birebir OLMAYAN eşleşmelerde üstünlük sağlamaya çalışmayacak öyle mi?

        yani, hasmına üstünlük sağlamaya çalışan bir kabile,
        kölesini öldüren köleye karşılık olarak hür isteyecek ama
        hürünü öldüren köleye karşılık olarak katil köleye fit olacak öyle mi?

        hasmına üstünlük sağlamaya çalışan bir kabilenin her türlü durumda üstünlük sağlamaya çalışacağını, üstünlük sağlamanın ne demek olduğunu bilen herkes söyler, (üstünlük sağlamanın ne demek olduğunu bilen çocuklar dahil)

        o nedenle, hasmına üstünlük sağlamaya çalışan bir kabilenin, sadece cinsiyet ve statü açısından birebir olan eşleşmelerde üstünlük sağlamaya çalışacağını söylemek abesle iştigaldir ve ciddiye alınacak hiçbir tutarlı tarafı yoktur.!!!

        o nedenle, kendini madara etmeye devam edeceksen, bu iddianı sürdürmeye devam et ama devam etmeden önce mahallendeki çocuklara danış, ondan sonra devam et, aman ha sakın beni ciddiye alıp mahallendeki çocuklara danışmaya kalkma sonra mahallendeki çocuklara da madara olursun!!!

        özetle öne sürdüğün iddia geçersizdir, yani çöpe gitmiştir,

        şimdi gelelim “el takısının neye işaret ettiğine;

        siz, el takısı nedeniyle bakara-178’de öldürenle öldürülenin kim olduğu birebir bilindiği için

        hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile ifadelerini;
        hür öldürdüğü hür ile….
        köle öldürdüğü köle ile….
        kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir şeklinde anlamalıyız diyorsunuz,

        bende eğer, öldürenle öldürülenin kim olduğu birebir biliniyorsa, Tevrattaki cana can hükmüne göre hüküm vermek yeterli olacağından bakara-178’in gönderilmesine gerek yoktur diyorum,

        siz, Muhammedin Müslümanlar arasında hüküm verirken, daha önce indirilmiş olan kitapların tahrif olmaları nedeniyle hüküm veremeyeceğini o nedenle öldürmelerde cahiliye dönemindeki geleneklere göre hüküm verileceğini söylüyorsunuz,

        eğer bir peygamber, tanrısının kendisinden önceki peygamberlerden bazılarına kitaplar gönderdiğine inanıyorsa, kendisine indirilen ayetlerde, kısasa kısasla ilgili bir ayet yoksa, daha önce indirilmiş olan kitaplardaki hükümlere göre hüküm vermesi gerekir,

        eğer tahrif edildiği için, Muhammedin Tevrattaki cana can hükmüne göre hüküm veremeyeceğini iddia ediyorsanız,

        ve tanrınızda sizinle aynı düşüncedeyse! Tevrattaki kısasa kısas hükümlerini bildiren bir ayet göndererek, Tevrattaki hükümleri Kuranda da hüküm altına alır, bakara-178’e gerek kalmadan işi hallederdi,

        eğer katil ve maktülün kim oldukları birebir biliniyorsa, tanrınız böyle yapardı,

        yani tevrattaki kısasa kısas hükümlerini Kuranda da hüküm altına alırdı ve bakara-178’i göndermesine gerek kalmazdı,

        peki Kuranın tanrısı bakara-178’i niye göndermiş?

        kısasa kısasta suçlunun cezalandırılacağını biliniyorken,
        niye katil ve maktülü cinsiyet ve statülerine göre kategorize etmiş?

        niye hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir demişte?

        hür, köle ile,
        hür, kadın ile,
        köle, hür ile,
        köle, kadın ile,
        kadın, hür ile,
        kadın, köle ile kısas edilir dememiş,

        yani kelime olarak birebir eşleşmeleri saymışta?
        kelime olarak birebir olmayan eşleşmelerden söz etmemi?

        sizin el takısını öne sürerek, öldürdüğü şeklinde anlamız gerekir iddianıza göre söylersek,

        niye?
        hür, öldürdüğü hür ile
        köle, öldürdüğü köle ile
        kadın, öldürdüğü kadın ile kısas edilir demişte?

        hür, öldürdüğü köle ile
        hür, öldürdüğü kadın ile
        köle, öldürdüğü hür ile
        köle, öldürdüğü kadın ile
        kadın, öldürdüğü hür ile
        kadın,öldürdüğü köle ile kısas edilir dememiş,

        eğer bir tanrı, herkesin bildiği için söylememesi gereken eşleşmeleri, üstelik sadece cinsiyet ve statüye göre birebir eşlenenlerden söz ederek söylüyorsa, kısasa kısasın tarifinde değişiklik yapıyor demektir,

        eğer bir tanrı, kısasa kısas tarifine göre, katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir demesinin hiçbir gereği yokken!!! katil ve maktülü, insanların bile kategorize etmeye gerek duymayacağı bir şekilde!!!, üstelik cinsiyetlerine ve statülerine göre kategorize ediyorsa ve sadece statü ve cinsiyetlerine göre birebir eşlenenlerden söz ediyorsa!!!, bakara-178’i göndererek?

        kısasa kısasın tarifinde değişiklik yapıyor demektir,

        yani tanrı hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile derken,
        hür öldürülen hür ile…
        köle öldürülen köle ile…
        kadın öldürülen kadın ile kısas edilir diyor,

        yani, öldürülenin bilindiği, öldürenin kim olduğunun bilinmediği ama öldürenin kabilesinin bilindiği, yani kan davasındaki ödeşmelerdeki hükmü bildirmek üzere, sadece öldürülenin cinsiyet ve statüsüne göre kısasa kısas uygulanacağını söylüyor,

        o nedenle el takısı “öldürdüğü” ifadesine değil, “öldürülen” ifadesine işaret ediyor!

        eğer bir tanrı, insanların bile söylemeye gerek duymayacağı şeyleri söylüyorsa,
        üstelik suçlunun cezalandırılacağını her halükarda bilen bir tanrı, öldürülenlerle ilgili kısasa kısas şartlarını bildirirken, insanları cinsiyetlerine ve statülerine göre kategorize ediyorsa, kategorize ederken sadece cinsiyet ve statü açısından birebir eşlenenleri kategorize ediyorsa,

        Arapça ve Arapça dil yapısını bilmeye hiç gerek yok, Türkçe ve mantık kurallarını bilmek yeterde artar bile,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        Ve o kitapta onlara hükmettik ki cana karşılık can, göze karşılık göz, burna karşılık burun, kulağa karşılık kulak, dişe karşılık diş ve yaralara karşılık da yaralarla kısas var. Fakat kim bağışlar da hakkından geçerse bu, suçlarının yarlıganmasına sebep olur ve kimler, Allah’ın indirdiği hükme göre hüküm vermezlerse onlardır zâlimlerin ta kendileri. (maide45)

        bak bakalım tanrınız öldürülenler hakkında kısasa kısası hangi ayette farz kılıyor,

        herhalde sahabeden bazıları, bu ayet sadece öldürülenlerle ilgili kısas hükümlerinden bahsediyor, peki yaralamalarda ne yapacağız demiş olmalılar ki,

        Kuranın tanrısı, Yahudilerle ilgili anlattığı bir kıssa vasıtasıyla Tevrattaki kısasa kısas hükümlerinden bahsederek, yaralamalarla ilgili kısasa kısas hükümlerine açıklık getirmiştir, bakara-178’e değil,

        el takısının öldürenlerin ve öldürülenlerin kim olduklarının birebir bilindiğine işaret etmediği,
        öldürenlerin bilinmediği ama öldürenlerin kabilelerinin bilindiği kan davalarında ödeşmek isteyen kabilelerle ilgili kısasa kısas hükümleri uygulanırken öldürülenlerin statü ve cinsiyetlerinin birebir eşleşenlerle kısas edileceğini anladı mı şimdi,

        o nedenle el takısının işaret ettiği kelimenin “öldürdüğü” değil, “öldürülen” olduğunu!!! anladın mı?

        simdi gelelim mesajındaki sorulara,

        1) —-Peki hangi mantıkla önce inen bir ayetin,(Bakara-178.ayetin) hükmü daha sonra inen bir ayetin (Maide-45.ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmıştır diyebiliyorsunuz.? (senden alıntı)

        aklın sıra maide- 45’in bakara-178’den sonra gelerek bakara-178’e açıklık getirdiği saçmalığını savunmaya kalkacaksın?

        ben bakara-178’in, maide-45’i yürürlükten kaldırdığını söylemiyorum, aksine, cana can hükmü hariç, maide-45’in yaralamalarla ilgili kısasa kısas hükümleri nedeniyle yürürlükte olduğunu söylüyorum,

        yani, Bakara-178’ ile, adına Tevrat denilen kitabın, yani Kurandan uzun yıllar önce indirilen bir kitaptaki cana can hükmünü yürürlükten kaldırdığını söylüyorum, herhalde maide-45 gelmeden önce Tevrattaki cana can hükmünün bilinemeyeceğini iddia edecek değilsin?

        en azından Muhammedin Tevrattaki cana can hükmünü bilemeyeceğini iddia edecek değilsin, üstelik Yahudilerden Müslüman olmuş olanlardan veya Yahudi din adamlarından öğrenmiş olabileceği olasılığı ortadayken,

        varsayalım ki Muhammed, Tevrattaki cana can hükmünü bilmiyordu,

        peki maide-45’i, bakara-178’den sonra indirdiğini iddia ettiğin Kuranın tanrısı da mı? Tevrattaki cana can hükmünü bilmiyordu?????????????

        buyur sana en can alıcı soru!!!

        herhalde Kuranın tanrısının Tevrattaki cana can hükmünü bilmediğini iddia edecek değilsin,
        yoksa bilmediğini mi iddia edeceksin!!!

        o nedenle Kuranın tanrısı bakara-178’i indirirken, yani öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı derken, Tevrattaki cana can hükmünü yürürlükten kaldırdığını biliyordu,

        ayrıca surelerin indiği tarihler kesin olarak bilinse bile (ki bakara suresi 10 yılda inmiş) ayetlerin geliş sırası tarih olarak bilinemez,

        bilinse bile fark etmez, öldürülenlerle ilgili kısasa kısasın farz kılındığı ayet bakara-178’dir,

        o nedenle bakara-178’e açıklık getirdiğini iddia ettiğin ama sebebini açıklamadığın, maide-45’le ortadaki ucubeliği kaldıracağını sanman senin kendini avutmandan başka bir işe yaramıyor,

        2) —Kısasla ilgili ayet inmeden önce zaten böyle bir uygulama yoktu,Ayrıca islam Medine de henüz güçlenmeden kısas olayı veya tevrat’ taki ‘’Cana can..’’hükmü nasıl uygulanabirdi (senden alıntı)

        evet, Müslümanlar Mekkedeyken organize bir topluluk halinde değillerdi, yani bırak devlet olmayı bir kabile konumunda bile değillerdi, Medineye geldiklerinde, Medine sözleşmesiyle bir topluluk haline geldiler ve kendi aralarında kendi şeri hükümlere göre hüküm vermeye başladılar, zaten peygamberle birebir yaşayan bir toplumun, üstelik hasımlarının söz konusu olduğu bir durumda kendi aralarında itilaflarının olacağı düşünülemez,

        kan davası güdenlerin tek yaptıkları şey birbirlerini öldürmektir, yani kan davasından vaz geçmedikçe birbirlerini öldürmeye devam ederler, nadir olarak kan davsı gütmekten vaz geçenler olabilir, o da bir toplumun ilei gelenlerinin araya girmesiyle olur, örneğin benim askerlik yaptığım yerdeki komutanım, elinden geldiğince kan davası güdenleri barıştırmaya çalışmıştır, (Anadolunun doğusundan bahsettiğini anlamışsındır) toplu ziyafetlerde barıştırdığı aşiretlerin sayısını bile unuttum,

        Muhammedin peygamberliği döneminde belkide ilk defa, (belkide ilk ve tek) Müslüman olmaları nedeniyle, sanki şartmış gibi illada kelle isteyerek, üstelik durumlarına uygun bir kısasa kısas ayeti olmadığı için birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmaktan kaçınmayan iki kabilenin arasındaki kan davasını, statü ve cinsiyet şartları getirerek çözmeye çalışan bakara-178’in, özel bir durum için geldiği anlaşılıyor ama Kuranın tanrısı getirdiği hükmü farz kılarak genel bir hüküm haline getiriyor,

        Muhammed, Medine sözleşmesiyle şeri düzene geçtiklerinde Kuranda olmayan hükümler hakkında diğer kitaplara bakacaktı, mecburen bakacaktı, tanrısının gönderdiği kitaplara bakmaması mümkün müydü?

        o nedenle Muhammet şeri düzene geçtiklerinde, kendi inanırları arasında Tevratla da hüküm vermek zorundaydı, istese de zorundaydı, istemese de zorundaydı!!!

        3) Muhammed, Kuranın tanrısının gönderdiği kitapların tahrif edildiğini söyleme hakkına sahip değil, eldeki mevcut olanlara kayıtsız şartsız iman etmek zorunda, eğer önceki kitaplarda varsa tahrif edilmiş hükümler, Kuranın tanrısı onları düzelterek Kuranda hüküm altına alır, yoksa almaz mı???

        o nedenle, maide-45’in bakara 178’den sonra geldiği iddia etiğine göre, herhalde Tevrattaki cana can hükmünün bakara-178 gelmeden önce yürürlükte olduğunu kabul etmiş oluyorsun!

        Muhammed, Kuranda olmayan hükümler için diğer kitaplara göre hüküm veriyordu, başka türlü olduğunu söylemek abesle iştigal, (Muhammedi cehenneme göndermekle eşdeğer)

        4) Muhammed, eşleşmelerin nasıl olduğunu biliyordu da kan davasını nasıl çözeceğini bilmiyordu, çünki kan davasında cana can hükmünü uygulayamıyordu,

        5) —-Cevap: Sorun sadece anlatılan şekilde olduğu için konuyla ilgili hükmü bildiren ilgili ayetin mesajıda de o şekilde olmuştur…!!! (senden alıntı)

        yukarıda etraflıca açıkladığım nedenlerle, yani insanların bile bahsetmeyeceği şeylerden Kuranın tanrısının niye bahsettiğini yukarıda anlattım,

        —–Bakınız,arapçada nekire,(belirsiz) marife,(belirli) müzekker,(eril) ve müennes (dişil) gibi isim ve nesnelere belirteçlerle nasıl işaret edildiğini bir önce öğerenin,ondan sonra bu dil hakkında konuşun !!! Lütfen bu kadar laf kalabalığı yapmaktan da vaz geçin…!!! (senden alıntı)

        bu işlerin Arapça bilmekle olmadığını, Türkçe ve mantık kurallarını bilmekle ilgili olduğunu!!!

        ayetin geliş sebebini göz önüne aldığımızda!!!

        bakara 178’ deki el takılarının “öldürdüğü” ifadesine değil “öldürülen” ifadesine işaret ettiğini sanırım anlatabilmişimdir.

        yani;
        katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir hükmünün (16 türlü)

        hür, öldürülen hür ile…
        köle öldürülen köle ile…
        kadın öldürülen kadın ile kısas edilir şeklinde değiştirildiği umarım anlatabilmişimdir,

        aksini iddia edenin sorularıma mantıklı cevaplar vererek beni ikna etmesi gerekiyor,

        uzun uzadıya konuşmamdan yakınma, başkaları 10 tan ayeti kopyala yapıştır yaparak benden daha uzun mesajlar yazıyorlar, ben en azından beleşten değil kendi beynimden kopyala yapıştır yapıyorum, yani kendi düşüncelerimi yazıyorum.

    • rammsteinn dedi ki:

      sayın taşpınar
      diyorsunuz ki
      Allah insanlar için koyduğu emir ve yasaklar içeren hükümlerini daha iyisi ile değiştirebileceğini zaten söylemiştir..

      sayın okuyucunun yazdığı
      önce sabırlı 1 mümin 10 kafire bedeldir demiş,(enfal-65) sonra fikrini değiştirip, sabırlı 1 mümin 2 kafire bedeldir demiş, (enfal-66)

      enfal 65 ve 66 ardı ardına indirilmiş ayetler. acaba ne oldu da değişti?
      aradan yüzlerce sene geçtide bi çok şey değiştiği için mi ayette değişti?
      zaten her şey levhi mahfuzda yazılı değilmiydi?
      geleceği gören tanrı ne oldu da geleceği göremedi?
      diyeceksin ki “insan iradesi hür.tanrı karışmaz”
      hitlerin milyonlarca insanın ölümüne sebeb olacağını da mı acaba tanrı bilemedi?

      lafta her şeye kadir ama icraatta o kadar da nakadir…
      en güzel isimlerinden biri olan müntakim (intikamcı).
      tekrar soruyorum
      ey müntakim; kimden intikam alıyorsun?

      • candost neşeci dedi ki:

        rammstein arkadaş eğer bir allah varsa bu müslümanları hepsini yakması lazım bir yaratıcı ki bukadar küçük düşürülmez.Müslümanlar allahtan bahsederken sanki 40 yıllık kahve arkadaşlarından bahsediyorlar.Kuranda allaha ne yaptırmamışlarki

  100. T.TAŞPINAR dedi ki:

    1okuyucu ve rammstein,
    Enfal 65 ve 66 ile ilgili olarak:
    Eğer ayette “sizden yirmi kişinin ikiyüz kişiye galip gelemeyeceğini bildi” denseydi haklı olurdunuz.Aslında inananlar 1 e karşı 10 da olsa 1 e karşı 2 de olsa inançlı ve sabırlı olmak şartıyla Allah’ın izniyle galip gelebileceklerdir.Enfal 65 ile 66 arasındaki fark Enfal 16. ayette yüklenen savaştan kaçmama yükümlülüğünün şartlarıdır..yani hafifletimesidir.Kendilerinden 10 kat daha fazla düşmana karşı savaşmaktan kaçınırlarsa artık cehennemlik olmayacaklardır..

    • rammsteinn dedi ki:

      sayın taşpınar
      sorularımın bütün cevaplarını aldım. öyle akla mantığa uygun cevaplar aldım ki , olduğum yerin ne derece doğru bir yer olduğunu bir kere daha anladım.

      şu “el” takısı konusunda bence arapça uzmanı olan bilal beyden destek almalısın.
      bu arada arapça konusunda ne kadar uzmansın bilmiyoruz.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        rammstein,
        1 e karşı 10 olduğu halde savaşma durumunda, müminlerden bir kısmı savaşmaktan çekinecek ve gerekli cesaret ve sabırı gösteremeyecek,diğer kısmı ise her şeye rağmen,ölürse de şehit olacağına inanarak savaşmayı göze alacak..
        1 e karşı 2 olduğunda da cesaret ve sabır gösterenlerle göstermeyenlerin oranı değişecektir..ve büyük ihtimalle çok artacaktır..
        1 e karşı 10 durumunda cesaret gösterenlerin Allah katındaki değerleriyle 1 e karşı 2 durumunda gösterenlerin değerleri mutlaka farklı olacaktır.
        Enfal 65 ve 66 ayetleri bir yönüyle bu ayrımı sağlamaya yarıyor…
        Ha derseniz ki ,”bu ayrımı yapmak için iki farklı ayet indirmeye ne gerek vardı..Bir kerede uygun olan sayıyı bilip söyleyemez miydi?”..
        Tabii ki söylerdi..Ama daha cesur ve sabırlı olan ile olamayanların ayrımını yapmak için ve -bu konunun püf noktası diyebileceğim durumdur- bu ayrımda “herkese bir şans verilmiş olması”dır.İnsanlar diyebilir ki,”savaşa katılan biz müminlerden bir kısmını ahirette daha üstün tuttun,daha üstün cennet nimetlerine ulaştırdın ama ben bunlardan olamadım..halbuki bana da bir şans verilseydi yani bana da 1 e karşı 10 olmasına rağmen savaşmam teklif edilseydi ben de cesaret gösterebilirdim..”
        Denebilir ki kimin neye ne tepki vereceği Allah tarafından bilinir ve bilinmelidir..
        O zaman bu dünya hayatındaki imtihana ne gerek kalacaktı.?.İşte Allah, insanların “bana bu şansı vermedin ki” tarzındaki itirazları olmasın diye böyle yapıyor ve dünya hayatındaki tepkilerimizi görmek ve daha da önemlisi bize de kanıt olarak göstermiş oluyor diye düşünüyorum..
        Sonuçta, Enfal 65 ile 66 nın ikisinin de indirilmesiyle sadece 66 daki 1 e karşı 2 oranın indirilmesi arasında önemli bir fark vardır..Böyle bir fark varsa ve gerekçeleri doğruysa ,”bilmeliydi,bilemedi mi” gibi itirazlar yanlış demektir..
        (Aynı durum oruçta cinsel ilişkiyle ilgili ayetler için de geçerlidir..)
        (Kısas konusundaki el- takısıyla ilgili olarak Bilal arkadaşımıza da sorabilirsiniz ya da kendisi direkt katılabilir.Ancak ben el-takısının kelimelere nasıl bir anlam kattığı konusunda internetten bulduğum kaynakları örnekleriyle göstermiştim.Yok böyle bir anlam katmaz diye bir itiraz da gelmedi.Daha doğrusu bir kaynağa dayanan gerekçeli bir itiraz gelmedi)

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden SABIRLI yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. (enfal-65)

        Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden SABIRLI yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. (enfal-66)

        her iki ayettede belirlenen kıstas ayni, sen sabırlı şartının yanına cesurluk şartı da ilâve etmişsin, bende usta savaşçı olduklarını da ilâve edeyim, yani çorbada benimde tuzum bulunsun,

        referans alınan kıstas aynı olduğu halde? oranlarda neden değişikliğe gidilmiş,

        ayetler, kafirlerle tavla oynamaktan bahsetmiyor, Kuranın tanrısının Muhammedden, Müslümanları savaşa teşvik etmesini istiyor,

        bu durumda Muhammed ne yapacak, tabiî ki emir demiri keser misali, Müslümanları savaşa teşvik edecek, yani enfal-65’e göre 20 kişi topladığında, en az 20 kişi, en çok 200 kişi olan kafirlere gördükleri yerde saldırmaktan çekinmeyeceklerdir, çünki ayetlerde, onlar size saldırırlarsa diye bir kayıt yoktur, varda ben mi görmüyorum?

        bu durumda herhalde Müslümanlar kafir gördüklerinde savaşmak zorunda kalmamak için ya evlerinde oturmuşlardır, yada bir araya geldiklerinde 20 kişi olmamaya dikkat etmişlerdir, 19 kişi olduklarında da, yanlarına gelmeye çalışanları kovalamışlardır, hatta yanlarına gelmeye çalışan Muhammed olsa bile… yada kaçıp evlerine saklanmışlardır,

        Müslümanların hepsi birer süper savaşçı olsalar bile! 20 kişinin 200 kişiyi veya daha azını alt edeceği düşünülemez, hele savaşların göğüs göğüse yapıldığı bir ortamda, sabırlı Müslüman usta savaşçıda olsa üzerine ayni anda beş kişi saldırsa, olduğu yere çökertiverirler,

        zaten rakamların uçuk olduğu realitede anlaşılınca, enfal-66’da, 100’ e 200 oranı getirilerek SABIRLI kıstası aynı kaldığı halde oranlarda %80’lik bir indirime gidilmiş ve Kuranın tanrısı ne kadar merhametli olduğunu göstermek için yüklediği uçuk yükü azalttığını söylemiş,

        Kuranın tanrısının ne kadar merhametli bir tanrı olduğunu ispatlamak için böyle bir söylem derleyenler, geleceği bildiğini iddia ettikleri tanrının böyle bir şeyi ön görememiş olduğunu da ispatladıklarının farkına varamamış olmaları karşısında haliyle bizde, Kuranın tanrısının bazı şeyleri sonradan bilip anladığını söylemek hakkına sahip oluyoruz, kinayeli konuşmamızın nedeni bu,

        işin aslına gelince, savaş meydanındaki komutanların askerlerine gaz vermek için söyleyebileceği absürd ifadeleri, yani lafla peynir gemisinin yürümeyeceğini bilenlerin ciddiye almayacakları, ciddiye almadıkları içinde gülüp geçecekleri absürd cümleleri bir tanrının söyleyebileceğini düşünmek akla mantığa sığmıyor, hele bunu rakamlar vererek kelle sayma zorunluluğu getirmesi ise hiç akla mantığa sığmıyor,

        hadi, Müslümanlara saldıranlar olduğunda, kendilerini korumak için savaşmak zorunda kalmalarını anlarımda, bir tanrı tarafından savaşa teşvik edilmelerini anlayamam, hemde kelle saymayı zorunlu hale getirdiğini hiç anlayamam?

        bir ideal uğruna ortaya çıkanların ise savaştan kaçacaklarını düşünmek abes bir durum, hele işin ucunda şehit olup sorgusuz sualsiz cennete gitmek varsa, değil savaştan kaçmak, düşmanın üstüne tam gaz saldırmaya kalkışırlar,

        —- Enfal 65 ile 66 arasındaki fark Enfal 16. ayette yüklenen savaştan kaçmama yükümlülüğünün şartlarıdır..yani hafifletimesidir.Kendilerinden 10 kat daha fazla düşmana karşı savaşmaktan kaçınırlarsa artık cehennemlik olmayacaklardır.. (senden alıntı)

        15. Ey müminler! Toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. (Korkup kaçmayın). (enfal-15)

        16. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya diğer bölüğe ulaşıp mevzi tutma durumu dışında, kim öyle bir günde onlara arka çevirirse muhakkak ki o, Allah’ın gazabını hak etmiş olarak döner. Onun yeri de cehennemdir. Orası, varılacak ne kötü yerdir! (enfal-16)

        söz konusu ayetlerin iniş sebebini açıklarken, enfal-15’i pas geçmişsin,

        Kuranın tanrısı enfal-15’te Müslümanlara, kafirlerle karşılaştıklarında kafirlere arkalarını dönmemelerini, kafirlere saldırmalarını emrediyor, yani aranızda herhangi bir savaş durumu olmasa da saldırın diyor,

        Enfal-16’da arkalarını dönenlerin cehenneme gideceğini ve savaş esnasında geri çekilme durumlarını açıklıyor,

        herhalde Müslümanlar toplu halde değilde gruplar halinde savaş alanı dışında kafirlerle karşılaştıklarında, (bir panayır olabilir) şimdi durduk yerde birbirimizi boğazlamayalım düşüncesiyle kulaklarının üzerine yatıyorlardı yada savaşmama gerekçesi olarak kafirlerin sayısal olarak kendilerinden çok fazla olduğunu öne sürüyor olmalılardı ki Kuranın tanrısı savaş ölçüsü olarak sayısal oranlar belirlemiş?

        yada Müslümanlar, ortada fol yok yumurta yokken sırf tanrıları istedi diye kafirlerle savaşmak konusunda gevşeklik göstermiş olmalılar ki,

        enfal-15’le Müslümanları kafirlere saldırtmayı kafasına koymuş olan Kuranın tanrısı, hem savaşa teşvik etmek hemde sayısal oranları bildirmek üzere enfal-65 ve enfal-66’yı göndermiş,

        bu durumda işin rakamsal boyutuna bir bakalım?
        diyelim ki 100 kişilik bir Müslüman grup, 201 kişilik kâfir grubuyla karşılaştı, (düşman askerlerini tek tek saydıklarını varsayalım) bu durumda enfal-66 gereği tabanları yağlayıp kaçmaları gerekiyor, onlar tabanları yağlayıp kaçarken, düşman askerleri de peşlerine takılıp bir köşede sıkıştırırsa, biz şartlar oluşmadığı için sizle savaşamayız mı diyecekler? yoksa kendilerini savunmak zorunda mı kalacaklar? düşman askerleri de paşa gönlünüz bilir savaşsanız da savaşmasanız da kaçarınız yok, biz sizi öpmeye kararlıyız derse…

        herhalde Müslümanlar bir yere gidecekleri zaman yola çıkmadan önce kaç kişi olduklarını sayıp öyle yola çıkıyorlardı, yolda kafirlerle karşılaşma olasılığını da düşünerek, durduk yerde şimdi savaşmayalım düşüncesiyle de herhalde 100 kişi olmamaya dikkat ediyorlardı?

        yada 100 kişiyi geçtikleri durumlarda kaç kişilik kafir grubuyla savaşacaklarını belirliyorlardı,
        örneğin, Müslüman kafilesi 112 kişi ise 224 kişilik veya daha az bir kafir kafilesiyle savaşa tutuşacaklarına karar veriyorlardı, tabi önce karşılaştıkları kafir grubun 224 kişiyi geçip geçmediğini belirlemek için onları tek tek saymaları gerekiyordu, nasıl saydıkları konusunda bir bilgim yok, herhalde keskin bakışlı bir uzaktan tek tek sayarak kaç kişi olduklarını belirliyordu, yada Müslümanlardan bir kafirlerin yanına giderek, sizi sayabilir miyim? diye izin istiyordu, kafirlerin izin vermedikleri durumda da mecburen uzaktan saymak zorunda kalıyorlardı, herhalde buna benzer bir şey olmalı?

        bir toplum yeterli güce sahip olmadıkça savaşma gereği duymaz, bunun için savaşa teşvik edilmelerine de gerek yoktur, hele sayısal oranlar verilerek kelle sayma zorunluluğu getirmeye de hiç gerek yoktur, çünki savaşlar kelle sayısıyla değil, planla taktikle kazanılır,

        tanrınız Müslümanları savaşa zorlayacağına, yani Müslümanları kafirlere saldırtacağına, Müslümanlar saldırıya uğradıklarında kaçmaya kalkanları cehenneme göndereceğini söyleseydi, böyle abuk sabuk ayetler göndermesine gerek kalmazdı,

        savaştan kaçanları cehenneme göndermekle tehdit etmesi de, ne kadar merhametli bir tanrı olduğunu gösteriyor, yani Kuranın tanrısı ben sizin savaşmanızı istiyorum, hadi bakalım sıkıyorsa savaşmayın diyor,

        şimdi düşünüyorumda, ya bire on oranı yürürlükte kalsaydı, gerçekten tanrınız çok merhametliymiş, düşünsene Müslümanlar 100 kişi olduklarında karşılarındaki düşmanın 1000 kişiyi geçip geçmediğini anlamak için onları tek tek sayacaklardı, 200 kişiyi saymakla 1000 kişiyi saymanın zorluk derecesini düşünüldüğünde 1000 kişiyi saymak oldukça zahmetli bir iş olacaktı, gerçekten tanrınız çok merhametliymiş, Müslümanları büyük bir külfetten kurtarmış,

        özetle, savaş plânla taktikle akılla kazanılır, kelle sayısıyla değil,
        günümüzde ise kimin kaç kelleye bedel olduğunu uzaktan kumandalı füzeler belirliyor, Kuranın tanrısı değil.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Benim rammsteine hitaben yazdığım yoruma cevap yazmışsın ama benim yazdığım yorumdaki hiçbir iddiama karşılık verememişsin. .Ancak her zamanki gibi çarpıtma ( savaş ve düşmanlık olmasa bile gördükleri yerde kafirlere saldıracakları gibi) ve hiçbir gerçek cevap veremeden lafı boş yere uzatma alışkanlığına devam etmişsin..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Ey müminler! Toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönmeyin. (Korkup kaçmayın). (enfal-15)

        bana niye kızıyorsun, size arkanızı dönmeyin diyen tanrınıza kızın.

        kaçmayın dediğine göre demek ki kafirlere saldırın diyor.

        sana okkalı cevap verdim ama sen anlayamamışsın ben ne yapayım,

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        şu aşağıda alıntıladığım yorumlara hiçbir cevap vermemeyi tercih ettin galiba,
        Aşağıda Bilal’in el- takısıyla ilgili (yorumlarını merak ediyordunuz ya..) değerlendirmeleri var.
        “Sn.T.TAŞPINAR kardeşimin ‘’ el’’ takısı konusunda yaptığı açıklamaların tümüne aynen katılıyorum.Ben de daha önce‘ el’’ takısı yerine‘’tarif’’(belirteç) edatı olarak kullandığımdan bunun farkına varmamış olabilirsiniz. Arapçada ‘’ ال ‘’ takısı belirteç adatıdır.Mesela: konumuz kısas olduğu için ‘’الحر – العبد – الانثي ‘’ el hürrü,el abdu,el ünsa ‘’ gibi isimler ‘’ el takısıyla geldiklerin de,bununla anlatılan sadece katil ve maktül kimselerdir.Bu tarif edatı olan ‘’ el’’ takısı bunun böyle olduğunu açıkça gösteriyor. Arapçada belli olmayanlar tenvinle gelir. Belli olan kişiler ise ‘’ el’’ takısıyla gelir.İşte bu ayete de ‘’el ‘’ takısıyla sadece ‘’katil ve maktül ‘’söz konusu olmuştur Mesela: ‘’الرجال ‘’ er rical ‘’ şeklinde tarif adatı olan ‘’ el’’ takısıyla isim gelmişse bilinen ve tanınan erkekler demektir.Ama üzerinde ‘’ال ‘’takısı olmayan ‘’رجال’’ ricalün,hürrün abdun ve ünsa ‘’ gibi isimler gelirse o zaman bilinmeyen erkekler,bilinmeyen hür,bilinmeyen köle,bilinmeyen kadın demek olur.İşte kur’an KISAS konusunda ‘’el ‘’ takısını kullanarak bu kısasın sadece bilinen ve tespit edilen ‘’ katile’’ uygulanabileceğine vurgu yapmıştır. Zaten arapçada ‘’ KISAS ‘’ ifadesiyle aynı misliyle sadece KATİL kişiye uygulanan ceza demektir.Katilden başkasına bir ceza uygulanırsa buna asla KISAS denilemez! KISAS ifadesiyle bu tür yanlış anlaşılmalar da önlenmiştir.Ayrıca T.TAŞPINAR’kardeşimin bu değerli açıklamalarından dolayı da kendisini tebrik ederim.Allah razı olsun !!!”
        Bu da benim sana hitaben yazılmış yorumum
        “1okuyucu,
        Peki, benim hangi iddiamdan ve hangi mantıkla Hz.Muhammed ile ilgili suçlamada bulunduğumu çıkara biliyorsun ,bunu neden açıklayamadın.?.Ben Hz.Muhammed in suçlanmasını gerektirecek durumları örnek olarak anlatırken ,bu durumlardan herhangi birini kastedecek bir şey mi söyledim demek istiyordum..
        el-takısıyla ilgili olarak:
        Arapçada “hür hür ile” “köle köle ile” demek için “el”takısı mutlaka kullanılmak zorunda mıdır..?
        el hurru bi el hurri : hür hür ile:
        el abdu bi el abdi : köle köle ile:
        el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile
        buradaki el takılarını silersek “hurru bi hurri” şeklinde yine “hür hür ile” anlamı çıkmaz mı?
        Peki o zaman el-takısının kullanılması neyi sağlıyor..?
        “a girl is walking, the girl is sittting now,
        bir kız yürüyor, kız şimdi oturuyor,”
        diye de güyya örnek vermişssin..
        örnekteki oturan kız artık herhangi biri değil değil mi? o bahsettiğimiz yürüyen kız oluyor değil mi?Artık belirli bir kız oluyor öyle değil mi?Dünyadaki herhangi başka bir kız gelip otursaydı artık “the” kullanamazdık değil mi?
        Kusura bakma ama ,bana anlamadan “yine şeyinden konuşmuşsun” gibi suçlamalar yöneltirken kendin hem şeyinden konuşup hem de şeyinden anlıyorsun gibi geliyor..(bunu sadece yaptığınız hakaretvari suçlamaya karşılık olsun diye yazıyorum .)
        Ben o mesajımda rammsteine özellikle cevap beklediğimi söylemiştim..Hiç bir şeyden ve kişiden çekinmeden…”

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        az önce Bilâle hitaben yazdığım mesajdaki sorularıma istersen sende cevap vermeyi deneyebilirsin.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Enfal 15 de savaş halinden bahsedildiğini surenin başından itibaren okuyan herkes anlar…ama amacı çarpıtma olan kişi ancak böyle çarpık olarak anlar..ayrıca sen kendin cevap vermen gereken şeyler dururken cevap yerine uzatmalı polemiklere girerken benden cevap istememelisin..ben zaten sorduğun her soruya kesin ve net cevaplar verdim..isteyenler önceki mesajlarımı inceleyebilirler..
        Evet önceki mesajında bahsettiğin gibi kısas konusunda (Bakara 178 ) 16 değişik ihtimal var diyorsun..işte Allah bu 16 değişik ihtimali tek tek yazmak yerine açıklayıcı olan 3 örnek ile ve el- takısını kullanarak temel kuralı gösteriyor..doğru ve pratik olan da bu değil mi? asıl hepsini tek tek söyleseydi gereksiz bir açıklama olacaktı..

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        1okuyucu,
        Enfal 15 de savaş halinden bahsedildiğini surenin başından itibaren okuyan herkes anlar…ama amacı çarpıtma olan kişi ancak böyle çarpık olarak anlar..

    • rammsteinn dedi ki:

      taşpınar
      bırak tanrıyı,kime sorarsan sor. 1 kişi nasıl olurda 10 kişiye karşı galip gelebilir. bunu sıradan bir kişi mantıksız bulur. o 1 kişi süper güçlerle donatılırsa tabii herşey farklı olur. betmen 10 kişiye karşı galip gelebilir. süpermen,ironmen,hulk olursa onlar belki daha fazlasına karşı gelebilir.
      belki o devirde savaşa girenlere tanrı özel güçler yükledi. adlarını da müslim-men felan koydular. hani her süper kahramanın bir zayıf noktası olur ya , bunu kafirler keşfedince oran düşürüldü belki.

      şu iki soruya cevap yok
      zaten her şey levhi mahfuzda yazılı değilmiydi?
      geleceği gören tanrı ne oldu da geleceği göremedi?
      —-
      bedeviniz, verdiği gazın fazla olduğunu görünce motor yanmasın diye gazı düşürmüştür.
      gerisi teferruat. yada sizin deyiminiz ile bizim kibirimiz.

  101. kadir dedi ki:

    sayın candost neşeci..

    “rammstein arkadaş eğer bir allah varsa bu müslümanları hepsini yakması lazım bir yaratıcı ki bukadar küçük düşürülmez.Müslümanlar allahtan bahsederken sanki 40 yıllık kahve arkadaşlarından bahsediyorlar.Kuranda allaha ne yaptırmamışlarki”

    bizim tek bildiğimiz allahın bizim rabbimiz olduğudur.. eşi benzeri olmayan bir allahı fiziksel olarak tarif etmemiz mümkün değildir. hiçbiz zaman böyle bir iddiada da bulunmadık.. biz allahı sıfatlarından tanırız.. örnek; allah rahmandır, rahimdir, herşeye gücü yeter, affedicidir. merhamet edicidir. herşeyi görür, işitir, her iş ona varır. yaratıcıdır. yoktan var eder, vs.vs.

    bu özellikler allahta en mükemmel olan özelliklerdir. şunu demek istiyorum.. bu özellikler dikkat edin insanda var.. yani allah kendi özelliklerinin bir kısmını ruh üfürerek insanada vermiştir.. bir insan affedebilir ama allah kadar affedemez, merhamet edebilir ama allah kadar sonsuz değildir.. bir şeyi icat edebilir. ama allahın yaratma sanatı kadar değildir.. insan kendine baktığında allahı görebilir. ona ulaşmasının en kolay yolu bu özelliklerini allah yolunda kullanmaktır.. işte insanı allaha en fazla yaklaştıran davranışlar bunlardır. bizler allahı, kuranı rehber edinerek yeryüzünde ve gökyüzünde arayarak görebiliriz.. mesela gök yüzünün dizaynında, yeryüzünün yaşama everişli oluşunda ve bitmek tükenmek bilmeyen nimetlerinde, arıların bal yapışında, insanın vücut yapısında vs.vs allahı görebiliriz. nereye bakarsan bak allahı görüp onu tanıyabilirsin.. tabi bu senin bakış açına bağlıdır..

    saygılarımla..

    • candost neşeci dedi ki:

      teşekürler kadir açıklamaların için kadircim şimdi senden samimi cevap lar isityorum sonsuz merhamet sahibi kimdir? ve sonsuz merhamet diyince sen ne anlıyorsun ?Sonsuz merhamet sahibi bir varlık insana sonsuz bir ceza verebilirmi?

  102. kadir dedi ki:

    sayın candost neşeci.. öncelikle merhametin ne olduğunu anlamaya çalışalım.. merhamet sevgi duyduğun kişiye karşı beslediğin pozitif yardım, düşünce, eylem vs.vs… gibi şeylerdir..

    bir annenin çocuğuna beslediği sevginin çıktısı merhamettir. fakat çocuğunu öldüren, ve terkeden annelerde vardır.. yani onların merhametlerinde sıkıntı vardır.. bir fakire merhamet edersiniz. fakat bu genelde sürekli olmaz.. çünkü insan kendi iç dünyası dahilinde hoşuna ne gidiyorsa onu yapmak ister.. yardım etmek istesenizde ya bunu unutursunuz, yada bir durgunluk söz konusu olur.. işte insan çevresinde bulunanlara merhamet ettiğinde bu süreklilik arzetmez.. bir eksiklik veya imkansızlık muhakkak vardır.. fakat yüce allah insana karşı sonsuz merhamet sahibidir. gece gündüz her zaman biribiri ardına gelir. dünya hiç durmadan dönmeye devam eder. güneş hiçbir zaman ışığını kaybetmez. dünya nimetleri hiçbir zaman bitmez. her zaman ilk bahar gelir toprak kabarır ve topraktan sürekli olarak yemişler içecekler çıkar. insan ister ateist olsun ister mümin, veya deist, budist ne olursa olsun… isterse çok kötü bir insan olsun.. insan böyle diye allah onun üstüne yağmur yağdırmamazlık yapmaz. veya onun ağzını bağlayıp bişeyler yemesine engel olmaz. kendi ruhunu üfürdüğü insanı değerli kılan ona gözler, gönüller, kulaklar veren allahtır. insanı en mükemmel şekilde yaratması insanları ne kadar sevdiğinin göstergesidir.. şimdi soruyorum size;

    size kötülük fenalık eden birine siz bir badak su veya yiyecek verir misiniz? siz verseniz bile emin olun bir çok insan vermez.. işte merhametle, sonsuz merhamet ayrımını buradan anlayabilirsiniz..

    “Sonsuz merhamet sahibi bir varlık insana sonsuz bir ceza verebilirmi?” sizden alıntı..

    “ben insanları ve cinleri ancak beni tanımaları/ bana kulluk etmeleri için yarattım.” (zariyat suresi)

    yüce allah insanı yaratırken insandan herhangi birşey istememiş, insanın dualarıyla beslenen bir varlık değildir allah.. allahın insanın ne imanına ne namazına nede ona sunduğu bir şeye ihtiyacı vardır. insandan sadece birşey istiyor. oda allahı tanımak onun varlığını ve birliğini kabul etmek..
    bunların dışında hiçbirşey istemiyor..

    allah diyor ki; ben insanı yoktan var ettim. ona ruhumu üfürdüm. onu değerli bir varlık haline getirdim. ona özgür irade verdim ki beni tanısın. beni bulsun.

    bunlardan ziyade allah birde insanlara peygamberler göndererek varlığının delillerini insanlara daha açık bir şekilde bildirmiştir. bunlara rağmen insan yinede nefsine uyup allahın varlığını reddedip, onu tanıma görevini yerine getirmemektedir.. işte özgür iradenin, yoktan var olmanın, tam donanımlı, akıllı, dünyanın efendisi olmanın tek karşılığı olan allahı tanımak, ona kulluk etmek görevidir. verilen tüm bu nimetlere karşın, ve allahın sonsun merhametine karşın, insan allaha karşı nankörlük ederse bununda bir cezası muhakkak vardır.

    sadece allaha karşı işlenen bu vurdumduymazlık suçu değil. aynı zamanda insanların birbirleriyle olan ilişkilerinden de insan sorumludur.

    örneğin; bir insan bir kıza tecavüz ediyor. onun bütün hayallerini ve hayatını hüsrana uğratıyor. bu tecavüz eden kişi bu dünyada bir şekilde kanunun eksikliğinden veya başka nedenlerden dolayı ceza almıyor. hayatını günük gülistanlık yaşayıp gidiyor.. sonra günün birinde bu insan ölüyor. bu dünyada yaptıklarıda yanına kar kalıyor. peki tecavüze uğrayan kızın hakkı ne olacak. onun hakkını kim geri verecek. o adamda öldü gitti. bu kız hakkını nasıl geri alacak.. (bütün bunlar ahirette yargılanma ve ceza olmadığı varsayımı altındadır). bunu bi kendinize sorun…

    işte yapılan hiçbirşey insanın yanına kar kalmaz. bu dünyada yapılan her eylemin bir cezası ve mükafatı vardır. olmalıda. yoksa bu dünyanın nasıl olacağını düşünebiliyomusunuz..

    hani bir zamanlar rabbin meleklere; ben yeryüzüne bir halife kılacağım demişti.. melekler de; ” yeryüzünde kan dökmekte olan, bozgunculuk yapmakta olan birini mi halife kılacaksın?. oysa biz seni hamd ile övüp takdis ediyoruz. (bakara-30)

    işte ceza ve mükafat olmazsa insanların durumu hz. ademden önceki insanların durumu gibi olur.. ceza ve mükafattan habersiz olarak sürekli kan döken, bozgunculuk yapan insanların durumu gibi olur. çünkü yapılan hiçbirşeyden sorumlu değillerdir..

    şimdi diyeceksinizki; ee bu dünyada en fazla kanı katliamı müslümanlar ve dine inananlar yapmıyor mu?

    allah ne demişti; ben insanları ve cinleri ancak beni tanımaları için yarattım..

    allahı tanımak demek onun emir ve yasaklarına riayet etmek demektir. bunu yapmayan insan ister kendine müslüman desin. isterse başka birşey. o allahı tanımıyor demektir.

    biraz uzun yazdığım için kusura bakmayın.. ancak bu şekilde açıklayabilirdim..

    • candost neşeci dedi ki:

      sayın kadir kardeş ben demişim “Sonsuz merhamet sahibi bir varlık insana sonsuz bir ceza verebilirmi? senin verdiğin cevaba bak yani verdiğin cevap sorulan soruya karşılık geliyormu. senin verdiğin cevap şu “ben insanları ve cinleri ancak beni tanımaları/ bana kulluk etmeleri için yarattım.” (zariyat suresi)

      yüce allah insanı yaratırken insandan herhangi birşey istememiş, insanın dualarıyla beslenen bir varlık değildir allah.. allahın insanın ne imanına ne namazına nede ona sunduğu bir şeye ihtiyacı vardır. insandan sadece birşey istiyor. oda allahı tanımak onun varlığını ve birliğini kabul etmek..
      bunların dışında hiçbirşey istemiyor..

      allah diyor ki; ben insanı yoktan var ettim. ona ruhumu üfürdüm. onu değerli bir varlık haline getirdim. ona özgür irade verdim ki beni tanısın. beni bulsun.

      • candost neşeci dedi ki:

        sayın kadir bey ben insanların kendi düşüncelerini paylaşmasını konuşmasını isterim ben kopyala yapıştır usulü gitmek istemiyorum şayet böyle yapmazsak bizler birbirimizi anlayamayız. Arkadaş bana başka sitelerden bulduğun bilgileri buraya yapıştırma kendi düşünce ve bilgin varsa aktar bilgilerini doğruluğu önemli değil benim için önemli olan sizin düşünceniz olması illa her soruya cevap verecek halimizde yok illa sizin soruya verecek cevabınız yoksa illa siz yanlışsınız anlamına gelmez başka bir müslüman arkadaşımızda senin cevap veremediğin soruya cevap verebilir.Bu benim içinde geçerlidir.saygılarımla kadir bey

      • kadir dedi ki:

        sayın candost neşeci.. bunlar benim düşüncelerim, başka sitelerden alıntı da değildir.. kuranı rehber alarak yaptığım yorumdur.. ayrıca yazımın tamamını okumadığınızı belli ettiniz. allah neden sonsuz ceza verir sorusunun cevabı net olarak vardır. tabi sizin anlayışınıza bağlı..

  103. kadir dedi ki:

    “sayın okuyucunun yazdığı
    önce sabırlı 1 mümin 10 kafire bedeldir demiş,(enfal-65) sonra fikrini değiştirip, sabırlı 1 mümin 2 kafire bedeldir demiş, (enfal-66)” alıntı…

    enfal 65-66. ayetten çıkarılacak ders;

    bir insanın allaha olan inancı ne kadar kuvvetli ise allahın o insana olan yardımıda o kadar kuvvetlidir. fakat inancında bir zaaflık söz konusu olursa, allahın yardımıda zaaflık kadar azalır.. allah her zaman sabredenlerle ve azim gösterenlerle beraberdir..

    bedir savaşında allah müminlere katından yardım edeceğini bildirmişti.. fakat müminler ne olsa allah bize yardım ediyor diyerek, kalplerinde bir zaaflık ve rehavet oluştu.. kısaca müminler bişey yapmasa allah sürekli müminlere yardım edeceğini düşünüyorlardı.. burada fikir değiştirme diye birşey yok. evet değişen birşey var. oda müminlerin kalplerindeki inanç…

    saygılarımla..

    • candost neşeci dedi ki:

      Kadir kardeşim yani sen illa kuranı kendine rehber edeceksin diye bizde gerçeklerden vazgeçecek değiliz.Ben burada kurana göre hadislere göre tartışamam ben burada sizinle akıl-mantık çerçevesinde tartışabilirim.Hem cevabı gösterin bizde görelim bir zahmet bakalım verdiğiniz cevap soruya tam karşılık geliyormu

      • kadir dedi ki:

        ben sizin gerçeklerinizden vazgeçin demiyorum ki.. nasıl istiyorsanız ona inanın.. ama buda benim gerçeklerim..

        allah insanlara neden sonsuz ceza verir.. candost kardeş galiba sen yazıyı okumuyosun yada kasten sırf tartışmak adına görmezden geliyosun..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —–enfal 65-66. ayetten çıkarılacak ders;
      bir insanın allaha olan inancı ne kadar kuvvetli ise allahın o insana olan yardımıda o kadar kuvvetlidir. fakat inancında bir zaaflık söz konusu olursa, allahın yardımıda zaaflık kadar azalır.. allah her zaman sabredenlerle ve azim gösterenlerle beraberdir..
      bedir savaşında allah müminlere katından yardım edeceğini bildirmişti.. fakat müminler ne olsa allah bize yardım ediyor diyerek, kalplerinde bir zaaflık ve rehavet oluştu.. kısaca müminler bişey yapmasa allah sürekli müminlere yardım edeceğini düşünüyorlardı.. burada fikir değiştirme diye birşey yok. evet değişen birşey var. oda müminlerin kalplerindeki inanç… (senden alıntı)

      herhalde dalgınlıkla yanlış ifade kullandın?

      Bedir savaşını Müslümanlar kazanmıştı, kaybettikleri savaş ise uhud savaşıydı,

      Bedir savaşında Müslümanlar kuyuları taşlarla doldurdukları için Mekkeliler su sorunu baş gösterince geri çekilmek zorunda kaldılar, yani su faktörü savaşın kazanılmasında önemli rol oynadı,

      sayıca Mekkelilerden az sayıda olmalarına rağmen savaşı kazanmaları üzerine,

      Kuranın tanrısı enfal-65’i göndermiş,

      Uhudda Mekkelilerin geri çekiliyormuş gibi yaparak arkadan dolaşıp gelen kuvvetlerle Müslümanları muhasara altına almaları sonucu Müslümanlar savaşı kaybetmiştir,
      bunun üzerine enfal-66 geldi,

      oysa, her iki savaşın sonucunu taktiksel plânlar belirlemiştir, yani kelle sayısıyla bir ilgisi yoktur,

      hendek savaşının sonucunu da taktiksel plânlar belirlemiştir, yani savaş kazanmanın imanla, inançla bir ilgisi yoktur,

      ayrıca bire on oranının uçuk bir rakam olduğunu, aklı başında olan herkesin böyle bir şeyin mümkün olamayacağını bilmesi gerekir,

      olaya bir de bu yönden bakıldığında, akıl sahibi herkes yüklenen yükün son derece abartılı olduğunu söyleyecektir?

      dip not; Müslümanlar medineye göç ederken, sahip oldukları mal mülk, aile, vs. her şeyi akrabalarına emanet etmişlerdir, (o sırada kafirlerle dost olmayın ayeti inmemişti)

      ama Kuranın tanrısı kendisine pay çıkarmak için bu iki savaşla ilgili olarak, uhut savaşında Müslümanları sabırsızlıkla suçlama kurnazlığını göstermiştir,

      Kuranın tanrısı,

      fitne yok oluncaya kadar onlarla savaşın, din Allahın oluncaya kadar onlarla savaşın,
      onlardan Müslüman olanlardan zekâtı alın, Müslüman olmayanlarla cizyeyi kendi elleriyle verene kadar savaşın, onlar sizle savaşmak istemezse, yani sizin şartlarınızı kabul ederlerse onlarla savaşmayın,

      Kuranın tanrısı her türlü çözümü savaş yoluyla halletmekte öyle kararlıymış ki, Müslümanları savaşa teşvik etmekten geri durmamış, hatta gevşeklik göstermesinler diye savaşı farz kılmış?

      savaş, savaş, savaş, savaş, savaş, niye illada savaş?

      Kuranın tanrısı, Müslümanları savaşa zorlamakta o kadar kararlı ki, savaşmayanları cehenneme göndermekle tehdit etmekten bile geri kalmıyor, yani “hadi bakalım sıkıyorsa savaşta gevşeklik gösterin veya savaşmaktan kaçının” gibisinden tehdit ediyor,

      üstelik Müslümanların tansiyonunu yüksek tutmak, yani kin ve nefretini sıcak tutmak için kafirleri çeşitli yakıştırmalarla veya isnadlarla kötüleyerek, adeta Müslümanlara kin ve nefret tohumları aşılıyor,

      özetle, bir tanrı inanırlarını savaşa teşvik ediyor, teşvik etmekle kalmayıp, savaşı farz kılıyor, inanırlarının savaşma isteğini körüklemek için inanırlarına kin ve nefret tohumları aşılıyor, savaşmaktan sakınanları cehenneme göndermekle tehdit ediyor,

      bana göre bir tek savaş vardır, o da Ülke savunmasıdır, yani saldırgana karşı zorunlu olarak verilen savunma savaşıdır, bunun için savaşın farz kılınmış olmasının da bir anlamı yoktur, çünki saldırıya uğrayan istese de istemese de kucağında bulduğu savaşa karşı gerekeni yapmak zorundadır,

      yani, her toplum kendi Ülkesine saldıranlara karşı, Ülkesini, canını, malını, namusunu korumak için elinden gelen gayreti gösterir, savaştan kaçmaya kalkan korkakların cezası zaten genel olarak her Ülkede kurşuna dizilmektir,

      ama kişi başkasının Ülkesine yapılacak saldırı da savaşmak zorunda değildir, çünki saldırı amaçlı savaş, savunma amaçlı savaş gibi zorunluluk gerektiren bir savaş değildir, elalemin malına mülküne ırzına tenezzül edip, oradan elde edilecek ganimet yerin dibine batsın, başkalarının kanı ve göz yaşıyla yoğrulmuş saltanatta yerin dibine batsın,

      biz, toplu yaşamın gerektirdiği otokontrol sistemlerine uygun davranmaya çalışan birer sade vatandaşız,

      siz ise tanrınızın size biçtiği yaşam tarzına uymak zorunda olan Kuran inanırlarısınız,

      biz, sevmek konusunda hiçbir ayırım yapma gereği duymazken,

      siz, tanrınızın kafirlerle dost olmayın emri gereği sevmeniz tanrınızın müsaade ettiği kadardır,

      biz kararlarımızı alırken vicdanımızın sesini dinleriz,
      siz kararlarınızı alırken Kuranın tanrısını dinlersiniz,

      bizim ebedi cehennemlik olduğumuz söyleniyorsa da,
      sizin cehennemde kalma sürenizi tanrınızın emirlerine uymakta gösterdiğiniz hassasiyet belirliyor, yani bir süre cehennemde kalsanız da, eninde sonunda cennete gidiyorsunuz,

      öbür dünyada sizle aramızdaki fark bu,

      ama bu dünyada aramızdaki fark,
      biz sevgi konusunda sizden üstünüz,
      siz, kin ve nefret duymada bizden üstünsünüz,

      istisnalar kaideyi bozmamakla birlikte realite bu?

      • rammsteinn dedi ki:

        okuyucu;
        harika demişsin.
        bu kadar savaşa teşvik ayeti varken din adamlarımız saolsunlar o kadar güzel konuşuyorlar ki ; saygı sevgi merhamet şefkat affetme vs vs “yahu benim okuduğum kuran ile bunların okuduğu kuran herhalde farklı kitaplar” diye düşünüyorum.
        herkes kendince islamı öyle bir şekle sokmuşlar ki, sanki kendi istedikleri bir din haline gelmiş.
        bakınız işid. kuran ayetlerini nasıl uyguluyorlar. öldürdükleri başka din mensuplarının eşlerini kendilerine cariye yapmışlar.
        bu kadar islami terör örgütü varken, bu kadar islami terörizm çokken hala nasıl olurda mazlumu oynuyorlar aklım mantığım ermiyor.
        ortada gerçekler apaçık.
        kurandaki şiddet ayetleri ve bu ayetleri kendilerine kılavuz edinen terör örgütleri.

        saldır, öldür,zorla, tehdit et, zorla zekat al
        “ama bunlar hep savunma içindi”
        aynen devam

      • kadir dedi ki:

        okuyucu..

        biz, toplu yaşamın gerektirdiği otokontrol sistemlerine uygun davranmaya çalışan birer sade vatandaşız,

        siz ise tanrınızın size biçtiği yaşam tarzına uymak zorunda olan Kuran inanırlarısınız,

        biz, sevmek konusunda hiçbir ayırım yapma gereği duymazken,

        siz, tanrınızın kafirlerle dost olmayın emri gereği sevmeniz tanrınızın müsaade ettiği kadardır,

        biz kararlarımızı alırken vicdanımızın sesini dinleriz,
        siz kararlarınızı alırken Kuranın tanrısını dinlersiniz,

        bizim ebedi cehennemlik olduğumuz söyleniyorsa da,
        sizin cehennemde kalma sürenizi tanrınızın emirlerine uymakta gösterdiğiniz hassasiyet belirliyor, yani bir süre cehennemde kalsanız da, eninde sonunda cennete gidiyorsunuz,

        öbür dünyada sizle aramızdaki fark bu,

        ama bu dünyada aramızdaki fark,
        biz sevgi konusunda sizden üstünüz,
        siz, kin ve nefret duymada bizden üstünsünüz,

        istisnalar kaideyi bozmamakla birlikte realite bu?” senden alıntı…

        bana yazılan yazılar üst üste geldiğinden hepsine bir anda cevap veremiyorum. yazınızı yeni gördüm.. öncelikle bedir ve uhud olayınıdan dolayı beni uyardığın için sağol…

        savaşın farz kılınması ile ilgili açıklamayı aslında sen çok güzel bir şekilde yapmışsın. o konuya değinmeyeceğim.. enfal 65-66 ayetlerle ilgili yazımda allahın yardım vaadini hem lafzi hemde mecazi olarak açıklamıştım.. beni anladığını umurak. alıntı yaptığım yazına geçmek istiyorum..

        “biz, toplu yaşamın gerektirdiği otokontrol sistemlerine uygun davranmaya çalışan birer sade vatandaşız,
        siz ise tanrınızın size biçtiği yaşam tarzına uymak zorunda olan Kuran inanırlarısınız,”

        bu inanç meselesi okuyucu.. bu inancın size zarar verebileciğini düşünebiliyomusun. mesela bir toplumda 1okuyucu sayısı ile kurana göre yaşayanların sayısı eşit olsun.. sence biz bir arada yaşayamazmıyız. veya allaha bağlı yaşayanların size zarar vereceğini ihtimal olarak görüyormusunuz..

        “biz, sevmek konusunda hiçbir ayırım yapma gereği duymazken,
        siz, tanrınızın kafirlerle dost olmayın emri gereği sevmeniz tanrınızın müsaade ettiği kadardır,”

        okuyucu kuran bir toplumda inanların ve inanmayanların birbirine zarar vermemeleri ve birbirin haklarını yemedikleri sürece birbirleriyle dost olabileceklerini, birbirlerine iyilik yapabileceklerini ifade ediyor..

        ” sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara karşı iyilik yapmanızı allah sizden men etmez” ayetini lütfen hiçbir zaman unutma..
        kafirleri dost edinmeyin derken, ayetin içeriği yanlış anlıyosun.. bu ayetin tefsiri “kafirlerin, yahudi, hristiyanların düşüncelerini yaşam tarzlarını kendine örnek almayın, bu düşünceleri kendinize veli edinmeyin.. yada onların yaptıkları şeylere özenmeyin” demektir..
        küfür; üstünü örtmek demektir. bilerek kasten hakikati yani kuranı, allahı reddetmektir. bunları yok saymaktır. bu bağlamda kafir müslümanlara karşı hoşgörülü davranmayan yok etmeye çalışan kişilerdir. bu yüzden kendini kafir görmene çok şaşırıyorum. eğer sende bu tür vasıflar var ise kendini kafir görebilirsin. eğer islama ve inanç sistemine saygılı isen sen kafir değilsindir. işte allah böyle kişilere özenmeyin, onları veli edinmeyin diyor.. okuyucu.. tek sorun kuranı yanlış yorumlamaktan kaynaklanıyor. sizin kurana karşı olan bilgi birikiminizi sağlayan kaynaklarda sorun vardır..

        “biz kararlarımızı alırken vicdanımızın sesini dinleriz,
        siz kararlarınızı alırken Kuranın tanrısını dinlersiniz,”

        bizde vicdanımızın sesini dinleriz.. fakat imanın bizde şekillendirdiği vicdanımızın. her halukarda bu bizim vicdanlı olduğumuza işarettir. zaten insanlık vasıflarının en önemlilerinden biri vicdandır. bunu yokmuş gibi görmek yaradılış fıtratına aykırıdır.

        “bizim ebedi cehennemlik olduğumuz söyleniyorsa da,
        sizin cehennemde kalma sürenizi tanrınızın emirlerine uymakta gösterdiğiniz hassasiyet belirliyor, yani bir süre cehennemde kalsanız da, eninde sonunda cennete gidiyorsunuz,”

        öyle birşey yok.. kuranda bu yazdığınızla ilgili bir tane ayet göremezsiniz.. inanan bir insanın cehennemlik veya cennetlik mi olduğunu ancak allah belirler. cehennemlik olanlar bir daha cehennemden çıkamaz.. cennetlik olanlarda dünyada işlemiş olduğu günahlardan dolayı allahın mağfiretine bağlıdır. günah ve sevap tartılarına göre hüküm verilir.. işte bu yüzden sadece allaha inanmak yeterli değildir. inanan, kendine müslüman diyen bir kişide cehenneme gidebilir. önemli olan sorumluluk bilincinde yaşamaktır.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        iyilik gelip geçici bir şeydir, yani kişiden yardım istendiğinde yapılan münferit bir olaydır ama kafirlerle dost olmamak,sizin tabirinizle kıyamete kadar sürecek bir olgudur,

        yani senin bana bir iyilik yapman benle dost olacağın anlamına gelmez, ben senden bana bir konuda yardımcı olmanı istemişimdir, sende benim yadım teklifimi geri çevirmemişsindir,

        kaldı ki, bir sefere çıkıldığında, kafirlerin sizle aynı safta yer almasına, (sanırım İran seferi)
        bunlar kafirdir diyerek itiraz edilmemiştir, olsa olsa ganimet elde etmek amacıyla bizlee aynı safta yer almışlardır, diye düşünmüşlerdir,, buda o savaştaki Müslümanların onlarla dost olmanısını gerektirmez, tabi tanrınızın emri gereği,

        ayrıca, istisnalar kaideyi bozmaz diyerek şerh düştüğümü de hatırlatırım,

  104. candost neşeci dedi ki:

    kadir senden alıntıdır sayın candost neşeci.. öncelikle merhametin ne olduğunu anlamaya çalışalım.. merhamet sevgi duyduğun kişiye karşı beslediğin pozitif yardım, düşünce, eylem vs.vs… gibi şeylerdir..

    bir annenin çocuğuna beslediği sevginin çıktısı merhamettir. fakat çocuğunu öldüren, ve terkeden annelerde vardır.. yani onların merhametlerinde sıkıntı vardır.. bir fakire merhamet edersiniz. fakat bu genelde sürekli olmaz.. çünkü insan kendi iç dünyası dahilinde hoşuna ne gidiyorsa onu yapmak ister.. yardım etmek istesenizde ya bunu unutursunuz, yada bir durgunluk söz konusu olur.. işte insan çevresinde bulunanlara merhamet ettiğinde bu süreklilik arzetmez.. bir eksiklik veya imkansızlık muhakkak vardır.. fakat yüce allah insana karşı sonsuz merhamet sahibidir. gece gündüz her zaman biribiri ardına gelir. dünya hiç durmadan dönmeye devam eder. güneş hiçbir zaman ışığını kaybetmez. dünya nimetleri hiçbir zaman bitmez. her zaman ilk bahar gelir toprak kabarır ve topraktan sürekli olarak yemişler içecekler çıkar. insan ister ateist olsun ister mümin, veya deist, budist ne olursa olsun… isterse çok kötü bir insan olsun.. insan böyle diye allah onun üstüne yağmur yağdırmamazlık yapmaz. veya onun ağzını bağlayıp bişeyler yemesine engel olmaz. kendi ruhunu üfürdüğü insanı değerli kılan ona gözler, gönüller, kulaklar veren allahtır. insanı en mükemmel şekilde yaratması insanları ne kadar sevdiğinin göstergesidir.. şimdi soruyorum size;

    size kötülük fenalık eden birine siz bir badak su veya yiyecek verir misiniz? siz verseniz bile emin olun bir çok insan vermez.. işte merhametle, sonsuz merhamet ayrımını buradan anlayabilirsiniz..

    “Sonsuz merhamet sahibi bir varlık insana sonsuz bir ceza verebilirmi?” sizden alıntı..

    “ben insanları ve cinleri ancak beni tanımaları/ bana kulluk etmeleri için yarattım.” (zariyat suresi)

    yüce allah insanı yaratırken insandan herhangi birşey istememiş, insanın dualarıyla beslenen bir varlık değildir allah.. allahın insanın ne imanına ne namazına nede ona sunduğu bir şeye ihtiyacı vardır. insandan sadece birşey istiyor. oda allahı tanımak onun varlığını ve birliğini kabul etmek..
    bunların dışında hiçbirşey istemiyor..

    allah diyor ki; ben insanı yoktan var ettim. ona ruhumu üfürdüm. onu değerli bir varlık haline getirdim. ona özgür irade verdim ki beni tanısın. beni bulsun.

    bunlardan ziyade allah birde insanlara peygamberler göndererek varlığının delillerini insanlara daha açık bir şekilde bildirmiştir. bunlara rağmen insan yinede nefsine uyup allahın varlığını reddedip, onu tanıma görevini yerine getirmemektedir.. işte özgür iradenin, yoktan var olmanın, tam donanımlı, akıllı, dünyanın efendisi olmanın tek karşılığı olan allahı tanımak, ona kulluk etmek görevidir. verilen tüm bu nimetlere karşın, ve allahın sonsun merhametine karşın, insan allaha karşı nankörlük ederse bununda bir cezası muhakkak vardır.

    sadece allaha karşı işlenen bu vurdumduymazlık suçu değil. aynı zamanda insanların birbirleriyle olan ilişkilerinden de insan sorumludur.

    örneğin; bir insan bir kıza tecavüz ediyor. onun bütün hayallerini ve hayatını hüsrana uğratıyor. bu tecavüz eden kişi bu dünyada bir şekilde kanunun eksikliğinden veya başka nedenlerden dolayı ceza almıyor. hayatını günük gülistanlık yaşayıp gidiyor.. sonra günün birinde bu insan ölüyor. bu dünyada yaptıklarıda yanına kar kalıyor. peki tecavüze uğrayan kızın hakkı ne olacak. onun hakkını kim geri verecek. o adamda öldü gitti. bu kız hakkını nasıl geri alacak.. (bütün bunlar ahirette yargılanma ve ceza olmadığı varsayımı altındadır). bunu bi kendinize sorun…

    işte yapılan hiçbirşey insanın yanına kar kalmaz. bu dünyada yapılan her eylemin bir cezası ve mükafatı vardır. olmalıda. yoksa bu dünyanın nasıl olacağını düşünebiliyomusunuz..

    hani bir zamanlar rabbin meleklere; ben yeryüzüne bir halife kılacağım demişti.. melekler de; ” yeryüzünde kan dökmekte olan, bozgunculuk yapmakta olan birini mi halife kılacaksın?. oysa biz seni hamd ile övüp takdis ediyoruz. (bakara-30)

    işte ceza ve mükafat olmazsa insanların durumu hz. ademden önceki insanların durumu gibi olur.. ceza ve mükafattan habersiz olarak sürekli kan döken, bozgunculuk yapan insanların durumu gibi olur. çünkü yapılan hiçbirşeyden sorumlu değillerdir..

    şimdi diyeceksinizki; ee bu dünyada en fazla kanı katliamı müslümanlar ve dine inananlar yapmıyor mu?

    allah ne demişti; ben insanları ve cinleri ancak beni tanımaları için yarattım..

    allahı tanımak demek onun emir ve yasaklarına riayet etmek demektir. bunu yapmayan insan ister kendine müslüman desin. isterse başka birşey. o allahı tanımıyor demektir.

    biraz uzun yazdığım için kusura bakmayın.. ancak bu şekilde açıklayabilirdim..

    Şimdi sonsuz merhamet sahibi insanı sonsuz cezalandırabilirmi soruma karşılık yukarıdakileri yazmışsın kardeş verdiğin cevap bu ne turşu bu ne perhiz senin verdiğin cevap sorduğum sorunun yanında geçmemiş.Sen sadece olaylara duygusal yaklaşmışsın hak hukuk adalettten bahsetmişsin demekki sizin allah sonsuz merhamet sahibi değil.Yani kardeşim söyle bana benim allahım sonsuz merhamet sahibi değil söyleyen yalan söylüyor yanlış falan anlamış deki bizde işin aslını anlayalım.Burada boş boş birbirimizi yormayalım

  105. AVNİ dedi ki:

    Sn T.TAŞPINAR
    Bakara süresi 178. ayetle ilgili olarak el takısının belirteç olduğunu öldürelen ve öleni ifade ettiğini belirtmiştiniz. Aşağıdaki metin fahrettin razi tefsirinden alınmıştır ve el takısının ve ba harfinin gramer özelliklerini anlatmaktatır. Dönemin bir kısım alimleri sizin dediğiniz gibi anlamamıştır. Metin aşağidadır. Niye böyle bir izah yaptıklarını bize anlatabilirmisiniz.
    Razi Tefsiri:
    Cenâb-ı Allah’ın, “Hürte muka­bil hür; köleye mukabil köle ve dişiye mukabil dişi (öldürülür)” âyetine gelin­ce, bunda iki görüş vardır:

    Birinci Görüş: Bu ayet, kısasın ancak iki hür, iki köle ve iki dişi arasında meşru olmasını gerektirir. Bu görüşte olanlar, birçok delil getirmişlerdir.

    1) (el-hür) kelimesindeki “eliflâm” umûm ifâde eder. Buna gö­re, ifâdesi, hürre mukabil hürrün öldürüleceğini ifâde eder. Eğer köleye karşı hürrün öldürülmesi meşru olsaydı, o zaman bu hür, hür kim­seye karşılık olarak olmaksızın öldürülmüş olurdu. Bu ise, her hürrün hürre mukabil öldürülmesinin gerekliliğine ters düşmektedir.

    2) Buradaki bâ harfi, cer harflerindendir. Binaenaleyh, muhakkak onuri bir fiile taalluk etmesi gerekir. Buna göre ifâdenin takdiri, (Hür insan, hür insana karşı öldürülür, kısas edilir” şeklinde olur. Mübteda, haberden daha umûmi olamaz, aksine ya ona denk olur veya ondan daha hu­sûsi olur. Her iki durumda da bu, hür insanın, hür insana karşı öldürülebilece-ğini ifâde eder. Bu ise, hür insanın bir köleye karşı öldürülmesini nefyeder.

    3) Cenâb-ı Allah, âyetin başında, denkliğe riayet edilmesini, buyruğu ile vacib kılmıştır. Bunun peşisıra, sözünü getirmesi, bu denkliğin hür oluş ve köle oluş bakımından söz konusu olduğunu gösterir. Çünkü bu söz, kısmının tefsiri yerine geçmiştir. Köleyi öldürdüğü için hür bir insana kısası gerekli (vâcib) görmek, bu manadaki denkliğe riayet etmemektir. Binaenaleyh bunun meşru sayılmaması gerekir.

    Eğer karşı görüşte olan, buna karşı, “Biz, o (Tevrat)’ta onlara “cana can (gerekir)” hükmünü yazdık…” (Maide,45) âyetini delil getirirse, onlara şöyle cevap veririz:*Tercih iki bakımdan bizden yanadır.

    a) bizden önceki ümmetlerin şeriatı­dır. Bizim tutunduğumuz ayet ise, bizim için konulmuş hükmü ifâde etmekte­dir. Hiç şüphe yok ki delil olma bakımından bizim şeriatımız, önceki ümmetle­rin şeriatından daha kuvvetlidir.

    b) Bizim tutunduğumuz ayet, tafsilâtlı ve husûsî bir şekilde öldürülen kim­selerle ilgili hükümleri ihtiva etmektedir. Şüphesiz hâs olan âmm olandan ön­ce gelir,”

    Sonra bu görüşün sahipleri şunu söylemişlerdir: “Bu ayetin zahiri, köle­nin ancak köleye mukabil, dişinin ancak dişiye mukabil öldürülmesini gerek­tirmektedir. Fakat biz, icmânın delâleti ile bu âyetin siyakından elde edilen manadan dolayı, bu zahire muhalefet ettik. Bu mana, hürrün köleye mukabil öldürülmesinde bulunmamaktadır. Binaenaleyh, burada lâfzın zahiri üzere kal­ması gerekir. İcmâya gelince bu açıktır. Âyetin siyakından elde edilen mana ise şudur: Köle, köleye mukabil öldürülünce kendisinden daha üstün olan hürre mukabil Öldürülmesi öncelikle gerekir. Ama hür böyle değildir. Çünkü o, hür­re mukabil öldürüldüğü için kendisinden daha aşağı olan köleye mukabil öl­dürülmesi gerekmez. Dişinin erkeğe mukabil öldürülmesi hususundaki görüş de böyledir. Erkeğin dişiye mukabil öldürülmesi hususunda ise ancak icmâ bulunmaktadır. Allah en iyi bilendir.
    Saygılarımla…

    • T.TAŞPINAR dedi ki:

      Sayın AVNİ,
      Razi tefsirinden (Razinin kendi görüşü olarak da değil) bu konudaki farklı görüşlerden benim görüşüme uymayan sadece birinci görüşü almışsın.Keşke ikinci görüşü de yazsaydın..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Bilâl seni tebrik etti, sen ise cevap olarak bir teşekkür mesajı bile yazmadın?

        ne kadar ayıp! el’ini tutan mı? vardı da bir teşekkür mesajı yazamadın?

      • AVNİ dedi ki:

        Sn T.TAŞPINAR
        Kuran kendisinde 2 tür ayet olduğunu söylemekte mühkem ve müteşabih ayetler. Bakara 178 hangi ayet grubuna girmektedir ? Ayette açık ve net bir ifade olmadığından dolayı galiba değişik görüşlere hatta grameride delil göstererek gidilmiştir. Razi tefsirinde de her müslümanın yaygın kullandığı en doğrusunu allah bilir ifadesi olması mananın pek açık olmadığını belirtmeye yeter bence. İşin ucunda ölüm olan oldukça ciddi bir hükmün bence kesin bir dille ifade edilmesi hak ve hukuka daha uygun olmazmıydı.
        Neden olmazmıydı diyorum çünkü Fıkıh ekollerine göre hukuk yaratılan bir sistemde böyle ciddi bir ayetin değişik şekilde yorumlanmasını haksızlıklara neden olmuştur. ( bazı haksızlıkların olduğu sizin ifadenizdi hatta ) Ayrıca görüş farkının olması mananın kapalı olduğuna ve yoruma gerek duyduğunun ispatı değilmidir.

        Razı kendi görüşü olarak değil diye yazmıssınız ama razi öyle demiyor. Razi ” Eğer karşı görüşte olan, buna karşı, “Biz, o (Tevrat)’ta onlara “cana can (gerekir)” hükmünü yazdık…” (Maide,45) âyetini delil getirirse, onlara şöyle cevap veririz:Tercih iki bakımdan bizden yanadır.” diyor yani 1. görüşü destekliyor.
        Saygılarımla…

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        Sayın AVNİ,
        Bahsettiğin Ravi tefsirinden ben de başka bir alıntı yapayım
        “3) Kısastan maksad, denkliğin sağlanmasını temindir. Böylece eşitliğin sağlanmasındaki maksat, katilden başkası için de hayatın bulunmuş olması­dır. Çünkü cahtliyye çağındakilerinin yaptıklarının aksine, katilden başkası öl­dürülmez.”

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        Sayın AVNİ,
        “Razı kendi görüşü olarak değil diye yazmıssınız ama razi öyle demiyor. Razi ” Eğer karşı görüşte olan, buna karşı, “Biz, o (Tevrat)’ta onlara “cana can (gerekir)” hükmünü yazdık…” (Maide,45) âyetini delil getirirse, onlara şöyle cevap veririz:Tercih iki bakımdan bizden yanadır.” diyor yani 1. görüşü destekliyor.”-senden alıntı-
        Yukarıda bahsettiğin cümleler aslında Razinin kendi cümlelerini ifade etmiyor..o görüşü savunanların yaptığı savunmaları onların ağzından aktarmaktadır..
        yukarıdaki kısımın devamında -arada bazı açıklamalar da vardır-aşağıdaki şekilde devam edilmiştir.
        “Sonra bu görüşün sahipleri şunu söylemişlerdir: “Bu ayetin zahiri, köle­nin ancak köleye mukabil, dişinin ancak dişiye mukabil öldürülmesini gerek­tirmektedir. …..”
        Ayrıca Razi tefsirinde kısasın tarifi şöyle yapılıyor:
        Kısasın İzahı
        “Kısas”a gelince bu, bir insana yaptığı şeyin aynısını yapmaktır. –
        Bu tarife göre kısasta öldürenin dışında birini öldürürsek bir insana yaptığı şeyin değil yapmadığı şeyin aynısını yapmış oluruz değil mi..?
        Ayrıca şöyle bazı görüşler de ileri sürülüyor:
        “onlarda “el” takısının cinsiyet ve statüye işaret ettiğini biliyorlar ama itiraf edemeyecekleri için bozuntuya vermemeyi yeğliyorlar, hatta birbirlerini tebrik ederek “bizim bildiğimiz doğru” havası yayma (algı yönetimi) kurnazlığına kaçıyorlar,”-1okoyucu dan alıntı-
        Neymiş..? güyya el-takısı cinsiyet ve statüye işaret ediyormuş..bu ayetteki hurri,abdu,ünsa kelimeleri neye işaret ediyor acaba..?Arapçada el- takısı kullanılmadan “hür hür ile” “köle köle ile” veya “kadın kadın ile” cümleleri kurulabilir mi kurulamaz mı..?Eğer kurulabiliyorsa el- takısı beraber kullanılınca anlama ne katıyor..? Bunun bir cevabını verebilirler mi?
        Ayrıca cinsiyet ve statüye işaret edilmesi amacı varsa bunların “çoğul” olarak kullanılması daha mantıklı değil midir?Hürler hürler ile,köleler köleler ile ve kadınlar kadınlar ile denmesi daha uygun değil miydi?

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        Arapçadaki “el” takısının, İngilizcedeki, “the” takısıyla aynı anlama geldiğini sen söyledin,

        İngilizcedeki “the” takısı hem tekil hemde çoğul nesneleri belirtmede kullanılır,
        the girl; the takısı bilinen bir kıza,
        the States of America; belli bir Ülkeye ait devletlere işaret eder,

        bunu sana daha önce anlattığım halde, devletler faslını görmezden gelip kıza takılıp kalman pek şık olmuyor,

        şimdi ben düz mantıkla şöyle bir önerme kurabilirim,

        EĞER, Arapçadaki “el” takısı”, İngilizcedeki “the” takısının eş değeri İSE

        İngilizcedeki “the” takısı tekil ve çoğul nesneleri belirtmede kullanılıyorsa,

        Arapçadaki “el” takısı da tekil ve çoğul nesneleri belirtmede kullanılır,

        dersem hiç kimsenin hiç bir itirazı olamaz,

        bu durumda;
        hür, hür ile kısas edilir ifadesinin,
        hür, öldürdüğü hür ile kısas edilir anlamına geldiğini söylersek,

        herkesçe bilinen bir şeyi söylemiş oluruz, herhalde hürü öldüren hürün, öldürdüğü hür ile kısas edilmeyeceğini hiç kimse iddia edemez,

        tanrının ise herkesçe bilinen bir şeyi, yani katil maktülle kısas edilir diyeceği düşünülemez, hele katil, öldürdüğü maktülle kısas edilir deme gafletinde hiç bulunmaz,

        hele hele, katil ve maktülü cinsiyet ve statülerine göre tasnif etmek şöyle dursun, düşünmeyi bile aklına getirmez,

        o nedenle “el” takısını gerekçe göstererek böyle mantıksız bir şey söyleyemezsin,
        söylersen, tanrının herkesin bildiği şeyleri söyleme gafletinde bulunan geveze bir tanrı olduğunu iddia etmiş olursun veya olursunuz?

        —–Çünkü normal kısas hükümlerinin dışına çıkılmak istenmiş, öldürenin dışında başka birinin öldürülmesi istenmiştir..bunu engellemek için bu şekilde Bakara 178 de ifade edilmiştir..”
        Ayrıca Maide 45 deki cana can hükmünü kendi çıkarlarına göre eğip bükmeye çalışma durumu ortaya çıkmıştır.Belki de “işte onunki de can bununki de can ” diyerek bu hükmü geçersiz kılmaya çalışmışlardı.” (önceki mesajımdan alıntı)
        inşallah beşinci ya da altıncı defa açıkladığım şeyi anlamazlıktan gelip tekrar yazdırmazsın.. (senden alıntı)

        herhalde katil, hüküm verenlerin karşısında!!!, benim yerime köleyi kısas edin deme hakkına sahip olmadığına göre, hüküm verenlerinde!!!, suçlunun yerine bir başkasını cezalandıracağını hiç kimse söyleyemez, söylerse, hüküm verenlerin kendi çıkarları için yasayı eğip büktüklerini iddia etmiş olur,

        bu alıntıyı tekrar kullanmamın nedeni, Bilâlden aldığın tebrik mesajının sadece övgülerle dolu olması, Bilâlin de, yasayı eğip bükenler olabileceği konusunda seninle hemfikir olduğunun bir işareti olarak gördüğüm içindir, sana bir ikazda bulunmadığına göre demekki eğip bükme konusunda seninle hemfikir?

        —–Neymiş..? güyya el-takısı cinsiyet ve statüye işaret ediyormuş..bu ayetteki hurri,abdu,ünsa kelimeleri neye işaret ediyor acaba..?Arapçada el- takısı kullanılmadan “hür hür ile” “köle köle ile” veya “kadın kadın ile” cümleleri kurulabilir mi kurulamaz mı..?Eğer kurulabiliyorsa el- takısı beraber kullanılınca anlama ne katıyor..? Bunun bir cevabını verebilirler mi?
        Ayrıca cinsiyet ve statüye işaret edilmesi amacı varsa bunların “çoğul” olarak kullanılması daha mantıklı değil midir?Hürler hürler ile,köleler köleler ile ve kadınlar kadınlar ile denmesi daha uygun değil miydi? (senden alıntı)

        ayetteki hurru, abdu, unsâ kelimeleri cinsiyet ve statüye işaret ediyor,
        çünki sizin tanrınız, kendi inanırlarını, hür, köle ve kadın olarak kategorize etme gereği duymuş? yani kendi inanırlarını hür, köle ve kadın olmak üzere 3 gruba ayırmış,

        Arapçada, “el” takısını kullanmadan, hür hür ile, köle, köle ile, kadın kadın ile cümleleri kurulur mu? kurulamaz mı? bilemem ama bir toplumu hür, köle ve kadın olarak tasnif ettiğimizde, hür olanları hürler, köle olanları köleler, kadın olanları kadınlar olarak düşünmemizin hiçbir sakıncası olmaz,

        çünki küme kavramında aynı özelliklere sahip elemanlar bir defa tekrarlanır, örneğin; “Menemen” kelimesinde, 2 tane “m”, 2 tane “n”, 3 tane “e” olduğu halde, bir küme içerisinde gösterdiğimizde 1 tane olacak şekilde (m,n,e) gösteririz,

        aynı şekilde bir toplumu cinsiyet ve statülerine göre kategorize ettiğimizde,

        hür ifadesinin hürler grubunu, köle ifadesinin köleler grubunu, kadın ifadesinin kadınlar grubunu temsil ettiğini söyleyebiliriz,

        bir tanrı, herkesin bildiği bir şeyi söyleyemeyeceğine göre, yani katil maktülle kısas edilir veya katil öldürdüğü maktül ile kısas edilir demeyeceğine göre!!! söyleyebileceğini halâ iddia edecek misiniz?

        demek ki tanrı, bakara-178’de, toplumu hür, köle ve kadın olmak üzere statü ve cinsiyetlerine göre gruplara ayırmış ve her grubun kendi içerisinde kısas edileceği şartını getirmiş,

        yani hür grubu içerisindeki hürlerin birbirleriyle, köle grubu içerisindeki kölelerin birbirleriyle, kadın grubu içerisindeki kadınların birbirleriyle kısas edileceğini şarta bağlamış,

        bu durumda “el” takısı, hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile ifadelerinde, hürleri, köleleri ve kadınları 3 grup halinde kategorize ediyor, yani “el” takısı kişileri değil, grupları belirtiyor,

        hürler grubundaki hürleri derken, GRUP kelimesinin TEKİL olduğuna dikkatini çekerim,

        bu grupları cinsiyet ve statü açısından birebir eşlersek;

        kadına kadın şartına göre erkekleri statü açısından kategorize ettiğimizde,
        hür erkeklerle hür erkeklerin, köle erkeklerle köle erkeklerin,

        hüre hür, köleye köle şartlarına göre kadınları statü açısından kategorize ettiğimizde,
        hür kadınlarla hür kadınların, köle kadınlarla köle kadınların kısas edileceğinin bakara-178 ile şarta bağlanmış olduğunu görürüz,

        her seferinde aynı şeyleri yazmamak için değişik örnekler vererek anlatmak zorunda kalıyorum ama aslında anladığınız halde anlamazlığa geldiğinizi de biliyorum,

        —-“Kısas”a gelince bu, bir insana yaptığı şeyin aynısını yapmaktır. –
        Bu tarife göre kısasta öldürenin dışında birini öldürürsek bir insana yaptığı şeyin değil yapmadığı şeyin aynısını yapmış oluruz değil mi..? (senden alıntı)

        bak bu konuda yerden göğe kadar haklısın? bunu birde senin tanrın anlamış olsaydı, insanları hür, köle, kadın diye ayrıştırdığını bilip anlardı ama anlayamamış,

        anlasaydı, sırf iki kabile arasındaki üstünlük taslama sorununu çözmek için, üstelik masum insanların öldürülmesine sebep olan hür, köle, kadın ayırımını getirerek, insanları statü ve cinsiyetlerine göre kategorize etme gafletini göstermez, sonraki nesillere de böyle bir ucube yasayı miras bırakmazdı.

      • toro dedi ki:

        Değerli Arkadaşlar,

        Hala ayetteki asıl problemi bırakıp keyfe keder yazılmış mealleri yarıştırıyorsunuz! Ayete bir de şöyle bakalım (izninizle);

        ”Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.”Bakara,178-Diyanet

        En başta ne diyor;

        ”Öldürülenler hakkında size kısas FARZ kılındı.”

        Yani biri birini öldürdüğünde İslam’a göre ZORUNLU olarak KISAS yapılmalı! Ayet açıkça bir hükmün kurallarını tarif ediyor. O halde soralım, Tanrıdan gelen ve evrensel ya da tüm zamanları kapsadığı söylenen ve aksini söylemedikçe (Kuran’ın tanrısı) değişmeyecek olan bir hükmün varlığı aynı şekilde bu hükme konu olan olayın ve kahramanlarının da evrensel ya da tüm zamanları kapsayan aktörler olacağını söylemiş olmaz mı? Yani tüm zamanlarda devam edecek bir sorunun çözümünü tüm zamanlarda var olacak toplumsal sınıflar üzerinden ve tüm zamanlarda uygulanacak bir hükümle çözüyor! Bu hüküm tüm insanlığı muhatap almıyor mu? Peki Kuran’a göre o tüm insanlık kimlerden oluşuyor;

        HÜRLER,
        KÖLELER,
        KADINLAR,

        Şimdi kölelik diye bir şey şuan var mı? Kölelik olmadığına göre insanlara aynı zamanda HÜR demenin anlamı var mı?

        Birde şunu soralım,

        Ayette ki HÜRLER kim? Neden özellikle KADIN denildiği halde ERKEKLER den bahsedilmiyor? Erkeklerin hepsi HÜR mü? Ya da KÖLE olan kadın yok mu? Köle olan erkek yok mu?

        Arkadaşlar bakın, değişmeyecek yani çağlar boyunca yaşayacak bir hükme konu olan zümrelerin de aynı zaman diliminde var olacağı düşünülür. Eğer tanrı KÖLELİĞİN kaldırılacağını biliyor olsa idi, ayette HÜR ve KÖLE tanımlamasını yapmazdı? Çünkü KÖLENİN olduğu yerde KÖLE olmayanlara HÜR denir! Zaten KÖLE yoksa niye insanlara HÜR demek zorunda kalalım ki?

        Tabi bazı babayiğitler çıkıp ”bu tanrı hükmüdür, tanrı ne derse o dur” diyecektir! O halde onlara baştan diyorum ki Tanrınızın dizayn ettiği dünyada(!) size layık gördüğü ebedi sınıflandırmalar hayırlı olsun;

        HÜRLER,
        KÖLELER,
        KADINLAR….

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —-Birde şunu soralım,
        Ayette ki HÜRLER kim? Neden özellikle KADIN denildiği halde ERKEKLER den bahsedilmiyor? Erkeklerin hepsi HÜR mü? Ya da KÖLE olan kadın yok mu? Köle olan erkek yok mu? (senden alıntı)

        ——bu grupları cinsiyet ve statü açısından birebir eşlersek;

        kadına kadın şartına göre erkekleri statü açısından kategorize ettiğimizde,
        hür erkeklerle hür erkeklerin, köle erkeklerle köle erkeklerin,

        hüre hür, köleye köle şartlarına göre kadınları statü açısından kategorize ettiğimizde,
        hür kadınlarla hür kadınların, köle kadınlarla köle kadınların kısas edileceğinin bakara-178 ile şarta bağlanmış olduğunu görürüz, (benden alıntı)

        dün sorduğun soruya, bugün T,TAŞPINAR’a hitaben yazdığım mesajda dolaylı yoldan cevap vermiş olsamda fazla mal göz çıkarmaz misali, tekrar yazayım dedim,

        ayrıca köle lafına allerjin varsa köle kelimesi yerine mal kelimesini kullanabilirsin,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Bence eğer ayette özellikle Kadına karşı Kadın denmeseydi tam da senin söylediğin anlaşılabilirdi! Çünkü, zaten statü olarak,

        HÜRLER (Erkek ve Kadın) ve
        KÖLELER (Erkek ve Kadın) bellidir! Tabi Kuranın tanrısı bu size yetmez (anlayışınız kıt) kadınları özellikle yazayım da yanlışlık olmasın diye düşünmüşse başka! Ama ben başka birşeye dikkat çekmek istedim, kuranın tanrısı doğrudan erkeklere sesleniyor, yoksa kadınları ayrı söylemesinin mantığı yok!

        Peki sana bir soru, Köle bir kadın HÜR bir erkeği öldürdüğünde ne olur? HÜR bir kadın KÖLE bir erkeği öldürdüğünde ne olur? Özellikle köle kadının kısas haricindeki seçeneği kullanabilme kapasitesini merak ettim de!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —–Bence eğer ayette özellikle Kadına karşı Kadın denmeseydi tam da senin söylediğin anlaşılabilirdi! Çünkü, zaten statü olarak,
        HÜRLER (Erkek ve Kadın) ve
        KÖLELER (Erkek ve Kadın) bellidir! Tabi Kuranın tanrısı bu size yetmez (anlayışınız kıt) kadınları özellikle yazayım da yanlışlık olmasın diye düşünmüşse başka! Ama ben başka birşeye dikkat çekmek istedim, kuranın tanrısı doğrudan erkeklere sesleniyor, yoksa kadınları ayrı söylemesinin mantığı yok!
        Peki sana bir soru, Köle bir kadın HÜR bir erkeği öldürdüğünde ne olur? HÜR bir kadın KÖLE bir erkeği öldürdüğünde ne olur? Özellikle köle kadının kısas haricindeki seçeneği kullanabilme kapasitesini merak ettim de! (senden alıntı)

        hür ifadesinin cinsiyet olarak kadın ve erkekleri işaret ettiği biliyoruz ama hür ve köle ayırımından dolayı, kadın ve erkekleri, hür erkek ve hür kadın olarak ifade etmek gerekiyor,

        ayni şekilde;
        köle ifadesinin cinsiyet olarak kadın ve erkeleri işaret ettiği biliyoruz ama hür ve köle ayırımından dolayı kadın ve erkekleri köle erkek, köle kadın olarak ifade etmemiz gerekiyor,

        yani hür ve köle ayırımından dolayı kadın ve erkekleri, hür erkek, köle erkek, hür kadın ve köle kadın olarak belirtmemiz gerekiyor,

        bu tasnif, hür ve köle ayırımına göre yapılmış bir ifade şeklidir,

        o nedenle Kuranın tanrısı erkeklere seslenmiyor, nedenine gelince,

        Kuranın tanrısı eğer cinsiyet ayırımı yapmayıp, sadece hür ve köle ayırımı yapsaydı,

        yani sadece hür hür ile, köle köle ile şartını getirseydi, cinsiyetine bakılmaksızın hürlerin hürlerle, kölelerin kölelerle kısas edileceğinden söz edecektik,

        bu durumda katil ve maktülü statülerine göre kategorize ettiğimizde,

        katil; Maktül
        hür…hür
        köle..köle şeklinde 2 türlü kategorize edecektik,

        ama katil ve maktülü, kadına kadın şartından dolayı cinsiyet ve statülerine göre kategorize ettiğimizde,

        katil;………Maktül;
        hür erkek,…hür erkek
        hür kadın,…hür kadın
        köle erkek,…köle erkek
        köle kadın,…köle kadın şeklinde 4 türlü kategorize etmek zorundayız,

        yani kadına kadın şartı zorunlu olarak erkeğe erkek şartını da bünyesinde barındırıyor,

        diğer soruna gelince, eğer Kuranın tanrısı inanırlarını, hür, köle ve kadın olarak kategorize etmeseydi???

        cana can hükmüne göre, katilin maktül ile kısas edileceğini sende bileceğinden o soruları sorma gereği duymayacaktın, hatta katil ve maktülün statü ve cinsiyetlerini merak bile etmeyecektin, belkide aklına öyle bir şey hiç gelmeyecekti,

        ancak benim gibi saçma sapan işler peşinde koşan geri zekâlı birisi ,” cinsiyet ve statü açısından 4 farklı gruba ayrılan kişiler, kısasa kısasta kaç türlü eşleşebilir ? acaba” diyerek,

        katil;………..maktül;
        hür erkek ile hür erkek…?
        hür erkek ile hür kadın…
        hür erkek ile köle erkek…
        hür erkek ile köle kadın…

        hür kadın ile hür erkek…
        hür kadın ile hür kadın…?
        hür kadın ile köle erkek…
        hür kadın ile köle kadın…

        köle erkek ile hür erkek…
        köle erkek ile hür kadın…
        köle erkek ile köle erkek…?
        köle erkek ile köle kadın…

        köle kadın ile hür erkek…
        köle kadın ile hür kadın…
        köle kadın ile köle erkek…
        köle kadın ile köle kadın…?

        üşenmeyip yaptığı listede “aaa! 16 türlü eşleşirlermiş” diyerek, ipliği 5 metre mesafeden iğnenin deliğine geçirmiş olur?

        soru işaretiyle işaretlediğim eşleşmelerin statü ve cinsiyet açısında BİRERBİR olan eşleşmeler olduğuna,

        soru işareti olmayan eşleşmelerin, statü ve cinsiyet açısından FARKLI olan eşleşmeler olduğuna dikkat et,

        şimdi sorun’u cevaplayabilim, önce kısasa kısasın tarifini yapayım,

        kısasa kısas; iki kişi arasında geçen öldürme ve yaralama olaylarında, mağdur edilenin mağduriyetinin, mağdur edene aynen uygulanmasıdır.

        haklı olarak, “söylemeseydin bilmiyorduk, iyiki söyledinde sayende öğrendik” diyebilirsin!

        köle bir kadın hür bir erkeği öldürdüğünde,
        eğer cana can hükmüne göre kısasa kısas uygulansaydı, köle kadının kısas edileceğini söylerdim,
        böyle saçma bir soru sorduğun içinde bir taraftan da sana, sanki katilin maktülle kısas edileceğini bilmiyormuş gibi, laf olsun torba dolsun kabilinden boş ve gereksiz şeyler sorduğunu düşünerek gıyabında hörmetlerimi sunardım?

        ama bakara-178’deki hür hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarına göre ve kısasa kısasta mağdur edilenin (yani maktülün) mağduriyeti göz önüne alınacağından hür erkeğin yerine kısas edilmek üzere köle kadının sahibine rücü edilir derim

        yani köle yırtar, kölenin sahibi papazı bulur, yani kölenin sahibi,kendi tayfasından bir hür erkeği, kendini veya oğullarından birini, oğlu yoksa karısıyla kızkardeşini, kız kardeşi yoksa kendi kızlarından birini, onlarda yoksa, yani bekârsa kendisini kısas edilmek üzere teslim eder,

        gördüğün gibi köle kadının kısas haricinde seçeneği değil, kısasta muhatap alınacak efendisi var,

        çünki köleliğin meşru olduğu, kadınlara değer verilmediği ataerkil toplumlarda, bir kölenin, efendisinin emirlerine tabi olacağı toplumda genel kabul gördüğünden, köle sahibinin azmettirici pozisyonunda olduğu varsayıldığından, kölenin sahibini asıl suçlu olarak görmektedirler,

        benzer anlatımları, sen kendi kafanda öldürülen hür kadın için uyarlarsın artık?

        hür bir kadın köle bir erkeği öldürdüğünde de, hür kadının kölenin sahibine, kısas edilmek üzere bir erkek köle vereceğini söylemeye gerek yok herhalde,

        yani hür kadının yırtacağını, hür kadının kölelerinden bir tanesinin papazı bulacağını…

        eğer hür kadın kendi kölesini öldürdüyse, köle sahibi mal üzerinde her türlü tasarrufa sahip olduğundan öldürdüğü kendi kölesinin yerine kendi kölelerinden birini kısas etmesine gerek yoktur? çünki kölesi onun hasmı değil malı durumundadır.

        işte bakara-178 efendileri köleleri cinayet işlemeye zorlamasınlar diye hüre hür şartını getirerek! köleleri birer adam öldürme makinesi olmaktan kurtarmıştır? kiralık katilin değilde azmettirenin güme gideceği bir durumda, efendiler kiralık katil kullanmaktan kaçınacaklardır ama efendiler birbirlerinin kölelerini öldürmekten kaçınmayacaklardır, nasılsa öldürdüğüm kölenin yerine kölelerimden birini kısas olmak üzere veririm der, olur biter?

        o nedenle, kölelerin birbirlerini öldürmesi ise efendileri açısından bir sorun teşkil etmiyor, ölenin cinsiyetine uygun birini göndererek sorun’u hallediyorlar,
        köle sahiplerinin senin deyiminle varsıllar olduğu söylemeye gerek yok sanırım,

        bakara-178’in neyi meşrulaştırdığı ayrıca söylemeye gerek yok sanırım,
        diğer eşleşmelerle ilgili soruların olursa ayrıca cevaplarım.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Yazını ilgiyle okudum ama tatmin olmadım! Buradaki suflör arkadaşlardan mı etkilendin nedir, sende açık hükmü kendi seçeneğinle değiştirmişsin 🙂

        Eğer HÜR erkeği öldüren KÖLE kadın yerine efendisi cezalandırılacaksa neden köleye karşı köle densin? Burada şu nüansı unutma! O zamanki sistemde KÖLENİN bir HÜR ü öldürmesi pek kolay değildir! Burada amaç suçlunun kaçırılmasını önlemek olabilir ama bu da çapraz karşılaşmalarda geçerli değildir. Anladığım kadarıyla zaten bu ayetin amacı da Müslüman olan kölelere şirin gözükmektir! Yoksa zaten bir HÜR ü öldüren KÖLE doğrudan cezalandırılır! Üstelik KÖLE kendi efendisini öldürdüyse ne olacak?

        Yani
        HÜR köleyi öldürdüğünde KISAS yoktur, HÜR bu cinayetten Nisa 92 yi kullanarak rahatlıkla yırtar. Çünkü aşağıdaki ayet bir HÜRÜN başka bir HÜRÜ öldürmesi durumunu kurala bağlamaktadır! Öldür, yanlışlıkla oldu de, bir köle azat et, kan parasını öde, yırttın! Aşağıda mümin ve mümin köle ayrı kullanıldığına göre anlatılan sadece hürler arası öldürüşmedir!

        ”Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkan bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardarda oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”Nisa,92-Diyanet

        ”Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir.” bu önerme bir kere anlamsızdır (örnek kerbela, emevilerin mekke ve medine fetihleri vs) ama doğru varsaydığımızda bir KÖLENİN bir HÜRÜ öldürmesi düşünülemez bile! Ama bu cümleyi özellikle arkasından gelen cümleye yol yapmak için sarfediyor;

        ”Ancak YANLIŞLIKLA olması başka”

        Şimdi gözümüzün önüne iki olay getirelim;

        Bir HÜR bir KÖLEYİ (kendi kölesi) öldürüyor,
        Bir Köle bir HÜRÜ öldürüyor,

        Toplumu gözünün önüne getir, sence hangisinin ”YANLIŞLIKLA” öldürdüm ikrarı karşılık bulur? Çünkü bir şahit talebi yok! O halde ikrara bakılır!

        Devam edelim ve hemen arkasından gelen cümleye bakalım;

        ”Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir Mü’ min köleyi azat etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir.”

        Yukarıdaki düzenlemenin HÜRLER için yapıldığı açık değil mi? Hangi mümin köle yanlışlıkla adam öldürdüğünde bir MÜMİN KÖLEYİ AZAD EDEBİLİR? Ya da hangi köle diyet ödeyebilir ya da hangi efendi bir hürü öldürmüş kölesini diyet vererek kurtarmak suretiyle diğer hürdaşlarını karşısına almayı düşünebilir?

        Görüldüğü üzere HÜR pozitif ayrımcılıkla korunmuş ve avantajlı duruma getirilmiştir! Dolayısıyla en başta sorduğum soru aynen geçerlidir! Çünkü ilgili kısas ayetinde tüm seçenekler düşünülmemiştir!

        Dolayısıyla ben kadına karşı kadın dendiğinde bundan sadece hür kadına karşı hür kadını anlarım! Çünkü iki hür aile arasında gerçekleşen bir öldürüşmede erkek üyesinin işlediği cinayeti erkek üyesini kurtarmak adına kadın üyesini kısas ederek kotarmak istemek mantıklıdır (sosyal yapıda erkeğin yerinin daha sağlam olmasından dolayı)! Zaten iyi incelendiğinde yapılmak isteneninde iki hür aile arasındaki kısasta bir ailenin kadın kısas ederek avantaj sağlamasını (harp gücü) önlemektir!

        Ama daha önce söylediğim gibi yukarıda söylediğim her şey KÖLE sisteminin olmadığı toplumlarda anlamsızdır! Çünkü bu durumda ayet zaten yok hükmündedir!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        önceki mesajımda, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarına uyan seçeneklere,
        yani 16 türlü düzenlediğim listede soru işareti koyduğum birebir eşleşmelere dikkatini çekmiştim,

        orada hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarını sağlayan, yani statü ve cinsiyet açısından birebir eşleşmenin olduğu 4 türlü durum vardı,

        4 türlü birebir eşleşmeyi kısasa göre düzenledim,
        katil;………..maktül;
        hür erkek,…hür erkek ile
        hür kadın,…hür kadın ile
        köle erkek,…köle erkek ile
        köle kadın,…köle kadın ile kısas edilir.

        diğer eşleşmeler (12 türlü) statü ve cinsiyet açısından birebir eşlenmediği için hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarını taşımıyor,

        ayrıca önceki mesajlarımı okumamışsın gibime geliyor,

        —–kısasa kısas; iki kişi arasında geçen öldürme ve yaralama olaylarında, mağdur edilenin mağduriyetinin, mağdur edene aynen uygulanmasıdır. (benden alıntı)

        kısasa kısasta uygulama yapılırken, mağdurun mağduriyeti göz önüne alınır,

        cana can ifadesinde, statü ve cinsiyet eşleşmesi yapılmadığından katilin cezalandırılması yeterli olurdu, yani katil ve maktülün cinsiyet ve statüsü ne olursa olsun, katil cezalandırılırdı,

        ama katilin ve maktülün statü ve cinsiyete göre kategorize edildiği bir durumda ve aslolan mağdur olanın mağduriyetini gidermekse,

        (bana, katil ve maktülün niye? statü ve cinsiyetlerine göre kategorize edildiğini söyleyebilmelisin? bu benim için en can alıcı soru, tanrı olduğu iddia edilen bir varlık, insanların bile gerek duymayacağı bir şeye niye gerek duysun?)

        bu durumda katilin kim olduğuna bakılmaksızın maktülün birebir eşitinin kısas edileceğini söyleyebiliriz,

        yani maktülün cinsiyet ve statüsü göz önüne alınarak, maktülün tayfası kan bedeli olarak aynen maktülün birebir eşitini talep ederler,

        dahada yani, kısasa kısasta, MAKTÜLÜN cinsiyetine ve statüsüne uygun bir kelle istenir,

        —-Eğer HÜR erkeği öldüren KÖLE kadın yerine efendisi cezalandırılacaksa neden köleye karşı köle densin? (senden alıntı)

        köle kadın hür erkeği öldürürse, statü ve cinsiyet açısından birebir eşleşmedikleri için, hüre hür şartı gereği hür erkeğin yerine eşiti, yani kan bedeli olarak hür erkek talep edileceğinden köle kadın yırtardı,

        eğer köle kadın hür erkek yerine bir köle kadın öldürseydi, köleye köle, kadına kadın şartları gereği, öldürdüğü köle kadına karşılık olarak kısas edilirdi, yani öldürdüğü kişiyle cinsiyet ve statü açısından birebir eşit olduğu için kellesi güme giderdi,

        eğer köle kadın, köle erkek öldürseydi, statü açısından eşit olsalar da, cinsiyet açısından eşit olmadıkları için köle kadın yine yırtardı,

        şimdi anladın mı neden köleye karşı köle dendiğini,
        hatta hüre hür, kadına kadın dendiğini,

        —–Üstelik KÖLE kendi efendisini öldürdüyse ne olacak (senden alıntı)

        köle mal kapsamında sayıldığından, haliyle ölenin mirasçılarına devrolur, mirasçıları da köleyi öldürürler veya kullanmaya devam ederler, köle üzerinde tasarrufta bulunma hakları gereği,

        yada mirasa bir an önce kavuşmak isteyen akbabalar sürüsü, köleler içerisinde özgürlüğüne kavuşmak isteyen bir köleyi ayartıp efendisini öldürttülerse, bu durumda köleyi azad ederler, (nereden buluyorsun böyle antika soruları)

        ayetin geliş sebebi olarak, Müslüman olan ama Müslüman olmadan önce aralarında kan davası olan ve Müslüman oldukları için barışmaları gereken, barışmaları içinde kan bedeli olarak kelle sayılarını dikkate alarak ödeşmek isteyen, ödeşirken birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan iki kabile gösteriliyor, yani benim kölem senin hüründen daha değerli gibi, ben bilmiyorum, İslâmi kaynaklar genellikle ayetin geliş nedenini böyle açıklıyorlar,

        —-HÜR köleyi öldürdüğünde KISAS yoktur, HÜR bu cinayetten Nisa 92 yi kullanarak rahatlıkla yırtar. (senden alıntı)

        nisa-92 YANLIŞLIKLA, (kazaen) yani istemeyerek olan öldürmelerden bahsediyor, oysa kısasa kısas hükümleri KASTEN işlenen suçları kapsar,

        o nedenle nisa-92’yi kısasa kısas kapsamında düşünmememiz gerekir, yani nisa-92’nin bakara-178’le bir ilgisi yoktur diye düşünüyorum,

        ayrıca, köle mal kapsamında olduğundan, yanlışlıkla öldürmelerde diyet istenmesi durumunda, akçe niyetine köle verilmesinde bir sakıncası yoktur, çünki mal kapsamında olması nedeniyle kölenin de bir fiyatı vardır,

        ayrıca şunu belirteyim, kısasa kısasın uygulanabilmesi, meydana gelen olaya birebir şahit olanların şahitlik etmesiyle mümkün olur, zaten şahidi olmayan olay faili meçhul kapsamındadır, aynı şekilde öldürmenin yanlışlıkla olduğunun ispatı için şahitlere ihtiyaç vardır,

        yani şahitleri olmayan bir olay dava konusu olmaz, dava konusu olsa da dosya, faili meçhul kaydı düşülerek arşive kaldırılır.

        “””””Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka (Senden alıntı)

        bir müminin bir mümini kasten öldürmesini Kuranın tanrısı kabullenemediği için öyle bir tepki gösteriyor, ama diyor yanlışlıkla olan durumlar için şöyle şöyle yapın diyor,

        içinden de, kasten yaptıklarınız varsa bile 2 tane yalancı şahit bularak kaza süsü verin ki ele güne, düşmana karşı birbirinizi boğazlıyor imajı vermeyesiniz, diyor?

        —-Ama daha önce söylediğim gibi yukarıda söylediğim her şey KÖLE sisteminin olmadığı toplumlarda anlamsızdır! Çünkü bu durumda ayet zaten yok hükmündedir! (senden alıntı)

        köleye köle şartı ortadan kalkmış olsa da kadına kadın şartı geçerli olduğundan ayet yok hükmünde değildir, sadece birebir eşleşme durumları 2’ye düşer,

        yani kölelik resmen kaldırıldığı için statü şartları olan hüre hür, köleye köle şartları tedavülden kalkmış olsada cinsiyet şartı olan kadına kadın şartı, zorunlu olarak erkeğe erkek şartını içerisinde barındırdığından,

        kadına kadın şartına göre;
        katil;…..maktül;
        erkek,…erkek ile kısas edilir,
        kadın,…kadın ile kısas edilir
        o nedenle ayet yok hükmünde değildir.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Eklemeyi unutmuşum ayet kandırmacıdır! Düzenlediği tek şey her halükarda aynı aynı tip (erkeğe karşı erkek-kadına karşı erkek) insanın karşılıklı kısasıdır! Çünkü bahsedilen toplumda öldürüşmelerin geneli (savaş harici) hürler ve onların erkek mensupları arasında olabilir! Normal şartlarda silah taşıyamayan ve yaptığı yanlışın hayatına mal olacağını bilen bir köle (erkek-kadın) ile zaten baskılanmış sözde köle olmayan kadının cinayet işleme oranı toplamın ne kadarına tekabül edebilir?

        Ayet kan parası ve istenilen üyenin fedasıyla katilin korunmasını sağlamıştır! Bu açılan yolun nasıl vücut bulduğu KAN DAVALARINDAN görülebilir!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bir kölenin, statü ve cinsiyet açısından birebir eşiti olmayanları öldürmediği sürece başı belâya girmez, ayrıca savaşlarda efendiler geri plânda kalıp cepheye köleleri sürerlerdi, unutma Hamzayı öldüren bir köleydi,

        daha doğrusu, bakara-178’e göre, katil, ister hür, ister köle, ister kadın olsun, cinsiyet ve statü açısından birebir eşleştiği kişileri öldürmedikçe kelleyi kaptırmaz.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Öncelikle ne söylemek istediğimi bir kez daha yazayım;
        Şimdi elimizde Bakara 178 adında öldürüşme yapıldığında kısasın
        nasıl yapılacağını düzenleyen bir ayet var! Öncelikle bu ayette kasten öldürmeden bahsetmiyor! ‘’Öldürülenler ‘’ hakkında diyor! Sonuç itibariyle birini onun hamle yapmasına fırsat vermeden öldürmekte öldürmektir, karşılıklı çatışma sonunda öldürmekte öldürmektir! Yani biri tarafından öyle ya da böyle öldürülene, öldürülen denir! Öldürmenin kasten olduğunu nereden bileceğiz? Bir şahit düzenlemesi var mı? Bu düzenleme olmadığı halde, bu kısas hükmünün varlığını bilen biri öldürme eyleminin sonucun da canını kısas vereceğini bilerek bu işi topluluk önünde yapar mı? İşte bu nedenle bu ayeti Nisa 92 ile beraber değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum! Zira Nisa suresi Bakara suresinden sonra inen bir suredir ve bence Bakara 178 e göre uygulanan kısasın HÜRLER için ortaya çıkardığı tehlikeyi bertaraf etmeye çalışmaktadır!

        Ayeti yeniden çekelim;

        ”Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkan bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardarda oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”Nisa,92-Diyanet

        ‘’Ancak yanlışlıkla olması başka.’’

        Şimdi sana soruyorum, bıçak, kılıç ve mızrak kullanılan bir zamanda bir insanı NASIL yanlışlıkla öldürebilirsiniz? Kılıcını temizlerken kılıç ateş almış olabilir mi?

        Şimdi bak ne yapacağım,

        ‘’Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı’’ Bakara,178

        ‘’Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. ANCAK YANLIŞLIKLA olması başka’’ Nisa,92

        Yapılan düzeltmeyi fark edebildin mi?

        Şimdi sana tekrar soruyorum Nisa,92 ile öldürme eyleminin sahibine ‘’YANLIŞLIKLA ÖLDÜRDÜM’’ deme hakkı getirilmiş mi, getirilmemiş mi? Üstelik yine şahit istenmediğine göre (zinada şahit aranırken, cinayette yok) İKRAR yeterli! Kuran, zinada, sözleşmede ve ölüm anında vasiyet için, sayıda vererek şahit talep eder! Ama cinayet için sayı da vererek bir talep getirmez!(ben rastlamadım)

        Düşünsene biri çıkıp ya da ikisi (istediğin kadar arttır) senin cinayetine şahit olduk diye itham ederse kendini nasıl kurtaracaksın (hele birde yapmadıysan)? Kuranın şu haline göre sihirli kelime olan ‘’YANLIŞLIKLA’’ yı söylüyor ve yırtıyorsun! En kötü 2 ay oruç tutuyorsun! Yani bir insanın canının bedeli en fazla 2 aylık oruçtur!

        Bu noktada tekrar son yazıma dönüp orada yazdığım bir soruyu tekrar buraya taşımak istiyorum;

        Bir HÜR bir KÖLEYİ (kendi kölesi) öldürüyor,
        Bir Köle bir HÜRÜ öldürüyor,

        Toplumu gözünün önüne getir, sence hangisinin ”YANLIŞLIKLA” öldürdüm ikrarı karşılık bulur? Dolayısıyla sonuç eskiye dönüştür ve KÖLELER her halde ÖLÜR!

        Ya da şöyle sorayım nisa 92 den sonra YANLIŞLIKLA öldürdüm diyene nasıl KISAS uygulanabilir? Yani bakara 178 kendiliğinden düştü!

        Ayrıca Nisa,92 de Mümin ve Mümin köle iki ayrı pozisyonu tanımlamak için kullanılmış! Denmiş ki;

        ‘’Kim bir mümini YANLIŞLIKLA öldürürse bir MÜ’MİN KÖLEYİ azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir’’ Nisa,92

        Aşağıda yazacağım aynı zamanda Bilal Bey’e de gelsin,

        Bakın MÜMİN HÜR, kendisi gibi MÜMİN olan KÖLEYİ malı olarak tutuyor! Yani KÖLE nin MÜMİN olması onu sahibiyle EŞİT yapmıyor! Mümin olan HÜR, BEDELİNİ ödemesi yani inancına göre CEZALADIRILMASI gereken (Nisa,92) bir hata yaptığında cezası bir MÜMİN KÖLEYİ azad etmek! Yani 1 milyon Lirası olan (1 milyon köle diye düşünün) biri kendisine verilen 100 Bin Lira (100 Bin Köle) CEZAYI ödüyor! Yani mevcut varlığı 100 Bin Lira (100 Bin Köle) düştü! Şimdi burada düşünülen HÜR müdür yoksa KÖLEMİ? Cezanın uygulayıcısının devlet olduğunu düşünün, amacı cezanın tahsil edilmesi midir yoksa 100 Bin Lira (100 Bin Köle) nın serbest kalmasımıdır?
        İşte MÜMİN olanların bile KÖLE olduğu bir düzen devam ederken ve MÜMİN ken bile özgürlük efendinin elindeyse öldürme eylemi vücut bulduğunda HÜRE karşı KÖLE kısası olamaz!

        Dolayısıyla KADINA karşı KADIN kısası Hür bir ailenin bir kadın ferdini öldüren diğer hür ailenin kadın mensubuna (katile) kısas olarak uygulanabilir! Yani köle ve hür arasında doğrudan ya da çapraz bir kısas eşleşmesi yoktur! Yani bir hürün bir köleyi öldürmesi kısası doğurmaz!

        Hüre karşı hür: Sadece HÜR olanla hür olan kısas edilir. (katil ve maktül)
        Köleye karşı köle: Sadece köle olanla köle olan kısas edilir. (katil ve maktül)
        Kadına karşı kadın: (Hür kadın hür kadına, köle kadın köle kadına)

        Buna göre, senin de dediğin gibi,
        Hür erkek hür erkekle,
        Hür kadın hür kadınla,
        Köle erkek köle erkekle,
        Köle kadın köle kadın ile kısas yapılabilir!

        Bu noktada ben eşitsizliğe dikkat çekmek için Köle-Hür ve Hür Köle öldürüşmesinde nasıl kısas yapılır diye sormuş bulundum! Biri çıkar da kuranın insanları eşit görmediğini dolayısıyla benim sorduğum şekiller de bir eşleştirmenin yapılamayacağını söyler diye düşündüm 🙂

        Sözümün arkasındayım! Bakara178 in evrensel yani insanlığın ortak paydası olan bir konuyu düzenlediği iddiasına göre KÖLELİK hep olmalıdır! Kölelik olmadığına göre Nisa 92 ile zaten kadük olmuş bu ayet 2 kere hükümsüzdür!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —-Şimdi elimizde Bakara 178 adında öldürüşme yapıldığında kısasın
        nasıl yapılacağını düzenleyen bir ayet var! Öncelikle bu ayette kasten öldürmeden bahsetmiyor! (senden alıntı)

        öncelikle şunu belirteyim, kısasa kısas hükmü, söylenmese bile sadece kasten öldürmeler için geçerlidir, kaba tabirle söylersem öldürenin öldürülmesini şart koşmaktadır,

        öldürenin öldürülmesinin şart olduğu bir durumda, herhalde, öldürme kastı olmadığı, yani cinayete teşebbüs durumu olmadığı, yanlışlıkla (kazaen) istemeyerek meydana gelen öldürmelerde ne olacak diye soranlar olmuş ki, (bilirsin kazaen adam öldürmek, beraberinde cezayı hafifletici sebepleri getirir)

        işte bu kazaen öldürmeleri düzenlemek üzere nisa-92 getirilmiş,

        —-bu kısas hükmünün varlığını bilen biri öldürme eyleminin sonucun da canını kısas vereceğini bilerek bu işi topluluk önünde yapar mı? (senden alıntı)

        elbette yapmaz, gizlice yapıp olay dosyasının faili meçhul raflarına kaldırılmasını amaçlar,

        ama bunu kan davası güden 2 topluluk üyeleri yaparsa gizlide yapsalar, alenide yapsalar
        öldürenin kim olduğu bilinmese de, öldürme eylemini kan davası güden toplulukların herhangi bir ferdinin yaptığı bilinir, hatta öldürüleni başka bir topluluk üyesi gizlice öldürmüş olsa bile yinede bu 2 topluluk bunu birbirlerinden bilir,

        —–Bir şahit düzenlemesi var mı (senden alıntı)

        sende bilirsin ki, mağdur mağduriyetini ispatlamak için şahit göstermek zorundadır,
        kişi mağdur edilse bile, şahidi olmadıktan sonra mahkemeye müracaat edemez, ancak kolluk kuvvetlerine başvurarak failin kimliğini veya eşgalini verir, suçlu yakalansa bile suçunu itiraf etmedikçe suçlanamaz, bu insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur,

        mağdur, şahidi olmadan mahkemeye müracaat etse, hakimin soracağı ilk soru şahidin var mı? sorusu olacaktır,

        o nedenle tanrı olduğu iddia edilen bir tanrı şahitlik düzenlemesi yapmaz, yaparsa ti’ye alınır,

        özetle, herkesçe bilinen prosedür nedeniyle şahitlik düzenlemesine gerek yoktur,

        sen benim bu konuda önceden yazdığım mesajlarımı okumuyorsun galiba?

        —–92 ile beraber değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum! Zira Nisa suresi Bakara suresinden sonra inen bir suredir ve bence Bakara 178 e göre uygulanan kısasın HÜRLER için ortaya çıkardığı tehlikeyi bertaraf etmeye çalışmaktadır! (senden alıntı)

        sanırım bakara-178’deki kısasa kısas hükmünün, kazaen öldürmelerde sorun çıkarması üzerine, kazaen öldürmeleri düzenlemek üzere nisa-92’nin geldiğini anlatabilmişimdir,

        o nedenle;
        bakara-178 kasten öldürmeleri,
        nisa-92 kazaen öldürmeleri düzenler.

        o nedenle nisa-92’nin, hürleri korumak için geldiğinden söz edilemez, bir köle kadın da, diğer bir köle kadını da kazaen öldürebilir, bu durumda katil köle kadına bakara-178 hükümleri değil, nisa-92 hükümleri uygulanır, yani efendisi, karşı taraf talep ederse, öldürülen köle yerine öldüren köleyi karşı tarafa gönderir, (tabi nisa-92’ye göre gönderdiğinden, gönderilen kölenin kısas edilmeyeceğini söylemeye gerek yok)

        o nedenle hürler veya köleler için bertaraf edilecek bir tehlikeden söz edilemez,

        yine sende bilirsin ki, insanoğlu yalancı şahitlik denen bir müesseseyi de kurmuştur, yani bir olayın şahitleri olsa da, şahitleri satın almanın yollarını her zaman aramıştır,

        birebir öldürmelerde yalancı şahitlik müessesi yürüse de, kan davalarında yalancı şahitliğin hiçbir hükmü olmaz,

        yani fetbaz bir insan bakara-178’den kaçmak için yalancı şahitler ayarlayarak işlediği suça kaza süsü vererek nisa-92 kaçabilir veya cinayeti gizlice işleyerek hem bakara-178’den hem de nisa-92’den de kaçabilir ama kan davalarında hiç kimsenin bakara-178’den kaçma şansı yok,

        özetle, nisa-92 kazaen adam öldürüpte vicdan azabı çekenlere, isteyerek yapmadığınız bir eylem için köle azad ederek vicdan azabı çekmekten kurtulabilirsiniz diyor, (tabi ferbazlara değilde vicdan sahibi olanlara söylüyor)

        ama ben vicdan sahibi olan insanların köle azad etseler de, ömürlerinin sonuna kadar vicdan azabıyla yaşayacaklarını söyleyebilirim, tek tesellileri ise bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak olur,

        bana göre, köle azad edebilmek için, köleye barınacağı bir ev, geçimini sağlayacağı bir iş veya işyeri temin edilmedikten sonra, köle azad etmek, köleyi kapı dışarı etmek anlamına gelir,

        nisa-92 den yaralanmak için yaptığı eyleme kaza süsü verenlerin, köle azad ederken yukarıda bahsettiğim kriterlere uyacağını hiç sanmıyorum, yani köle azad ederken yapacakları tek şey, bir şekilde işlerine yaramayan bir köleyi kapı önüne koymak olacaktır,
        keşke şahitlik düzenlemesi var mı? diye soracağına Kuranda köle azad edilirken uyulması gereken şartları düzenleyen bir ayet var mı? diye sorsaydın?

        —-Şimdi sana soruyorum, bıçak, kılıç ve mızrak kullanılan bir zamanda bir insanı NASIL yanlışlıkla öldürebilirsiniz? Kılıcını temizlerken kılıç ateş almış olabilir mi? (senden alıntı)

        temizlediği kılıcını kınına sokarken, kılıcı kın’a isabet ettiremeyip, yani sektirip, hızla geriye doğru çektiğinde,o sırada arkasında bir adam varsa, arkasındaki adamı nereden görecek?

        karşısındaki tahtaya bıçak, ok veya mızrak atış talimi yapan biri, tahtaya odaklandığında sağ çaprazdan tahtaya doğru yürüyen adamı nereden görecek?

        yada arkadaşlarıyla birlikte kuş avına çıktıklarında ağaca konan kuşu vurmak için okunu ağaca yönelttiğinde, o sırada önceden ağaca çıkıpta, yaprakların arasındaki ayva toplayan adamı nereden görecek,

        sana ne zaman cevap versem, müziplik tarafım depreşiyor, gördüğün gibi demokrasilerde çare tükenmez,

        belki köpekten korktuğu için önüne çıkan köpeği öldürmek için mızrak fırlatan bir kişi, mızrağı fırlatmak için kolunu önce geriye sonra ileriye doğru yönlendirirken mızrak elinden kurtulup hedefe değilde rastgele bir yöne giderek birinin ölümüne sebep olmuş olabilir,yani her ne sebeple olursa olsun, öldürücü alet hedefe değilde hedef dışındaki bir yöne yönelmiş olabilir,

        yani zayıf bir olasılık olsa da, kesici aletlerle kazaen adam öldürme durumları söz konusu olabilir,

        —–Şimdi sana tekrar soruyorum Nisa,92 ile öldürme eyleminin sahibine ‘’YANLIŞLIKLA ÖLDÜRDÜM’’ deme hakkı getirilmiş mi, getirilmemiş mi? (senden alıntı)

        eğer şahitleri varsa, öldürme eyleminin sahibine “yanlışlıkla öldürdüm” hakkı getirmiş,

        —–Düşünsene biri çıkıp ya da ikisi (istediğin kadar arttır) senin cinayetine şahit olduk diye itham ederse kendini nasıl kurtaracaksın (senden alıntı)

        eğer şahitler, öldürmenin kasten olduğunu söylerlerse bakara-178’e göre kısas edilir, kazaen öldürdüğünü söylerlerse, nisa-92’ye göre köle azad eder, kölesi yoksa, 2 ay oruç tutar,

        —–Bir HÜR bir KÖLEYİ (kendi kölesi) öldürüyor,
        Bir Köle bir HÜRÜ öldürüyor, (senden alıntı)

        statü ve cinsiyet açısından birebir eşleşme olmadığı için bakara-178’e göre katiller yırtar,

        —-Ya da şöyle sorayım nisa 92 den sonra YANLIŞLIKLA öldürdüm diyene nasıl KISAS uygulanabilir? Yani bakara 178 kendiliğinden düştü! (senden alıntı)

        kazaen öldürmelerde kısasa kısas hükümleri uygulanmaz,
        kasten öldürmeler için bakara-178 yürürlüktedir,

        yani kan davası güdenler, şahitleri olsa bile kazaen adam öldürdüklerini söylemekle kurtulamazlar.

        HÜRE karşı KÖLE kısası olamaz!

        evet, bakara-178’e göre cinsiyet VE statüleri birebir eşleşmediği için kısasa kısastan söz edilmez,

        yani cinsiyet VEYA statüleri FARKLI olan kişiler bakara-178’e göre kısas edilemez,
        (veya önermesinin, seçeneklerden en az 1 tanesinin doğru olması durumunda, şartı sağlayacağını söylemeye gerek yok sanırım)

        ayrıca köle, mümin olsa bile bakara-178’deki hüre hür, köleye köle şartından dolayı köleyle hür eşit değildir,

        —-Buna göre, senin de dediğin gibi,
        Hür erkek hür erkekle,
        Hür kadın hür kadınla,
        Köle erkek köle erkekle,
        Köle kadın köle kadın ile kısas yapılabilir! (senden alıntı)

        aynen öyle, ayrıca “yapılabilir” kelimesi yerine “yapılır” kelimesi konacak,

        —–Sözümün arkasındayım! Bakara178 in evrensel yani insanlığın ortak paydası olan bir konuyu düzenlediği iddiasına göre KÖLELİK hep olmalıdır! Kölelik olmadığına göre Nisa 92 ile zaten kadük olmuş bu ayet 2 kere hükümsüzdür! (senden alıntı)

        günümüzde kölelik resmen kalktığı için kölelik kurumundan söz edilmese de günün birinde tekrar kölelik kurumunun vücut bulmayacağını kim bilebilir ki! işte Kuranın tanrısı günün birinde köleliğin kaldırılacağını bilmese de, yani kölelik düzeninin hep devam edeceğini varsaysa da,

        biz insanlar kölelik kurumunun tekrar geri gelebilme olasılığından söz edebiliyoruz, söz edilmesi bile bize iğrenç gelse de zayıfta olsa böyle bir olasılığı göz ardı edemeyiz,

        aslında kölelik kurumunun kalkması, baş örtüsü takma gerekliliğini de ortadan kaldırmıştır,
        (tarlada çalışan köylü kadın, yemek yapan ev kadını hariç)

        yani, af edersin cariye sanmıştım bahanesinin gerekçesi ortadan kalktığı için, baş örtüsü takılmasına gerek kalmamıştır,

        ama statü ayırımı yapan şartlar (hüre hür, köleye köle) tedavülden kalkmış olsalar bile, kadına kadın şartından dolayı bakara-178 yürürlüktedir, hem de sonsuza dek,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        ‘’sende bilirsin ki, mağdur mağduriyetini ispatlamak için şahit göstermek zorundadır,’’ senden alıntı
        Ama kurana göre mağdur mağduriyetini değil iddia sahibi iddiasını kanıtlamalıdır! Bak zinada kadınların zinasının tespiti için iddia sahibinden 4 şahit ister! Aynı zamanda cezanın tatbikine de ‘’bir grup’’ un şahit olmasını ister! Eğer bura da , akitlerde ve ölüm anında vasiyette şahitliği düzenlememiş olsaydı seninle aynı noktada olabilirdim!

        Çünkü,

        Medeni hukuk (zina) şahit istiyor,
        İş hukuku (akitlendirme) şahit istiyor,
        Miras hukuk şahit istiyor,
        Ceza hukukunda istemiyorsa ne düşünmeliyiz!

        Bak ilginç bir nokta daha var! Zina iddiasına eşlerden başka tanık yoksa;

        ‘’Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.’’Nur,6-Diyanet

        Sayısı 4 olan bir yeminle şahitlik istiyor! Yani bütün olasılıkları kurala bağlamaya çalışmış! Sen kazaen ya da kasten öldürüşmenin kanıtlanması ya da olası mağduriyetin önlenmesine dair durumlarda bu beklentiyi görebiliyor musun?

        Ben sana şunu söyleyeyim, kurana göre öldürme eylemini ifa eden bunu binlerce kişinin önünde de ve taammüden bile yapsa ‘’yanlışlıkla’’ yaptım dediğinde kısasa tabi tutulamaz! Çünkü katilin ikrarı esas alınmıştır ve aleyhine bir tanıklık müessesesi tanımlanmamıştır!

        Bak ben yorumlarımı tamamen kuranın kendi mantığına göre yapıyorum. Yani şöyle düşün,

        Kuran sadece, koşana 100 kırbaç vurulur deseydi! Bir insanın bu suça konu olan eylemi ifa ettiği nasıl iddia kanıtlanırdı? Çünkü bu durum yoruma açık! Suçu ifa edenin cezalandırılmasının yanında ayrıca suç isnat edilenin mağdur ediliyor olma ihtimalide var! Zinada düzenleme bu yönde yapılmış! Yani iftiranın önlenmesi (aslında zinanın kanıtlanamaması) istenmiş!

        Üstelik şöyle düşün! Adamın kasten adam öldürdüğüne atıyorum 4 kişi şahit olduğunu iddia ediyor, ama 4 kişide hayır kazaydı diyor! Kuran burada işin içinde nasıl çıkacak! Kaza diyenlerin sayısının kasten diyenlerin sayısına eşit olması da gerekmez! Sadece bir kişi kazaydı dese olay yine çıkmaza girerdi! Çünkü kuran suçun kanıtlanması için yüzyıllarca sonra ortaya çıkacak yöntemlerden haberdar değil! Durumu tanrıdan indiği söylenen orman kanunlarıyla çözmeye çalışıyor!

        Bak mesela sözleşme için şahit arıyor değil mi? Günümüzde damga vergisini ödedikleri bir sözleşmenin aslında olmadığını iddia eden sözleşme taraflarından bahsedebilir miyiz,? O halde sözleşmeye şahit olunmasına gerek kaldı mı?

        Eğer benimle şerri hukuk üzerinden konuşuyorsan durum yukarıdaki gibi, ama modern hukuk üzerinden konuşuyorsan senin dediğin gibidir!

        Bakara 178 kasten, Nisa 92 yanlışlıkla adam öldürmeleri düzenliyor olsa bile birbiriyle bağlantılıdır! Çünkü öldürmenin yanlışlıkla olduğu sonucu doğuyor ki bir cezası var! O halde verilen cezaların uygulanabilir olması gereklidir!

        O halde bana bugün, kısasa konu olacak cinayetin kurana göre kasten olduğunun nasıl kanıtlanabileceğini göstermelisin! Ayette bahsedilen HÜR ve KÖLE kavramı bugün geçerlimidir? Bir insana HÜR diyebilmek için KÖLELERİN olması ya da KÖLE olma ihtimalinin bulunması gerekir! HÜR ve KÖLE biri olmadığında diğerini geçersiz kılan kavramlardır! Dolayısıyla ayeti bugün zorlamayla (geçerli olduğu iddiasını) ancak KADINA karşı KADIN olarak uygulayabilirler!

        Nisa 92 nin ise bugün esamesi bile okunamaz. Çünkü eğer öldürme yanlışlıkla olmuşsa ilk yapılması zorunlu iş MÜMİN KÖLE azad etmek! Bu zorunlu! Peki günümüzde bir köle hem de mümin bir köle nasıl azad edilir?

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bu mesaja cevap vereceğim yerde dalgınlıkla Bilâle hitaben yazdığın mesaja cevap vermişim,

        burada sadece şunu söyleyeyim,
        bakara-178’deki kadına kadın şartı aynı zamanda erkeğe erkek şartını içinde barındıracağından,

        kadın kadın ile, erkek erkek ile eşleşmesi günümüzde de geçerlidir,

        ayette şahitten söz etmemesinin bir sakıncası yok,
        kuran diğer adli olaylara göre sadece zinada 4 şahit şartını getirmiştir,
        diğer davalarda ise şahitlik şartını 1 erkek 2 kadına bedeldir, düsturuna göre düzenlemiş,

        yani ortada her türlü olaya uygulanacak şahitlik şartı bellidir, 1 erkek = 2 kadın,

        kan davasında ödeşmek istenen durumlar için şahite gerek yoktur,
        zaten ödeşmek istemeyenler, kim takar ödeşmeyi derler, bebek,çocuk, kadın, genç yaşlı demeden tam gaz öldürmeye devam ederler,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Yazıyı okuyunca dedim ki herhalde sayın bilal ile özel görüşmeye başladı 🙂 Çünkü ondan duymaya alıştığım çizgide yorumlar yapmaya başladın,hayır mı? İmana gelmeye mi karar verdin 🙂

        ”ayette şahitten söz etmemesinin bir sakıncası yok,
        kuran diğer adli olaylara göre sadece zinada 4 şahit şartını getirmiştir,
        diğer davalarda ise şahitlik şartını 1 erkek 2 kadına bedeldir, düsturuna göre düzenlemiş,
        yani ortada her türlü olaya uygulanacak şahitlik şartı bellidir, 1 erkek = 2 kadın,
        kan davasında ödeşmek istenen durumlar için şahite gerek yoktur,
        zaten ödeşmek istemeyenler, kim takar ödeşmeyi derler, bebek,çocuk, kadın, genç yaşlı demeden tam gaz öldürmeye devam ederler,”’ senden alıntı

        1 erkek ve 2 kadın şahit istediği ayette bir nüans vardır;

        ”Ey iman edenler! Belli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, (her şeyi olduğu gibi dosdoğru) yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan korkup sakınsın da borçtan hiçbir şeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın). Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, borcu süresine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen alıp verdiğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alış-veriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de bir zarar verilmesin. Eğer aksini yaparsanız, bu sizin için günahkârca bir davranış olur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah size öğretiyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”Bakara,282-Diyanet

        ”şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri UNUTACAK olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir.”

        Ayetin tamamı okunduğunda bu şahitlik müessesinin, bir akdin maddelerine şahitlik için dizayn edildiği gayet açıktır! Ayet akit ANINDA 1 erkek ile 2 kadının şahitlik olarak bulunmasını ister!

        Bunu öldürme eylemine uyarlarsak, olayın kasten ya da kazaen olduğuna tanıklık etmeleri için öldürme anında katilin, 1 erkek ve 2 kadın şahit bulundurması gerektiğini düşünmemiz gerekir!

        Ben bu ayetin nasıl kullanıldığıyla ilgilenmiyorum! Benim ilgilendiğim şey bu ayeti dizayn eden mantığın bir tanrıya ait olduğunu düşünebilirmiyiz? Bu zamana kadar yaptığım yorumlar itibariyle açıktır ki düşünemeyiz! Çünkü ilgili ayet bağımsız bir insan aklıyla bakıldığında bile kadük iken onun bir tanrı tarafından indirildiğine ve uygulanmasının istendiğine inanmak abestir!

        Öncelikle ortada hiçbir şahit olmadan bir öldürme gerçekleşiyor ve eylemin sahibi suçu üstlenmiyorsa katil bilinemeyeceğinden ayrıca eylemin kasten ya da yanlışlıkla olduğunu söyleyebilecek ve bunu hükme bağlayacak bir müessese bulunamaz! Bu noktada birilerinin, birini cinayetle suçlamaları sonucunda mağdur, bulunacak yalancı şahitle ya da şahitlerle rahatlıkla öldürülebilir! Bence nisa 92, bakara 178 in tamda bu şekilde uygulanmasından kaynaklanan problemleri çözmeye çalışmıştır ve cinayetle suçlanana ya da cinayeti işleyene YANLIŞLIKLA yaptım deme hakkı getirmiştir!

        Çünkü 1400 yıl öncesinde bile özellikle aileler arasında yaşanan tatsızlıklar sonucu bir kısas uygulamak ve bunu suçu açıkça kanıtlayamadan (o günün şatlarına göre kuranı kaynak alırsanız kanıtlayamazsınız) yapmak mağdur aile için yönetime karşı bir isyan doğurabileceğinden durum yumuşatılmaya çalışılmıştır!

        Sende biliyorsun ki kuranın demediği birşeyi yani kuranın tanrısının söylemediğini söylemiş gibi düşünmek ya da yapmak anlamlı değildir!

        Bu minvalde iki ayet hem değişen sosyal yapı hemde pratikte uygulanamaycak ceza dizaynıyla kadüktür!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —–Yazıyı okuyunca dedim ki herhalde sayın bilal ile özel görüşmeye başladı 🙂 Çünkü ondan duymaya alıştığım çizgide yorumlar yapmaya başladın,hayır mı? İmana gelmeye mi karar verdin (senden alıntı)

        toro benim dobra dobra konuşan, doğru bildiğini söylemekten kaçınmayan, kendi zararıma da olsa yinede doğru bildiğimi söylemekten çekinmeyen, başkaları gibi işine gelmediği için doğruları inkâr etmeye kalkan biri olmadığımı anlaman gerekirdi,

        hani Atalarımız doğrucu Davut diye bir deyim kullanırlar ya, işte aynen öyle biriyim,

        yani doğru bildiklerim doğru mudur? yanlış mıdır? orasını bilemem ama doğru bildiğimi söylemekten hiç sakınmam, hatta bana bu yüzden patavatsız da diyebilirsin, ona da aldırmam yine de doğru bildiğimi söylerim,

        özetle söylediklerim bana ait doğru bildiklerimdir, ve her hakkı mahfuzdur,

        o nedenle merak etme, imana gelmeyecek kadar akıllı biri sayılırım,

        —-1 erkek ve 2 kadın şahit istediği ayette bir nüans vardır; (senden alıntı)

        Kuranın tanrısı, şahitlik müessesesini düzenlerken, bir ticari akidden söz etmiş, şahitlikte 2 erkek, 2 erkek bulunamazsa, 1 erkek ve 2 kadın demiş, gerekçe olarakta biri unutursa diğeri ona hatırlatsın demiş,

        eğer kadınlar bir ticari akidde taraf olabiliyorlar la, bu onların ticari yasaları bildiği anlamına gelir, öyle ya bir insan bilmediği bir konuda taraf (şahitlik) olabilir mi? demek ki kadın şahitler ticari konuları biliyorlarmış ki şahitlik yapabiliyorlar,

        o nedenle ticari konular ihtisas gerektiren bir konu olduğu için Kuranın tanrısı 1 erkek 2 kadın şartı getirmiş martavalını öne sürenler, Kuranın tanrısının anlatmak istediği nüansı çok iyi anlamış olmalılar ki

        toplumumuzdaki, deyimler kategorisine, saçı uzun aklı kısa veya yarım akıllı tabirlerini eklemişler?

        oysa, unuttuğunu hatırlama konusunda, erkeler kadınların eline su dökemez, o nedenle erkeklerin unutabileceği düşünülebilir ama kadınların unutabileceği düşünülemez,

        yani bakara- 282’de Kuranın tanrısı, kadınları geri zekâlı varlıklar olarak tanımlıyor,

        söz konusu şahitlik durumu resmiyet arz eden bir durum olması nedeniyle tüm şahitlik gerektiren olayları (ister iş akdi olsun, ister dava olsun, vb.) işaret ettiğinden şahitlikle ilgili genel bir hükümdür,

        yani bakara-282 şahitlik müessesesini düzenleyen genel bir hükümdür,

        istisnai olarak, sadece zina olayları ile ilgili 4 şahit şartı getirilmiş ama şahitlerin cinsiyetleri belirtilmediği için bunu kadın veya erkek olduklarına bakılmaksızın 4 şahit olarak düşünmemiz gerekir ama eğer yine 1 erkek 2 kadın şartı zinada da uygulanacaksa, röntgenci sayısını azaltmak için suçüstü olayında 4 erkek bulundurmak daha makul olacaktır, 4 erkek bulunamadığı durumlarda, 3 erkek ve 2 kadın bulundurmak gerekecektir, diğer seçenekleri sağlayan durumları ayrıca anlatmama gerek yok, bir kadınla bir erkeğin yan yana röntgencilik yaptığını düşünebiliyor musun?

        öldürme eyleminde, aleni yapılanlarda da, öldüren 2 yalancı şahit ayarlayabilir,

        günümüzde, bilhassa boşanma davalarında olmak üzere, diğer davalardada yalancı şahit ayarlama durumları olmuyor değil, yalancı şahitlerin olması yasaları kadük ediyor mu?
        yani yasalara karşı hile yapanlar yüzünden yasalar yürürlükten kalkıyor mu?

        bakara-178 ile nisa-92’in ilişkisini şöyle kurabilirim,

        biliyorsun bakara-178 kan davaları ile ilgili bir sorunu çözmek için geldiğinden şahitlik gerektirmiyor, çünki kan davasının tarafları ve taraftarları biliniyor, kan davasına son vermek için ödeşme yoluna gittiğinde, hepsi öldürmeye teşebbüsten yargılanıyorlar, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartından dolayı kısas edileceklerin katil olup olmadığına bakılmaksızın ister katil olsunlar ister masum olsunlar herhalde kura ile belirlenenler güme gidiyor,

        Bakara-178, özel bir durum için getirilmiş olsa da, Tevrattaki cana can hükmünü yürürlükten kaldırdığı için genel hüküm haline gelmesi nedeniyle, kan davasıyla ilgisi olmayan durumlarda sorun çıkarmış,

        örneğin bir kabile içerisinde de birbirleriyle it dalaşına tutuşanların sebep olduğu öldürmelerde normal kısas hükümlerinin (kişi öldürdüğü kişi ile kısas edilir hükmü) uygulanamaması nedeniyle, kabile içi öldürmelerde bakara-178’e göre hüküm verilmesi sorun yaratmış olmalı ki, hani kol kırılır yen içinde kalır misali biz bu işi aramızda bir şekilde çözümleriz misali, bakara-178’den yırtmak için öldürmenin kazaen olduğu gibi bir bahanenin arkasına sığınmak istemiş olabilirler,

        —–Bu minvalde iki ayet hem değişen sosyal yapı hemde pratikte uygulanamaycak ceza dizaynıyla kadüktür! (senden alıntı)

        Bakara-178’de hüre hür, köleye köle, şartı yürülükten kalkmış olsada kadına kadın şartı ortadan kalkmadığı için ayet, kölesiz olarak yoluna devam etmektedir

        kefarette, diyet olarak para veya mal verilebildiği için elde mal (köle) kalmasa da, talep eden olduğunda diyet parayla ödenir,

        yani kazaen! öldürmelerde de bir sorun yok,
        kısasa kısas gerektiren durumlarda da taraflar tazminatta anlaşarak sorunu çözüyorlar,
        tabi tazminat oranları 1 mümin erkek=2 mümin kadın, 1 mümin kadın= 1 gayrimüslim erkek olarak belirlenmiş,

        yani, tazminat oranları, bakara-282’ye göre 1 erkek 2 kadına bedeldir, enfal-66’ya göre 1 mümin 2 kafire bedeldir, ifadeleri göz önüne alınarak, tazminat belirlenmiş,

        o nedenle ayetler kadük değildir, olsa olsa getirdikleri garabet çözümler nedeniyle birer ucubedir,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Sanırım sadece bana yazaken muziplik damarın kabarıyor ama beni okurken o damar ortaya çıkmıyor! Şunu bil ki bende en az senin kadar muzipim hatta gerçekte tanısan muzipliğimden sıkılabilirsin bile 🙂

        Seninle bizim münazaramızın bazı arkadaşlara örnek olmasını temenni ediyorum! Umarım ayetleri savunma ya da anlamını tartışma konusunda senden yeterince feyz alabilmişlerdir 🙂

        Şaka bir yana şahitlik düzenlemesinin hangi halde nasıl kullanılacağı ilgili ayette açıkça yazılmışken aynı ayette anlatılmayan durumlar içinde refererans olarak görmen ısrarını anlamış değilim! Kuranın tekniği açısından dediğin durum mümkün değildir! Kuran bir düzenlemeyi, düzenlemeyle ilgili ayetlerde dolaylı olarak değil açıkça yapar! Aksi halde dolaylı olarak düşünmek, kesin hüküm içeren ayeti müteşabih olarak görmemize yol açar!
        Hüküm içeren ayetlerin mantığı gereği hükmün uygulama alanları belirtilir, ekleme ya da düzeltme yapılacaksa bu gelecek ayetlerle yapılır!

        Dolayısıyla 1 erkek 2 kadın müessesi sadece ayette yazılı durumlar için geçerlidir! Ötesi niyet okumaktır, benim tabirimle tanrıya(!) altyazı yazmaktır! Bizde görünürde olmayanı var kabul etmeye başlayacaksak işimiz zor!

        Ayrıca kadınların şahitliği ihtisaslarından değildir! Burada amaç birilerinin yapılan akde şahitlik etmesidir! Dolayısıyla olası bir ”böyle bir sözleşme yok” iddiasını bertaraf etmeye yöneliktir!

        Sanırım doğrucu davutluk konusunda bende az değilim.

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir (maide-38)

        yukarıdaki ayette, Kuranın tanrısı hırsızlıkla ilgi cezai müeyyide getirmiş, bu arada her zaman yaptığı gibi kendisini övdürmekten de geri kalmamış?

        ayrıca, yukarıdaki ayette de hırsızlığın tespiti için şu kadar şahit gerekir gibisinden bir ifade yok,
        bu durumda şahit belirtmediği için bu ayeti de yok hükmünde mi sayacağız?

        yapma toro, ayetleri yok hükmünde saymaya kalkarsak ortada ne bir ayet, nede bir kitap kalır, bırak ayetler yerinde dursun ki bizimde söyleyecek bir şeylerimiz olsun,

        aslında Müslüman arkadaşların Kurandan çıkarıp atacakları o kadar çok saçma ayet var ki, ama ne yapsınlar, ayetleri inkâr etme gibi bir lüksleri yok, o nedenle o ayetleri savunacağım diye mantık kurallarını alt üst ediyorlar, ayetlerde yırtık yerlere yama yapıyorlar, genelliklede tanrılarının niyetini okuyup şöyle demek istemiştir gibisinden yırtınıp duruyorlar,

        velhasıl anlayacağın, Müslümanlık zor zenaat,

        ama bir yerde haklı olabilirsin, madem Kuran Müslümanların anayasasıdır, bir ayetle de şahitlik şartları düzenlenerek genel hüküm altın alınabilirdi, hatta yalancı şahitler ile ilgili cezai müeyyideler de getirilebilirdi,

        bu yapılmadığı için şahitlik gerektiren olaylarda, bilinen şahitlik şartlarına göre şahit belirleneceği kabul edilmelidir, yani şahitlikte 1 erkek=2 kadın şartına göre hareket edilmelidir, zaten ispat gerektiren olaylarda şahitte gerekeceğini Kuran yazmasa da herkes bilir, yani dünya Kuranla keşfedilmemiştir,

        niyet okumaya gelince, eğer niyeti mantık kurallarına göre okursan sorun olmaz,
        zaten biz Kuranın tanrısının niyetini okuyabildiğimiz için, Kuranın ne olduğunu anlamadık mı?

        eğer biz Kuranın tanrısının niyetini okumasak, bunu bilebilir miydik? tabiî ki bilemezdik,
        o zamanda imana gelmemiz işten bile olmazdı?

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        ”ayrıca, yukarıdaki ayette de hırsızlığın tespiti için şu kadar şahit gerekir gibisinden bir ifade yok,
        bu durumda şahit belirtmediği için bu ayeti de yok hükmünde mi sayacağız?

        Aynen öyle yok sayacağız!

        Şöyle ki biz hükümler ve uygulama emirlerinin bir tanrıdan geldiği iddiasını irdeliyoruz! Üstelik o tanrı kendi kitabında bütün insanları eşit şekilde yargılamaktan ve haklarını gözetmekten bahsediyor! O halde özellikle bir mümin in bir cinayeti işlediğini kanaatlere değilde kanıtlara bağlaması esastır! Yani öldürme işlemini yapanın eylemi kanıtlanmalıdır! Bu noktada 1400 sene önceki yapıda katilin ikrarı olmadan ya da atılı suçu kabul etmeyen ya da yaptığı halde inkar edenleri üstelik şahitte yoksa ve yanlışlıkla yaptım deme hakkıda getirilmişken nasıl bir kısasın tarafı yapabiliriz?

        Parasal işlemlerde bir şehadet sistemi üretip ağır cezada kanaat ağırlıklı (sonu ölüm ya da uzuv kaybetme,yani dönüşü yok) çözüm üretmek tanrısal bir mantık olarak kabul edilebilir mi? Ben olaya mağdur olması muhtemel olanlar açısından bakmalıyım! Mağdurun (suçu olmayan) hakları korunmuşsa gerçek suçlunun cezası verilmiş demektir! Ama ilgili ayetlerde bu şekilde bir düzenleme yok! Bunu çözebilecek bir çözümde üretememiş! O nedenle yumuşatılmış ve yanlışlıkla deme hakkı getirilmiş!

        Eğer bu ayetler (statüler hariç) sadece günümüzde uygulanmak için gönderilmiş olsaydı, sert ama uygulanabilir bir ayet olabilirdi. Çünkü suçu kanıtlama konusunda bugüne ait teknolojik yollar bulduk! Saç kılından delil çıkarabiliyoruz! Ama 1900 yılına kadar o ayetlerin bu halde uygulanma şansı hemde adil olarak mümkünmüydü?

        O nedenle bence yok hükmündedir. Çünkü arkasında tanrı yoktur! Arkasında tanrı olduğu söylenen bir hükmün arkasında tanrı olmadığını düşünüyorsanız o hüküm (ayet) zaten yok demektir!

        Arkasında tanrı olmadığına kanaat getirdiğiniz her hüküm ya da ayet kendiliğinden yok durumuna düşer!

        Daha önce dediğim gibi,

        ”Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasa”

        Ben olmadığını düşünüyorsam yoktur, olduğunu düşünüyorsam vardır! Aksi için her insanın kendi algılarıyla tanrıya şahit olması gerekir! Hiç bir tanrı aracı vasıtasıyla gönderdiği hükümlerin sorgusuz sualsiz uygulanmasını bekleyecek yapıda olamaz üstüne uygulamadan kaynaklanan problemleri de cezalandıramaz!

        Bu konuyu isteyen tanrıyla karşılıklı olarak tartışmaya hazırım! Benim düşündüğüm tanrı dahil!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —-Şöyle ki biz hükümler ve uygulama emirlerinin bir tanrıdan geldiği iddiasını irdeliyoruz! Üstelik o tanrı kendi kitabında bütün insanları eşit şekilde yargılamaktan ve haklarını gözetmekten bahsediyor! O halde özellikle bir mümin in bir cinayeti işlediğini kanaatlere değilde kanıtlara bağlaması esastır! Yani öldürme işlemini yapanın eylemi kanıtlanmalıdır! Bu noktada 1400 sene önceki yapıda katilin ikrarı olmadan ya da atılı suçu kabul etmeyen ya da yaptığı halde inkar edenleri üstelik şahitte yoksa ve yanlışlıkla yaptım deme hakkıda getirilmişken nasıl bir kısasın tarafı yapabiliriz? (senden alıntı)

        insanlar, toplu olarak yaşamaya başladıklarında, bir arada yaşamanın gerektirdiği otokontrol sistemlerini de kurmuşlardır,

        yani Muhammed döneminde de toplum, ispat için şahitlik gerektiren durumlarda şahite gerek duyacaklarını biliyorlardı, daha önce şahitlikte cinsiyet ayımı yapılmazken Muhammed döneminde cinsiyet ayırımı yapılmış,

        yani önceden var olan mevcut şahitlik müessesesi 1 erkek=2 kadın şeklinde değiştirilmiş,
        birde 4 şahit gerektiren zina ucubesi ilave edilmiş, yani şahitlik konusunda önceden mevcut olan gelenek yıkılarak şahitlik müessesesinde devrim yapılmış?

        o nedenle, her şahit gerektiren ayette tek tek şahitlerden bahsetmesine gerek yok,
        yani hırsızlık ayeti geçerlidir,

        —-Eğer bu ayetler (statüler hariç) sadece günümüzde uygulanmak için gönderilmiş olsaydı, sert ama uygulanabilir bir ayet olabilirdi. Çünkü suçu kanıtlama konusunda bugüne ait teknolojik yollar bulduk! Saç kılından delil çıkarabiliyoruz! Ama 1900 yılına kadar o ayetlerin bu halde uygulanma şansı hemde adil olarak mümkünmüydü? (senden alıntı)

        bugünkü teknolojiyle kimin kimi öldürdüğü kanıtlansa bile, yine kadına kadın erkeğe erkek hükmü uygulanır, çünki bakara-178 kimin öldürdüğüne bakmıyor, kimin öldürüldüğüne bakıyor, öldürülenin eşitini şart koşuyor, o nedenle adil olmayan bu durum, insan oğlu var olduğu sürece devam edecek,

        Arap aramış taramış, Kuranda dünyanın küre benzeri olduğuna, kendi ekseni etrafında döndüğüne dair bir ayet bulamamış, dünya dönüyor diyenlerin kafir oldukları kakkında fetva vermiş,

        yani kim takar teknolojiyi, bilimi…

        —–Arkasında tanrı olmadığına kanaat getirdiğiniz her hüküm ya da ayet kendiliğinden yok durumuna düşer! (senden alıntı)

        arkasında tanrı olmadığına kanaat getirdiğimiz her hüküm yada ayet ifadesini kullandığımızda, arkasında tanrının olduğuna kanaat getireceğimiz ayetlerin de olduğunu ima etmiş oluruz ki,

        bu durumda Kuranın bir tanrı tarafından gönderildiğini ama arkasında tanrının olmadığı ayetlere insan sözünün karıştığı tahrifata uğramış bir kitabın varlığından söz etmiş oluruz ki, bu durumda Kuranın bir tanrı tarafından gönderildiğini kabul etmiş oluruz,

        ne yani ayetleri, arkasında tanrı olanlar, tanrı olmayanlar diye ikiye mi ayıracağız,
        o zaman ayetlerin kimini tanrı göndermiş, kimini de insanlar uydurmuş mu diyeceğiz,

        beni daha açık konuşturma, Kuranın tanrısı diye bir ifadeyi benden başka kullanan var mı? aslında Kuranın tanrısı derken kimi kastettiğimi çoktan anlamış olman gerekirdi,

        o nedenle bırak var olduklarını sayalım, sayalım ki söyleyecek sözümüz olsun,

        —-”Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasa” (senden alıntı)

        bu ifadeyi “güzelliğin on para etmez bu bendeki cennet aşkı olmasa” olarak değiştirdiğimi söylemiş miydim sana? söyleyip söylemediğim aklıma gelmedi de?

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        Önce yazının sonunda sorduğuna cevap vereyim. Evet, söylemiştin!

        Bak beni 1400 yıl önce kurulan veya kurulduğu söylenen otokontrol sistemi ilgilendirmiyor! Benim derdim içinden örneklemeler (ayetler almak) yaptığımız kitabın tanrı tarafından gönderilmediğini mantık kuralları dahilinde anlatmaya çalışmaktır! Bunun içinde ayetlerin arkasında olduğuna inanılan tanrısal mantığın fotoğrafını çekerek normal bir insanın mantığından üstün olup olmadığını analiz etmeye çalışırım. Bu noktada ne düşündüğüm açıktır! Herhangi bir ayet,kitap hele de zamanlar ötesi kapsayıcılığı ollduğu söylenenler kendi döneminin kuralları ve gelenekleriyle uygulanabilir durumda yani zamane olmamalıdır!

        Nisa 92 de anlaşamadığımız için aramızdaki mevzu yanlış noktadan ilerliyor! Ben diyorum ki bir öldürme eyleminin YANLIŞLIKLA olduğunu kim söyleyecek,nasıl söyleyecek, ya da bunu kaç kişi söyleyecek! Sonra da diyorum ki kuranın yapısı itibariyle benim sorularıma mantığı olsun ya da olmasın bir cevap vardır yani sorularımın cevabı vardır!

        Örneğin zina konusunda hiç bir şahidi olamayan eşlerden, erkek olanın 4 defa kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna yemin etmesi 5.defada ise eğer yalan söyleyense tanrının lanetinin üzerine olmasını dilemesi istenir,
        Buna mukabil kadının ise 4 defa eşinin yalan söyleyenlerden olduğunu söylemesi ve 5.de kocası doğru söyleyenlerden ise tanrının lanetinin üstüne olmasını dilemesi durumunda ceza kalkar! Nur,6-7-8-9.ayetler

        Görüyorsun ki şahit yoksa ikrar esastır!

        Bu durumda tekrar geriye dönersek! YANLIŞLIKLA öldürme kimin ikrarıdır! Ya da şöyle düşün, madem bu olay kan davasından çıkmış;

        kan davalı gruptan biri diğerini öldürürken yanında olan yakınlarının ikrarı KASTEN öldürmüştür olabilirmi? Ya da tersi durumda öldüren yalnız ama ölenin yakınları olay yerinde ise olay yanlışlıkla yaşansa ya da karşılıklı dövüş sonucu yakınları ölenler YANLIŞLIKLA öldürdü dermi?

        Bu noktada özelliklede kan davası söz konusuysa tarafsız bir şahitlik çokda mümkün görünmeyeceğinden düzenlenmemiştir diye düşünüyorum! Ama burayı yazarken sana doğru geliyor ve diyorum ki işte tam da bu yüzden katilin kendisi hedeflenmeksizin sadece ölenin statü eşinin de kısas olarak öldürülmesi ve durumun karşılıklı olarak eşitlenmesi hedeflenmiştir!

        ”arkasında tanrı olmadığına kanaat getirdiğimiz her hüküm yada ayet ifadesini kullandığımızda, arkasında tanrının olduğuna kanaat getireceğimiz ayetlerin de olduğunu ima etmiş oluruz ki, ”

        Yukarıdaki yorumuna konu olan değerlendirmemin konumuzla ilgili ayetlerin nezdinde tüm kitap ya da kitaplar olduğunu anlıyacağını düşünerek yazmıştım! 😦 Çünkü özellikle üstüne konuştuğumuz kitap değişmemiş ve değiştirilemez şeklinde savlanan bir kitaptır. Dolayısıyla tek bir ayetin bile tanrısal olmadığını söylemek tüm kitap içinde aynı söylüyor olmak demektir!

        Ve sende bana, bunları gayet iyi bildiğin anladığın halde tekrar yazdırıyor ve yazıyı uzatmamı sağlıyorsun!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —–Bak beni 1400 yıl önce kurulan veya kurulduğu söylenen otokontrol sistemi ilgilendirmiyor! Benim derdim içinden örneklemeler (ayetler almak) yaptığımız kitabın tanrı tarafından gönderilmediğini mantık kuralları dahilinde anlatmaya çalışmaktır! Bunun içinde ayetlerin arkasında olduğuna inanılan tanrısal mantığın fotoğrafını çekerek normal bir insanın mantığından üstün olup olmadığını analiz etmeye çalışırım. Bu noktada ne düşündüğüm açıktır! Herhangi bir ayet,kitap hele de zamanlar ötesi kapsayıcılığı ollduğu söylenenler kendi döneminin kuralları ve gelenekleriyle uygulanabilir durumda yani zamane olmamalıdır! (senden alıntı)

        seni anlıyorum, eğer bir kitap tanrıdan geldiyse, getireceği hükümler en son versiyon olmalıdır diyorsun,

        ben ise, Kuranın tanrısının getirdiği hükümlerin en son versiyon olduğunu söylüyorum ve sebep olduğu sonuçlara vurgu yapıyorum,

        örneğin; Kuranın tanrısı, 1400 sene önce gönderdiği kitaptaki bakara-178 ile, toplumu hür, köle ve kadın olarak kategorize ederek 3 ayrı gruba ayırmıştır, bu Kuranın tanrısının olmasını istediği toplum yapısıdır,

        yani Kuranın tanrısı olması gereken (en son versiyon) toplum yapısını, kölelik düzeni ve kadının aşağılandığı bir düzen olarak öngörmektedir,

        günümüzde kölelik düzeninin kaldırılması nedeniyle, Müslüman topluluklarda kadının aşağılanması güncelliğini korumakla birlikte kölelik düzeninin olmaması nedeniyle bakara-178’ deki hüküm yürürlükte olmakla birlikte güncel değildir,

        ama ne zaman kölelik düzeni tekrar geriye gelir, işte o zaman bakara-178’ deki hüküm güncelleşmiş olur,

        bakara 178, her ne kadar kan davalarında ödeşmek isteyenlerle ilgili olarak geldiyse de,
        toplumu 3 ayrı sınıf olarak kategorize etmesi nedeniyle olması gereken toplum yapısını da hükme bağlamış oluyor, yani şu bizim meşhur “el” takısı, öldürülenlere işaret etmesinin yanı sıra dolaylı yoldan da olması gereken toplum yapısına da işaret ediyor,

        zaten toplum yapısını güncellemek için bu yolda çabalarda başlamıştır, güncelde konuşulan o malum grup, esir aldığı kadınları cariye olarak ilân etmektedir,

        işte ben o nedenle, İslâm alemi “insan hakları evrensel beyannamesini imzalayamaz” diyorum,

        başka söze gerek var mı?

        —–Nisa 92 de anlaşamadığımız için aramızdaki mevzu yanlış noktadan ilerliyor! Ben diyorum ki bir öldürme eyleminin YANLIŞLIKLA olduğunu kim söyleyecek,nasıl söyleyecek, ya da bunu kaç kişi söyleyecek! Sonra da diyorum ki kuranın yapısı itibariyle benim sorularıma mantığı olsun ya da olmasın bir cevap vardır yani sorularımın cevabı vardır! (senden alıntı)

        Kuran gelmeden öncede toplumların suç ve ceza tanımına göre aralarında meydana gelen itilafları çözmek için tesis ettikleri yargılama yöntemlerinde suçun kanıtlanması için şahitlere gerek duyacaklarını mantıken düşünüyor ve söylüyorum, çünki hangi devirde olursa olsun, hiçbir suçlu suçunu itiraf etmeyeceği için zorunlu olarak başkalarının tanıklığına ihtiyaç duyulacağı aşikârdır,

        bu anlayış İslâm aleminin cahiliye dönemi olarak tabir ettikleri dönemde de mutlaka vardı,

        yanlışlıkla öldürme eylemini ise suçlu söyleyecektir, tabi minareye uygun kılıfı, pardon şahitleri ayarladıktan sonra?

        şahitler derken, öldürme olayına tanık olanlar varsa, onlar şahitlik edecektir, ortada kamera görüntüleri olmayacağından olaya tanık olmayanlardan da şahit göstermekte bir sakınca yok, öldürme olayına tanık olanlar yoksa, suçlu suçunu itiraf etmedikçe, olay faili meçhul kapsamına girer,

        bu söylediklerimin kamera sistemleri, kriminal laboratuarlar, vb., icat edilmeden önceki zamanlara hitap ettiğini söylemeye gerek yok sanırım

        eğer suçlu gerçekten yanlışlıkla birini öldürdüyse ve öldürdüğü kişiyi şahsen tanımıyorsa ve olayın şahitleri yoksa, suçunu itiraf etmesinin hiçbir anlamı yok, ne yapılacağı zaten ayette yazıyor, vicdanını rahatlatmak için mümin bir köle azad eder, ayrıca garibanlara üç beş kuruş verip olayı dallanıp budaklanmadan sessizce halleder?

        varsayalım, olayın tanıkları yok ama katil vicdana gelip, tanrısının şahitliğine de güvenip ilgili makamlara giderek suçunu itiraf etti ve yanlışlıkla öldürdüğü söyledi, tabi bu durum olağan dışı bir durum olarak algılanacağı için önce şaşırılacak ve daha sonra şahitin var mı diye sorulacak (üşütüğün teki olabilir düşüncesiyle)

        varsayalım sanık, şahidim yok ama adamı yanlışlıkla adamı öldürdüğüme Allah şahittir, demiş olsun, bir insanın tanrıdan daha iyi bir şahidi olabilir mi? sonuçta en sağlam şahit, hemde kapı gibi, sonuçta adam tanrısının şahitliğine güvenerek suçunu itiraf etmiştir, ilgili makamlar ikna olmuş mudur? orasını bilemem

        —-Örneğin zina konusunda hiç bir şahidi olamayan eşlerden, erkek olanın 4 defa kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna yemin etmesi 5.defada ise eğer yalan söyleyense tanrının lanetinin üzerine olmasını dilemesi istenir,
        Buna mukabil kadının ise 4 defa eşinin yalan söyleyenlerden olduğunu söylemesi ve 5.de kocası doğru söyleyenlerden ise tanrının lanetinin üstüne olmasını dilemesi durumunda ceza kalkar! Nur,6-7-8-9.ayetler (senden alıntı)

        eşlerin şahitlerinin olmadığından nasıl söz edersin, tanrıdan daha sağlam şahidi nereden bulacaksın, şahitlerin en şahidi orta yerde duruyorken başka şahide gerek var mı?

        bir erkek karısının zina yaptığını iddia ediyorsa, herhalde ilk önce bulacağı 4 şahitle suçüstü yaptırma yoluna gider, (reklam olmak istemiyorsa gitmez) 4 şahitle birlikte önceden pusuya yatar ve uygun anı kollayarak karısının zina yaptığını ispatlayabilir, böyle yapması daha inandırıcı olur ama eğer adam iftira atıyorsa bulacağı 4 tane yalancı şahitle de yine zina suçlaması yoluna gidebilir,

        Atalarımız,“iki şahit suçsuz adamı ipe götürür” lafını boşuna söylememiş?

        günümüzde ise şahide gerek kalmadan film kameraya kaydedilerek delil olarak sunulabiliyor, ama kamera kaydının yapılamadığı bir dönemde, olaya tanık olan şahitleri veya yalancı şahitleri kamera olarak düşünebiliriz?

        herhalde şahide gerek duymadan mahkemeye başvurun adamın, enlerin tanrısının, röntgencilerin en iyisi, kameraların en iyisi olduğu düşüncesinde olacağını söylemeye gerek yok,

        eğer adam doğru söylüyorsa ve röntgencilere porno filmi izlettirmekten hoşlanmıyorsa, 4 şahit bulmak istemeyecektir, eğer adam tanrısının şahitliğine güvenen birisi ise yalancı şahit bulma cihetine de gitmeyecektir, çünki tanrı şahit gösterilerek yapılacak bir ikrarda, yemine “Allah şahidimdir” diyerek başlanacağı için kadının Allahtan korkacağını ve yalan yere yemin edemeyeceğini düşünme saflığına düşecektir, kadın ise boşanma halinde mehirden olmamak, 100 değnek veya kırbaç yememek, yediği taktirde ölmek veya sakat kalmamak için zina suçlamasını inkâr edecektir.

        sonuçta olan tanrıya olacaktır, çünki her ikisi de tanrıyı şahit olarak gösterdiklerinden,
        tanrının hem doğru söyleyene, hemde yalan söyleye şahitlik ettiği bir durum ortaya çıkacaktır,

        daha doğrusu yalan söyleyen tanrısını yalanına alet edecektir, ikrarın özeti bu,

        ama burada dikkat edilecek husus her iki tarafında tanrıyı şahit olarak göstermesi,
        yani İslâmda, gösterilecek şahitler arasında insanların yanı sıra tanrı da yer alıyor,

        ——Bu durumda tekrar geriye dönersek! YANLIŞLIKLA öldürme kimin ikrarıdır! Ya da şöyle düşün, madem bu olay kan davasından çıkmış; (senden alıntı)

        yanlışlıkla öldürmenin suçlunun ikrarı olduğunu söylemiştim,
        çünki suç isnadında bulunanlar, birini suçlarken “bu adam suçludur ama suçu yanlışlıkla işlemiştir” iddiasında bulunduklarında inandırıcı olmazlar, hatta ciddiye bile alınmazlar,

        kan davalarında ise bırak insanları, tanrıyı şahit olarak gösterseler bile yırtamazlar, çünki suçluların bağlı oldukları kan davası güden topluklar bellidir ve her iki tarafın taraftarlarının öldürmek amacıyla birbirlerine saldırdıkları bellidir,

        —–Yukarıdaki yorumuna konu olan değerlendirmemin konumuzla ilgili ayetlerin nezdinde tüm kitap ya da kitaplar olduğunu anlıyacağını düşünerek yazmıştım! (senden alıntı)

        “arkasında tanrı olmadığına kanaat getirdiğimiz ayetlerin olmadığını” söylediğimizde Kuranın inanırlarına da “biz sizinle aynı kanaatte değiliz” deme hakkı getireceğimizi düşünerek öyle bir cümle sarf ettim, anlamamazlıktan geldiğimden değil. :)

        zaten onlar, Kuranın tanrısının Kuranı koruma altına aldığını iddia ettikleri için öyle bir cümleye itibar etmeyecekler ve Kuranın değişmeden günümüze kadar geldiğini, Kuranın dünyanın her yerinde basılan tercümelerde ufak tefek farklılıklar olsa da Arapça metnin değişmediğini, değişikliklerin tercümelerde olduğunu söyleyeceklerdir

        halbuki Kuranın aslı yakılmıştır, yani günümüze aynen gelen Emevilerin yazdığı Kurandır, Osmana ait bir tane bulunduğu söylense de doğruluğu kanıtlanamamıştır,

        Kuranın Arapçasının dünyanın her yerinde olması Kuranın değişmediğini göstermez, eğer Kuran Emeviler zamanında değiştirilmişse, bunun anlamı Kuranın değiştirilmiş halinin günümüze aynen geldiğidir, değiştirilmiş olanında günümüze aynen gelmesinin Kuranın değiştirilmediği anlamına gelmeyeceği açıktır,

        yani Emevilerin yazdığı Kuranın hiç değişmeden günümüze aynen gelmiş olmasının hiçbir anlamı yoktur, çünki Kuranın aslı (yakılan) hiç değişmeden günümüze aynen gelseydi, o zaman Kuranın değişmediğinden söz edilebilirdi,

        dahada yani kanıtlar (aslı) yok edildiği için, Emevilerden günümüze aynen gelen kitap aslının korunduğuna kanıt olamaz.

    • 1okuyucu dedi ki:

      AVNİ;

      ne rivayetleri, ne anlatılan kıssaları, nede “el” takısının neyi belirttiğini, yani hiç birini dikkate almadan ben olaya mantıksal açıdan yaklaşıyorum ve bakara-178’in kısasa kısasta, katilin kim olduğuna bakılmaksızın, maktülün cinsiyet ve statüsünü referans alarak, aynı statü ve cinsiyette olanları birebir eşlediğini görebiliyorum,

      öldürmelerde kısasa kısasın tarifi bellidir, katil, maktül ile kısas edilir,

      günümüzde katil ile maktüle ait bilgiler polis kayıtlarına giren rutin işlemlerden öteye bir anlam taşımaz,

      o günkü toplumda, öldürmelerde kısasa kısas nasıl uygulanır? diye sorulsa,
      herkes, katil ve maktülün, cinsiyet ve statüsünden söz etmeye gerek bile duymadan, katil maktül ile kısas edilir diyecektir,

      hal böyleyken Kuranın tanrısının, bırakın katil maktül ile kısas edilir diye bir söz söylemesini,
      katil ve maktülü cinsiyet ve statülerine göre tasnif edeceği düşünülemez bile,

      belli ki bakara178’de başka bir kısasa kısas hükmü getirilmiş, getirilirken de hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri getirilerek cinsiyet ve statüye göre tasnif yapılmış,

      bu yapılırken kadına kadın şartı, statü açısından erkekleri hür ve köle olarak sınıflandırmış,
      cinsiyet açısından, hüre hür, köleye köle şartları, kadınları statü açısından hür ve köle olarak sınıflandırmış,

      kadına kadın şartı zorunlu olarak erkekleri, erkeğe erkek olarak tanımlıyor

      yani, bakara-178, hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarını getirerek
      hür erkek ile hür erkeğin…
      hür kadın ile hür kadının…
      köle erkek ile köle erkeğin
      köle kadın ile köle kadının kısas edilmesini şart koşuyor,

      onlarda “el” takısının cinsiyet ve statüye işaret ettiğini biliyorlar ama itiraf edemeyecekleri için bozuntuya vermemeyi yeğliyorlar, hatta birbirlerini tebrik ederek “bizim bildiğimiz doğru” havası yayma (algı yönetimi) kurnazlığına kaçıyorlar,

      ayeti savunayım derken yapıkları gaflarını da söylememe gerek yok, herhalde okumuşsundur,

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        ayetin içeriğini yavaş ve dikkatli okursan. senin farkedeceğine eminim.. ayette kadına kadın, köleye köle, demek sınıf ve statü ayrımı yapılmaksınız. kim kimi öldürdüyse öldüren kişi ölüm cezasıyla eşittir.. hani yeşilçam filimlerinede konu olan bir olay vardır.. “mafya babası birini öldürür. sonra yanındaki adamına cinayeti kendisinin işlediğini, onun yerinde hapiste adamın yatmasını istemektedir.. hapisteyken adamın aliesine hertürlü maddi yardımı desteği sağlayacağınıda vaad etmektedir.” işte kuran buna karşı çıkıp. öldüren kişi kim olursa olsun ölüm cezasıyla denk olduğunu bildiriyor..

        bazı müvessirler bu ayeti toplu saldırılardan kaynaklanan öldürülmeleri konu aldığını söyler.. yani şu şekilde bir grup bir gruba saldırır. gruplardan birinde birisi ölür.. sonra ceza olarak ölen kişi kadın ise diğer gruptan bir kadın infaz edilir. ölen erkek ise diğer gruptan bir erkek infaz edilir.. böylece kadına kadın, hür hür.. köleye köleye hükmü yerine getirilmiş olur.. ben bu görüşe katılmıyorum. çünkü gruplardan birinde kadın var, diğerinde yok ise, ve bir kadın öldüyse, başka bir kadın infaz etmek çok büyük bir haksızlıktır..

        saygılar..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        ben, Cebrail vasıtasıyla bir şekilde peygambere açıklanan, yani tanrının hükümlerini en iyi peygamberlerin bildiği, yada suç ve ceza kavramları gereği suçlunun cezalandırılacağının toplum tarafından da bilineceği bir durumda,

        Kuranın tanrısının maide-45te açıklamaya gerek görmediği kavramlardan bakara 178’de bahsetmesini sorguluyorum,

        bir tanrının neleri söyleyip neleri söylemeyeceğini, dolayısıyla tanrının söylediği şeyleri sorguluyorum,

        yani İNSANLARIN bile söylemeye gerek duymayacağı şeyleri Kuranın tanrısının neden söylediğini sorguluyorum, akıl ve nantık terazisine koyduğumda söylenen sözlerin bir tanrı tarafından söylenemeyeceğini savunuyorum,

        Murata yazdığım mesajda sorduğum soruları görebilirsin,
        eğer verebileceğin mantıklı bir cevabın varsa soruları sende cevaplandırabilirsin,

    • bilal dedi ki:

      Sn.Toro ve 1okuyucu,

      NİSA-92.ayet !

      1-Ama daha önce söylediğim gibi yukarıda söylediğim her şey KÖLE sisteminin olmadığı toplumlarda anlamsızdır ! Çünkü bu durumda ayet zaten yok hükmündedir! ‘’ Sn.Toro’dan’’

      Bazı ayetler indiği dönemin sorunlarına yönelik inmiştir.Zira kur’an indiği dönemin en büyük insanlık suçu ve sorunu olan bu durumu göz ardı edemezdi.Bu sorun sonradan yok olsa bile o günkü sorun hakkında ayetin inmesi gerekli ve elzemdi.Sonradan bu sorun (kölelik) yok olsa bile konuyla ilgili ayet kur’an’dan da çıkartılmayacaktır.Zaten sorun yoksa ilgili ayetlerin hükmünün uygulanması da istenmez.!!! Ayrıca bu türden ayetlerin kur’an’’da bulunması bir insanlık suçu olan bu kötü sistemden sonraki insanlığın ders ve ibret alması içindir… Özetle,kur’an indiği dönemin en büyük insanlık suçu olan bu soruna değinmesinden daha doğal bir şey de olamaz. Ayrıca bu sorunla ilgili bütün ayetlerin hedefi de insanlık suçu ve sorunu olan bu sistemi ortadan kaldırmaktı.! Çünkü bu sistemi meşrulaştıran,teşvik eden veya emereden tek bir ayeti bulamayız,tam aksine konuyla ilgili bütün ayetler bu sistemin aleyhinde hüküm verip kökünü kazmaya yönelik olmuştur…

      2-Ayrıca bir yazınızda NİSA-92.ayete vurgu yaparak bugün köle olmadığına göre‘’ yanlışlıkla birini öldüren köleyi özgürlüğüne kavuşturamayacağından’’ kölelik zamanına mı döneyceğiz ? diye anlamsız bir yorumda bulunmuşsunuz! Siz ayetin tümünü okumadan mı yorum yapıyorsunuz.???

      Bakınız NİSA-92.ayete şöyle devam ediliyor ‘’ ….hataen bir insanı öldürenın cazası önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmak ve ailesine diyet vermektir.(şayet öldürülenin ailesi tarafından bağışlanmazsa..) Ve ayetin sonu da şöyle devam ediyor.!!!

      ‘’فمن لم يجد فصيام شهرين متتا بعين توبة من الله الخ )

      ‘’……..Bunları (gerekli para ve özgürlüğüne kavuşturacak bir köle) bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay kesintisiz oruç tutması gerekir.Allah bilendir, işini yerli yerince yapandır.’’ deniliyor.

      Yani kölenin bulunmadığı bu zamanımızda bunun yapacağı iş yanlız‘’öldürdüğü kimsenin ailesine (şayet bağışlanmazsa) diyet vermek ve iki ay oruç tutmaktır…

      İşte sn.Toro,Allah muhafaza ! böyle bir şey yaptığınız zaman KÖLENİN OLDUĞU ZAMANA GİTMENİZE GEREK YOK…!!! Eğer siz ayetin son cümlesini de okumuş olsaydınız belki böyle yanlış ve anlamsız bir yorumda bulunmazdınız…!!!!!
      ————————————————-

      Sn.1okuyucu,diyorsunuz ki,

      oysa,unuttuğunu hatırlama konusunda,erkeler kadınların eline su dökemez, o nedenle erkeklerin unutabileceği düşünülebilir ama kadınların unutabileceği düşünülemez,
      yani bakara- 282’de Kuranın tanrısı,kadınları geri zekâlı varlıklar olarak tanımlıyor ‘’
      ”senden”

      Yanılmak insanın doğasında vardır.İster erkek,ister kadın hiç fark etmez. Ayetin indiği dönemden bugünümüze kadar da ticari faaliyete kadınların katılması çok nadir olduğundan ihtiyaten yanılabilmeri de söz konusu olmuştur.Ayrıca ayet ‘’şayet şahitlik edecek kadın YANILIRSA..’’şeklindedir,unutunca değil..! Zira ayet şöyledir ;

      ‘’ان تضل احديهما ‘’ en tadılle ihdahuma..’’ şayet biri yanılırsa….’’şeklindedir…Zira arapçada unutmanın karşılığı ‘’نسيان ‘’ nisyandır..Eğer ayete ‘’ان تضل ‘’ en tadılle ‘’ yerinde ‘’ان تنسي ‘’ en tensa’’ olsaydı,o zaman ayetin anlamı ‘’ şayet unutunca ‘’ şeklinde olurdu…Ama ayet bu şekilde değildir. Neyse ister erkek,ister kadın olsun fark etmez.İkisi de,hem yanılabilir, hem de unuta bilir….!!!

      a) İki şahit kadının bulunması şahitliğin bir nisabı değildir. (yani zorunlu değildir,sadece hakların korunması için bir tavsiyedir.)

      b) Diğer ikinci kadın yedek şahit konumundadır..Şahitlik eden yine tek kadındır,şayet şahitlik eden kadın yanılırsa,diğer yedek şahit devreye girer…!!!

      c) Kadının şahitliğine vurgu yapan cümlenin sonunda ‘’ذلكم اقسط عند الله واقوم للشهادة وادني الا ترتا بوا الخ ‘’ ….Bu durum,Allah yanında adalete daha uygun,şahitlik için daha sağlam ve şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir….’’ deniliyor… Bu durum,farzdır,gereklidir veya zorunludur denilmiyor…..!!!

      d) Ayrıca ‘’DAHA SAĞLAM ‘’ sözü SAĞLAM’ ın karşıtıdır.Yani kadınlardan bir kişi dahi şahitlik ederse yine geçerlidir,ama daha sağlam ve uygunu ise bunun yanında yedek bir şahidin de bulunmasıdır….’’ şeklinde olur…

      Ayrıca ayet ‘’kadının yanılmasından ‘’ veya hatalı meale göre ‘’ unutkankanlığından ‘’ söz ediyorsa,kadını geri zekalı mı sayıyor?? Ne kadar da anlamsız ve mantıksız bir yorum yaptığınızın farkında mısınız.??? Bir şeyi anlatıktan sonra sana ,şayet yanılır veya unutuırsan ‘’ dediğim de seni GERİ ZEKALI MI saymış oluyorum.??? İnsan yanılmaz veya unutmaz mı ???

      Saygılarımla….

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        nisa-92, kan davalarında değil de, hasım olmadıkları halde herhangi bir nedenle birbirine saldıran, (iftira veya dedikodu sonucu olabilir) yani teke tek öldürmelerde, bakara -178’deki ucubelikten kaçmak için uydurdukları bir kazaen öldürme kılıfıdır,

        ayrıca, ikinci kadın yedek olarak bulundurulsa bile bu yinede gerekçesi göz önüne alındığında, her iki kadına da açıkça hakarettir,

        kusura bakma ama bakara-282 ayeti de Kuranın tanrısının kırdığı bir pottur.

        —–Ayrıca ayet ‘’kadının yanılmasından ‘’ veya hatalı meale göre ‘’ unutkankanlığından ‘’ söz ediyorsa,kadını geri zekalı mı sayıyor?? Ne kadar da anlamsız ve mantıksız bir yorum yaptığınızın farkında mısınız.??? Bir şeyi anlatıktan sonra sana ,şayet yanılır veya unutuırsan ‘’ dediğim de seni GERİ ZEKALI MI saymış oluyorum.??? İnsan yanılmaz veya unutmaz mı ??? (senden alıntı)

        senin bana bir şey anlatmandan bahsetmiyoruz, ayrıca senin anlattıklarını unutmak mümkün mü? bunca yıldır dünyalıyım, senin gibi saçmalayanı görmedim, o nedenle senin söylediklerini unutmam mümkün değil?

        deyimler literatürümüzde, saçı uzun aklı kısa, yarım akıllı gibi deyimlerin olduğunu da göz önüne aldığımızda,

        bu deyimleri icad edenler, herhalde Kuranın tanrısının ne demek istediğini anlamış olmalılar ki kadınlar için saçı uzun aklı kısa, yarım akıllı gibi yakıştırmalarda bulunmuşlar, toplum kadını geri zekâlı saydığına göre, ben kadınlar unutmama konusunda erkeklere açık ara fark atar desem ne yazar,

      • AVNİ dedi ki:

        Sn bilal
        Dediğiniz gibi o zaman kadınlar ticaret , para pul konularında fazla ilgilenmediklerinden erkek olmayınca hadi 1 erkek 2 kadın olsun diyerek kadından gelecek şaşırmanın önüne geçerek alacak ve vereceklerin gönlüne su serpmiştir. Ama işi bağlayıcı kılan her ne zaman olursa olsun bunun böyle yapılmasını “Allah katında daha adaletli, şahitlik itibarıyla daha sağlam ve şüpheye yol açmamak için daha uygun olur.” demesidir. Zamanımızda örnek veriyorum iktisat bitiren bir kadını borca şahit gösterirken yanınada şaşırır filan diyerek bir tanede endüstri mühendisi olsun dediğinde , şahitlik zamanı kadınlarda neden 1 erkek 2 kadın var dediklerinde, biriniz şaşırır filan , allahta en adaletli bu yöntemi görüyor derseniz hele ÖDTÜ li filansa kaçacak delik arayın bence.. Yada gidersiniz işi anlamayan kadınlardan iki tane bulup şahitliğinizi yaptırırsınız.
        Saygılarımla…

  106. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “bir tanrının neleri söyleyip neleri söylemeyeceğini, dolayısıyla tanrının söylediği şeyleri sorguluyorum,

    yani İNSANLARIN bile söylemeye gerek duymayacağı şeyleri Kuranın tanrısının neden söylediğini sorguluyorum, akıl ve nantık terazisine koyduğumda söylenen sözlerin bir tanrı tarafından söylenemeyeceğini savunuyorum,”

    şimdi kuran size karmaşık geliyor ya. şöyle birşey yapalım..

    haşa varsayalım ki kuranın bir ayetinde. gömlek şu şekilde giyilir, yumurta şu şekilde kırılır diye ayet olsun… bu ayetler çok basit ve açıktır.. yumurta kırma ve gömlek giyme…
    böyle bir ayeti okuduğunuzda şunu demez misiniz? “ee ben zaten bunları biliyorum. bunları söylemenin bir alemi varmıydı”

    işte siz böyle açık ve basit olsun istiyosunuz. oysa allah insanın kendisini düşünerek bulması istiyor. düşünerek kendini sorgulamasını istiyor. kuran insanın aklına hitap eder. ve onun düşünmesini teşvik eder.. okuyucu yumurta ayetinde siz bişe düşünmezsiniz. emin olun.. diyosunuz ki.. kuran neden açık değil? bu soruyu işte bu yüzden soruyosunuz. oysa kuran okurken düşünseniz. kuranın açık olduğunu anlarsınız. sadece düşünmek yeterlidir.

    • toro dedi ki:

      Sevgili Kadir,
      Ciddiyim dönüşlerin başımı döndürüyor!

      ”işte siz böyle açık ve basit olsun istiyosunuz. oysa allah insanın kendisini düşünerek bulması istiyor. düşünerek kendini sorgulamasını istiyor.”

      Yukarıdakini yapan siz misiniz yoksa biz mi?

      ”oysa allah insanın kendisini düşünerek bulması istiyor”

      İnsan tanrısını düşünerek bulabiliyorsa ki ben öyle yaptığımı iddia eden biriyim o halde insanların düşüncelerine neden müdahale ediyor? Şimdi tanrı bir peygamber ve onun elindeki bir kitapla sürece müdahale ettiğinde(!) aslında biz tanrıyı ”düşünerek” bulmuş mu oluyoruz yoksa o önümüze çıkıp ”bak ben burdayım” demiş mi oluyor?

      ”kuran insanın aklına hitap eder.”

      Peki o akıl ne der, hiç şahit olmadığın ve olamayacağın olayları sorgulama, olmuş farzet ve inan mı der? Hangi akıl konuştuğu tanrıyı gösteremeden kendine peygamber diyen ya da sadece bir kişiye görünerek bütün insanlığı kendisine değil temsilcisine inanmaya yine temsilcisinin ağzıyla çağıran bir tanrıya delilsiz inanır? Üstelik te 1400 yıl ileriden 1400 yıl geriden başlayan bir sürece hiç şahit olmamış, olayları gözlemlememiş, üzerine düşünememiş bu yüzdende kendi özgür değerlendirmesini hiç yapamamış olarak! Sevgili kadir sen gözlerine baktığın, yüzünü gördüğün, sesini duyduğun birinin sana yalan söylediğini anlayabilir misin? Peki yüzünü hiç görmediğin dolayısıyla gözlerine hiç bakmadığın ve sesini hiç duymadığın birinin doğru söylediğini 1400 sene sonrasından bilebilir misin? Akıl delille işler sevgili kadir inançla değil! Ben 100 metreyi 9 saniyenin altında koşacağıma İNANIYORDUM ama deneyip sonucu gördüğüm için artık en fazla 11 saniyeye düşebileceğimi BİLİYORUM!

      2 + 2 kaç eder sevgili kadir? Bana mantıksal boşluk bırakmayacak bir sonuç söyleyebilir misin?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ”Bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Ancak yanlışlıkla olması başka. ‘’ Şimdi sana soruyorum, bıçak,kılıç ve mızrak kullanılan bir zamanda bir insanı NASIL yanlışlıkla öldürebilirsiniz? Kılıcını temizlerken kılıç ateş almış olabilir mi? senden alıntı”

        1-‘’BİR MÜ’MİNİN BİR MÜ’MİNİ ÖLDÜRMESİ OLACAK ŞEY DEĞİLDİR.. ’’şeklindeki cümleyle geniş zaman ifade edilmiyor mu? yoksa mantığınıza göre sedece ayetin indiği gün mü ifade ediliyor ? Bu ayet sadece kur’an’ın indiği dönem için midir,yoksa kıyamete kadar her zaman için mi ???

        2- Sizin bu mantığınıza göre her halde ateşli silahlar icad edilmeden önce hata ve kaza sonucu hiç bir kimse öldürülemezdi.Atılan oklar ve mızraklar hiç bir zaman hedefi şaşırmazdı.! Kavga edenleri ayırmaya çalışanların hiç biri hataen öldürülemezdi.Ne zamanki ateşli silahlar icad edilince işte o zaman kaza ve hata sonucu insanlar da öldürülmeye başladı.Demek ki sizin bu mantığınıza göre ateşli silahlardan önce dünyada hiç bir kimse hata ve kaza sonucu öldürülmüş değildir,bu da sizin mantığınız.!!!

        3-Yapılan düzeltmeyi fark edebildin mi?
        Şimdi sana tekrar soruyorum Nisa,92 ile öldürme eyleminin sahibine ‘’YANLIŞLIKLA ÖLDÜRDÜM’’ deme hakkı getirilmiş mi, getirilmemiş mi? Üstelik yine şahit istenmediğine göre (zinada şahit aranırken, cinayette yok) İKRAR yeterli! Kuran, zinada, sözleşmede ve ölüm anında vasiyet için, sayıda vererek şahit talep eder! Ama cinayet için sayı da vererek bir talep getirmez!(ben rastlamadım)

        Ayete geçen‘’الا خطأ ‘’yani ’’ancak istemeyerek olmuşsa başka…..’’anlamındadır.Zira ayete ‘’خطأ ‘’ kelimesi şöyle açıklanıyor.’’والخطأ اسم من أخطأ خطأ واخطاء اذا لم يصنع عن تعمد الخ ‘’ kasıt olmaksızın istemeyerek yapılan yanlışlık ‘’ demektir.

        Peki hangi ayete‘’öldürenin YANLIŞLIKLA ÖLDÜRDÜM diye ikrar etmesi yeterlidir, deniliyor? yoksa siz mi bunu uyduruyorsunuz.??? Kur’an en ufak bir suçun tespiti için kanıt istiyorsa,en büyük suç olan cinayete istemez mi? Kur’an genel anlamda bütün davalar için kanıt istiyor.Ben kasıtlı öldürmedim,hataen öldürdüm diyen bir insanın bunu kanıtlaması gerekir…!!!

        a) ‘’ Zina için şahit aranırken,cinayete yok ‘’ diyorsunuz. Zina da şahit nasıl aranıyor, biliyormusun ? Durup dururken birileri mahkemede şu insan zina etmiştir diyerek adamı cezalandırmya çalışıyor.İşte bunun doğru olup olmadığı için en az 4 şahidin mahkemede şahitlik etmeleri gerekir,yoksa adama kazf /yani iftira / etmiş sayılır… !!!

        b) Burada öldüren insanın durumu böyle değildir,çünkü ortada cinayet vardır ve öldüren adamın kendisi olduğu bellidir,fakat kasdan mı öldürmüş veya hataen mi? İşte bu durum belli değildir.Bu nedenle bu kişiyi haten öldürdüğünü kanıtlaması gerekir.Yani kasden öldürmediğine dair yanlız ikrar etmesi yeterli değildir..Ayrıca şahitler olsa bile bu katilin niyetini nereden bilecekler ?

        Özetle,burada katil zaten bellidir,öldürdüğüne dair şahitlere gerek yok.Ama kasden mi öldürmüş veya hataen mi? işte bu durum belli değildir.Bunun için yanlız kasden öldürmediğini kanıtlaması gerekir.bu nedenle kim öldürdüğüne dar şahitlere ihtiyaç yoktur.şahitlere ne zaman ihtiyaç vardır? Eğer katil kim olduğu bilinmiyorsa,işte o zaman şahitlere ihtiyaç duyulur,ama burada katil kim olduğu bilindiği için şahitlere ihtiyaç yoktur.,ama zina edene şahitlik eden olmazsa bu durum zaten ortaya çıkmaz,Burada ise ortada işlenmiş bir cinayet vardır ve katili de bellidir,bu nedenle cinayetin kimin tarafından işlendiğine dair şahitlere gerek duyulmaz,çünkü katil bellidir. İşte bundan dolayı bu durum zina edenin durumuyla kıyaslanamaz…!!!

        4- Bakın MÜMİN HÜR, kendisi gibi MÜMİN olan KÖLEYİ malı olarak tutuyor! Yani KÖLE nin MÜMİN olması onu sahibiyle EŞİT yapmıyor! ‘’ sizden alıntı ‘’

        NİSA-92.ayete geçen‘’فتحرير رقبة ‘’ fe tahriru rakabetin’’bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. cümlesiyle kendi malı olan köleyi ifade etmiyor.Bu adam nerede bir köle varsa gidip kasrşlığını vererek onu özgürlüğüne kavuşturmalıdır.yani ayete söylenen köle öldüren kişinin kölesi değil,mutlak bir ifadedir,onun cezası herhangi bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.. Eğer senin anladığın gibi olsaydı,ayete bu adam kendi malı ve kölesi olan birini azad etmesi gerekir denilecekti.! Ama ayete buna en ufak bir işaret yoktur.. burada azad edilecek olan katilin kölesi değildir,başkasının kölesini parasıyla hüriyetine kavuşturması söz konusu.!!!

        Yani‘’ Bakın MÜMİN HÜR,kendisi gibi MÜMİN olan KÖLEYİ malı olarak tutuyor‘’ şeklindeki ifadenizin ne bir mesnedi,ne de bir anlamı vardır.! Zira hürriyetine kavuşturacak olan köle kendisine ait değildir,çünkü söz konusu ayete kendi kölesini azad etmesi gerekir diye en ufak bir işaret bulunmuyor..Ayrıca öyle anlamsız yorumlar yapmışsınız ki diğer sorulara cevap yazmaya bile gerek duymuyorum..!!!

        Saygılarımla…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        Hata dışında bir mümin, diğer bir mümini öldüremez. Ve kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bir köle azad etmesi (nisa-92 kısmi alıntı)

        —–NİSA-92.ayete geçen‘’فتحرير رقبة ‘’ fe tahriru rakabetin’’bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. cümlesiyle kendi malı olan köleyi ifade etmiyor.Bu adam nerede bir köle varsa gidip kasrşlığını vererek onu özgürlüğüne kavuşturmalıdır.yani ayete söylenen köle öldüren kişinin kölesi değil,mutlak bir ifadedir,onun cezası herhangi bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.. Eğer senin anladığın gibi olsaydı,ayete bu adam kendi malı ve kölesi olan birini azad etmesi gerekir denilecekti.! Ama ayete buna en ufak bir işaret yoktur.. burada azad edilecek olan katilin kölesi değildir,başkasının kölesini parasıyla hüriyetine kavuşturması söz konusu.!!! (senden alıntı)

        bir köleyi hürriyetine kavuşturmak cümlesinden nasıl olurda satın alacağı bir köleyi azad eder anlamı çıkarıyorsun? afedersin niye şaşırmıyorum acaba?

        o cümle, azad edilecek mümin kölenin sahibine ait olup olmayacağını belirtmiyor,

        ayrıca ayette, mümin köle azad edecek olanlar, satın alacakları mümin köleleri azad ederler diye bir hüküm mü? varda, böyle bir iddiada bulunuyorsun, aklın sıra dilin kemiği yok ki, ben söyledim oldu, yiyen yesin misali?

        herhalde, hür müminin, mümin bir köleye sahip olacağı düşüncesi seni rahatsız ediyor olmalı, yoksa tanrılığa soyunmayı göze alarak böyle saçma sapan bir iddiada bulunmazdın,

        peki o mümin köle kendisinin değilse, nereden bulup mümin köle azad ediyor,

        yoksa köle ticari yapanlar, mümin zenginler kendi işlerinde kullanmak için mümin köle satın almasalar bile diyet ödemek için mümin köle de azad ediyorlar diyerek, depolarında mümin köleleri de mi bulunduruyorlar?

        yani pazar yerlerinde satılan azadlık kuşlar gibi, köle tacirleri de azatlık mümin köle mi besliyorlar?

        birde işlerin kesat gittiğini, yani diyet ödeme durumlarının oldukça azaldığı durumda envanterlerindeki azatlık kölelerin yeme içme masraflarının köle tacirine yükleyeceği külfeti düşün,

        herhalde bu durumda azaldık köleleri elden çıkarmaya çalışacakları için “haydi! batan geminin malları bunlar” deyip, üçe beşe bakmadan bir an önce elden çıkarmaya çalışacaktır,

        tabi bu köleleri zengin müminler almayacağı için muhtemelen gayrimüslimler alacaktır!!!

        eğer, sırf hür müminle köle mümini, efendi köle pozisyonunda göstermemek için satın aldığı mümin köleyi azad eder diyorsan, ki öyle bir anlam çıkmayacağını bile bile ben söyledim oldu diyorsan, hiç boşuna uğraşma, çünki bu söylemine kendi tanrını bile inandıramazın,

        cevap vermediklerin benle ilgili ve halâ cevap vermeni bekliyorum,

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Size sırayla cevap vereyim;

        ‘’1-‘’BİR MÜ’MİNİN BİR MÜ’MİNİ ÖLDÜRMESİ OLACAK ŞEY DEĞİLDİR.. ’’şeklindeki cümleyle geniş zaman ifade edilmiyor mu? yoksa mantığınıza göre sedece ayetin indiği gün mü ifade ediliyor ? Bu ayet sadece kur’an’ın indiği dönem için midir,yoksa kıyamete kadar her zaman için mi ??? ‘’sizden alıntı

        Bu ayet indiği anda geniş zamanı kapsayan bir ayet olabilir! Ama içinde sonradan kalkmış bir KÖLE lik ve o köleliğin yapılan eylemin 1 numaralı telafi aracı yapıldığı yerde ayet geniş zaman ayeti değildir! Bana söyler misiniz şuan da (günümüzde) kazaen işlenen bir cinayetin katili durumundaki kişi ;

        ‘’Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köleyi AZAD etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir.’’ Nisa,92

        Mümin bir köleyi NASIL azad edecek? Geçmişe yolculuk mu edecek? Ayet mümin bir kölenin azad edilmesini öncelikle kurala bağlıyor ve AYRICA eğer maktulün ailesi bunu YETERLİ görmezse fazladan diyet verilmesini de zorunlu kılıyor! Dolayısıyla ayete göre KÖLELİK ebedidir! Ama geldiğimiz noktada kölelik kalktığından Nisa,92 ve Bakara 178 kadüktür! Yani anlamsızdır, uygulanamaz!

        2’ ye cevabı yukarıda kendiliğinden vermiş olduğum için ayrıca bir şey yazmama gerek yok! Yalnız şunu söyleyeyim ‘’ Kılıcını temizlerken kılıç ateş almış olabilir mi?’’ sözüyle sonlandırdığım bölümü 1okuyucuya hitaben muziplik olsun diye yazmıştım! Yani siz ciddiye alasınız diye değildi!

        ‘’Peki hangi ayete‘’öldürenin YANLIŞLIKLA ÖLDÜRDÜM diye ikrar etmesi yeterlidir, deniliyor? yoksa siz mi bunu uyduruyorsunuz.??? Kur’an en ufak bir suçun tespiti için kanıt istiyorsa,en büyük suç olan cinayete istemez mi? Kur’an genel anlamda bütün davalar için kanıt istiyor.Ben kasıtlı öldürmedim,hataen öldürdüm diyen bir insanın bunu kanıtlaması gerekir…!!! ‘’sizden alıntı

        Arkadaşım hangi ayette cinayetin ispatı için şahit talebi var? Şahit talebi olmadığına göre her şey katilin ikrarına endeksli değil midir? Ne yani kurana göre yasak bir eylemi yapan kişi vicdan yapıp kasten öldürdüğünü itiraf mı edecektir?

        ‘’Kur’an genel anlamda bütün davalar için kanıt istiyor.Ben kasıtlı öldürmedim,hataen öldürdüm diyen bir insanın bunu kanıtlaması gerekir’’sizden önemli alıntı

        Sayın Bilal yukarıdaki metin gibi olsaydı her şey, siz oraya o kanıt istenen ayetleri de koyardınız! Ama bu yönde bir ayet yani şahit ve kanıtlama isteği (cinayetlerde) olmadığını için hiçbir yere atıfta bulunamadan peynir gemisi yürütmeye çabalamışsınız!

        ‘’a) ‘’ Zina için şahit aranırken,cinayete yok ‘’ diyorsunuz. Zina da şahit nasıl aranıyor, biliyormusun ? Durup dururken birileri mahkemede şu insan zina etmiştir diyerek adamı cezalandırmya çalışıyor.İşte bunun doğru olup olmadığı için en az 4 şahidin mahkemede şahitlik etmeleri gerekir,yoksa adama kazf /yani iftira / etmiş sayılır… !!!’’ senden alıntı

        Sizin yukarıdaki yorumunuz aşağıdaki gibi yazarsak ne oluyor?

        ‘’Durup dururken birileri mahkemede şu insan CİNAYET İŞLEMİŞTİR diyerek adamı cezalandırmya çalışıyor.İşte bunun doğru olup olmadığı için en az 4 şahidin mahkemede şahitlik etmeleri gerekir,yoksa adama kazf /yani iftira / etmiş sayılır… !’’

        Demek kurana göre insanlar sadece zina ettiler diye iftirada bulunabilirler!Arkadaşım soru çok basit niye etrafında dolaşıyorsunuz?
        Kasten veya kazaen ölüm nasıl kanıtlanır ya da kasten ya da kazaen öldürme iftirası nasıl bertaraf edilir! Ne güzel söylüyorsun zinada 4 şahit istiyor diye! Zina yapanın cezası ölüm müdür? Peki kasten adam öldürenin cezası ölüm müdür? O halde sonu ölüm olmayacak bir eylemin (kadınlar müstesna) olduğunun kanıtlanması için 4 şahit isteyen yani ZİNA YAPTIĞI İDDİA EDİLENİ İFTİRADAN KORUYAN(!) kuran cezası ölüm olan bir eylem sonucu iftiraya uğrayıp canını kaybedebilecek birinin masum olma ihtimalini neden GÖZETMİYOR?

        ‘’ama zina edene şahitlik eden olmazsa bu durum zaten ortaya çıkmaz,’’ sizden alıntı

        Adamın evli olmayan kızı bir adamla gizlice zina etse ve buna kimse şahit olmasa 9 ay sonra doğacak çocuk nasıl açıklanacak! Bak en azından evli olmayan kız zinanın tanığı oluverdi!

        ‘’NİSA-92.ayete geçen‘’فتحرير رقبة ‘’ fe tahriru rakabetin’’bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. cümlesiyle kendi malı olan köleyi ifade etmiyor.Bu adam nerede bir köle varsa gidip kasrşlığını vererek onu özgürlüğüne kavuşturmalıdır.yani ayete söylenen köle öldüren kişinin kölesi değil,mutlak bir ifadedir,onun cezası herhangi bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.. Eğer senin anladığın gibi olsaydı,ayete bu adam kendi malı ve kölesi olan birini azad etmesi gerekir denilecekti.! Ama ayete buna en ufak bir işaret yoktur.. burada azad edilecek olan katilin kölesi değildir,başkasının kölesini parasıyla hüriyetine kavuşturması söz konusu.!!! ‘’ sizden alıntı

        Dostum Bilal, yanlış kişiyle aşık atıyorsunuz! Ayetin sizin söylediğiniz şeyi işaret ettiğini düşünelim, ne değişti?

        Mümin katil, bir mümin köleyi azad etmek için SATIN ALMAK zorunda kalıp bir PARASAL bedel ödedi mi? Birilerinin elinde mümin KÖLELER var mı? Şimdi sana soruyorum, bir mümin cinayetini temizlemek için satın ALABİLDİĞİ yani varlığı bir parasal bedele endekslenmiş mümin köleyle EŞİTMİYDİ?

        Daha güzel bir soru sorayım da siz anlamsız deyin!

        Eğer hür mümin cinayetinin bedeli olarak azad etmek üzere MÜMİN bir KÖLE bulamıyorsa yani mevcut KÖLELERİN hiçbiri MÜMİN değilse ne olacak? Ayetin gereğini nasıl yapacak?

        Daha vahimi, hani tanrınız köleliği kurutmak istiyor ya, MÜMİN olmadığı için AZAD edilemeyecek KÖLELERİ kim kurtaracak?

        Tanrınız KÖLELİĞİ resmileştirmekle kalmamış aynı zamanda onları kendi içlerinde de ayrıma tabi tutmuştur! Bir kölenin en azından bir suç bedeli olarak azad edilebilmesi yani özgür olup aşağılanmaktan kurtulabilmesi için MÜMİN olması gerekmektedir! Yani mümin olmayan köleye kölelik müstehaktır!

        Bence siz kölelikle ilgili savunma yapmayı bırakın! Çünkü siz yazdıkça olay sizin açınızdan içinden çıkılamaz hale geliyor! Çünkü kendi elinizle inandığınız kitabı ve onun bir tanrı eseri olduğu inanışını çürütüyorsunuz!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        şahitlik müessesine bu kadar takılma, hiç kimse suçunu itiraf etmez,
        kılıfına uyduran her halükarda yırtar ama kan davalarında şahit gösterseler bile yırtamazlar,

        yani bakara-178’e göre şahite filan gerek yok, kan davası güden tarafların bilinmesi hüküm vermek için yeterde artar bile,

        her ne kadar, köleliğin kaldırılması nedeniyle hüre hür, köleye köle senin deyiminle kadük olsa da, kadına kadın şartından dolayı bakara-178 yürürlüktedir,

        ancak, İslâm alemi insan hakları evrensel bayannamesini kabul ettikleri taktirde bakara-178 kadük olur,

        bakara-178 orada durduğu sürece İslâm aleminin insan hakları evrensel beyannamesini kabul edecekleri düşünülemeyeceğine göre?

        bakara-178, insan nesli var olduğu sürece yürürlükte kalacaktır,

        nisa-92’de azat edilen mümin kölenin (malın) bir fiyatı olduğu düşünüldüğünde, kefaret ödemesi gerekenler köle yerine belli bir miktar parayı fakirlere vererek, yani mal yerine akçe vererek diyet ödeme yoluna gidebilirler, yani ha mal, ha akçe, ikisi de aynı şey,

        zinada 4 şahit istenmesi ise tam bir komedi, aldatılan bir adam karısını suçüstü yaptırmak için 4 tane röntgenci bulmak zorunda?

        eğer söz konusu olaya! tanık olan 2 şahit olsaydı, 4 şahit şartından dolayı, yinede zina suçlaması yapılamayacaktı, zinanın ispatlanması Kuranın ispatlanmasından daha önemli olmalı ki zinaya Kuranın korunmasından daha çok önem vermişler, tabi söz konusu olan kadın alelade bir kadın olmadığı için gerekli hassasiyetin gösterileceğini sende takdir edersin?

        şahit konusunun ilada ayette yazması gerekmez, mahkemeye intikal eden olaylarda 2 erkek şahit, eğer şahit olarak 1 erkek varsa, bu durumda 1 erkek, 2 kadın şahit şartı var, hiç erkek şahit yoksa diye sorma,

        ancak yukarıdaki önermelerden çıkarım yaparak, yani 1 erkek 2 kadına eşit olduğundan, erkek şahit bulunamadığı durumlarda herhalde 4 kadın şahit gerekecek?

        —–Adamın evli olmayan kızı bir adamla gizlice zina etse ve buna kimse şahit olmasa 9 ay sonra doğacak çocuk nasıl açıklanacak! Bak en azından evli olmayan kız zinanın tanığı oluverdi! (senden alıntı)

        Atalarımız karda yürü ama izini belli etme derler, yada minareyi kılıfına uydur derler,

        zaten hiç kimse nane yiyeceği zaman arkasında şahit bırakmaz istemez,

        söz konusu olayda kızın cezası ertelenir, çocuk emzirme süresi 2 yıldır, kız çocuğunu sütten kestiğinde 100 değnek cezasıyla cezalandırılır, şahitleri olmadığı için kızı beceren adam yırtar,

        gördün mü? büyütülecek bir şey yok, 100 değnek veya 100 kırbaç işi çözüveriyor,

        —-Tanrınız KÖLELİĞİ resmileştirmekle kalmamış aynı zamanda onları kendi içlerinde de ayrıma tabi tutmuştur! Bir kölenin en azından bir suç bedeli olarak azad edilebilmesi yani özgür olup aşağılanmaktan kurtulabilmesi için MÜMİN olması gerekmektedir! Yani mümin olmayan köleye kölelik müstehaktır! (senden alıntı)

        evet, bakara 178 köleliği resmileştirmiştir,
        burnumuzun dibinde cereyan eden olaylarda, esir alınan kadınlar, esir alanlar tarafından cariye olarak ifade ediliyorlar, yani kafa yapın Kurandan başkasına basmıyorsa, esir aldıklarını bakara-178’e göre köle statüsünde görmene hiçbir engel yok,

        ayrıca, nisa-92 o gün için, gayrimüslimlerin kölelerini ayartmak için bundan güzel propagandamı olur, dedirtiyorsa da, günümüzde böyle bir propaganda olanakları kalmamıştır,

        zaten Muhammed, tanrı katında herkes eşittir diyerek işe köle ayartmakla başlamadı mı?

        —Bence siz kölelikle ilgili savunma yapmayı bırakın! Çünkü siz yazdıkça olay sizin açınızdan içinden çıkılamaz hale geliyor! Çünkü kendi elinizle inandığınız kitabı ve onun bir tanrı eseri olduğu inanışını çürütüyorsunuz! (senden alıntı)

        çürütmekle kalsalar iyi, tanrılarına türlü türlü yakıştırmalar yaparak yerden yere vuruyorlar,
        üstelik tanrılarına yaptıkları çirkin yakıştırmaları savunmak için, mantık kurallarını bile yerle bir ediyorlar.

      • kadir dedi ki:

        sayın toro..

        “Sevgili kadir sen gözlerine baktığın, yüzünü gördüğün, sesini duyduğun birinin sana yalan söylediğini anlayabilir misin? Peki yüzünü hiç görmediğin dolayısıyla gözlerine hiç bakmadığın ve sesini hiç duymadığın birinin doğru söylediğini 1400 sene sonrasından bilebilir misin? Akıl delille işler sevgili kadir inançla değil! Ben 100 metreyi 9 saniyenin altında koşacağıma İNANIYORDUM ama deneyip sonucu gördüğüm için artık en fazla 11 saniyeye düşebileceğimi BİLİYORUM!

        2 + 2 kaç eder sevgili kadir? Bana mantıksal boşluk bırakmayacak bir sonuç söyleyebilir misin?”

        kişinin söylediği söze bağlıdır. söylediği şeyler hakkında araştırma yapmadan asla inanmam.. siz zannediyomusunuz ki 1400 yıl indirilmiş bir kitabı sorgulamadan inanalım..
        bende en az sizin kadar kuşkulu yaklaşmıştım.. körü körüne inanmak veya inkar etmek istemiyorum.. derin araştırmalarım sonucu mantık ve akıl süzgecinden geçirerek ben bu noktadayım. sizde bulunduğunuz noktadasınız.. önemli olan sözün ve söyleyenin kim olduğundan çok sözün doğruluğu önemlidir.. siz belki uzaya gidip herhangi bir gezen görmediniz fakat bir gezegen olduğunu biliyorsunuz. gezegenin varlığını söyleyen bilim adamlarının sözlerine inanıyorsunuz..

        şu bir gerçek ki kuranda geçen olağan üstü olaylar sizi çok rahatsız ediyor.. isanın babasız doğması, musanın denizi yarması, ateşin ibrahimi yakmaması vs. bunlar hep fizik kanunlarına aykırı olaylardır.. bunlara sizin inanmanız mümkün değildir.. çünkü maddesel düşünceleriniz tabiat kanunlarının böyle birşeye izin vermeyeceği yönündedir.. illa ki gözünüzle görmeniz gerekir.. siz hiçbir zaman haticeye bakmadınız. daima neticeye baktınız..

        yüce allah kuranı kerimde derki.. tabiatta allahın varlığını düşünerek bulursunuz.. kara topraktan biten bir tomurcukta bile allahın varlığını görürsünüz diyor.. peki ya hiç düşünen insan olmazsa… bakın siz düşünerek az veya çok bir tanrının varlığına inanıyorsunuz.. kuranda bahsedilen semud, ad, medyen, lut vs. kavimlerin düşünmeleri ve bir yaratıcının olduğunu bilmeleri için onlara mucizeden başka ne gerekebilir.. dolaylı delilleri anlamayan bir topluma, anlamalı için doğrudan delil gelmesi size neden mantıksız geliyor..

        okulda öğretmen tahtaya bir denklem yazsa ve öğrencisine bunu çöz dese.. öğrencisinden “X” in direk kaç olduğunu yazmasını yani sonucu yazmasını istemez, dolaylı olarak işlemlerle çözmesini ister ve sonuca öyle ulaşmasını ister.. işte allahta her şeyin sonucunun allah olduğunu bizim düşünerek işlem yaparak bulmamızı istiyor.. eğer düşünmezsek allahın varlığını bulamayız. ve allahta katından mucize ve deliller gönderebilir.. akıl delille işler, size katılıyorum. ama nasıl düşündüğünle alakalıdır.. sonu ya allahtır, yada inkardır.. kuran bizim için en açık delildir. hz. peygamber veya başka insanların yazması imkansızdır. fatihadan, nas suresine kadar her kelimesi birbiriyle örülmüş hikmet sahibi bir kitaptır..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        ”kişinin söylediği söze bağlıdır. söylediği şeyler hakkında araştırma yapmadan asla inanmam.. siz zannediyomusunuz ki 1400 yıl indirilmiş bir kitabı sorgulamadan inanalım..” sizden alıntı

        O kişinin söylediği söylenilen sözü, gerçekten o kişinin söylediğini bilemeyecek bir durumda iken yukarıdaki değerlendirmeyi nasıl yapabilirsiniz? Ben size akıl diyorum siz hala bana kanaatinizi delil gösteriyorsunuz! Siz doğruya ancak tek bir durumda yaklaşabilirdiniz! Eğer dünya da sadece tek bir din ve tanrı inancı yeşermiş olsaydı! Bu bize insan aklının doğru olan yolu kendiliğinden bulabileceğini göstermesi açısından bir gösterge olabilirdi! Ama öyle değil!

        Ama yok olup giden dinler çöplüğüne dönmüş ve hale binlerce irili ufaklı inancı yaşatan bir dünyada kanaatinizi en doğru saymak abesle iştigaldir! Kaldı ki inancınızı belirleyen en önemli olay inancınıza sahip bir zümrenin içinde doğmaktır! Aksi halde muhteöelen aynı kanaat yönlendirmesini içine doğdunuz başka bir inanç için yapacaktınız!

        Hele de nasıl yazıldığına şahit olmadığınız bir kitapta yazılı mucizelere inanıyor olmayı mantıklı bir hareket saymak ve siz mantıklı sayıyorsunuz diye onların gerçekten olduğunu varsaymak ve inamayanları örtülü olarak mantıksızlıkla itham etmek (Çünkü size göre mantık inanmayı gerektiyor) ayrı bir tez konusudur!

        2+2 ye cevabınız önemliydi! Cevap vermediğinizi görüyorum.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —-işte siz böyle açık ve basit olsun istiyosunuz. oysa allah insanın kendisini düşünerek bulması istiyor. düşünerek kendini sorgulamasını istiyor. kuran insanın aklına hitap eder. ve onun düşünmesini teşvik eder.. okuyucu yumurta ayetinde siz bişe düşünmezsiniz. emin olun.. diyosunuz ki.. kuran neden açık değil? bu soruyu işte bu yüzden soruyosunuz. oysa kuran okurken düşünseniz. kuranın açık olduğunu anlarsınız. sadece düşünmek yeterlidir. (senden alıntı)

      sorularımın cevaplarını vermemişsin, oysa sorduğum soruların cevabı, tek kelimelikti,
      “evet” veya “hayır” demek yeterdi,

      ayrıca ben düşünerek niye öyle söylediğini buldum, zaten açıklamalarımdan ne demek istediğim belli olmuyor mu?

      sizin de aynı sorulara ne cevap vereceğinizi merak ettiğim için soruyorum, çünki vereceğiniz cevaplarınız akıl ve mantık terazisinde ne kadar yer bulacak, onu öğrenmek istiyorum.

      çünki, Kuranın tanrıdan geldiğini kanıtlayabilmeniz ancak herkesçe bilinen mantık kuralları çerçevesindeki anlatımlarla mümkün olur,

      o nedenle ben kendimi aramıyorum, Kuranın tanrısı ne diyor onu anlamaya çalışıyorum,
      anladığım şey ise Muhammed ve ekibinin bir hayli gaf yaptığı, hemde apaçık bir şekilde, yani kaş yapayım derken göz çıkardığı…

  107. AVNİ dedi ki:

    Sn bilal

    El takısının işleviyle ilgili olarak yukarda verdiğiniz örnekle ilgili bir şey sormak istiyorum. Bakara süresi 177. ayette “ve el melâiketi : ve melekler” derken iman etmemiz istenen belli meleklerdenmi bahsediyor yoksa genel olarak meleklerden mi bahsediyor. Burda el takısı genellik katmıyormu. Razi tefsirinde de bakara süresi 178. ayette geçen el takısının genellik kattığını belirtmiş. İlgili ayette geçen harfi cer olan bi harfının işlevi nedir.
    SAygılarımla..

    • bilal dedi ki:

      Sn.AVNİ,

      1-‘’ Bakara süresi 177. ayette“ve el melâiketi :ve melekler” derken iman etmemiz istenen belli meleklerdenmi bahsediyor yoksa genel olarak meleklerden mi bahsediyor… ‘’ sizden alıntı’’

      Hayır ! belli meleklerden söz etmiyor.Zira buradaki ‘’ el’’ takısı ‘’ tarif ‘’ belirteç harfı değildir. Buradaki ‘’ el’’ takısı istığrak (bütünlük) harfıdır..Neden böyledir.? Çünkü,

      a) BAKARA-177.ayete geçen ‘’vel melaiketi ‘’ melekler ,ifadesi tekil değildir cemi’tir.Bunun tekili ise ‘’ملك ‘’melekün’dür. ‘’

      b) ‘’والملائكة ‘’ melekler ifadesi cemi’tir.bunun böyle olması gerekir ki,üzerinde bütünlük ifadesini katan ‘’istiğrak ‘’takısı olan ‘’el ‘’ harfını kabul edebilsin.Yani kelime çoğul olacak ki,bütünlük ifadesiyle uygun olabilsin..O zaman buradaki ‘’ el ‘’ takısı istiğrak harfı olmalı ki,bunun anlamı ‘’ BÜTÜN MELEKLER olsun !!! Yoksa anlamı tamamen bozulur…

      c) ‘’الحر بالحر والعبد بالعبد والانثي بالانثي ‘’ el hurrü bil hurri,vel abdu bil abdi vel ünsa bil ünsa ‘’ buradaki ‘hür ile hür,köle ile köle ve kadın ile kadın‘’ifadelerinin tümü tekil olup çoğul değildir,bu nedenle bunların üzerindeki ‘’el ‘’ takısı bütünlük ifade eden istiğrak harfı olamaz.Çünkü buradaki ‘’el’’ takısını bütünlük ifade eden istiğrak harfını yaparsak cümlenin anlamı tamamen bozulacak.!!! MESELA :Burada ‘’el ‘’ takısını bütünlük ifade eden istığrak harfını yaptığımızda karşımıza şöyle bozuk bir anlam ortaya çıkar. ‘’ El hurrü bil hurri,vel abdu bil abdi ve ünsa bil ünsa ‘’ Bütün hür ile bütün hür,bütün köle ile bütün köle ve bütün kadın ile bütün kadın kısas edilir..’’ şeklinde anlamsız,çarpık ve bozuk bir anlam ortaya çıkar…Bu neednle BAKARA-178.ayeteki ‘’ el hurü bil hurri ve al abdu bil abdi ve ünsa bil ünsa ‘’ ifadelerdeki ‘’el’’ takısı bütünlük,genellik ifade eden istiğrak harfı olamaz.Buradaki ‘’el ‘’takısı sadece ‘’ katil ve maktül hüre,katil ve maktül köleye,katil ve maktül kadına vurgu yapıyor.. Yani buradaki ‘’ el ‘’ takısı asdece tarif (belirteç ) harfıdır,başka bir anlam veremeyiz….!!!

      2-Razi tefsirinde de bakara süresi 178. ayette geçen el takısının genellik kattığını belirtmiş. İlgili ayette geçen harfi cer olan bi harfının işlevi nedir…‘’ sizden alıntı’’

      Ayrıca bence Razı tefsirinde BAKARA 178.ayeteki değil,BKARA-177.ayeteki ‘’vel melaiketi‘’ üzerindeki ‘’el ‘’takısı bütünlük anlamında kullanılmıştır.Ama siz belki de farkına varmadan yanlışlıkla onun bu sözünü BKARA-178.ayetle ilgili olduğunu göstermişsiniz…!!! Bu doğru değildir,ifade ettiğiniz şekildeki durum arapça dil kuralına aykırıdır..Zira bütülük ifade eden bir ‘’el’’ takısı yukarıda da belirttiğimiz gibi ‘’tekil’’ olan isimlerin üzerine gelmesi mümkün değildir.Çünkü cümlenin ve kelimenin anlamını tamamen bozuyor.Bütün hürre karşı bütün hür,bütün köleye karşı bütün köle ve bütün kadına karşı bütün kadın ‘’ diyemezsiniz….Yani BAKARA-178.ayeteki ‘’el ‘’takısı bütünlük anlamını katan istiğrak harfı olamaz,sedece belirteç harfı olur…!!!

      Ayrıca ben Razı tefsirinde sizin söylediğiniz şekilde bir şey de bulamadım,şayet öyle bir şey varsa da bu sadece bir yazım veya baskı hatası olabilir.Çünkü arapçada öyle bir şey asla mümkün değildir….!!!

      Ayrıca sizin Razi tefsirinde BAKARA-178.ayete geçen ‘’el ‘’ takısnın genellik kattığını belirtmiş olduğunu ifadenizden haraketle bu ayete meal verdiğimizde şöyle bir anlam bozukluğu ile karşılaşırız.!!!
      El hurrü bil hurri,vel abdu bil abdi vel ünsa bil ünsa ‘’ hürün geneli hürün geneliyle,kölenin geneli kölenin geneliyle ve kadının geneli kadının geneliyle kısas edilir …’’diye şeklinde karşımıza çarpık ve bozuk bir anlam ortaya çıkmaktadır.!!! Böyle bir şey olur mu ???

      3- İlgili ayette geçen harfi cer olan bi harfının işlevi nedir. ‘’ sizden alıntı’’

      جرف الجر { الباء } ومعانيها

      حرف مختص بالاسم ، ملازم لعمل الجر ، و هي ضربان : زائدة و غير زائدة ، فأما غير الزائدة فقد ذكر النحويون لها ثلاثة عشر [16]: الإلصاق ، التعدية ، الاستعانة ، التعليل ، المصاحبة ، الظرفية ، البدل ، المجاوزة ، الاستعلاء ، التبعيض ، القسم ، بمعنى ( من ) ، بمعنى ( إلى )

      Harfı cer olan ( الباء ) iki kısma ayrılır,bazen zaid,bazen de gayri zaid gelir.Gayri zaid geldiği zaman nahiv alimleri,onun 13 anlama geldiğini zikretmişlerdir.Yani üzerinde bulunduğu isme ve cümleye göre anlamı değişmektedir..!!! 1- İlsak,2-ta’diye,3-istiane, 4-Ta’lil,5-Musahabe,6-Bedel,7-mücaveze ….vs…

      Burarda ise ‘’ Bİ ‘’ harfı musahabe (yani İLE ) anlamındadır.. ‘’ el hürrü bil hurri…. ‘’ katil hür maktül hür ile..‘’ kısas edilir.. şeklinde olup,buna ‘’ İLE ‘’ ifadesini katmaktadır..!!!

      Özetle,bu ayetin sebeb-i nüzulunun en özlü olanı belki de şudur: Cahilye devrindeki insanlardan bazıları,kendi adamlarını daha şerefli gördükleri için; karşı tarafa:“Biz şerefliyiz; bizim öldürülen kadınımıza karşılık sizin erkeğiniz; bizim kölemize karşılık sizin hür bir adamınız kısas olacaktır”diyorlardı.Bakara suresinin bu 178.ayeti,bu yanlış hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir.Ayette özetle deniliyor ki;“bir kadını kadın öldürdüyse onun kısası söz konusu kadın,bir erkeği bir erkek öldürdüyse onun kısası söz konusu erkek,bir. köleyi bir köle öldürdüyse onun kısası da söz konusu köle olur. Yani: katil kim ise,o kısas olur.Nüzul sebebi olan olayda hür,kadın,köle söz konusu olduğu için o kayıtlara yer verilmiştir.Daha sonra kısas konusunda genel hükmü ifade eden “Cana can..”(Maide: 45) ayeti inmiştir. (bk.Taberi, ilgili yer)

      Saygılarımla …

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        bir tanrı hiç,

        hür, hür ile,
        köle, köle ile,
        kadın kadın ile kısas edilir der mi? (bunu insanlar söyler)

        veya

        hür öldürdüğü hür ile,
        köle öldürdüğü köle ile,
        kadın öldürdüğü kadın ile kısas edilir der mi? (bunu insanlar bile söylemez)

        demeyeceğini eğer çocuğun varsa çocuğuna da sor, o bile bilir,

        el hurru bi el hurri : hür hür ile:
        el abdu bi el abdi : köle köle ile:
        el unsâ bi el unsâ : ve kadın, kadın ile, dişi dişi ile

        şu “el” takısının hangi kelimeye karşılık geldiğini bir yazıver de, ne olduğunu bilelim,
        çünki Türkçede nesneleri işaret eden o kadar çok kelime var ki, herhalde Arapçada da el kelimesinin Türkçe karşılığı vardır,

        cevap verirken yukarıda sorduğum soruyu da göz önüne alarak cevap ver.

      • murat dedi ki:

        1okuyucu
        Kuranda ne okudunsa Allah öyle der ve demiş.
        Sana yapılan açıklamalara hikaye diyorsun.Senin kendi iddiana delil olarak yaptığın açıklamanın hiçbir değeri yok.Ne demişsin… “çocuğun varsa çocuğuna da sor, o bile bilir…” demişsin.Hikaye deyip fıkra anlattın…
        Hikayelerle de fazla uğraşma.Anlamadığın meselelerin yanlış olduğunu söylemen bir anlam taşımıyor.
        Adalet , hakkı olana ayrım yapmaktır.Ceza suça azmedene karşı caydırıcı önlemlerdir.Daha önce savaş yapılmış bir kavmin esir alınıp köle olarak çalıştırılan fertlerini düşmanlıktan ve cinayetten caydırmak için kuran böyle hükmetmiş.
        Savaş esiri ile hür bir insanın hukuku hiçbir hukukta eşit değildir.İslamda köleler genel itibariyle şartlı salıverilmiş savaş esirleridir.Her ülke öncelikle kendi vatandaşlarının hakkını korumaya mecburdur.Sen evine giren bir hırsızı vursan öldürsen nefsi müdafaa sayılarak ceza almazsın.Fakat evindeki hırsız seni öldürse hem hırsızlık hem cinayetten hüküm giyer.Görüldüğü gibi hukuk görecelidir ve aynı fiil bazıları için suç bazıları için kendini savunma hakkı denilerek ayrımcılık yapılır ve yapılmak zorundadır.Bu ayrımcılıkla cezaların caydırıcı etkisi güçlenir.Sana güzel bir hikaye daha.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Murat;

        bana masal anlatma, sorduğum soruların cevabını ver,
        sorularla ilgili birebir ve net olarak cevap ver.

  108. AVNİ dedi ki:

    Sn Murat
    Köle yaptıkların hırsız değildir. Dİnini yaymak için kapısına dayandığın, ya inanırsın, ya cizye verirsin yada savaşırsın deyip, savaşıp kazandığın ganimetlerdir. Yani burda hırsız evi ele geçirmiş, evin sahiplerinin özgürlüğünü ele geçirmiş. Peygamber sadece bir dini lider değil ayrıca siyasi bir liderdi. İşin tabiati gereği savaşıp toprak elde edip genişlemesi gerekiyordu, roma, bizans, emeviler ,osmanlı’nın yaptığı gibi. Savaş sonrası elde edilen esirler ciddi bir köle kaynağıydı o zaman. Ama olaya yenen değilde yenilen tarafından bakarsak çoluk çoçuğun , karının köle yapılması, kızın cariye olması efendisinin kızla cima etme hakkının olması, hediye olarak verilmesi pek hoş şeyler değil.
    İslamda köle alış satışıda vardır, buda ister istemez bir köle pazarının oluşmasına neden olacaktır ki ne tekim islam devletlerinde de bu pazarlar vardı.

    Ayrıca efendinin cariyeyle cima olayına fena taktım ben, ki uygulama o zaman için bir kölelik olan sistemlerde normal olan bir şey ama bunun tanrı buyruğu olan bir kitapta kabul edilmesi bu kafa karıştırıyor.
    33:52 – Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz. Bunları başka eşlerle değiştirmek de olmaz. İsterse güzellikleri hoşuna gitsin. Ancak sahip olduğun cariyen başka. Allah her şeye gözcü bulunuyor.
    70:30 – Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar.

    • 1okuyucu dedi ki:

      AVNİ;

      33:52 – Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz. Bunları başka eşlerle değiştirmek de olmaz. İsterse güzellikleri hoşuna gitsin. Ancak sahip olduğun cariyen başka. Allah her şeye gözcü bulunuyor. (ahzab-52)

      70:30 – Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. (mearic-30)

      —-Ayrıca efendinin cariyeyle cima olayına fena taktım ben, (senden alıntı)

      bunu niye bu kadar kafana takıyorsun ki, köle mal kapsamındadır, o nedenle efendisi köle üzerinde her türlü tasarrufta bulunma hakkına sahiptir, malını istediği gibi kullanır, hiç kimsenin de karışma hakkı yoktur, isterse cariyesiyle cima (evlilik dışı olduğu için zina) yapar, isterse cariyesine fuhuş yaptırır.

      gördüğün gibi kafaya takılacak bir şey yok, ayrıca sen bu işleri Kuranın tanrısından daha iyimi bileceksin?

  109. KAAN dedi ki:

    Takmışınız kafayı islamdaki köle yaklaşımına , islam,kuran daki köle srbestliği ve anlayışı yasallığı
    sadece savaş zamanlarında alınan esirler için geçerlidir.islam çareyi insanlık adına ta ozaman koymuş

    günümüzde bu gün bile savaş esirleri konusuna kurallar olmasına rahmen çözüm bulunamıyor çoğu işkençe ile öldürülür. fakat Allah ne demiş o savaş esirlerini öldürmeyin onları hizmetçi olarak yanınızda yaşatın ve belki olaki bu esaret hayatları boyunca imana gelip musluman olurlar.

    bundan daha mantıklı ve humanist çözüm varmıdır hele hele savaş meydanında senin kesmek isterken esir alınan gözünü kan burumuş düşman topluluklarına karşı .

    • 1okuyucu dedi ki:

      KAAN;

      —–bundan daha mantıklı ve humanist çözüm varmıdır hele hele savaş meydanında senin kesmek isterken esir alınan gözünü kan burumuş düşman topluluklarına karşı .(senden alıntı)

      Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir. (bakara-191)

      sen insanların ne yaptığını boşver, bırak ışid ne yapıyorsa yapsın,

      bak Kuranın tanrısı ne diyor, hemde ilk cümlede diyor, ilk tercihi (ilk emri) öldürmekten yana olan bir tanrının inanırları başka seçeneklere itibar eder mi?

      ama işin ucunda ganimet olunca, Kuranın tanrısının inanırları öldürmenin yanı sıra köle pazarlarında satmak için esir almanın çarelerini de ararlar,

      (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. (Muhammed-4)

      Kuranın tanrısı inanırlarının ganimet peşinde koştuklarını anlayınca, yine ilk emri öldürün olmakla birlikte “sindirdiklerinizi sıkıca bağlayın” diyerek esir almaya açık kapı bıraktıktan sonra, “esirleri ya karşılıksız yada fidye karşılığı serbest bırakın” diyerek, kişilere 2 farklı seçenek sunarak köle ticaretine açık kapı bırakmaktan geri kalmaz, elindeki esiri fidye karşılığında satmak isteyen biri, fidyeyi kimin ödediğine bakar mı? hele esir güzel bir hatunsa, açık arttırmayla satılmasına ne engel ola ki!

      Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün

      Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün

      (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun

      Kuranın tanrısının ilk emri neymiş, şimdi anladın mı? daha doğrusu Kuranın tanrısının niyetinin ne olduğunu anladın mı?

  110. hakan adanır dedi ki:

    Tipik bir müslüman tipi daha bakış açısı hep aynı allahı, peygamberi kurtarma derdinde senin bu göstediğin samimiyeti hoş görüyü arabın allahı göstermemiş. 50 seneden beridir ortadoğu bu haldeyse arabın allahı ve peygamberi yüzünden bu durumda bu bize yazdıklarınızı gidip işide,el kaideye,el bilmem kime söyleyin anında nalları size diktiriyorlarmı diktirmiyorlarmı sırf allaha ve peygambere iftira attığın için,sen git işide söyleki allah demişki savaş esirlerini öldürmeyin.Bırakmaz eşhedini getiresin seni cenabet gönderir diğer tarafa

  111. KAAN dedi ki:

    Sarfettiğiniz Hiçbir argüman ,düşüşünceleriniz ve yazılarınız Kurandaki Köle anlayışının doğruluğuna bir zarar vermiyor maalesef . çünkü meseleyi geniş tafsilatlı şekilde düşünemiyorsunuz . zaten bunun için Allahsız olmuşsunuz .

    1 kere Allah kuranı kerimde o muşrikleri bulduğunuz yerde öldürün derken sizinle savaşanları ve sizi yok etmek isteyenleri kast ediyor ,yani kendi nefsini ve Aileni koruma amaçlı . sonra ne diyor o muşrikler size dokunmaz ise sizde onlara dokunmayın .

    savaş bitip esir alırsanız o esirleri ya af edip karşılıksız serbest bırakın veyahut fidye ile karşılıklı esir takası yapın ve ya onları esir pazarında satabilirsiniz . sen bu esir alım satım işine karşı çıkabilirsin fakat eskiden işçi kesim esir adı altında telakki edilirdi yani onlarında hakları vardır istediğin gibi kullanamassın islama göre.

    işide anlat sen bu anlattıklarını diyorsunuz ,islamın hukumlerinin yanlış uygulanması huküm sahibini bağlamaz ,yani işid mişid islamı temsil edemez çünkü sapık terörist bir örgüttür

    Tekrar ediyorum islama göre köle serbestliği alım ve satımı sadece ve sadece savaş esirlerini kapsar hür müslüman, islam ile savaşmadıkça hür ehli kitap asla köle konumunda değildir .

    • 1okuyucu dedi ki:

      KAAN;

      —–1 kere Allah kuranı kerimde o muşrikleri bulduğunuz yerde öldürün derken sizinle savaşanları ve sizi yok etmek isteyenleri kast ediyor ,yani kendi nefsini ve Aileni koruma amaçlı . sonra ne diyor o muşrikler size dokunmaz ise sizde onlara dokunmayın . (senden alıntı)

      Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir. (bakara-191)

      savaş, tarafların birbirlerini öldürme, pasifize etme amacıyla yapılan bir vuruşma eylemidir, savaşın taraflarının öncelikli amacı birbirlerini öldürmektir, o nedenle, onları yakaladığınız yerde öldürün demek, olsa olsa savaş koşullarını bilmeyen kör cahil birinin abuk sabuk konuşmasından başka bir şey olmaz, o nedenle bir tanrı onları bulduğunuz yerde öldürün demez, diyorsa öldürme emri veriyor demektir,

      öldürün diye emir veren bir tanrıda iğrenç bir mahluktan başka bir şey olmaz,

      onlar sizle savaşmazsa sizde onlarla savaşmayın sözleri bir tanrının sözleri olamaz, çünki hiç kimse kendisiyle savaşmayan bir topluluğa durduk yerde savaş açmaz, o nedenle tanrının bu sözleri de abuk sabuk saçma sapan bir söz olmaktan öteye bir anlam taşımaz,

      —-savaş bitip esir alırsanız o esirleri ya af edip karşılıksız serbest bırakın veyahut fidye ile karşılıklı esir takası yapın ve ya onları esir pazarında satabilirsiniz . sen bu esir alım satım işine karşı çıkabilirsin fakat eskiden işçi kesim esir adı altında telakki edilirdi yani onlarında hakları vardır istediğin gibi kullanamassın islama göre. (senden alıntı)

      eskiden işçi kesiminin esir adı altında telakki edilmesiyle köle alım satımının ne ilgisi var, rızkını temin etmek için birinin yanında çalışan kişi, sabah gelir işbaşı yapar, akşam işini bitirir, ücretini alıp kendi evine gider, yani İŞÇİ EMEĞİNİ SATAR KENDİSİNİ DEĞİL, insanın rızkını kazanması ne zamandan beri esirlik olarak görülmeye başlandı, rızkını kazanan insanları esir veya köle olarak görmek, efendisinin malı olan köleyle karıştırma kurnazlığı sizin kölelik düzeninin ne olduğunu anlamamanızdan veya demagoji yapmanızın bir sonucundan başka bir şey değildir,

      —işide anlat sen bu anlattıklarını diyorsunuz ,islamın hukumlerinin yanlış uygulanması huküm sahibini bağlamaz ,yani işid mişid islamı temsil edemez çünkü sapık terörist bir örgüttür (senden alıntı)

      dinler sapık üreten birer bataklıktan başka bir şey değildir, tarikat veya ekol adı altında ortaya çıkmış pislik yuvaları her dinde mevcuttur, toplu intiharları, toplu katliamları diğer dinlerde de görebilisin, ışid dediğin örgüt selefi inancına sahip olanları temsil eden bir örgüttür, ikiz kulelerin yıkılmasını resmen kabul eden örgüt tüm İslâm alemini sevince boğmuştur,

      peygamberin karısıyla damadının (Ayşe, Ali) birbirini boğazladığı cemel vakası, Müslümanların şii, sünni olarak kamplara bölünmesinin ve birbirlerini boğazlamalarının en önemli sebebidir.

      özetle mezhepler ve tarikatlar, İslâm aleminde genel kabul görmüş oluşumlardır, neredeyse İslâm aleminin tamamını temsil ederler, görüsünü benimsediğin bir tarikat olmasa da senin bile ait olduğun bir mezhep mutlaka vardır (sünni veya şii)

      o nedenle birbirinizi terörist veya dinsiz olarak görmekten vazgeçin, çünki hepinizin çıkış noktası aynı kitap, yani Kuran?

      —-Tekrar ediyorum islama göre köle serbestliği alım ve satımı sadece ve sadece savaş esirlerini kapsar hür müslüman, islam ile savaşmadıkça hür ehli kitap asla köle konumunda değildir . (senden alıntı)

      bu cümle absürd? ancak savaş sırasında esir alınanlar köle yapılabilir, kendisiyle savaşmayanı köle yapmayı becerebilen bir toplum var mı acaba?

  112. Hasan dedi ki:

    Said Nursi 7000 günü, dünya günüyle olmadığını ifade eder. Günün 4 saatten 50 000 güne kadar değiştiğini ifade eder. Mesela güneş günü ile 210 000 gün der.

  113. Abdullah dedi ki:

    Dünya 4.500 milyar yıldır varsa dinler niye beşbin yıldır var daha birçok vb.doğru ney bilen varmı.

  114. cms dedi ki:

    Hadise göre Muhammed “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” diyor.
    Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” demiş.

    Muhammed’den günümüze yaklaşık 1430 sene geçmiş zaten.
    Yani İslam’a göre Kıyamete 60-70 yıl var.

    Anlayış tarzına hayranım.Ümmetden insanlar ı anlamak üstüne üstlük sana kıyametin vaktini sorarlar ayetini bilmeden de kıyameti 60-70 yıla depolayıp bunuda Allah c.c Resulu s.a.v efendimizin üstüne atmak gerçekten büyük bir zeka gerektirir.

    Ümmetten kasıt insanlar değildirki bu ne biçim bir anlayış tarzı.

    • tilky dedi ki:

      bence çok doru bir tahmin yapmis, Muhammet kendi ümmetinden ve inançindan bahsediyor ve bu devir arap bahariyla açilmis gibi gözüküyor 🙂

  115. Aziz ALUŞ dedi ki:

    Selamün Aleyküm. Yorumların ilk 10 tanesi içinde Toro diye bir şahsın düşünceleri sebebiyle yazıyorum. Peygamberin 2 şahit nezdinde Vahiy yoluyla gelen ayetleri düzenlemesi olayına son derece mantıksız ve sabit fikirli yaklaşarak kendisini bir çıkmaza sokmuş. Bakınız arkadaşım ; vakanın içeriğini idrak etmekte zorlanıyorsanız bu sizin sadece inancınızın zayıflığı yüzündendir. Başta var olanı sorgulamanız sebebiyle kaybetmektesiniz. 10 yaşında çocuk bile sorgulama sürecinde var olan dünya, ay, güneş ve yıldızları babasının yaratamayacağını idrak eder. Ona bu düzeni YARATAN bir RAB`in olduğu söylenir ve buna koşulsuz inanır. Belki o çocuk ana babasından kalma dinine devam eder, belki araştırmacı davranıp hak dine icabet eder. Ama sonuçta var olanı kabul eder. İnanır. Çünkü tesadüfün olmadığı, tevafukun olduğu artık inanmayan bilim adamlarınca dahi kabul edilmiştir. Çünkü çocuk görür, bu devasa büyüklükteki dünyanın aslında evren içinde yok denilebilecek kadar yer etmediği gerçeğini. Çocuk araştırdıkça atmosferin ve onu oluşturan katmanların önemini. Dağların, kutupların, denizlerin, bulutların, rüzgarın, oksijenin, karbondioksitin ve birçok gazın, toprağın, ağaçların, ekinlerin, hayvanların, suyun ve saymakla bitmeyecek bir çok (maddenin) insanoğlunun yaşamını idame ettirebilmesi için verilmiş nimet olduğunu. Aksi halde yaşayamayacağını anlar ve artık gerçeği bilir. Babasını annesini ve hatta dedesini yaşatan bir ilahi takdir mercii vardır. Çünkü çocuk bilir artık, İlahi güçten başka hiç bir güç yoktan var edememektedir. Biz bu yoktan yaratana ALLAH diyoruz. Ve onun ikaz etmek için binlerce peygamber görevlendirdiğinide biliyoruz. Tıpkı evinize aldığınız bir elektronik eşyanın kullanma kılavuzu gibi kitaplar gönderdiğinide biliyoruz. Sebebi hem eşyaya hem kendimize zarar vermememizdir. Fazla elektrik verilirse yanabilir bozulabilir. Zararı canımıza ve malımıza olur. İşte hayatıda doğru yaşamamız içindir bu kutsal kitaplar. Sizin içine düştüğünüzü gördüğüm ikilemin sebebi ya iyi araştımamışsınız yada inancınız yok. Peşin peşin inkardaysanız zaten inanç olmaz. Sizin mantığınızla hareket edersem (tövbe haşa) , o zaman şöyle bir cümleyle sizi aydınlatmış olacağımı düşünüyorum. “ NE GEREK VARDI MADEM DÜNYAYLA VE İNSANLARLA UĞRAŞACAKTI, YARATMASAYDI O ZAMAN. YANİ İŞ KONTROLDEN ÇIKTI VE GÜÇ YETERSİZ KALDI ÖYLEMİ SANIYORSUNUZ. ANCAK SADECE KİTAP GÖNDEREBİLECEK GÜCÜNÜN OLDUĞUNUMU SANIYORSUNUZ. SİZ KURAN-I KERİMİ OKUYUNUZ ARKADAŞIM “ Diyorsunuzya madem bu kadar büyük güç sahibi, neden bu kadar küçük işlerle uğraşıyor. Kitaplarlamı insanları düzeltecek. Ve ne kadar acıdırki kitaplar gibi peygamberlerin peygamberliğinide sorgulamışsınız. Samimiyetimle söylüyorum okuyun ve bu zhniyetten kurtulun. Siz bu kutsal kitabımızı okuyunca kainatta varlığı bile zor anlaşılan bu kocaman dünya gibi küçücük kalacaksınız. Emin olun istediği ne ise ol dediği anda olacak tek ilahtır o kelamın sahibi. Ve bir imtihan olması münasebetiyle (dünya hayatında) cennet konforunu arayamazsınız. Takdirini, rızasını hak edenlerin mekanı olacaktır. Siz görmüyormusunuzki çoğu müslümanın başına bombalar yağıyor, onların sokakları kanla yıkanıyor. Kaybettiklerinimi düşünüyorsunuz? Kazanan bilakis haksızlığa uğrayandır. Peki istese YARATAN RAB`bimiz o zalimleri yok edemezmi, gücümü yetmez ? Tarihte halkların helakı olmuş ve yok olmuşlardır. Sapkın ve yanlış yaşantıları seçmeleri sebebiyle. Düşününüzki hayat boyu okula gidiyorsunuz ve öğretmeniniz hiç sözlü yada yazılı imtihan yapmıyor. Ve karne verilmiyor. Az çalışanla çok çalışanın hakkı nasıl tespit edilecek, başarılı olana mükafatı nasıl verilecek ? Tekrardan dirildiğimiz vakit kimileri ama olarak haşrolunacak. Diyecekki ama ben dünyada görebiliyordum? Cevabı ne olacak biliyormusunuz arkadaşım “ İŞTE ÖYLE“ Yani benden size tavsiye sorgulama sürecinde hızlı hareket ediniz, geç kalmışsınız. Uygulama yapınız sorgulama değil.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Aziz ALUŞ;

      —Uygulama yapınız sorgulama değil. (senden alıntı)

      hiç sorgulamadan uygulama yapılır mı?

      biz önce sorguluyoruz, infazına karar verdiklerimize infazı uyguluyoruz ama sen uygulamaya çok meraklıysan bizim infazına karar verdiklerimize de uygulamayı sen yaparsın.

      not: forumda mesaj trafiğinin bir hayli yoğun olması nedeniyle gecikmeli olarak cevap yazabildim.

    • toro dedi ki:

      Sayın Aziz Aluş,

      Toro adlı şahış olarak yazınızı henüz farkedebildim, kusura bakmayın!

      ”Peygamberin 2 şahit nezdinde Vahiy yoluyla gelen ayetleri düzenlemesi olayına son derece mantıksız ve sabit fikirli yaklaşarak kendisini bir çıkmaza sokmuş.” sizden alıntı

      Yukarıdaki yorumu yanlışlıkla bu şekilde kurguladığınızı düşünmek istiyorum! Aksi durumda yani yorumda bir yanlışlık yok ise durumunuz vahimdir! Zira benim okumadan (Kuran’ı) yorum yaptığımı ima eden bu yüzden de beni okumaya davet eden bir arkadaşın bu daveti ”okuduğunu anlayamayan” birisi olarak yapması manidardır!

      ”Peygamberin 2 şahit nezdinde Vahiy yoluyla gelen ayetleri düzenlemesi olayına”

      Şimdi okuduğunu anlamamış birinin başka birini, sırf düşüncesini beğenmediği için ve kendi düşündüğü gibi düşünmesi beklentisiyle okumaya davet etmesi açıklanmaya hatta üzerine saatlerce münazara yapmayı gerektiren bir durumdur!

      Ben fazla uzatmadan son sözlerimi söyleyeyim,

      Okuduğunu anlayamayanlar, başkalarını okuyup anlamamakla itham edemezler!

      Ha bir de unutmayın ki dünya da bir tek sizin dininiz yok!

      O yaratıcının sizin inandığınız dinin anlattığı yaratıcı olduğunu nereden biliyorsunuz?

      İşte kendi yönlendirmelerinizle kafalarını işlediğiniz çocukları kendi hallerine bıraktığınızda o saf halleriyle size soracakları ilk soru bu olacaktır!

  116. karaca dedi ki:

    var oluş mitleri neler olabilir yeryüzünde yaşayan kavimlerin mutlaka var oluş mitleri vardır.
    islamiyet öncesi yaşayan insanların yaratılış mitleri varsa eski uygarlıkların var oluş mitlerini
    yayınlama imkanı varmı mesala ateist bir toplum olan japonlar hintliler afrika kabileleri çinliler dünyanın pek çok yerinde yaşayan pek çok kavimlerin yaradılış mitleri nelerdir.islam inanışında bu belli Adem ve hava ya diğer milletlerin yaradılış mitleri nelerdir bulabilirmisiniz burada yayınlanabilirmi islam inanınışı ile ortak benzer özellikleri varmıdır. veya eski kavimlerden kalan bilgiler varmıdır.

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Tabi ki her kavmin kendi yaratılış mitleri ve bu mitlerden bize ulaşanlar vardır! Ama bir yerde yanlış yapıyorsunuz! Siz bu tür bilgilere kolayca ulaşmanızı sağlayacak ve ulaştıklarınızı kendi kendinize değerlendirebilmenize imkan verecek araçlara sahip olduğunuz halde bilgiye ulaşmak yerine bilginin size ulaştırılmasını talep ediyorsunuz!

      Sevgili dostum, semavi dinlerin inanırlarından istediği de budur! Yani hedeflediği insan profili! Sadece verileni alacak ve sadece onunla yetinecek bu sayede kolayca yönlendirilebilecek ve zapt edilebilecek insanlar!

      Artık tavşan deliğine gidecek yol karanlıklarda değildir, sadece zahmete girip o yolu kat etmeye karar vereceklerin o deliğe doğru yürümeye başlaması yeterlidir! O zaman eşitsizliğin nasıl eşitlik, yanlışların (günah) ise nasıl doğru (sevap) diye yutturulduğunu göreceksiniz! Amacın sadece, insanların sırtından beslenecek üstünler sınıfı yaratmak olduğunu idrak edeceksiniz!

      İşte o zaman normal insanların ve çocukların açlıktan ölebildiği bir dünyada, yaratılan bu sistemlerin üstünleri (din adamları) olanların sürekli tok olmalarının nedenini sorgulayabilirsiiz! Bu dünyaya eşitlik, huzur ve eşit paylaşımcılık ancak o üstünler de açlıktan çekmeye başladıkları zaman gelecektir! Aksi durumda normal insanlar o üstünlerin hayatta kalmak için sırtlarına binecekleri köleler olarak doğacak, yaşayacak ve ölecektir!

  117. kemalettin dedi ki:

    Bir anne ve baba mutfakta yemek yiyor. 2 yaşındaki çocukları salonda oynuyor.
    Sonra anne bir şey fark ediyor. Salondaki televizyonda çalmakta olan müzik kanalı değişiyor.
    Anne salona gelip bakıyor ki A kanalı yerine B kanalı açılmış ve kumanda çekyatın üzerinde.
    Şimdi anne baba aralarında konuşmaya başlasa bu kanalın nasıl değiştiği ile ilgili.
    Biri dese elektrik parazit yaptı ondandır. diğeri uydudan gelen bir frekansla olmuştur.
    Veya camdan biri girip o basıp kaçmıştır. Yada televizyon kendi kendine kanal değiştirmiştir vs.
    Çocuk televizyon kumandasını kullanmayı bilmiyor deyip onun basma ihtimalini tamamen yok sayarak hayali bir çok senaryo üretmek ne kadar doğru?
    Bir söz vardır aklın yolu birdir diye. Yani bir konuda en makul olanı en olası olanı en kolay olanı seçmek. Yani muhtemelen çocuk bilerek yada bilmeyerek kumandaya dokunup o değiştirmiştir demek gibi.
    Şimdi sadede gelelim, şu uçsuz bucaksız olmakla beraber bir çok sistemin iç içe ve denge içinde çalıştığı kainatı ve üzerinde çeşit çeşit çok gelişmiş canlıları barındıran dünyamızı ve evreni bir yaratıcı yarattı demek yerine akla mantığa oturtmanın çok zor olduğu faklı teoriler ile izah edilmesi yukarıdaki örnekte olduğu gibi cevapları çok uzakta aramaktır.
    Gözlerinizle bir insanı yada bir güneşi gördüğünüz şekilde bir yaratıcı göremiyor olmanız kainatın bir sahibi olma fikrini tamamen göz ardı etmenizi mi gerektiriyor.
    Bir yaratıcı tarafından yaratıldık demekle her soruya cevap buluyorken ve her şey bir anda anlam kazanırken ısrarla her şeyin kendiliğinden olduğunu savunmak bir akıl tutulmasıdır.
    Ben insanın bir yaratıcının varlığını sorgulamasını normal görüyorum.
    Ama tek kalemde yaratıcıyı silip atmak ve onun yerine hayali senaryolar ve zan üzerine kurulu teorileri bilim gibi göstererek varlığımızı açıklamayı ise af edersiniz bağnazlık veya ideolojik tutuculuk olarak görüyorum.
    Şu an varlığın ve canlılığın nedenleri üzerine atılan bir çok teori yada deliller içerisinde en makul olanı bir yaratıcı tarafından yaratılmış olmak görünüyorken yukarıdaki örnekte olduğu gibi bunu tamamen yok sayarak faklı senaryoları bilim ve tek varsayım olarak lanse etmek son derece yanlıştır.
    Bilim insanları da evreni sorgularken sadece kendiliğinden oldu yaklaşımı yerine, Tanrı mı yarattı yoksa kendi kendine mi oldu sorusunu beraber sorarak olgulara ve varsayımlara bakmalıdır.
    Ve önce en makul olanı seçerek teorilerini geliştirmeleri de doğru sonuçlara ulaşmanın en kestirme yoludur.

    • Nuri Baba dedi ki:

      Derler ki ; Tanrı istemezse yaprak bile kımıldamaz…
      Doğru mudur ? Evet…
      Yani, evrende ve dünyada olan veya olacak olan her şey Tanrının bizatihi izniyle olmaktadır…
      Doğru mu ? Evet…

      Bir servis aracı ve içinde on yaşlarında on çocuk…
      Ve bir trafik kazası ve yedi çocuk ölüyor, üç çocuk da yaralı hastahaneye kaldırılıyor…

      Hastahaneye kaldırılan çocukların aileleri teselli ediliyor…

      “Allah sizin yavrularınızı korumuş, verilmiş sadakanız, görecek günleriniz varmış”…
      Doğru mudur ? Evet…

      1) Her şey Tanrının elindeyse, o kazaya neden izin verdi ?
      2) Kazayı yapan şöför için alkollü diye iftira atılmasına neden izin verdi..
      3) Üç çocuk yaralı kurtulduysa, diğerlerinin ölümüne neden izin verdi ?
      4) Bu çocuklara ne düşmanlığı vardı ?
      5) Bu çocukların ailelerinin bir ömür acı çekmesini, Tanrı neden istemişti ?
      6) Üç çocuğu yaralı kurtardıysa, kurtarma kontenjanı üç kişi miydi ?
      7) İnanılan dinlere göre, hiç bir günahı olmayan bu çocukların ölümüne Tanrı engel olamadı mı ?
      8) Engel olmayı mı istemedi, yoksa buna gücü mü yetmedi ?
      9) Basit bir trafik kazasını önlemekten aciz ve yedi çocuğun ölümünü çaresizce seyreden ve ailelerinin sonsuza kadar acılara boğulmasına engel olamayan Tanrı mı ; bu muhteşem dünyayı, inanılmaz galaksileri, olağanüstü sonsuzluğu yarattı ?
      10) Kendi yarattığı (!) bir çocuğu koruyamayan Tanrı mı sonsuz Evreni yarattı ?

      Bu soruların yanıtlarını verebilme şansınız yok…
      Sadece eski masalları yineleyecek ve karşınızda salak varmış gibi anlatacaksınız…

      Oysa sizin Tanrınız ve de sevgili 1okuyucu’nun özellikle vurguladığı “Kur’anın Tanrısı” sadece bir konuda uzmandır…

      “”Hani sen Allah’ın nimetlendirdiği, senin de lütufta bulunduğun kişiye “Eşini yanında tut, Allah’tan kork!” diyordun ama, Allah’ın açıklayacağı birşeyi de içinde saklıyordun; insanlardan çekiniyordun. Oysaki kendisinden korkmana Allah daha layıktır. Zeyd o kadından ilişiğini kesince onu sana nikâhladık ki, evlatlıkları eşleriyle ilişkilerini kestiklerinde, müminler için o kadınlarla evlenmede bir güçlük olmasın. Zaten Allah’ın emri yerine getirilmiştir.””

      Bilime arkanızı dönerseniz, işte böyle kendi yarattığınız tanrının önünde bin türlü taklalar atar ve Muhammedin masallarını bizlere kafanızda ki tanrının sözleriymiş gibi anlatırsınız…

      Eğer insanlığa bir faydanız olacaksa, Muhammedin bunca kadına, bu yaşından sonra nasıl yetiştiğinin formülünü verin de, bizde sizlere dua edelim cennete gitmeniz için…!!!

  118. hasan dedi ki:

    insanlığın ömrü m.ö 20.000 ve insanlığın sonu ise yaklaşık 30.000 ve 40.000 civarında kalmıştır.

  119. hasan dedi ki:

    arkadaşlar size bir sorum olacak …… allah herkes inanır çok şükür müslümanız. allah bir cırpıda şeytan denen iblis yok edebilir neden şeytanı yok etmiyor sanki bir inat yapılıyormuş gibi bu kadar kötülüklr vahşetler savaşlar ne bileyim aklınıza gelen her türlü kötülüğü şeytan yapıyor diyorsuz
    allah neden şeytan denen iblis yok etmiyor onunla inat peşinde

  120. bir kul dedi ki:

    hasan
    arkadaşlar size bir sorum olacak …… allah herkes inanır çok şükür müslümanız. allah bir cırpıda şeytan denen iblis yok edebilir neden şeytanı yok etmiyor sanki bir inat yapılıyormuş gibi DEMİŞSİN SEN KİTABINI İYİ OKURSAN BU SORULARI SORMA GEREGİ DUYMAZSIN
    SEN KÖTÜLÜĞE KARŞI BİRŞEYLER YAPACAN DİYOR ALLAH MÜÇADELE VERECEKSİN
    İLK ÖNCE KENDİNİ VE ALLAHIN KİTANINI OKUYUP ANLAMAYA CALIŞACAKSIN HER AKLINA BŞİR ŞEY GELDİGİNDE KİTABINA SARILACAK ONE İSE ONU CÖZMEYE CALIŞACAKSIN

    ENAM 6/ 149 De ki: “Kesin delil Allah’a aittir. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”

    ARAF 7/11 Andolsun sizi yarattık, sonra size biçim verdik ve sonra da meleklere, “Âdem’e secde edin” dedik. İblîs’in dışındakiler secde ettiler; o secde edenlerden olmadı.
    ARAF 7/12 Allah şöyle buyurdu: “Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” İblîs, “Ben ondan üstünüm; çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın” dedi.
    ARAF 7/13 Allah, “Öyle ise, oradan in! Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın” buyurdu.
    ARAF 7/14 İblîs, “Bana, insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver” dedi.
    ARAF 7/15 Allah, “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin” buyurdu.
    ARAF 7/16 İblîs, “Öyle ise beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım” dedi.
    ARAF 7/17 “Sonra onlara elbette önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın” dedi.
    ARAF 7/18 Allah şöyle buyurdu: “Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki onlardan sana kim uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım.”
    RUM 30/6 Bu, Allah’ın verdiği sözdür. Allah, verdiği sözden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.
    ZÜMER 39/20 Fakat Rabblerine saygı duyanlar için, üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah, verdiği sözden dönmez.
    Zariyat 51/56 Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
    Mülk 67/2 Hanginizin daha güzel/iyi amel yapacağınızı denemek için yoklukla varlığı yaratan, O’dur. O mutlak galiptir; affedicidir.
    SAYGILARIMLA

  121. Süleyman dedi ki:

    Gel tanışalım da sana Said Nursi’nin Hikmet’ini göstereyim merakın geçsin dostum. Bir daha çok akıllılık etmezsin hem. Yukarıda resmini koyduğun Ada’m bile hayran bize çepişim.

  122. Geri bildirim: kur’an mantığa karşı 1: şeytan ve arkadaşları – sahtekutsallar

  123. tengri dedi ki:

    1 litre benzin kac para biliyormusunuz?

  124. onur dedi ki:

    Ne beceriksiz allah mış bu. 124bin peygamber gönderiyor yinede dünyanın 8 de biri kadarını kılıç zoruyla ikna edebiliyor sadece. Bu da yetmez miş gibi kitap gönderiyor koruyamıyor, olmadı bir tane daha gönderiyor onuda koruyamıyor bu son olsun diyor ve yenisini gönderiyor, bunun içi de gününü yitirmiş ve hatalarla dolu yüzlerce ayeti barındırıyor. Çok yakında değişmez dediğiniz kuran da araplar tarafından güncellenecek yoksa bunun da rafa kaldırılma zamanı gelmiş geçmiş bile. Aklınızdan şüphe ediyorum sizin, dile gelen karıncaya, konuşan kuşlara , ejderha olan asaya, mağarada 3 asır uyuyan adamlara, denizi iki bölen adama, ayı parmağı ile ikiye bölene, sandal yapıp dünyanın bütün havanlarını içine alan adama, kancık atla göğe çıkan masallara gerçekmiş gibi inandırabiliyorsanız kendinizi bir piskolojik doktoruna görünün derim.

sercan için bir cevap yazın Cevabı iptal et