ALLAH HER ŞEYİ BİLİR Mİ?

KUR’AN’A  GÖRE  ALLAH  HER ŞEYİ  HEM BİLİYOR HEM DE BİLMİYOR!

Evrenin ve varlıkların yaratıcı Tanrısı herşeyi biliyorsa eğer, Allah Tanrı değildir.
Çünkü Allah herşeyi tam bilmiyor.
Melekler birçok şeyi Allah’tan daha iyi biliyor.

Kıyametin ne zaman kopacağının haberini dahi başkalarından alan, kimin ne günah işlediğini, ne sevap kazandığını meleklerden öğrenen, kimin neye taptığını bilmeyen ya da yanlış bilen için “Herşeyi bilir” denilebilir mi?

Mesela ben bir Hristiyan’a desem ki:
“Siz Hristiyanlar Muhammed’e tapınıyorsunuz.”
Hristiyan da bana:
“Hayır, biz Muhammed’e inanmayız. Biz İsa’ya tapınıyoruz.” demiş olsa;
Bu benim Hristiyanların kime tapındığını bilmediğimi gösterir.

Bu örneği abartarak değiştireyim:
Ebubekir, Muhammed’e demiş olsa ki:
“Bu Hristiyanlar sana tapınıyorlar”
Muhammed de ona:
“Hayır, Hristiyanlar bana değil İsa’ya tapınıyorlar. Onlar İsa’ya inanır.”
Bu da Ebubekir’in Hristiyanların kime inandığını bilmediğini gösterir.

Ben ya da bir başkası, Ebubekir hatta Muhammed dahi hata yapabilir, bilmeyebilir.
Peki ama Allah bilmeyebilir mi?

Allah, kimin, kimlerin neye taptığını bilmiyor. Melekler daha iyi biliyor. İşte ayetler:

Sebe-40. Ve yevme yahşüruhüm cemıan sümme yekulü lil melaiketi e haülai iyyaküm kanu ya’büdun

O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek.

Sebe-41. Kalu sübhhaneke ente veliyyüna min dunihim bel kanu ya’büdunel cinn ekseruhüm bihim mü’minun

(Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”

Aslına bakarsanız Allah bilmediği gibi melekleri de yanlış biliyor.

Ayetlerden görüldüğü gibi kıyametten sonra hesap gününde Allah Mekkeli Müşrikleri topluyor ve meleklere “Bunlar mı size tapıyordu?” diye soruyor.
Melekler de ” Hayır, onlar bize değil cinlere tapıyordu” diyor.

Müşriklerin yaratıcı olarak Allah’a inandıklarını ama putları da aracı olarak, şefaatçi olarak kullandıklarını biliyorduk da müşriklerin cinlere taptıklarını bilmiyorduk.
Kur’an’da da hep putlara tapmakla, Allah’a ortak koşmakla suçlanmışlardır.
Cinlere inandıkları için cinlere tapmakla suçlanmaları ise Kur’an’da sadece bu ayette geçiyor.
Halbuki kendisi de, müslümanlar da cinlere inanıyor. Kur’an cinlerden bahsediyor.
Yoksa Sebe suresinin Mekki olması Muhammed’in putperestleri suçlamak için cinlere tapma iddiasını da ortaya attığını mı gösteriyor?
Daha sonra bu iddiadan vazgeçmiş olmalı ki bir daha üzerinde durmamış..

Neden Allah yanlış kanı içinde?
Neden müşriklerin meleklere tapındığını zannediyor?
Bunu açıklayamıyorlarsa hala Allah’ın herşeyi bildiği konusunda tereddütleri yok mu?

Mesela kıyametin ne zaman kopacağına dair bazı çok bilmişler çıkıp tarih dahi verebiliyorlar.
Bunlardan biri de Said Nursi.
Halbuki “kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilmez” diye yazar Kur’an.
İslam’da da “kıyametin kopacağı anı sadece Allah bilir” inancı vardır.
Gerçekten öyle midir?
Kıyametin ne zaman kopacağını herkesten önce Allah mı bilir?
Örneğin şu anda Allah bu tarihi biliyor mudur?

Füssilet-47. İleyhi yüraddü ılmüs saah ve ma tahrucü min semeratüm min ekmamiha ve ma tahmilü min ünsa ve la tedau illa biılmih ve yevme yünadıhim eyne şürakaı kalu azennake ma minna min şehıd

Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok.”

Herhalde Allah’a kıyametin saatini ulaştıranlar melekler olsa gerek.
Kıyametin kopacağı kesinleşince, vakti belirlenebilir hale gelince bu bilgi Allah’a iletilecek anlamı çıkıyor ayetten. Yani bir süreç, bir evrim tamamlanacak ve artık sona doğru yaklaşılacak da, Allah öyle haber alacak.
Örneğin evrenin genişlemesi duracak, büzülmeye başlayacak ve çökecek. Bu aşamada melekler çökmenin hesabını yapıp zamanı Allah’a bildirecekler.

Bu meleklere güven olmaz. Yanlış hesap yapar, Allah’a yanlış bilgi verebilirler.
Bunun örnekleri çok.
Örneğin Enfal-65.

Bakalım herşeyi bilen Allah, Enfal-65 ayetinde ne demiş:

Enfal-65. Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.

Yani, “1 müslüman 10 kafire bedeldir” demiş Allah.
Bunu söyleyen Allah olunca akan sular durur. 9, demiyor, 8 de demiyor, 10 kafir diyor.
Demek ki bir bildiği var. Allah hiç yanlış yapar mı?
Üstelik bunu kanıtlamak için “Çünkü” diyerek izah ediyor:
“Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.”

Ve müslümanlar bu moralle savaşa giriyorlar. Öyle ya! Allah her birinin 10 düşmana bedel olduğunu söylemiş..
Ama şaşkınlığa uğruyorlar. Savaş çok çetin geçiyor ve ağır bir yenilgiden zor kurtuluyorlar.
Öyleyse neydi kendilerini yanıltan o ayet?
Ve Allah durumu kurtarmak için bir ayet daha gönderiyor:

Enfal-66. Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.

Allah sonradan anlamış ki bu müslümanların zaafı var. Rivayetlere göre kadın zaafı.
Müşrik kadınlar savaşta etekleri kaldırınca müslümanların zaafı ortaya çıkmış?!
Allah da bakmış ki bu 1’e 10 oranı bayağı bir uçuk oldu, yeni ayetiyle oranı 1’e 2 ye indirmiş ve
“1 müslüman 2 kafire bedeldir” diye düzeltmiş.

Teknolojide bile kabul edilebilir hata oranı %2-3’tür.
Allah’ın hatası ise %500.
Bunun izah edilebilir, kabul edilebilir bir yanı yok.
Demek ki Allah herşeyi bilmiyor.

Kıyametten sonra Allah, insanları hesaba çekip günahkarları cehenneme gönderiyor.
Sonra da cehenneme daha yeri olup olmadığını soruyor.

Kaf/ 30. O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha fazlası var mı?” der.

Allah, cennet, cehennem hepsini gerçek kabul edelim.
Peki ayetteki bu soru normal midir?
O gün, gerçekten Allah cehenneme bu soruyu soracak mıdır?
Herşeyi ezelden bilen Allah, cehennemin hacmini de hesaplayarak yaratmamış mıdır ki cehenneme bu soruyu yöneltsin?

Ayeti müteşabih olarak niteleyenler olabilir. Sadece intak sanatı var ayette. Yani cansız varlıkları konuşturma sanatı. Herhangi bir mecazilik yok. Cehenneme sadist nitelik vererek insanlara korku salmak amacı taşıyor ama diğer taraftan Allah’ın cehennemin dolup dolmadığını bilmediğini ortaya koyuyor.

Sözde herşeyi ezelden bilen Allah’ın bazı konuları sonradan anlayıp bilmesi ve düzeltmesi bize insan biçimli bir Tanrıyı akla getirtiyor. Üstelik akıl, bilgi kapasitesi de insan ölçüsünde bir tanrı.
Halbuki evreni ve varlıkları yaratan bir Tanrı denildiğinde mükemmellliği, üstünlüğü, kudreti sonsuz bir varlık düşünüyor insan.
Bu durumda Allah=Tanrı denilebilir mi?

Bir örnek daha verelim:

Allah, Muhammed’e gecenin yarısını ya da biraz eksiğini veya fazlasını ibadetle, kuran okumakla geçirmesini istiyor.
Daha sonra “Bunun zorluğunu anladım ve bu yükü senin ve müslümanların üstünden kaldırdım” diyor.

İşte ilk gece ibadetine ait ayetler:

Müzemmil/ 2-7. Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt. Yahut buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku. Şüphesiz biz sana ağır bir söz vahy edeceğiz. Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüzün sana uzun bir meşguliyet vardır.

Bu da Allah’ın gece ibadetinin zorluğunu bildiğini-anladığını söyleyerek azalttığı ayet:

Müzemmil/ 20. Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu yapamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur’ân’dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur’ân’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah’tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

Kainatın yaratıcısı diye İslam’ın insanlara sunduğu Allah’ın tek başına eli kolu bağlıdır.
En başta meleklere muhtaçtır. Melekler haber götürür, bilgi getirir, yağmur yağdırır, rüzgar estirir, afet getirir.
Melekler savaşta müslüman olmayanlara karşı savaşır. Melekler insanların yaptıklarını kaydeder. Canları alır, ölüleri sorguya çeker. Kıyametin saatini Allah’a ulaştırır. Meleklerin herbiri herşeyi bilmez ama herbiri kendi dalında uzmandır. Herbirinin bilgisi Allah’a ulaşınca Allah herşeyi bilmiş olur.
Allah kendisini ve katını meleklerle koruma altına almış, yıldızları şeytanlar için bir atış tanesi yapmıştır.
Allah katına yaklaşmaya kalkanlar yıldızlarla taşlanarak önlenir.

Bu melekleri insanlardan daha güçlü, daha akıllı, yetenekli sanmayalım.
Örneğin, Bedir Savaşında 3000 meleğin Mekkelilere karşı müslümanlarla birlikte savaştığı yazılıdır Kur’an’da.
Şavaştaki müslüman sayısı 300 küsur, Putperest sayısı ise 900 küsurdur. Yani fark yaklaşık 600 düşman.
600 insana karşı 3000 melek.
Yani 1 insana 5 melek düşüyor.
Aslında hesap 1 insana 10 melek. neden?
Çünkü Enfal-66’da 1 müslümanın 2 kafire bedel olduğu bildirilmişti ya!
O halde 300 müslüman 600 kafire bedel.
Kalan 300 kişiye karşı 3000 melek. Yani 1 insana 10 melek.
İşte insanla melek arasındaki güç farkı.

Görünmeyen bir melek, bırakın savaşmayı düşman askerinin kulağını çekse, gıdıklasa, cimciklese yine yeterdi.  Demek ki akıl-yetenek yönünden de zayıf.

Melekler ve meleklerin acizliği konusuna girmişken bir başka örnek daha aklıma geldi, Kur’an’dan.
Ben pek hadis örneği vermeyi sevmiyorum, çünkü “uydurma” denilerek reddi kolay oluyor.

Büyü Öğreten Melekler:

Bakara/ 102. Tuttular da Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına düştüler. Halbuki Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, lakin o şeytanlar kâfirlik ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi “biz ancak ve ancak sizi denemek için gönderildik, sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkiyle bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.

Allah tarafından gönderilmiş 2 melek var.
Bu 2 melek kendilerine indirilenleri insanlara öğretiyorlar.
Karıkocanın arasını açacak büyü bilgilerini öğretmeden önce ise uyarıda bulunuyorlar:
“Sakın bunları uygulayıp kafir olmayın” diyerek.
Ama kötü niyetliler bu bilgilerle ve Allah’ın izniyle büyü yapıyor ve başkalarına zarar veriyorlar.

Büyünün şeytan veya cinler tarafından öğretilmiş olması normal de,
uyarmış olsalar dahi melekler tarafından öğretilmesi ilginç.
Melekler alalade insanlara, hem de kötü niyetli büyücülere vahiy mi getirmiş?
Nasıl bir insan-melek ilişkisi bu?
Yoksa İslam’ın kabul etmediği ama Hristiyanlıkta var olan “düşen melek” inancı Kur’an’da da mı var?
Fakat ayette bu 2 melek eleştirilmiyor, savunuluyor.
Meleklerin saf olduğu düşünülür de bu saflık temizlik, güzellik anlamındadır.
Yoksa bu melekler akıl yönünden de mi saftılar ki insanlar tarafından kandırılabildiler?

Allah’ın bazı şeyleri tecrübelerle öğrendiğine, ezelden bilmediğine bir örnek daha vereyim:

Kur’an’da Allah, sapkın kavimleri helak ettiğini yazar. Nuh kavmi, Ad kavmi, semüd kavmi vs.
Bu helak edilen kavimlere gönderilmiş peygamberler de vardır. Nuh, Lut, Salih gibi.
Bu peygamberler içlerindeyken yani kavimleriyle beraberken helak haberini almış ve kendilerinden yana olanları alıp kavimlerinden ayrılmışlardır.

Şimdi bakalım aynı konuda Allah, Muhammed’e ne diyor:

Enfal/ 32-33. Hani onlar, “Ey Allah’ım, eğer şu (Kur’an) senin katından inmiş hak (kitap) ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir” demişlerdi. *
Oysa sen onların içinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.

Yukarıdaki ayetlerde sözde Allah, üzerlerine taş yağdırılmasını isteyen inanmayanlar için Muhammed’e “Yapardım ama aralarında sen varsın” diyor.

Halbuki yine Kur’an’dan öğreniyoruz ki birçok kavmi aralarında peygamber varken helak etmiş, peygamberleri ve inananları kurtarmıştı.
Şimdi ise “aralarında sen varsın” diyor.

Hadi Muhammed varken gazap etmiyor, Muhammed öldükten sonra aradan 1400 küsur sene geçtiği halde ve insanlar daha da sapkınlaştığı halde Allah’tan bir hareket yok. Tersine müslümanların sapkın olarak gördüğü ülkelerin çoğu bol nimetler içinde refah bir yaşam sürdürüyorlar. Herhalde Allah, gazapla, helakla toplumların düzelmeyeceğini anladı, bildi ve ümidini kesti. Hesabını kıyamete saklıyor olmalı.

Bu kadar örnekten sonra Allah’ın herşeyi bildiğini iddia etmek zor.
Zaten daha baştan insanı yaratacağını söylediğinde melekler karşı çıkmışlar ve sonuçta Allah’a karşı haklı çıkmamışlar mıydı?

Bakara-30. Bir zamanlar rabbin meleklere: ” ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demişti. Melekler:  “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek  olanı mı yaratacaksın. Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve takdis ediyoruz.” dediler. Rabbin: “ben sizin bilmediğinizi bilirim.” dedi.

Dünya tarihinde insanların yaptığı bozgunlara ve dökülen kanlara, katliamlara bakınca meleklerin doğru söylediği anlaşılmıyor mu?

Mealcilerin tahrif ettiği ayetler

Aşağıdaki ayetlerde “Allah bilsin diye”, “Allah bilinceye kadar” anlamındaki ifadeler tahrif edilerek “Allah ortaya çıkarmak için” şeklinde meallendirilmiştir.

Tevbe 16, Hadid 25, Ali İmran 140

Allah evreni nasıl yarattığını da bilmiyor, önce göğü mü yoksa yeri mi yarattığını karıştırıyor:

Bakara-29.  O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı . Sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.

Füssilet-9. De ki: “Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratanı inkâr ediyor ve O’na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, alemlerin Rabbidir.”

Füssilet-10. O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.

Füssilet-11. Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.

Füssilet-12. Böylece onları, iki gün içinde yedi göğe tamamladı ve her göğün işini kendisine bildirdi. Yakın göğü ışıklarla donattık ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, bilen, güçlü olan Allah’ın kanunudur.

Her iki surede de,  önce yerin sonra göğün yaratıldığı söylenmekte. Aşağıdaki ayette ise tam tersi:

Naziat/27-29.  ‘Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti, onu yükseltip düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü aydınlattı.

Naziat /30-33. Ondan sonra da yerküreyi döşedi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1.034 Responses to ALLAH HER ŞEYİ BİLİR Mİ?

  1. zinike dedi ki:

    yorumlar ve ayetlerden sonraki açıklamalar mükemmel yanlız biz allah tanımayan ateistlerin yorum sitesinde hıristiyan propagandsı yapmak neiş yavur diye birşey yoktur.ey reklam alan ateistsende çelişkedesin.ateist diyor

  2. pusat dedi ki:

    yalan yanlıs dusunceler bunlar allahn kmsee ıhtıyacı yoktur meleklerı ona ibadet ıcın yaratmadımı yoksa benmı yanlıs bılıyorm.Allah evreni nasıl yarattığını da bilmiyor buda çok yanlıs bı dusunce allah herseyı bilendir elbet sonunda ona dönücez bunları yazmana ne gerek wardı?

    • hz.Muhammed dedi ki:

      senin zihnindeki Allahtan bahs edilmiyor…kuranın allahından bahs ediliyor…nerenizle okuyorsunuz yazıları….

      • speranza41 dedi ki:

        ayetlerden yola çıkarak Allah ın meleklerine sorması durumunu Allah bilmiyor diye bağıntı kuramazsınız. Allah her konuda şahit ister.Kul yalan söylemesin,kendine bahane üretmesin diye.buda yaratanın adaletli olduğunu gösterir.yargısız infaz yok.işte adalet. meleklerine soruyor.vekillik yapmasını istiyor.

      • mete oran dedi ki:

        allahın melekleri şahit göstermesine gerek yok çünkü bugün nasıl ki kameralar herşeyi kaydedebiliyor o zaman allah da dünyada yaptıklarını onlara izletebilir. yani kamera görüntüleri varken şahitliğe gerek yok. tabii 1500 sene önce kamera olmadığı için böyle bir şey düşünülmemiş.

  3. berk çakan dedi ki:

    ne yokturu birader.ben böle saçam kitab görmedim kuran gibi.alllah herşeyi bilir dio.bi dier ayette insanların omuzlarına günah yzsın die melek koyduk dio.allah herşeti biliosa nie melek koyuyo omza .ayriı bi saçmalık daa

    • Bşra dedi ki:

      insan ahirete gelince inkar ettiği zaman melekler ve kitap onune konulcak ve sustrurulcakta ondan ispatlanmış olacak yaniiiiii !!!

      • FERHAT 1106 dedi ki:

        hımmm allah katiplerle ispatlı iş yapacak yani buna ne ihtiyacı var teknoloji gelişti direk gözlerinin içine yerleştirilen optik lenslerle beynin loplarına bu görüntüler ulaştırılabilir. yada ol deyince oluyorsa eğer kimse yalan söyleyemez der ol der olur kitaba gerek kalmaz ne gerek var bu kadar yazılı kayıt tutmaya 😀

      • csk dedi ki:

        allahın teknolojiye ihtiyacı yok ve elbette kimse yalan söyleyemiyecek bunu allah ayetlerinde açıklıyor.

        “O gün kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahitlik edecekler.” (Nur: 24)
        “Suçlular simalarından tanınırlar, alın saçlarından ve ayaklarından yakalanırlar.” (Rahman: 41)
        “O gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.” buyurmaktadır. (Yâsin: 65)

        “Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın.’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir, lâkin anlamazlar.” (Bakara: 11-12)

        “Sonunda oraya varınca, kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde şahidlik ederler.

        Derilerine ‘Aleyhimize niçin şahidlik ettiniz?’ derler. ‘Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır, yine O’na döndürülüyorsunuz.” cevabını verirler.

        Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahidlik edeceğinden korkarak kötü iş işlemekten çekinmiyordunuz. Hayır, Allah’ın yaptıklarınızın çoğunu bilmediğini sanıyordunuz.” (Fussilet: 20-21-22)

        demekki allahın teknolojiye ihtiyacı yokmuş.o kitap senin yaptıklarını sana göstermek için var allahın o kitaba da ihticayı yok.

      • yasir dedi ki:

        “O gün kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahitlik edecekler.” (Nur: 24)
        Csk Kardeşim, çok güzel bir konuya değinmişsin…
        Günümüzde gelişen tekneloji ile Parmak izleri-doku örnekleri vs bir çok analizler sayesinde elde edilen deliller sayesinde suçluları yine kendi elleri-derileri-dilleri-tükürükleri vsvs bir çok uzuvları ele vermektedir…
        Acaba buna ne kulup bulacaksınız….

      • csk dedi ki:

        tşk ederim yasir kardeşim
        bugün bilim teknolojinin yeni bulduğu bir çok şeyi kuran 1400 yıl önce söylüyor.
        buna rağmen ayetlerin insan uydurması olduğu söyleniyor.

      • susuna dedi ki:

        …insan ahirete “gelince” diyen Bşra, sen bunu yazdığında ahiretteydin galiba.
        Beni bütün kirli çamaşırlarımın sayılıp döküldüğü bir kitapla susturacaklarsa bayağı acizlermiş desene. Yahu Allah’ın huzurundasın, o konuş demeden konuşamazsın bile.

        Bu düşünceden şunu anlıyorum: biz car car konuşacağız, bizde bir inkar kıyamet; ama Allah, al diyecek bana inanmıyorsan melekler şahit, olmadı kitaba bak, boşuna mı yazdık bunları!

      • mete oran dedi ki:

        o kadar yazılı kayıda gerek yok. anında önüne koyarsın kamera görüntülerini. zaten kimsenin de itiraz edecek durumu yok. Pardon! o zaman daha kamera icat edilmemiş miydi? Ee! artık bundan sonra yazılı kayıda gerek yok. Çünki artık hd kalitesine kameralar var, hatta üç boyutlu kameralar dahi var D))

  4. ismail dedi ki:

    bence bu adam deli allah hakkında nasıl böyle konuşur allah her daim meleklerden daha iyi bilir.
    bu adam herşeyi yanlış yazmış. gerizekalı kafir.

    • kello dedi ki:

      bilir dedğin allah meleklere soruyor işte, onlarda yanlış cevap veriyor beyinsiz

      • cevahir dedi ki:

        arkadaşlar bu saçma şeyleri yazan müslüman değil.islamiyeti karalamak istiyor..kanmayın bunlara…

    • Gencer dedi ki:

      Siz okuyup anlamayanlardanmısınız?Serdar bey Kuran’da bahsi geçen ALLAH diyor.
      Bir sürü yanlışla dolu Kuran’dan bahsediyor.

  5. MusLumanGenC dedi ki:

    Hani Allah(c.c)
    Bakara suresi, ayet 30- “Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. (Melekler):Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” dediler. (Rabb’in): “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi.”

    Şüphesiz ki Allah (c.c)’In Âlim ismi O’nun son derece tum bilgilere sahip oldugunu bilir…
    Bu siteyi acipta Allah’In hicbirsey bilmedigini (haşa) soyleyen zat , ortaliga hep konuyu çarpıtan ayetler ortaya koymuştur;fakat devamInI gecirmistir …
    Şüphesiz ki Âlim olan Allah herseyi hakkIyla bilendir.
    Dusunen insanlar icin bunda ibretler vardir!
    2.hususta şudur :
    Allah’In meleklere soru sormasI Allah’ın o konuyu bilmedigini gostermez zaten boyle birsey soz konusu degildir… Soru sormasindaki maksat kendisine ŞAHİT tutmaktir …
    Eğer ki insanoğlu Mahşerde hesap cekilecegi vakit , yaptiklarini yalanlarsa Allah’ın suâl sordugu melekler o kulun yapitigi gunahlara sahit oldugundan , yalan soyleyen kisinin gunahI apacik ortaya cikacaktir …Allah’ın meleklere soru sormasindaki maksat budur !

    • hz.Muhammed dedi ki:

      insanlar allahın huzuruna çıkacak da allahın şahitliğini mi kabul etmeyecek….melek mi tatmin edecek insanları…saçma sapan konuşuyorsunuz..

    • FERHAT 1106 dedi ki:

      yani ayetin devamında isminin alim olduğunu söylemesi her şeyi bildiğine apaçık kanıttır. ve bunu ispat etmek için kendi yarattığı varlıklardan şahitlik istiyor buda şüphesiz sana mantıklı geliyor ilginç sen bilmezmisin benimde isimlerinden biride alim dir ve bunda şüphe yoktur ben her şeyi bilirim hadi banada iman et

  6. Ömer dedi ki:

    Bak bu yazıyı yazan kisi senin kafa ya düşüne düşüne kafayı yemiş yada tek basına kaldığın için sapitmis durumda aklın basına al bu yazıyı yazdığın için belki ılerde çok pişman olacaksın olmasanda öte tarafta hüsrana uğrayanlardan olursun aklını basına devşir ayetleri tamamen kendi yorumunu katarak yorumlamissin bu da son derece yanlış kendine gelmeni tavsiye ederim bak uyarmadı deme hemen tövbe et yani yazdıklarını bı don oku sen nasil bunları yazmışsınız Allah a resmen karsı gelmissin uzak deyil kendine bir bak neyin eksik vücudunda ornegin duşun 5parmagindan bas parmağın olmasaydı ne olurdu bı duşun burnunu duşun dünyadaki bütün kokuları alsaydı ne olurdu bir de Suna bak kulağının almış olduğu seslere bak daha hassas frekanstaki sesleri duysaydınız ne olurdu en basitinden bir karıncanın ayak seslerini duysaydın ne olurdu hepsi birer isgence olurdu sana bide nefes almayı duşun ne muhteşem birsey havada o kadar gaz olduğu halde sadece oksijeni alması bı tesadufmu bı duşun topraga ekilen sebze meyve ne varsa aklına getir bir topraktan bunlar nasil çıkabilir hiç düşündün mü sürekli yiyorsun bı duşun bunlar nasil oluyor o aciz toprakta herseyin yaratıcısı Allah sayesinde tabiki arkadas kendine gel tövbe Allah tövbe edenleri kabul edendir.

  7. Bir Hanif Müslüman dedi ki:

    Öncelikle Ömer beye katılıyorum.
    Ben melekleri cenabı Allah’ın icra kuvvetleri olarak anlıyorum. Yani melekler öyle ara forumda kalmış,düşünen varlıklar değildir. “meleke” nin kelime anlamı,yetenek,güç, kuvvet,yönetmek anlamlarına gelir.
    Allah’ın cebri,icra güçleri anlamına geldiklerini düşünüyorum.

    Allah’ın meleklere sormasını da,birincil olarak bir edebiyat sanatı,insanların bilincine holografik bir imaj bırakma,ibret olması,kayda geçirilmesi amacını taşıdığına kanaat getiriyorum.
    Kur’anda geçen bu tür ifadeler,insanların zihinlerinde düşünmeyi kolaylaştırıcı, çağrışım yaptırıcı etkiler sağlar.
    Her peygambere, gönderildiği toplumun en güçlü olduğu özelliklerde mucizeler verilir. Musa zamanında sihir ön plandaydı. Musa’ya sihirleri alt edici mucizeler verildi.
    İsa zamanında tıp çok üstündü. İsa’ya da tıpla ilgili mucizeler verildi.
    Muhammed zamanında ise, Araplar şiir ve edebiyat alanında çok ileriydiler. O’na da Arapların şiir,edebiyat alanındaki üstünlerini alt eden bir mucize,yani Kur’an gönderildi. Kur’anı araştıran birisi,Kur’anda tüm edebi sanatların en etkin ve verimli bir şekilde kullanıldığına şahit olur. Her ne kadar gereksiz olarak düşündüğünüz tekrarlar,kopyala yapıştır tarzında izlenim veren ayetler olsa da;Kur’anda hiçbir kelimenin, cümlenin aslında boş yere kullanılmadığını görürsünüz. Her bir dizilişte aslında bir ahenk vardır. Bunu Kur’anı okumuş olmak,fikir sahibi olmak amacıyla okuyan birisi farkedemez. Ancak çok derinlemesine düşünüp,tahlil ederek, bağlantılar kurarak farkındalığı farkedebilirsiniz.
    Saygılarımla

    • hz.Muhammed dedi ki:

      “meleke” nin kelime anlamı,yetenek,güç, kuvvet,yönetmek anlamlarına gelir.
      yazmışsın…meleklerin ne kadar güçlüymüş ki düşman ordusunu yenememiş….sana küfretmek istiyorum da neyse

    • Gencer dedi ki:

      Abi gerçekten sizler kafayı sıyırmışsınız.Bu Melekler Muhammed zamanında neredeyse zamanlarının çoğunu yerde geçiriyormuş.1500 yıldır ne yapıyor bu arkadaşlar.Birde yukardaki ağıldan koç getiren Melek var.Sonra bu Melek demişki İbrahim çocuğu keserken yetişemeyeceğimden korktum.Ulan bir avuç uyuşturucu bile alsa insan bu kadar abuk sabuk zırvalara inanmaz.

      • Eski Dindar dedi ki:

        Gencer, deminden beri gülüyorum yazdığın yoruma. İnan ki ancak bu kadar iyi tasvir edilebilir şu humakanın ahvali!

  8. doğatürkmen dedi ki:

    Esasen Tanrı insanın gökyüzündeki gölgesidir. En çokta nemrutların, firavunların gölgesi. Bu yüzden tanrının melekleri hükümdarın bakanları ve görevlileriyle paraleldir.

  9. orhan afyon dedi ki:

    bu dünyada inananlarda inanmayanlarda olacak taki herkes allahın varlığına tek hakim ve tek yaratıcı olduna inandığı zaman bu dünya bitecek işte o zaman inanmayanlar için ne büyük azap var tadına varacaklar.ya bütün canlılar bitkiler toprak su gök bile allahı zikrediyo halbuki yaratılanların en üstünü en değerlisi biz insanlarız aklı fikri bize vermiş mevla ama yarattıklarının içinde en çok biz insanlar acımasız olmuşuz birtek bizler görevimizi yapmıyoruz bu dünyadada öbür dünyadada allahın nimetlerini rızasını haketmiyoruz bence.

  10. emre dedi ki:

    sayın yazar bu konudaki düşüncelerinizi neye dayanarak yazıyorsunuz onu bende anlamıyorum yaradan bir çok ayetinde sadece kendisiniz bildiğini ve yerin göğün yaratıcısı olarak gözteriyor kendini bunlara neden kafa yormayıpta cevabı içinde belli olan ayetlerle inanların karşısına gelip akılları bulandırmya çalışıyosunuz ALLAH meleklerini yada cennet cehennemi teyit ettirmek namına yarattıklarının aklında her hangi bir soru işareti kalmasın diye sorular yöneltmekte yapmayın daha tutarlı tartışmalar yöneltin…

    • hz.Muhammed dedi ki:

      sayın yazar bu konudaki düşüncelerinizi neye dayanarak yazıyorsunuz demişsin yazara…
      adam kendi yazdığı kitaptan mı yazıyor….
      senin inandığın kurandan yazıyor…ulan nerenizden okuyorsunuz…
      kendime salak diyeceğim lan sizin yüzünüzden…
      okuduğumu anlamıyorum gibi bir düşünce oluştu lan beynimde…

    • Gencer dedi ki:

      Ben Yaratana inanıyorum ama bu Yaratan Tevrat,İncil ve Kuran’Da tarif edilen kesinlikle değil.İnsanın bir yaratıcıya inanması için aracıya gerek varmı?

    • Ne kadar çok salak varmış meğer!Ulan ne meleği ne keleği,ne isası,muhammedi!Hâlâ anlamıyormusunuz zaman zaman bazı DÜZENBAZLAR çıkmış deli saçması uçuk kaçık saçma sapan sözlerle ve booolll booolll ebedî refah vaadiyle cahillerin akıllarını çelmiş,sahtekârlıklarının farkına varanlarıda birşekilde yoketmişler…Ama dangalaklar o kadar çokki burada da onlardan bol miktarda var,Hay sizin beyninize işeyeyim..

  11. Yalın gerçek dedi ki:

    kuranda sık sık geçen Allah çok merhametlidir ayeti ve Allah hiç kimseye zerre kadar haksızlık etmez sözü mantıklı düşünen ve sorgulayabilen herkes için zaten gerçekle hiç bağdaşmadığından olayı bitiriyor.gerisi teferuat..
    Merhametli bir yaratıcı her şeye kadir ise, masum çocukların korkunç acılar çekerek ölmesine seyirci kalmaz.ne denemek için ne de sevdiğinden yanına almak için ..ne de başka hikayelerle..

    • Gencer dedi ki:

      Gerçekten umutluyum ki sizler gibi aklı başında İnsan çok sayıda ve Giderek artıyor.Hurafelere inanmak için can atan deli topluluğunun içinde yaşamak çok tuhaf geliyor insana.İbrahim Mancınıkla ateşe atılacak ateş serin ol dencek ateş serin olcak.İyide Mancınıkla yere düşünce kıçı başı kırılmayacak mı?Mancınıkla atılan biri ölmezmi abi?İsa Bebekken konuşacak Tanrı beni Peygamber yaptı bana Kitap (incil) verdi diyecek sonrada diyecekki bana hayatımın sonuna kadar Namaz ve Zekat öğütleyecek.Hıristiyanlara Namaz Zekat bu ne çelişkidir.?İyi ki varsınız .

      • bilal dedi ki:

        HZ.İBRAHİM’İN ATEŞTE YANMAMASI İLE BEBEK İKEN HZ.İSA’NIN KONUŞMA MÜCİZESİ !!! Kur’an ve sahih sünnete hz.İbrahim’in mancınıkla ateşe atıldığına dair bir işaret bulunmamaktadır.Mancınık olayı,kur’an ve sünnet dışı rivayetlerdir… Ateşe atıldığı bir gerçektir,ama ne ile atıldığı kesin bilinmemektedir.Mancınıkla ateşe atılmış olsa bile,bu evreni yaratan yüce Allah haşa onu korumaktan aciz midi.? Ateşi yakıcı özellikte yaratan yüce Allah,istediğinde ateşi oluşturan atomları tersine,pozitif durumdan negatif duruma çeviremez mi. ? Ateşin atomlarındaki,sistemi tersine çevirmekten haşa aciz mi ? Ateşi yakıcı özellikte yaratan yüce kudret istediği zaman bundaki yakıcı sistemi anti yakıcı sisteme de dnüştürebilir. Bugün bilimsel olarak antimaddenin varlığı da tespit edilmiştir.’’ Antimadde (ters ikizi) Paul Dirac denklemiyle ortaya çıkarılmış ve daha sonraki gözlemlerle de varlığı doğrulanmış- tır. ’’Bkz:Antimadde-vikipedi ‘’Evet madde ve antimaddeyi yaratabilen yüce Allah,yakı- cı özellikte yaratmış olduğu ateşi de antiyakıcı bir özelliğe getirebilir. Mesela: Split klimalar soğutmayı gerçekleştirdiği gibi ısıtmayı da gerçekleştirebiliyor.Yani aynı cihaz istendiğin de soğutabildiği gibi,tam tersine de ısıta bilir.İnsan böyle bir cihazı üretip bu duruma getirebiliyorsa,ateşi normal yakıcı özellikte yaratan yüce kudret olan Allah’da istediği zaman bu ateşle hem yakabilir,hem de serinletebilir..Yani nasıl ki split klimalar iki zıt fonksiyonu gerçekleştirebiliyorsa,istediği zaman yüce Allah’da yaratmış olduğu ateşe iki zıt özellik ve fonksiyon verebilir. ..Bu evreni yaratan yüce kudret olan Allah ateşi şu veya bu şekle sokması onun için hiç de zor bir şey değildir. Bu nedenle,yüce Allah da yakıcı bir özelliğe sahip olan ateşi serinletici bir özelliğe sokarak elçisi olan hz. İbrahim’i böyle bir mücizeyle kurtarmıştır. Yüce Allah’ın yaratmış olduğu insan,bilimsel mücizleri icat edebiliyorsa,evreni ve mücizeleri üreten insanı yaratan yüce Allah istediğinde de mücizeleri de yaratabilir… ( bugün elimizde bulanan bütün teknoloji ürünleri,telefon,bilgisayar,uydu araç garekçleri vs.ne varsa hepsi birer mücize değil midir ? Bir kaç yüz sene önce bunların icat edileceğine kim inanabilirdi ? Bütün bunlar hayal değil midi ? Bugün bütün bunlar gerçekleşmemiş mi ? ) Öyleyse evreni ve mücizeleri üereten insanları yaratan yüce Allah her istediğini yapabilir…Mücüzeler bizim için zor olabilir,ama evren onun yasalarını yaratan yüce Allah için bunlar hiç de zor bir şey dğildir. 2-Evren ve onun bütün yasalarını yaratan yüce Allah bir yaşından sonra bebek konumundaki çocuğa anlamlı konuşma yeteneğini verebiliyorsa, istediğinde de bebek daha da küçük iken bir mücize olarak ona bir anlık anlamlı bir konuşma yeteneğini de verebilir…Bebeği yaratan ve daha sonra ona konuşma yeteneğini veren yüce Allah dilediğinde de hemen onu konuşturabilir…İşte hz. Meryem’in iffetini ispat ettirmek için yüce Allah da bebek yaştaki oğlu hz. İsa’yi bir mücizeyle konuşturmuştur…Bu,yüce Allah için zor bir şey midir.??? 2-Hz.İsa’nin ifade ettiği namaz ve zekat nedemektir.? MERYEM-31 : واوصاني بالصلاة والزكاة ما دمت حيا ‘’ ..Yaşadığım müddetçe bana salatı (dua vb.) ile zekatı (arınmayı,temiz ve iyi işler yapmayı ) bana öğütledi.” Çünkü arapça da ‘’ صلاة ‘’ salat ) اقيموا ‘’ gibi emir kipiyle gelmeyince bunun anlamı,dua,Allah’a yalvarmak,zikir vb.gibilerdir..İşte burada bana namaz kılmayı değil,dua vb.yapmayı öğütledi” şeklindedir.Kur’an’daki namaz anlamına gelen salat iafadelerinin başında ‘’ اقيموا ‘’ namaz kılınız,ikame ediniz ifadeleri vardır. ‘’ Zekat ‘’ ise arınmak,temizlenmek anlamına gelir.Kur’an da da ‘’ Normal bildiğimiz mali bir ibadet olan zekat ‘’زكاة ‘’ ifadesi de daima emir kipi olan ‘’ واتوا لزكاة ‘’ ve atuz zekate ‘’ zekatı veriniz diye şeklinde gelmektedir…Bu her iki emir kipi olan ’’ اقيموا – واتوا ‘’ ifadeleri Meryem 31.ayette olmadıklarından dolayı buradaki ‘’Salat ‘’ dua vb.’’ Zekat de ‘’ arınmak,temizlenmek ve iyi şleri yapmak anlamındadır.Bu nedenle meallerde geçen namaz ve zekat,günde beş vakit kılınan namaz ve maldan verilen zekatle alakası yoktur.Yani yüce Allah islamdaki namaz ve zekatı hz.İsa’ya emretmemiştir.. Bu nedenle müslümanlıktaki namaz ve zekat verme durumu hıristiyanlıkta yoktur…MERYEM-31: ayetteki Salat ve zekat ne anlama geldiğine dair Arapça ‘’ تفسير بحر المحيط ‘’ adlı esere bkz: Özetle MERYEM-31:ayette göre hz.İsa’ya öğütlenen veya emredilen namaz ve zekat islamdaki beş vakit namazla ve mali bir ibadet olan zekatle hiç alakası yoktur.Bu nedenle çelişki diye bir şey söz konusu asla değildir.Bunların hıristiyanlıkta olmaması bu ayetle hiç bir şekilde çelişmez..!!! NOT: ‘’ İNTERNET HABERDE ‘’ 6.Ma.2009 tarihinde şöyle bir haber geçiyor: Rusya’nın Norilsk kentinde dünyaya gelen bir bebek doğumdan bir kaç dakika sonra konuşmaya başladı…’’ Google de ‘’ Rusya’da doğar doğmaz konuşan bebek ‘’ şeklindeki haberi bulabilirsiniz… Özetle,evreni ve her şeyi yaratan Allah bir mücize olarak bebek yaştaki hz.İsa’ya konuşma yeteneğini verebilir ve bu onun için çok kolaydır.. Kur’an,ne diyorsa doğrudur…Çünkü o bir beşer sözü değil,evreni yaratan yüce Allah’ın sözüdür……… Saygılar…..

      • yasir dedi ki:

        ÂLİ İMRÂN – 43 –Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn(râkiîne).
        ÂLİ İMRÂN – 43 –Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O’nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.

        ŞÛRÂ – 13 –Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
        ŞÛRÂ – 13 –“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.

        Bilal Kardeşim…Yazılarını ilğiyle takip edip seni tabrik ediyorum.
        İsa Peyğambere Emredilen Zekat ile Namazın günümüzdeki Namaz ve zekat ile aynı olmadığını belitmişsin…
        öncelikle yukardaki ayetleri sana birer örnek olarak veriyorum ki Nuh peygamberden , İbrahi, İsmail, İshak,Musa, davut, İsa ve ALLAH Resülüne kadar ve şimdide ALLAH’ın şeriyatı ve dini Aynıdır Lakin bunu insanlar değiştirmiş ve fırkalara ayrılmıştır…
        Salat ve zekat kelimesi anlam olarak geniş cümleler, lakin içini ayırlarla doldurmak biz kulara kalmıştır…Farsçadan bize geçen ”NAMAZ” kelimesi şu an için bizim kafamızı çok karıştırmaktadır biz Türkler namazdan sadece Kıyam-Rüku ve secde anlamaktayız lakin bu üç ritüelde dahil olmakla birlikte ALLAH’a hamd etmek şükretmek ve dünya yaşamındaki her alandada ALLAH’a secde etmek emirlerine itaat etmek gerekir secdemiz sadece namazdaki secde ile kalmamalıdır ve rükümüzde aynı şekilde hayatımızın her alanında ALLAH’a rükü edip eğilmeliyiz, Kıyamımızda hayatımızın her alanında haksızlıklara kıyam etmek ve sadece Allah huzurunda secde – Rüku ve kıyam etmeliyiz…
        Zekatımızda aynı şekilde hayatımızın her alanında temizlenmeliyiz, sadece malımızın zekatını verip temizlendim demekle temizlenmiş olunmuyoruz…
        Aile ilişkilerimiz-komşu ve sosyal hayatımızda örnek birer bireyler ve aileler olmalıyız…
        Kuranda salat-namaz nasıl kılınması ve ritüellerü 3 şekilde açıklanmakta Kıyam-rükü-secde bu üç ana ritüel ve bunların hayatının her alanınana yansıtmak İlk insandan günümüze kadar bütün insanlara farzdır, zekatta aynı şekilde,oruçta aynı şekildedir…
        Önceki geçmiş ümmetlerin salat anlayılı ve ritüel şekilleri farklılıklar ve günün belirli saatlerinde farklılıklar olabilir veya günümüzdeki bazı islam Meshebi olanlarında uyğulamaları farklı olabilir lakin burda esas alınan nokta ALLAH huzurunda ALLAH için namazını-zekatını veya oruçunu tutmaktır….

        HACC – 26 –Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne vel kâimîne ver rukkais sucûd(sucûdi).
        HACC – 26 –Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.

      • yasir dedi ki:

        SÂD – 24–Kâle lekad zalemeke bi suâli na’cetike ilâ niâcih(niâcihî), ve inne kesîren minel huletâi le yebgî ba’duhum alâ ba’dın illellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve kalîlun mâ hum, ve zanne dâvûdu ennemâ fetennâhu festagfere rabbehu ve harre râkian ve enâb(enâbe).
        SÂD – 24–Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.

        HÛD – 87 –Kâlû yâ şuaybu e salâtuke te’muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâ’(neşâu), inneke le entel halîmur reşîd(reşîdu).
        HÛD – 87 –Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”

        İBRÂHÎM – 40 –Rabbic’alnî mukîmas salâti ve min zurriyyetî rabbenâ ve tekabbel duâ(duâi).
        İBRÂHÎM – 40 –Ey Rabbim! Beni namaz kılan biri eyle. Soyumdan gelenleri de. Ey Rabbimiz! Duamı kabul eyle.

        RÛM – 31–Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
        RÛM – 31–Hepiniz O’na yönelerek O’na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın.

        BAKARA – 43–Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn(râkiîne).
        BAKARA – 43–Namaz kılın, zekât verin, rükû edin rükû edenlerle.

        NİSÂ – 103 –Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
        NİSÂ – 103 –Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.

        Bilal Kardeş, Yukarda bazı salat ayetleri verdim yukarda İsa peygambere söylenen salat ile şimdiki Resülullah ümmetine söylenen salat farklı olduğunu söylüyorsun, bu konuyu tekrar gözden geçirmeni istiyorum, belki ben yanlış olabilirim bizler hatasız değiliz, hatamızdan dönmek bizim en büyük erdemimizdir, en iyisini tabiki ALLAH bilir lakin Salat Adem yaratıldığından beri bütün müminlere aynı sekilde emredilmiştir…
        Salat, sadece dua etmek değildir sadece dua etmek olsa İbrahim peygamberin duasınında Arapça olaan Dua kelimesi ile salat kelimesi aynı ayette geçmektedir Bizleri salat edenlerden kıl ve soyumuzuda derken Dua mızı kabul buyur diyor Salatımızı demiyor….
        Ayrıca salat,Destek vermek -yanında olmak-taraf olmak -yüceltmek-övmek vsvsvs anlamlarada gelmektedir…

        AHZÂB – 56– İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).
        AHZÂB – 56–Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.

        Ahzap 56’da ALLAH ve Melekleri Nebiye Salat ederler diyor budaki sallu-sellim-salah-salat kelimeleri tamamen cümle içerisinde anlamını tamamlamaktadır ve burdaki anlamıda ALLAH ve melekleri Nebiye Onure etmsi-yüceltmesi-destek olması-yardım etmesi-Nebinin tarafındadır anlamındadır…
        Allah ademi yarattığında, meleklere emredip secde ettirmektedir bu ayeti göz önüne aldığımızda Meleklerin Nebiye salat etmesi mantıklıdır ve ALLAH’ta dilediğini yüceltir-över ve onure eder-edebilir, lakin biz insanlar sadece ve sadece ALLAH’ı yüceltir-över ve hamdedebiliriz…Çünkü bütün övğüler-yücelikler-hamdler ve sükürler şüphesiz ALLAH’a aittir ve onun içindir…

      • yasir dedi ki:

        Bilal Kardeş, Arapçanın çok iyi olduğunu bildirmiştin…
        Bu sebebten sana şu soruyu sormak istiyorum, şimdiden tüm haklarını helal et…

        Ahzap 56 ayetinde…
        İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi,
        Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar.

        Burada ALLAH ve Meleklerin Nebiye Salat ettiklerini söylüyor ve akabindede

        yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).
        Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.

        derken… burda ey iman edenler sizde teslim olarak salat edin denilirken çoğu çevirmen ve tefsirciler peygambere salat edin gibi çeviriyor,,,lakin bu ikinci cümlede ne ALLAH nede Peygamber geçmemekte sanki bir muhallaklık var ”ONA” derken kastedilen kimdir? ALLAH’a mı Yoksa Nebiye mi? salat edin denilmektedir…

        Senin arapçan çok iyi olduğundan gramer olarak daha iyi kavrayabilirsin, lakin ben arapça bilmiyorum aşinalığımdan dolayı arapça metini okuduğumda ilk cümlede ALLH ve Melekleri Nbiye salat etmektedir, sizde ALLAH teslim olarak salat edin gibi bir anlamda çıkrmaktayım…
        Zannın çoğu kötüdür Bütün zanlarımızdan dolayı RABBİM bizi af etsin…

        AHZÂB – 56–
        İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alen nebiyyi,
        Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar

        yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ(teslîmen).
        Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.

      • yasir dedi ki:

        Bilal Kardeş, aşşağıda bakara 83 ayetinde ALLAH israiloğlularına Namaz kılmayı ve zekat vermeyi aynı bize buyurduğu gibi buyurmaktadır ”””ekîmûs salâte ve âtûz zekât(zekâte),””’ İsrailoğlularından öncede bütün zekat ve salatlar aynıdır lakin kişi tertemiz kalbiyle sırf ALLAH için yapmışsa eksik veya fazla veya sekil ne olursa olsun ALLAH bunların hepsini kabul buyuracaktır, çünkü RABbimiz çok bağışlayan ve af eden olduğunu her fırsatta söylemektedir, en önemli olan temiz bir kal ile ALLAH’a teslim olmak ve her şeyi ALLAH için yapmaktır…

        Oruç’ta aynı şekilde Salat ve zekat gibi önceki ümmetlere farz olduğu gibi bizlerede farz kılınmıştır…

        BAKARA – 83 –Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bil vâlideyni ihsânen ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât(zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn(mu’ridûne).

        BAKARA – 83 –Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.

        BAKARA – 183 –Yâ eyyuhâllezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).

        BAKARA – 183 –Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.

      • yasir dedi ki:

        Yahudilerde abdest ve namaz-Salat…

        MÂİDE – 12 — Pek azı müstesna daima hainliklerini duyarsın, gene de bağışla onları, geç suçlarından. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.

        NİSÂ – 46 –Küfürleri sebebiyle onları lânetledi. Artık onların pek azı hariç, îmân etmezler.

        Maide 12 ayetinde ””ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte”” İsrailoğlularına emredilen Salat-namaz ile zekat son peygamberin ümmetine yani bizlere emredilen Salat-Namaz ve zekat aynıdır…

        MÂİDE – 12 –Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîl(isrâîle), ve beasnâ minhumusney aşera nakîbâ(nakîben) ve kâlellâhu innî meakum lein ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel enhâr(enhâru), fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).

        MÂİDE – 12 –Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.”

        MÂİDE – 12 –Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet(kâsiyeten), yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bih(bihî), ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbul muhsinîn(muhsinîne).

        MÂİDE – 12 –Ahitlerini bozdukları, verdikleri sözden döndükleri için lânet ettik onlara ve kalplerini katılaştırdık. Onlar, sözlerin yerini değiştirirler, kendilerine verilen öğütten bir hisse de almazlar. Pek azı müstesna daima hainliklerini duyarsın, gene de bağışla onları, geç suçlarından. Şüphe yok ki Allah, iyilik edenleri sever.

      • yasir dedi ki:

        NEML – 76 –İnne hâzel kur’âne yakussu alâ benî isrâîle ekserellezî hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
        NEML – 76 –Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor.

        MÂİDE – 82 –Le tecidenne eşedden nâsi adâveten lillezîne âmenûl yehûde vellezîne eşrakû, ve le tecidenne akrabehum meveddeten lillezîne âmenûllezîne kâlû innâ nasârâ zâlike bi enne minhum kıssîsîne ve ruhbânen ve ennehum lâ yestekbirûn(yestekbirûne).

        MÂİDE – 82 –İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da “Biz hıristiyanlarız” diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve râhipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.

        Hiristiyanlarda Namaz…

      • bilal dedi ki:

        Sayın Yasir kardeşim !
        Önce hakkınızı helal edin, AHZAB-56.ayetle ilgili yazınızı tesadüfen şimdi gördüm, bu iliginizden ve özellikle çok değerli açıklamarınızdan dolayı da size çok teşekkür edrim,Allah razı olsun….! AHZAB-56: …….يا ايها الذين امنوا صلوا عليه وسلموا تسليما ‘’ Ey iman edenler ! Siz de ona (peygambere) salat getirin.( onun için dua ve istiğfar edin.) وسلموا تسليما ‘’ Ve sellimu teslima’’ ifadesinden müfessirler ‘’… ve ona,( yani peygambere ) tam bir içtenlikle selam verin.’’ diye yorumlamışlardır. ”Ve sellimu ” cümlesindeki ‘’ و ‘’ atıf edatı olduğu için burada ( o ) zamiri yoksa da yine ‘’ matufu aleyhinin’’ ( kendisine atıf yapılan cümlenin) hükmü ne ise,bu hüküm ‘’ matuf ‘’ (atıf edilen ) cümleye de verilmek-tedir… Yani,müfessirlere göre peygambere selam de getirin… ‘’ Tam bir içtenlikle selam edin..’’ ifadesi makul görülüyor. Fakat, ‘’ Allah’a teslim olarak selam da edin..’’ ifadesi ayetin metniyle daha uyumlu görünüyor…Yani ‘’ selam edin…’’ ifadesi vardır. ( Allah’a teslim olarak peygambere salat ve selam edin..’’ şeklindeki ifade daha isabetli oluyor diye düşünüyorum… Zaten selam da bir duadır..(esenlik anlamına gelir) Özetle,’’ Ve sellimu ‘’ yerine ‘’ ve eslimu teslima ‘’ olsaydı,o zaman anlamı şöyle olurdu, ‘’ Bu konu da Allah’a tam teslim olarak peygambere salat edin.’’ yani selam ifadesi geçmezdi…Ama ‘’ ve sellimu ‘’ ifadesi selam etmeyi, ‘’ teslima ‘’ ise,Allah’ın emrine teslimiyeti ifade ediyor… Ben şahsem,bu şekilde anlıyorum….(yani,Allah’a teslimyetle selam verme de vardır… 2-BKARA-83: te ifade ettiğiniz gibi,’’ israiloğullarına emredilen namaz ve zekat bizimkiyle aynıdır…Tabiki,teferruatlar veya rekatlar ayrı olabiilir.Fakat namaz da,zekat da aynen bizimki gibidir. Çünkü burada tıpkı kur’an’da ki gibi ‘’ اقيموا == واتوا ‘’ ifadeleri vardır.. Namazı ikame ediniz. (kılnız) .. Zekatı veriniz.. ‘’ bu ifadelerden anlışaılan onların namaz ve zekatları da bizim ki gibidi….. ‘’ MERYEM- 31. İse, bazı mufessirler burada ki,namaz ve zekat hz.İsa’ya has bir ibadet idi…..”.Fakat yine de Tevrat’taki namaz ve zekat aynen devam etmiştir,diyorlar. Yani ifade ettiğiniz gibi,Tevrat’taki namaz Hıristiyanlıkta da devam etmiştir…Bu konuda beni aydınlattığınız için ayrıca size çok teşekkür ederim,Allah razı olsun.. Allah’a emanet olun…Selamlar…

  12. TEBLİĞCİ dedi ki:

    SEN BİR ŞEY SÖYLEMİYORSUN…
    KURAN DA NE YAZIYORSA
    ONU GÖZLERİNE SOKUYORSUN
    ONU BİLE OKUMAKTAN VE ANLAMAKTAN ACİZLER…

    YUSUF SURESİ BİR MASAL..
    ALLAH BANA NEDEN MASAL ANLATSIN DİYE SORAMAMIŞ.

    AZHAB SURESİ
    MUHAMMEDİN OĞLUNUN KARISIYLA EVLENMESİNİ ANLATIR.
    BABANIN OĞLUNUN KARISIYLA EVLENMESİNİ YASALLAŞTIRIR.
    BUNU OKUMAYI BİLMEDİĞİ GİBİ..
    BÖYLE BİR ŞEY VAR..
    BAK SENDE ÖĞREN..
    BEN SÖYLEMİYORUM
    KURAN YAZIYOR DİYENİDE ANLAYAMIYOR.
    ÇOKK AKILLI ÇÜNKÜ..

  13. allah herşeyi bilir! dedi ki:

    bunu yazan yaratığa sesleniyorum.. cehennemdeki yerin hayırlı olsun canım benim.. saçmalayacağına ayetleri ordan burdan cımbızla çekip alacağına ADAM gibi bir bütün olarak ver.. aradan dereden cımbızla çektiğin ayetlerin öncesini ve sonrasını yazmadan saçmalaya saçmalaya yazarak bi yerlere varmak istemişsin ama yemezler koçum.. bu yazdıklarına kargalar inanmaz.. yazık sana..

    • kello dedi ki:

      madem öyle sen yaz buraya o dediğin ayetleride görelim aydınlat bizi kargamel

      • cevahir dedi ki:

        Allah o kadar büyük ki senin gibilere bile hala nimet veriyo…

    • Gencer dedi ki:

      Niye hepsini yazsin ki.Kuran ı aç oku.Gerçekleri açıkladığı için Turan Dursun’u öldürdüler.(senin zihniyetindekiler).

  14. AHMET dedi ki:

    MERHABA ARKADAŞLAR.

    BURDA YAZILAN YAZIDAN %60 INA BENDE KATILIYORUM.

    EĞER ALLAH HERŞEYİ BİLİYORSA SONUMUZU BİLİYORSA NEDEN BİZİ YARATMIŞ . ZATEN HERŞEYİ BİLMİYORMU BU YARATICI ? BİLİYORSA ZATEN BENİM NE GÜNAH İŞLEYECEĞİMİDE BİLİYOR.E DİYORSUNUZ ŞİMDİ AKIL VERMİŞ.İKİ YOL VERMİŞ FALAN FİLAN.E PEKİ BENİM BU AKILLA NE YAPACAĞIMI BİLMİYORMU ? SEN Bİ MAKİNE YAPSAN NE YAPACAĞINI BİLMEZMİSİN?
    ÇÜNKİ SEN YAPMIŞSIN. HERKES DEMİŞKİ İŞTE YOK YARATILIŞI İNCELEYİN.ARKADAŞLAR BUNLAR BİZİ TATMİN EDEN DÜZGÜN SONUÇLAR DEĞİL NASIL ŞU ANDA YAZDIKLARIM SİZE SAÇMA GELİYORSA BANADA ONLAR SAÇMA GELİYOR ANLATABİLİYORMUYUM?.
    EĞER İNANANLAR BİLE BU SORULARI YANITLAYAMIYORDA ÇIKMAZA DÜŞÜYORSA İNANMAYAN ADAM NASIL BÖYLE BİR DİNE İNANABİLİRKİ?
    O ZAMAN MÜSLÜMAN OLAN HERKES ALLAH’I BİLMEDEN NELER OLDUGUNU BİLMEDEN HİÇ SORGULAMADAN İNANIYOR.SORGUSUZ SUALSIZ İNANMAK.

    saygılar adam gibi düzgün cevap bekliyorum.

    • bilal dedi ki:

      AHMET BEY ! ” Diyorsun ki,eğer Allah her şeyi biliyorsa neden bizi yaratmış..vs… ?
      CEVAP : Allah,insana özgür irade vererek,onu imtihan etmek için yaratmıştır.MÜLK SU-
      RESİ AYET 1- 2: الذي خلق الموت والحياة ليبلوكم ايكم احسن عملا الخ ”…..O ki,hanginizin daha güzel (ve
      iyi) davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.O,mutlak galiptir.Çok bağışla-
      yıcıdır.” ( Hayat,tesadüf ve anlamsız bir var oluş olmadığı gibi ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş değildir.Aksine hayat,bir hayırlı faaliyet alanı,ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığı-
      nı bulacağımız ebedi varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır. Bilgisayardan
      tutun bir aspirin tabletinin üretimi; tesadüfi,anlamsız ve amaçsız değilse,bu evren ve için-
      deki bütün varlık aleminin varlığı da tesadüfi,anlamsız ve amaçsız değildir.) Basit bir as-
      pirin tabletinin üretilebilmesi için,akıllı,bilgili,irade sahibi ve düşünebilen canlı bir varlık
      olan insana (eczacıya) ihtiyacı varsa; evren ve içindekilerin varlığı da,madde ötesi ,üstün
      akıl ve irade sahibi etkin bir yaratıcaya ihtiyacı vardır.Bu üstün akıl ve irade sahibi olan
      Yaratıcı güç fiziğe,kimyaya ve biyolojiye müdahale ederek her şeyi var etmiştir. EVET:
      ………….NİYE İMTİHAN OLUYORUZ…..? Evreni Yaratan Allah, imtihanı kendisi için değil,insanlar için yapıyor. İmtihan etmeden de,kendi eseri olan insanların ne yapaca- ğını elbette bilir.Bilgisayarı icat edip üreten mühendis, bilgisayarın hangi fonksiyonları gerçekleştireceğini bilmez mi ? İşte evreni yaratan yüce Allah’da, kendi eseri olan ev-
      renin içinde olup bitenlerin tümünü bilmektedir. Tek bir fark vardır ki,insan bir robot gibi
      değildir.Özgür iradesini kullanarak her şeyi yapabiliyor.Yani tabir caiz ise,insanın ku-
      mandası kendi elindedir.İnsanı yaratan Allah,ona özgür bir iradeyi bahşetmiştir.
      .Bu nedenle; özgür iradesiyle sergilediği tutum ve davranışları yüzünden sorumlu tutu-
      lacaktır. Allah,insanı yaratıp imtihan etmeden ve henüz kendi özgür iradesiyle suç iş-
      lemeden cazalandırırsa,ahirette insan,” Ey Rabbim! Ben suç işlemeden,kötülük yapma-
      dan bugün beni cazalandırman doğru değildir.” demiyecek mi ? Suç işleyenle işleme-
      yenin belli olması,ahirette hiç kimsenin ben haksızlığa uğratıldım dememesi,herhangi
      bir bahane ileri sürmemesi için,iyiliği yapma ve kötülüğü yapmama konusunda emir ve
      yasaklar konmuştur. Söz dinleyenle dinlemeyen,suç işleyenle işlemeyen,kendileri de
      bilsin diye,iyilik ve ibadet yapmayı emretmiş,insanlara haksızlık ve kötülüğü de yasak-
      lamıştır. Elbette Allah,kendi eseri olan kullarını özgür iradesiyle ne yapacağını bilir.Ken-
      dileri bizzat görsün,bir bahane bulamasınlar diye,dünyada imtihana tabi tutuyor.Böyle-
      ce kötüler,daha kötüler,zalimler, daha zalimler, iyiler ve daha iyiler meydana çıkıyor.
      Ahirette herkes dünyada yaptıklarının karşılığını buluyor. Bir ÖRNEK VERELİM :Dünya-
      da bir öğretmen bile,öğrencisinin sınıfta kalacağını kesin bilse de, ( Sen zaten bilmiyor-
      sun,imtihana girmene gerek yok ) demez. Öğretmen,öğrencisinin durumunu çok iyi bil-
      diği için,imtihan etmeden sınıfta bıraksa, öğrenci, (Ben çalıştım,eğer imtihan etseydin,
      elbette bilirdim ) diyebilir. Bunun gibi bir itiraz etmemesi için,öğrenci imtihan ediliyor.
      İyi bilen öğrecinin de derecesini ölçmek,yani orta,iyi veya pekiyi almasını kendisine
      göstermek için imtihana tabi tutuluyor. ALLAH’IN insanın yapacakları hakkında ki
      bilgi, ”بالوصف والكشف لا بالحكم ” Allah’ın bu bilgisi,vasıf ve keşif iledir,hüküm ile değildir.
      Bu nedemektir.? Yani yüce Allah,insanların inanç,tutum ve davranışları konusunda bir
      hüküm vermiyor. Sorumluluk alanımızda olan inanç,tutum ve davranışlarımızda yüce
      Allah bizi zorlamıyor. Bunları bizim özgür irademize bağlamıştır.Sorumluluk alanı-
      mızda olan inanç,tutum ve davranışlarımızı kendimiz belirliyoruz.Yüce Allah,bu konuda
      müdahil olmuyor. Onun bunları bilmesi,geleceğimize ait bir rapordur.Raporun eylem ve
      tutumlara bir etkisi yoktur. Olay,tutum ve davranışlar gerçekleşeceği için,raporlar yazı-
      lır.Bunu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.Bir astronomi uzmanı,yaptığı hesap sonucu gü-
      neşin tutulacağını tesbit ederek önceden haber veriyor.Günü gelince de (ay dünya ile
      güneş arasına girince) güneş tutuluyor. Bu uzman haber verdiği veya takvim yaprakla-
      rına yazdığı için mi tutuluyor ? Yoksa güneş tutulacağı için mi uzman bunu önceden
      tesbit edip bildiriyor. Şuphesiz güneşin tutulacağı,uzmanın bunu tesbit edip haber ver-
      mesine sebep olmuştur.Yoksa uzman bunu yazıp haber verdiği için güneş tutulmuş
      değildir. METEOROLOJİ uzmanının ,geleceğin hava raporunu önceden tesbit edip
      haber vermesi ile hava şartlarının de etkilenmediği gibi, Allah’ın bu ezeli bilgisi ile de,
      sorumluluk alanımızda olan inanç,tutum va davranışlarımız da etkilenmez. Çünkü bun-
      ları gerçekleştiren bizzat özgür irademizdir. Yani bu konuda kendi kaderimizi kendimiz
      belirliyoruz. Biz kendi irademizle yaptığımız işleri,Cenab-ı Hak sınırsız ilmiyle önceden
      biliyor. Ama, O bildiği için biz onları yapmak zorunda kalmıyoruz. çünkü,Allah’ın o bilgi-
      si,geleceğin bir raporudur,hükmü değildir. Evet,insan özgür iradesini kullanarak iyilik te
      yapabilir,kötülük te yapabilir. İnsan için büyük nimet olan otomobili düşünelim ; Aşırı
      hız,alkol veya trafik kurallarına uymamak nedeniyle,kaza yaptığımızda biz, otomobili icad eden mücid veya üretici firmayı sorumlu tutabilir miyiz.? Bu otomobili firma üretme-
      seydi,kaza yapmazdım demeye hakkımız varmı ? Burada suçlu,trafik kurallarına uy- mayan ve kazaya sebebiyet veren biz değil miyiz.? İşte,bizi yaratan yüce Allah’da, bize,akıl,düşünme ve özgür irademizle hareket edebilme kabiliyetini bahşerederek,
      önümüze de tehlikeli yolun trafik lavhalarını koymuştur. kim, o tehlikeli yolu sçerse,
      kazayı yapar ve sorumlu da kendisi olur. Çünkü,tehlikeli veya tehlikesiz yolu özgür ira-
      demizle seçen biziz.Allah,bizi uyardığı halde,tehlikeli yolu seçmekle kendimiz suçlu
      oluruz. Peki, insan kendi kaderini değiştirebilir mi ? Evet,sorumluluk alanımıza giren
      kaderimiz,bizim tutum va davranışlarımıza göre değişebilir. Bu konuda delilimiz kur’an
      dır. FURKAN SURESİ 63-70: ”……………الا من تاب وامن وعمل عملا صالحا فاؤلئك يبدل الله سيئاتهم حسنات وكان الله غفورا رحيما الخ ”…… Rahman’ın ( Allah’ın has ) kulları onlardır ki,…………
      Yine onlar ki,Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarmazlar,Allah’ın haram kıldığı cana
      haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. (başkasının namusunu kirletmezler.) Bunları
      yapan,günahı (nın cezasını ) bulur. Kıyamet günü azabı kat kat artırılır ve onda alçal-
      tılmış olarak temeli kalır. Ancak tövbe ve iman edip iyi davranışta bulunanalar müstes-
      nadır. Allah,onların kötülüklerini iyilklere çevirir.Allah çok bağışlayıcıdır.” EVET: Ayete
      baktığımız zaman görüyoruz ki ,söz konusu günah ve suçları işleyenlerin kaderi, azap
      olur. Ama; Sonradan iman edip iyi işler yapmakla da,kötülükleri iyiliklere çevirilir ve söz
      konusu azaptan kurtulurlar. Yani sergiledikleri tutum ve davranışlarıyla kaderleri deği-
      şiyor. Özet olarak,insan sorumlu tutulduğu konularda,kendi kaderini değiştirebilir.
      Bu konuda ki Allah’ın takdiri,insanın tutum ve davranışlarına göre tecelli eder.Bu özgür
      irade insanın elinde olmasaydı,kendi buyruklarını bildirmek için, Allah ne bir elçi,ne de
      yol gösteren bir kitap (kılavuz ) gönderirdi. Biz, özgür irademizle neyi tercih edersek,
      onun sonucu ile karşılaşırız. Yani ebedi mutluluk yurdu olan cennet veya istirap yurdu
      olan cehennem bizim inanç,tutum ve davranışlarımızın ürünüdür. Hangisine girmek
      için çaba gösterip uğraşırsak ona gireriz. İyilik yapanlar ödüllendirilir,kötülük te yapan-
      lar cezalandırılır. .Hangisinin yoluna tutnursak,ona varırız. Sorumlu biziz. Saygılar.

      • bilal dedi ki:

        mustafa cengiz ! 1- Evet gösterdiğin ayetler,gece ve gündüzlerin oluşmasından söz ediyor.
        Ama dünyanın her yerinde gece ve gündüzlerin gerçeklştiğine dair kur’an da bir ifade var
        mı ? 2- Kur’an da gece ve gündüzlerin süresi ( 24 saatlik) devam eder diye bir ayet var mı ? 3- kur’an bunu açıklamadığına göre,her yerin gece ve gündüzleri aynı olmayabilir.
        Kimi yerde her ikisinin süresi 24 saat’ta olabilir. kimi yerlerde,3 ay vaya 6 ayda sürebilir.
        Gece ve gündüzlerin süreleri ister uzun, ister kısa olsun,yine güneşin güründüğü süreye
        gündüz ve güneşin görünmediği süreye yine gece denir. Eğer kur’an,her yerin gece ve
        düzünü eşit saysaydı o zaman,sana hak verebilirdik. 4- ”Allah,gece ve gündüzü 24 saata
        sokamadı ” demen,büyük bir saçmalıktır.Mantıksızlıktır.Çünkü kur’an,gece ve gündüzün
        24 saat sürdüğünü söylemiyor.Bunun 24 saat olduğunu bizler söylüyoruz. 5- Kur’an,sade-
        ce gece ve gündüzlerin oluşmasından ve bunların hayat açısından önemine vurgu yapı-
        yor. Ne dünyanın her yerinde gece ve gündüzlerin oluştuğunu, ne de gece ve gündüzlerin
        süreleri 24 saat olduğunu söylüyor. Kaldıkı kur’an’ın mesajı geneldir.Gece ve gündüzler,
        hemen hemen dünyanın her yerinde gerçekleşiyor. Sadece NORVEÇ’ın kuzey enleminde
        bulunan çok küçük bir yerde güneşın batışı gerçekleşmiyor. Burayı m2 ye böldüğümüz
        de dünyanın milyonda biri etmiyor. Veya kaba bir hesapla; Dünyanın %99.99’ün üzerinde
        gece ve gündüzler oluşurken, (ama kısa,ama uzun fark etmez) çok küçük bir yerde güneş batmıyor diye,kur’an gece ve gündüzlerin varlığından söz ettiği için,kur’an’ı mantıksız mı buluyorsun.? O mantıksızlık, senin kıt algılayışın ürünüdür,kur’an’ın değil. Kur’an,genel mesaj verir.Dünyanın %99.99’ün üzerinde gece ve gündüzler gerçek-
        leştiği için,bu konuda mesajı da genel olur.İstisnalar kaideyi bozmaz. Bir ÖRNEK vere-
        lim : ”Türkiye halkı zengindir ” dediğimde, Türkiye de 74 milyon üzerinde yaşayanların
        tümü zengindir.Anlamına mı gelir,? yoksa büyük çoğunluğu zengindir anlamına gelir ?
        Burada ” Türkiye halkının tümü zengindir ” ifadesi kullanılmadığı için,yukarıdaki sözden
        çoğunluk kastediliyor.Bu her dilde var. Kur’an,dünyanın her yerinde gece ve gündüzle-
        rin oluştuğunu söylemdeği için,bu ifade çoğunluk ifadesidir.Güneş batmadığı Norveç’ın
        o küçücük yerde dünya nüfusunun yüzde kaçı yaşıyor ? Norveç’ın bütün nüfusu 4.5 mil-
        yonu geçmiyor.Söz konusu güneşin batmadığı o küçücük yerde ( bir gölün çevresinde) kaç kişi yaşıyor.? Dünya nüfusu şayet 7 milyar ise, neredeyse bu 7 milyar inasanın
        tümü gece ve gündüz olayı ile karşılaşmaktadır. Bunun için,Yüce Allah,gece ve gün-
        düzlerin oluşmasından ve bunun insanların hayatı üzerinde olumlu etkilerinden söz
        ediyor. bir yerde gece ve gündüz yoksa,yaşam da çok zor olur.Enerji kaynağımız gü-
        neştir.Güneşten enerji almayan yerde hayat felçtır.İşte Kur’an’ın ”MÜ’MİNÜN” Suresi
        61.ayeti gece ve gündüzlerin yaşam için ne kadar önemli olduğunu bize haber veriyor.
        Ama ”mustafa beyefendi ” bunu nereden bilecek.! Küre tv.yi izlemeden bu durumdan
        haberi bile yoktu.Ama islam alimleri, seneler önce bunu bildikleri için böyle yerlerde
        ibadetlerin nasıl yapılacağına dair çözüm bile getirmişlerdir. 5- Kur’an sadece
        Mekke halkı için mi gelmiş,yoksa evrensel olup bütün insanlar için mı gelmiş ? Kur’an,
        yüce Allah’tan toptan gelmemiştir.Toplumu bir eğitim sürecinden geçirerek,sorun ve ih-tiyaçların da göz önüne almak suretiyle 23 sene içinde inmesi gerçekleşmiştir. وما ارسلناك
        الا كافة للناس بشيرا ونذيرا ” …Ey (Resulüm!) biz seni ancak bütün insanlara,müjdeleyici ve
        uyarıcı (elçi) olarak gönderdik. ” İfadesiyle,hz.Muhammed,bütün insanlara peygamber
        olarak gelmiştir.” يا ايها الناس قد جاءكم برهان من ربكم ” ..Ey insanlar ! Rabbinizden size bir reh-
        ber ( yol gösteren bir kur’an) gedi.” İfadesiyle de,kur’an,bütün insanlara gelmiştir.
        Böylece hem kur’an ve hemde Hz.muhammed bütün insanlar içindir. Tebliğ meselesin-
        de ise,hedef kitle küçüktan başlanmış olup,yavaş yavaş büyütülmüş ve genişletilmiştir.
        Mesela ilk inen ayatlerde ”وانذر عشيرتك الاقربين ” Ey (Resulüm !) önce yakın çevreni uyar.”
        Tebliğ için henüz şartlar oluşmadığı için, hz.peygamber sadece çevresinde güvendiği
        kimselere gizliden tebliğ yapıyor. 3 sene sonra bu tebilğin açıktan Mekke ve çevre-
        sinde bulunan yerleşim merkezlerine de yayılması istiniyor. ” لتنذر ام القري ومن حولها ”
        ”Ana merkez ve çevresini uyarasın diye….” ikinci aşama da hedef kitle daha da geniş-
        letilir. ” Daha sonra, ” يا ايهالرسول بلغ مانزل اليك فان لم تفعل فما بلغت رسالته ” Ey elçi ! sana in-
        dirilen (kur’an’ı her yere) tebliğ et.Eğer bunu yapmasan bilki,elçilik görevini yapmamış
        olursun. ” Bu ve buna benzer ayetlerle hedef kitle evrenselleşiyor.Ve her yere tebliğin
        yayılması emrediliyor.İşte bu aşamalarla kur’an 23 senede tamamlanıyor.İlk önce,tebli-
        ğin açıktan yapılması mümkün değildi.Bu nedenle gizliden yakın çevreye tebliğin yapıl-
        ması emrediliyordu.Şartlar biraz iyileşince,Yüce Allah,فاصدع بما تؤمر ” Ey Resulüm ! teb-
        liği açıkla ve ana merkezle birlikte çevresine de tebliği götür.” Şartlar ve durum daha da
        iyileşince,her yere tebliğin gitmesi emrediliyor. Kur’an’ı bir bütün olarak ele almayan,
        ayetlerin sebebi nüzulunu,ayetlerin hangi şartlarda,hangi sorun ve olay üzerine in-
        diğini ve kur’an’ın orjinal metninin anlamını bilmeyenler,maalesef ! kur’an’ın gerçek
        mesajını anlayamazlar. Bu ayetle kur’an, sadece ”Ana merkez ve çevresini uyarasın”
        diye bir ifade kullanmadığı için,evrenselliğine mani hiç bir işaret yoktur. Eğer ”Sadece
        ana merkez ve çevresini uyarasın diye” bir ifade olsaydı, o zaman evrensel olmayabi-
        lirdi. Ama öyle bir ifade yoktur. Kur’an’ı muhatabı bütün insanlardır. Sık sık,يا ايهالناس ”
        ” Ey insanlar ! ” diye hitap eder. Hiç bir yerde, ” يا ايها العرب ” Ey Araplar ! ” diye bir ayet
        var mı ? Yoktur.Öyleyse,kur’an mesajının muhatabı bütün insanlardır. O bütün insanlı-
        ğın huzur ve mutluluğu için gelen ilahi bir rehberdir.Ona sarılan her iki cihanda huzur
        ve mutlu olur. EVET : KUR’AN’ da en ufak mantıksal bir hata ve çelişki yoktur.Çelişki
        ve mantıksal hata, kur’an’ı anlmaktan aciz kıt beyinlerin ürünüdür. Saygılar.

      • rammsteinn dedi ki:

        bilal kopyala yapıştır yapmayı bırak.
        öğretmen öğrenci örneklerini okumaktan bıktım.
        her işine gelmeyen meal için “yanlış çeviri” demenden bıktım.

      • bilal dedi ki:

        Sayın rammsteinn !
        1-Galiba Kur’an’ın doğru ve düzgün anlaşılması hususu sizi çok rahatsız etmişe benziyor. Hiç endişelenmeyin şartlanmışsanız,doğruları görseniz bile inanıp kabullenmezsiniz.Zira Ebu Cehil,Ebu Lehep gibilerin de etkilenmemeleri için kur’an okunduğun da gürültü çıka-rıp kulaklarını tıkıyordular… Siz de onların mukallidi olabilirsiniz. Bu nedenle,doğruları görüp kabullenmek gibi bir amacınız olmadığından bıkıp rahatsız olmanızı doğal karşı-lıyorum… 2- Benim kopyalayıp yapıştırdıklarım yine benim önceki yazılarımdır,hiç kimseye ait değildir. Konu aynı olunca,yeniden aynı yazıyı yazacağıma kopyalayıp ya- pıştırıyorum.Çünkü onları görmüş ve okumuş değilsiniz.Yeniden yazarsam aşağı yukarı aynı olacak.Bu nedenle haklı olarak bana ait olan söz konusu yazılarımı gösterebilirim,bu durum gayet doğaldır. Ama görüyorum ki,kur’an’ın doğru anlaşılması zizi çok rahatsız ediyor,bu nedenle de bıkkınlığınızı ifade ediyorsunuz…!!! Saygılarımla…

      • mete oran dedi ki:

        allah bir kısım insanları cehenneme atmayı planlamış fakat allah onları bu cezayı hak ettiğini onları ikna etmek için onları dünyaya gönderiyor ve günah işlemelerini ve böylece itiraz etmemelerini sağlamak için imtihan ediyor. O kişi zaten cehennem gidecekdi de itirazını önlemek için bu iş yapılıyor. Yaw o kişi itiraz etse ne olacak? zaten herşey kurgulanmış o sadece rol yapıyor. ey allahım beni de uygun yerde iyi bir insan neden yapmadın deme hakkı var mı? allahım sen beni ortaçağda avrupada yarattın ben de haçlı seferlerine katılıp öldüm. benim müslüman olma şansım varmıydı? oysa ömeri müslüman bir ailede yarattın bütün çevresi müslümandı o da müslüman oldu. benim suçum ne?

      • bir can dedi ki:

        Yazıları okuyunca ateistler mi daha çok “Yaratıcı”ya inanıyor, Kur’an’ı okuduğunu ve anladığını iddia edenler mi, aklım karıştı. Ateistler Kur’an’da çelişkiler var diyerek orucun zamanlaması, gece ve gündüzün oluşumu, inananların kaç inanmayana bedel olduğu vb. konularda örnekler veriyor; birileri onlara “yanacaksınız!” diyerek ayar vermeye çalışırken “Kur’an”ı okuyup anladığını ifade edenler de “gece ve gündüzün %99 dünya üzerinde Kur’an’da anlatıldığı gibi gerçekleştiğini, nüfusun da çok büyük bir bölümünün buralarda yaşadığını söylüyor. O kadar da önemli değil başka yerde yaşayanlar, 7 milyar nüfusa göre kaç milyon kişi var ki gibi bir anlam çıkıyor. Kur’an’ okuyup anladığını söyleyen insanların “Gerçek Yaratıcı’nın %001 gibi yanılma payının olabileceğini kabullenmesi çok düşündürücü. Bu kusursuz evrenin böyle bir yanılgı payıyla vücuda gelmesi mümkün değildir. “Gerçek Yaratıcı”nın yağcılara, şahitlere, aracılara ihtiyacı yoktur. Yoksa olduğunu mu sanıyorsunuz? Bir fıkrayı anımsattı yukarıda okuduklarım:
        Adamın biri bir caminin hemen yakınında bir inşaata başlar. Namaza camiye gelenler merak eder. Sorarlar inşaat sahibine: “Ne yapacaksın buraya?” Cevap verir adam: “Pavyon yapacağım!” Şaşkınlık ve kızgınlıkla “Olur mu hiç öyle şey? Caminin yanında pavyon mu olurmuş? diyerek tepki gösterirler. Adam: “İnşaat iznimi aldım, size ne oluyor? İsteyen pavyona, isteyen camiye gider.” der. İnşaat durmaz devam eder, ama gelip geçenlerin de söylenmeleri bitmez. “Bak!” derler adama “Vazgeç bu sevdadan, senin için hayırlı olmaz, dua ederiz, beddua ederiz başına yıkılır bu bina!” Aldırmaz hiçbirine adam, bütün varını yoğunu bu işe yatırarak tamamlar binayı. Biraz da borçlanarak içini yaptırır. Açılışa bir iki gün kala bir depremle bina yerle bir olur. Adam perişan. Camiye gidenler memnun. Dava açar adam camiye gidenlerden. Dava günü gelir çatar. Hakim sorar adama: “Neden ve kimlerden şikayetçisin?” diye. Adam, salonda bulunan cami müdavimlerini göstererek “Hepsinden, hepsinden davacıyım, dua edip beddua edip yıktılar mekânımı. Bütün masraflarımı karşılasınlar.” der. Hakim bu kez camiye gidenlerin kendi aralarında sözcü olarak seçtikleri kişiye döner ve “Ne diyorsunuz bu suçlamaya?” der. Sözcü, “Olur mu hiç öyle şey, duayla bedduayla bina mı yıkılır hakim bey?” der. Hakim karar öncesinde bir ara verir. Arkadaşı onu düşünceli görünce sorar: “Ne oldu, bir sorun mu var? Çok düşünceli görünüyorsun.” Hakim: “Karışık bir durum.” der. “Bir yanda caminin yanına pavyon yapıp duanın, bedduanın gücüne inanan biri, bir yanda da her gün camiye gidip duanın ve bedduanın gücüne inanmayan bir topluluk var.” diye ekler.
        Umarım kararı merak etmiyorsunuzdur.
        Herkes gönlüne göre yaşasın, gönlüne göre insanlarla ve gönlüne göre bir sonla karşılaşsın.

    • Gencer dedi ki:

      Ahmet selam yerinde yorumundan dolayı teşekkürler.Diyorlar ki sana Allah iki yol veriyor.Biri iyi diğeri kötü yol iyide Alınyazımız ne olacak?Yani hangi yolu seçeceğimizde belli değilmi?O zaman neden iki yol veriyor direk Alınyazmızdaki Kaderimizdeki yolu verse ya.Birde ölümler var.niye herkes aynı zamanı yaşamıyor resmen adaletsizlikle yaratılmış bu dünya.Kötü işler yapanlar zengin oluyor alnının teriyle çalışanlar karın tokluğuna fit oluyorlar.Ben farklı bir yaşam formatının olduğuna inanıyorum.Çünkü bu farklı formatı hissettiren ve ailemin şahid olduğu iki olayı yaşadım.Şunu söyleyebilirimki Kuran da yazılanlar bence zırvadan öteye geçemez.Muhammede elbetteki iyi bir şeyede hizmet etmeye çalışmış putlara tapmayın diye ama sonunda ipin ucunu iyice kaçırmış.Zamanının Fethullah Gülen’i diyebiliriz.Saygılar.

  15. mustafa cengiz dedi ki:

    Dikkatsiz okuyuculara atfolunur.
    Nûr(*) Sûresinin 44 . Ayetinde
    Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor. Şüphesiz bunda basiret sahibi olanlar için bir ibret vardır.

    Furkân Sûresinin 47 . Ayetinde
    O, geceyi size bir örtü, uykuyu istirahat zamanı ve gündüzü de hareket ve çalışma vakti yapandır.

    Furkân Sûresinin 62 . Ayetinde
    O, öğüt almak isteyen ve çok şükredici olmayı dileyen kimseler için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca getirendir.

    Neml Sûresinin 86 . Ayetinde
    Onlar görmüyorlar mı ki biz geceyi içinde rahat etsinler diye, gündüzü de (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak yarattık. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette (Allah varlığını gösteren) deliller vardır.

    Kasas Sûresinin 71 . Ayetinde
    De ki: “Ne dersiniz? Allah, üzerinize geceyi kıyamete kadar sürekli kılsaydı, Allah’tan başka hangi ilah size bir aydınlık getirir? Hâlâ duymayacak mısınız?”

    Kasas Sûresinin 73 . Ayetinde
    Allah, rahmetinden ötürü geceyi içinde dinlenesiniz; gündüzü de, lütfundan isteyesiniz ve şükredesiniz diye sizin için yarattı.

    Lokman Sûresinin 29 . Ayetinde
    Görmedin mi ki Allah geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.

    Fâtır Sûresinin 13 . Ayetinde
    Allah geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.

    Zümer Sûresinin 5 . Ayetinde
    Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki, o mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

    Mü’min Sûresinin 61 . Ayetinde
    Allah, içinde rahat edesiniz diye geceyi ve (her şeyi) gösterici (aydınlık) olarak da gündüzü yaratandır. Şüphesiz Allah, insanlara karşı sonsuz iyilik sahibidir, fakat insanların çoğu şükretmezler.
    Ayetlerde görüldüğü gibi Allah geceyi istirahat gündüzüde çalışıp nafakamızı kazanmamız için yaratmış, Sizleri bilmeme ama ben burda hemfikirim. şimdi soru Küre tv nin bir yayınını izledim 24 saat içinde “akşam olunca akşam olmuyor.” güneş batmadan (güneşin batmayacağı gerçeğini unutmayalım) güneş özden kaybolacağı sırada tekrar görünmeye başlıyor ve bu düzen üç ay gibi bir süre devam ediyor. Hani nerde kaldı “Görmedin mi ki Allah geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.” Allah geceyi gündüzün içine 24 saatlik bir süre içinde sokamadı. Yukardaki ayetlerin hiç birisi “ekinoks” bölgelerine uymuyor, eğer uyduran varsa işte meydan. Çok kısa geçiyorum bu ayetleri dünyanın nasıl bir sistem olduğunu bilmeden arap yarımadasında çıplak gözle baktığınızda gecenin ve gündüzün ayetlerle uyumlu olduğunu görebilirsiniz ama bu kural norveç ve kutup ülkeleri için geçerli değildir.Şimdi yine soru, peygamber arabistanlı olmasada norveçli olsaydı böyle bir ayet mevcut olurmuydu? “Herşeyi bilen mutlak güç ve kudret sahibi Allah” bu ayetleri neden göndermiştir? Bu sitede ismi gecenler veya yorumları ile asıl tartışmacıyı eleştirenler bu ayetlere ne diyecekler merak ediyorum. Kainata şamil evrensel olduğunu iddia eden Bu Kuran “Mekke ve etrafındaki yaşayanları korkutması için in Secde Sûresinin 3 . Ayetinde
    Yoksa “Onu Muhammed uydurdu” mu diyorlar? Hayır o, kendilerine senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için, doğru yolu bulsunlar diye Rabbin tarafından indirilmiş gerçektir.
    İşte buradada görüldüğü gibi o güne kadar tüm peygamberler yahudilerin kralları idi ama Muhammed yahudilere bazı sebeplerden dolayı şirin gözükmek için Yahudilerin kırallarını peygamber olarak tanımış sizde benim peygamberliğimi tanıyın artık demiştir. Ayette de anlaşıldığı gibi daha önce hiçbir peygamber gönderilmemiş kavimden kasıt peygamberin arap kavmidir. saygılarımla

    • mete oran dedi ki:

      burda gece ile gündüz birer yaratılmış varlık gibi gösterilmiş. ama asıl olan ışıktır. ışık varsa gündüz, yoksa gecedir. asıl varlık güneştir.

  16. mustafa cengiz dedi ki:

    Bilal bey in kaçamak cevaplar verdiğini asıl konuyu görmezden geldiğini dikkatli okuyucular veya anlamak isteyenler farkına varmıştır. örneğin peygamberlerin yahudiliğine hiç değinmemiş ama bu sefer eminim bir uzak dopulu bir peygamber adını verecektir ve kurandada yeri vardır şimdi saayın bilal bey sıkılmazsanız size 1999 yılı not düştüğüm satırları okumanı dilerim
    2/187- “Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar.”
    “Allah sizin kendi nefsinize kötülük ettiğinizi bildi tövbelerinizi kabul etti ve sizi bağışladı.” Artık eşlerinizle Ramazan ayında da sevişebilirsiniz, Allah’ın buna günah yazmayacağını artık bilin demek istediği açık. Yaradılıştan kıyamete kadar alemlerin Allah ı olduğu ve hangi tarihte, Ramazan orucunu alemlere farz kıldığı ve oruç gecesi de onlara hanımlarına yaklaşmalarını yasaklamıştı ki o gün birden bire ne oldu da, anladı bildi ki, sizler benim eskiden yasakladığımla kendinize çok eziyet etmişsiniz diyerek koymuş olduğu yasağı geri aldı. Şimdi söz konusu tarihe kadar insanlara oruç ayında verilen ceza, o tarihten sonra Kureyş kabilesinden Hz. Muhammed ve ümmetine jest olarak verildi ise daha önceki kullara neden verilmediğini Allah ın taktiri ilahisi diye mi sinemize çekeceğiz. Yoksa o güne kadar oruç tutan Arap ve Yahudiler başka Allah için mi oruç tutuyorlardı. Zaten “eskilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” dediği orucu o zamanlar ki puta tapar Araplar ve bunlarla beraber yaşayan Hz. Muhammed ve kabilesi de putlara tapıyorlardı. Hz Muhammed de puta tapıyordu demek, bazılarınca abesle iştigal gibi görünse de bunun böyle olduğu açık bir şekilde şu ayetle de. (“Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mı?” 93/7) bilindiği halde dile getirilmemesi veyahut ta alenen konuşulmaması, seçilmiş bir kulun ben “Müslümanların ilkiyim” diye ortaya çıkan birine bu çirkin iddiayı kendilerince yakıştırmak istemedikleri gerçeğidir. orucun aslında kaç gün olduğu o güne kadar hiçbir zaman belli olmadığı gibi belirttikleri sayılarda kanıtsız ve birer varsayımdan ibarettir.
    Her zaman her tartışmada kutuplardaki veya kuzey ülkelerinde ki insanların ne şekilde ve hangi zamanlarda oruçlu olması gerektiği tartışma konusu olmuştur. Bu gibi soruları soracak olanlara muhatap olan din alimleri olayı geçiştirmek için soruyu soranın oruç tutup tutmadığını sorarlar, oysaki soruyu soranın amacı tüm alemlere indirilen Kuranın bu bölgelerde yaşayan has bel kader Müslüman olmuş insanlara nasıl oruç tutmasını nasıl ibadet edilmesini açıklamış olduğunu öğrenmektir. Çoğu zaman derler ki eğer oruç tutmak istiyorsan en yakın memlekete yani uzun zaman güneş alan bölgeye uy. Veyahut ta halisane bir fikirle niyetinde ciddiysen, amacın eleştirmek değilse sen ibadet etmenin yolunu nasılsa bulursun, bırak orda yaşayanlar nasıl ibadet edeceklerini kendileri düşünsün. Bu gibi açıklamalar en büyük ağızlardan Siyaset Meydanı 1999 kurban tartışmasında dile getirilmiştir. İşte bu kadar kolay olan bu açıklamayı her nasılsa Kuran akıl edememiş, ama bizim din alimlerimiz soruyu çok kestirme olarak cevaplamışlardır. Oysa ki Kuran 2/bakara 187 de gayet açık olarak siyah iplikle beyaz ipliğin gözle ayrışmasını örnek vererek, oruca başlama gece olunca da bitirme zamanını kabul ederek, oruç süresini tespit etmiştir.
    Bu konuyla alakalı başka bir; Bakara 2/187 ayetten hareketle İslam Peygamberi adlı, yapıtında islami yazar Pr. Doktor Muhammed Hamidullah kutuplarda ki oruç ve diğer ibadetlerin nasıl yapılması hakkında yaptığı zorlamalı açıklamalar dikkate değer görünmekte.
    “…..Norveç, Finlandiya, Kanada, vs. bölgelerde altı ay sonra ise, gayet uzun geceler hüküm sürecektir. Günlük haftalık veya yıllık namazların kılınmasında oruç tutulmasında, zekat verilmesinde zamanla ilgili dini vecibelerin yerine getirilmesinde, bu çeşit müşgüllerin üstesinden nasıl gelinmelidir. Böyle uzun gün ve geceye sahip ekinoks bölgelerde Cuma namazı üç yılda bir mi kılınacaktır, yoksa bu namaz çeşidinin vakti güneydeki normal bölgelere göre mi hesap edilip uygulanacaktır? Kuranı Kerim bu konuda açıkça şunu söyler.
    ‘Gerçektende güçlüğün yanı başında kolaylıkta vardır.’ (K. 94/5-6) veya ‘Allah kimseye çekip kaldıramayacağı bir yükü (mükellefiyeti yüklemez…..’ (K. 2/286) ayeti de yer almıştır. Bu ayetler bize bu gibi müşkül durumlarda aranacak çözümler için en iyi yolu göstermektedir. ….. Resulullah daha da açık ifadelerde bulunur; o eyaletlere tayin edip gönderdiği vali ve memurlarına ‘Kolaylık gösteriniz! Güçlük çıkarmayınız! İnsanları yıldırıp bezdirmeyiniz!…’ diyerek yollar göstermiştir”
    Sayın yazarın yapmış olduğu konu ile ilgili yorum, zevahiri kurtarmaktan aciz olduğu gibi, Allah ve Resulünün, yaratmış olduğu dünyada, böyle anormal ülkelerin varlığından bile haberdar olmadığı gayet açıktır. Eyaletlere gönderdiği valilere, dini yeni tanıyanlara kolaylık göstermeleri doğrultusunda tembihlerde bulunmuş olduğu doğrudur. Fakat o valileri dini kolaylaştırın diye Norveç’te ki Müslüman olacaklara değil, hemen yanı başındaki komşu ülkeleri kastettiği açıktır. Şöyle ki “güçlük çıkarmayın kolaylık dileyin” gibi Kuran ve hadislerden alıntı yaparak yapılan açıklamalar bu gibi durumlarda değil, fakat bazı fiziksel arızalı ve hastalıklı Arapların dini ibadet ve vecibelrini yerine getirmekte zorlandıklarında baz alınması gerektiğindedir. Ve yine aynı eserden, hadisler ve diyanet yayınlarından anlaşıldığına göre Muhammet bu gibi ayet ve hadislerin açıklamalarını hiçte Sayın Yazarın yaptığı gibi değil, ona göre bakınız;
    “Bir gün o, sahabelerinden birinin gece boyunca namaz kıldığını…. Bir diğerinin de Ramazan ayı dışında aralıksız bütün günlerini oruç tutarak geçirdiğini, bazılarının da bebek yaşta ki çocuklarına bile oruç tutturduklarını duyduğunda Resulullah bu sahabelerin yapmış olduklarını yasakladı ve ‘Dini kolay hale getiriniz, zorlaştırmayınız” eyaletlere valiler gönderdiğinde talimatlar vererek onlara da aynısını tembihle ‘Dini kolay hale getiriniz, zorlaştırmayınız ve bu dinden kimseyi korkutup kaçırmayınız.’ Seklinde talimatta bulunmuştur
    Oysa ki Allah ve Resulünün böyle kuzey ülkelerindeki gece ve gündüz farklarından dolayı ibadet etmekte zorlanacaklarından haberi olmuş olsaydı, Muhammed Hamidullah gibi açıklamalarda bulunmayacak, tam aksine o ülkeler içinde, farklı ibadet ayetleri yazarak veya indirerek o ülkelerin insanlarında dini ibadetlerine kolaylıklar getirecekti ve insanlarda yaratıcılarına nasıl ibadet edeceklerini öğreneceklerdi. A.g.e sayın yazarın şöyle bir çekincesi daha var.
    “Bu gün Finlandiya, Norveç ve Kanada gibi ülkelerde çok sayıda Müslüman var….. Fakat gerçek şu ki. Bu bölgelerdeki insanlar güneş kış mevsiminde bir hafta boyu hiç doğmadı diye bütün hafta boyu yataklarında uyumamaktadırlar. Aynı şekilde yazında bir hafta boyu güneş hiç batmadı diye bütün bir haftayı uykusuz geçirerek çalışmamaktadırlar.” Der. (İslam peygamberi sayfa 797)
    Bu ülkeler için yapmış olduğu tespitler buraya kadar doğru ve bu insanlarda, orada ki doğanın yasalarına uyum sağlayarak ve de gece gündüz fark etmez demeden yaşamaya, aşağıda ki ayetlere aldırış etmeden de çalışmaktadırlar.
    Şimdi asıl mesele yazarın burada, Allah ve Resulünün o zamanki Arap gelenek ve kültüründen ve daha evvelki dini geleneklerden fazla bir şey bilmediğini söyleme cesaretinden yoksun olduğundandır. Oysaki, Allah ve Resulü Muhammed, bu yazarın bilerek görmezlikten geldiği aşağıda ki ayetlerle Arabistan daki görünen güneş sistemine uygun ve buna göre “Mekke halkı ve çevresindekileri uyarasın” (K. 42/7) diye açıklamalarda bulunmuştur. İşte bu ayetlerden bir kaçı;
    “Tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı vakit ölçüsü kılandır. Bu, Güçlü olanın, Bilenin nizamıdır. 6/96 Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yaratan Allah’tır. Kulak veren millet için bunlarda ayetler vardır. 10/67 Size geceyi örtü, uykuyu rahatlık kılan, gündüzü çalışma zamanı yapan Allah’tır. 25/47 De ki: “Söyler mısınız? Eğer Allah geceyi üzerinize kıyamete kadar uzatsaydı, Allah’tan başka hangi tanrı size bir ışık getirebilir? Dinlemez mısınız?” 28/71
    Durum hiçte Sayın yazarın, Allah ve Resulünün “dini kolaylaştırın” gibi ayetleriyle kuzey ülkelerindeki yaratıklarının dini ibadetlerini kolaylaştırma gibi bir derdi olmayıp, Bakara 2/187 ayetinde görüldüğü gibi oruç ve tüm ibadet vakitlerinde güneşi; ölçü olarak doğuşu, tam tepede (zeval) ve batışıyla bahsi geçen dini ibadetlerin zamanlarını tespitte kullanmıştır, Tüm bunlardan esinlenerek şöyle bir soru sorulabilir: eğer peygamber Finlandiya da doğmuş olsaydı ibadet zamanları neye göre düzenlenecekti? Cevaben de şöyle denilebilir. Bu bölgede böyle alemleri kapsayacak tek tanrılı bir din ve bu dini konuların üretildiği ve daha da önemlisi hayali senaryoların yazılma sı geleneği olmadığı için cevapta olmayacaktır. Hemen denile bilir ki bu bölgelerde yaşayan insanlarında tapındıkları doğmalar var ve en azından Hıristiyan dırlar, doğrudur ama yinede bu dinlerinde üretim merkezleri Araplardır ve Arap yarımadasıdır.
    Bunlardan daha da ilginci (İslam Düşünce Rehberi Şah Veliyullah Dihlevi nin yazmış olduğu iki ciltlik eserinin 67. sayfası namazlar bölümünde birde kuşluk vaktinin tespiti var ki akıllara zarar. Şöyle ki: “Kuşluk namazı için en uygun zaman, günün yükselmeye başladığı, kumların ısındığı, deve yavrularının artık sıcaktan gezemez olduğu zamandır” şimdi tüm alemleri kapsadığını iddia eden Kuran ve savunucusu İslam yazar ve ilimcilerinin bu gibi durumlarda bahsi geçen kuzey ülkelerinde zorda olsa yaşamaya çalışan insanlar has bel kader Müslüman oldularsa, hangi hayvan yavrusunu, hangi güneşi ve hangi sıcağı baz alacak ve hepsinden de önemli yaratıcılarına niyazda bulunmak, bir kuşluk namazı kılmak için “üç yıl” mı? Bekleyecekler.

    • bilal dedi ki:

      Mustafa Cengiz ! 1- Ramazan ayının orucu ( bir ayın orucu ) bütün alemlere farz kılınmış-
      tı diye,kur’an’ın neresinde geçiyor.? Bak kur’an nasıl diyor ? Bakara suresi 183-185.
      ayetler : ”ىا ايها الذين امنوا كتب عليكم الصيام كما كتب علي الذين من قبلكم الخ ” Ey iman edenler ! Oruç siz-
      den öncekilere yazıldığı gibi,sıze de yazıldı.(farz kılındı.) Dikkat ederseniz,” Oruç öncekilere de farz kılındığı gibi ” şeklindedir. Ama; bir ay olan Ramazan orucu değildi. Onların orucu bir
      kaç günlük idi. Bir ay oruç tutmak sadece kur’an’ın gelişi ile farz kılınıyor. Yani bir ay oruç
      tutmak sadece islam ümmetine mahsustur.Zaten kur’an’ın inmesiyle Ramazan ayı değer buluyor.
      . İslamdan önce Ramazan diye bir oruç ayı yoktu. Bu nedenle;Bir ay olan Ramazan ayı-
      nın orucu diğer toplumlara da farz kılınmıştı diye, iddia etmek tamamen yalnıştır. Önceki
      toplumlara sadece belirli bar kaç gün oruç farz kılınmıştı. Onların da oruçları tıpkı islamiyete
      olduğu gibi,gündüz vaktine takabul ederdi. Geceleyin onlara bir şey yasaklanmamıştı.
      Oruç gecelerinde onlara bu tür yasakların konulduğuna dair hiç bir ayet yoktur.
      Hatta, müslümanlara nazararan öncekiler daha az ibadetle mükellef kılınıyordu.. Zamanla oruç tutma şekli bozuluyor .Kur’an indiği döneme kadar de bu şekil devam ediyordu.İslamın ilk dönemine kadar devam eden o yanlış oruç tutma şekli,(sahura kalkmama,uyku vaktin-
      den sonra yemek,içmek ve cinsi ilişkilerden uzak kalma gibi yalnış uygulamalar,)Bakara suresi 187.ayetin inmesi ile kalkıyor. Söz konusu yasaklar onların yalnış inançlarından kaynaklanıyordu..
      İşte öteden beri yanlış olarak tutulan oruç şekli,Bakara suresi 187.ayetle ortadan kalkıyor.
      ” احل لكم ليلة الصيام الرفث الي نسائكم الخ ”..Oruç gecelerinde eşlerinize yaklaşmanız (ilişkide bulunmanız) size helal kılınmıştır….” Yani öyle bir yasak yoktur. Ayetin devamın da,
      ” علم انكم كنتم تختانون انفسكم الخ ”Doğru meal; ”Allah,sizin kendinize kötülük ettiğinizi biliyordu.
      ”….Allah kendinize kötülük ettiğinizi bildi.” şeklindeki çeviriler tamamen yanlıştır.
      Çünkü, ” احل ve علم geçmiş fiil kipleridir. Şuan ki zamanla hiç alakaları yoktur.Çeviri-
      ler yalnıştır.
      2. Konuya kısaca değinmek istiyorum: Kur’an daki kural,kaide ve mesajlar geneldir.
      Hitap yaptığında çuğunluk baz alınır. İnsanların % 99’un üzerinde gece ve gündüz-
      lerin normal seyrettiği yerlerde yaşıyorlar.Gece ve gündüzlerin anormal seyrettiği yer-
      lerde çok az sayıda insan yaşıyor. Bunlar için özel bir ayetin inmesi mi gerekiyor.?
      İslamda asıl olan inanç,niyet ve ibadettir. Nasıl ki mazeret olduğunda veya yolculukta,
      kaza etmek suretiyle oruç tutulmayabilir ve namazlar kısaltılıp birleştirilebilrse,gündüz
      ve gecelerin normalından uzun sürduğu bölgelerde de yaşayanlar, kendilerine yakın
      normal bölgelerin yerel saatlerine göre ibadetlerini yapabilirler.Yeterki ibadetlerini
      yapsınlan .Allah kabul eder.Önemli olan niyetleridir.Bunlar için özel bir ayetin inmesi-
      ne gerek yok. Evreni,dünyayı ve güneşi yaratan yüce Allah,elbette Norveç gibi yerle-
      rin durumunu (haşa) bilmemesi söz konusu olamaz.Her yer onun eseridir.Kendi eserini bilemez mi ? Önemli olan ona yönelmektir.
      MAİDE SURESİ 90-91. Ayette; ” انما الخمر والميسر الخ ” Ey iman edenler ! İçki, (sarhoş
      edici,aklı gideren,) kumar,dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir, on- lardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz ” diye buyurulur . Burada içkinin ifadesiyle aynı
      özelliği taşıyan her türlü madde yasaklanıyor. Teker teker hepsinin isimlerinin zikre-
      dilmesi gerekmez.Çünkü kur’an’ın kaide ve kuralları geneldir. Her bir içki türü için, bir
      ayetin inmesi gerekmediği gibi,Norveç’ın kuzey enleminde yaşayanlar için,özel bir
      ayetin gelmesine de gerek yoktur. 3-Veliyullah Dihlevi den getirdiğin görüş,onun böl-
      gesel yorumudur.Hiç bir alimin yorumu müslümanları bağlayamaz.Yorum yorumcuya aittir.
      Hiç bir mezhep de müslümanları bağlayamaz.Mezhepler din değildir.Mezheler yorum-
      lardır. Müslümanları bağlayan tek unsur kur’an ve mütevatir (kesin ve sahih olan )
      sünnettir. İlk dönemde mezhepler mi vardı ? bunlar sonradan ortaya çıkmıştır.Mez-
      hepler yorumların ürünü oldukları için yalnış yönleri de var,doğru yöneleri de.Asıl olan
      dinin tek kaynağı kur’an dır. Mütevatir sünnet ise,kur’an’ın uygulama şeklidir.Bizi ilgi-
      lendiren kur’an ve sahih sünnettir.
      3- Diyorsun ki,eğer peygamber Finlandiya da doğmuş olsaydı ibadet zamanları neye
      göre düzenlenecekti ? Kur’an, evrensel çözüm getiriyor. Bakara suresi 286.
      ”لايكلف الله نفسا الا وسعها الخ ” Allah her kesi, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.”
      Burada yaşayanlar,diğer normal bölgeler de yaşayanlardan daha fazla ibadet yapmak
      veya daha uzun oruç tutmakla mükellef tutulmazlar.Normal bölgelerin yerel saaleri
      baz alınır ve herkes için süre aşağı yukarı aynı olur.
      4- ” Ta fecrin beyaz ipliği………” ,dünya nüfusunun %99’un üzerinde bu fecr olayına
      şahit oluyor. Böyle yerlerde yaşıyorlar.Ayet genele hitap ediyor. Yüce Allah’ın bizden
      istediği iman,ibadet ve ona yönelmektir.şekil önemli değildir. Fecrin olmadığı yerler de
      yaşayanlar, yeterki Allah’a yönelsinler.Güneşin olduğu veya olmadı zamanın önemi yok-
      tur.Ona inanıp gücün nisbetinde ibadetini ifa etsen yeterlidir. Hani yolculukta namaz-
      larını kısaltıyorsun ya.! İşte bu da öyle. Orada yaşayanlar ay ve seneleri nasıl hesaplı-
      yorlarsa,ibadetlerini de öyle hesaplayarak yapacaklar. Onlara sorun çıkarmanın hiç bir
      anlamı yoktur. Saygılar.

  17. sinan dedi ki:

    enfal 65 ile enfal 66 yı açıklayabilecek bir müslüman var mı?

    • Hakikat dedi ki:

      Sinan Bey,
      Enfal suresinin 65. ve 66. ayetinin sebebini; Enfal suresinin 64. ayeti yeteri kadar izah edip açıklıyor. Ayetleri yargılamak yerine anlamaya çalışırsanız anlarsınız. Saygılarımla…

      Enfal suresi 64.
      Ey Peygamber! Allah ve inanananlardan seni izleyenler sana yeter/Allah, sana da seni izleyen müminlere de yeter!

      Enfal suresi 65.
      Ey Peygamber! Müminleri çarpışmaya teşvik et! Sizden sabırlı yirmi kişi olsa, küfre sapanların iki yüzüne galip gelir; sizden yüz kişi olsa, onların binine galebe çalar. Çünkü onlar gereğince anlamayan bir topluluktur.

      Enfal suresi 66.
      Şimdi, Allah yükünüzü hafifletti. Bilmiştir ki, sizde bir zaaf var. İçinizden sabırlı yüz kişi olsa, iki yüz kişiye galip gelir; sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galebe çalar. Allah, sabredenlerle beraberdir!

  18. Baha dedi ki:

    65- Ey Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar, anlamayan bir kavimdir.

    Âyet-i kerime, bir müminin, on kâfire bedel olacağını bildirmekte, se­bep olarak ta, kâfirlerin, savaşırken herhangi bir sevap elde etme inancından yoksun olmalarını göstermekte bu nedenle savaşta metanetli olmayacakianna, dünyalıklarını kaybedecekleri korkusuyla savaşta korkak davranacaklanna dik­kati çekmektedir. [90]

    66- Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulun­duğunu biliyordu. Bundan böyle İçinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah, sabredenlerle beraberdir.

    Abdullahb. Abbas diyorki:

    “Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir…” ayeti nazil olunca, bir müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzii oldu. Ve Müs­lümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nisbette müminlerin sabrını da eksiltti[91]

    Taberi diyor ki: “Âyet-i kerime’de, her ne kadar ifâde emir şeklinde de­ğilse de mana itibariyle emirdir. Yani, bir Müslüman en az iki düşman karşısın­da savaşmak farzdır.

    Abdullah b.Abbas, İkrime, Hasan-ı Basri ve Süddi’den nakledilen bir gö­rüşe göre bu âyet, bundan Önce gelen âyetin hükmünü neshetmiştir. Artık bir müminin on kâfirle savaşma mecburiyeti kalmamıştır. Ancak bir mümi’nin iki kafire karşı savaşması farzdır. Onların önünden kaçması haramdır. Taberi de bu âyetin bundan Önceki âyeti neshettiğini söylemiş ve ayetlerin emi mı ahi yetinde olduğun söylemiştir.

    Mücahid diyor ki: “Bir mümin’in on kâfire karşı savaşması hükmü, Bedir savaşına katılan sahabiler içindi. Bu durum onlara ağır geldi. Bununüzerine, bir-mümin’in iki kâfirle savaşması hükmü geldi.”

    Abduah b. Abbas da diyor ki: “Bir müminin on kâfir karşısında on mümi­nin de yüz kâfir karşısında.savaşıp sabretaıesi emri, müslümanlannın sayılarının az olduğu zamanda idi, Müslümanlar çoğalamca Allah onların yüklerini hafifletti Bir müminin iki kâfir karşısında, on müminin de yirmi kâfir karşısında svaşmalan emredildi. [92]

    65- Ey Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar, anlamayan bir kavimdir.

    Âyet-i kerime, bir müminin, on kâfire bedel olacağını bildirmekte, se­bep olarak ta, kâfirlerin, savaşırken herhangi bir sevap elde etme inancından yoksun olmalarını göstermekte bu nedenle savaşta metanetli olmayacakianna, dünyalıklarını kaybedecekleri korkusuyla savaşta korkak davranacaklanna dik­kati çekmektedir. [90]

    66- Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulun­duğunu biliyordu. Bundan böyle İçinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah, sabredenlerle beraberdir.

    Abdullahb. Abbas diyorki:

    “Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir…” ayeti nazil olunca, bir müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzii oldu. Ve Müs­lümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nisbette müminlerin sabrını da eksiltti[91]

    Taberi diyor ki: “Âyet-i kerime’de, her ne kadar ifâde emir şeklinde de­ğilse de mana itibariyle emirdir. Yani, bir Müslüman en az iki düşman karşısın­da savaşmak farzdır.

    Abdullah b.Abbas, İkrime, Hasan-ı Basri ve Süddi’den nakledilen bir gö­rüşe göre bu âyet, bundan Önce gelen âyetin hükmünü neshetmiştir. Artık bir müminin on kâfirle savaşma mecburiyeti kalmamıştır. Ancak bir mümi’nin iki kafire karşı savaşması farzdır. Onların önünden kaçması haramdır. Taberi de bu âyetin bundan Önceki âyeti neshettiğini söylemiş ve ayetlerin emi mı ahi yetinde olduğun söylemiştir.

    Mücahid diyor ki: “Bir mümin’in on kâfire karşı savaşması hükmü, Bedir savaşına katılan sahabiler içindi. Bu durum onlara ağır geldi. Bununüzerine, bir-mümin’in iki kâfirle savaşması hükmü geldi.”

    Abduah b. Abbas da diyor ki: “Bir müminin on kâfir karşısında on mümi­nin de yüz kâfir karşısında.savaşıp sabretaıesi emri, müslümanlannın sayılarının az olduğu zamanda idi, Müslümanlar çoğalamca Allah onların yüklerini hafifletti Bir müminin iki kâfir karşısında, on müminin de yirmi kâfir karşısında svaşmalan emredildi. [92]
    65- Ey Peygamber, müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar, anlamayan bir kavimdir.

    Âyet-i kerime, bir müminin, on kâfire bedel olacağını bildirmekte, se­bep olarak ta, kâfirlerin, savaşırken herhangi bir sevap elde etme inancından yoksun olmalarını göstermekte bu nedenle savaşta metanetli olmayacakianna, dünyalıklarını kaybedecekleri korkusuyla savaşta korkak davranacaklanna dik­kati çekmektedir. [90]

    66- Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulun­duğunu biliyordu. Bundan böyle İçinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Allah, sabredenlerle beraberdir.

    Abdullahb. Abbas diyorki:

    “Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa iki yüz kişiye galip gelir…” ayeti nazil olunca, bir müslümanın on düşman karşısında direnmesi farz kılınmıştır. Bu ise Müslümanlara çok zor geldi. Bunun üzerine bu âyet nâzii oldu. Ve Müs­lümanların yükünü hafifletti. Ancak, Allah teala, karşı konacak düşman sayısını eksilttiği nisbette müminlerin sabrını da eksiltti[91]

    Taberi diyor ki: “Âyet-i kerime’de, her ne kadar ifâde emir şeklinde de­ğilse de mana itibariyle emirdir. Yani, bir Müslüman en az iki düşman karşısın­da savaşmak farzdır.

    Abdullah b.Abbas, İkrime, Hasan-ı Basri ve Süddi’den nakledilen bir gö­rüşe göre bu âyet, bundan Önce gelen âyetin hükmünü neshetmiştir. Artık bir müminin on kâfirle savaşma mecburiyeti kalmamıştır. Ancak bir mümi’nin iki kafire karşı savaşması farzdır. Onların önünden kaçması haramdır. Taberi de bu âyetin bundan Önceki âyeti neshettiğini söylemiş ve ayetlerin emi mı ahi yetinde olduğun söylemiştir.

    Mücahid diyor ki: “Bir mümin’in on kâfire karşı savaşması hükmü, Bedir savaşına katılan sahabiler içindi. Bu durum onlara ağır geldi. Bununüzerine, bir-mümin’in iki kâfirle savaşması hükmü geldi.”

    Abduah b. Abbas da diyor ki: “Bir müminin on kâfir karşısında on mümi­nin de yüz kâfir karşısında.savaşıp sabretaıesi emri, müslümanlannın sayılarının az olduğu zamanda idi, Müslümanlar çoğalamca Allah onların yüklerini hafifletti Bir müminin iki kâfir karşısında, on müminin de yirmi kâfir karşısında svaşmalan emredildi. [92]

  19. din yalan dedi ki:

    Yazara aynen katılıyorum.Din yalan hem de kocaman bir yalan.İyi insan olmak gerekiyo sadece buna inanıyorum iyiden kasıt kötülük yapmamak.muhammed resmen uydurmuş.eski zamanların siyasetini yapmış işte.

    • csk dedi ki:

      madem din,yaratıcı, yok bilim adamlarına göre dünya büyük bir patlama sonucu oluştu.bu durumda biz nerden geldik nasıl olduda hayvanlar insanlar oluştu doğanın dengesi nasıl oluştu.

      • Gencer dedi ki:

        Kimse Yaratıcı Yoktur iddiasında değil.Din demek Tanrı demek mi?Din İnsan icadı olamazmı?Mesela Sabatayizm inancıda insan icadıdır.Sabetay Sevi adında birisi çıkıp 1600 lü yıllarda ben Mehdiyim demiş ve arkasından bir sürü sazan gidi vermiş.Al sana Sabetayistlik inancı.

      • csk dedi ki:

        İnsanlık tarihinin en başından bu yana bir çok kişi çıkıp ben tanrıyım ben kurtarıcıyım demiş.
        birisi çıkıp ben peygamberim dedi bizde onun peşindenmi gittik.
        evet insan icadı olan toplumda dinler de var kimi insan güneşe kimisi taşa toprağa tapıyor yaratıcı onların kafasında bu kadar basit.
        İnsanın fıtratındaki hiçbir duygu Allah’ın Zat-ı Akdesini anlayacak kapasite ve ayarda yaratılmamıştır.
        Bu sebeple İslam Allah’ın Zat-ı Akdesi hakkında düşünmeyi yasaklayıp men etmiştir.
        Aklımıza Allah’ın Zat-ı Akdesi hakkında ne geliyorsa, Allah ondan beri ve mukaddestir.
        Yani Allah o düşündüğümüz ya da tasvir ettiğimiz şey değildir. Bu bakış açısı mümin insanların önemli bir iman prensibidir.
        Hiç kimse kuran ın bir benzerini yapamaz.Bunu allah kuran da net bir şekilde söylüyor.

        (Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz,
        Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin!
        Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24]

        (De ki: Bu Kuranın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp,
        birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]

        Ayın kendi ışığımı yoksa yansıyan ışıkmı?
        Önceden ayın kendi ışığı olduğu düşünülüyordu fakat son olarak ay ışığının yansıyan bir ışık olduğu bilim sayesinde ortalama 200 yıl önce öğrendik

        Kur’an 1400 yıl önce Furkan(25) suresi 61. Ayette
        Gökte burçları var eden onların içinde kandil(güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah yüceler yücesidir.
        Arapçada ay ışığı için kullanılan “münir” yada “nur” yansıyan ışık manasına gelir.

        Üzerinde yaşadığımız dünya nasıl bir şekle sahiptir.?

        1597 de Sir Francis Drake dünya çevresinde yelkeniyle dolaştı ve dünyanın küre biçiminde olduğunu kanıtladı.

        Fakat Kur’an bize 1400 yıl önce Naziat suresi 30.Ayette diyorki
        “Ve yeri de yumurta biçimine soktu” Arapçadaki “deha ha”
        kelimesinin anlamlarından bir tanesi “genişlemek yaymak”
        iken diğeri Arapçası “dahv” olan kelimeden türemiştir
        ve deve kuşu yumurtası manasına gelir.

        Bugün bilim bize diyorki evren genişliyor?

        Bu durumda bizde Zariat suresi 47. ayete bakalım
        Ve sema; Biz onu büyük bir kudret ile bina ettik.
        Ve muhakkak ki (onu) genişletici olan elbette Biziz.

        Bugün öğrenmeye başladıkki bitkilerin cinsiyeti olduğunu ki önceden bilmiyorduk.
        Kur’an Taha suresi 53. ayette bundan bahsediyor.
        Böylece onunla çeşitli bitkilerden çift çift çıkardık.

        Yine öğrendikki iki tip su vardır. Tatlı ve tuzlu
        Ve aralarında bir bariyer vardır.
        Rahman 19-20. ayette”iki denizi birbiri ile karşılaşacak”
        (birbirine kavuşacak) şekilde akıttı.İkisi arasında
        berzah(engel) vardır.ikisi birbirinin sınırını geçemez.
        (özelliğini, düzenini bozamaz).

        Bugün bilim adamları diyorki dağlar deprem olmasını
        engellemektedir.
        Nebe suresi 6-7 ayetlerde bahsedilmiştir
        Arzı döşek kılmadık mı?
        Ve dağları (yeri sabit tutan) kazıklar (yapmadık mı?)

        Bunun gibi yüzlerce ayet daha söylenebilir.

        1400 yıl önce hiç bir teknolojinin olmadığı bir dönemde
        okuma yazma bilmeyen birisi çıkacak bilimin son zamanlarda açıkladığı
        şeyleri söyleyecek
        siz diyeceksiniz ki islamiyet dini insan uydurmasıdır.
        kuran arapça indirildi sizlerin kuran hakkında yorum yapabilmesi için arapça da bilmesi gerekiyor.
        en önemlisi baştan sona okumalısınız ayetlerde bir parça alarak yorum yapamazsınız.

      • MaMaLi dedi ki:

        csk!sen önce evreni,tanıyacaksın,çok çalışıp,öğreneceksin,dünyanın,büyüklüğünü,öğreneceksin,içinde bulunduğun,samanyolu galaksi’sinin,büyüklüğünüde öğreneceksin,dünyanın evrende ne kadar yer kapladığınıda,öğreneceksin,sonra şu soruyu kendine,sormaya başlarsın merak etme))yahu toplu iğne başı kadar evrende,duran soluk mavi,bir yerde yaşıyorum,ve tanrı beni,burda,epilepsi,ensest,pedofoli,hastası,kendini,allahın genel müdür sanan,ilkel,bir,çöl,bedevisinin,kendi siyasetini,bana allahın dini diye yutturmasını,içime sindiremiyorum!demeye başlarsın.Sen yeterki,evreni,samanyolu galaksisini,çalış öğren ok.

      • bilal dedi ki:

        MaMaLi,

        Bir arkadaşa ‘’ ….ve tanrı beni,burda,epilepsi,ensest,pedofoli,hastası,kendini,allahın genel müdür sanan,ilkel,bir,çöl,bedevisinin,kendi siyasetini,bana allahın dini diye yutturmasını,içime sindiremiyorum! demeye başlarsın ‘’ demektesiniz.

        Peki hz.peygamberin epilepsi,ensest,pedofoli hastası vs.olduğunu hangi kaynaktan ve hz.peygamber zamanında yaşamış olan hangi uzman düşünür ve Dr.lardan öğrendin.? Neye dayanarak böyle bir iftirayı yapıyorsunuz. ? Senin kanıtın nedir ??? Eğer bu iddilarını kanıtlarla ispat etmezseniz,bilinizki en büyük iftirayı yapmış olursunuz. !!!

        1-AYRICA,TARAFSIZ BAZI BATILI DÜŞÜNÜRLERİN HZ.MUHAMMED HAKKINDAKİ SÖZLERİ DE SENİN BU TÜR İDDİALARINI GEÇERSİZ KILMAKTADIR.!!!

        Batılı düşünürlerin Efendimiz(sav)hakkında sözleri Mumsema
        Encyclopedia Britannica, (Vol. 12):

        “Eski zamanlardan birçok incelik bize gösteriyor ki, Muhammed samimi ve dürüst bir insan idi,o samimi ve dürüst olan başka insanların saygısını ve bağlılığını kazanmıştı.”

        Johann Wolfgang Goethe, (Noten und Abhandlungen zum westlıchen Diwan, WA1,7, 32):

        “Onu bir peygamber olarak görmek lazım, bir şair olarak değil. Bunun için Kur’an’da ilahi Kanûn olarak görmek lazım, bir insanın kitabı olarak değil Âlemlerin Efendisi – Muhammed.”
        Hiç kimse Hazret-i Muhammed(sav)’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz
        avrupaya nasip olan bütün başarılara rağmen bizim konulmuş olan bütün kanunlarımız,islam kültürüne nispetle eksik——.biz avrupa milletleri medeni imkanlarımıza rağmenHazret-i Muhammed(sav)’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız.şüphe yokki;hiç kimse bu yarışta O’nu geçemiyecektir

        Michael H. Hart, (“100 Kişiler: Dünya tarihindeki en etken 100 Kişi, New York: Hart Yay. 1978, S. 33):

        “Muhammed’i dünya tarihindeki en etken insanlar listesinde ilk başa koymam, bazı okuyucuları şaşırtabilir,hatta bazıları bunu sorgulayabilir. Ama o tarihte tek insan olarak hem dünyevi hem dini acıdan büyük etki yapabilmiştir.”

        Lamartine (Paris 1854):

        “Düşünür,hatib, havari, kanun koyucu, mücadeleci, fikirleri feth eden, rasyonel inançları onaran,resimlere ve putlara tapmaya son veren, yirmi tane dünyevi devletin kurucusu olan ve bir tane manevi devlet kuran – işte bu Muhammed’tir. Bir insanın büyüklüğünü tespit edebilmek için kullanılan bütün kıstaslara göre Muhammed’ten başka birisinin hiç daha büyük olabileceğini düşünebilirmiyiz?

        K.S. Ramakrishna Rao (“Muhammed, İslam’ın Peygamberi”):

        “Muhammed’in bütün kişiliğini anlayabilmek güçtür. Ançak bazı hususlarını anlayabiliriz. Ne kadar ders verici olan dramatik olaylar. Bakıyoruz peygamber olan Muhammed, mücadele eden Muhammed, tüccar olan Muhammed, devlet adamı olan Muhammed, hatib olan Muhammed, reform edici olan Muhammed, öksüzleri kuçaklayan Muhammed, köleleri koruyan Muhammed, kadınları kurtaran Muhammed, hakim olan Muhammed, mukaddes olan Muhammed. İnsanoğlunun bütün hayat alanındaki göstermiş olduğu bütün bu müthiş roller o’nun bir kahraman olduğunu gösterir.”

        W. Thomas Carlyle (“Kahramanlar ve Kahramanlara Tapmak”)

        “ bir insan tek başına 20 seneden az bir zaman içinde, nasıl olur da birbirleri ile savaşan kabileleri ve yörük olarak gezen bedevileri,kuvvetli ve cağdaş bir topluluğa kenetleyebilir?

        W. Montgomery Watt (“Muhammad in Mecca, 1953”):

        “İnancı uğruna baskılara sabır etmesi, yüksek derece karekterli insanların, o’na inanıp o’na lider olarak bakmaları, ve neticede ulaşmış olduğu başarı – bütün bunlar o’nun tam bir emin insan olduğunu gösterir. Muhammedin bir dolandırıcı olduğunu zan etmek, problem cözeceğine daha çok problem getirir. Bunun yanında söylemek gerekir ki batı tarihi büyük şahışları değerlendirirken hiç bir sahışa bu kadar az takdir göstermiştir O’nun için, biz o’nu hakikaten anlayabilmemiz için, Muhammed’e içtenlikle ve samimi bir şekilde saygımızı göstermemiz lazım.”

        RVC Bodley (“The Messenger, 1946”):

        “O sadeliği seven bir adam, fakat gönlünde ümmetinin hayrını gözeten büyük bir şahıs idi, maneviyat’dan güç alıp, hareketlerini son derece mantıklı bir şekilde planlayan idi Muhammed yaşadığı toplumda kendisini huzurlu hissetmiştir. O evli idi, ve çoçukları vardı. O ata iyi binebiliyor, kendi ayakkabılarını yapıyor ve kıyafetini kendi yamayabiliyor idi. İnce bir mizah anlayışına da sahip idi. O kendisinin bir lider olduğunu bildiği halde, hiç bir zaman kendini beğenmişliğe kapılmamıştır. O, köleler ile beraber yemek yemeğe veya hurmalarını bir fakir ile paylaşmayı da çok görmez idi.”

        Maxime Rodinson (“Mahomet, 1971”):

        “Muhammed dini bir dahi, müthiş bir sıyasi düşünür – ve insan olarak, senin benim gibi idi. Dindar olan bir insanı ve o’nun mesajını anlamak isteyen her insan o’nun hareketlerindeki dini olmayan amaçlarından ve yaptıklarının neticelerinden çok şeyler öğrenebilir. Ama o’nu daha çok tarihi bir şahış olarak değerlendirenler, o’nu bu büyüklüğü kazandıran nizam hakkında, ve tabii ki nizamın kendisi hakkında düşünmelidir.”

        Lev N. TOLSTOY (1828 / 1910)

        “Bunu söylemek ne kadar tuhaf olsa da benim için Muhammedilik . Haça tapmaktan (Hıristiyanlık’tan) mukayese edilemeyecek kadar yüksekte duruyor.Eğer insan , seçme hakkına sahip olsaydı , aklı başında olan her bir insan, şüphe ve tereddüt etmeden Muhammediliği ; tek Allah’ı ve onun peygamberini kabul ederdi.”

        ( shebol)
        1927 hukuk kongresi başkanı

        Hazret-i Muhammed(sav)’in insan olması itibariyle,bütün insanlık muhakkak iftihar eder.
        çünkü O’zat ümmi olmasıyla beraber,on üç asır evvel öyle kanunlar ve esaslar getirmiştir ki;biz avrupalılar ikibin sene sonra O’nun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mes’ud en saadetli nesiller oluruz. ” alıntı”

        Ve daha nice tarafsız batılı düşünürlerin hz.Muhammed hakkındaki görüşleri !!!
        Özetle,hz.Muhammed hakkındaki iddilarınızın tümü mesnedi ve kanıtı olmayan saçmalılklardır.

        2- Hz.Aişe hz.peygamberle evlenirken yaşı 18-20 arasında idi.İşte bunun delillerle kanıtı.

        HZ:AİŞE’NİN EVLİLİK YAŞI ?

        Hz. Ebû Bekir’in kızı Aişe ile Hz. Muhammed’in bu nikâhı, Bazı Hadisçiler ve sapık düşünceler ile farklı yönlere çekilmiştir. Cübeyr ile Aişe arasındaki sözün “Sahih” kaynaklardan nakledilmesi, bize bazı gerçekleri de göz önüne getirirken, Başta “Hadis Âlimi” olarak görülen İmam BUHÂRÎ’ nin (H.194-256/M.S.810-869) Peygamberimizin vefatından 200 sene sonra kaleme aldığı hadislerinin ve Tırmızî’nin hadislerinin ne kadar yanlışlıklarla dolu olduğunu ve “Sahih” olmadığını ortaya çıkarıyor.
        Şöyle ki; Hz. Ebû Bekir’in kızı Aişe’yi Mut’ım’in oğlu Cübeyr ile söz kesmesi, Müslümanlığı seçmeden önce olduysa, Bu Hz. Aişe’nin Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin “Vahy” edildiği (M.S.610) yılından önce olması gerekir. Diyelim ki Hadisçilerin Hz. Aişe den rivayetleri; “Ben altı yaşında iken sözlendim…” demesi, doğru olsun. O zaman bahsedilen söz kesilmesi Hz. Muhammed ile değil, Mut’ım’in oğlu Cübeyr iledir. Onlarda yaşının küçük olmasından dolayı belirli bir olgunluğa erişmesini beklemişler ve bu sırada da tabiî ki Hz. Ebû Bekir Müslümanlığı seçerek, Mut’ım’in Ailesinin amaçlarına ulaşamamasına neden olmuştur. En düşük ihtimal ile Hz. Aişe’nin 6 yaşındaki bu söz kesilme olayı, (M.S.610) yılına tekâmül eder. Buna göre Hz. Muhammed ile Hz. Aişe’nin sözlenmesi, M.S.621-622 yıllarında olması gerekir. Tabii ki Kıyılan nikâhta M.S.624 yılında olunca, Hz. Aişe’nin Nikâh akdinin yapıldığı yaş; 20 dir.
        Bu konuda başta araştırmacı yazarlardan Ömer Rıza DOĞRUL (Asrısaadet’in Büyük Kadınları; ‘Hz. Âişe’ bahsi sayfa: 29-65) somut deliller ileri sürerken, Prof. Dr. Rıza SAVAŞ, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Prof. Dr. Bayraktar BAYRAKLI ve Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR ile birçok günümüz İlahiyatçıların yanı sıra, Mısır-Kahire de bulunan Araştırmaları ile ünlü Tarih Prof. Muhammed Ebu Zehra da, aynı görüş ve Hz. Aişe’nin yaşının büyük olduğuna dair benzer tezleri savunmaktadır.

        XXXXXXXXX

        Ben şunu iddia ediyorum ki, Hz. Muhammed en seçkin bir kıymettir. Yaradan’ın, böyle ikinci bir vücudu imkan sahasına getirmesi de ihtimalden uzaktır. Seninle aynı asırda bulunamadığımdan dolayı üzgünüm Ey Muhammed…
        Prens Otto Von Bismarck (Modern Almanya’nın ilk şansölyesi -başbakanı)

        Evet,hz.Muhammed’in peygamberliğine inanmayabilirsiniz,fakat iftira ederek lütfen kendinizi müfteri konumuna düşürmeyin.!!!

        Herkese saygılar.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Hz.Aişe hz.peygamberle evlenirken yaşı 18-20 arasında idi.İşte bunun delillerle kanıtı. (senden alıntı)

        —Hz.Aişe Hz. Peygamberle evlendiği zaman yaşı 9 değildi. Evlendiği zaman yaşı
        18’i buluyordu. Bunun hesabını yapalım :
        1- Hz. Muhammed’in D.Tarihi Miladi : 571 :
        2-Hz. Aişe’nin Doğum Tarihi Miladi : 606
        – Hz.Muhammed’in Hicret tarihi : 622
        – Hicreten iki sene sonra evlilik gerçekleşiyor. ( 624 )
        – Hz.Aişe’nin doğum tarihi olan 606’yi ,624’ten çıkardığımız zaman evlilik yaşı 18.oluyor.
        ÖRNEK : EVLİLİK TARİHİ MİLADİ : 624
        DOĞUM TARİHİ MİLADİ : 606
        EVLİLİK VE DOĞUM TARİHİ : 624- 606= 18 (Evlilik tarihi ) (sana ait başka bir mesajından alıntı)

        Ayşenin yaşıyla ilgili rivayetlerin doğruluğu bilinemeyeceği için Ayşenin yaşından söz edecek değilim, ben burada insanları ahmak yerine koymanın tipik bir örneğinden bahsedeceğim,

        Ayşenin yaşıyla ilgili işine gelen rivayetleri kaale almışsın, buna diyeceğim bir şey yok, çünki siz işinize gelen şeylere gönülden imanınızın gereği kanıt olmasada inanırsınız,

        daha önce yazdığın bir mesajda, sanki Ayşenin nüfus bilgilerine ulaşmışsın gibi bir anlatım yapmana bir anlam veremedim???

        sanki bana, Ayşenin evlenme tarihinden 18 sayısını çıkararak bulduğun sayıyı, Ayşenin evlenme tarihinden çıkararak Ayşenin yaşını 18 olarak buluşsun gibi geldi,

        yani, 624-18=606, 624-606=18 gibi,

        bence Ayşenin yaşını 40 olarak gösterseydin daha iyi olurdu, yani Ayşenin doğum tarihini 624-40= 584 olarak gösterseydin daha iyi olurdu,

        çünki Ayşenin doğum tarihinden Muhammedin doğum tarihini çıkardığımızda aralarındaki yaş farkınının 35 olduğunu görürüz, (606-571=35)

        bu yaş farkından Muhammedin kızı yaşındaki bir kadınla evlendiği anlaşılır,

        toplumumuzda kızı yaşındaki kadınlarla evlenen erkeklere hoş gözle bakılmadığı, ahlâki açıdan etik bulunmadığı herkesin malumu?

        bence Ayşenin yaşının söz konusu olduğu başka bir mesaja cevap verdiğinde Ayşenin evlenme yaşıyla ilgili hesaplama yaparken, Ayşenin yaşını en az 40 olarak göster,

        böyle yapmaktan çekinme, soranlara ben yaptım oldu dersin?

        —Evet,hz.Muhammed’in peygamberliğine inanmayabilirsiniz,fakat iftira ederek lütfen kendinizi müfteri konumuna düşürmeyin (senden alıntı)

        batılılar Muhammedi Devlet kuran (belkide ilk Arap Devletini kuran) bir devrimci, usta bir siyasetçi olarak görürler, bizde genellikle öyle görürüz, yaptıkları değerledirmeler bu yöndedir ve hiç biri Muhammedin cinsel yaşamından söz etmez, çünki söz etmeye kalksalar kendi peygamberlerinin de cinsel yaşamını tartışmaya açmış olurlar, Muhammedin cinsel yaşamından söz eden, Muhammedin cinsel yaşamını düzenleyen Kuranın tanrısıdır, (ahzap, nisa vs. gibi) dolayısıyla Kurandaki muhammedin cinsel yaşamıyla ilgili ayetlerden söz etmemiz veya ayetlerde yer almamış evliliklerden söz etmemiz Muhammede iftira etmek anlamına mı gelir?

        örneğin ben, Muhammed kızı yaşındaki Ayşeyle evlenmiştir desem, Muhammede iftiramı etmiş olurum?

  20. Necron dedi ki:

    Madem İsa Tanrının çocuğu biz neyiz…? Hadi diyelim ki bizler de Tanrının çocuklarıyız hangi baba evladını ne hata yaparsa yapsın ne yanlış yaparsa yapsın cehennem de ateş dolu kaynar kazanlarda yakmayı göze alsın benim oğlum olacak yada kızım değil onu canlı canlı kazanlarda yakmayı ne suç işlerse işlesin bağrıma basarım o zaman şu tez çürüyor Allah affeden ve bağışlayandır…..

    • csk dedi ki:

      İslama göre Hz isa tanrının çocuğu değildir.Allah doğmamış ve doğurmamıştır ve ondan öncesi de yoktur.O inanış hristiyanlığa sonra girdi.Bunlar kuran da net bir şekilde anlatılıyor.
      Sen demişsinki hangi baba evladını ateşe atar ne hata yaparlarsa yapsınlar bağrıma basarım.
      Bundan 1400 yıl öncesinde doğan kız çocuklarını diri diri gömen babalar vardı.O bebeklerin ne suçu vardı?
      Şuan toplumda annesine kız kardeşine tecavüz edip öldüren binlerce insan var.Böyle insanlık dışı vahşeti yapan birini affetip bağrınamı basacaksın.

      • MaMaLi dedi ki:

        csk!1400 yıl önce kız çocuklarının,canlı canlı,gömülmesi,külliyen yalandır)öyle bir şey olmuş olsa,islam öncesi,şaiirlerin dizelerinde yer alırdı,bu palavralarla,bu yalanlarla,bu bilgisizlıikle,zaten islam size din diye sokulmuş))

      • bilal dedi ki:

        MaMali,
        ‘’ csk!1400 yıl önce kız çocuklarının,canlı canlı,gömülmesi,külliyen yalandır) diyorsunuz.

        Bunun yalan olduğunun delilleri var mı ? Varsa bu delilleri göster,yoksa tarihi gerçekleri hiçe mi sayıyorsunuz.? Biliniz ki tarihi gerçekleri yalan saymanızla yalan olmaz.!!!

    • MaMaLi dedi ki:

      Sayın Bilal!!Ensest,olduğu ahzap 50 ayeti ile tasdiklenmişdir,pedofil,olduğu,buhari,tırmızi,müslim,taberi,ebu davut ile tasdiklenmiş,olup,vebali onlara ait dir,)epilepsi!o devirde düşme hastalığı deniyordu,titreme,terleme,üşüme,beilirtiledir,tedavisi,mağara,da,gecelemek(peygamberinizin devrinde)tedavi,için,tek altarnatifdi,siz buna vahi geliyor ondandır,dersiniz genelde;iddaam ve tesbitlerim,şimdiye kadar yeterli kanıt olmadığı için,malesef,sizin,”İnformatik”bilgileriniz,tesbit ve iddamın yanında çok sönük kalıyor.Sayın Bilal!minik aişe’nin yaşına gelince;2010 yılı temmuz ayı ilk haftası,suud baş imamı,şöyle açıklama yaptı”müslümanlar,kız çocukları ile 1 yaşında nişan,9 yaşında nikah yapa bilirsiniz,bu peygamberimizin sünnetidir”dedi;o tarih türk,ve suud gazeteleri arşivde,göz ata bilirsiniz.Ayrıca,suud’a hiç gittinizmi?ben çok meraklı oldğum için,değil gitmek,uzun yıllar onlarla yaşadım!ve kureyş’liler le,çok,sıkı fıkı,ilişkilerim oldu)çoğu zenginleştirilmişdır;ve susturullmaya çalışılmışdır;suud, da,türkiye den daha çok ateist’in olduğu,geçen aylarda bu korkunç rakamlara vardığından!kral tarafından atesit’lik,yasaklanmışdır)demek kral dininden emin değil))neyse,sizin benden,istediğiniz kanıtlarım bunlar!lakin sizin sunduğunuz kanıtlar,andersen den masallar kadar bile ciddi değil,

  21. daha genç dedi ki:

    ya Allah orda meleklere şahitlik yapsın diye soruyor.Çünkü sağ ve soldaki melekler sevap ve günahları yazar .Ha Allahı inkar edenler Hz.Muhammedi (s.a.v.) yazarlıkla suçlayanlar yazıklar olsun size

    • Gencer dedi ki:

      Kimseye hakaret etmeye hakkın yok senin.Kimse Allah’ı inkar etmiyor.Ateist’ler zaten hiç inanmıyorlar.Ancak Kuran’ı Muhammed yazdı iddiaları çokta haksız bir iddia değil.Kuran’ı Muhammed’in yazmış olması Allah’ın olmadığı anlamına gelmez.
      Hurafeler ile yaşayanlar biraz beyinlerini kullanırlarsa Kuran’daki bir çok çelişkiyi görebilirler.

  22. can dedi ki:

    in ordan aşşağı ordan büyüklük taslamak senin haddin değildir

    neden böyle demiş acaba allah zülümkarmıdır der insan
    hayır allah gaybı seyreyleyendir onu bilendir sen ondan iyimi bileceksin eğer biliyorsan kendini kurtar eğer kurtardım dersen bilki seni kurtaran odur eğer azap göreceksen bilki sana azabı verecek olan yine odur kul buna şahitlik edecektir eğer insan bilseydi kurtulup yan gelip yatmazmıydı ama yine kendini kandırır o ondan öncesinide bilir

    şimdi bir soru soracağım ibrahimi içine düştüğü durumdan kurtaran kimdir yoksa ibrahimmi kendini kurtardı?

    bu ona pek zor geldi aklını çelip durdu ve suyun yanından geçerken o leşten parçalar koparan balıkları gördü sonra kuşlarda gelip nasibini aldı
    İbrahim içi içini yiyordu

    ey rabbim bana ölüleri nasıl dirilteceğini göster

    ey İbrahim bununla ilgili imanınmı eksik yoksa içinde bir şüphemi mevcut

    İbrahim( rabbim tövbelerim sanadır ne imanım eksiktir nede bir şüphem vardır yalnız sen içimdekini bilirsin ben sana sığınırım sadece göz seyrelemek ister

    İbrahim bana dört tane kuş getir

    şimdi onların kafalarını çek .
    tüylerini yol ….
    etlerini parçala …..
    sonra etleri çamurla hamur yap ………..
    İbrahim tereddüt etmez ve yapar ………………..
    sonra onları dört bir yana bırak ve sen gel de onlar gelecektir

    ve İbrahim gördü birbirinden ayrılanlar yine birbirine döndü ……….
    kuşlar başsız bir şekilde uçup geldiler ve başlarını aldılar ve ibrahime baktılar …………

    ben İbrahim şahidimki sen herşeye kadirsin sana hiçbir şey zor gelmez ……………………………..

    şeytan size kan damarlarınız kadar yakındır
    onunla dalaşmayın …………………………………………………….
    sen onun karşısında duramazsın ve sen içine düştüğün durumdan ona sığın
    şunuda bilki onun karşısındada hiçbirşey duramaz ……………………………………………..
    sanma o var eden yapılanları aynı hakkıyla yerine getirmeye gücü yetmez ……………
    herşey onun elinde değilmidirki onun gücü yetmez zamana mekana geri gelmesin onlar …
    o gaybdanda öncesini bilendir

    el-aziz hiçbir yönden mağlup edilemeyen her daim üstün gelendir
    ogün geldiğinde kul şahitlik yapacaktır ………
    sanma bunu yazan kişi bilendir bilki onu ona veren yine rabbidir
    musa ister rabbim bana cemalini göster ….
    ey musa hiçkimse beni cemalimle kemalimle herşeyimle bilemez

    musa – ey rabbim göz görmek ister
    o halde musa o dağlara bak onlar yerinde durursa sende durursun onlar duramazsa sende duramazsın
    allah tecelli eder sadece ve o dağlar duramaz karşısında yokoluverir ve musa düşüp bayılır
    musa kendine geldiğinde derki seni bütün eksikliklerden tenzih ederim
    şimdi bir düşün şeytan acaba musayı böylemi yok etmek istedi ..
    yoksa allah kalplerden geçeni bilmezmi…
    o evvelden bilendir ki musayı düştüğü durumdan başka kim kurtarabilirdi ,,
    el hakim.. o herşeye gücü yetendir kuvvet yalnız ona mahsustur……
    eğer allah zulumkar olsaydı musaya tecelli eder ve onu yok ederdi eğer allah bilmeseydi musayı nasıl kurtarırdı ,,,,,,,,,,
    o bütün eksikliklerden münezzehtir ………..
    önce onun sıfatlarını bilde öyle konuş ama insan nankördür
    şimdi söyle evvelden seni o karanlıktan çekip çıkaran sana o vücudu veren senin rabbin değilmi eğer o olmasaydı seni ordan çıkarmaya hangi kuvvet yeterdi ………..
    şimdi o güzel insanada muhammed mustafaya damı iftira atarsın o gün geldiğinde senin için ona yalvaracak olan o zata hangi yüzle bakacaksın ……demeyecekmisin o gün ne kadarda nankörüm peki o içine düştüğün durumdan seni kim kurtaracak kimin kuvveti buna yeter …
    Cebrail firavuna genç bir insan olarak gelir ve derki …..
    senin verdiklerine karşı gelen biri var seni istemez ben ondan daha iyi bilirim der
    firavun şöle der ,,,,,,,,,benim verdiklerime karşı gelen nerdedir ..
    Cebrail deniz kıyısında birisidir
    o halde o denizde boğulmak ona haktır
    ama dinlemiyor bizi bir buyruk yaz imzala bende götüreyim ve fermanın yerine gelsin yazar ve verir

    ve gün olur deniz yarılır firavun içine düşecekken ahiretin kapısı açılır ve derki musanın ilahına sığındım ama Cebrail ona o fermanı gösterir ve allah buyurur …şimdimi….
    inananlar için apaçık deliller vardır ….

    üstünlük yalnız takvadadır
    allah kullarını çok sever onun sevgisi lütüfları ana babanınkine benzemez
    allah kızmazmıydı musayada diğerlerinede onun lütüflarıda pek hoştur o pek yücedir
    içinde zerre kadar imanı olan varsa allahın rahmet kapısı sonuna kadar ona açıktır ama yanlış anlama rahmetin kapısı sadece onun bildiği süreye kadar …
    şimdi şeytana dilediğini veren rabbin değilmidir oysa onada kapılar açıktır ama allah bilendirki
    şöyle demiş o kapılar kapandığı gün güneş batıdan doğduğu gün secde edecek ama o gün artık çok geçtir ……… şimdi bing bang teorisine göre dünya 12 milyar yıldır ayakta ve söyle o ne yapıyor o günden beri neden secde etmiyor acaba senin dediğinmi çıkacak yoksa allahın dediğimi ama kul nankördür
    ve karanlık bir çağdayız galiba o gün yaklaşıyor ….
    insan bile kopyalansa bilki ona diyecek olan allahtır allah onada istediğini verecek sanma allah ona kullarını verecek .. bilki seninle gelenler senin gibidir ama onların ilki rabbinedir ……….
    şimdi söyle bunlara güç yetiren allah herşeye güç yetirecek değilmidir
    zerre kadar imanı olana o kulun istediğini yerdemi bırakacak ….
    o gün geldiğinde buyurur kim kaldı ,,,
    rabbim izninle hayatta olanlar müstesnadır
    allah buyurur ….
    kimlerdir ,,,
    Cebrail hayatta Mikail hayatta İsrafil hayatta ve arşa sahip çıkan meleklerin şimdide deme allah bilmiyorda ona soruyor hayır o şahittir …
    allah buyurur ölüm onlarıda yakalasın ……….
    allah buyurur kimse kaldımı
    rabbim kimse kalmadı
    allah buyurur eminmisin bidaha bak..
    Azrail bakar ama hiçbirşey yokturki zaten
    rabbim kimse yok
    allah ben seni neden yarattım
    beni bir nedenden dolayı … (ama allah herkesin hakkını verendir gaybı yalnız o bilir sanma onun hakkı ölmektir)
    allah buyurur ve sende onu yerine getirdin …
    Azrail anlar sıra onada gelmiştir
    evet rabbim yerine geldi ….
    Azrail a.s ağlamaya başlar ve diz çöker
    allah buyurur neden …
    rabbim bütün canları ben aldım ama teslimiyetin bu kadar zor olduğunu bilmezdim
    ölüm senide yakalasın . ve oda teslim olur .. sonra allah şöyle der …
    nerede o güvendikleriniz …………
    nerde o zalim önderleriniz ………..
    nerede o krallarınız………….
    kimindir bugün kutsal olan yönetim ……
    kuvvet bana mahsustur………..
    kralların kralı benim ……..
    hükümranların hükümdarı benim ……
    ALLAH BENİM
    ve sonra diriltilirler o zalimler bakar acaba noldu herşeye
    hani güneş hani ay hani o yıldızlar …….
    ve derlerki acaba bugün o günmü ……………………………………………

    şimdi bunu yazan kardeşin sana bir faydası dokunmuşsa bilki o vesiledir allahın banamı ihtiyacı var tövbeler olsun yalnız ona sığınırım ve eğer sen inananlardan olursan bilki sana onu veren bana uzun süredir yazdıran ve senin karşına getirende odur .. hiç şüphen olmasın …………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….bilki o çok merhamet edendir…. ne kadar nankörsünüz değilmi
    sen yalnız ona sığın ..el aziz el hakim el kadir ..
    dediğim gibi kardeşim ben bilsem kendimi kurtarırım ne malum inkar etmeyeceğim insan bilebilirmi hiç gaybı ancak şunuda bilirimki o kullarının niyazını geri çevirmez çünkü o haktır
    ve ben yalnız ona sığınırım
    kulun niyazını yalnız rabbin bilir ve bu onunla onun arasındadır o utançlıklarında üstünü örter sanma o bağışlayan değildir ……………..
    sanmaki birşeyide bilmez

    • Adem dedi ki:

      Selamun aleykum can kardesim
      Wallahi su yazdigin her harf icin allah sana ve ahvaline rahmet eylesin oyle bir anlatim olmus ki gozum deki su taneleri sel oldu mashaallah allah feyzini artirsin ben de yukariya yorum yaptim eger senin yaptigin yorumu anlamayip da halen ustun cikmaya calisiliyorsa artik allaha havale ettim yorumun
      Karsisinda pek bir ezik kaldim valla hi binlerce aferin
      Iste allah istedigi kullarina mukafat bahsedendir inshaallah allah katinda bu dinsizlerle savasmis olmakla en yuksek mertebeye girenlerden olursun

    • MaMaLi dedi ki:

      Can!İslam tarihi,hep işinize geldiği yerden alıp,malzeme çıkarıyorsunuz))bu kadar cehalet,recep ivedik de bile yok))Arkadaş!Tarihe bakarsak mekke!deki kabe,ilk olarak,isa dan önce 60 senesinde,roma’lı bir tarihçi olan,Diodorus’un kitaplarında geçiyor.Onu bütün araplar tarafından,büyük saygı gören bir”putevi”olarak anlatıyor.İbrahim isa!dan 2000 yıl önce yaşadı.Bütün bu zaman içinde bir kere olsun,tarihciler mekke’deki,kabeyi anlatmıyorlar;mesela tarihcilerin babası olan Herodot!isa dan 440 sene önce,iran!ı ve arabistanı anlatırken,arapların adetleri ve inaçlarından söz ediyor,kuran!da geçen ,Al ilah putununun adı kullanıyor fakat kabe den hiç söz etmiyor,ilginç demekki kabe herodut’un zamanı(isa dan önce 430 senesi)ile Flavius’un(isa dan önce 60 senesi)zamanın arasında yapıldı ve bütün bunlar gösteriyorki kabe,ibrahimden çok sonra yapıldı,Tarih bunları yazıyor,saygılar.

  23. cococero dedi ki:

    Hayatta sizin bizim bilmedigimiz dengeler vardir.bedenin aci cekerek ölmesi hicbirsey ifade etmez. Tipki bedeninin aci cekmesi uyandiktan sonra birsey ifade etmeyecegi gibi. Yure Sarraf herseyi belirli bir duzene koymus o duzen tikir tikir islemekte. İster inanin ister inkar edin bu dunya bir ruya kadar kisa surecek ve uyandigimizda dunyadaki bedensel acilarin hicbir onemi olmayacak. Elbetteki inkar eden ateistlerin sayisi hayli fazla. Kimse kimseyi zorla ikna edemez. Onlarin da sinavi ” inkarcilik” yadirgamamak gerekli. Hosgoru her sartta hayatimizda olmali. İnsallah hepimiz en dogru yol ne ise onu bulur ve huzura kavusuruz. 

  24. Adem dedi ki:

    Bu yaziyi yazan kimdir nedir bilmem AMA emegi gecen Kim varsa apacik bir kufur icindesiniz allah size hidayet versin diyecem AMA sizin gozunuz kor kulaginiz sagir olmustur sizin icin artik yapilacak hicbirsey yoktur gorunuse gore deccal gelmis de ise coktan baslamis
    Allah inshallah bizleri deccal ve ona tabi olanlardan etmesin
    Wallahi acinacak haliniz var
    Ve ala kulli sey in kadir !!!!!!!!!!!

    • hz.Muhammed dedi ki:

      adem bak…adam sadece kuran dan yazmasa ben de inanmazdım….adam kurandan yazıyor…bende elmalılının kiabı var…karşılaştırıyorum aynı…şimdi ben nasıl adama yalan söylüyorsun diyeyim?

      • Bşra dedi ki:

        ya ayetler öyle ama bu verilen ayetlerin tamamını okursan cevabını allah veriyor zaten bu sayfa sahıbının yorumlaması yanlış anlıyosunuz mu . Kanmayın bizizm tefsir üsdadlarımızdan ogrenın bu ayetlerde Allah’ın ne demek istediğini.

      • eyrizen dedi ki:

        hz.muhammed bi kere senin kullandıgın rumuzdan niyetin acıkca belli oluyor. bi kere sen ateistin önde gidenisin. gelelim 2.ye
        şimdi bu konuyu açan arkadaş diyor ki allah sordugu sorunun cevabını bilir mi bilmez mi bilmezse tanrı degildir. çünki herşeyi bilir deniyor. yahu arkadaşlar hiç mi beyin diye bi organınız yok. bir insan bile cevabını bildigi soruları sorarken örnegin sınavlara giriyoruz universite sınavlarına v.s önümüze sorular cıkıyor şimdi bu soruları soranlara diyebilir miyiz bunlar bu soruların cevabını bilmiyorlar bizden ögrenmek için bize soruyorlar diye. veya herhangi bi mülakat sınavına giriyoruz cevap şıkkı olmayan sınavlar. bu sınavlarda diyebilirmiyiz hocalara siz bize bilmediginiz soruların cevabını niye soruyosunuz diye.

  25. serkan dedi ki:

    İnsan ve dünya hayatının anlamı üzerine yazılmış en iyi yazılardan birinin linkini aşağıda veriyorum.Deizm ve negatif ateizm’in kıyılarında yürüyen bir insan olarak Elhamdülillah Rabbim bana doğru yolu yani hakikati göstererek karanlıklardan aydınlığa çıkardı.(Bakara 213 bunun en somut örneğidir).Dileyen Rabbine bir yol tutup benliğini arındırarak Hakikate ulaşır..
    Burada amacım ne bir kimsenin reklamını yapmak ne de propaganda yapmaktır.Benim gibi hakikati arayan ve biryerde tıkanıp kalanlar için bir vesile olabilir..Tabiki Rabbimizin izniyle,Elhamdülillah..
    Sevgiyle kalın.. Selam ile..

    http://www.temizfikir.com/?p=807

  26. havva dedi ki:

    malmısn ya Allah herşeyi bilir

    • arastirmaci dedi ki:

      hahahahha
      Yanlis anlasilma olmasin. soyledigine degil soyleyis sekline guluyorum…

  27. Geri bildirim: ALEVİLİK GERÇEĞİ | Özgür Halkın Sesi

  28. T.TAŞPINAR dedi ki:

    Yüce Allah bilmek istediği her şeyi bilir,önceden bilmek istemediği şeyleri ise önceden bilmemeyi irade edebilir.Her şeye kadir olma sıfatıyla bunu hiç bir şey engelleyemez..Allah’ın insanlara yönelik imtihan amacı da bunu belli etmektedir.İnsanlara cüzi irade vermiştir.Her şeyi önceden bilmeyi arzu etseydi bu cüzi iradeye de gerek kalmazdı..Sizin yaptığınız mantık hatası işte buradadır..Zaten ateizmin temelinde bu gibi mantık hataları vardır..

  29. cococero dedi ki:

    Sevgili İnanan ve inanmayan arkadaslar,
    Evren cok buyuk bir mekanizmadir. Dunyamiz her gun kendi ekseni etrafinda, ayni zamanda gunesin de etrafinda donerken ve yine galaksimizle beraber andromeda galaksisine spiral bir donme hareketiyle yol almaktadir. Yani ayni anda 3 hareketi yaparken bir gectigi yerden bir daha asla gecmiyor, daima ilerliyor.

    Ustelik bilim insanlari evrenimizin her gun genisledigini kesfetmislerdir.

    Evren her gun genislerken, olaylarin, insanlarin, esyalarin, fikirlerin vs degismesi cok dogaldir. Yani degisen fikir ve olaylara karsi hosgurulu olmaliyiz.

    Bugun bir baskasini Allah’a inanmiyor diye kinayabiliriz ama yarin bizim ne dusunecegimizden asla emin olamayiz.
    Ben sahsen inancli bir insan olarak Allah’a son nefesimi verirken bile imanli vermek en buyuk duamdir. Cunku zaman denilen hizli mekanizma ne gosterir hic belli olmaz.

    Bugun Allah’a sallayan milyarlarca insan var. Oysa her bir hucremiz kime ait oldugumuzu bilir. Siz bilmeseniz de hucreleriniz bilir. Ve ona kavusmadikca huzur yuzu goremezsiniz.

    Allah hepinizi huzura kavustursun

  30. ABDUSSAMED dedi ki:

    Öncelikle yukarıda beyan edilen Allah her şeyi bilmiyor tezini kanıtlamaya yönelik Kur’an ayetlerinin meallerinden hareket edilerek getirilmeye çalışılan ispatların hiç bir bilimsel yanı olamaz, eğer siteniz bilimi esas alıyorsa !

    Çünkü Kuran İlahi bir Kitap olmasının yanında aynı zamanda , Arap lisanıyla indirilmiş Edebi bir eserdir. İçinde bir çok mecaz, vurgu, deyim ve o dilin belagatına uygun kinaye yapan harkulade cümle ve sözleri barındıran bir şaheserdir.

    Bilal Kardeşim yukarıda yapılan bazı karalamalara çok veciz ve parlak cevaplar vererek konuları aydınlığa kavuşturmuş , bende eksik kalan bir kaç konuya cevap vermek isterim.

    Yazık ki bunu anlamanız ve bilimsel bir yorum yapabilmeniz için Arapçayı ve edebi sanatlarını bilmeniz gerekirdi. Öyle olsaydı belki O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha fazlası var mı? der gibi Türkçemize çevrilen ayetlerde gösterilen BELAGATI anlayabilirdiniz. ( mecaz sanatı demiyorum, belagat diyorum çünkü yukarıda bir müddei burada intak sanatı olduğunu mecaz olmadığını dolayısyla Allah’ın cehennemin henüz dolup dolmadığını bilmediğini, hatta buradan şu da çıkar sayı sayamadığını iddia ediyor .. :))

    BELAGAT ; Hitap edilen kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkatlı söz söyleme sanatı veyahut hâlin gerektirdiğine uygun söz söylemek sanatıdır.

    O dönemde Arap Yarımadasında Edebiyat ve Şiir ve Belagat gibi sanatlar tavan yaptığı için Kuran tam bir edebi şahaser sayılmıştır.Kime göre bize göre değil ! O dönemde edebiyat ve şiirle iştigal eden bu işin erbablarına göre .. Hemde onu topluma bildiren kişinin okuma yazma bilmeyen bir ümmi olduğu düşünülürse ! Bununla ilgili bir çok tarihi belge mevcuttur. Konuya objektif ve ön yargısız bakmak isteyenler araştırabilir. Fakat iddiacı ‘ Herhangi bir mecazilik yok. Cehenneme sadist nitelik vererek insanlara korku salmak amacı taşıyor ama diğer taraftan Allah’ın cehennemin dolup dolmadığını bilmediğini ortaya koyuyor ‘ demek suretiyle aslında bu ayetten kastın korkutma olduğunu ve burada intak sanatının kullanıldığını zaten kabul etmiş.

    Madem mesele korkutmadır, tehdittir . Bunda bizim açımızdan bir behis yoktur, Çünkü Kuran ve diğer İncil, Tevrat ve Zebur gibi semavi kitaplarda müjdeleyici ayetler bulunduğu gibi insanları küfür karanlığından ve şeytan işi tağutların yolundan kurtarmak maksadıyla tehdit ibareleri bulunmaktadır. Bu Kainatı evirip çeviren , Müsebbibil Esbab (sebepleri yaratan ) ve her şey onun dizginin de olan Yaratcının en tabii hakkıdır. İmtihanında sırrıdır. Çünkü konuyu fazla uzatmadan neticeye varmak gerekirse ; bu sitedeki iddiacıların çoğunluğu Ateistlikten ziyade Deist bir inanca sahipler. Yada ataistler ve Kainatı ve İnsanın varlığını bir yaratıcı olmaksızın açıklayamadıklarından bu yolu tercih edip Evet bir Yaratıcı vardır bu gerçektir, demektedirler.

    Zaten yukarıda ki iddiacı da Evet bir Tanrı var Fakat O ALLAH değil ibaresini kullanmış…

    Dolayısıyla sizin inancınıza geçebilmem için ve sizin iddialarınızı kabul edebilmem için önce sizden aklıma takılan bazı suallere cevap vermenizi rica ediyorum.

    Öncelikle Adem’in , İbrahim’in, Yakub’un Yusuf’un İsa’nın , Musa’nın ve bu Peygamberleri kabul etmezseniz müslüman olamazsınız diyen Muhammed Mustafa’nın Rabbi olan ALLAH onlarla konuşuyor , onlara isteklerini bildiriyor, isteklerine uyanlara ebedi bir yaşam vadediyor.. Benim eşim , benzerim , ortağım yok diyor , doğmadım , doğrulmadım diyor , Ezeliyim, Ebediyim diyor , Hayyım- hayat sahibiyim, Kayyumum her şeyi ben kaim ve ayakta tutarım diyor.. Diriltirim ve Öldürürüm diyor .. Sizi ben yarattım dönüşünüz banadır diyor.. Ben Evvelim İlk Benim ve Ahirim Sonum, Baki olan ancak benim diyor… Hayatlarında hiç yalan dahi söylememiş kişiler olan bütün bu peygamberlerin hepsi hep bir ağızdan bunu tasdik ediyor ve insanlara bildiriyor…

    Bunlara karşılık sizin TANRINIZ ne diyor .. İstekleri nelerdir.. Ona inanmayan Müslümanlara karşı veya ataistlere karşı ne tehdit hazırlamış ? Kuran ayetlerine karşılık olarak ayetleri var mı ? Çünkü size göre Muhammed Mustafa, kendi sözlerini millete beyan etmiş , dolayısıyla bir iddiada bulunmuş ‘ Rabbim bana ve inananlara Cenneti ve inanmayanlara da cehennemi hazırladı diyor.. Bu iddiaları yalanlamak için hali hazırda ve ya geçmişte bir kitap indirmiş mi ve yahut indirecek mi ? İndirdi ise Bu kitabın hükümleri esasları nelerdir ? Fihristesi nasıldır ? Haksız yere cana kıyanlara , insanlara zulüm edenlere ne gibi cezalar öngörmüş ? Fakirlere yardım için Zekatı ve Kurban Kesmeyi emretmiş mi ? Yahut aç insanların halini anlamaları için hayvan gibi yemekten kendilerini alıkoyacak Oruç gibi bir ibadeti emretmiş mi ? Hem Muhammed Mustafa’nın Rabbi ; İnsan, kemiklerini bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor ? Evet onun parmak uçlarını bile tekrar yaratmaya gücüm yeter diyor.. (kıyamet 3-4) Parmak izinin bilinmediği bir devirde parmakları o dönemin cahil insanlarına örnek gösteren Muhammed Mustafa’ ya, senin Rabbin göz gibi kalp gibi harika organlar dururken ne diye parmak ucunu örnek gösterdi diye soranlara, ne cevap vermiş, o zaman şartlarında çok alakasız gözüken bu tezat örneği o insanlara nasıl anlattığını duymuş mu yahut hatırlıyor mu ?

    Evet bu sorular binlercesiyle uzayıp gidebilir, son olarak O, Kuran tek ve bir olan ALLAH’ın Kelamıdır diyor..,

    EVET ; KURAN insanlara rehber ve mürşid olduğundan onların anlayabileceği tarzda beşer konuşması şeklindedir, Eğer Tur-u Sina’da Musa ‘nın işttiği gibi Kelamullah tarzında olsa idi insan bunu işitmekte ve dinlemekte tahammül edemezdi ve Kuran’ı kendisine mercii ve rehber edinemezdi .,

    Siz ise bu yüzden yanılıp insan kelamıdır diye iddia ediyorsunuz.. Malesef Hain Şeytan sizi desiseleriyle ve Bu kitabın beşer konuşması şeklinde indirilmesini bir tuzak olarak kullanarak sizi esfele safiline yani aşağıların en aşşağısı olan en kötü bir mertebeye ve küfür karanlığına yuvarlıyor.. Hem size, kafanızda sizin istediğiniz tarzda , sizin hayatınıza karışmayan , istediğiniz gibi yaşamanıza izin veren hayali bir tanrı çiziyor.. Bu ise onun çok büyük bir hilesidir.. Ve bunu size tanrı çok merhametli olmalı canım, bizi yakmak için yaratmadı ya,, iki de bir tehditler savuran bir tanrı nasıl merhametli olabilir gibi desiseli ve hileli sözlerle diyerek yapıyor ve sizi küfür bataklığına sokuyor.. Bunu yaparken imtihan sırrınca ALLAH’ın insanın yaratılışına derc ettiği yani yerleştirdiği, hep kötülüğe meyilli ve kötülüğü emreden nefsini , nefsil emmaresini çok şiddetli bir şekilde kullanıyor.. İmtihan gereği insan içinde bitmeyen hırs ve isteklerle dolu bir yaratılışta dünyaya yollanmıştır. Ayrıca insan yaratılış gereği özgürdür ve hür irade sahibi olmak ister , anne , babası öğretmeni veya amiri , komutanı vesaire ona kim karışsa rahatsızlık duyar.. İsterki kimse ona karışmasın , işine burnunu sokmasın ama aynı zamanda insanda birde VİCDAN denen bir meleke vardır ki o da insanı daima iyiliğe götürmek ister .

    .Ancak insan şeytanın kafasında oluşturduğu bu hayale kapılıp giderse o tehditler ve korkutmalar nefsine ağır gelecektir. Çünkü bir günah işlediğinde Vicdanı ona diyece BAK ALLAH SENİ GÖRÜYOR bu günahtan vazgeç Ona saygısızlık etme , seni yarattı sana rızık verdi yedirdi içirdi giydirdi ve sana ebedi bir hayat vermeyi vaadediyor..ama böyle gidersen ateşte yanacaksın dediği anda bu söz insanın nefisne ağır gelir ve bu cehennem tehditleri vicdanını yaralar,, VİCDANINDA YAŞADIĞI BU ACIYI BERTARAF ETMEK için inkara gitmenin yollarını arar vicdanı onu rahatsız ettiğinden bütün bütün ahireti , kur’an’ı ve peygamberleri inkar ederek ölüm sonrası korkusundan kurtulmaya çalışır.

    AMMA NE YAZIKKİ ÖLÜM VAR VE HERKEZ ONU TADACAK .. VE AKABİNDE KABİR VAR HERKEZ ORAYA GİRECEK ..

    İŞTE ORAYA SELAMETLİ VE GÜVENLİ GİRMEK İSTERSEN VE O YAŞAMDA MUTLU OLMAK İSTERSEN O CÜMLE PEYGAMBERLERİN VE SON PEYGAMBERİN YOLUNU TUT.. KURANI KENDİNE REHBER ET Kİ KURTULUŞA ERESİN..

  31. ABDUSSAMED dedi ki:

    İddiacının , her bir iddiasını dikkatle okuyarak , her bir iddiasına ayrı ayrı cevaplar vermek suretiyle yorumlarıma devam edeceğim.. Ta ki ALEMLERİN HAKİMİ olan ALLAH Azze ve Celle , Bilim ve Felsefe adı altında şeytanın ve onun yardımcılarının ağına düşmüş saf yürekli , henüz aklını kaybetmemiş ve vicdanını yok etmemiş , birisinin kurtuluşuna, bu garibi vesile etsin.

    İddiacı, Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. tarzında Türkçeye çevirilen ayetten hareketle diyor ki;

    – ‘Herhalde Allah’a kıyametin saatini ulaştıranlar melekler olsa gerek.
    Kıyametin kopacağı kesinleşince, vakti belirlenebilir hale gelince bu bilgi Allah’a iletilecek anlamı çıkıyor ayetten. Yani bir süreç, bir evrim tamamlanacak ve artık sona doğru yaklaşılacak da, Allah öyle haber alacak.
    Örneğin evrenin genişlemesi duracak, büzülmeye başlayacak ve çökecek. Bu aşamada melekler çökmenin hesabını yapıp zamanı Allah’a bildirecekler.Bu meleklere güven olmaz. Yanlış hesap yapar, Allah’a yanlış bilgi verebilirler.’
    :))

    Bizde Ona deriz; Şu ayetin kelimelerine bir bakalım , gerçekten senin dediğin gibi mi yoksa ortada bir kelime oyunu mu var ? zira İslamda KELAM ilmi diye bir İlim var..

    1. ileyhi : ona
    2. yureddu : döndürülür, reddedilir
    3. ilmu es sâati : o saatin ilmi ( kıyamet saatinin ilmi )
    4. ve mâ tahrucu : ve çıkmaz
    5. min : den
    6. semerâtin : ürünler, meyveler
    7. min : den
    8. ekmâmi-hâ : onun tomurcukları
    9. ve mâ tahmilu : ve taşımaz, hamile kalmaz
    10. min unsâ : (kadınlardan) bir kadın
    11. ve lâ tedau : ve koyamaz, doğuramaz
    12. illâ : den başka, hariç, olmaksızın, olmadan
    13. bi ilmi-hi : onun ilmi ile
    14. ve yevme : ve gün
    15. yunâdî-him : onlara seslenilir
    16. eyne : nerede
    17. şurekâî : benim ortaklarım
    18. kâlû : dediler
    19. âzennâ-ke
    (ezene)
    (âzene) : sana bildirdik, arz ettik
    : izin verdi
    : ilân etti, bildirdi
    20. mâ : yok
    21. min-nâ : bizden
    22. min şehîdin : bir şahit

    ‘İleyhi yüraddü ilmü es saati ‘ ( O saatin, yani kıyametin ilmi yalnız O’na döndürülür , reddedilir.. Yani ifade gayet net.. Size kıyamet saati sorulduğunda .. Bu konu hakkında yorum yapmayın, o bilgi ancak ALLAH’a aittir, O’na mahsustur.. Hiç kimse o konu ile ilgili kesin bir saat bildiremez., söyleyemez .. Nitekim Bu sual Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ‘e sorulmuş ve cevap olarak O saatin ilmi Allah’a aittir .. demiştir. Yani ALLAH’ a havale etmiştir. Ben de bilmiyorum demiştir. Zaten ayet akabinde devam ediyor.. O’nun ilmi olmaksızın, ne mahsûller tomurcuklarından çıkar, ne bir dişi hâmile kalır, ne de doğurur! Yani ,Yalnız Ben kıyamet saatini bildiğim gibi dünya üzerinde halihazırda olup biten ne varsa bitkilerden, tohumlara rahimlerden, insanlara , ne oluyorsa benim eserimdir ve hepsi ilmim dedir diyerek AZAMETİNİ , KUDRETİNİ ve İLMİNİ ilan ediyor.. Eğer ;

    Havale etmek kelimesine takıldıysanız ben burda Havale kelimesini göremiyorum. :))
    1. ileyhi : ona
    2. yureddu : döndürülür, reddedilir
    3. ilmu es sâati : o saatin ilmi ( kıyamet saatinin ilmi )

    Burada döndürülmek kelimesi bir çok mealci tarafından havale etmek tarzında çevrilmiştir. Hiç bir behis ve hata yok .. Çünkü buradaki anlam hiç bir kimsenin bu konuda ilmi olmadığı için bu saati bilemeyeceğini ,gösteriyor. yani kıyametin bilgisinin yalnızca ALLAH’ a dönük bir hakikat olduğu ve Ondan başka kimseye bu konunun havale edilemeyeceğini gayet açık , net ve parlak bir şekilde beyan ederek bu konuda kesin bir saat verilemeyeceğini bildiriyor..

    Tıpkı bir devlet memurundan yetkisi olmayan bir bilgi hakkında sorulduğunda onu üst merciiye veya direk en üst merciiye havale etmesi gibi ,(Kaymakama, Valiye , Başbakana veya Cumhurbaşkanına )bu konuda bilgisinin bulunmadığını belirtmesi gibi.. Şimdi sen desen ki Cumhurbaşkanının bu konuda bilgisi yokmuş , çünkü memur cevap veremedi havale etti .. herhalde memur işi cumhurbaşkanına öğretecek o da bize bildirecek -havale etmek demek bu olsa gerek .. Sana Hakkarinin , Şemdinli İlçesinin ,Günyazı Köyünün , Tekeli Mezraasındaki Saf Köylü Çoban dahi güler, Hadi ordan, ben daha aklımı kaybetmedim der !

    Şimdi benimde aklıma takılan bir sualim var .. Picasso gibi , Da vinci gibi ressamlar ..Resimlerini ve sanatlarını insanlara teşhir etmek, istidat ve kaabiliyetlerini göstermek, ,alkışlanmak , beğenilmek ve takdir edilmek için mi yapmışlar ? Yoksa resimlerini yırtmak, yok etmek için mi yapmışlar ! Nice sanatkarlar sanatlarını, heykeltıraşlar heykellerini yıkmak için mi yapmışlar , yoksa sergilemek için mi yapmışlar ?

    Ya da aylarca emek ve zaman harcayarak icra ettiği sanat eserini , yok eden ( henüz aklını kaybetmemiş) bir sanatçı gördünüz mü ? Ben görmedim

    Öylede, Latif bir ruhtan yaratılmış ve göz , kalp gibi harkulade organlarla donatılarak maddi bir beden elbisesi giydirilmiş ve şahsına münhasır bir yüz ve çehre ve ses tonu verilen ve ekseriyette % 99 aynı özelliklerle bezenmiş fakat simaca her biri birbirinden farklı ama aynı zamanda birbirine benzeyen ferdlerin .. ÖLÜM gibi bir sonla ortalama 60 – 80 sene zarfında yok olması , HESAPSIZ- KİTAPSIZ (bi iddacı yukarda insanın sevap ve günahlarını yazan omuzlarında buluna meleklere hayret etmiş böyle şey olurmu ya demiş :)) ) boşluğa gönderilmesi.. Akla ve Mantığa hatta ADALETE uygunmudur ?

    Oysa ki Ruhu ve gönlü ebedi yaşamak isteyen, hayatı , yemeyi , içmeyi , gezmeyi,seven ailesi sevdikleri ve dostlarıyla muhabbet içinde yaşamak arzusunda olan bu harika varlık , Ölümle Bir anda kaskatı , cansız rengi kaçmış ve donuk et yığınına dönüşerek çürümeye terkediliyor …

    Sizce İNSAN denilen Bu Varlığın bu eserin Müsebbibi olan SANATKÂR-I ZÜLCEMÂL : (Sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi sanatlı yapan Allah.) şu mükemmel eserini, binlerce yıldır kaim olan ve ayakta duran dünya içinde ve o dünyanın ömrü ile kıyaslandığında bir kaç saat hükmünde sayılabilecek yetmiş seksen senelik kısa bir ömür için mi yaratmıştır ? Yoksa Seni imtihan sırrı ile mükafat veya mücazat için mi yaratmış ! İşte sizin küçümsediğiniz KURAN-I KERİM ekser ayetlerinde bu yeryüzünün boş yere yaratılmadığını, oyun, oyalama için yaratılmadığını, çok büyük hikmetlerin ve sırların bulunduğunu insanlara beşer kelamı şeklinde onların anlayacağı şekilde haber veriyor.. ve İnsana diyor Ey İnsan ölümle yok olmuyorsun bizim dergahımıza asıl evine geliyorsun.. Onca alimler dahi demişler .. Ölüm Adem (yokluk) değil, Fena (zeval,son bulma) değil Olsa olsa bir kapıdan diğer kapıya geçmektir.. Yer değiştirmektir.. Bir halden başka bir hale geçmek.. maddeden manaya terakki etmek, yükselmektir.

    İddiacı diyorki ,

    Kaf/ 30. O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha fazlası var mı?” der.

    Allah, cennet, cehennem hepsini gerçek kabul edelim.
    Peki ayetteki bu soru normal midir?
    O gün, gerçekten Allah cehenneme bu soruyu soracak mıdır?
    Herşeyi ezelden bilen Allah, cehennemin hacmini de hesaplayarak yaratmamış mıdır ki cehenneme bu soruyu yöneltsin?

    Ayeti müteşabih olarak niteleyenler olabilir. Sadece intak sanatı var ayette. Yani cansız varlıkları konuşturma sanatı. Herhangi bir mecazilik yok. Cehenneme sadist nitelik vererek insanlara korku salmak amacı taşıyor ama diğer taraftan Allah’ın cehennemin dolup dolmadığını bilmediğini ortaya koyuyor.

    Sözde herşeyi ezelden bilen Allah’ın bazı konuları sonradan anlayıp bilmesi ve düzeltmesi bize insan biçimli bir Tanrıyı akla getirtiyor. Üstelik akıl, bilgi kapasitesi de insan ölçüsünde bir tanrı.
    Halbuki evreni ve varlıkları yaratan bir Tanrı denildiğinde mükemmellliği, üstünlüğü, kudreti sonsuz bir varlık düşünüyor insan.
    Bu durumda Allah=Tanrı denilebilir mi?

    Evet intak sanatı değil Cehennem bizzat Lisanı hali ve lisanı kaali ile konuşacaktır. Çünkü Ölümle beraber her şey terakki edecektir. Nasıl bir maddi yiyeceği örneğin ekmeği yediğin vakit onun varlığı ve atomları senin vücuduna karışıp sana gıda olmaktadır. Bitki ve hayvanın sana sunduğu gıdalar dahi senin bedenine karışıp insan vücudunda terakki etmekte ve sana yapmış olduğu hizmetle yükselmektedir..Aynı şekilde İnsan dahi ölümle terakki ederek ruhen yükeselecektir. Bir çok alimin ve hadisin belirttiği husus üzere Cenette bitkiler ve ağaçlar ve çeşitli varlıklar konuşacaktır.. Öylede Mahşer yerinde insanın uzuvları elleri ayakları dahi konuşacaktır.. Cehennem ne diye konuşmasın.. Bir kuş olan Papağan konuştuğunda sana normal geliyorda Hz. Peygamberimiz aleyhisselama konuşan nice hayvanat anormal ve kabul edilemez gelmekte ? veyahut kendiside bir varlık olan cehennem !

    Her şeyi mükemmel bir sanatla muvazeneli (dengeli) bir şekilde yaratan ALLAH elbette insanı da ebediyete mümtaz olarak yaratmıştır. Yoksa öyle olmasaydı Kainat ebediyeti içermeseydi ve kıyamet ve tekrar diriliş olmasaydı, güneşin hareketinden gezegen ve galaksilere , ve zemin üzerindeki kıştan bahara , bitkilerin ve hayvanların yaşamından insanların hayatlarına kadar ;akılları hayrette bırakan kainatta en bariz ve en mükemmel şekilde görünen şu nizam; aldatıcı zayıf bir suretten ibaret kalırdı. İçindeki bütün ölçü , denge ve güzel sanatlar boşu boşuna meydana getirilmiş , havadan, ucuz şeyler olarak terakki edilirdi.. Oysa milyonlarca insan bir araya gelse bir dünya veya bir yıldız meydana getiremeyecekleri gibi, bir sineğin kanadını bile yaratamazlar..

    Had ve Hesaba gelmeyen sergiler misali dünya içinde insanların ve diğer türlerin yararına ve hizmetine çok çeşitli gıdalar ,insanına diline damağına hizmet eden lezzetler, gözüne ve kulağına huzur veren manzaralar , sesler ve müzikler , gönlüne huzur veren aşk ve sevgi gibi hisler adeta mücehverler misali dünyaya konulmuş.. demek bu dünyanın sahibinin sonsuz bir sehaveti (hibe etme ) yani cömertliği var hesapsız dolu hazineleri var..Halbuki böyle bir cömertlik ve tükenmez hazineler , istenilir ki daimi ve sonsuz olsun..

    İşte Hz. MUHAMMED MUSTAFA aleyhissalatü vesselam ve ondan önce gelen bütün peygamberlerimiz bizi bu daimi sofraya davet ediyor.. Diyor ki O ALLAH’ın ŞU GÜZEL SANATLARINI İSTİHSAN ET (BEĞEN) ONU HER TÜRLÜ EKSİK VE NOKSANLIKTAN MÜNEZZEH VE BERİİ KILARAK , ONUN EMİRLERİNE UYARAK , YASAKLARINDAN KAÇINARAK ONU TESBİH ET .. HER SANAT SAHİBİ SANATINI GÖSTERMEK İSTER , İŞTE ODA İNSANLARI MELEKLERİ CİNLERİ HAYVAN VE BİTKİLERİ İHTİYACI OLMADIĞI HALDE SANATLARINI GÖSTERMEK VE İSTİHSAN EDİLEREK , TESBİH VE TAKDİS EDİLMEK İÇİN YARATTI. ONLARA EBEDİ BİR YAŞAMI VAADEDİYOR..

    GEL BU YÜCE ÇAĞRIYA SENDE KULAK VER .. ÖLÜMÜ TEBESSÜMLE KARŞILA ..

  32. Gencer dedi ki:

    Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İzmir Bölgede bir işçi var.Görevi nedir bu çalışanın akşama kadar Tespih Çekmek.Yaklaşık 2.500. TL maaş alıyor tespihçi.

  33. Gencer dedi ki:

    Sayın csk;
    Demişsin ki ”Bu sebeple İslam Allah’ın Zat-ı Akdesi hakkında düşünmeyi yasaklayıp men etmiştir.”

    Peki neden İslam’da Allah’ın 7 kat yukarda tahtında oturan ve el sıkışan biriymiş gibi tanımlamaları vardır?

    • csk dedi ki:

      Böyle bir ayetmi var eğer 7 kat yukarda oturup el sıkışıyorsa onunda bizim gibi vucudu bir şekli şemali olması gerekmiyormu.

      Allah bize zatı sıfatlarını böyle bildiriyor.
      1- Vücud: Ezelden ebede kadar vardır.
      2- Kıdem: Varlığının öncesi yoktur, ezelidir.
      3- Beka: Varlığının sonu yoktur, ebedidir.
      4- Vahdaniyet: Eşi, benzeri ve ortağı yoktur.
      5- Kıyam bi-nefsihi: Mekana muhtaç değildir. Madde, mekan yok iken de, o vardı.
      6- Muhalefetün lilhavadis: Yarattıklarına yani hiçbir mahluka benzemez.

      Ve HADÎD Suresi 4 ayetinde
      Gökleri ve yeri 6 günde yaratan O’dur. Sonra arşın üzerine istiva etti. Arza gireni ve ondan çıkanı ve semadan ineni ve orada uruç edeni (yükseleni) bilir. Ve siz nerede iseniz O, sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin yaptıklarınızı en iyi görendir.

      Allah bizim düşündüklerimizin ötesinde bizim ne aklımız yeter nede gözümüz idrak eder.

      • Gencer dedi ki:

        Miraç’a inanılıyor ve Kandili yapılıyorsa demek ki bütün Müslümanlar inanıyor.

      • csk dedi ki:

        evet miraç isra suresinde geçiyor ve ona müslüman olan herkes inanıyor. sen miraç tan şunu mu anlıyorsun
        peygamberimiz(s.a.v) 7 kat sema dan geçerek allahın yanına ulaşıp onunla sohbet edip elmi sıkıştı.
        peygamberimiz(s.a.v) allahı gördüğünü söylemiyor.allahın yanına gittiğini de söylemiyor.nurunu gördüğünü söylüyor.
        zaten kuranda da enam 103 de “Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. ayeti var.
        isra suresinde de bu olay anlatılıyor…bence miracı tam olarak anlıyamamışsın.
        o zaman da peygamberimiz(s.a.v) miracı anlattığında yalancısın dediler
        ayı ikiye böldü büyücüsün dediler
        kuran ayetlerini okudu şairsin dediler

    • bilal dedi ki:

      Sayın Gencer,
      ‘’ Allah’ın 7 kat yukarıda tahtında oturan ve el sıkışan biriymiş gibi…’’ şeklindeki anlam sayın csk.kardeşimin de sorduğu gibi kur’an’ın hangi ayetinde vardır ? Böyle bir işaret veya ifade hiç bir yerde yoktur..!!! HADİD-4.ayetin izahını yapalım.! ‘’هوالذي خلق السموات والارض في ستة ايام ثم استوي علي العرش ‘’ O’dur ki gökleri (bütün gök cisimlerini) ve yeri altı eyyam da ( altı evrede) yaratıp sonra arşa kuruldu.( her şeye egemen oldu.) ‘‘العرش – الما لكية والحاكمية الالهية علي كل شئ ‘’ Kamusul meani ve bir çok kaynaklarda ‘’Arş,’’ Yüce Allah’ın her şeye olan hükümranlığını ‘’ ifade eder..’’ diye geçmektedir…..!!! Ve ayetin devamı da, ‘’ Arş’ın ‘’maddi bir taht veya mekandan ibaret olmadığını ve yüce Allah’ın bir yerde değil her yerde olduğunu ‘’ ifade ediyor.Ayetin devamı şöyledir..وهو معكم اينما كنتم ‘’ ….Hasılı siz nerede olursanız olun O,daima sizinle beraberdir…’’ Demek ki,yüce Allah bir mekanda değildir.O,her yerdedir. Onun fiziksel bir boyutu yoktur ki bir mekanda olsun..!!! İslam inancına göre,haşa yüce Allah’ın fiziksel bir boyutu olduğuna veya bir mekanda oturduğuna inanmak,kişiyi dinden ve imandan çıkarır.Fiziksel boyut madde ve enerji için kullanılır.Allah ise,ne maddedir,ne de enerji…O,madde ve enerjinin yaratıcısı-dır…… Madde ve enerji ayrıdır,bunları yaratıp var eden üstün zeka,akil,bilinç ve irade sahibi olan yüce YARATICI ayrıdır….. Saygılarımla….

      • MaMaLi dedi ki:

        Sayın bilal!Burda,yaratıcı,Tanrı veya Allah sorgulanmıyor;muhammedin,kuran-ı kerime yazdırdığı tutarsızlıklar,yalanlar,çelişkiler,yeminler,küfürler,hakaretler,yazışılıyor!siz illa allah!a hakaret dir,allah vardır,iddasındasınız,vardır veya yokdur lütfen siz kuran-ı kerimin,hakkında’daki iddalaı kanıtlayın.Kuran,tevradın,incilin,arapcalaştırılmasıdır!kuran Brahma!nın,sözlerinin çalınıp allah,kelamıdır,diye yutturlmasıdır(rahman 19-20)6000 yıl önce yazmış Brahma,bunları,kral,hamurabi nin kanunların çalınmasıdır,siz hayır değildir diye bunları kanıtlayın,mesele kuran,allah değil.Hani kuran allah kelamı ya!allah!a atılan en büyük iftiradır,kutsal kitaplar,bu sahtekarlığı,meşrulaştırmak,için,konuyu saptırıp duruyorsunuz.saygılar.

  34. Gencer dedi ki:

    Arkadaşlar biz boşuna tartışıyoruz.Bu sitede açıkça Kur’an’daki çelişkiler belirtilmiş.Sitede başlık başlık toparlanmış konularda açıkça karşılaştırılmış ve hataları çıkarılmış ayetler hadisler var.Bizler ise bir kaç noktaya takılıp kendimizi o noktalarda saatlerce tartışır hale getiriyoruz.
    En başında Muhammed bir Türk düşmanıymış biz ne kadar az şey biliyormuşuz.Kılıçla Müslüman olmuşuz.Araplar bizim analarımıza bacılarımıza zamanında çok tecavüz etmişler köle pazarlarında satmışlar.Bizde sanıyoruzki bir nehirin yanında karşılaştık ve onların dini bize yakın geldi ve değiştirdik.Din değiştirmek kolaydı da Osmanlı zamanında bir sürü hıristiyan uyruklu vatandaşlarımız neden dinlerini değiştirmediler.Sonra Osmanlıya karşı gelip bağımsızlıklarını ilan ettiler.???Hala daha kendi dinlerini uyguluyorlar.
    Din zorla Kılıçla asmayla kesmeyle değiştirilir.Kur’an’dada açıkça asın,kesin,öldürün diye ayetler mevcut.Semerkand’ta,Baykent’te binlerce Türk’ü öldürmüş asmışlar işkence etmişler şerefsiz pislikler.
    Bir de ayetleri incelediğimizde hep Muhammed’in ve etrafındakilerin isteklerine göre şekillenmiş ayetler.
    *Ömer içkinin yasaklanmasını istemiş ; ayet inmiş.
    *Ayşe’nin Muhammed’i aldatmadığı ayetle belirlenmiş.
    *Ganimetlerin paylaşımı ayetle belirlenmiş.
    *Kadınlar kızlar bacılar kime yar olacak ayetle belirlenmiş.
    Akşam ayeleri yazmışlar sabah tebliğ etmişler;Allah böyle istiyor diye.Nedense Allahın istekleri hep Muhammed’in istek ve arzularıyla örtüşmüş.

    Kimse kimseyi kandırmasın kardeşim.
    Kur’an İncil Tevrat Zebur bu kitapların hiç birisi Tanrı Kelamı değildir.Kurnaz İbraniler tutturmuş bir peygamberlik ;millette saf tabii her şeye inanıyor.Kılçıksız yutmuşlar.

    Saygılar.

    • bilal dedi ki:

      1-Hangi ayet veya sahih bir hadiste hz.Muhammed’in (s.a.s) Türklere düşmanlığı ifade ediliyor.???. iddia sahibi,iddiasını ispat etmek zorundadır….!!! 2- TÜRKLER KILIÇLA MI MÜSLÜMAN OLDULAR ??? TALAS savaşı 751 yılında müslüman araplar ile Çinliler arasında olmuştur…Bu savaşın üç önemli sonucu şunlardır… a ) Bu savaş Türklerin yardımıyla Abbasiler kazanmıştır. Yani Türkler de Çinlilere karşı Abbasilere yardım etmişlerdir. b ) Bu savaş sonunda Türkler islamiyeti tanımışlardır. Karluk,Yağma ve Çiğil boyları islamiyeti seçen ilk Türk topluluğudur. c ) Bu savaştan sonra Türk- Müslüman Arap ilişkileri gelişmiştir…..!!! Peki,durum böyle iken,hangi mantıkla Türkler kılıçtan geçirilerek zorla müslümanlaştırıl-mıştır diye iddia ediyorsunuz…??? Ya tarihi gerçeklerden sizin haberiniz yoktur,ya da, bile bile tarihi gerçekleri çarpıtıyorsunuz…!!!! Saygılar….

      • Gencer dedi ki:

        NASIL MÜSLÜMAN OLDUK ?

        Türklerin Müslümanlığı Kabulü Hakkında Ne Biliyoruz?

        Bu konuda pek fazla birşey bildiğimiz söylenemez. Çünkü Türklerin müslüman oluşuyla ilgili olarak ne okullarda, ne tarih kitaplarında ayrıntılı bilgi verilir. Verilen bilgilerden ise sanki İslam’ı duyan-dinleyen Türklerin akın akın müslüman oldukları ima edilir. Bu gerçek değildir. Gerçeğin bilinmesi istenmez.

        Bakın Diyanet bu konuda ne diyor:

        Türklerin İslâm dinine girmesi, Türk milletinin tarihinde bir dönüm noktası olmuş, müslümanlık için hayırlı sonuçlar doğurmuştur.

        Türkler, İslâm dinini hiç bir zorlama olmadan kendi istekleri ile kabul etmiştir. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:

        1) İslâm dini ve İslâm medeniyetinin üstünlüğü.

        2) İslâma girmeden önce Türklerin eski dini inançlarının İslâm inancına yakın olması ve İslâmın getirdiği üstün prensiplerin Türk milletinin ruhuna ve manevi yapısına uygun düşmesi.

        ” Hiç bir zorlama olmadan ” ifadesi büyük bir yalandır. Bunu aşağıdaki dökümanı sabırla sonuna kadar okuyabildiğinizde göreceksiniz.

        Türkçü Turancı çizgide siyaset yapanların ise bu konuda gerçeği gizlemeleri çok ilginçtir. Hem Türkçü geçinip hem de Türklerin tarihinde uğradıkları en büyük vahşet ve katliamdan bahsetmemelerine anlam vermek mümkün değildir.

        Aşağıdaki bilgilerin tamamı İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve yazarlardan alınarak düzenlenmiştir.

        Türklerin kılıç zoruyla Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670’li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740’lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.

        İslam”ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..

        Arapların Türklere İlk Saldırıları

        Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.. Bu üretimlerinin yanı sıra altın madenleri çalıştırıyorlardı..Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir. Bu zenginlik öteden beri talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslam’ı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergane’ye kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamıyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu..

        Buhara”nın Talan Edilmesi

        Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24.000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım isterse de bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlerse de tam anlamıyla talan ederler.. Daha sonra, Muaviye’nin ikinci Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir. ( Bu sayı kimi tarihçilere göre 50 kimine göre de 80’ dir. ) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü….( Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir ) Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezid’e bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler.. Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.. ( Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..)

        Haccac ve Rutbil

        İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kan dökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar. Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Haraç karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı.. Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar.. O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister.. Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır. Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700.000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır. Buna çok kızan Haccac 40.000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.. Rutbil’i yenemiyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer. Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.. Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır.. Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirsede Türkler direnirler.. Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder.Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar.. Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilersede kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türlere geri vermek zorunda kalmışlardı..

        Kuteybe ibni Müslim

        705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur. Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir.

        Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur. Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar. Merv’de askerleri toplayarak,

        ” Allah kendi dininin aziz olmasi için size bu toprakları helal kıldı ” der. Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek ne kadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar..

        Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler.

        Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir. Muhafız birlikleri oluşturulur. Valilik den vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplar’dan oluşturulur. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır. Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına..

        Buhara’nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı

        Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünseler de bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar..

        ( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam”ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkca ifade ederler..Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.. )

        Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ızdırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarını da ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar..Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Genede Türkerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur..

        1. Büyük Katliam – TALKAN KATLİAMI

        Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akibete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptiğı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..

        Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

        Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

        Bu olay, Ziya Kitapçı”nın, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır ;

        Bu harblerden birinde, et-Taberi”nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe”ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman”ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır,

        ”Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.

        Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”

        Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece herşey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergane’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlaşmaya göre,

        1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
        2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir..
        3.Şehirde Cami yapılacaktır..
        4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır..
        5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

        Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır..

        Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yi işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir..

        2. Büyük Katliam – CURCAN KATLİAMI

        Kuteybe ve Haccac’ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik yapmamıştır.. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan kalktığı için, Araplar, Kuteybe’den sonra da aynı şekilde Türk yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir.. Kuteybe’nin öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan’a vali atanır.. İlk iş olarak Dağıstan’ı işgal eder.. Dağıstan meliki Saltekin, Yezit’e karşı uzun süre dayanır.. Sonunda Dağıstan düşer.. Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür..Dağıstan’dan sonra Curcan’a yönelir.. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.. Yezid, Curcan’a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan’ a doğru yola koyulur.. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000 kişilik bir yardım alarak savaşa başlar.. İsfehbed savaşırken, Curcan halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan’lı Türkleri yendiğinde kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah’a yemin eder.. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür.. Curcan beyi, şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra, kale düşer.. Curcan beyi öldürülür.. Kaledeki askerler esir alınır.. Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler.. Burada da aynı şekilde Kuteybe’nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır.. Türkleri öldürerek, 4 fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır.. Allah’a verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk’ü, Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine korumasız Türkleri öldürtür.. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire akıtır.. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve ekmek yaptırarak yer ve Allah’a verdiği sözü yerine getirir.. Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet olarak paylaştırılır..

        Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık 40.000 Türk’ün öldürüldüğünü söylerler..

        717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla geçer.. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları başladığında Kibac hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği halde istediği yardım kendisine verilmemişti.. Sonra o yardımı göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler.. Bu olaylardan Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik sağlayamamış olduklarını görüyoruz.. 717 yılında Ömer ibni Abdulaziz halife olur..İki yıl sonra hastalanır yerine, 719’da, Yezid ibni Abdülmelik geçer.. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb’in arası iyi değildir.. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni Mehleb hapisten kaçarak, Basra’da örgütlenir ve Yezid ibni Abdülmelik’e karşı ayaklanır.. 721’de Abbas ve Mesleme adında iki komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur.. Yezit’in kafası kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik’e yollanır.. Mesleme, Mehleb’in yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür. Yezid ibni Mehleb’in oğlu olan, Muaviye ibni Yezid’de elinde bulundurduğu 32 kadar Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.. Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile biter… Mesmele, Mehleb’den ele geçirdiği aralarında Türklerin de bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem’e satar..Bu arada, Yezid ibni Mehleb’in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah, Türkmenistan’ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsada başarılı olamaz..

        Kuteybe’nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi kadar başarılı olamamışlardır.. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir duraksama içine girer.. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin azaltılarak İslam’ın kuvvetlendirilmesine çalışır.. Kendisine bağlı yöneticilere, “ Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın, hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı yaymaya çalışın” demiştir.. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin Müslümanlıklarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.. Bu arada Horasan’da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni Nuaym atanmıştır..

        Hakan Sulu”nun Göktürk Boylarının Başına Geçmesi

        Türkler, Arapların istilasına karşı direnişlerini Çin’den yardım isteyerek sürdürürler.. Daha önce Araplarla işbirliği içinde olan Tugsad da, 718 yılında Çin imparatorundan yardım ister.. Çin, Türklere yardım göndermez.. Turgis Kaani Sulu, Bati Göktürk Boylarının başına geçerek, 720 yılında Sogd’daki Türklerin Araplara karşı isyanını desteklemek için bir birlik gönderir.. Sulu’nun, Kur-Sul adındaki komutanı, Seyhun nehrini geçerek, Sogd’a gelir ve oradaki diğer Türklerle birleşerek, Semerkant’a doğru yürür.. Arap Valisi, Said ibni Haris, Türkleri durduramaz ve Semerkant’a çekilir.. Ancak Türkler Semerkant’ı kuşatamazlar.. Bu arada Said ibni Haris yerine 721 yılında Horasan’a Said ibni Harasi atanır.. 722’de Hisam Halife olur, Said ibni Harasi’yi görevden alarak yerine Müslim ibni Said’i atar.. Müslim ilk olarak Afşin’i haraca bağlar.. Seyhun’u geçerek bütün ekinleri ve ağaçları yakarak ilerler.. Bunun üzerine Turgis Hakanı Sulu, Müslim’in üzerine yürür.. Sulu’nun üzerine geldiğini ögrenen Müslim geri çekilmeye başlar.. Seyhun nehri yakınlarında, bir başka Türk birliği tarafından durdurulur.. Bir yandan yukardan Sulu’nun birlikleri ilerlediği için acele eden Müslim, zayiat vermesine rağmen, Seyhun nehrini geçerek Semerkant’a çekilir.. Bu yenilgi üzerine, Müslim görevden alınır, yerine Esed ibni Abdullah atanır..Esed ilk olarak Hoten şehrini ele geçirerek yağmalar.. Ancak, Turgis Hakanının Müslim’i kovalamasından cesaret alan halk Araplara karşı ayaklanır.. 726 yılında Turgis Hakanı Sulu kararlı bir şekilde Esed’in üzerine yürür.. Huttal’da çarpışırlar.. Esed, Sulu karşısında ağır bir mağlubiyet alır.. Bunun üzerine 727’de Esed’de görevden alınarak yerine Esres ibni Abdullah atanır..

        Esres halk üzerinde baskı uygulayarak denetim kurabileceğini düşünürsede başarılı olamaz.. Bir kısım halk Müslüman olduklarını söyleyerek vergi vermek istemezler ve Turgis’lerden yardım isterler. Turgis Hakanı Sulu 728 yılında Buhara’yı zapteder.. Bu arada Esres’in yerine Cüneyt ibn Abdurrahman geçer..Araplar Semerkant’a çekilir..Hakan Sulu ve Kur-Sul idaresindeki Turgis kuvvetleri 729 yılında 58 gün süreyle Arapları Kemerce kalesinde kuşatma altında tutarlar.. Açlıktan ölme noktasına gelen Araplar Kemerce’den çıkarak teslim olurlar, yapılan anlaşma gereğince teslim olanlar Debusia’ya gönderilirler.. Daha sonra Hakan Sulu, Semerkant’ı kuşatır.. Semerkant’ın işgal komutanı Savra ibni Hurr, Cüneyd ibni Abdurrahman’dan yardım ister.. Cüneyd yardıma gelmeden Savra ve Hakan Sulu Semerkant yakınlarında savaşırlar.. Araplar savaşı kaybeder, Semerkant’ın Arap Karargah komutanı Savra bu savaşta ölür.. Halife Hisam, Kufe ve Basra’dan 20000 kişilik ek bir kuvveti Cüneyd ibni Abdurrahman’a gönderir.. Hakan Sulu 732’de Buhara’yı terk ederek çekilir.. 734’de Cüneyd ibni Abdurrahman ölür, yerine Asım ibni Abdullah geçer, bir yıl sonra onun da yerine Halid ibni Abdullah geçer..

        Hakan Sulu”nun Ölümü ve Cuzcan Beyinin ihaneti

        Hakan Sulu, 737 yılında Halid’in üzerine yürür.. Araplar zayiat vererek Ceyhun’un güneyine çekilir.. Türkler Ceyhun nehrini geçerek Arapları Belh’e kadar çekilmeye zorlar, ancak Cuzcan önderi, Arap’larla birleşerek Hakan Sulu’nun ülkesine çekilmesine sebep olur.. Göründüğü kadarı ile eğer Cuzcan önderi Araplarla işbirliği yapmamış olsaydı Hakan Sulu’nun ordusu muhtemelen Arapları Türk topraklarından temizleyecekti.. Hakan Sulu ülkesine döndükten sonra bir zamanlar Araplara karşı beraber savaştığı Kur-Sul tarafından şahsi nedenlerden dolayı öldürülür..

        Bu gelişmenin birazda Çin tarafından tezgahlandığı, ve tarihte Çin’in Türk Beyliklerini birbirine düşürme siyaseti olarak görülür.. Hakan Sulu’nun ölmesi Araplar arasında sevinçle karşılanır.. Öyle ki Horasan Valisi Araplara Hakan’ın öldürülmesinden dolayı şükür orucu tutulmasını ister.. Haberi Halife Hisam’a ulaştırırsa da, Halife bu haberin doğruluğunu anlamak için güvendiği adamlarını yollayarak haberin doğruluğunu öğrenmelerini ister.. Hakan Sulu’nun öldürülmesinden sonra Türkler bir daha toparlanamazlar.. Arapların Türk yurtlarından temizlenmeleri ile ilgili umutları bir anda söner.. Öncelikle Dikhanlar denen yerel egemenlikler Araplara büyük tavizler verirler.. Müslümanlığı kabul eden kişilere büyük ekonomik çıkarlar sağlanır.. Cizye olarak alınan vergilerin miktarları düşürülerek önceki zorlamalara göre çok daha yumuşak bir sömürü politikası uygulanır.. Buraya kadar ki tarihte Türklerin zorla Müslümanlaştırılmalarına hizmet etmiş olan en önemli 2 isim, Arap Komutanı Kuteybe ve Hakan Sulu’nun tam önemli bir darbe indirmek üzereyken kendini Araplara satarak onlarla işbirliği içine giren hain Cuzcan Beyi’dir.. Kur-Sul’da, Turgis Hakanı Sulu’yu şahsi çıkarları uğruna öldürerek ister istemez Arapların korkulu rüyasını ortadan kaldırmış, Müslümanlığın Türk topraklarında daha rahat bir şekilde yayılmasına neden olmuştur..

        Kur-Sul”un Ölümü ve Türk Ordularının Dağılması

        Emevilerin son valisi, Nasır ibni Seyyar’ın valiliğe gelmesi ile birlikte Güney Türkistan’da Arap güçlerinde bir toparlanma başlar. Nasır, Arap hakimiyetinin yumuşak bir politika ile daha kolay bir şekilde yayılabileceği bilinci ile güçlü bir ordu kurarak Türk topraklarına yayılır. 739 yılında Araplar Semerkant’a tamamen yerleşirler.. Ancak, Seyhun nehrini geçmeye çalışırlarsada, Kur-Sul komutasındaki Türk ordusu tarafından durdurulurlar.. Sayı olarak Kur-Sul’un ordusundan daha kalabalık olmalarına rağmen, nehrin öte tarafına geçmeye cesaret edemezler.. Ancak bu arada Araplar için hiç beklemedikleri bir gelişme olur.. Araplara karşı saldırı düzenlemeyi planlayan ve bu nedenle nehrin etrafında keşif yapan Kur-Sul, Arap askerlerine yakalanır.. Nasır, Kur-Sul’u hemen öldürerek cesedini Türklerin görebileceği şekilde Seyhun nehrinin kenarına astırır.. Bu manzara çok geçmeden Türkler üzerinde beklenen etkiyi yapar ve Türk ordusu zaten sayıca üstün olan Araplar karşısında dağılır.. Taşkent ve Fergana da teslim olur.. Nasır,bundan sonra Arap hakimiyetini daha yumuşak politikalar uygulayarak sürdürür.. Yurtlarını terk ederek giden Türklerin geri dönmeleri halinde vergi borçları affedilir.. Halk içinden Müslüman olanlara bazı ekonomik ve sosyal çıkarlar sağlanarak, onların kendiliğinden Müslümanlığı seçmeleri teşvik edilir.. İslam’ın taraftar bulabilmesi için, gerek korkutarak, gerek teşvik ederek gereken her türlü tedbiri alınır.. Bu alınan tedbirler yavaş da olsa sonuç verir.. Türk topraklarındaki son Emevi Arap valisi Nasır ibni Seyyar Türklere İslam’ı kabul ettirtmeyi başarmıştır..

        Bizi ilgilendiren tarih buraya kadardır. Bundan bir süre sonra Arap topraklarında, Emevi Hanedanının egemenliği son bulur ve Abbasilerin devri kendini gösterir.
        749’da Abbasiler Emevi Hanedanını zorlamaya başlar. Arap topraklarında başlayan iç savaş, Emevilerin dışarı yayılmaları için gerekli olan kuvvetin bölünmesine yol açar.. Abbasilerle birlikte, Müslümanlaştırılan halklar üzerinde daha uyumlu, onların örf ve ananelerine uyan bir İslam uygulanır.. Emevilerden sonra İslamiyetin evrensel bir din olduğu şeklinde uygulamalar yapılarak İslam”ın daha geniş kitlelere yayılmasına özen gösterilir.. Bu şekilde önceleri Arap dini olarak kurulan din, giderek daha bir evrensel görünüm kazanır.

        Bu arada Araplar arası çatışmalar da giderek şiddetlenir. Araplar arası kavgada azat edimiş köleler de belli bir önem kazanırlar..

        Bu çatışmaların içinde olan Arap şefleri köleleri kendi taraflarına çekmek isterler.. Ancak, bütün Müslümanları eşit gören İslam karşısında kölelerin durumu belirsizdir.. Köleler eşitliği öngören İslam adına, Arap üstünlüğüne karşı çıkar.. Ali tarafı ve Peygamberin amcası Abbas’ın soyu, Emeviler tarafından kendilerinden hile ve zorbalıkla alınan iktidarlarının asıl sahipleri olarak görünmeleri, beraberinde bir takım siyasal sorunları da başlatır.. Bu arada, sınıfsal farklılıklar ve beraberinde yaşanan olumsuzlukların nedeni olarak, ezilen sınıf tarafından İslamın kendisi değil, Emevi hanedanın iktidarı sorumlu tutulur..

        Müslüman Araplar Türklere Neden Saldırmıştır

        Genelde, bu tarihi bilen İslami çevreler, Müslüman Arapların Türklere saldırmasını, onları İslam dinine davet etmek, gerekirse bu uğurda zor kullanarak, onları İslam”a boyun eğdirmeye zorlamak şeklinde yorumlarlar.. Ancak tek neden bu değildir..

        Bu konu da ayrıca Zekeriya Kitapçı”nın Yeni İslam Tarihi ve Türkler adlı Kitabında anlatılmıştır.. Aşağıdaki pasaj, aynı kitaptan alınma bir bölümdür.

        Değişen Arap Toplumunun Yeni Hayat Anlayışı

        a-) Harbeden Askerlerin Servete Kavuşma İsteği

        Arapları, Orta Asya’yı fethe zorlayan bir diğer faktörde harbeden askerlerin kısa zamanda büyük servet ve zenginliklere sahip olmaları idi. Değil daha sonraki devirler, ilk devirlerdeki fetih hareketlerinde bile sosyo-ekonomik nedenlerin çok önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmaktadır. Genellikle Bedevi, çölde yaşayan, fakr-u zaruret içinde çok insafsız bir hayat mücadelesi içinde yoğrulan Araplar, daha İslam’ın ilk devirlerinde harbeden askerlerin verilen yüksek maaş ve ganimetler dolayısıyla kısa zamanda büyük bir servet ve zenginliğe kavuştuklarını görmüşlerdir. Mücahit gazilerin bundan sonraki yaşantıları ve hayat seviyeleri bir anda değişmiş ve harbe iştirak etmeyenlere nazaran çok daha iyi ve müreffeh bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bu kabil Arap bedevilerinin o zamanki durumu, bugün Anadolu”nun iç kısımlarından kalkarak aynı sosyo-ekonomik nedenlerle çalışmak için Almanya”ya giden Türk köylüsünü ve onun sosyal hayatında da meydana gelen baş döndürücü değişiklikleri hatırlatmaktadır. Bunun içindir ki Arap kabileleri çeşitli cephelerde savaşmak için hata Hz. Ömer devrinde Medine”ye çok büyük kafileler halinde akın akın gelmeye başlamışlardır. Daha sonraları bunları Bedevi aileler takip etmiş ve dolayısıyla Arap yarımadasının dışına daha o devirlerden itibaren çok büyük bir Müslüman Arap göçü L. Caetani”nin ifadesiyle tarihte ilk defa Sami ırkının göçü başlamış oluyordu.

        Tarihte belki ilk defa vaki olan bu Sami Arap göçü, Emeviler devrinde de bütün canlılığı ile devam etmiş, sadece İran”a değil, Türkistan”ın Buhara, Baykent, Semerkant gibi daha birçok büyük şehirlerine önemli ölçüda Arap aileleri yerleştirilmiştir. Özellikle Buhara”ya yerleştirilen bu kabil muhacir Arap aileleri o kadar çoktu ki, Kuteybe b. Müslim be yerleşik Arap nüfusu ve kesafetine dayanarak bu büyük Türk şehrini nerede ise kolonize etmeye kalkışmış ve bunda önemli ölçüde de muvaffak da olmuştur. Genellikle 25-50 bin arasında değişen ve aile efradıyla birlikte yapılan bu göçler, bir taraftan İran ve Türkistan”ın büyük şehirlerinin Arap nüfusuyla iskan edilmesine, diğer taraftan da siyasi Arap hakimiyetinin bölgede daha kolay bir şekilde yerleşmesine ve hatta İslam dininin gelişme ve yayılmasına da yardım etmiştir.

        b-) Yaygın Geçim Sıkıntısı

        Müslüman Arapları komşu ülkeleri ve bu arada Türkistan’ı fethetmeye zorlayan önemli sebeplerden bir diğeri de çok yaygın hale gelen geçim sıkıntısıdır..Nitekim, el-Mesudi”nin en güzel kitap olarak tavsif ettiği ve fetih hareketlerini çok daha objektif kriterler içinde ele alan ilk tarihçilerimizden Belazuri”nin Fütuhu”l Büldan adındaki kıymetli eserinde, Arapların geçim sıkıntısı yokluk ve mahrumiyetler içinde sürdürdükleri hayat mücadelesi nedeniyle komşu ülkeleri fethetmeye zorlandıkları ve bu ülkelerde çok büyük sayıda yerleştikleri hakkında sarih ifadeler vardır.

        Taberi Anlatımları

        Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

        Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)

        Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.

        Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.

        Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)

        Kuteybe dedi: – Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
        Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler.hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(Syf-347)
        Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)

        Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip Semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı Semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve lüzumu kadar harp aleti verip, Abdullah’a dedi: Kafirlerden hiç kimseyi Semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur.(Syf-353)

        Kuteybe’nin Havarizem Şehrine Gitmesi Haberi

        Havarizem melikinin adı Çaygan idi. Ondan küçük Havarizad adlı bir kardeşi vardı. Çaygan’ın üzerine galebe etmiş idi ve onun bütün işini tutmuş idi. İşitse ki Çaygan’ın eline güzel bir cariye girmiş, yahut bir nefis bir kumaş almış derhal adam gönderip aldırırdı. Yine işitse ki bir kişinin güzel kızı var yahut güzel bir avreti var derhal mecal vermez,çekip alırdı. Hiç kimse men edemezdi. Ve Çaygan’a ondan şikayet etseler ben ona bir şey diyemem, derdi. Çaygan da onun elinden bunalmış idi. Bu işi bu şekilde uzatınca Çaygan’ın tahammül etmeye takatı kalmadı. El altından Kuteybe’ye adam gönderdi. Havarizem şehirlerinden üç şehrin kilitlerini bile gönderdi.

        Ve Kuteybe’ye dedi: Havarizem’e gelip kardeşimi öldürürsen her ne dilersen vereyim,dedi. Lakin bu haberi hiç kimseye bildirmedi. Bu haber Kuteybe’ye ulaşınca gaza vaktı idi. Kuteybe kavmine Segat gazasına varırız diye bildirdi. Çaygan’ın adamını geri gönderdi. Havarizad’e haber verdiler ki Kuteybe Segad’a gazaya gider. O da gayet sevindi. Ve kavmine bildirdi ki bu yıl cenkten eminsiniz,zira Kuteybe segad’a gidermiş. Ve bizde iş’e meşkul olalım dedi. Bilmedi ki Kuteybe kendi üzerine gelir. Bu esnada Kuteybe ansızın bin atlı ile Medinet-ül Fil ki Havarizem’in ulu ve muazzam şehridir. Zira Havarizem ülkesi üç şehirdir. Ondan ulusu yoktur. Kuteybe çıkıp geldi. Havarizem halkı Kuteybe’yi görüp korktular. Kuteybe doğru Çaygan’ın yanına geldi. Ve Havarizad’a haber verdiler ki ne gafil durursun işte Kuteybe erişip alemi fesada verdi. Havarizad anladı ki bu iş Çaygan’ın başı altındadır. Diledi ki Çaygan’ı öldüre.Lakin fırsat ve mecal bulamadı. İmdi hazır bulunan sipahi ile sürüp Medinetil Fil’e geldi. Çaygan o üç şehri Kuteybe’ye verip kendisi de Kuteybe’nin yanına geldi. Ve Havarizad şaşkına döndü. Nihayet Kuteybe’ye adam gönderip aman diledi.

        Kuteybe dedi: Amanı kardeşinden dile eğer o aman verirse benden emin ol.Havarizad dedi: -İmdi bildim ki benim ölmem lazım. Zira benim kardeşime boyun eğmem ölmek demektir. Belki ölmek muti olmaktan iyidir, dedi. Bunun üzerine cenge koyuldu. Bir saat cenk edip sonunda tutuldu.Kuteybe’ye getirdiler. Kuteybe dedi: Kendini nasıl görürsün.

        Havarizad dedi: -Ey emir, beni melamet etme ki ben kılıca eli onun için vurdum ki seninle benim aramda bir hüküm zahir ola. İmdi fırsat senin oldu,bana ne öğünmek gerek, ne dilersen et. Bunun üzerine Kuteybe buyurdu. Dışarı çıkıp boynunu vurdular. Çaygan dedi: -Ey emir, henüz gönlüm şifa bulmadı.
        Kuteybe dedi: -Daha ne dilersin?

        Çaygan Dedi: -Dilerim ki onunla bile olan kimselerin hepsini öldüresin.
        Kuteybe dedi: -İmdi sen benim yanıma topla, ben öldüreyim. Çaygan da hepsini tutup getirdi. Kuteybe cümlesini öldürüp mallarını aldı. Çaygan şöyle şart etmiş idi ki: Bin baş esir ve nice bin kumaş vere. İmdi Kuteybe Medinetül File girip o malı Çaygan’dan aldı.

        Çaygan Kuteybe’den yardım diledi. Zira Camhüd meliki daima gelip Çaygan ile cenk ederdi. Ve Çaygan’ı gayet incitirdi. Kuteybe Abdurrahman’ı ona yardıma gönderdi. Ve Abdurrahman varıp muharebe etti ve o meliki öldürdü. Çaygan o yerleri fethedip dört bin baş esir aldılar. Kuteybe buyurdu. Hepsini öldürdüler. (Syf-349-350)

        -Şaş askeri bize gece baskın etmek dilermiş, imdi varın onların yolunda filan yerde pusuda durun.Ve onlar çıktığı vakit üzerlerine sürünüz. Ola ki bir fetih edesiniz, dedi. Muslih b.Müslim’i bunlara kumandan tayin etti. Muslih de gelip o 700 adamı üç bölük etti. Bir bölüğünü yolun sağ yanına, bir bölüğünü sol yanına koydu ve kendisi bir bölükle yolun üzerine durdu. Gece yarısı geçince Şaş askeri çıkıp geldiler. Muslih’i yol üzerinde görünce cenge meşgul oldular.Ve o iki bölük gaziler de iki taraftan hamle edip aç kurdun koyuna girdiği gibi kafirleri tarumar ettiler. Gazilerde Şübe adlı bir bahadır yiğit vardı. Kendisini Şaş güruhuna ve kalabalığına vurdu.Onların ortalarında bir melikzadeleri vardı.Yetişip Şübe onu kulağı tözünden kılıç ile çaldı. Öyle bir çaldıkı başı top gibi havaya uçtu. Şaş askeri bu heybeti gördüklerinde hepsi bozguna uğradılar. Müslümanlar ardına düşüp onları hesapsız kırdılar. Onlardan kurtulan pek az oldu. Ve onların ekserisi Melikzadeler idi. Ziynetli ve silahlı kimselerdi. Onların başlarını ve silahlarını ve elbiselerini hepsini aldılar geri dönüp Sürür ile Kuteybe’nin yanına geldiler. Ertesi gün Kuteybe hükmetti ki cenge atılalar.

        Gavrek Kuteybe’ye adam gönderip dedi: -Bu ettiğin harbi öyle zannetme ki Arapların kuvveti ile edersin belki acemden benim kardeşlerimdir ki sana yardım edip cenk ederler. Yoksa harbe arapları gönder. Gör ki biz de neler ederiz,dedi. Kuteybe bu sözü işitip gazaba geldi ve münadilere çağırttı. Müslüman mübarizleri toplanıp kafirlerin üzerine yürüyüş ettiler ve buyurdu ki mancınık kurdular ve bir burcu döğe döğe yıktılar. Ve Müslümanlar o yıkılan yerden hücum ettikçe kafirlerden bir bahadır er gelip o gedikte durdu her kim ileri gelse mecal vermez öldürürdü. Müslümanlarda silahşörler çok idi. Kuteybe onları çağırtıp dedi ki: Sizden kim ki o şahsı ok ile vurursa ben ona on bin dirhem veririm. O silahşörlerden biri ileri yürüyüp ok ile o şahsı atıp gözünden vurdu ve ensesinden çıktı. Derhal düştü. O kişi Kuteybe’nin yanına gelip on bin dirhemi aldı.(Syf-351-352)

        Bu 70 yıl süren Türk-arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları ;

        1- 100.000’in üstünde Türk katledilmiştir.
        2- 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
        3- Şehirler yağmalanmış , ganimet diye halkın herşeyi talan edilmiştir.
        4- Tüm zenginlikler , tarihi eserler yokedilmiş , yakılmış , yıkılmıştır.
        5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamında” 40.000 Türkün kesilerek
        24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.( Tarihte örneği çok azdır.)
        6- Aynı şekilde “Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk’ün nehir kenarında kafaları
        kesilmiş , nehrin suyu kıpkızıl olmuş , cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
        7- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş ,
        “Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
        8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
        9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
        10-Bu tarihi gerçekler “islam etkilenmesin” düşüncesiyle gizlenmekte , bahsedilmemektedir.
        Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir. Bundan da Araplar nasiplenmektedir.

        Selam ve Saygıyla,

      • Drogba CC dedi ki:

        Gencer daha güzel anlatılamazdı. Bu lanet Araplardan çektiği kadar kimseden çekmedi bu Türk halkı, Onların dini asla bize uymadı. Bizim Türk kültürü ile hiçbir zaman da uyuşmadı. O nedendendir ki Türkiye’nin şu an %80 i aslında Deisttir. Müslüman gibi görünür ama İslamın hemen hiçbir kuralına uymaz. 11 ay içer, kadına değer verir, nazara, mezara, ermişlerden evliyalardan türbelerinden medet umar, (Şamanizm den gelen birikimler yani), mezara gidip dua eder, Türk’ün yönelmesi gereken bir din varsa o da öz dinimiz Atalarımızın dini şamanizm, Tengri iyidir

        Arapların bu çağ dışı ve insanlık dışı uydu putperest dini yüzünden Türkler, ilimde bilimde, insan haklarında geri gitmeye başladılar, malesef hakimiyetmizi, şeyhüislam ın Osmanlı da etkinliği artması sonucu yok olmaya kadar gitmiştir. M. Kemal ile Türkler gerçek kimliğini bulmaya başlamışken tekrardan gerilemeye girdik.

      • MaMaLi dedi ki:

        Bilal Kardeş sen tarihden!de bir habersin!Sen,TALKAN ve CURCAN katliamlarını bilirmisin hiç okudunmu,araştırdınmı?Kuteybe ve ibni müslim,celladlarını tanırmısın?Buhara’da,horasan’da,semerkant’da neler oldu tarihi,bir araştır olurmu!Bak sana senin gibi uzun yazıp,insanları sıkmadan kısa örneklerler veriyorum,kısa bir örnek sana!kuteybe celladı!Türkleri,kılıçdan geçirdikden sonra şu 5 maddeyi,kanunlaştırdı,iyi oku!1-semerkant hersene araplara 2.200.200 altın ödeyecek.2-Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 türk gencini esir olarak verecekdir.3-şehirde cami yapılacakdır.4-şehirde eli silah tutan kimse dolaşmıyacakdır.5-Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecekdir.ha sen şimdi kaynak da sorarsın verelim tabiki)Tarih-i Taberi/cilt 3(syf 343)oku,öğren sonra,kopyalı yapıştırla,cevap verirsin))))

    • csk dedi ki:

      sayın gencer bu konuda pek birşey bildiğimiz söylenemez diyorsun. arapların türklere zulmettiğini tecavüz ettiğini müslüman olmaya zorladığını söylüyorsun.elinde böyle bir kanıtta yokken.şuan insanların kafasına silahmı dayıyorlar.isteyen istediği dini seçmekte özgür.insanların kalbinemi girdiniz türkiyenin %90 deist olduğunu söylüyorsun.sizler seviyeli tartışmadan bahsediyorsunuz aynı zamanda insanların inançlarına küfredip iftira ediyorsunuz.şuan yanı başımızda ermeniler azeri türklere zulmediyor katlediyor tecavuz ederek öldürüyorlar. niye sesiniz çıkmıyor…..

      • Gencer dedi ki:

        Yukarıdaki yazılar ve kaynakları belirtilmesine rağmen hala elinde ne kaynak var diyorsan ben sana ne diyeyim.Ayrıca sizin gibi at gözlüğü takmış arkadaşlara da cevap vermek istemiyorum ama iğneliyici konuşmalarınız yüzünden cevap yazıyorum.Ben sana Kaynak göstereyim ama buna cevap vermeden önce o kaynakları alıp okumanı tavsiye ederim.
        İlhan Arsel Kitapları.
        Nasıl Müslüman Olduk (Kitap) yazar Erdoğan Aydın
        İslamiyet Gerçeği 1-2 Erdoğan Aydın
        Turan Dursun yayınları.
        http://www.turandursun.com/
        https://ateistcanavar.wordpress.com/category/ilhan-arsel-makaleleri/

        Korkma Şirk Koşmazsın.
        Ben okudum ve çarpılmadım.

      • csk dedi ki:

        neyin şirk neyin şirk olmadığını biliyorum çok şükür. öncelikle hadisleri kuranı reddediyorsun uydurma hadislerden kaynak sunarak islamın türk düşmanlığından bahsediyorsun.öncelikle sen kendinle çelişiyorsun.

        fatih sultan mehmet türk değilmiydi niye övgüyle bahsetti.
        ‘istanbul elbet feth olunacaktir , istanbul’ u fetheden komutan ne güzel komutan , onun askeri ne güzel asker.”

        Madem ırkçı türk düşmanıydı neden bu ayetler var
        ey insanlar!
        rabbiniz birdir. babaniz da birdir. hepiniz adem’in cocuklarisiniz, adem ise topraktandir. arabin arap olmayana, arap olmayanin da arap üzerine üstünlügü olmadigi gibi; kirmizi tenlinin siyah üzerine, siyahin da kirmizi tenli üzerinde bir üstünlügü yoktur. üstünlük ancak takvada, allah’tan korkmaktadir.

        allah yaninda en kiymetli olaniniz o’ndan en cok korkaninizdir.”

        size savaş açanlarla allah yolunda çarpışın. fakat haksız saldırıda bulunmayın. çünkü allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.

        savaş size farz kılındı, gerçi o size hoş gelmez. olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. allah bilir, siz bilmezsiniz.

        iman edenler, allah yolunda savaşırlar. inkâr edenler de tağut yolunda savaşırlar. o halde siz şeytanın taraftarlarına karşı savaşın. çünkü şeytanın hilesi zayıftı.

        ey insanlar! doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. muhakkak ki allah yanında en değerli ve en üstününüz o’ndan en çok korkanınızdır.* şüphesiz allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.(hucurat :13)

        biraz daha kaynak istersen buradan devam edebilirsin.
        http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/158021/buhari-de-hz-muhammed-in-turkler-aleyhine-sozleri-oldugunu-ileri-surerek-onun-turk-dusmani-oldugunu-iddia-edenlere-ne-dersiniz.html

      • bilal dedi ki:

        Gencer bey,
        1-Belliki asil at gözlüğü takan sizsiniz.Çünkü gördüğümüz kadariyla objektif olmayan ve sürekli islama saldıran süpürgeci t.dursun ve ilhan arsel’ın saçmalık kitapları dışında hiç bir şeyi okumuyorsunuz.Bunların saçmalıkları sizin temel inanç ve felsefeniz olmuştur. Bunlara şartlanmışsınız.Siz bunların saçmalıklarını kendinize amentu edinmişsiniz..!!! Lütfen,at gözlüğünüzü çıkarın.atrafınızı görüp okuyun..Sadece bu iki adamın saçmalık-larını değil,diğer kaynakları da okuyun..2-Araplar ne olursa olsun,onlara pis arap diyen sizin gibilerden insanlık ve medeniyet beklenir m.?.Irkçılık yapmakla Nazileri bile sollamışsınız.Çünkü onlar,‘’ Bir Nazi dünyaya bedeldir ‘’ve ‘’ Ne mutlu naziyim diyene.” dememişlerdir….ama bu tür ırkçı söylemler sizin amentunuz olmuştur..İslama göre her kes Allah’ın kuludur.Kimse kimseden üstün değildir.İnsanların ırk,milliyet,renk ve dilleri ne olursa olsun bütün bunlar yüce Allah’ın vergisidir.Bütün insanların kökü ve atası bir- dir.HUCURAT-13:يا ايها الناس انا خلقناكم من ذكر وانثي وجعلناكم شعوبا وقبائل الخ ‘’ Ey insanlar ! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirizi tanyıp sahip çıkmanız, (haklarına saygı göster-meniz vs.) için milletlere,boylara ve kabilelere ayırdık….’’ RUM-22: ‘ومن اياته خلق السموات والارض واختلاف السنتكم والوانكم الخ ‘’ O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de; gökleri ve yeri yaratması,dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır..’’ İşte islam ve kur’an,ayırıım yapmadan,insanın ırkı,rengi ve milliyeti ne olursa olsan hepsini aynı katagoriye koymuştur..farklı diller,renkler ve miliyetler yüce Allah’ın birer belgesidir… Bu nedenle, durumları ne olursa olsun 300 milyonu geçen bir arap milletine sırf islama olan kin ve nefretiniz yüzünden pis araplar demenizle, ırkçılıkta Nazleri bile geçmiş durumdasınız… Bu ırkçılığınız yüzünden bir ülkede,bir coğrafyada yaşayan farklı ırk ve milletler bugün adeta birbirine düşman olmuşlardır. İslamın şiddetle reddettiği bu faşitslik ve ırkçılık zihniyeti yüzünden maalesef farklı ırk ve milliyetlere mensup insanların birlikte yaşamaları neredeyse olanaksız hale gelmiştir.. !!! Buna somut bir örnek vermeye de hiç gerek yoktur..!!! Ayrıca burada doğru ve çok güzel bir bilgi paylaşımı yaptığından dolayı da sayın Csk.nickli arkadaşı da tebrik ediyorum…. …. Saygılarımla….

  35. Gencer dedi ki:

    CSK Arkadaşım,
    İstanbul’u Fetih edeceği yazıyı bulup paylaşırsan sevinirim.Ayrıca İslam adına Türklere yapılan vahşeti yukarda okuyup ta eğer için sızlamadıysa ben artık bir şey diyemem sana.
    Araplar her daim Türk Düşmanı olmuştur.Haindirler ve pis insanlardır.Sen Ortadoğuda din adına yapılan gırtlak kesmeleri de alkışlıyorsundur korkarım.
    Bundan dolayıdır ki bu bir birimize yazacağımız son cevap olsun.
    Benim senin gibi Arap sevdalıları ile asla işim olmaz.
    Ben Her zaman NE MUTLU TÜRK’ÜM Diyen birisiyim.
    Senin de bana yazacağın cevabın olursa son olarak okuyabilirim.Fakat bir sonraki yazıların olursa ben sana asla cevap vermeyeceğim.
    Herkes kendi yolunu kendi çizer arkadaş.
    Bu site Kuran’ın hatalarının tartışıldığı bir site.Hata yok diyorsan bu sitede işin olmamalı.
    Bırak biz sağduyulu düşünen ve araştıran kişiler olarak burada bilgi paylaşımımızı yapalım.
    Sizler lütfen bu konuda bizim zamanımızı harcayıp ayak bağı olmayın.
    Saygılar sevgiler Arap Hayranı arkadaşlar.

    • yasir dedi ki:

      (((((((((((((——GENCER DİYOR Kİ————Bu site Kuran’ın hatalarının tartışıldığı bir site.Hata yok diyorsan bu sitede işin olmamalı.——-ALINTI——-)))))))))))))

      Gencer sen ve senin gibi bütün diğerleriniz neye inanıyorsanız inanın, inanmadığınız ALLAH ve Kurana laf atmayı-hatalarını aramayı-karalamayı ve saldırmayı bırakın bizde bu siteden gidelim…
      Sizler inanmadığınız bir inancı sorğulayacak-hatalarını arayacak ve iftiralar atacaksınız bizlerse bunlara sessiz mi kalacağız, bu nasıl bir mantıktır ki böyle bir talepte bulunabiliyorsun…Bizim size, inanmıyorsanız bizim Kitabımızı bırakın kendi inancınızı istediğiniz gibi yaşayın dememiz gerekirken sen çıkmış biz burada kurandaki hataları tartışıyoruz yok diyorsan git, var diyorsan kal, ohh ne güzel…
      Senin şu yazmış olduğundan dolayı ne kadar tek taraflı, mantıksız,sığ,dar ve bencil bir mantığının olduğunu hatta mantığının olmadığını anlayabiliyoruz…
      Bunları sakın bir hakaret olarak alğılama çünkü bunlar senin gerçeklerin…
      Nasıl olurda bir soğrulama yaparken, karşı tarafa bir söz hakkı vermeden bana katılıyorsan kal, katılmıyorsan git, biz senin değerlerni ve inancını istediğimiz gibi tartışırız diyebiliyorsun…Nasıl bir mantıktır buuu.

      • csk dedi ki:

        yasir kardeşim çokda güzel özetlemiş..

        gencer bey kaç gündür tartışıyoruz.konudan konuya atlayıp durdun.sevyeli tartışma dediniz.insanların inançlarına demediğinizi bırakmadınız. o kadar soru sordum cevap vermediniz.
        şimdi de gelmiş diyorsun ya söylediklerimizi doğrula yada bu siteden git.bizler insan olan herkesi severiz ırk ayırmadan.senin taraf tuttuğun aşikar.dünyada binlerce insan zulme uğruyor katlediliyor.ermenilerin sırpların çinlilerin ve bunun gibi bir çok ülkelerin yaptıkları ortada. gerçi
        size göre dünyada ki katliamlardan müslümanlar sorumlu.
        siz ne yaparsanız yapın bizler inançlarımızı savunmaya devam edeceğiz.

      • Gencer dedi ki:

        Arkadaşlar sizin kafanıza saksı mı düştü ? Burada Allah’a veya Tanrıya inanmıyoruz diye bir şey söyleyen oldu mu?Kendi adıma ben böyle bir şey söylemedim.Benim Tek bir Tanrı inancım sonsuz.Kaldı ki söylersem de bundan size ne? Br,urada Kur’anın Tanrı Kelamı olmadığını bir sürü örnek vererek tartışıyoruz.Sizde kendinizi Kuran’ın ve Peygamberin avukatı gibi görüyorsunuz.
        Kur’an’a inanmayı zaten bıraktık merak etmeyin.Hurafelerle masallarla ömrümü çürütemem.
        Türkler nasıl Müslüman olmuş açıkça kaynak belirterek hatta çok önemli bir siteden kopyalayarak yapıştırdım.Burada Irktan bahseden yok.Kaldıki tabiiki Türklüğü sonuna kadar savunacağım.Ben Türk’üm arkadaş sizlerden içinizde başka ırktan olanlarda vardır.Ben burada Arapların Türklere yaptığı zulümü yazdım.Zorunuzamı gitti.?
        İstediğiniz kaynağı açın bakın.Bir vahşet sonucu zorla din değiştirmek zorunda kalmış Türklerin gerçekleri bilmesi yanlış bir şey mi?Bilsinler nasıl Müslümanlığı seçtiğimizi ondan sonra devam edene etsin.
        Ayrıca İyiki de Kuran’a inanmayı bıraktım abuk sabuk bir sürü şey yazıyor.(Bu benim için artık değişmez bir gerçektir.)
        Bir daha da benim yorumlarıma cevap vermeyin olsun bitsin.
        Saygılar.

      • yasir dedi ki:

        ((((((((((————GENCER DEMİŞ Kİ——–Kur’an’a inanmayı zaten bıraktık merak etmeyin.————–ALINTI———–)))))))
        İnanmayı bıraktıysan tartışmayıda bırak o zaman…
        Senin olmayan bir inancı ve değeri neden tartışıyorsun? Tartışıyorsanda gelen cevaplara açık olacaksın ve her zamanda cevabını alırsın…Cevap almak istemiyorsan bunun en kolay yoluda tartışmayı bırakmaktır…
        Bu sitede farkındaysan İslam ve Kuran harici yazılarda var okuduğum halde şahsım adıma yorum yapmıyorum, benim cevaplarım sadece İslama ve Kurana atılan iftira ve yalanlara karşıdır…
        Sen Türklük diyorsun Müslüman olmayan Türk toplumlarına bir göz at Rusların-Moğolların içinde eriyip gitmiştir, senin şu an yaşadığın bu ülke tamamen İslam eseridir Osmanlı ve Müslümanlar olmasaydı bu milleti ve ülkeyi kuranlar kurabilecekmiydi…
        Şimdi sen Türk tarihi diye bana burada Moğol ve Tatarları anlatırsın, bizim popüler tarihimizde kavimler göçü ve öncesi Orta asya ve cevresinden çıkmış bütün toplulukları Türk yapma politikamız vardır bunlara Kızl derililerden-Bulğarlara-macarlara kadar dayanır…
        Adam Atilla’yı atası sayıyor, yahu git bir macara sor bakalım Fatihi-yavuzu veya Atatürkü atası sayacakmı…Macarlara sadece biz Macaristan diyoruz orjinali Hungaria’dır yani adamlar Harbi Hun’lar ama biz tutturmuşuk yok siz Türksünüz Hunlarda Türk, ırkçılığın insanı ne komik durumlara düşürdüğü aşikar ortadadır…
        Koskoca Profesörler çıkmış tartışma proğramlarında Mısırdaki Pramitleri-inka, maya medeniyetleri ve pramitlerini Türkler yaptı onlarda türk diyor dahası var Sümerler- Trovalılar-Estrükler vs bunların hepside Türkmüş benim anlamadığım şey bunlara inanırsak Türk=insan olması gerekiyor yani bütün insanlık Türklerden türemiş oluyor…Daha neler var neler…

      • csk dedi ki:

        tşk ederim yasir kardeşim allah senden razı olsun

      • MaMaLi dedi ki:

        Yasir!Bu konuda haklısın,tez varsa,anti tezde,vardır,git,gelme,gibi,olumsuz,emir kipleri,haksızlıkdır;bu söylemler için,şahsım adıma özür dilerim;lakin!sizin burda,sınırsız ve sansürsüz,yaptığınız,tüm,savunmaları,ben ve benim gibi,dinlerin çakma olduğunundan,emin,olan,insanlar,islami,hiç bir site ve form da,iki satır bile yazdırılmıyoruz;elmahamdüllillah müslüman değilm)saygılarımla.

  36. csk dedi ki:

    Bu yazıda Turan Dursun’un 3 tane İftirasına Cevap verilmiştir.

    1-Kuran- Kerimde Irkçılığın bulunduğu

    2-Kuran Mekke ve Çevresine İndirilmiştir

    3-Peygamberin Türkler hakkındaki yorumları

    Materyalistlerin belirgin özelliklerinden biri, savundukları görüşlerin son derece sığ ve basit olması ve bunları savunurken çeşitli göz boyama ve sahtekarlıklara kolayca başvurabilmeleridir. Özellikle din aleyhinde yürütmeye çalıştıkları propaganda, tarih boyunca yalanlar ve çarpıtmalarla dolu olmuştur.
    Türkiye’de bu rolü üstlenenlerin başında ise Turan Dursun gelmektedir. Yazdığı İslam ve Kuran aleyhindeki kitaplarla, bu kitaplardaki basit çarpıtmalarla, ciddiyetsiz iddialarla, bozuk mantıklarla, bir kısım cahil veya din aleyhinde önyargılı kimseleri etkilemiştir. Çoğu kez cevap bile vermeyi gerektirmeyecek kadar saçma ve tutarsız iddialar öne süren Turan Dursun, aslında öne sürdüğü iddialar açısından değil de, sahip olduğu bozuk mantık örgüsü nedeniyle ele alınması ve incelenmesi gereken bir isimdir. Yazdıkları, Allah’ın Kuran’da inkarcılar için verdiği “akletmeyen bir kavim” (Haşr Suresi, 14) hükmünün birer teyidi durumundadır.

    Turan Dursun’un çeşitli iddiaları arasında dikkat çekici olanlardan biri, Kuran’ı ve dolayısıyla İslam’ı ırkçılıkla itham etmesidir. İslam’ın sadece Araplara vahyedilmiş bir din olduğunu, peygamberimiz Hz. Muhammed’in de Türklere karşı olumsuz hisler beslediğini ileri sürmüştür. Ancak bu iddiasını ne gibi mantıklara ve delillere dayandırdığı incelendiğinde, son derece basit çarpıtmalar, cehalet ve yalanlar ortaya çıkmaktadır.

    Bu makalede, Turan Dursun tarafından yazılıp 1990 yılında 2000′e Doğru dergisinde yayınlanan, ve takipçileri tarafından hala internette yayınlanmaya devam eden bir yazıyı ve bu yazıdaki çarpık iddiaları ele alacağız.

    1) Kuran’da Irkçılığın Olduğu Ve Yahudilerin Üstün Irk Olarak Belirtildiği İftirası

    Turan Dursun, sözkonusu yazısında Kuran’da ırkçı bir yaklaşım olduğunu iddia etmiştir. Hem de bu ırkçılığın “Yahudi ırkçılığı” olduğunu ileri sürmüştür. Kuran’da “En üstün toplum, İsrail toplumu” dendiğini iddia etmiş ve ardından kendince bir “çelişki” vehmetmiştir:

    “Bir yanda İslam dünyasındaki “yahudi düşmanlığı”, öbür yanda da, Kur’an’daki “Tanrı”nın “İsrailoğulları”na böyle seslenişi… Bir çelişkidir bu.” (2000′e Doğru 28 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 5)

    Oysaki gerçekler incelendiğinde Turan Dursun’un bu iddiasının son derece saçma bir itiraz olduğu açıkça görülmektedir. Turan Dursun’un iddiasına dayanak gibi göstermeye uğraştığı Kuran ayeti şu şekildedir:

    Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın. (Bakara Suresi, 47)

    Normal bir akla sahip olan herkes anlar ki, bu ayette geçmiş zamandaki bir “üstünlükten” söz edilmektedir. Allah, İsrailoğullarına, onları bir zamanlar nimetlendirdiğini ve üstün kıldığını hatırlatmaktadır. İsrailoğulları’yla ilgili diğer Kuran ayetlerine ve kıssalarına baktığımızda, bu nimetin ve üstünlüğün nasıl olduğunu da açıklıkla görebiliriz. Allah, İsrailoğulları’nın atası olan Hz. İbrahim’den başlayarak, onlara peygamberler göndermiş ve aralarında yaşadıkları putperest kavimlere karşı onları manen üstün kılmıştır. Firavun döneminde Mısır’da baskı ve zulüm görürlerken, onları Hz. Musa vesilesiyle kurtarmış, ardından Hz. Musa’ya Tevrat’ı indirmiş ve İsrailoğulları’nı bu kutsal kitapla doğru yola yöneltip şereflendirmiştir. Hz. Musa’dan sonra da İsrailoğulları’na pek çok peygamber gönderilmiştir. Bunlar, Allah’ın bu kavme olan lütuf ve nimetleridir.

    Ancak İsrailoğulları’nın önemli bir bölümü bu nimete layık olamamış, kendilerine gönderilen peygamberlere itaatsizlik etmiş, Allah’ın vahyi olan Tevrat’a başkaldırmış, hatta Tevrat’ı kendi menfaatlerine uygun olarak değiştirip tahrif etmiştir. Böylece Allah’a vermiş oldukları sadakat ahdini bozmuşlardır. Bir ayette İsrailoğulları’nın bu durumu şöyle anlatılır:

    Andolsun, Allah İsrailoğullarından kesin söz (misak) almıştı. Onlardan oniki güvenilir- gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: “Gerçekten ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekatı verir, elçilerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz, şüphesiz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkar ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır.”Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. Kendilerine hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 12-13)

    Görüldüğü gibi, İsrailoğulları’nın Turan Dursun’un iddia ettiği manada, yani tüm bir ırk olarak üstün kılınmaları sözkonusu değildir. Allah, İsrailoğulları’nı bir ırk olarak, yani ahlak ve tavırlarından bağımsız olarak, kalıcı bir şekilde “üstün kılmış” değildir. Allah’ın Hz. İbrahim’e olan vahyini bildiren bir ayet, bu gerçeği vurgulamaktadır:

    Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemişti. O da tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e): “Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım” dedi. (İbrahim) “Ya soyumdan olanlar?” deyince (Allah:) “Zalimler benim ahdime erişemez” dedi. (Bakara Suresi, 124)

    Görüldüğü gibi Allah Hz. İbrahim’in soyundan olanları bir ırk olarak üstün kılmamış, aksine bu ırktan olup da zalim olanların Allah’ın ahdine, yani İsrailoğulları’na verdiği üstünlük ahdine dahil olmayacağını haber vermiştir. Allah’ın Hz. İbrahim’e ve soyuna verdiği üstünlük, ırk manasında bir üstünlük değil, her kim Hz. İbrahim’in yolunu izler, onun ahlak ve inancını takip ederse, onun tarafından devralınacak manevi bir üstünlüktür. Nitekim Allah “doğrusu, insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin velisidir” buyurarak (Al-i İmran Suresi, 68), çağımızda Hz. İbrahim milletinin Müslümanlar olduğunu bildirmiştir.

    Allah, insanlar arasındaki ırk, soy, kabile bağlarının bir üstünlük konusu olmadığını da aşağıdaki ayetiyle açıkça bildirmiştir:

    Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13)

    Dolayısıyla Kuran’da ırkçılık olduğunu iddia etmek, ancak bu konuda hiç bir şey bilmeyen ve muhakemesi de zayıf olan insanları kandırabilecek bir iftiradır.

    Turan Dursun ve diğer materyalistler, eğer ırkçılığın kaynağının ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyorlarsa, kendi dünya görüşlerinin temelini oluşturan evrim teorisini incelemelidirler. Çünkü, yeryüzündeki ırklar arasında kalıtsal “üstünlükler” bulunduğu, bazılarının “ileri” bazılarının ise “geri” olduğu iddiasının kaynağı, Darwin’in evrim teorisinden başka bir şey değildir.

    2) Kuran’ın Sadece Araplar Ve Mekke Çevresindekiler İçin Gönderildiği İftirası

    Turan Dursun’un bir diğer iddiası, Kuran-ı Kerim’in sadece Araplara yönelik bir kitap olarak vahyedildiği, diğer milletlerin Kuran’dan sorumlu olmadığı şeklindedir. Bunu, şu sözleriyle ileri sürmektedir:

    “Kur’an’ın bütünü içinde, Muhammed’in “kavm”ından, yani “toplum”undan “Tanrı vahiyleri”ni, bu “toplum”a iletmek zorunda olduğundan, bunu yaptığından söz edilir. Muhammed’in “toplum”u, “Arap toplumu”dur. Öyleyse “muhattap” da bu toplumdur. Kur’an, kendi deyimiyle “Arapça”, seslendiği kesim de, “Araplar”. Ama “Araplar”ın da tümü değil; yalnızca “bir kesimi”. Korkutma yalnız “Mekke ve çevresi”ne. Ayetler çok açık. “Kur’an”la yapılan “uyarı”ların, “korkutma”ların, “Mekke” (Ümmü’l-Kura) ve “çevresi”ne yönelik olduğu, En’am suresinin 92., Şura suresinin 7. ayetinde, kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla anlatıyor.” (Turan Dursun, 2000′e Doğru, 28 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 5)

    Turan Dursun’un bu iddiasına delil olarak kullanmaya çalıştığı ve bu amaçla çarpıtarak yorumlamaya kalktığı ayetin meali şu şekildedir:

    İşte bu (Kur’an), önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası ile çevresindekileri uyarman için indirdiğimiz kutlu Kitaptır. Ahirete iman edenler buna inanırlar.(Enam Suresi, 92)

    Turan Dursun’un “Mekke” anlamında yorumladığı kelimenin ayetteki asıl ifadesi “ümmü’l kura”dır. Bu kelimenin sözlük karşılığı ise “köylerin, kasabaların, kentlerin anası” demektir. Yani bu kelimeyle sadece Mekke değil, bütün ana şehirler, kasaba ve köyler ifade edilmiş olur. Mekke de bir şehir merkezidir, fakat “ümmü’l Kura” Mekke ile sınırlı olmayıp, tüm zamanların tüm merkezi şehirlerini kapsamaktadır. Dolayısıyla, “Kuran sadece Mekke çevresindekilere yöneliktir” diye bir iddiada bulunmak, sadece bu iddia sahibinin cehalet veya samimiyetsizliğini gösterir.

    Gerçekte üstteki ayette Turan Dursun seviyesindeki kişilerin hiç kavrayamayacakları bir hikmet açıklanmakta, İslam’ın bir tebliğ yöntemi olarak önce merkezi şehirlere, ardından bunların çevresine yayılmasına işaret edilmektedir.

    Dikkat edilirse Turan Dursun, bir önceki başlık altında (ırkçılık iddiasında) karşılaştığımız çarpıtma yöntemini burada bir kez daha kullanmaktadır. Bir ayeti ele almış, içinde geçen bir kavramı kasten yanlış yorumlamış, dahası bu konuyu açıklayan, tefsir eden diğer Kuran ayetlerini kasten görmezlikten gelerek basit bir çarpıtma yapmıştır.

    Nitekim bu konuyla ilgili diğer ayetlere baktığımızda, Turan Dursun’un ne kadar büyük bir çarpıtma yaptığı tüm açıklığıyla ortaya çıkar. Hz. Muhammed’in tüm insanlığa gönderilmiş bir peygamber olduğu ve Kuran hükümlerinden kıyamete kadar tüm insanların sorumlu tutulduğu pek çok ayette vurgulanmıştır. Aşağıdaki iki ayet, konuyu açıklığa kavuşturmaktadır:

    Biz seni ancak bütün insanlığa bir müjde verici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların çoğu bilmiyorlar. (Sebe Suresi, 28)

    De ki: Ey insanlar, ben Allah’ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’nundur. (A’raf Suresi, 158)

    Görüldüğü gibi İslam peygamberi Hz. Muhammed, tüm insanlar için bir uyarıp korkutucudur. Tüm insanlar da Kuran’a uymakla sorumludur.

    Turan Dursun’un iddiasının ikinci kısmı ise, Kuran’ın sadece Arapça bilenlere gönderildiği şeklindedir. Oysa Kuran’ın Arapça olması, bu kitaptan sorumlu olanların sadece Araplar olduğu anlamına gelmez. Yeryüzünde pek çok farklı dil konuşulmaktadır ve insanlara vahyedilecek bir kitabın doğal olarak bu dillerin birisinde olması gerekmektedir. İslam peygamberi Hz. Muhammed Arap olduğu ve etrafındaki insanlar da Arapça konuştuğu için, Kuran da Arapça olarak vahyedilmiştir. Ancak Kuran’ın anlamı her milletin kendi dilinde rahatlıkla tefsir edilebilir, açıklanabilir ve hükümleri anlaşılabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Kuran’ın Arapça olması, diğer milletlerin İslam dinini öğrenmelerini ve uygulamalarını hiç bir şekilde engellememiştir.

    3) Peygamberimizin Türkler Hakkında İthamlarda Bulunduğu İftirası

    Turan Dursun’un milliyet konusundaki üçüncü asılsız iddiası, peygamberimiz Hz. Muhammed’in Türklere düşman olduğu yönündedir. Bu iddiasına delil olarak bazı sahih (doğru) olmayan, “mevzu” (yani peygambere atfedilerek sonradan uydurulan) hadisleri göstermeye çalışmıştır. Turan Dursun’un aktardığı hadisler şu şekildedir:

    “Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş(kalın) derili olan bu toplumlar…. kıl giyerler.”
    “Siz (müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır.”

    Turan Dursun’un aktardığı bu hadislerin, peygamberimiz tarafından söylenmemiş, vefatından çok sonra bir takım art niyetli kimseler tarafından uydurulup ona atfedilmiş sözler olduğu bilinen bir gerçektir. “Mevzu hadisler” olarak bilinen bu gibi hadisler, başlı başına bir inceleme alanıdır. Bu konuda pek çok İslam alimi eserler yazmış, mevzu hadislerin genel özelliklerini tespit etmişlerdir. Bu konuda kabul edilen bir prensibe göre, bir milleti sırf milli kimliğinden dolayı yeren veya öven hadislerin hepsi uydurmadır. Bu şekilde pek çok uydurma hadis vardır. Turan Dursun’un aktardığı gibi Türkleri yeren ve kötüleyenler olduğu gibi, Türkleri dünyanın en üstün milleti gibi tanıtan uydurma hadisler de bulunmaktadır. Aynı şekilde Arapları da abartılı derecede öven veya yeren uydurma hadisler olduğu malumdur. Tüm bunlar, milli bir taassup içindeki kimseler tarafından uydurulmuş ve peygamberimize atfedilmiş uydurma sözlerdir.

    Bu sözlerin uydurma olduğunun en büyük ispatı ise, Kuran’a aykırı olmalarıdır. Allah, başta da belirttiğimiz gibi, milletler, kavimler veya kabileler arasındaki farkların önemli olmadığını, önemli olanın takva (Allah korkusu ve bundan kaynaklanan ahlak) olduğunu Kuran’da açıklamıştır. Allah’ın hükmü bu iken elbette peygamberimizin farklı bir düşünce içinde olması düşünülemez. Aksine peygamberimiz, Kuran’ı en iyi şekilde anlayan, uygulayan, hayata geçiren ve Kuran’ın hiç bir hüküm ve ilkesinden taviz vermemiş kutlu bir insandır.

    Sonuç

    Turan Dursun’un burada ele aldığımız ve cevaplandırdığımız iddiaları, bu kişinin Kuran ve İslam aleyhindeki iftiralarının ne kadar cahil, akılsız ve samimiyetsiz bir yaklaşımın ürünü olduğunu da göstermektedir. Basit kelime oyunlarıyla, bir ayetin anlamını Kuran’ın genelinden koparıp çarpıtarak ileri sürdüğü iddialara, küçük kurnazlıklar ve göz boyamalar hakimdir. Kullandığı üslup, adeta “çocuk kandırma yöntemi” gibidir.

    Turan Dursun’un İslam ve Türk milleti hakkındaki iddiaları, bu “çocuk kandırma yöntemi”nin bir örneğidir. Kuran’ı ve peygamberimizi sadece Araplara hitap eden ve Türkleri kötüleyen kaynaklar gibi göstererek, kendince Türk milletini İslam’dan soğutacağını zannetmiştir. Oysa Kuran’ı bilen ve muhakemesi düzgün işleyen bir insanın bu gülünç kışkırtmalara asla itibar etmeyeceği, aksine bunları öne süren kişilerin zeka ve kültür düzeyini gülünç bulacağı aşikardır.

    Gerçekte sadece Turan Dursun’un değil, onunla aynı çizgideki Kuran ve İslam düşmanı ateistlerin tüm iddiaları; Kuran’ın Allah’ın Hak Kitabı olduğunu, içinde hiç bir çelişki ve uyumsuzluk bulunmadığını, Kuran’a karşı çıkanların ise sadece iftiralar ve yalanlar öne sürebildiklerini gösteren önemli bir “iman hakikati”dir. Allah inkarcıların içine düştükleri bu acze, Kuran’da şöyle dikkat çeker:

    Sana nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak, artık onların bir yola güçleri yetmemektedir. (İsra Suresi, 48)

    • rammsteinn dedi ki:

      csk
      kopyala yapıştır yapıyorsun.ya kopyalıdığın kısmı okumuyorsun ya da kuranı okumuyorsun.
      cevaplardaki iddiaların doğruluğunu kontrol etmeye gerek duymuyorsun.

      yahudiliğin üstün ırk olduğu kuranda açıkça belirtilmiştir.
      yahudiler her daim kendilerini üstün ırk olarak görür. tanrı onları o şekilde yaratmıştır ki, yahudiliğin bir numaralı kuralı; “yahudi olunmaz doğulur” kuralıdır.

      kurandaki ayetlerimiz

      Duhân 32 Andolsun biz İsrailoğullarına, bilerek, alemlerin üstünde bir imtiyaz verdik.

      Câsiye 16 Yemin olsun, biz, İsrailoğullarına Kitap’ı, hükmetme gücünü, peygamberliği verdik, onları temiz yiyeceklerden rızıklandırdık ve kendilerini âlemler üzerine imtiyazlı kıldık.

      Bakara 40 Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vadettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun.

      Bakaa 47 Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle aleme üstün kıldığımı hatırlayın.

      Bakara 122. Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın. Ben sizi âlemlerden daha üstün kılmıştım.

      • csk dedi ki:

        rammsteinn

        Kurana inanmayan birçok insan gibi sende art niyetle yaklaşıyorsun.Bana kuran okuyup okumadığımı soracağına öncelikle sen bir kaç ayete bakarak kuran hakkında yorum yapma.Kuran-ı bütünüyle oku.Hangi ayet ne için inmiş tefsirine bak en azından.
        Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler, ırkçılığı, ırk üstünlüğünü kesin olarak reddetmektedir.
        Bununla ilgili birçok ayet mevcut.

        Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık
        ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık.
        Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil)
        takvaca en ileride olanınızdır.
        Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. ( 49 Hucurat Suresi, 13)

        Yüce Rabbimiz Kuran;da insanların peygamber soyunda bile gelse
        doğuştan bir üstünlüğünün olamayacağın İbrahim kıssasında şöyle vurgulamaktadır:

        Hani Rabbi, İbrahimi birtakım kelimelerle denemişti.
        O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti.
        (O zaman Allah İbrahime): Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım dedi.
        (İbrahim) Ya soyumdan olanlar? deyince (Allah:) Zalimler Benim ahdime erişemez; dedi.
        ( 2 Bakara Suresi, 124)

        Allah katında ölçü insanların ırkı yada cinsiyeti değildir.
        Doğuştan sahip olunan özellikler bir üstünlük vesilesi olamaz.
        Allah; Tekasür suresinde kendi soyuyla ve çokluklarıyla
        insanların övünmesini açıkça eleştirmektedir:

        ( 102 Tekasür Suresi, 1-3)
        Çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.
        ;Öyle ki (bu) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü
        Hayır; ileride bileceksiniz.

        (Müminun Suresi, 101)
        Böylece Sur’a üfürüldügü zaman artık o gün aralarında soylar yoktur
        ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu) soruşturmazlar da.

        Kuran yahudiler hakkkında neler söylemiş o ayetleri incelersek

        Kur’an Yahudileri lanetlenmiş bir millet olarak zikretmekle beraber,
        onlara Allah’a ve ahiret gününe inandıkları ve iyiliği emredip,
        kötülüğü nehyettikleri takdirde müjdelerin olduğunu beyan etmiştir.
        Kur’an’da geçen ayet

        “Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar,
        Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça,
        kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur;
        Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir.
        Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.
        Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır.
        Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki,
        gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.” (Al-i İmran, 3/112-113)

        Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerin sözünde durmamak ve
        anlaşmaları bozmak gibi kötü bir adetlerinin de olduğu,

        “Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı?
        Zaten onların çoğu iman etmez.”(Bakara ,2/100)

        BAKARA SÛRESİ
        (83) Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz,
        anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz,
        herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz” diye söz almıştık.
        Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.

        BAKARA SÛRESİ
        (211) İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik.
        Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz
        Allah, cezası pek çetin olandır.

        BAKARA SÛRESİ
        (246) Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)?
        Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi.
        O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar,
        “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde
        Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi.
        Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler.
        Allah zalimleri hakkıyla bilendir.

        MÂİDE SÛRESİ
        (32) Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitapta) şunu yazdık:
        “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya
        yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse,
        o sanki bütün insanları öldürmüştür.
        Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.
        Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler.
        Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.

        MÂİDE SÛRESİ
        (70) Andolsun, İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik.
        Fakat her ne zaman bir Peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü getirdiyse;
        onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.

        MÂİDE SÛRESİ
        (7 İsrailoğullarından inkar edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa diliyle lanetlendi.
        Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.

        İSRÂ SÛRESİ
        (4) Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına,
        “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız
        ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik.

        NEML SÛRESİ
        (76) Şüphesiz bu Kur’an İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor.

        Senin örnek verdiğin ayetlere bakalım

        (Duhan 32)
        “Gerçekten biz, İsrailoğullarını, bilerek âlemlere üstün kıldık.”

        Ayet-i kerimede, İsrailoğullarının iman ettikleri dönemlerde, iman etmeleri sebebiyle,
        zamanlarında yaşayan bütün insanlardan üstün kılındıkları zikredilmiştir.
        Onların bu üstünlüğü, iman etmeleriyle kaimdir.
        İmandan ayrılanların, derece bakımından hayvanlardan bile aşağı olduktan,
        diğer bir âyette beyan edilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:

        “Yemin olsun ki biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.
        Onların kalbleri vardır ama onunla gerçeği anlamazlar.
        Gözleri vardır ama onlarla hakkı görmezler.
        Kulakları vardır ama onunla hakkı işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir.
        Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf Suresi, âyet: 179)

        “Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi ve sizi (bir zaman)
        âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara 47)

        Ey İsrailoğulları, ey Yahudi topluluğu, ey Yakub’un torunları,
        geçmişlerinize, ecdadınıza verdiğim nimetlerimi ve sizi bir zaman âlemlere üstün kıldığımı
        hatırlayın.
        Allah teala, İsrailoğullarını, Firavunun zulmünden kurtarmış,
        denizi yarıp onları karşıya geçirmiş, çöllerde onlar için taşlardan sular fışkırtmış,
        gökten yemekler indirmiş, soylarından bir çok Peygamberler getirmiş ve böylece onları,
        kendi zamanlarında yaşayan insanlardan üstün kılmıştır.
        Yoksa bu ifadede, onların, gelmiş geçmiş bütün insanlardan üstün oldukları kastedilmemektedir.

        Bu ayetler yeteri kadar açıklayıcı olmuştur umarım…

      • yasir dedi ki:

        Andolsun ki onları , bir İLİM ile âlemlere üstün seçtik!–44 / DUHÂN – 32

        Ey İsrailoğulları! Benim size vermiş olduğum nimetimi ve sizi alemlere üstün kıldığımı hatırlayın.–2 / BAKARA – 47

        İsrailoğluları Proto Müslümanlardır…Üstünlükleri ise tamamen takva ve Allahın dinini-zikrini unutmadan, inkar etmeden aktarmalarıdır, yani zikrin aktarıcılarıdırlar, diğer toplumlar gibi sapıp-müşrik ve putperest olmamışlardır…Lakin bu üstünlük sadece İsrailoğlularına verilen bir ayrıcalık değil bu kapı iman etmiş, Allahı birleyen- İnsan olabilmek için Allahın kişide görmek istediği kalite standartlarını yakalamış, Allahın ilke ve inkilaplarına bağlı, emir ve yasaklarına uyan her kişi Allah katında ”nas” insan kategorsindedir ve diğer her kişi ve canlıdan üstündür…

        Allahı tek rab ve ilah edineceksin- Adaletli olacaksın –Anne, Baba ve uzak yakın akraba komşuya yardım edeceksin, zekat vereceksin–Yetim,öksüz ve mazlumun hakkını koruyacak ve yardım edeceksin- Allaha yönelerek yalnız ondan isteyecek ve ona ibadet edeceksin, Allaha salat ve salah ta bulanacaksın– İyilik yapacaksın, iyiliği emredip, kötülükten sakındıracaksın—Sabrı tavsiye edeceksin ve kendinde sabırlı olacaksın—azimle ve sabırla çalışacak ve helalinden kazanacaksın, Her şeyin temiz(helal) ve kalitelisini, zararlı olanını değil faydalı ve yararlı olanını yemeye-içmeye-giymeye çalışacaksın—Senin gibi Allaha teslim olmuş, Allahın ilke ve inkilaplarını, emir ve yasaklarını yerine getiren insanlarla birlik olup destekleşeceksin-Allah yolunda, Allah ile birlikte canın-malın ile mücadele vereceksin-Bunları yapacak ve yapılmasını yayğınlaştırmak için çalışacaksın.

        Allaha Şirk Koşmayacaksın-Irkçılık yapmayacaksın-Karşılıksız haksız yere can almayacksın-Kıssasa Kıssas yapacaksın, yaparkende haddi aşmayacaksın-Kesinlikle Çalmayacaksın—Kesinlikle Zina yapmayacaksın—Kesinlikle ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmayacaksın, bu ölçü ve tartıyı sadece manav ve marketlerdeki sanmayın, ilim adamı, üreten sanayi gurpları, inşaat sektörü, ilaç sanayi vs her dalın ve üretimin kendine has kalite standartları vardır, bunların altına düşmayeceksin—Kesinlikle Faiz yameyecek ve yedirmeyeceksin—Kesinlikle Yalan söylemeyeceksin—Kesinlikle Zulüm yapmayacaksın—Kesinlikle Alkol ve kumardan uzak duracaksın—Kesinlikle İsraf yapmayacaksın—Kesinlikle Pintiliğini ve Cimriliğini yenmeye çalışacaksın—Kesinlikle haddi ve hududu aşmayacaksın, azğınlaşmayacaksın…

        Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.49 / HUCURÂT – 13

        İşte Üstünlükte, Allaha yakınlıkta bunlardadır…Allahın düşünen ve irade-akıl sahibi canlı olan insanın, insan olabilmesi için ondan istediği kalite standartları bunlardır, bunları yakalamayanlar ve bunlaraın aksini yapanlar, fabrikalardaki tefolu mallar statüsündedir…Allah bunları yakalamayan kişilerin çoğunlukta olduğunu bizlere bildirmekte, onlar sizleri yurtlarınızdan sürmeye çalışmaz ve zulüm yapmazsalar ve bunalrı yapanlara ile yardımlaşmazsalar onlara karşı adalettli olmayı emreder…Yani Allah kimseye bu standartları yakalayın diye zorlamaz, sadece açıklar ve kişilerin hür iradesine bırakır, bunlara uyanlar Allah katında üstündürler yani eşrefi mahlukattırlar, uymayanlar ise aşşaların aşşası yani esfeli safilindir…

        Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.60 / MUMTEHİNE – 8

      • kadir dedi ki:

        sayın ramsteinn…

        “Bakara 122. Ey İsrailoğulları! Size lütfettiğim nimetimi hatırlayın. Ben sizi âlemlerden daha üstün kılmıştım.”

        israiloğullarının alemlere üstün kılınması ne demek?

        hz.musa esaret altında olan ve zulme uğrayan israiloğullarına bir kurtarıcı olarak allah tarafından gönderilmiştir. yani sadece israiloğullarına gönderilen hz.musa o millete hidayet getirmiştir.. allah o millete rahmet etmiş, onları doğru yola iletmiştir.. allahın bu rahmeti bütün alemlere bedeldir.. buna karşılık yüce allah onlardan bağlılık ve samimiyet istemiştir.. fakat israilevlatlarının büyük bir kısmı allahın bu rahmetinin önemini kavrayamamışlardır.

        şöyleki; hz. muhammetten geldikten sonra alemlerin en hayırlı olanları allaha teslim olmuş (islam olmuş) kişilerdir.. müslümanlardır.. “ben sizi vasat (bir şeyin en hayırlı olanı, en sağlam yeri, ortası) kıldık” yani allah nezdinde bu özellikleri taşıyan ümmet, en üstün ve hayırlı ümmettir..

        işte ayet bunu anlatıyor..

        ayeti iyi anlamadan yorumlamaya kalkarsanız, kendinizi dinden çıkarırsınız. zaten çıkarmışsınız..

      • yasir dedi ki:

        Kadir Kardeşim, Musa sadece İsrailoğlularına gelmiş bir resul değildir, hatta resullah hariçi diğer peygamberlerin sadece kendi kavimlerine geldikleri söylemide pek Kurani bir söylem değildir…

        Firavuna git, muhakkak ki o azdı.79 / NÂZİÂT – 17
        De ki: İster misin temizlenmeyi.79 / NÂZİÂT – 18
        Ve sana Rabbinin yolunu göstereyim de korkasın, saygı duyasın?79 / NÂZİÂT – 19

        ‘İkiniz Firavun’a gidin, o çok azdı.’20 / TÂHÂ – 43
        Ona yumuşak söz söyleyin. Umulur ki öğüt alır veya korkar.20 / TÂHÂ – 44

        İsrailoğlularının üstünlüğü ise sadece takva ve döneminde kendilerinden başka müslüman kavmin olmaması ve zikrin-ahidin taşıyıcıları ve aktarıcıları olmalarıdır…Azğınlaştıkları ve resulleri öldürdükleri, haramları helal sayıp bilassa faizi meşrulaştırdıkları için zikir-ahid el değiştirmiştir, tabiki içlerinde müslüman olanlar hariç lakin bunlarda çok azdır…

        Bütün dünyanın illeti olan faiz bunların tekelinde ve Allah bunu kesinlikle haram-yasak kılmasına karşın en önemli kazanç kapıları olmuştur…

        İbrahim epygamber, süleyman, zülkarneyn vs bir çok elçide sadece kendi kavmine değil Allahın zikrini-ahdini ulaştırabildikleri her yere ulaştırmakla görevlidirler…

        Tabiki en iyisini Allah bilir.

  37. T.TAŞPINAR dedi ki:

    Yüce Allah önceden bilmek istediği herşeyi bilir..Çünkü Allah her şeye kadirdir..Bazı şeyleri önceden bilmek istemeyebilir ve bazı şeylerin -deyim yerindeyse- kendisine de sürpriz olmasını tercih edebilir..Bu engelleyecek hiçbir şey yoktur.. bazı şeyleri önceden bilmemeyi beceremezse zaten her şeye kadir olma özelliği kalmaz..insana kendi ruhundan üflemesi ve bunun sonucunda verdiği cüzi iradenin ne yapacağı konusunda bilmeme durumunu tercih edecektir..yoksa imtihan amacı anlamsız kalır..özellikle de bir müslümanın 10 inançsıza bedel olması ve 1 müslümanın 2 inançsıza galip gelebilmesi olayı buna örnektir.. cüzi iradenin vereceği tepki yani ne kadar cesaret gösterecekleri konusu bilmemeyi tercih ettiği konulardır..eğer ki ,”karşınıza çıkan düşman ordusunun sayısını bilmiyordum sonradan öğrendim” gibi bir şey deseydi o zaman haklı olabilirdiniz.Bzı ayetlerdeki meleklere vs.sorular sorması bunları bilmemesinden değil onların tarafından beyan edilmesini istemesindendir..kıyametin vaktinin bilgisi Allah a havale edilirin anlamı
    bu bilginin Ona gönderileceği değildir..o vaktin geldiğine artık imtihan sürecinin bittiğine ancak O karar verir demektir..Bunlardan başka yazdıklarınızın hepsinin bir mantıklı açıklaması var aklımda ama hepsine birden değinemiyorum..eğer sizin müslüman olmamama sebepleriniz buna benzer şeylerse yazık olmuş sizlere…

    • Gencer dedi ki:

      Bu nasıl mantık bir türlü anlamadım.Burada islamiyeti savunan arkadaşalrın hepsi Allah’la bire bir konuşup Her konudaki fikrini almış gibi yorum yapıyor.Bazı şeyleri önceden bilmek istemeyebilir cümlesi tam bir paranoyaklık boyutundaki bir insanın kullanacağı bir cümledir.
      İslamiyete mensup olanlar tüm bunları konuşurken neye dayanarak konuşuyorlar cevap açık Kuran’a.
      Peki şöyle bir Çözümsüz üçleme var bu konudaki düşünceleriniz ne olacak merak ediyorum?

      1-Muhammedin peygamber olduğunu söyleyen kim? Cevap hiç kimsenin görmediği ve duymadığı ALLAH ( cevap doğrudur umarım)
      2-Evreni yaratan bir Tanrı olduğunu ve adının da ALLAH olduğunu,onun koyduğu kurallara ve inanılması şart olan şeylere harfiyen uyulması gerektiği nerede yazıyor ? Cevap Kuran’da yazıyor.
      3-Kuran’ın Allah’ın sözü olduğunu söyleyen kim ? Cevap Muhammed.

      Şimdi bu kısır bir döngü değilmidir.???

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        “Bazı şeyleri önceden bilmek istemeyebilir cümlesi tam bir paranoyaklık boyutundaki bir insanın kullanacağı bir cümledir.” diyorsanız”her şeyi önceden bilmek ve bilmeyi istemek zorundadır” iddiasını kabul ediyorsunuz demektir..Bir şeyleri bilmek istememesi-bilememesi değil-ondan bir şey eksiltmez..O her şeye kadirdir demekki buna da yani bilmek istememeye de kadir olmalıdır..Bu çıkarımı yapmak için Allah la birebir konuşmaya vs. gerek yoktur.
        Bahsettiğiniz kısır döngüye rağmen bunların doğruluğuna dair kanaat oluşuyorsa işte buna “inanç” denir..bilimsel ve felsefi anlamdaki “bilgi”den farkı da budur..

    • 1okuyucu dedi ki:

      T.TAŞPINAR;

      Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. (Enfal-65)

      Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal-66)

      ileri sürdüğün iddia ilgimi çektiği için bir şeyler söyleme gereği duydum,

      sanırım, sınavdan söz edilebilmesi için Kuranın tanrısının insanların eylemlerini (cüzi irade) önceden bilmemesi gerektiğini ima ediyorsun, bunu da tanrının bilmek istememesi olarak açıklamaya çalışıyorsun, öyle olduğunu varsaysak bile tanrının eylemlerini bilmek istemediği kulunun kapasitesini (gücünü) bilmemesi söz konusu olamaz, çünki yarattığı varlığın özelliklerini en iyi tanrı bilir,

      ama gelgelelim Kuranın tanrısı nedense yaratığı varlığın özelliklerini bilememiş, öğrenmeye çalışacağına sabreden 1 müslüman 10 kafire bedeldir diyerek, inananları inanmayanlarla kıyaslayan absürd bir ifade kullanmış, realitede durumun öyle olmadığı anlaşılınca da sabreden 1 müslüman 2 kafire bedeldir diyerek yine absürd bir ifade kullanmış,

      ayrıca eylemleri bilmek istemeyen bir tanrı, bir elçi aracığıyla uyulması gereken kuralları bildirir, (böyle yapması için bir kitap göndermesi yeter) kimlerin uyduğuna, kimlerin uymadığına karışmaz, nasılsa hesap günü kimlerin uyduğu, kimlerin uymadığı belli olacaktır, o nedenle eylemleri bilmek istemeyen bir tanrının inananlarla inanmayanları birbirine kapıştırmak gibi bir amacı olamaz, yani eylemleri bilmek istemeyen bir tanrı her şeye burnunu sokmaya kalkmaz, inanırların cesaretini veya sabrını anlamaya çalışmaz

      ayrıca Kuranın tanrısı test etmeyi de bilmiyor, kıyaslamaları ancak yönettikleri toplumları motive etmek isteyen, onların hoşlarına gidecek, onların gururunu okşayacak absürd ifadeler kullanan yönetici veya komutanlar yapar, (insanlık tarihi boyunca tüm liderler bunu yapmıştır) böyle ifadelerin hangi amaçla söylendiğini bilenler bu ifadeleri hiç ciddiye almazlar, söyleyenler yanılsalar bile kınanmazlar, çünki insandır, sonuçta liderde hata yapabilir derler ama bunu tanrı yaparsa ciddiye alınır, çünki tanrının hata yapması düşünülemez ama Kuranın tanrısı % 80’lik bir hataya düşmüş? durumu örtbas etmek için inanırların zaafı nedeniyle yanıldığını söyleyerek inanırları suçlu gibi göstermesinin yanı sıra onlardan yükü azalttığını söyleyerek onları engin merhametine mazhar kılmış???

      sonuçta Kuranın tanrısının, savaşın kelle kıyaslamasıyla değil, plânla, taktikle, teçhizatla kazanılacağını da bilemediği anlaşılmış,

      Muhammed gelen vahiyleri tebliğ etmeye başladığında inanan olsun, inanmayan olsun, insanların kafalarına yatmayan durumları sormaları sonucu cevap veremedikleri durumları bertaraf etmek amacıyla bir ayetle Kuranı sorgulayanların kalp gözü kapalı, kulakları duymayan, Kuranı anlamayan kafirler olduğu söyleyerek cevap veremedikleri soruların önünü kesmeyi amaçlamış, böyle bir durumda bir inanır, bir soru sorarım Muhammed cevap veremezse Kuranı sorgulayan kafirlerden mi olurum kaygısıyla soru sormaktan çekinir hale gelmez mi? öyle ya inanmak isteyeni kayıtsız şartsız teslim almak için bundan güzel bahane mi olur, sorgulayanı kafir ilân et, işin içinden sıyrıl.

      onun için sizde aklınıza yatmayan şeyleri tanrının avukatlığına soyunarak açıklamaya kalkmayın, yanıldığınız anlaşılırsa bu sizin için çok büyük bir sürpriz olur, doğrusunu Allah bilir deyip geçin.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        “…tanrının eylemlerini bilmek istemediği kulunun kapasitesini (gücünü) bilmemesi söz konusu olamaz, çünki yarattığı varlığın özelliklerini en iyi tanrı bilir, ” diyorsunuz..Evet kulunun fiziksel kapasitesini; en çok ne kadar ağırlığı kaldırabileceği,ne kadar mesafeyi koşabileceği gibi konularda bilememe gibi durumlar olmaz..Ancak cüzi iradenin ne tepki vereceği yani ne derece cesaret ve sabır gösterebileceği gibi konular bunlardan değildir.Allah kimin ne derece iman edebileceği konusundaki kapasitesini bilebilir ancak ne durumda hangi olayda ne tepki vereceği gibi konularda harfiyen bir bilme durumunda olmaz diye düşünüyorum..(Bilmek istememeyi tercih ettiği için demek istiyorum)Bir öğretmen de öğrencilerinin ne kapasitede olduklarını bilir ancak bu onları değişik sorularla sınav yapmaktan vazgeçirmez..Örneğin öğrencilerine aslında ben sizin çok çalışarak ve dikkatinizi tamamen vererek bu sınavlardaki soruları 1 saatte doğru olarak çözebilirsiniz diyor.Onların bu kapasitede olduğunu biliyor..Ancak bazılarının tembellik gösterip yeterli çalışmayı yapmayacağını ve sınavda gerekli dikkat ve özeni gösteremiyeceklerini de takdir ediyor ve ancak 2 -3 saatte yapabileceklerini söylüyor..Şimdi bunu diyen öğretmen yanlış bir tahmin mi yapıyor,yanlış bir değerlendirme mi yapıyor..?
        Ayrıca Allah’ ın benim avukatlığıma ihtiyacı yok..Ben sadece onun mesajlarını anlamaya çalışıyorum..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR

        ……..Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler……(Enfal-65)

        ……..Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler……(Enfal-66)

        “”””””ben sizin çok çalışarak ve dikkatinizi tamamen vererek bu sınavlardaki soruları 1 saatte doğru olarak çözebilirsiniz diyor.Onların bu kapasitede olduğunu biliyor..Ancak bazılarının tembellik gösterip yeterli çalışmayı yapmayacağını ve sınavda gerekli dikkat ve özeni gösteremiyeceklerini de takdir ediyor ve ancak 2 -3 saatte yapabileceklerini söylüyor..Şimdi bunu diyen öğretmen yanlış bir tahmin mi yapıyor”””””””

        verdiğin örnekte öğretmen çok çalışıp sınava konsantre olanların soruları 1 saatte, yeterli çalışmayanların sınava konsantre olamayacakları için soruları 2-3 saatte çözebileceklerini söylüyor, öğretmen böyle söylemekle akla mantığa uygun bir ifade kullanıyor, öyle ya çok çalışanlarla yeterli çalışmayanların ayni süre içerisinde soruları cevaplaması beklenemez,

        bunu yaparken verdiği soruların zorluk derecelerini bilen biri olarak talebelerin ancak çok çalışıp sınava konsantre oldukları taktirde soruları 1 saatte çözebileceklerini söylüyor, bu öğretmenin kendi deneyimlerine dayanarak yaptığı bir tahmindir ve yanılma payı vardır, deneyimli birinin yapabileceği yanılma payı, %5 bilemedin %10 olsun,

        ama bu öğretmen, önce çok çalışıp sınava konsantre olanların soruları 1 saatte çözebileceğini, sonra çok çalışıp sınava konsantre olanların soruları 2-3 çözebileceğini söyleseydi, bu bir tahmin değil mantık kurallarının alt üst olduğu bir söylem olurdu, çünki kendine referans aldığı kriterle (çok çalışıp sınava konsantre olma) ilgili iki farklı bir söylemde bulunmuş olurdu ve bu öğretmen ciddiye alınmayacağı gibi tamamen saçmaladığı düşünülürdü,

        oysa Kuranın tanrısı, kendine referans olarak aldığı SABIR kriterini 2 farklı söylemde kullanıyor,

        önce, eğer içinizde SABIRLI 20 kişi bulunursa, 200 kişiye galip gelirler diyor,
        sonra, eğer içinizde SABIRLI 100 kişi bulunursa, 200 kişiye galip gelirler diyor,

        kafir sayısının (200) sabit kaldığı bir söylemde sabırlı Müslümanların sayısı önce 20 sonra 100 olarak ifade ediliyor, eğer referans alınan kıstas sabır ise sabırlı müslümanların sayısı niye 2 farklı şekilde telaffuz edilsin?

        yine söylüyorum, tanrı böyle absürd şeyler söylemez.

        şimdi burada biri olsaydı, sayıların Kuranın tanrısı için hiçbir önemi olmadığını söyler, sayıları sonsuza böler hepsini sıfırlardı, yani Kuranın tanrısı için hiçbir önemi olmadığını söylediği sayıların insanlar için önemli olduğunu bilmeyen (bilmek istemeyen değil) bir tanrı figürü çizerdi,

        bak şimdi merak ettim, SABIRSIZ 1 müslüman kaç kafire bedel acaba?

      • 1okuyucu dedi ki:

        mesajımda, 2-3 sayılarının yanına “saatte” kelimesini eklemeyi unutmuşum,
        cümle, “2-3 saatte çözebileceğini söyleseydi” şeklindedir.

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        O kadar güzel ifade etmişsiniz ki pozisyonunuzu altını çizmeden edemedim!

        ”Ben sadece onun mesajlarını anlamaya ÇALIŞIYORUM..”

        Eminim ki size anlamaya çalışmanın eş anlamlısının anlamak olmadığını ayrıca söylemeye gerek yok!

        Size tavsiyem özellikle inanç konusunda bilgiçlik taslayacaksanız yazdıklarınıza azami derecede dikkat etmek zorunda olduğunuzdur! Çünkü istediğiniz kadar caf caflı süslü cümleler kurup ve bakın ne kadar motiveyim algısı yaratırsanız yaratın bilinçaltınızın dışavurumlarından kaçamazsınız!

        Sevgili dostum, bu dünyada hepimiz ANLAMAYA ÇALIŞIYORUZ! Yani hepimizin elindeki yegane umut bir gün anlayabilmek! Hepimiz bu noktada eşitiz ve hiçbirimizin sadece öğretilene dayanarak ben doğru taraftayım demeye hakkı yok! Dünyada yaklaşık 1000 yıldır yaşayan bütün insanlar sadece atalarının öğretilerine inandı! Ezici çoğunluktan hiçbiri ben bunu seçiyorum diyerek bir inanca dahil olmadı! O inanca dahil edildiler!

        Başta dediğim gibi süslü ve caf caflı motivasyon cümleleri veya insanları örneklediğiniz hikayelere tanrısal örnekler devşiremezsiniz!

        Dünya o kadar enterasan dönüşümlere şahit olmuştur ki yüzyıllar sonrada bizim devrimizden ve inançlarımızda da mitoloji diye bahsedilmeyeceğinin garantisi yoktur!

        Heralde Yunanlılar Zeusa, İskandinavlar Odin’e, Ortadoğulular İşthar’a, Sümerler Anu’ya, Mayalar Cabrakan’a, Türkler Ak Ana’ya ileride mitoloji diye adlandırılsınlar diye inanmamış, tapmamışlardı!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        Sayın toro,
        Her cümlenizin sonundaki ünlem(!) işareti neyin tepkisi oluyor onu anlamadım..Bu tarz tepki gösterecek bir üslup ya da sözler vs.kullanmadığımı biliyorum..Yıllardır İslam aleyhinde kullandığınız argümanlara karşı akla yatkın açıklamalar görmek sizi bir hayli etkilemiş anlaşılan…yıllardır araştırıyorum,Kuran’da hata ya da mantıksızlık olarak gördüğünüz hemen her şeyin öyle olmadığını bizzat gördüm..şimdi sizin yaptığınız gibi savunduğum iddaları çürüt(e)meden sadece laf kalabalığı şeklinde karşılık verenlere de çok alışığım..şimdi sizin yazdığınız hangi husus benim yukarıda yazdığım iddiaları çürütebiliyor ayrıntısıyla açıklayabilir misiniz.?.Ayrıca Kuran’ın ALLAH kelamı olduğuna dair kanıt arayanlar için http://www.yenimucizeler.com sitemi incelemelerini şiddetle tavsiye ederim..bizzat kendi araştırmalarım ve daha önce bilinmeyen pek çok Kuran mucizesini ortaya koyuyor..

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        Öncelikle şunları bir açıklığa kavuşturalım!

        ”’Yıllardır İslam aleyhinde kullandığınız argümanlara karşı akla yatkın açıklamalar görmek sizi bir hayli etkilemiş anlaşılan”

        Biz sizinle yıllardır tanışıyormuyuz? Ya da siz karşınızdakileri kategorize ede ede klişe cümler oluşturdunuz ve ezbere kullanmaya kendinizi alıştırdınız! O özgüveninize de hayranım! Hani siz hicri takvim kullanan araplar için miladi takvim hesabına göre mucize çıkaran, sonrasında ilgili iddiayı ben iddia etmiyorum sadece sitemde paylaştım diye çarkeden arkadaş değilmisiniz? Anlaşılan beni unutmuşsunuz!

        ”yıllardır araştırıyorum,Kuran’da hata ya da mantıksızlık olarak gördüğünüz hemen her şeyin öyle olmadığını bizzat gördüm.”

        Yukarıdaki cümlede sizin gibi kendine yazar diyen birinden beklenmeyecek derecede tutarsız bir anlatıma imza atmışsınız!

        ”Kuran’da hata ya da mantıksızlık olarak GÖRDÜĞÜNÜZ hemen her şeyin öyle olmadığını bizzat GÖRDÜM!”

        Demek ki siz bizzat görünce bizim gördüğümüz mantıksız oluyor! O nasıl bir görüştür anlatın da bilelim! Aynı zamanda nasıl bir kibirdir! Siz göremediniz ama ben gördüm ya da sizin gördüğünüz gibi değil siz göremiyorsunuz diyecek kadar görüşü kuvvetli bir fani oluşunuza dayanak nedir? Ben bakınca kapanan size açılıyor, ya da ben bakınca bana surat yapan size gülücükler mi saçıyor? Tutturmuşsunuz gördüm de gördüm! Göreceksiniz tabi göreceksiniz ki siteme gel ki görem şarkılarıyla arzı endam edebileceksiniz başka yerlerde!

        Bana kendinizi anlatırmısınız! Sizi ve içinizdeki fırtınaları daha yakından görmek ve değerlendirmek isterim! Çünkü inanamıyorum! Araştırdım ve mucizeleri buldum diyorsunuz! Arkadaşım, bu kitap şifre kitabımı? Kitabın kendi tanrısının APAÇIK tır iddiası sizin nezdinizde geçersizmi? 1400 sene önce sizin içinde mucize olduğunu iddia ettiğiniz ayetin yüzüne okunduğu herhangi bir insanın o an göremediği mucize nasıl olurda 1400 sene sonra sizin tarafınızdan görülür? Bu kitap ona ilk muhatap olanlaramı APAÇIK yoksa size mi? Sizmi daha üstünsünüz ve varsa gizli mesajlarını görmeyi hakediyorsunuz yoksa onu kitap haline getirmek için kan döken,kanı dökülen ve çaba gösteren ilk muhataplarımı? Adınızın sonuna ünvanda istermisiniz, mesela (R.A.)!

        ”Ayrıca Kuran’ın ALLAH kelamı olduğuna dair KANIT arayanlar”

        Harikasınız! Sizin inancınızın neresinde size, başkasına tanrınızın kelamının doğruluğunu kanıtlama görevi verilmiş? Siz tanrının sözlerinin doğruluğunu kanıtlama uzmanımısınız? Kendinize yüklediğiiz payeye bakın! Yazarken biraz durunda ne yazdığınızı okuyun!Ne söylüyorum, laf nereye gidiyor bir görün!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        http://www.yenimucizeler.com/kuranda-gecen-gunyevm-kelimelerinin-sayisina-dair-ilginc-bir-tespit/kuranda-gecen-gunyevm-kelimelerinin-sayisina-dair-ilginc-bir-tespit-t79.0.html
        adresinde beni haksız yere çark etmekle suçladığınız konu açıklanmaktadır.Bir kez olsun okursanız ne demek istediğimi anlarsınız.Ayrıca Arapların hicri takvim kullanmasıyla dünyanın Güneş etrafında dönüş süresine dayanan bir mucizenin Kuran’da bulunması arasında ne gibi bir mantıklı çelişki bulabilyorsunuz onu hiç anlamadım..
        Kuran her zaman apaçık kitaptır. Ancak içerdiği apaçık mucizelerin ortaya çıkarılabileceği bilgi ve teknoloji düzeyi farklı zaman dilimlerine denk gelebilir..Kuran aleyhinde son yüzyıllarda evrim ve materyalizm gibi fikirlere karşılık Allah dini inancı korumak için bu tür bilimsel mucizeleri gelecekte ortaya çıkabilecek şekilde Kuran’a yerleştirmiş olabilir diye düşünüyorum..Bir de şu bazı surelerin başında bulunan mukataa harflerine değinmek istiyorum.Bu harflerden hemen sonra bir çok surede “işte bunlar apaçık kitabın ayetleridir” denmektedir.Bundan, ilk bakışta bir anlam veremeseniz bile apaçık olan kitabın içinde bazı bilgiler bulunabilir mesajını alıyorum ben..paylaşırsınız paylaşmazsınız bilemem tabii..
        ”Kuran’da hata ya da mantıksızlık olarak GÖRDÜĞÜNÜZ hemen her şeyin öyle olmadığını bizzat GÖRDÜM!” ün ne anlama geldiğini Enfal 65-66 ile ilgili olarak yukarıda açıkladıklarım iyi bir örnek oluşturuyor..Ne yani, siz göremiyor ya da çözemiyorsanız kimse de görüp çözemez mi demek istiyorsunuz.Asıl kibir bu değilmidir?Ama yine bahsettiğim konuları ve diğer mucize iddiaların çürütebilecek hiçbir şey ortaya koymadan uzun uzun yazmışsınız..

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.1okuyucu,
        Enfal 65. -66 ile ilgili olarak sadece SABIRLI kriterine bağlı bir şey söylememektedir.
        66.ayetin başında “şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi” denmektedir.Cesaret ve fedakarlık yönünden bir zayıflık gösterdiğiniz için yükünüz hafifletildi deniyor ..

      • 1okuyucu dedi ki:

        M.TAŞPINAR

        “”””””Enfal 65. -66 ile ilgili olarak sadece SABIRLI kriterine bağlı bir şey söylememektedir.
        66.ayetin başında “şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi” denmektedir.Cesaret ve fedakarlık yönünden bir zayıflık gösterdiğiniz için yükünüz hafifletildi deniyor ..”””” (senden alıntı)

        hiçbir şey söylemeden sadece ayetlerin içeriğinden bahsetmişsin, onu da çarpıtarak yapmışsın,

        ayetlere bak bakalım, kelle kıyaslaması hangi kritere göre yapılmış?

        Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. (Enfal-65)

        Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal-66)

        Eğer içinizde SABIRLI yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. (Enfal-65)

        Eğer içinizde SABIRLI yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. (Enfal-66)

        ayetlerde göz önüne alınan kriterin SABIR olduğunu göremiyor musun? hadisleri inkâr etmenize diyeceğimiz bir şey yok ama ayetleri çarpıtmaya kalkışmanıza ne demeliyiz acaba?

        üstelik daha iyi anlaman için, sabır kıstasını senin verdiğin öğretmen örneğini referans alarak anlatmıştım,

        yine tekrarlıyorum, tanrı böyle absürd ifadeler kullanmaz, (kelle kıyaslaması)

        ayrıca, tanrı yarattığı varlığın özelliklerini bilmekten aciz mi ki? zaaf gösterip göstermeyeceklerini bilememiş olsun? Kuranın tanrısı bilememişse bence bir mahzuru yok, deneme yanılma yoluyla öğrenir herhalde?

        “”””verdiği cüzi iradenin ne yapacağı konusunda bilmeme durumunu tercih edecektir..yoksa imtihan amacı anlamsız kalır.. “”” (senden alıntı)

        (kelle kıyaslanmasına odaklanmam sebebiyle önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırmışım, daha önceki mesajımda tanrının bir kitap gönderebileceğini söylemiştim ama yeterince düşününce insanların eylemlerini bilmek istemeyen bir tanrının insanların eylemleri konusunda nötr olması gerektiğini gözden kaçırmışım)

        tanrının, cüzi iradenin ne yapacağını önceden bilmek istememesi ilk insan dahil, (Adem ve Havva) tüm insanların eylemlerini bilmek istememesi anlamına gelir, insanların eylemlerini bilmek istemeyen bir tanrının insanların eylemleriyle ilgilenmesi, bu eylemlere müdahale etmesi söz konusu olamaz, yani insanların eylemlerini bilmek istemeyen bir tanrının Ademe bir şeyler öğretmesi veya peygamber göndermesini düşünülemez, dolayısıyla bir sınavdan da söz edilemez.

        zaten gönderdiği kitaplarla ve peygamberlerle, azgın ilân ettiği toplumlara verdiği cezalarla, anlaşma yapıp söz aldığı toplumlarla, vb. kısacası insanları yönlendirmek için kitaplar, peygamberler gönderen bir tanrının insanların eylemlerini bilmek istememesinden söz edilemez, yani sınavın anlamı olması için senin öne sürdüğün şart Kuranın tanrısı için geçerli değil, çünki Kuranın tanrısının insan yaşamında müdahil olmadığı hiçbir şey yok, sınavı anlamlı kılmak için başka argümanlar bulmak zorundasın yoksa sınav safsatası gümbürtüye gidecek.

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        Ortada bir iddia var değil mi? Ve bu iddia sizin iddianız! Kuran ın 1400 yıl önce yüzyıllar sonra peyderpey açılmak üzere şifreli olarak ya da sonradan anlaşılacak şekilde gönderildiğini iddia ediyorsunuz! İddianız bu olmalı ki araştırdım ve mucizelerini gördüm diyebilesiniz!

        Bunun sonucunda size tarafımdan sorulan sorular gayet basitti! Siz kendi arayıp bulma ya da başkalarından farklı olarak görülemeyeni görebilme eyleminizi tanrının hangi sözüne dayandırıyorsunuz?
        Sizin tanrınız kitabının neresinde inanırlarına benim ayetlerimde gizlenmiş mucizeleri T.TAŞPINAR veya başkaları görecek ve sizinde görmenizi sağlayacak diyor?

        Birde çıkmış pişkince benim sizin iddialarınızı somut olarak çürütebilecek birşey ortaya koyamadığımı söylüyorsunuz! Arkadaşım siz bir müslüman olarak kaynağı kuran olmayan bir eylemi yapma hakkına sahipmisiniz? Biz sizinle bir inancın münazarasını yapacaksak öncelikle sizin çıkış noktanızın o inancın temel kitabı olması zorunludur! Siz referansı kutsal kitap olmayan bir eylemi ifa edip sonrasında benim dayanaktan yoksun olan eyleminizin size göre sonuçlarını çürütmeye çalışmamı nasıl beklersiniz? Sizin iddianızın münazaramıza konu kitapla ilgisi yok ki!Binanızın temeli yok hala kat çıkma derdindesiniz!

        İşin trajik yanı savunduklarınızdan emin bile değilsiniz? Bakın tezatlar aşağıda;

        ”Kuran her zaman APAÇIK kitaptır. Ancak içerdiği apaçık mucizelerin ortaya çıkarılabileceği bilgi ve teknoloji düzeyi farklı zaman dilimlerine denk GELEBİLİR.”

        ”Kuran aleyhinde son yüzyıllarda evrim ve materyalizm gibi fikirlere karşılık Allah dini inancı korumak için bu tür bilimsel mucizeleri gelecekte ortaya çıkabilecek şekilde Kuran’a yerleştirmiş OLABİLİR diye DÜŞÜNÜYORUM”

        Yani mucize arama eyleminizin dayanağı size göre OLABİLME, GELEBİLME ihtimali ve bunu bilmiyorsunuz, bir yerlerden açıkça destek almıyor sadece kendi kendinize DÜŞÜNÜYORSUNUZ!

        Sizin olmasını DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ başka neler var biz aynı şekilde düşünmez isek bizi GÖREMEZ, ANLAYAMAZ yapacak baştan söyleyinde bilelim!

        Böyle bir keyfiyeti size kim veriyor! O zaman bu noktada her inanır kendi keyfiyetiyle şu ayette bence şunu diyor şeklinde bir sonuca ulaşıp aynı sonuca ulaşmayan başkalarını suçlama yoluna gitmeye başlamazmı? Yani size göre tanrınızın önceliği siz ve benzerlerinizin bu keyfiyetine karşı kitabını korumaktansa gelecekte kendisine sorun olabilecek evrim ve materyalizme karşı kitabını korumaya çalışmak!

        Tanrınıza yönmü çiziyorsunuz! Önce sizinle değilde evrim ve materyalizm ile mi uğraşsın?

        Tekrar soruyorum, sizin tanrınız bir kitap ile muhataplarına kendini ,yaptıklarını,sebeplerini,isteklerini ve isteklerinin sonucunu bildirdikten sonra söylediklerinin tartışılmasını ya da eğilip bükülmesini ya da ben böyle anladım, beriki böyle anlıyor bahanelerine sığınmalarını önlemek için ona baştan APAÇIK demiş olamaz mı? Belkide sırf sizin gibi tanrı gibi düşünme sevdalılarını, tanrısının söylemediklerini söylemiş göstermek üzerinden çıkar ve nufuz sağlama çabalarını baştan bertaraf etmek için kendi mesajına APAÇIK demişti!

        Sayın T.TAŞPINAR bu dünyada 1400 yıldır kaç kişi tanrısının sözleri üzerinden gizemler yaratarak, kitaplar yazarak para ve nüfuz kazandı ve kazanıyor sayısını tahmin edebilirmisiniz? Bu dünyada sırf din denen olgu üzerinden düzenli olarak para kazanan yani mesleği din olan kaç milyon insan var hiç düşündünüzmü? Oh ne ala memeleket! Bedava sermayeniz din ve tanrı sömürün sömürebildiğiniz kadar! Sonrada sizin yaptığınıza tevessül etmeyenleri görmemekle itham edip kendinizce cinlik yaparak kendinizi aklayın!

        Bu dünyaya zerre hayrınız yok! İki lafın arasında kendi sitenize atıf yapıp sonra burada din adına ahkam keseceksiniz bizde sizi görmezden geleceğiz! Yok öyle yağma!

        Hayatta herşeye tahammül ederim ama bezirganlık yapana asla!

        Burada insanların anlayamadığı nokta sizin gibi inanmayan çoğumuzun sizin inanıyor olmanızla derdi yok! Hatta ben dinlerin ortaya çıktıkları andaki saflıklarına ve güce karşı direnme kararlılıklarınıda takdir ederim! Ama direndikleri şey gibi davranmaya başladıkları anda eleştirim başlar!

        İşte bu eleştiriyi yapmaya başlamamızı sağlayan durumun oluşumuna kusura bakmayın ki siz ve sizin gibiler fırsat verir! Yoksa insanlar şuna inanırmış, buna taparmış kimi ilgilendirir?

        Bu sitede sürekli sitenizin dolayısıyla egonuzun reklamını yaparak yazmaya devam edeceksiniz kusura bakmayın bu tarz cevaplar almaya devam edeceksiniz!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        “Sizin tanrınız kitabının neresinde inanırlarına benim ayetlerimde gizlenmiş mucizeleri T.TAŞPINAR veya başkaları görecek ve sizinde görmenizi sağlayacak diyor?” diyorsunuz.

        İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. . .

        Fussilet Suresi / 53. Ayet
        ayrıca mucizeler gizlenmiş değildir..anlaşılması geleceğe ertelenmiş ayetlerdir..
        Bugüne kadar site ve kitap için çok masraf yaptım..kitapları bedava dağıttım ve dağıtıyorum..ama tek kuruş bile kazanmadım..niyetim şahsi reklam vs.olsaydı sitemde ya da kitabımda veya sosyal medyada vs. resimlerimi görürdünüz..simdiye kadar internette hiçbir yere resmimi bile koymuş değilim..düşünmüyorum da…
        Hoşunuza gitmeyen şeyler söyleyip mutlu,kendinden emin ve huzurlu bir ateist olarak yaşamanıza engel olduğum için kusuruma bakmayın..
        Ben böyle DÜŞÜNÜYORUM dememin sebebi zaten Allah adına konuşuyormuş gibi anlaşılmasın diyedir..
        HA BU ARADA YİNE ÇÜRÜTEBİLDİĞİNİZ HİÇBİR ŞEY YOK YAZDIKLARINIZDA…BU YÜZDEN YAZILARINIZ GİTTİKÇE DAHA DA UZUYOR..

      • yasir dedi ki:

        sn T.TAŞPINAR;
        Sitenize gözattım üye böyle forumlara üye olmak bana zor geldiğinden üye olup ordan cevap veremedim…

        6 gün-yevnm-evrede yaratılan-düzenlenen evren değil dünya ve bizim güneş sistemimizdir…

        En iyisini Allah bilir.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        SN.yasir,
        ilgili ayetlerde 6 günde yaratmadan bahsederken “gökleri ,yeri ve ikisi arasındakileri” diye geçer.. siz neye dayanarak “gökler”i sadece güneş sistemiyle sınırlandırıyorsunuz acaba…tüm evrenin en basit şekilde tanımlamasını yapmak için gökler, yer ve ikisi arasındakiler sözleri en uygunudur diye düşünüyorum..

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        Bula bula Fussilet 53’ümü buldunuz kendinize dayanak olarak! Bakın eğer kendinize araştırmacı diyorsanız verdiğiniz her bilgiyi özellikle test edip araştırmak ve ondan sonra her şeyiyle emin olarak muhatabınıza iletmekle mükellefsiniz!

        Şimdi değerli araştırmacı arkadaşım! Bahsettiğiniz sure mekkede söylenmiştir! İniş sırası 61/114 tür! Yani henüz yeterli sayıda inanana sahip olunamamış bir dönemde insanlara zamanla iddia edilenlerin anlatılacağı ve onlarında bunları anlayacakları iddiası vardır! Eylem devam etmektedir! Bahsedilen süreç Kuran ın iniş sürecidir, Kurandan sonraki süreç değildir! Daha kuranın inişi tamamlanmadan, müslümanlık bilinci yerleşmeden, ibadet şekilleri ve beklentiler oturmadan neden gelecekten haber vermeye çalışılsın? Sevgili araştırmacı arkadaşım Kuran müslümanlık sürecinin ilerlediği zaman diliminde yaşanan ve yaşanmış olaylarla ilgili söylemlerden ibarettir! Ama bazıları onlar için maalesef ki, secaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söylermiş! Hani önceki yazınızda diyordunuz ya;

        ”Kuran aleyhinde son yüzyıllarda EVRİM ve MATERYALİZM gibi fikirlere karşılık Allah dini inancı korumak için bu tür bilimsel mucizeleri gelecekte ortaya çıkabilecek şekilde Kuran’a yerleştirmiş olabilir diye düşünüyorum.”

        işte siz gün geçtikçe gelişen akıl ve edinilen bilgiler ışığında sadece inanma ve inandırmaya dayalı bir öğretinin kendini koruyabilmesi adına onu güncelleme derdindesiniz! Mucize arayışlarınızın sebebi budur!

        Bakın araştırmalarınıza yardımcı olsun diye size ilgili ayetle ilgili Taberi tefsirine girmiş bazı İslam alimlerinin yorumlarını kopyalayayım;

        ”Ayette zikredilen: “Dış âlemdeki deliller”den maksat, Süddî’ye göre Hz. Muhammed (s.a.v.)in müşriklere galip gelmesidir. İbn-i Zeyd’e göre ise, gökler­deki güneş,ay, yıldızlar vb. gezegenlerdir. “İç âlemdeki deliller”den maksat ise Süddî’ye göre, müşriklerin içinde yaşadıkları Mekke’nin fethedilmesi, diğerleri­ne göre ise insanın vücudunun zahirî ve bâtını halleridir. [62]”

        Çürütmeye gelince! Hala temelinizi göremedim ki çürütme gibi bir dert edineyim! Hala temelsiz ve kendi kendinize düşünüyorsunuz!

        Bu arada yine kendi kendinize düşünerek gördüğünüzü zannettiğiniz başka birşey de benim ateist olduğumdur! Çünkü başka bir algı geliştirememişsiniz! Otomatik kapı gibi verilecek yanıtlar sabit! Görev sabit! Sayın araştırmacı ben bir tanrıya inanırım ama benim inandığım tanrı sizin inandığınız tanrı değil!

        Bu arada aşağıda söylediğim gibi beklemeye devam edeceğim;

        Sizin olmasını DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ başka neler var biz aynı şekilde düşünmez isek bizi GÖREMEZ, ANLAYAMAZ yapacak baştan söyleyinde bilelim!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        SN.toro,
        Fussilet 53 de ayetlerimizi “göstereceğiz” deniyor..gelecek zaman kullanılıyor..bu gelecek zamanın içine bugün de girer bundan sonrası da..sizin dediğiniz gibi sadece indirildiği döneme hitap ediyor demek için hiçbir mantıklı gerekçe yok..

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        Ne kadar maharetlisiniz! Ya siz söz konusu tanrı olduğu halde nasıl bu kadar vurdumduymaz ve dalavereci olabiliyorsunuz? Gerçekten korktuğunuz birşey varmı, yoksa korkuyor gibimi yapıyorsunuz!

        Arkadaşım, Surenin tamamının okuyun tamamını! Fussilet 53 tek başına bir suremidir yoksa bir sureyi tamamlayan parçalardan birimidir?

        Bakın;

        ”De ki: “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?” Fussilet,52

        arkasından devam ediyor;

        ”Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” Fussilet 53

        Burada De ki diyen kim, sayın araştırmacı? Kuran ın tanrısı değilmi?
        Peki De ki denilen kim? Kuran ın peygamberi değilmi?

        Mevzu ne, o ana kadar inmiş olan ayetlere inanmayanların inandırılması değilmi?
        Peki kim inandıracak onları De ki, denilenmi yoksa siz mi?

        ”De ki” diye başlatılan ve peygamberden yapması istenen bir eylem nasıl olurda onun yaşamadığı bir gelecekte de vücut bulmaya devam eder?

        Kendi hikayenize inandığınızı iddia ettiğiniz tanrının önsöz yazmasını sağlamaya çalışıyorsunuz!

        Daha iyi arayın belki başka ayetlerde bulabilirsiniz!

      • yasir dedi ki:

        ”Mevzu ne, o ana kadar inmiş olan ayetlere inanmayanların inandırılması değilmi?
        Peki kim inandıracak onları De ki, denilenmi yoksa siz mi?

        ”De ki” diye başlatılan ve peygamberden yapması istenen bir eylem nasıl olurda onun yaşamadığı bir gelecekte de vücut bulmaya devam eder?”

        Toro, bu yazıyı senin yazmadığın düşüncesindeyim, keşke sen yazmasaydında demek istiyorum…

        Bu ayetlerde, 3.cü şahısa kendini koyarak okumayı denemelisin…

        Sen Kuran okuyorsun, kuranı sadece indiği dönemdeki müşriklere ve kafirlere değilde, şahsına hitap ediyormuş gibide okumalısın…

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        bahsettiğiniz DE Kİ kelimesi sadece Fussilet 52 de geçiyor ve 53 ü de kapsadığına dair bir işaret yok.53 de “ayetlerimizi” deniyor..bunu diyen peygamber olamaz..o ayetler ya da mucizeler Allah’ındır..
        Ayrıca, her DE Kİ ile başlayan ayet sadece peygamberin yaşadığı döneme yöneliktir diye bir sonucu nereden çıkarabilyorsunuz..? DE Kİ ile başlayan ayetlerdeki sözler çok sonraki çağlarda yaşayan insanlara da mesajlar içerir..
        şu “dalevereci”lafını da size aynen iade ediyorum..akıl ve mantık ve doğruluk kuralları dışında hiçbir yorum yapmıyorum..

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        Diyorum ya araştırmacı araştırmadan,emin olmadan bir iddiada bulunmaz! Ben Fussilet 53 ü paylaşmadan önce 52 yi okumanazı beklerdim, okumadınız ben paylaştım, sonrasında devam edip bu sefer 54. okumanız gerekirdi ki konuşma nereye gidebiliyor görülebilsin, onuda okumamışsınız belli!

        ”De ki: “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?” Fussilet,52

        ”Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” Fussilet 53

        ”İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.” Fussilet 54

        Şimdi hepsini birleştirelim;

        De ki;

        “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir? Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.”

        Birde sizin dediğiniz gibi yapalım;

        ”Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” Fussilet 53

        ”İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.” Fussilet 54

        Şimdi Sayın T.TAŞPINAR şu 53 ve 54 ü okuduğunuzda çözülmeye çalışılan ya da çözüleceği söylenen problem nedir?

        İman etmiş bir müslümanın Kuranın gerçekliğine ya da tanrının varlığına inanmaması gibi bir sonuç olamayacağına göre yukarıdaki hitabın muhatabı müslümanlar olabilirmi?

        Siz inanmıyormusunuz ki inanmak için delil aramaya ya da mucize görmeye uğraşıyorsunuz? Bu ayette szin iddianızı doğru olarak kabul edip gelecekle ilgili bir beklenti içine girsek bile beklentinin muhatabı inananlar değil inanmayanlardır! Üstüne üstlük sizin ”de ki” yi 53 ten ayırmanızın sonucunda gösterecek kişi peygamber değil tanrının ta kendisi oluveriyor (onlara göstereceğiz ki)! Yani birilerine birşeyler gösterecekse O gösterecek başkası değil!

        Yani siz GÖRDÜM, BULDUM, ANLADIM deme hakkına sahip değilsiniz! Kibiri olmayan hangi insan tanrısının insanların bazılarını görebilen bazılarını ise göremeyen olarak dünyaya gönderdiğini iddia edebilir?

        ”DE Kİ ile başlayan ayet sadece peygamberin yaşadığı döneme yöneliktir diye bir sonucu nereden çıkarabilyorsunuz..”

        Peki siz yukarıdaki soruyu nasıl sorabiliyorsunuz?

        Diyecek olan yani tebliğci yani kendisiyle konuşulan kim? Peygamber değilmi? Peki bu tebliği yani DE Kİ ye konu olan eylemi hayatta olmadığı zaman yapabilirmi? Peki yapabilmesi için hayatta olması gereken bir eylemi hayatta olmadığı bir gelecekte nasıl yapabilir?

        Diyelim ki benim yorumum da farklı bir bakış, siz iki yorum arasından doğru olanın kendinizin ki ollduğuna hangi ruhsatla karar verdiniz?

        Bu arada sayın araştırmacı ayet indiği anda 61/114 lük bir bildirim sözkonusu! Yani 114 sureden 61 i yani yaklaşık yarısı söylenmiş! Yani henüz Kuran denilebilecek bir kitap vücut bulmamış! O halde bu ayette söylenen şey, söylenen 61 sureye inanmayan ya da sorgulayanlara mı birşeylerin gösterileceğidir? Çünkü muhataplar hala inanmak zorunda oldukları 53 sureyi görmüş değiller!

        Bu arada tarih günümüze yaklaştıkça mucizeler(!) görünmemeye başlar! Bunun yerine eskiden olduğu iddia edilen mucilere inanılması beklenir!

        Örneğin ben size falanca kişi elindeki sopayla karadenizi ikiye böldü desem inanmazsınız! Bunu neyle yaparsınız sahip olduğunuz ve size tanrı tarafından bahşedildiğine inandığınız duyularınızın dünya algısı ve bu algılarının işlendiği beyninizle! Peki bu duyuları size verdiğine inandığınız aynı tanrı bu duyuların gerçekten algılamadığı yani şahit olmadığı bir doğaüstü olaya inanmakta zorlanacağını bilerek insanların geçmişte olduğu iddia edilen bir doğaüstü olaya inanmalarını bekleyebilirmi?

        Hadi diyelim ki buda olabilir! Peki o zaman insan karşılaştığı doğaüstü olayların yani mucizelerin tanrıdan geldiğini nereden bilecek, ya şeytan da kandırmak için doğaüstü hareket ediyor ve mucize gösteriyorsa! Sizce tanrı şeytanın da kullanacağını bile bile böyle bir kapıyı açmış olabilimi?

        Bakın Fussilet 51 de deniyor ki;

        ”İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur. ”

        Tersten düşünelim, Tanrı kendisine inananlara aferin deyip inanmayanlara yuh olsun diyebilimi? Ya da inananlara inandırdım(!) inanmayanlara inanmadılar(!) diyebilirmi?

        Bu arada mucize arama eyleminize bütün dayanağınız Fussilet 53 müdür? Siz mucize aramaya fussilet 53 ü okuduktan sonramı başladınız?

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        ”Bu ayetlerde, 3.cü şahısa kendini koyarak okumayı denemelisin…”

        Tavsiyeni dinleyip 3.şahısa kendini koyarak ayet okuyan milyarlarca insanın bugüne taşıdığı din ortada! Kardeş kavgası, güç savaşı, bu savaşlarda yıkılan kutsal şehirler, Kabe,mezhep ayrılmaları ve savaşları, tarikatlar, tanrısallaştırılan şeyhler!

        Birde şöyle düşünün belki de tanrı kendini özne sanarak her haltı berbat eden insana aslında bir halt olmadığını anlatmak için doğrudan muhatap almayıp elçi vasıtasıyla iletişim kurmuştur! Her denemede her kitapta tanrısını yanılttığı tanrı tarafından iddia edilen insana saflık derecesinde itimat edecek ve gönderdiği son dini yine onların insansı ellerine teslim edecek bir tanrı vardır diyebiliyorsan ne mutlu sana! Sen aynı saflıkta kendini 3.şahıs olarak düşün O da aynı saflıkta o 3.şahısın doğru şahıs olacağına güvenmeye devam etsin!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        ”Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” Fussilet 53
        YANİ “DE Kİ ” SÖZÜNÜ 53.AYETE DE UYGULARSAK HZ.MUHAMMED (SAV) VARLIĞIMIN DELİLLERİNİ SİZE GÖSTERECEĞİM DİYOR ÖYLE Mİ?
        Ben de uzun uzun yazdıklarınızı okuyorum..yazık…

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn 1okuyucu,
        Siz öyle istiyorsunuz diye “Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. ” kısmını görmezden mi geleceğiz..Yani Allah hiçbir gerekçe göstermeden (haşa aptalca bir şekilde) bir önce söylediğiyle çelişen bir şey mi söylemiş..? eğer sizin yazdığınız gibi ayetler sadece “Eğer içinizde SABIRLI yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. (Enfal-65)

        Eğer içinizde SABIRLI yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. (Enfal-66)
        şeklinde olsaydı haklı olabilrdiniz…

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR

        “”””””Siz öyle istiyorsunuz diye “Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. ” kısmını görmezden mi geleceğiz..Yani Allah hiçbir gerekçe göstermeden (haşa aptalca bir şekilde) bir önce söylediğiyle çelişen bir şey mi söylemiş..? eğer sizin yazdığınız gibi ayetler sadece “Eğer içinizde SABIRLI yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. (Enfal-65)
        Eğer içinizde SABIRLI yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. (Enfal-66)
        şeklinde olsaydı haklı olabilrdiniz…””””” (senden alıntı)

        “””””ayrıca, tanrı yarattığı varlığın özelliklerini bilmekten aciz mi ki? zaaf gösterip göstermeyeceklerini bilememiş olsun? Kuranın tanrısı bilememişse bence bir mahzuru yok, deneme yanılma yoluyla öğrenir herhalde?””” (benden alıntı)

        zaaf kısmını görmezden geldiğimi kim söyledi, YARATTIĞI VARLIĞIN ÖZELLİKLERİNİ BİLMEYEN BİR TANRI OLABİLİR Mİ? ama Kuranın tanrısı bilemiyor, Müslümanları savaşa teşvik etmek için anca insanların kullanabileceği bir argümanı (gaz verme) kullanma teşebbüsünde bulunuyor, realitede gerçeğin öyle olmadığı anlaşılınca gaz kesmek zorunda kalıyor, bunu da Müslümanların zaafı olarak sunmaya çalışıyor,

        hiçbir Müslümanda çıkıp, “ey! Allahım! benim özelliklerimi benden bile daha iyi bilmen gerekirken, benim zaaflarımı nasıl bilemezsin?” diye sormuyor,

        sorsa, dinden çıkacak, sorupta durduk yerde başına iş mi alsın?

        eğer ne demek istediğimi anlayamadıysan, bir örnekle anlatayım, ben şimdi taşpınar 100 metreyi 10 saniyenin altında koşar desem, sen 100 metreyi 15 saniyede koşsan, ben bunu senin zaafın olarak göstermeye kalksam, benim, senin süratini BİLMEDİĞİM için böyle abuk sabuk konuştuğumu düşünürsün, işte Kuranın tanrısının da yaptığı bu? başka bir şey değil,

        sınavla ilgili anlattıklarıma bir cevap vermemişsin, yoksa Kuranın tanrısının cüzi iradeyi önceden bilmek istememesi fikrinden vaz mı geçtin?

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,

        Evet sanırım okuyorsunuz, ama sadece okuyorsunuz! Verdiğiniz yanıta bakın, anladığınız şeye bakın! Arkadaşım ben size ne diyorum okuyunca çözemiyormusunuz! Bu halinizle araştırıp mucize buluyorsunuz öylemi!

        Size diyorum ki Fussilet 52 deki De ki anlatımın sürekliliğine bakıldığında 53 ve 54 üde kapsar! Yani kuran ın tanrısı peygamberine onlara DE Kİ diyerek neleri söylemesini istediğini anlatıyor!

        Siz cidden araştırmacımısınız yoksa insanlarla oyun oynamayı seven şakacı bir arkadaş mı?

        Siz kusura bakmayın türkçe yazılanı bile anlayamıyorsunuz!

        Okumayı beceremediğiniz ya da okuyup anlamayı beceremediğiniz yorum sanırım aşağıdaki!

        ”Diyecek olan yani tebliğci yani kendisiyle konuşulan kim? Peygamber değilmi? Peki bu tebliği yani DE Kİ ye konu olan eylemi hayatta olmadığı zaman yapabilirmi? Peki yapabilmesi için hayatta olması gereken bir eylemi hayatta olmadığı bir gelecekte nasıl yapabilir?”

        Evet yazıklık bir durum var! Kendi adınıza bunu bilmenizde sizin için büyük bir kazanç!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        DE Kİ ile başlayan ayetlerde peygambere kendi ifadeleriyle (yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil) bazı şeyleri söylemesi istenir.Sizin anlayışınıza göre peygamber kendi ifadeleriyle “varlığımın delillerini size göstereceğim”diyor..bunu nasıl eğip bükerseniz bükün söylediğinizin saçmalığını ortadan kaldıramazsınız..
        Ayrıca DEKİ diye başlayan ayetlerde o devirde yaşayan insanlara hitap edilmiş olması “onlardan sonra yaşayacak olan insanlar bu sözleri üzerlerine alınmasınlar” anlamına gelemez her halde değil mi..sonuçta savunduğunuz şeylerin elle tutulacak bir tarafı yok..gerçekten kendinize yazık ediyorsunuz..Allah boşuna demiyormuş-zaten hiçbir şeyi boşuna söylemez-” kendinize zulmediyorsunuz diye

      • toro dedi ki:

        Sayın T.TAŞPINAR,
        Şakamısınız siz! Çok mu zorladım sizi, okuduğunuzu anlayamaz hale mi geldiniz?

        Nerede yazmışım,

        ”Sizin anlayışınıza göre peygamber kendi ifadeleriyle “varlığımın delillerini size göstereceğim”diyor”

        şeklinde bir ifadeyi? Halisünasyon mu görüyorsunuz?

        Gördüm gördüm dedikleriniz de böyle şeyler mi?

        Cidden o kadar savrulmuşsunuz ki ayetlerde ne söyleyeceği yazılı olan Peygamberin kendi ifadeleriyle tebliğ yaptığını iddia eder hale gelmişsiniz! Nasıl olabiliyormuş bu aşağıdaki ayetlere rağmen?

        ”(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.” Kıyame,16
        ”Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.” Kıyame,17
        ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, ONUN OKUNUŞUNA UY.” Kıyame,18
        ”Sonra onu açıklamak da bize aittir.” Kıyame,19

        Şimdi anlıyormusunuz kitaplarınızı neden bedava dağıtmak zorunda kaldığınızı!

        Ha burada ben ne kadar açıklasamda siz aynı saçmasapan algıyla saçmasapan çıkarımlar yapmaya devam edeceksiniz! Bari durumunuz ortadayken saçmasapanlığınızı bana yamayıp hedef şaşırtmaya çalışmayın! Bu sizi daha kötü duruma sokmak için beni motive etmekten öteye size birşey kazandırmaz!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        …”Nerede yazmışım,

        ”Sizin anlayışınıza göre peygamber kendi ifadeleriyle “varlığımın delillerini size göstereceğim”diyor”…” diyorsunuz.Ayrıca daha önce şunları da siz yazmıştınız..:
        “Şimdi hepsini birleştirelim;

        De ki;

        “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir? Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.”(09.04.2014 13:09 tarihli yorumunuzdan alıntı)
        bunun yanında şu ifade de önemli:”Üstüne üstlük sizin ”de ki” yi 53 ten ayırmanızın sonucunda gösterecek kişi peygamber değil tanrının ta kendisi oluveriyor …” (09.04.2014 13:09 tarihli yorumunuzdan alıntı)
        DEMEK Kİ SİZ “DE Kİ” SÖZÜNÜ 53 AYETTEN AYRILMAMASI GEREKTİĞİNİ VE 52,53,VE 54 AYETLERDE DE GEÇERLİ SAYMAMIZ GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYORSUNUZ..ŞİMDİ 53.AYETİ DE DEKİ İLE BAŞLATALIM SİZİN YAPTIĞINIZ GİBİ.
        DEKİ,Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.
        ŞİMDİ ŞÖYLE BİR DÜŞÜNELİM..BU AYETİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE ÜZERİNE PAYGAMBER MEKKE AHALİSİNİ KARŞISINA ALIYOR VE ONLARA VARLIĞIMIZIN DELİLLERİNİ GÖSTERECEĞİZ DİYOR..
        GERÇEKTEN SİZİN GİBİ BİRİYLE TARTIŞMA ORTAMINA GİRDİĞİM İÇİN VE BOŞ BASİT VE BARİZ YANLIŞ ARGÜMANLARA KARŞI AÇIKLAMA YAPMAK ZORUNDA KALDIĞIM İÇİN KENDİME YAZIK ETMİŞİM..

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.1okuyucu,
        YARATTIĞI VARLIĞIN ÖZELLİKLERİNİ BİLMEYEN BİR TANRI OLABİLİR Mİ? diyorsunuz..buna daha ilk başta cevap vermiştim.Hatırlatayım
        …”Evet kulunun fiziksel kapasitesini; en çok ne kadar ağırlığı kaldırabileceği,ne kadar mesafeyi koşabileceği gibi konularda bilememe gibi durumlar olmaz..Ancak cüzi iradenin ne tepki vereceği yani ne derece cesaret ve sabır gösterebileceği gibi konular bunlardan değildir.Allah kimin ne derece iman edebileceği konusundaki kapasitesini bilebilir ancak ne durumda hangi olayda ne tepki vereceği gibi konularda harfiyen bir bilme durumunda olmaz diye düşünüyorum..(Bilmek istememeyi tercih ettiği için demek istiyorum)Bir öğretmen de öğrencilerinin ne kapasitede olduklarını bilir ancak bu onları değişik sorularla sınav yapmaktan vazgeçirmez..”…
        Sınav konusuyla ilgili olarak önceki mesajınızda şöyle demişsiniz:
        …”insanların eylemlerini bilmek istemeyen bir tanrının insanların eylemleriyle ilgilenmesi, bu eylemlere müdahale etmesi söz konusu olamaz, yani insanların eylemlerini bilmek istemeyen bir tanrının Ademe bir şeyler öğretmesi veya peygamber göndermesini düşünülemez, dolayısıyla bir sınavdan da söz edilemez. …”
        İnsanların eylemlerini ne yaptıklarını bilmek istememek değil,ne yapacaklarını “önceden” bilmek istememek söz konusu..
        Eğer söz konusu Enfal suresi ayetlerinde “sizin fiziksel gücünüzün on katı kişiye yetmeyeceğini anladı-bildi denseydi haklı olurdunuz..ama on katı kişiye karşı savaşmaya cesaret edip edemeyecekleri konusu bundan farklıdır..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        “””””Eğer söz konusu Enfal suresi ayetlerinde “sizin fiziksel gücünüzün on katı kişiye yetmeyeceğini anladı-bildi denseydi haklı olurdunuz..ama on katı kişiye karşı savaşmaya cesaret edip edemeyecekleri konusu bundan farklıdır””””””

        tanrı yaratığı varlığın özelliklerini bilmez mi? derken buna maddi ve manevi olan her şey girer, dolayısıyla tanrı yarattığı varlığın gücünü de bilir, sabrını da bilir cesaretini de bilir, yani tüm özelliklerini bilir, o nedenle öne sürdüğün gerekçe tamamen geçersiz,

        “””””Allah kimin ne derece iman edebileceği konusundaki kapasitesini bilebilir ancak ne durumda hangi olayda ne tepki vereceği gibi konularda harfiyen bir bilme durumunda olmaz diye düşünüyorum..(Bilmek istememeyi tercih ettiği için demek istiyorum)”””””

        yukarıdaki alıntıda tanrının kullarının olaylar karşısında ne tepki vereceğini bilememeyi, bilmek istememeyi tercih etmesi nedeniyle olacağını söylüyorsun, peki bilmek istemeyen bir tanrının her şeye müdahil olmasını neyle açıklıyorsun, öyle ya bilmek istemeyen bir tanrı niye kullarının sabrıyla veya cesaretiyle ilgili ahkâm kesmeye kalksın?

        madem tanrı kulunun hangi olayda ne tepki vereceğini önceden bilmek istemediği için bilemeyeceğini söylüyorsun, cesaret veya sabır konusunda öyle bir kıyaslamada bulunarak önceden bilemediği bir şey hakkında fikir yürütmüş olmaz mı? böyle bir şey, tanrının önceden bilmek istememesiyle açıklanamaz, olsa olsa kulunun sabrını veya cesaretini bilmeyen bir tanrının yanılmasından başka bir şey olamaz.

        ayrıca, kulunun eylemlerini bilmek istemeyen bir tanrı figürüyle, Kuranın tanrısını değil evrenin tanrısını tasvir ettiğinin farkında mısın? dikkat et, kader konusuna kılıf uydurmaya çalışırken dinden çıkmayasın.

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Bakın haddinizi iyiden iyiye aşmaya başladınız! Ben bu sitede bu şekilde bir tepkiyi ilk defa size gösteriyorum! Sebebini yazdım herşeye sabrım vardır ama bezirganlığa asla! Ama yalancılığa katiyen!

        Şimdi benim size hitaben yazdığım yazılarımdan herhangi birinin her hangi bir yerinden,

        *******”Sizin anlayışınıza göre peygamber kendi ifadeleriyle “VARLIĞIMIN DELİLLERİNİ SİZE GÖSTERECEĞİM ”diyor”…” diyorsunuz.(T.TAŞPINAR) *******

        yukarıda bana atfen tırnak içine aldığınız ve benim büyük harflerle belirginleştirdiğim ifadeyi bulup çıkarmakla yükümlüsünüz! Bu nasıl bir terbiyesizliktir! Bir insan,kendine yazar diyen bir insan üstelikte müslüman olduğunu iddia eden bir insan nasıl olurda kendi kurduğu cümleyi başkası kurmuş gibi tırnak içine alır ve kendi kurduğu cümleyi ”diyorsunuz” diyerek başkasına atfeder? Nasıl bir insansınız siz? Bu kadar mı gözünüz dönüyor yakalandığınızda! Şarlatanlığınız bu kadar mı kutsal sizin için!

        Efendi siz benim düşmanım değisiniz! Ama olsaydınız bile sizi alt edeceğim diye yalana sığınmazdım! Benim vicdanım sizinki gibi çalışmaz! Yalanla elde edilecek kazanımlara tamah etmez! Özellikle inanç konusunda olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermeye ya da anlatmaya ya da aktarmaya tenezzül dahi etmem! Siz önce içinizi temizleyeceksiniz! İçiniz bu denli kirli iken herhangi bir inançla ilgili bırakın araştırma yapmayı o inançları ağzınıza bile alamazsınız!

        *****De ki;
        “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir? Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.”(09.04.2014 13:09 tarihli yorumunuzdan alıntı)********

        Evet bunu ben yazdım. Neden yaptığımıda yazdım! ”De ki” ile başlayan yönlendirmenin sonrasında okunan 3 ayetin birbiriyle bağlantılı olduğunu idrak edin diye yazdım! Çünkü BENİM İDDİAM ”De ki” ile başlayan 52.ayetin aynı zamanda 53 ve 54 ünde başı olarak görülmesi gerektiğiydi! Yani sizin ”De ki” yönlendirmesinin sadece 52.ayeti ilgilendirdiği iddianızın aksi bir iddiaydı! Ama idrak probleminizin bu denli büyük olduğunu bilemezdim, bağışlayın! Sizden istediğim şeyin size büyük geleceğini düşünmeliydim!

        Devam edelim;

        ******”bunun yanında şu ifade de önemli:”Üstüne üstlük sizin ”de ki” yi 53 ten ayırmanızın sonucunda gösterecek kişi peygamber değil tanrının ta kendisi oluveriyor …” (09.04.2014 13:09 tarihli yorumunuzdan alıntı)
        DEMEK Kİ SİZ “DE Kİ” SÖZÜNÜ 53 AYETTEN AYRILMAMASI GEREKTİĞİNİ VE 52,53,VE 54 AYETLERDE DE GEÇERLİ SAYMAMIZ GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYORSUNUZ..ŞİMDİ 53.AYETİ DE DEKİ İLE BAŞLATALIM SİZİN YAPTIĞINIZ GİBİ.”***********T.TAŞPINAR

        Hadi ya gerçekten öyle mi diyormuşum? Demek ben De ki sözünün 52,53 ve 54.ayetleri kapsaması gerektiğini anlatıyorum! Cidden böyle anladınız değilmi, sonra başka birşey anlamış olduğunuz ortaya çıkmasın? Neyse bununla yetinelim ve devam edelim!

        *********”DEKİ,Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.
        ŞİMDİ ŞÖYLE BİR DÜŞÜNELİM..BU AYETİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE ÜZERİNE PAYGAMBER MEKKE AHALİSİNİ KARŞISINA ALIYOR VE ONLARA VARLIĞIMIZIN DELİLLERİNİ GÖSTERECEĞİZ DİYOR..
        GERÇEKTEN SİZİN GİBİ BİRİYLE TARTIŞMA ORTAMINA GİRDİĞİM İÇİN VE BOŞ BASİT VE BARİZ YANLIŞ ARGÜMANLARA KARŞI AÇIKLAMA YAPMAK ZORUNDA KALDIĞIM İÇİN KENDİME YAZIK ETMİŞİM..”***********T.TAŞPINAR

        Eeee! Sonuç ne dediniz şimdi?

        ”ŞİMDİ ŞÖYLE BİR DÜŞÜNELİM..BU AYETİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEK ÜZERE ÜZERİNE PAYGAMBER MEKKE AHALİSİNİ KARŞISINA ALIYOR VE ONLARA VARLIĞIMIZIN DELİLLERİNİ GÖSTERECEĞİZ DİYOR..”

        Yani? Meramınızı anlatamıyormusunuz? Ne demeye çalıştınız?

        Yoksa bundan önce verdiğim ayetlerden utandınızda konudan ufak ufak sıyrılmaya mı niyetleniyorsunuz?

        Hatırlatayım mı?

        ”(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.” Kıyame,16
        ”Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.” Kıyame,17
        ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, ONUN OKUNUŞUNA UY.” Kıyame,18
        ”Sonra onu açıklamak da bize aittir.” Kıyame,19

        Hani size göre (öyle olması sizin münazarada elinizi kuvvetlendirir)

        ”DE Kİ ile başlayan AYETLERDE PEYGAMBERE KENDİ İFADELERİYLE (yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil) BAZI ŞEYLER SÖYLEMESİ İSTENİR” di!

        Yani size göre peygamber TANRISINDAN aldığı vahyi olduğu gibi iletmiyor, VAHYİ KENDİ KELİMELERİYLE YENİDEN ŞEKİLLENDİREREK TEBLİĞ EDİYOR!

        Vay vay vay! Siz bu cümleyi gidip mekke de falan kursanızya! Neyle suçlanacağınızı tahmin edermisiniz?

        Parantez içine basit bir münazara kazanmak için ”yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil” şeklinde yazmak kolay! Zor olan aşağıdaki ayeti bilipte bu yazıyı yazabilmek!

        ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, ONUN OKUNUŞUNA UY.” Kıyame,18

        Siz karşınızdakini çocukmu zannettiniz ki kendinizce cinlikler yaparak, yalanlar üreterek muaffak olabilesiniz!

        Kendine müslüman deyip, Kuranın tanrısına inandığını söyleyen bezirgan,

        ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, ONUN OKUNUŞUNA UY.” Kıyame,18

        diyen bir tanrıya inat,

        ”yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil”

        şeklinde yaptığınız bir yorum sizi islama göre NE yapar açıkça söyleyebilecek cesaretiniz varmı?

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        TORO,
        ÖNCELİKLE GEREKSİZ VE HAKSIZ YERE YAPTIĞIN HAKARETLERİ SANA AYNEN İADE EDİYORUM.
        TIRNAK İÇİNDE SÖYLENİLEN SÖZLER KONUSUNA GELİNCE:ORADA, “SİZİN ANLAYIŞINIZA GÖRE BÖYLE BİR ŞEY SÖYLEMEK İSTEDİĞİNİZ ANLAMI ÇIKAR” ANLAMINDA SÖYLEMİŞTİM.AYNEN SENİN YAZDIĞIN BUYDU ANLAMINDA DEĞİL..BEN TIRNAK İŞARETLERİNİ ÖZELLİKLE BELİRTMEK İSTEDİĞİM KELİMELERİ VURGULAMAK İÇİN KULLANIRIM ÇOĞUNLUKLA..
        DİĞER YAZDIKLARIN İSE YAPTIĞIN BASİT BİR HATANIN ALTINDAN KALKAMAMANIN VERDİĞİ HEZEYANLA SAÇMALAMAKTAN İBARET…
        ÖYLE OLMASAYDI SENİ BU SİTEDEN TANIYAN KİŞİ DE SANA HİTABEN -HEM DE BİZİM YAZIŞMALARLA İLGİLİ OLARAK- “BU SEN OLAMAZSIN” SANA İNANAMIYORUM”
        BUNLARI SENİN YAZMADIĞINI DÜŞÜNMEK İSTİYORUM ANLAMINDA SÖZLER SÖYLEME GEREĞİ DUYMAZLARDI..BUNDAN SONRA SADECE YAPTIĞIN HAKARETLERİ SANA İADE ETMEK İÇİN CEVAP YAZARIM..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Öncelikle sitede konuşmanın tamamını büyük harflerle yapmak bildiğim kadarıyla yasak!

        Sonrasında ise yaptığınız şeyi yaptım diyecek cesaretiniz olsun!

        Hala hata diyorsun! Hala okuduğunu anlayamıyorsunuz!

        Öncelikle farkettimki siz DE Kİ kelimesini tanrının bütün insanlara bir hitabı olarak görüyor olabilirsiniz! Sanırım anlayamama probleminiz buradan başlıyor!

        Bu nedir biliyormusunuz,
        Ben size diyorum ki şu karşıdaki kalabalığa benim adıma şunları söyleyin! Yani T.TAŞPINAR onlara DE Kİ,

        “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir? Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.”

        DE Kİ herkese DE Kİ değil! Sözleri aktarana DE Kİ! Sözleri aktaran zaten Peygamberin kendisi değilmi.Neyi zorluyorsunuz!

        Üstelik ben zaten bahsettiğimiz kitabın tanrı sözü olmadığını iddia biriyim! Ama sizinle yaptığımız münazaranın hiçbir yerinde konuyu bu perspektiften yazmadım! Sadece sizin dayanak gösterdiğiniz ayetin sizin dayanak gösterdiğinin ayeti barındıran kitap tarafından çürütüldüğünü yorumladım!

        Ama laf döndü dolaştı ve siz inandığınız tanrınızın inandığınız peygamberinin tanrının sözlerini doğrudan iletmek yerine o sözleri kendi kelimeleriyle yeniden düzenleyerek topluluklara ilettiğini söyleyiverdiniz!

        Bu bilinçaltınızın dışa vurumudur! Çünkü aslında sizinde kuranda kim kimdir, kim kiminle konuşuyor şeklinde sorgularınız olmalı, aksi halde bu durumu kendinizce çözmek için peygamberinizi tanrının sözlerini temize çekiyor şeklinde anlaşılacak bir tasfirin iine yerleştirmezdiniz!

        Bu arada hala duyamadım, neden kaçıyorsunuz,

        ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, ONUN OKUNUŞUNA UY.” Kıyame,18

        yukarıdaki ayetten?

        Siz kendi peygamberinizi neyle itham ettiniz T.TAŞPINAR? Laf kalabalığı yapmayın, cesaretle söyleyin! Sizce peygamberiniz tanrıdan aldığı sözleri canının istediği şekilde ve canının istediği kelimelerle mi topluluklara tebliğ etmiştir?

        3 yazıdır bu sorunun kıyısına bile değmeden geçiyorsunuz! Niye söylemiyorsunuz, bu iddianız yine sizin görebildiğiniz bir mucizemidir yoksa?

        Bu arada kendinizi kurtarmak için artık başkalarıyla yaptığım münazaralaramı bel bağladınız? O bahsettiğiniz arkadaş sizin bir iddianızada muhalefet etmişti, hatırladınızmı? Hani evrenin yaratılışı hadisesi! Yasir bey ile hukukum başkadır, sizinle başka!

        Ben size hakaret etmiyorum! Siz hakaretlerinizin aynadan size geri yansıdığına şahit oluyorsunuz!Siz bir inancın içinde görünüp sonrasında o inancı tahrif ederek dayanağı olmayan sonuçlar yaratan ve bu yarattığı dayanaksız sonuçları tanrısına mal etmek yoluyla kendine nüfuz veya çıkar sağlama yoluna tevessül eden bir bezirgansınız! İşin acı tarafı bu tepkiyi benim değil müslümanlığından kıl koparttırmayan diğer arkadaşların vermesi gerekirdi! Ama her zaman ki gibi veremezler!

        Siz de müşriklere bile belki de en gerekli anlarda mucize göstermeyen bir tanrının mucizelerinini satır aralarına gizlendiğini iddia ederek yarattığınız gizemle, kendisine inandığınızı iddia ettiğiniz
        tanrınızın sırtından çıkar devşirmeye devam edersiniz! Bunu bilerek veya bilmeyerek yapın farketmez! Sonuç itibariyle siz din üzerinden payeler toplamaya çalışan basit bir bezirganden öte birşey değilsiniz! Sizin gibilere sizin inandığınız kitap daha ağır şeyler söylerken bir faninin bir inanca yapığınız hakaretleri ayna tutup size geri yönlendirmesine bu kadar içerlemeniz ilginç!

        Unutmayın ki sizin inancınıza göre dine karşı işlediğiniz suçların cezası olarak sizi CENNET ya da CEHENNEM e gönderecek olan kişi ben değilim!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        Kıyame Suresi
        16. (Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
        17. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.
        18. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
        vahiyi çabucak ezberleyebilmek için dilini kımıldatarak tekrar etmeye çalışma sadece okunuşunu takip et deniyor değil mi?
        Sen nasıl bir sonuç çıkarıyorsun bundan Allah bilir..
        Ayrıca peygamber vahyi aynen aldığı gibi “de ki” kelimeleri ile birlikte açıklar ve vahiy katiplerine yazdırır.Sonra da “de ki” bunu ayetin muhatap aldığı müşriklere vahyi okur böylece “de ki” ile istenilen şeyi de söylemiş olur.. bunun yanında sadece “de ki “diyerek başlayan mesajı -başında de ki demeden – söyler..peygamber o zamanki yaşayan muhataplara bizzat vahyi iletir..sonraki nesiller ise bu vahiyleri kendi çağdaşlarına iletirler ve verilmesi gereken mesajı iletmiş olurlar..önceki müşriklerle aynı özellikleri gösterdikleri için mesaj kıyamete kadar iletilmiş olur..
        sen “deki” yi fussilet 53 de de varmış gibi düşünün demiyor musun?..bunu böyle anlamak doğrudur demiyor musun?..ben de bunun mantıksız olduğunu defalarca anlattım..o zaman ki muhatapların karşısına geçip “baştaki de ki kelimesini kullanmadan” -de ki -den sonra gelen cümleyi söyleyebilmeli ve karşısındakiler de “bu ne saçmalıyor,varlığımızın delillerini göstereceğiz diyor,biz onun (Hz.Muhammed’in) varlığını zaten karşımızda görüyoruz dememelidirler..zira “de ki” ile başlayan ayetler genel tebliğin dışında bizzat muhatapların karşısına geçip ne denmesi isteniyorsa demeleri konusunda emir de içerir..sonraki nesiller de bunu peygamberimiz yaptığına göre biz de aynı kafadaki inançsızlara bunları demeliyiz diye mesajı kıyamete kadar iletirler..

        kENDİ YAPTIĞIN HAKARETLERİ GÖRMEYİP BİR DE BENİM YAPTIĞIM HAKARETİN YANSIMASI FALAN DA DEDİN YA..YİNE İADE EDİYORUM SANA..
        YUKARIDA YAPTIĞIM AÇIKLAMALARI DA SEN ANLAYASIN DİYE DEĞİL OKUYANLARIN KAFASINDA SORU İŞARETİ KALMASIN DİYE YAPTIM..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        *****Kıyame Suresi
        16. (Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.
        17. Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.
        18. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.
        vahiyi çabucak ezberleyebilmek için dilini kımıldatarak tekrar etmeye çalışma sadece okunuşunu takip et deniyor değil mi?
        Sen nasıl bir sonuç çıkarıyorsun bundan Allah bilir..***********

        Problemimiz benim ne sonuç çıkardığımdan çok sizin hala nasıl sonuç çıkaramadığınızdır!

        Tanrınız,
        ”18. O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.” diyor peygamberine!

        Ama siz peygamber tanrıdan aldığı vahyi orjianal haliyle değil kendi sözleriyle iletir diyorsunuz! Hatırlayamıyor musunuz?

        Açıkça peygamber tanrısının hükmünü tanımaz diyormusunuz, demiyormusunuz?

        ”De ki” lere gelince demek ki size göre başında ”de ki” olmayan ayetleri ”DE Kİ” varmış gibi düşünmeyecez!

        O halde söyleyin bakalım başında DE Kİ olmayan şu ayetlerde konuşan kim?

        ”Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” Hud,2

        ”O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50

        ”Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat,51

        Kuran tanrının sözlerimidir, yoksa peygamberinin sözlerimi?

        Yine dönelim Fussilet 53 e!

        ”Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?”

        Tamam diyelim ki bu ayetin başında DE Kİ yok! O halde söyleyin burada kim kiminle konuşuyor? Özellikle ”Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” diye soran kim ve bu soruyu kime soruyor?
        Bu ayete göre kuranın gerçek olmadığını iddia edenler kim ki gerçek olduğu onlara belli edilecek deniyor! Bakalım içlerine kendinizi de koyacakmısınız?

        Hakaret olarak algıladığınız bütün yorumlarımın altını kalın bir çizgiyle tekrar çiziyorum ve belki de tanrınız beni size bunları söylemeye aşağıdaki ayete dayanarak yönlendirdi diyorum;

        ”Allah’ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, PİSLİĞİ, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.”Yunus,100

        Her şeyden bir mucize aramaya alışkın olduğunuzdan başınıza gelen bu durumun nedenini de tanrıdan aramanızda bir sakınca yoktur bence! Onun istemediği birşeyi yapıyor olabilirmisiniz? O da size ders olsun diye sizi bir deist eliyle uyarıyor olabilirmi? Hadi toplayın çıkarın bölün bakalım bu iki gün den kaç tane mucize çıkarabileceksiniz!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        Kıyame 18 de “Kuran’ın okunuşuna uy- derken onu farklılaştırarak kendi kafana göre ifade etme ” denmiyor.Böyle bir çıkarımı senden başka yapan bir insanoğlu var mı acaba merak ediyorum..sadece dilini oynatarak hemen ezberleme telaşına düşme demek isteniyor..sadece okunuşu dinle ve takip et demek isteniyor..
        Ayrıca benim daha önce yazdıklarımdan peygamberin vahiyleri kendisine iletildiği gibi değil kendi ifadeleriyle ilettiği sonucuna varabilecek tek kişi de sensindir…bu konuyu bir önceki mesajımda ayrıntılı olarak açıklamıştım..ben yine de senin için değil okuyan diğer kişiler için tekrar edeyim..
        “Ayrıca peygamber vahyi aynen aldığı gibi “de ki” kelimeleri ile birlikte açıklar ve vahiy katiplerine yazdırır.Sonra da “de ki” ile başlayarak bunu ayetin muhatap aldığı müşriklere vahyi okur böylece “de ki” ile istenilen şeyi de söylemiş olur.. bunun yanında sadece “de ki “diyerek başlayan mesajı -başında de ki demeden – söyler..peygamber o zamanki yaşayan muhataplara bizzat vahyi iletir..sonraki nesiller ise bu vahiyleri kendi çağdaşlarına iletirler ve verilmesi gereken mesajı iletmiş olurlar..önceki müşriklerle aynı özellikleri gösterdikleri için mesaj kıyamete kadar iletilmiş olur..

        ”Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” Hud,2

        ”O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50

        ”Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat,51
        bu ayetlerin anlamından “de ki” diye bir şey söylemeye gerek olmadığı açıktır.DİKKAT ETSEYDİN AYETLERİN İLK İKİSİNDE -O’nun tarafından gönderilmiş-O’nun katından gönderilmiş-DİĞERİNDE İSE -Allah tarafından gönderilmiş – DENDİĞİNİ BUNUN DA AÇIK BİR ŞEKİLDE PEYGAMBERİN BU ŞEKİLDE-BAŞINDA DE Kİ OLMADAN DA- İFADE ETMESİNİN ALLAH TARAFINDAN İSTENDİĞİNİ ANLAYABİLİRDİN..AMA SENİN BAHSETTİĞİ FUSSİLET 53 DE İSE BUNUN TAM TERSİ BİR DURUM VARDIR.VARLIĞIMIZIN DELİLLERİNDEN BAHSEDİLMEKTEDİR.. VARLIĞIMIN DELİLLERİ DİYE PEYGAMBER KENDİNDEN BAHSEDER Mİ?YA DA SEN HİÇBİR ZAMAN ANLAYAMAYABİLİRSİN..PEYGAMBER DÖNEMİNDE YAŞAYAN MÜŞRİKLERİN DE SENİN GİBİ BİR İTİRAZDA BULUNDUKLARINI SANMIYORUM..ÇÜNKÜ KURAN LEHİNE OLABİLECEK ŞEYLERE KARŞI BEYNİNİ KAPATMIŞSIN..

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Öncelikle sürekli görmezden geldiğiniz bir soruya nihayet yanıt verebildiğiniz görmek ne mutluluk!

        Kıyame Suresi
        ”(Ey Muhammed!)Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma”16
        ”Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.”17
        ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, ONUN OKUNUŞUNA UY.”18
        ”Sonra onu açıklamak da bize aittir.” Kıyame,19

        ”Kıyame 18 de “Kuran’ın okunuşuna uy- derken onu farklılaştırarak kendi kafana göre ifade etme ” DENMİYOR.” diyorsunuz!

        O halde şöyle anlamalıyız! Size göre,Tanrı peygamberine,

        ”Onun okunuşuna uyma, onu farklılaştırarak kendi kafana göre ifade et”

        Diyor!

        Yani sizi referans alırsak, peygamberinizin Kuran içinde bazı ayetleri belki de hepsini ”FARKLILAŞTIRARAK KENDİ KAFASINA GÖRE İFADE ETTİĞİNİ” düşünmeliyiz!

        Eğer bu konuda bir yanlış anlama varsa lütfen düzeltin! Ama eğer yoksa sizi bu sitede Kuranın öz be öz tanrı sözlerinden oluştuğunu iddia eden arkadaşlara havale edeceğim!

        Ha bu arada, yine aşağıdaki yorumunuzu referans aldığımızda,

        ”sadece dilini oynatarak hemen ezberleme telaşına düşme demek isteniyor..sadece okunuşu dinle ve takip et demek isteniyor..”

        Eğer peygamber tanrıdan aldığı vahiyleri farklılaştırıp kendi kafasına göre ifade edecekse vahiyin inişi anında tanrı vahiyi doğru olarak almasına neden bu kadar dikkat etsin ve özellikle bunun için onu uyarsın?

        Öyle ir yazı yazmışsınızki bildiğiniz ibretlik!

        Yazının başında beni;

        ”Kıyame 18 de “Kuran’ın okunuşuna uy- derken ONU FARKLILAŞTIRARAK KENDİ KAFANA GÖRE İFADE ETME ” DENMİYOR.”

        diye uyardıktan hemen sonra yine kendi yazınızda;

        ”Ayrıca benim daha önce yazdıklarımdan peygamberin vahiyleri kendisine iletildiği gibi değil kendi ifadeleriyle ilettiği sonucuna varabilecek tek kişi de sensindir”

        diye savunma yapabilecek size benzeyen kaç tane AKLI BAŞINDA insan tanıyorsunuz?
        Yazdığınız yorum virgülüne dokunulmadan aşağıya kopyalanmıştır! Bir daha okuyun belki daha mantıklı bir kıvırma yolu bulabilirsiniz!

        ****”DE Kİ ile başlayan AYETLERDE PEYGAMBERE KENDİ İFADELERİYLE (yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil) BAZI ŞEYLER SÖYLEMESİ İSTENİR” di!****

        Zaten bana yazdığınız son yazının başlangıç cümlesiyle düşündüğünüz şeyin ya da iddianızın aslında ne olduğunun altını kalın bir çizgiyle tekrar çizmişsiniz! Sonra yazdığınızı unutup aşağıda savunma yapmaya çalışmışsınız! Olmuşmu siz karar verin!

        Aşağıdaki surelere gelince;

        ”Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” Hud,2

        ”O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50

        ”Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat,51

        Ben bu ayetlerde konuşan kim diye soruyorum! Çünkü DE Kİ ayette konuşanın PEYGAMBER olduğu düşünülmesin, Tanrının peygamberini kendi sözlerini insanlara (onlara De ki) iletmesi için DE Kİ şeklinde yönlendirdiğine inanılır! Sanırım siz bu inancıda reddediyorsunuz!

        Ama yukarıdaki ayetlerin başında bir DE Kİ yönlendirmesi yok ve o ayetler tanrı sözü yani tanrının hitabı olması gerekirken hitabın başka biri tarafından yapıldığı açıkça görünüyor! Sanırım bu ayetlerdeki mucuzeyi araştırıp GÖRMEK de size düşüyor! Sanırım sizi bu işle özel olarak görevlendirmişler!

      • yasir dedi ki:

        ”—–”Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” Hud,2

        ”O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50

        ”Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat,51——”

        Toro bir sen farklı bir yaklaşım serğiliyorsun ama sıradan nonteistlerin söylemleri gibi söylemlere başlaman bir hayli manidar…

        Diyelim ki senin dediğin doğru olsun, Bu üç ayet peygamberin sözü olsun Allahın zikrinden neyi eksiltir veya neyi fazlalaştırır…

        Sizler bunlara takıldıkça zaten inanmanız imkansız…

        Bazı şeyleri anlamak için düşünmek gereklidir, Ruh ne demek bunu iyi bilmek lazım…
        Siz sanıyorsunuz ki Ademe ruh üflenince canladı, ruh insanın bedenine değil maneviyetına canlılık verir…Bir tefte düşün o sadece defterdir içi boş ama içini bilğiyle-ruhla doldurdunmu kitap olur…

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Adam her zamanki gibi evine gitmek için apartmanın kapısından girer ve oturduğu kata ulaşmak için asansöre biner!4. Kata çıkar, koridorun sonundaki evine gitmek için yürürken komşusunun kapısının açık olduğunu farkeder! Kapıyı aralar ve komşusunun karısının kalbine bir bıçak saplı olduğu halde holde yattığı görür! Dehşetle elindekileri yere atarak yardım için eve girer! Kadını yattığı yerden biraz doğrultarak yaşayıp yaşamadığını anlamaya çalışır! Sonra bıçağı çıkarmalıyım der ve bıçağı kabzasından yakalar, işte o anda içeri karşı komşular girer ve gördükleri ilk resim kucağındaki kadının kalbine saplı bıçağı tutan adamdır! Üstü kan içindedir! Adamın olayı anlatma girişimlerine kulak vermeksizin katil diye bağırmaya başlarlar! Bütün apartman toplanır, adam tutuklanır ve şahitlerin ifadeleriyle cinayet suçuyla yargılanmaya başlar! Suçunun cezası idamdır! Mahkeme sürerken cinayetin işlendiği evin sahibi boşaltılan evde tamirat yaptırmaktadır ve giriş kapısının üzerinde hola bakan minyatür bir kamera farkeder! Biraz uğraştığında kameranın arkasında gizlenmiş bir kapak ve kapağın altında ise bir kaset!

        Şimdi sayın yasir evsahibi bu detayı polisle paylaşırsa ne olur paylaşmaz ise ne olur! Bu ufacık kameranın çektikleri belkide bir insanın haksız yere idamını engelleyecektir ya da bu kamera aman bana ne diyen evsahibi tarafından doğrudan çöpe atılacak ve sadece yardım etmek istiyen bir adam ölecektir!

        Şimdi bunu daha global düşünelim! Eğer bizim takıldığımız detay bir gerçeğe giden yolu açacak ve bu gerçek aslında olmayan birşeye inanıldığını ortaya çıkarıp şuan dünyanın heryerinde birbirlerinden farklı mezheplere inanıyor olmaları hasebiyle ölüyor olan binlerce insanın hayatını kurtaracaksa bu detaya dikkat etmeye değmez mi?

        Tabi sen şuan birbirleriyle savaşan mezheplerin Kuran olmasaydı olmayacağı fikrinede sıcak bakmayacaksın! O nedenle olan olmuş biten bitmiş diyecek öldürülenleri ya da ölenleri pekte önemsemeyeceksin! Bunu nereden mi çıkarıyorum,

        Çünkü sen bu yazıya konu olan yazıyı yazmak için benim başka bir arkadaşa yazdığım yazıyı okudun! O yazının başında kendine müslüman diyen bir arkadaşın,

        ”****”DE Kİ ile başlayan AYETLERDE PEYGAMBERE KENDİ İFADELERİYLE (yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil) BAZI ŞEYLER SÖYLEMESİ İSTENİR” di!****

        şeklindeki yorumunu okuduğun halde bu detayı önemseyip savunmaya geçmektense bana yazımın diğer yarısında ki yorumum için cevap yazmayı tercih ettin!

        Bende bu sayede neye nasıl bakıyor olduğunu ve gerçekte neyi ne kadar önemsiyor olduğunu görmüş oldum! Bak bu detaylar bile bu ayetlerle alakalı takıntılarımın ne kadar haklı olduğunun kanıtıdır! Eğer o ayetlere takılmasaydım senin ve diğer arkadaşların peygamberinizin tanrısından aldığı vahiyleri farklılaştırarak ve kafasına göre insanlara ileterek bu sayede bir kutsal kitabın oluşturduğu iddiasına karşı bu kadar pasif duracağınızı göremeyecektim!

        Demekki sizin için önemli olan müslüman olmayanların sizin hoşunuza gitmeyen yorumlarla gelmesi, çünkü eğer yorumu yapan kendine müslüman diyorsa en fantastik iddiası bile sizin için sorun teşkil etmiyor!

        Umarım şimdi islam dünyaındaki bunca bölünmüşlüğün ve ayrılmşlığın nedeninide anlamışsınızdır! Kendi evinizdeki tozları temizlemektense dışarıyı gözlemeyi seçmenizin sonucudur bu!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        toro,
        *****Eğer bu konuda bir yanlış anlama varsa lütfen düzeltin! *****
        diyorsun .KUSURA BAKMA AMA SENİN NEREDEYSE HER ANLAYIŞIN YANLIŞ ANLAMADAN İBARET..ANLATMAK İSTEDİĞİM HER ŞEYİ -İŞİNE ÖYLE GELDİĞİ İÇİN- YANLIŞ ANLAMIŞ GÖRÜNÜYORSUN…
        ”Kıyame 18 de “Kuran’ın okunuşuna uy- derken onu farklılaştırarak kendi kafana göre ifade etme ” DENMİYOR.” DİYE YAZDIĞIMDA BUNUN TAM TERSİNİ YANİ -KENDİ KAFANA GÖRE İFADE ET-YADA EDEBİLİRSİN DEMEK İSTEMEDİĞİMİ ASLINDA KOLAYCA ANLAMAN LAZIM TAM OLARAK NE DEMEK İSTEDİĞİMİ AÇIK VE NET BİR ŞEKİLDE ANLATMIŞTIM..
        “DE Kİ” İLE BAŞLAYAN AYETLERE GELİNCE:
        DE Kİ OLAN KISMIYLA BİRLİKTE VAHİY OLARAK ALIR VE VAHİY KATİPLERİNE BU ŞEKİLDE YAZDIDIR.AYETİ TEBLİĞ EDERKEN YİNE BAŞTAKİ “DE Kİ”İLE BİRLİKTE AYNEN OKUR YANİ TEBLİĞ EDER..BUNUN DIŞINDA VAHYİN BİREBİR AYNEN TEBLİĞ AMACININ DIŞINDA MÜŞRİK VEYA İNANÇSIZLARA KARŞI DEKİ EMRİYLE SÖYLENMESİ İSTENEN ŞEY SÖYLENİR -BAŞINDA DE Kİ DEMEDEN ,DOĞRUDAN
        SENİN YANLIŞ ANLAYIP AYETLERİ KEDİ İFADESİNE GÖRE DEĞİŞTİRİP SÖYLER DEDİĞİMİ İDDİA ETTİĞİN KONUNUN ASLI BUDUR..AYETİN YANİ VAHYİN AYNEN TEBLİĞİNDE DEĞİŞTİRMEYE İMKAN YOKTUR TABİİ Kİ..ANCAK ÖRNEĞİN BİR MÜŞRİK İLE TARTIŞMAYA GİRDİĞİNDE YA DA ONA İNANÇSIZLAR TARAFINDAN SORULAR SORULDUĞUNDA -DE Kİ- EMRİNİN GEREĞİ OLARAK AYETTEKİ KONUDAN BAHSEDER AMA BAŞTAKİ DEKİ Yİ KULLANMAK ZORUNDA DEĞİLDİR..KONUNUN ÖZÜNÜ BİRAZ DEĞİŞİK KELİMELERLE DE ANLATABİLİR..

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        SN 1 okuyucu,
        Cevabındaki iddiaların temelini hep aynı yanlış anlama oluşturuyor..Allah cüzi iradenin ne yapacağını bilmemeyi değil,”ÖNCEDEN” bilmemeyi tercih etmektedir diyorum..-tabii bu benim şahsi düşüncem,alimler vs. farklı düşüyor olabilir-sonuçta insanın cüzi iradesinin istisnasız her konuda ne yapacağını “önceden” bilmek ,sonucu baştan belli bir sınavı başlatmak ve devam ettirmektir..
        Benim tamamen şahsi fikrime göre “KADER” ;sınavda karşımıza çıkacak sorulardır..bunları biz belirleyemeyiz..bahtımıza ne çıktıysa o soruları cevaplamak zorundayız..verdiğimiz cevaplar yani olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler ise kader değildir..bir hırsızın çalması y ada katilin öldürmesi kader değildir..aynı şartlarda olan bir başkası paraya çok ihtiyacı varken yoldan geçen yaşlı kadının taşıdığı yiyecekleri çalıp kaçabilecekken tersine onun taşımasına yardım edebilir..tabii herkesin sınav soruları;diğer bir deyişle hayatta başına gelecek şeyler ve hayat şartları aynı değildir..o nedenle adaletin sağlanması için herbir puan değeri olarak katsayısı farklıdır..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        yanlış anlama filan yok, bir tanrının önceden bilmek istemediği eylemlerin yapıldıktan sonraki sonuçlarına bakarak bazı çıkarımlarda bulunmaya kalkışması, kullarını yönlendirmeye kalkışması, olagelen şeylere müdahil olması, önceden bilmek istemeyen bir tanrının yapacağı şeyler değildir,

        sana göre, yaşayanların eylemlerini yapıldığı anda öğrenen bir tanrının bu eylemlerin sonuçları karşısında bana göre bir analiz yapması beklenemez, çünki tanrı yarattığı varlığın eylemlerini de yaratmıştır, yani insanlar kendilerine verilen özellikler nedeniyle tanrının bilmediği bir davranışta bulunamazlar, çünki yaratığı varlığın özelliklerini bilen bir tanrı için yapılan eylemlerin hiç biri sürpriz olmaz ama eylemleri yapıldığı anda öğrenmek isteyen Kuranın tanrısının, ilk başta (aslında bilmesi gereken şeyleri bilmediği için) öğrendiği şeyleri sonradan yanlış öğrendiğini fark ederek sözlerini değiştirmek zorunda kalması ancak yarattığı kulunun özelliklerini bilmeyen bir tanrının yanılmasıyla açıklanabilir, yanılan bir tanrıda tanrı olmaz, ben işte bunu vurgulamaya çalışıyorum,

        kader konusunda sınavda sorulacak soruları bilemeyiz diyorsun, sen gerçekten bu söylediğinde ciddi misin? o zaman sana bir tiyo vereyim, sorulacak sorular Kuran isimli bir kitaptan çıkacakmış, onu temin edip dersine çalışabilirsin,

        ilk olarak, yasak meyvenin cennette ne işi varmış? sorusunun cevabını öğrenmeye çalışabilirsin, öğrendiğinde gel, kader konusunu konuşalım.

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        ****”DE Kİ ile başlayan AYETLERDE PEYGAMBERE KENDİ İFADELERİYLE (yani Allah tan aldığı vahyi olduğu gibi Allah ın söylediği şekliyle değil) BAZI ŞEYLER SÖYLEMESİ İSTENİR” di!****

        Bana peygamberinizin kendi ifadeleriyle bazı şeyler söylemesine örnek olarak bazı şeyler söylermisiniz? Ama o bazı şeyler tanrısından aldığı vahiyden farklı olsun!

        Öncelikle vahiyin sahibi ve vahiyin tebliğini yapacak kişi belli iken, yani vahiyi alan kişi o vahiyi zaten tebliğ etmekle görevli olduğu topluluklara iletecekken ona vahiyi ayrıca De ki şeklinde bir yönlendirmeyle iletmek nasıl bir tanrı zekasına işaret eder anlatın!

        Yazar olduğunu iddia eden siz değilmisiniz! O zaman ne düşünüyorsanız onu anlatacaksınız! Bu kafayla Kuran tefsiri yazdığınızda ortaya neler çıkarırsınız hiç düşündünüz mü?

        Biz ilgili kitapta tanrı olduğu iddia edenin kendisine ben veya biz dediğini görmüyormuyuz! Demek ki yapabiliyor! O halde kendisinin yerine başkasının konuştuğu izlenimini verebilecek başka bir ”ben” figürünün araya karışıp anlamın önüne geçmesini istememesi mantıklı olacaktır!

        Ayrıca bazı deki ler arapça nuskhalarda yok oluyor! Sizce bu dekiler olmadığı zaman başka bir ”ben” konuşuyor izlenimi veren ayetleri düzeltmek için harekeleme ve noktalama zamanında veya 2.yazılışında aralara yazılmış olamazmı? Çünkü her ne hikmetse kuranın kitaplaştırması yani editoryal düzenlemesi peygamberim diyenin ölümünden ta abbasi döneminin ortalarına kadar İNSAN ELİYLE devam ettirilir!

        Bu arada benim Fussilet 52 nin başındaki deki Fusilet 53 üde kapsamalı tezim sizin hayrınızaydı! Benim değil! Ama olsun sayesinde sizin fantastik vahiy süreci yorumlarınıza da nail olmuş olduk!

        Dikkat edin ben yazılarımda ve-veya/ ya-ya da şeklinde yönelmeler yaparak olası bir yanlış anlamayı önlemek için önceden tedbir alıyorum! Ve ben sizin dininize mensup değilken buna bu denli önem verirken sizin araştırmacı-yazar ve kurandan mucize bulucu kimliğinizle bu denli çalakalem yazılar yazabilmeniz düşündürücü!

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        ”Allah cüzi iradenin ne yapacağını bilmemeyi değil,”ÖNCEDEN” bilmemeyi tercih etmektedir diyorum.” .(.-tabii bu benim şahsi düşüncem,alimler vs. farklı düşüyor olabilir)

        Öncelikle ben sizin yorumunuzla ilgilenmek istiyorum! Öncelikle sizin tarifinizdeki tanrı cüzi iradenin ne yapacağını önceden bilmemeyi tercih ediyorsa bu durumda nasıl oluyorda kuran ayetleri sadece indirildiği devire değilde geleceğe yani bugüne de hitap edebilir? Ne yapacağımızı bilmemeyi tercih etmişse önceden ne yapmamız gerektiğini söylermi? Önceden bilmemeyi tercih ediyorsa sonradan yani özgür olduğu iddia edilen iradenin tezahüründen sonra bilecektir! O halde önceden siz bulabileyin diye mucizeler koymuş olabilirmi? Bakın mucizeler başlıbaşına özgür iradeye müdahaledir! Çünkü mucize olağan durum içinde olağan olmayan bir eylemin gerçekleşmesi demektir! Bu eylemin arkasında eğer bir tanrı olursa tanrı bu eylemiyle olağan haliyle ve kendi özgür iradesiyle devam eden sürece olağanüstü bir eylemle müdahale etmiş olur! Tanrının kendi olağanüstü gücüyle yaptığı her müdahale, peygamber olsun, kitap olsun,melek olsun özgür iradeyi yok eder!

        T.TAŞPINAR doğumuna karar veremeyen hiç kimse için özgür iradeden bahsedilmez!

        Adamın birini duvarlarla kapalı bir bahçeye koyup bahçedeki ağaçların meyveleriyle beslenmeye zorunlu bıraktığınızı düşünün! Yiyecek seçenekleri bahçedeki ağaçların yemişleriyle sınırlı! Şimdi o ağaşların arasından seçtiği herhangi bir ağacın meyvesiyle beslenmesi özgür irade olabilimi? Bahçede yaşamaya zorlanışı (iradesi dışında) özgür iradesi sonucumuydu? Etrafında mevcut olan hiçbir şey onun iradesinin eseri değilken etrafında mevcut olan şeylerle etkileşimi nasıl özgür iradesinin sonucu olabilir?

        Burada söylenemeyen şeyi ben söyleyeyim! Aslında özgür irade diye bir şey yoktur kardeşim! Tanrı bizi yaratıp hayat verdi ise verdiğinin karşılığı olarak bizden herşeyi istemesi, bizi istediği oyunda kullanması, bizim cennette gülüşerek gezmemizi izlemesi, cehennemde yanarkenki bağırtılarımızı dinlemesi onun hakkıdır! Sınava gireceksin diyorsa,gireceksin okadar!

        Kendinizi bu kadar eğip bükmeyin, inandığınız dinin gerçeğinin bu olduğunu bildiğinizi biliyorum! Ama bu durum insanı ipleri yukarıdan sarkan bir kukladan öte birşey yapmıyor işte! Arada iplerden birini çekiştirerek özgür irade diye ağlaşmakda işin eğlencesi olmalı!

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn 1okuyucu
        “”””bir tanrının önceden bilmek istemediği eylemlerin yapıldıktan sonraki sonuçlarına bakarak bazı çıkarımlarda bulunmaya kalkışması, kullarını yönlendirmeye kalkışması, olagelen şeylere müdahil olması, önceden bilmek istemeyen bir tanrının yapacağı şeyler değildir,”””” diyorsunuz..
        Peki, insanların yapacağı eylemleri önceden bilen ,sonuçlarına bakarak çıkarımlarda bulunur mu? Zaten her şeyi biliyor…Kullarını yönlendirmeye çalışır mı?Önceden bildiği şeyi değiştirmeye mi çalışacak…değişirse önceden bildiği yanlışlanmayacak mı?
        örneğin bir takımın teknik direktörü oynanacak olan maçın sonucunu, golleri kimlerin atacağını ,kimlerin ne gibi hatalar ya da iyi hareketler yapacağını vs. tamamen biliyorsa ne diye oyunculara yönlendirme yapsın..neyi değiştirecek? değişirse de zaten bildiği yanlışlanacak değil mi?
        İşte bunlar bunlar düz mantıkla çözülecek şeyler değildir..
        Kader konusunda sınav soruları dediğim şey,başımıza gelecek olaylardır..Allah’ın bizim tepkimizi görmesi için meydana gelen olaylardır..
        yasak meyve de yine aynı amaçla yani sınav amacıyla cennettedir…cennette kalmayı hak edip etmeyeceklerini bilmek içindir..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        insanların yapacağı şeyleri önceden bilen tanrı eylemlerin sonuçlarına bakarak çıkarımda bulunmaz, çünki önceden bildiği eylemlerin sonuçlarını da bilir,

        ama önceden bilmek istemediği için sonradan öğrendiği sonuçlarla ilgili çıkarımda bulunan bir tanrı, üstelik kıstas olarak aldığı sabır veya cesaret konusunda iki farklı çıkarımda da bulunma yanılgısına da düşmez, yani % 80’lik vahim bir hataya düşmez,

        bu ancak bir şey bilmeyen (bilmek istemeyen değil) bir tanrı figürünün yapacağı bir şeydir, Kuranın tanrısının yaptığı budur, bilmediği şeyler konusunda ahkâm kesip, realitede işin öyle olmadığını anladığında yanıldığını örtbas etmek için kullarının zaafını bahane eden bir tanrı…

        bana aynı şeyleri tekrarlatıp durma, Kuranın tanrısı için önceden bilmek istememesi diye bir durum söz konusu değil, çünki Kuranın tanrısının önceden bildiği hiçbir şey yok, ne yarattığı varlığın özelliklerini biliyor, nede onların eylemlerinin sonuçlarını analiz edebilme yeteneğine sahip, sonradan öğrendiklerini de tam öğrenemediği için vahim hatalar yapıyor, yanılgıya düşüyor,

        bir antrenör, takımdaki oyuncuların kapasitelerini, neler yapabileceklerini az çok sezinleyebilir ama maçın sonucunu veya hangi futbolcunun maç esnasında nasıl bir performans sergileyeceğini bilemez, o nedenle futbolcuları maça en iyi şekilde hazırlamaya çalışır,

        ama tanrı yarattığı kulun özelliklerini bilir, yaratığı eylemlerin dışında herhangi bir eylemde bulunamayacağını da bilir, o nedenle yönlendirmeye gerek duymaz, ayrıca kaliteli (erdemli) olmaya çabalayan insanların ödül beklemediğini de bilir,

        yasak meyve, sınav martavalını uyduranların icad ettiği bir argümandır, sınavın başlaması için Ademin yasak meyveyi yemesi gerekiyordu, Ademin yasak meyveyi yemesi için yazılan senaryoda şeytana aldatıcı rolü verildi, şeytan ademi kandırarak yasak meyveyi yemesini sağladı, yani Adem kendi özgür iradesiyle değil, şeytanın onu kandırması sonucu yasak meyveyi yedi, insanın kandırılmaya müsait bir varlık olduğunu realiteye bakarak görebilirsin?

        özetle söylersek sınavın başlaması için Ademin yasak meyveyi yemesi gerekiyordu, öyle ya Ademin yemeyeceği bir yasak meyvenin cennette ne işi olabilirdi? herhalde laf olsun, torba dolsun diye cennete konmadı, yani yasak meyve Ademin kaderine yazıldığı için Adem yasak meyveyi yedi,

        yani Adem istese de, istemese de yasak meyveyi yiyecekti, çünki yasak meyve Ademin kaderine yazılmıştı, tabi bu senaryonun kader konusunu işin içinden çıkılmaz bir hale sokacağı hesap edilmediği için 1400 yıldır kader konusu tartışılıp durmaktadır, tartışmanın kıyamete kadar da biteceği yoktur,

        madem tanrı inancın var, gel sen evrenin tanrısına itibar et, (tabi bu durumda ödül beklentinden de vazgeçmen gerekecek?) çünki evrenin tanrısı böyle abuk sabuk şeylerle uğraşmaz,

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn.toro,
        “”””Ne yapacağımızı bilmemeyi tercih etmişse önceden ne yapmamız gerektiğini söylermi?””” diyorsunuz.
        Peki, bir öğretmen yapacağı sınavda önceden her bir öğrencinin ne yapacağını bilmediği halde önceden ne tür soruları nasıl çözebileceklerini anlatmıyor mu derslerde….?
        Kuran’daki mucizelerin benim veya bunları tespit eden diğer kişilerin tespit edeceğini önceden bilmesi ayrı konu,bu kişilerin tespit etmesini sağlaması ayrı bir konudur..zamanı geldiğinde bu konuları en çok merak eden ve en çok istekli olan kişilere bunların tespiti için yardımcı olmuş olabilir..(tabii bu vahiy alma vs. şeklinde değildir..bu kişileri kutsallaştırmaz..)
        Ya da bazı olguları önceden bilmeyi tercih ettiği için önceden bilebilir.. belki zamanda ileri gidip görebilir vs. (bilmeyi istemezse de bilmez) buna hiçbir şey engel olamaz..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        bahsettiğin öğretmenin görevi, doğa yasaları denen kitabın incelenmesiyle elde edilen bilgileri öğrencilerine aktarmaktan başka bir şey değildir, üstelik o bilgiler, insanoğlunun nesilden nesile doğayı keşfettikçe, deneyim elde ettikçe üstüne ekleyerek biriktirdiği bilgilerdir, yeni nesillerin dünyayı yeniden keşfetmeleri beklenemeyeceğine göre, birilerinin onlara aile yaşamında, okullarda, yaşamının diğer kesitlerinde bir şeyler öğretmesi gerekmektedir, bir öğretmeninde yaptığı öğrencilerine ihtisas alanına giren bilgileri aktarmaktan ibarettir,

        o nedenle bir öğretmen, öğrencilerinin sınavda ne yapacaklarını bilmeyebilir ama o öğrencilerin öğrenmedikleri şeyleri bilemeyeceğini de bilir, üstelik öğrettiği bilgilerde başarısız olanları sonsuza dek cezalandırmayı da düşünmez,

        evrenin tanrısı koyduğu doğa yasalarıyla insanoğlunun bilmesi gereken her türlü bilgiyi yeryüzüne serpiştirmiştir, gerisini insanoğlunun bu bilgileri araştırıp bulmasına bırakmıştır,

        yani tanrının insanoğluna bir şey öğretmesine gerek yoktur, çünki doğa yasaları denen kitap insanoğluna öğrenme konusunda rehberlik etmektedir, öyle bir kitap ki oku oku bitmiyor, sonsuza dek okunsa yinede bitmeyecek bir kitap?

        tanrıyı insanla kıyaslamaktan ne zaman vazgeçeceksiniz? doğrusu bilemiyorum.

      • T.TAŞPINAR dedi ki:

        sn. 1okuyucu,
        “”””””insanların yapacağı şeyleri önceden bilen tanrı eylemlerin sonuçlarına bakarak çıkarımda bulunmaz, çünki önceden bildiği eylemlerin sonuçlarını da bilir,””””” diyorsunuz.İnsanların yapacağı her şeyi; öncesini sonrasını yani bilinebilecek her şeyi bildikten sonra biz insanları hayat sahnesine koymanın ne anlamı vardı..?.insanlara bir şeyleri ispat edebilmesi için bir şans verilmelidir ve Allah tarafından verilmiştir..
        Öğretmen örneği ile ilgili yazdıkların benim yazdıklarımı pek karşılamıyor..Evrenin tanrısı inancınız da bana göre şirkten ibaret..

      • 1okuyucu dedi ki:

        T.TAŞPINAR;

        tanrının önceden bildiği şey, eylemlerini yaratığı insanın tanrının bilmediği bir eylemde bulunamayacağıdır, yani insanoğlu hangi eylemi yaparsa yapsın, bu tanrının bilmediği bir şey değildir, o nedenle tanrı şu anda benim ne yaptığımı bilme gereği duymaz, çünki ne yaparsam yapayım onun bilmediği bir şeyi yapmış olmam mümkün değildir, yapabilmem için benim tanrısal gücümün olması gerekir, zaten tanrı koyduğu doğa yasalarıyla insanoğlunun yapabileceklerini belirlemiştir, varlığı zorunlu olan zıt kavramlar nedeniyle de insanların yaptığı eylemlerin sonucu ya olumlu olacaktır yada olumsuz olacaktır,

        örnek vermek gerekirse, şu anda tüm insanlığın yapmakta olduğu her şey tanrının bilmediği şeyler değildir, tanrının insana verdiği akılla ve yeryüzüne serpiştirdiği materyallerle teknolojik devrimi gerçekleştirmesinin bir sonucu olarak insanoğlunun bilgisayarı, interneti icad edeceğini bildiği için benim laptopta yazı yazmam tanrının bilmediği bir şey değil, ben bıçakla elmada kessem, adamda öldürsem bu tanrını bilmediği bir şey değildir, çünki bu eylemleri tanrı yaratmıştır, o nedenle benim tanrının bilmediği bir eylemde bulunmam söz konusu olamaz,

        yani tanrı sistemi kurmuş, doğa yasalarıyla kurallarını koymuş, sistemi otomatiğe bağlamış ve sistem tanrının kurguladığı şekilde tıkır tıkır çalışıyor, arkasına dönüp bakmasına, merak etmesine, kimin ne yaptığını bilmesine gerek bile yok..

        zaten hiç bitmeyecek olan bir geleceği bilmeye çalışmanın anlamsızlığı göz önüne alındığında tanrının geleceği bilmek gibi bir çabaya girmesinin mantıkla açıklanacak bir tarafı da yoktur,

        maddenin olmadığı bir sonsuz boşlukta tanrının hiçbir anlamı olmaz, işte ben tanrıya bir anlam katabilmek için varım, bunun için benim ödüllendirilmem veya cezalandırılmam gerekmez, çünki ben varsam tanrının bir anlamı olur, ben yoksam tanrının hiçbir anlamı olmaz, işte canlı yaşam (hayat sahnesi) bunun için var, sınav için değil…

        ama dini inanç alanında tanrıdan (başöğretmen) aldıklarını iddia ettikleri kitapları inanırlarına (öğrencilerine) açıklayan peygamberlerin (öğretmenlerin) tanrının insanları sınava tabi tuttuğunu iddia ederek dayattıkları tanrı kurallarını, tanrını kitabı budur diyerek sahte tanrılara kapı açmaları, uydurdukları tanrıların avukatlığına soyunmaktan başka bir şey değildir, tabi kendilerine pay çıkarmaları işin başka boyutu…

        o nedenle evrenin tanrısı gerçek, enlerin tanrısı ise sorgulanmaya muhtaç, yani ben gerçek tanrıya inanıyorum, siz ise inandırıldığınız tanrıya inanıyorsunuz, kimin şirk koştuğu ortada…

        korunduğunu iddia ettiğiniz kitap, iyi ki korunmuş, yoksa ipe sapa gelmez şeyleri savunmak için binbir takla atan insanların bugün bile var olduğunu nereden bilecektik,

        iyisimi siz, tanrınızın günümüze uymayan ilkel yaşam tarzına harfiyen uymaya çalışın, tanrınızın emirlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışın, tanrınızın bunca peygambere, bunca kitaba rağmen egemen kılamadığı dinini egemen kılmaya çalışın, yoksa tanrınız bu gidişle bunca peygambere, bunca kitaba rağmen yeryüzünde egemen kılamadığı dinine bakıp saçını başını yolacak,

        yani tanrınızın muradını yerine getirmek sizin en önemli vazifeniz olmalı, yoksa tanrınız yeryüzünde egemen kılamadığı dini nedeniyle kendisini beceriksiz hissedecek, onun için burada takla atmakla zaman kaybetmeyin, bir an önce tanrınızın muradını gerçekleştirin,
        bunun en kestirme yolu Muhammede inanmayanları yok etmektir, yok ettiğinizde geriye Muhammede inananlar kalacaktır, o nedenle sizin çok işiniz var, kaybedecek zamanınız ise hiç yok,

      • toro dedi ki:

        T.TAŞPINAR,

        Bir öğretmen ile sizin tanrınız eşit sıklette örneklermidir? Siz tanrıyı örneklediğinizde onun eşiti olarak öğretmenlerimi kullanmayı uygun buluyorsunuz? O zaman bende bir kaplan ile bir karıcayı aynı sıklette düşüneyim ne dersiniz? Bakın size güzel bir örnek vereyim, kağıt saymayı öğrenmiş birinı tarihte 400 yıl geriye gönderelim o kişi oynadığı ilk kağıt oyununda geleceği görme yeteneği olan tanrısal bir kişilik olarak görülebilir! Ama adam sadece kağıt sayıyordur!

        Sürekli ya da , olabilir, görebilir deyip bir ihtimalden bahsediyor sonrasında ise ”buna hiçbir şey engel olamaz..” deyip hüküm veriyorsunuz! Kafanız fazla karışık!

  38. 1okuyucu dedi ki:

    Bilal,

    melek sayılarıyla boşuna uğraşma, Yılmaz melek sayılarını sonsuza bölüp hepsini sıfırladı, yani melekleri yok etti, dolayısıyla Allah meleksiz kaldı.

  39. rammsteinn dedi ki:

    csk
    yahudilerin net olarak üstün kılındığı ortada.
    neden cezalandırıldıklarıda ortada
    Bakara, 2/65-66
    Ve andolsun ki siz, içinizden cumartesi günündeki (avlanma yasağını) çiğneyenleri biliyordunuz. O zaman onlara: “Hakir (aşağılık) maymunlar olun.” dedik.

    http://www.kurantefsiri.com/kuran_tefsiri/bakara/bakara_suresi_tefsiri.aspx?ayet=65
    sitede ilginç bir de cümle var

    Cumartesi yasağını çiğneyen bir grubu Allahû Tealâ maymun haline çevirmiştir. Bugün Fransa’da yapılan araştırmalarda, bazı maymunlarda insanlıktan sonra maymun olduklarına dair kesin deliller bulunmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in bu âyeti de o maymun türünü ispat etmektedir.

    hikaye zaten saçma. açıklaması ondan da saçma. bazı maymunlar insan olduktan sonra tekrar geri maymuna dönüşmüşler. ve kesin deiller varmış mış mış… nerede?

    esas sorun
    diyorsunuzki kuranın bütününe bakmak lazım. bakalım bakmasına ama kararı neye göre vereceğiz.
    şiddet içeren onlarca ayet var. saygı sevgi içeren ayetlerde var.
    şu meşhur terör örgütleri şiddet içeren ayetlere bakıyor.
    ılımlı islam alemi saygı sevgi içeren ayetlere bakıyor.
    tanrı bir sağ diyor bir sol diyor.
    ben sağa giderim,sen sola gidersin. öbür tarafta ikimize de tanrı “neden o tarafa gittin” diyemez.
    çünkü kuranda net olmayan birçok konu var. peygamber efendimiz hayatını şekillendirirken kuran da ona göre şekillenmiş. onun işine nasıl geliyorsa kurandaki ayetler ona göre işlenmiş.

    asıl hikaye musaya kadar gider. musa efendimiz o zamana kadar kimsenin aklına gelmemiş olan bir fikir atar. “görünmeyen tanrı” baktı tutunca kendini üstün görmeye başlar. nedense kurduğu dinin bütün temellerini eski antik kavimlerden alır.
    bu devirde kendini üstün ırk görenlere ne denir bilirsiniz. ben demeyeyim zira “hakaret ediyorsun benim peygamberlerime” dersin.

    kısaca
    bir kitap eğer gökyüzü için hem mavi hem kırmızı der.
    ne yapalım. mavi dediği için kırmızıyı görmezden mi gelelim?

    • csk dedi ki:

      İslamı ılımlı ve şiddet olarak ikiye ayırmışsın.Bu söz konusu olamaz.Kuran da tek bir çizgi vardır.
      Yine diyorum ki kur’andaki ayetleri bütünsel olarak ve kendi bağlamlarında ele alındığında görülecektir ki savaş ancak saldırıya uğranılmışsa, ya da zulüm görme/zulme uğrama durumu varsa veya hayat hakkınız elinizden alınacaksa/fitne ve terör ortamındaysanız bu durumu sonlandırmak için meşrudur.
      Fakat savaş durumunda bile adaletten, aşırıya kaçmaktan, intikam duygularıyla zulme yönelmekten kaçınmak esas olup yapılması gereken bir an önce barış ortamına geçebilmektir.

      “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz.
      Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din(inizi terk etme) uğrunda savaşanları,
      sizi yurdunuzdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar.
      Kim onlara dost olursa işte zalimler onlardır.”
      Mümtehine: 60/8-9.

      Vatanınıza saldırıp, çoluğunuzu, çocuğunuzu eşinizi,ana- babanızı gözlerinizin önünde öldürüp türlü işkenceler ederken sizlerin onlara sadece bakmakla
      ya da öğüt vermeklemi yetineceksiniz.
      İşte Kur’andaki savaş ve savaşta öldürme ile ilgili ayetler bu bağlamda ele alınmalıdır.
      Kur’an savaşta korkak davranılmamasını ve zulmü ortadan kaldırıp barış ortamı sağlanıncaya
      kadar cesurca mazlumların haklarının korunması gerektiğini vurgular.
      Savaşta bile aşırıya gitmemek, yani işkenceye, zulme, kötü muameleye, katliamlara bulaşmamak
      ve bir an önce barışa yönelik adımlar atmak Kur’an’ın öngördüğü esas tavırdır.
      Aşağıda savaşın hangi durumlarda meşru olacağı ile ilgili ayetleri incelersek.

      “Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah onlara yardım etmeye kadirdir,”
      Hac: 22/39
      “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.
      Onları (size karşı savaş açanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.
      Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.”
      Bakara: 2/190-191
      “Size ne oluyor da Allah yolunda ve “-Rabbimiz! Halkı zâlim olan şu ülkeden bizi çıkarıp kurtar ve kendi katından işlerimizi (idare edip)
      düzene koyacak bir sahip ve kendi tarafından bize bir yardımcı gönder!” diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”
      Maide: 5/2.

      “İyilik ve takva hususunda yardımlasın, günah ve saldırganlık üzerinde yardımlaşmayın.
      Allah’tan korkup (kötülüklerden ve her türlü tecavüzden) sakının. Şüphesiz ki Allah’ın cezası çok şiddetlidir.”
      Nisa: 4/75

      Savaşa yönelik çoğu ayet sürekli anlaşma yapıp da bozan ve üstünlüğü ele geçirdiklerinde katliam ve zulüm yapan topluluk “müşrikler”e yöneliktir.

      Fitne de adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. Onlar eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler.
      Bakara: 2/217.

      Verilen bunca örneklere rağmen kuranın ırkçılık ve şiddetten yana olduğunu anlıyorsunuz.Allah her zaman güzelliği iyiliği emreder.

      Kadir ve yasir arkadaşlarım da senin örnek verdiğin ayeti çok güzel bir şekilde açıklamışlar.Onlara teşekkür ediyorum.İnş tatmin olmuşsundur.

      • rammsteinn dedi ki:

        dönüp dolaşıp bir kısır döngünün içine giriyoruz.
        inanmayanlar şiddet ayetlerini ortaya dökerler
        dindar arkadaşlar aynen csk nın yaptığı gibi sevgi-saygı ayetlerini dökerler

        terör örgütleri şiddet dolu ayetleri referans alırlar,ılımlılar sevgi-saygı ayetlerini referans alırlar. her iki tarafta kendince tanrının takdirini kazanmak için kendine bir yön çizer. her iki tarafta kendince haklıdır. bu dindarların,ayrıca kuranın çelişkisidir.
        ben kendimi peygamber zamanında yaşayan yeni müslüman olmuş biri olarak farzediyorum. peygamberim bir gün bana diyorki;

        Tevbe / 5
        Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

        ben bu ayeti dinleyince emri yerine getirmekle mükellef olurum. hemen bir gözetleme yerine geçerim. bakarım bir putperest yaklaşıyor. çekerim kılıcı onu bir yere çeker hapsederim. derim ki “tevbe et müslüman ol namaz kıl ve zekatını ver” iyi ihtimal kabul eder. zekatı alırım cebime koyar diğerini beklerim. eğer kabul etmezse işin rengi oldukça değişir. biraz tartaklarım. adamın ölmesini istemem çünkü müslüman olma ihtimali var. öldürmek son seçenek. çünkü işin ucunda bir de zekat var. ölürse zekat haram olur. tartaklamadan da sonuç çıkmazsa son seçenek öldürmek kalır. müslüman olmazsa kaçınılmaz son. ne kadar istemesemde adamı öldürmek zorunda kalırım.

        bu hikaye farzı misal. zannediyorum ki defalarca yaşandı. artık kaç kere yaşandı kimbilir?
        şimdi diyeceksiniz ki “efendim ayetin ilerisinde saygı-sevgi ayetleri var. allah öldüreni sevmez ayetleri var” tamam olabilir. ama arada o ayetlere kadar kimbilir ne kadar zaman geçti? bu hikaye hiç yaşanmadı diyebilirmiyiz? “saldıranlar hep müşriklerdi” diyebilirmiyiz?
        “ayetler sadece savunma amaçlıydı” diyebilirmiyiz?
        tanrı bu ayeti gönderirken acaba bu tarz hikayelerin yaşanıp yaşanmayacağını bilmiyormuydu?

      • 1okuyucu dedi ki:

        rammsteinn;

        “”””””Tevbe / 5
        Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.””””””

        onları bulduğunuz yerde öldürün dendiğinde, bunun anlamı onları ele geçirdiğinizde, aman dilemesini, tövbe etmesini hiç dikkate almayın, hatta onları esir almayı bile denemeyin, yakaladığınızda öldürün anlamına gelir, çünki verilen emir “öldürün” emridir, bu emrin gereği ise öldürmektir,

        dolayısıyla akabinde söylenenlerin ilk cümleyle ilgi kurulacak hiçbir mantıklı açıklaması olamaz, çünki ilk cümlede verilen emir, “öldürün” emridir, bu emrin gereği ise öldürmektir.

        ayrıca, bunca peygambere, bunca kitaba rağmen yeryüzünde halâ tanrının dini egemen olmamış, buradaki Müslüman arkadaşlar bile İslâm aleminde yaşanan dinin Kurana göre yaşanmadığını iddia ediyorlar, yani onlara göre İslâm alemi Kuranı saf dışı etmiş, Kuranla ilgisi olmayan bir dini yaşıyorlarmış,

        görünen o ki, tahrif edildiği söylenen diğer kitaplar Müslümanlara göre bir işe yaramıyor ama İslâm alemi Kurana göre yaşamadığı için Kuranda bir işe yaramamış, yani ortada kitaplar var ama uygulayan yok, deyim yerindeyse ortada hiçbir işe yaramayan kitaplar var,

        ama yinede kitapların bir işe yaramadıkları söylenemez, en azından inanırlarının birbirlerini boğazlamaları için buldukları en uygun bahane olmuş.

  40. kadir dedi ki:

    sayın ramsteinn…

    “Cumartesi yasağını çiğneyen bir grubu Allahû Tealâ maymun haline çevirmiştir. Bugün Fransa’da yapılan araştırmalarda, bazı maymunlarda insanlıktan sonra maymun olduklarına dair kesin deliller bulunmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in bu âyeti de o maymun türünü ispat etmektedir.”

    sevgili kardeşim… dönüp dolaşıp hala aynı şeyleri söylüyorsun. bu ayete yüzlerce kez cevap verildi.. ama papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun. işin ilginç tarafı kuranı araştırmıyorsun bile.. yüce allah bu ayette o insanları maymuna çevirmemiştir.. allah nezdinde o insanlar maymun iştahlı, maymun karakterli, doyumsuz olmuşlardır.. günümüzdede yahudilerin bir kısmı böyle değilmidir.. allaha yakın olmanın şartı bu dünyada çok zengin olmaktan geçer mantığıyla hayatlarını sürdürmektedirler.. bak sana bir ayet;

    “allahın sünnetinde (yaradılış kanununda) asla bir değişiklik bulamazsın..”

    bu ayeti dön dolaş anlayana kadar sürekli oku.. nasıl dünya sürekli olarak dönüyor, ay sürekli olarak görevini yapıyor, gezegenler, güneş, yerçekimi, vs.vs. bunların hepsi hiç aksamadan sürekli olarak kendi işini yapıyor.. bu ayete istinaden insanın maymuna dönüşmesi söz konusu bile değildir.. ama yüce allahın bunu yapmaya gücü her zaman yeter. o ayrı bir konu.. fakat diyor ki.. ben sizi kurduğum bir düzen içinde yarattım.. kıyamete kadar o kanunlar devam edecek… yani insanın fiziki olarak maymuna dönüşmesi söz konusu değildir.. türkçede çok kullanırız. aç gözlü insanlara “maymun iştahlı” deriz.. işte bu deyim dilimize arapçadan geçmiştir..

    • yasir dedi ki:

      Ah bee ramsteinn…

      Kaç kere anlattık…Hala akıl edemiyorsun…Hür bir iradeye-akıla sahip canlı olanlar, bunlara insan deniyor ama gerçekten insan olabilmen için gerekli olan kalite standartları vardır ve bunları Allah Kuranda açıklamıştır toplu olarak bunları yazdık, bunları altına düşenler hatta bunları bildikleri halde bu standarların altına düşenler bırak maymun olayı maymunun bile aşşağısındadır…

      Bu standartları yakalayanlar ve uyanlar, eşrefi maklukattır yani yaratılıştan gelen Ahseni takvim’ini korumuş olursun, yok ben bu standartlara uymam ve Allahın koymuş olduğu bu kalite standartlarının karşındayım deyip bunlara aykırı işler yaparsan esfeli safilin olusun yani aşşalaklarında aşşası olusun…

    • rammsteinn dedi ki:

      . nasıl dünya sürekli olarak dönüyor, ay sürekli olarak görevini yapıyor, gezegenler, güneş, yerçekimi, vs.vs. bunların hepsi hiç aksamadan sürekli olarak kendi işini yapıyor.
      —-
      kuranın zaten araştıralacak neresi var. araştıranlar nereye vardı?
      benim kulak verdiğim sadece bilimdir.
      bilimde der ki “dünyanın dönüş hızı yavaşlıyor,ayın yörüngesi hersene dünyadan uzaklaşıyor”
      allah kainatı düzenli yaratmıştır,her şey sistemlidir.
      bu laf sadece tanrının kudretini simgelemekten öteye geçmez. kainat kaotiktir. bunu bu sitede onlarca defa yazdım. hala aynı şeyler söyleniyor. evren düzen içinde gözükebilir ama kesinlikle düzenli değildir.
      yok efendim neymiş “tanrı kusursuz insanı yaratmış. daha insan bir kalp,bir göz yapamıyor”
      bu laflara ancak cahil tayfa inanıyor. doğuştan sağır bir kadına biyonik kulaklık yapıldı. kadının ilk defa duymaya başladığında ki tepkisini nette bulursunuz. haberlere çıktı.
      bunu din adamları nasıl yorumlar?
      koyu din adamı “allahın işine karışılmaz.kadında doktorda cehennemliktir”
      ılımlı din adamı “allah istemeseydi şifa olmazdı. kadın gene duyamazdı”
      her iki görüşte saçma.

      maymun olma olayı.
      defalarca konuşuldu. saçmalığında saçması.bir şeyi savunuyorsunuz. bunu da size nasıl öğretildiyse hiç sorgulamadan inanıyorsunuz.zaten sorgulayanlarda dinden çıkıyor.

      “allahın sünnetinde (yaradılış kanununda) asla bir değişiklik bulamazsın..”
      öyle değişiklikler yapılıyor ki. artık insanlar doğacak çocukların fiziksel tüm özelliklerini seçebilecek döneme girdi. canlıların yüz yıl içerisinde evrimsel değişikleri ispatlandı.
      marsta yerçekimi oranı bellidir. bunu yeryüzündeki çekim oranına uyarlama çalışmaları yapılıyor.
      tanrı bile kendi yarattığı doğa kanunlarına boyun eğerken,insanlar doğa kanunların karşısına çıkmaya başlıyor.

      on tane din adamının ortasına kuranı getirin. her din adamı kendine göre değişik yorumlar. nerde apaçıklık? herşeyi yaratan bir güç nasıl bu kadar anlaşılmaz bir kitap yazdırır? en basidi “maymun olun” lafı. hadi biz yanlış çeviriyoruz. araplar bile işin içinden çıkamıyor. net konuşamıyor.
      böyle anlaşılmaz bir kitabı en kötü yazar bile yazmaz. yazsa zaten yazar olmaz.
      konu maymun olmanın anlamı değil,burda ki anlamsızlıktır. bunun gibi fikir birliği edilmemiş onlarca ayet var. buna da kılıf hazır “tanrı öyle bir kitap yazdırdı ki,yüzlerce yıldır araştırdıkça yeni anlaşılıyor”

      mısırın gizemleri üzerine yapılan araştırmalar,gizemler bile insanlara çok daha çekici geliyor. acaba niye? çünkü ortada gerçeklik var. kurana insaların ilgisi ne? sıfır.
      sadece elinde hesap makinesiyle mucize avcılarının yaptığı komik araştırmalar var.
      eğer başka bir dinden olsaydınız kuranı okusaydınız “bu nasıl bir kitap,birbiriyle ters anlamlı onlarca cümle var” derdiniz. ama çocukluktan itibaren cehennem korkusuyla yetişen birisi hiçbir çelişki göremez. çünkü sorgulamaz. içinde ne varsa inanmaya mecburdur.

      ortada gerçektende bu kadar mucizelerle dolu bir kitap olsa,inanın dünyada müslüman olmayan tek bir kişi kalmazdı. kalırmıydı ? bunun cevabına “kalmazdı” diyemezsiniz. çünkü işin ucunda cehennem var. kim ister mis gibi sübyan huriler varken cehennem ateşini?

  41. kadir dedi ki:

    sayın ramsteinn.. arapçanın a sından haberin yok. bide burada kuran hakkında ahkam keserek yorumlarda bulunuyorsun.. sana araştır diyorum. onuda yapmıyosun. iftira üstüne iftiralara devam ediyorsun.. bilginin olmadığı şeylerin peşinden gidiyosun.. sana defalarca sordum. sen ayın dünyanın yörüngesinden bir anda ayrılıp savrulduğuna şahitmi oldun.. periyodik uzaklaşmaları hangi mantıkla kendine kanıt ediniyorsun.. evrenin genişlediğini bilmiyormusun.. bundan milyarlarca yıl önce belkide ay daha yakındı dünyaya.. asıl sorgulamadan ateist sitelerin peşinden giden sensin.. seni çok fena kandırmışlar.. bilinç altına kuranın hatalı olduğunu yerleştirmişler.. araştırmaya tenezzül bile etmiyosun..

    “on tane din adamının ortasına kuranı getirin. her din adamı kendine göre değişik yorumlar. nerde apaçıklık? herşeyi yaratan bir güç nasıl bu kadar anlaşılmaz bir kitap yazdırır? en basidi “maymun olun” lafı. hadi biz yanlış çeviriyoruz. araplar bile işin içinden çıkamıyor. net konuşamıyor.”

    arkadaş günümüzde kuran meallerinin birbirinden farklı olmasının nedeni, yorumlayanların arapça gramere tam vakıf olamamalarından kaynaklıdır.. çeviri yapmak ciddi bir iştir.. bunu yapan insanın bilgi birikimi tam ve eksiksiz olmalıdır.. ayrıca yorum faklılığını insan düşünerek çözer.. kuran daima insanın aklına hitap eder. insanın düşünmesini ister.. ebu cehil, ebu leheb, arapçayı su gibi konuştukları halde kuranı yanlış yorumlamışlardır.. inanmamışlardır.. onlardada arapça vardı fakat düşünmek yoktu.. işte bu işin en önemli noktası budur.. düşünmeden birşeyleri anlayamazsınız..
    bir resme bakarsınız, resmin ne anlatmak istediğini anlamanız için düşünmeniz gerekir.. siz resme düşünmeden bakıyorsunuz..

    “ortada gerçektende bu kadar mucizelerle dolu bir kitap olsa,inanın dünyada müslüman olmayan tek bir kişi kalmazdı. kalırmıydı ? bunun cevabına “kalmazdı” diyemezsiniz. çünkü işin ucunda cehennem var. kim ister mis gibi sübyan huriler varken cehennem ateşini?”

    kuranın mucizesini ancak ona iman eden fark eder. ona iman etmeyenler ise açık açık gözlerinin içine gire gire muzice isterler.. oysa asıl mucizenin yüce allahın rahmeti olduğunu kavrayamazlar.. tıpkı sizin kavrayamadığınız gibi.. ben kuranı her okuduğumda yüce allahın eşsiz yaratma sanatıyla ve bizlere olan rahmetiyle karşılaşıyorum..

    ayrıca kuranda sübyan hurilerin olduğunu ispatlayamazsan en büyük iftiracısın.. sen önce “hurin” kelimesi arapçadan ne anlama geliyo onu öğren ondan sonra yorum yapmaya kalk.. sen iftiradan başka birşey bilmiyorsun.. bana ayet göster kardeşim.. göstereceğin ayetleride tahmin ediyorum zaten.. ateist sitelerin iftiralarının sorgulamadan peşinden gitmeye devam et..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,
      Bana kim ”bilmediğini bilmediğini bilebilir” söyleyebilirmisiniz?

      Bu sorunun cevabını beklerken sizinle bir bilgiyi daha paylaşmak isterim!

      Hani Arapça deyip duruyorsunuz ya! Kuran indiği anda Arapçada Hareke ve Noktalama kullanımı yoktur! Bu işlem açıkça anlam kaydırması ya da yeniden düzenleme olarak algılanabilir! İşin trajedisi işlem Emeviler zamanında ve bir defa değil tam 3 defa yapılmıştır! Hadi diyelim ki Kuranın kitap haline gelişi kuranın peygamberinin ölümü sonrasına kaldı! Peki harekelenme ve noktalama işleminin özellikle kuranın peygamberinin ailesine karşı kin besleyen ve onlarla açıkça savaşan Emevi dönemine denk gelmesine ne diyeceksiniz? Özellikle Kabeyi mancınıklarıyla yıkan Haccac ın kitapta kullanılmak üzere kitaba sesli harfler ve imla kuralları eklettiğini biliyormuydunuz?

      Bu harekeleme ve noktalama işini yapanlar ise sırasıyla,
      Ebu’l-Esved ed-Düeli (69/688), Nasr b. Asım (89/708), Halil b. Ahmed (175/791) dır.

      Bu işlemlere neden gerek duyuldu sorusuna islam alimleri şöyle cevap verirler;

      ”Arap olmayanların İslam’a girmeleri ve bunların Arapçaya vakıf olmamaları sebebiyle Kur’an-ı Kerim’i yanlış okuma olaylarına sık sık rastlanılır olmuştu. Dolayısıyla Kur’an’ı sağlıklı ve kolay okumayı sağlayacak nokta ve hareke gibi bir takım düzenlemelere gitmek gereği belirmişti.”

      Sanırım bu başından hesap edilememiş bir durumdu! Çünkü madem kitap bütün dünyaya hitap ediyordu, o halde neden herkesin anlayabilmesi için gerektiği düşünülen düzenlemeler insan eline bırakılmıştı? Bu harekeleme ve noktalama işlemlerinin emir ile yaptırıldığınıda gözardı etmeyelim! Ama bu emir Kurandan gelen bir emir değildi! Öyleki Hareklenmesi ve noktalanmasına rağmen kuran

      ”(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.” Kıyame,16
      ”Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.” Kıyame,17
      ”O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.”Kıyame,18
      ”Sonra onu açıklamak da bize aittir.” Kıyame,19

      bunları yapmayın demektedir!

      Sevgili kadir, hareke ve nokta direk okunuşla ilgilidir, dilin nerede nasıl kullanılacağı ve metnin nerede sonlanacağı!

      Şimdi şöyle düşün elimizde bir taslak metin var ve bu taslak metin günümüze ulaşana kadar defalarca yeniden düzenlenmiş! Elimizde ham hali yani ilk kullanılan kureyş lehçesi hali yok! Aynen kitap editörlerinin yayımlamadan önce kitaplarının ön düzelmesini yapmaları gibi yapılan revizyonlar! Dolayısıyla kitabın kendisinin dediği gibi ”Sonra onu açıklamak da bize aittir.” sözüne rağmen türeyen tefsirci ve meallcileride düşünürsek medine ve mekkenin yağmalandığı müslümanların birbirini kabe önünde katlettiği hatta bu kavgalar sırasında kabenin kendisinin bile yıkıldığı bir dönemde hakim yönetim gücü Emevilerinin tanrı aşkına Kuranı revizyona soktuğunu düşünmek bence pek mantıklı değil! Kuranı kendi yönetimlerini meşrulaştıran bir metin haline dönüştürmüş olmaları hiçte küçümsenmeyecek bir olasılıktır!

      Bu yüzden diyorum ki okuyorsunuz ama neyi okuyorsunuz, kendisine peygamberim diyenin ağzından dökülenlerimi yoksa emevilerin revize ettiği metinimi?

      Sadece ilk anda olmayan sesli harflerin bile kurana sokuluşu başlı başına tahrif değilmidir!

      • rammsteinn dedi ki:

        kuranın o ham halini gerçekten merak ediyorum.
        en eski kaynak ile yazılışının arasında 2-3 yüzyıl var. ne oldu aralarda yazılanlara?
        kuran kendisine “açık” demiyor. “apaçıktır diyor. yani açıktan daha açık
        bu apaçıklık nasıl bir apaçıklıktır.
        ilk yazılan herekesiz. yazılanlar anlaşılmıyor diye herekeler konuyor.
        tam çözüm olmuyo. gene apaçık olmuyor.
        “de ki” ekleri konuyor. gene apaçık olmuyor
        parantez içindeki ifadelerle anlaşılır yapılmaya çalışılıyor. gene olmuyor.
        zira ayetlerin anlamları hala din adamları arasında tezat oluşturuyor.
        mucizedir denilen kitap bumudur?

        sayın kadir
        diyorsun ki
        günümüzde kuran meallerinin birbirinden farklı olmasının nedeni, yorumlayanların arapça gramere tam vakıf olamamalarından kaynaklıdır

        katılıyorum. dediğin doğru olabilir. hadi biz yanlış çeviride bulunuyoruz. dünyanın düz olduğuna işaret eden ayetler var diyoruz. siz çevirip yuvarlak yapıyorsunuz.
        peki bu kitabın anadili olan ülkedeki araplar niye “dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen dinden çıkar” diye fetva veriyor. biz yanlış anlıyoruz. araplarda mı yanlış anlıyor???
        diyorum ya, araplar bile kuranı anlayamamışken biz nasıl anlayalım.
        “arapça bilmiyorsan ahkam kesme” diyorsun. kusura bakma din senin dinin. ama hayal ürünü fantastik masallarla süslü bu dinin gerçekliğini kimse konuşmayacak mı?
        siz kalkıp “yahudilik ve hristiyanlık değiştiği için islam indirilmiştir” derken neye göre ahkam kesiyorsunuz. değişen nedir? “isanın yazılması için bıraktığı bir ayet varmıdır?” diye soruyorum cevap yok. insan elinden yazılmış incil nasıl olurda değiştirilmiş olur diyorum. cevap yok.
        siz kalkıp başka dine iftira atacaksınız,değiştirilmiş diye ahkam keseceksiniz sonra kalkıp islamı eleştirenlere “ahkam kesme” diyeceksin.
        camilere ateistlerden aldığınız vergileri sokacaksınız,sonra da islam daki kul hakkından bahsedeceksiniz.
        ateist kadının sütünü kendi çocuğunuza içirmeyeceksiniz,sonrada saygıdan sevgiden islamın insanları eşit tutmasından bahsedeceksiniz.
        yanıt basit. “bu iki uygulamayı tasvip etmiyorum”
        peki elinizde gizli bir islam tanıtım broşürümü var? tanrıyla konuşarak mı bunların islama uygun olup olmadığına karar veriyorsunuz?

        şöyle desem;
        görünmeyen bir ejdarha var. tanrı odur. kimse eleştirmeye,yok demeye yanaşmasın. ahkam kesmesin.aksi takdirde bunu saldırı olarak algılar,kendimi savunmaya alır,elimde saldırma hakkım olur.

        sizin tavrınız tam da budur. geçmişte de yaşanan buydu. umarım gelecekte olmaz

      • kadir dedi ki:

        ”Arap olmayanların İslam’a girmeleri ve bunların Arapçaya vakıf olmamaları sebebiyle Kur’an-ı Kerim’i yanlış okuma olaylarına sık sık rastlanılır olmuştu. Dolayısıyla Kur’an’ı sağlıklı ve kolay okumayı sağlayacak nokta ve hareke gibi bir takım düzenlemelere gitmek gereği belirmişti.”

        Sanırım bu başından hesap edilememiş bir durumdu! Çünkü madem kitap bütün dünyaya hitap ediyordu, o halde neden herkesin anlayabilmesi için gerektiği düşünülen düzenlemeler insan eline bırakılmıştı? Bu harekeleme ve noktalama işlemlerinin emir ile yaptırıldığınıda gözardı etmeyelim! Ama bu emir Kurandan gelen bir emir değildi! Öyleki Hareklenmesi ve noktalanmasına rağmen kuran”

        sayın toro..cebrail a.s. kuranı ilk kez hz. muhammede getirdiğinde arapça söz olarak getirmiştir. hz. peygambere yazılı bir metin vermemiştir.. çünkü o devirde kullanılan ve anlaşılan arapça ile bildirmiştir. islam alimlerinin ortak görüşüne göre hz. peygamber bu ayetleri vahiy katipleri o zamanın arap yazı kurallarına göre yazdırmıştır.. yüce allah her peygamberi kendi milletinin dili ile gönderdiğine göre arapça olarak gelmeside çok normaldir.. o devrin arapları arapçayı ve yazı dilini en iyi şekilde anlamalarıda arap oldukları için çok normaldir.. vahiy katipleri kuran nüshalarını harekeli olarak yazmış olsaydı, o devrin arapları o yazıyı bir saçmalık olarak görürlerdi.. tıpkı türk alfabesinin yazı diline bir takım eklemeler işaretler konularak yazılmasını bizler garip ve samimiyetsiz karşılarsak, araplarda harekeli yazıyı garip karşılarlardı.. işte bu nedenle kuranı kerim harekeli olarak yazılmamıştır.. çünkü ilk uyarılması gereken o devrin arapları kendi dillerinde anlamaları gerekiyordu.. islam yayıldıkça arapça konuşmayan diğer milletler kuranı okumakta güçlük çekmeleri çok normaldir. çünkü her dilin telfafuzu ağzın ve gırtlağın şekline göre değişir. kuranın aslına müdahale etmeden sadece okumakta ağız yapısı değiştirecek ve okumayı kolaylaştıracak işaretler konulmuştur. yani kuranın anlamına ve harflerine bir müdahale edilerek değiştirilmeden onun okunuşunu arapça dil yapısına uygun hale getirilmiştir.. bu aynı şuna benzer.. hz. peygamber zamanında kuran bir kitap halinde oladığı halde iddialar göre hz. ebubekir ve hz. osmanın kuranı kitap haline getirmesi gibidir.. hz. peygamberin peygamberliğinin risaleti boyunca kuran peyderpey indirilmiştir. hz.peygamber vefat edene kadar bu devam etmiştir.. hiçbir şekilde kuranın anlamına müdahale edilmemiştir..

        saygılarımla..

    • rammsteinn dedi ki:

      ayrıca “kuranda sübyan hurilerin olduğunu ispatlayamazsan en büyük iftiracısın..” demişsin
      allahın varlığını ispatlayamazsan acaba sen ne olursun?

      sübyan hurileri ispatlamaya gerek yok. çünkü herkes biliyor. arap bir tanıdığın varsa cennet ile ilgili ayetleri çevirmesini iste.

      senin kafanda nasıl bir cennet var bilmiyorum ama bir arabın hayalindeki cennet nasıl oluyor gayet açıktır.
      bir arabın hayalindeki cennet
      hurmalar,üzümler,nehirler,meyveler,ballar+atlastan yataklar+huriler….. (bal huri ve yatak kombinesine dikkat)

      dikkat edersen bu istekler bir arabın istekleri. arap kültürüne bak. bu kadın düşkünlüğünü gör.
      (eskimo yazsa kesinlikle şöminelerle dolu sıcacık bir cennet tasviri olurdu)

      peki şu anda yeni ergenliğe giren bir genç acaba cennet için neler hayal eder;
      ps4,iphone5s,free sms konuşma paketi,gökten kola yağması,ağaçlarda yetişen cips,her köşede lüks spor araba,
      vs vs

      kuranı ergen yazsa cennet heralde böyle olurdu. sonra birisi de çıkar “bunlar sadece tasvirdir.fiziksel değildir” demeye çalışırdı. o birisi kim oluyor acaba? siz mi ben mi?

      siz sorgulamadan bu dinin peşinden gidiyorsunuz. çünü tek istediğiniz cennete girmek. cehennemden kaçıyorsunuz. yani çıkarınız var
      peki ben ateist sitelerin peşinden giderek elime ne geçiyor?? hiç. çıkarım yok.

      • kadir dedi ki:

        “ayrıca “kuranda sübyan hurilerin olduğunu ispatlayamazsan en büyük iftiracısın..” demişsin
        allahın varlığını ispatlayamazsan acaba sen ne olursun?”

        dikkatini çekerim burada kurana saldırılarda bulunan sizsiniz.. madem inanmıyorsunuz niye bilmediğiniz şeyler hakkında yorum yapıyosunuz. benim allahımdan size ne.. ben kimseye iftira atmadan kalbimde yaşıyorum allahımı.. inanmadığınız bir kitap sizi niye bu kadar ilgilendiriyor.. yoksa birşeylerden mi korkuyorsunuz.. siz gidin ineğe tapın beni zerre kadar ilgilendirmez.. benim allahım sizi niye bu kadar ilgilendiriyor.. zorunuzamı gidiyor birşeyler.. hala papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsunuz. madem subyan huriler vardır diye iftira atıyosun. o zaman ispatlayacaksın bu durumu.. ispatlayamazsan, ne kadar samimiyetsiz, başkalarının peşinden giden, bir insan olduğunuzu kanıtlıyacaksınız..

        “sübyan hurileri ispatlamaya gerek yok. çünkü herkes biliyor. arap bir tanıdığın varsa cennet ile ilgili ayetleri çevirmesini iste.”

        sen çeviriyi arap tanıdığına değil, ateist sitelerin yorumlarına göre yaptığın gün gibi ortadadır. kuranda “hurin” diye geçen ifadeler cennet nimetlerinin temizliğini, saflığını, berraklığını ifade eder.. “ayn” ise hem “göz” hemde “pınar” anlamlarını taşır.. kuranda onlarca kez bu anlamda kullanıldığını görürsünüz.. böyle iken..
        kuranda geçen “hurin ayn” ifadeleri “temiz pınar”, “berrak pınar” “saf pınar” anlamına gelir.. burada iri gözlü hurilerden bahsetmek erkek düşüncesinin ürünüdür.. bu ayetlerde anlatılan cennet nimetleridir..

        “dikkat edersen bu istekler bir arabın istekleri. arap kültürüne bak. bu kadın düşkünlüğünü gör.
        (eskimo yazsa kesinlikle şöminelerle dolu sıcacık bir cennet tasviri olurdu)”

        oyüzden mi kuranı kerim kadınların edepli olmalarını, erkeklerin zina etmemelerini, kadınların kapalı giyinmesi gerektiğini, belirli şartlar dışında tek eşliliği önerdiği, kadın ve erkeğin bir ailede birbirlerinin velileri olduğunu, yani söz hakkının erkekle aynı olduğunu, çalışma, evin geçimini sağlama gibi bir yükümlülüğünün bulunmadığını vs vs. emreder..

        “siz sorgulamadan bu dinin peşinden gidiyorsunuz. çünü tek istediğiniz cennete girmek. cehennemden kaçıyorsunuz. yani çıkarınız var
        peki ben ateist sitelerin peşinden giderek elime ne geçiyor?? hiç. çıkarım yok.”

        bizim tek isteğimiz bu dünya hayatında yüce allahın varlığına iman etmek, onun varlığını bilerek yaşamaktır.. cennet cehennem allahın ödülü ve cezasıdır. hiçkimse kesin olarak cennete ve cehenneme gideceğini bilemez.. o yüzden allah rızası için hayat sürdürmek, bunun takdirinide allaha bırakmak gerekir.. yani amaç cennet cehennem değildir, bu dünya hayatında allahın rızasını kazanmaktır.. sonsuz ebedi hayata giderken onun karşısına mahçup olarak gitmemektir.. bizim inancımızı temelini bu oluşturur. ayrıca allaha hamd olsunki böyle davrananlara mükafat vaad etmiştir. istese böyle bir ödül vermeyebilir. siz birşeyleri düşünmediğiniz için cezanın ve mükafatın ne olduğunu kavrayamıyosunuz. aslolon bu cezanın ve mükafatın insanın kendi elinde olduğudur. isteyen özgür iradesini istediği gibi kullanır. tabi bunun bir bedeli olmak zorundadır..

  42. kadir dedi ki:

    “Kadir Kardeşim, Musa sadece İsrailoğlularına gelmiş bir resul değildir, hatta resullah hariçi diğer peygamberlerin sadece kendi kavimlerine geldikleri söylemide pek Kurani bir söylem değildir”

    yasir kardeşim.. kuranda yüce allah hz. musayı firavunu uyarmak ve israiloğullarını onun elinden kurtarmak için gönderildiği anlatılır. bundan sonraki kıssalar ise israiloğulları ile ilgili yaşadıklarını konu edinir.. mesela hz. salih kıssalarında semud kavmi dışına çıkılmaz. lut ise yine öyle, veya ad kavmi, bu kavimler helak olduktan sonra bu kavimlerin peygamberleri (salih,lut,hud,nuh,vs.vs.) başka milletleri de uyarmakla görevlendirilmiş olabilir. fakat bunlar kuranda geçmez.. ben kuranın dışına çıkmamaya çalışıyorum.. örneğin “semud kavmine kardeşleri salihi gönderdik” veya “ad kavmine kardeşleri hud u gönderdik.” diye kuran bahseder.. fakat peygamberimizden “bütün insanlığı uyarasın, alemlere rahmet olarak” seni gönderdik” der yani “araplara kardeşleri muhammedi gönderdik gibi bir tabi geçmez” tabiki sizinde dediğiniz gibi en doğrusu allahtan başka kimse bilemez… yanılıyosamda allahın affına sığınırım..

    allaha emanet olun..

    • yasir dedi ki:

      Kadir kardeşim, resuller yani elçilerin görevi uyarmak ve müjdelemektir…

      Tek farkla ki Allahın resulü Muhammet ve ona verilmiş olan risalet ile birlikte adem ile başlayan din tamamlanmıştır…

      İbrahim kavminden göç etmedden önce çevresini ve babasını uyarmıştır ve onlar içinde bir uyarıcı ve müjdeleyicidir ama imana gelmedikleri için hiçret etmiştir…
      Zulkarneyn kendi kavminden hariç 3 kavme ulaşmıştır…
      yani anlatmak istediğim bir resul sadece kendi kavmini uyarmakla değil bütün Allah kullarını uyarmakla görevledirler…

      Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.2 / BAKARA – 174

      Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diye sağlam söz almıştı. Fakat onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür!3 / ÂLİ İMRÂN – 187

      İşte yahudiler bu işi yağıyorlar kitabı-risaleti gizliyorlar ve kendilerinin seçilmiş millet ve üstün olduklarını ileri sürüyorlardı sonunda Allah mesih İsa ile zikrini insanlığa yama görevini verdi lakin onuda şirke buladılar ve bir yığın eziyetler yaptılar, zekeriya ve oğlu yahya peygamberi öldürdüler ve Mesihi çarmığa gerdiler veya germeye çalıştılar…İsaya yapılan bu zulümün tek sebebi Allahın zikrini insanlığa duyurması-açıklamasıdır, yahudiler ise Allahın zikrini ve kitabını gizlemek ve kendilerine has kılma peşlerindeydiler…
      Sonunda Allah onlardan o kavimden Risaleti alıp buna daha layık bir millete-ümmete verdi.

      Kuran hariçi diğer kitaplarda Ahiret hayatı pek anlatılmaz kuranda ise herşey ayan beyan açıklanmıştır…

      Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor.27 / NEML – 76

      Yani resuller insan-millet-kavim ayrımı yapmadan herkeze Allahın zikrini iletirler ama kimseye zorlayıcı olamazlar, bir çok elçi kendi kavmini dahi aşamadığından başkalarına ulaşamamıştır…

      En iyisini Allah bilir, Allaha emanet.

      • kadir dedi ki:

        sayın yasir kardeşim. değerli bilgilerin için teşekkür ederim..

      • rammsteinn dedi ki:

        aslında herşeyin en iyisini benim görünmeyen ejdarham biliyor ama konuşmuyor. onun ne düşenebileceğini neyin nereye işaret edebileceklerini yazalım.
        124 bin peygamberimiz var. rakam uçuk.kanıtı yok. kuranı referans alsak 25. bu peygamberlerden 3ü başarılı. kaldıki bunların hepsinin arkasında tanrı var. ve bunlara bahşedilen mucizeler var. bu 25 peygamberin %12 sinin başarılı olduklarını görüyoruz.
        orta halli bir tesisin bir departmanın da işçi alımlarına bakan bir müdürü farzedelim. bu müdürün işe aldıklarının %12 sinin iyi olduğunu farzetsek patron o dakika o müdürü kapının önüne koyar. bir müdür için %60-70 başarılı personel seçimi bile tartışılır.
        tanrının seçimleri,bugün en kötü müdürün seçimlerinden bile kötüdür.
        yahudilerin üstün ırk oldukları kuranda bile yazılıyken kendinizi niye ezik hissedip, bu ayetleri çarpıtmaya çalışıyorsunuz?
        konu musa ve tanrının neyi bilip neyi bilmediği;
        musa binbir türlü mucizelerle yahudileri mısırdan alıp kutsal topraklara geliyor. halk diyorki
        “sen peygambersen kitap nerede?”
        musa “tanrıyla anlaştık. dağa çıkacam 30 gün sonra elimde kitapla geleceğim”
        musa halkını kardeşine bırakır çıkar dağa. gel zaman git zaman 30 gün dolar musa kitabın yazımını bitiremez. 10 gün daha kalır. kitabın kaç günde yazılacağını ne tanrı,ne musa doğru tahmin eder. musa dağdan iner. bakarki kavmi ineğe tapıyor. kardeşine kızar.çıkan tartışmada yazılı levhaların bir kaçının kırıldığı farzedilir.
        yasir kardeşim.
        bana böyle fantastik hikayelerle gel.
        en iyisini allah bilir diyorsun ama tevratın kaç günde yazılabileceğini tutturamamış.
        kötü bir mühendis bile 30 günde ne kadar iş yapılabileceğini bir kaç gün hata payıyla bilir.

        isanın gördüğü zulüm ne acaba? isanın geride bıraktığı,yazılmasını kitap haline getirilmesini istediği kaç ayet var? isanın peygamber olduğunun ne kanıtı var? %100 insan elinden çıkma inciller mi?
        çarmıha gerilme vakası sadece isa için değildi. toplum içinde sivrilen,imparatorluğa ters düşen söylemlerde bulunan herkes çarmıha geriliyordu.

        sn kadir
        arapların ne kadar kadın düşkünü olduğunu dünya bilir. sırf ucuzluğundan arap ülkelerinde tatil yapan turistlerin yorumlarını dinledin mi ? ya da nette okudunmu?
        buraya yazsam miden bulanır.
        islam zinayı yasaklamış.
        dünyada kaç dinde “zina yapın” der?
        kaç dinde “kadın tarla gibidir istediğiniz gibi sürün” der?
        dövün,eve hapsedin der?

        ilk önce siz başka dinleri yerin dibine sokmaktan vazgeçin.
        bunlar dini değiştirmiş,bunlar kitaplarını değiştirmiş,bunlar ineğe tapıyor,bunlar putlara tapıyor amaa bizim kitabımızda allahımızda dinimizde tertemiz.
        geçin bunları.siz başka dinleri eleştirirken,kanıtlanmayan tezlerle yerin dibine sokacaksınız,iftira atacaksınız; sonrada kalkıp benim dinimi kimse eleştiremez diyeceksiniz.

  43. kadir dedi ki:

    “sn kadir
    arapların ne kadar kadın düşkünü olduğunu dünya bilir. sırf ucuzluğundan arap ülkelerinde tatil yapan turistlerin yorumlarını dinledin mi ? ya da nette okudunmu?
    buraya yazsam miden bulanır.
    islam zinayı yasaklamış.
    dünyada kaç dinde “zina yapın” der?
    kaç dinde “kadın tarla gibidir istediğiniz gibi sürün” der?
    dövün,eve hapsedin der?”

    arkadaş arapların kadın düşkünü olduğu veya olmadığının islamla ne alakası vardır.. kuranı kerim bunların yanlış olduğunu bildirmesi seni niye bu kadar rahatsız ediyor. kadınların tarla gibi olmasından tabi senin bunu anlaman çok normal.. çünkü düşünme yeteneğini kullanamıyosun sayın ramsteinn.. tarlada çalışanlar, ürün yetiştirenler bunu çok iyi bilir.. bir tarlanın verimli kullanılması için hasat zamanından önce tarlaya çapa yapılır, sonra ona tohum serpiştirilir, sonra dahada verimli olması için üstüne hayvan gübresi atılır, bir müddet sonra tarla sulanmaya başlanır. daha sonra allahın izni ile ilk tomurcuklanmalar meydana gelir, toprağı yararak ürünler topraktan bir bitki olarak çıkmaya başlar…
    işte müslüman bir erkek için kadınıda böyledir. kadının refahı iyiliği için ona gözü gibi bakar, rızkını kazanmak için çalışır, onun için çaba gösterir, besler, giydirir, sonunda allahın izni ile kadını hamile kalır, ve allah onlara bir evlat bahşeder.. buradan çıkartılacak sonuç şudur..
    kadın neslin devamı sağlayan üretken bir varlıktır. erkekte onun bu özelliklerini bilerek ona daima sevgiyle ve şefkatle yaklaşmalı, onun bütün ihtiyaçlarını allah rızası için karşılamalıdır.. işte ayetin anlamı budur..

    ayetleri çarpıtarak kendini çok zeki zannediyorsun ama kaç kişin vebaline girdiğinin farkında değilsin.. kardeşim inanmıyosan eğer bari ayetleri çarptırtma kuran bana göre yanlış de, inanmıyorum de, sonuna kadar saygı duyarım.. ama bilginin olmadığı şeyler hakkında birtakım sitelerden aldığın bilgilerle yorum yapmaya kalkarsan başlkalarının vebaline girersin..

    ayrıca ben hiçbir zaman başka dinleri kötülemedim. benim o dinler hakkındaki olumsuz düşüncem hakaret anlamına gelmez, bir budist bana islam saçmadır, ben inanmıyorum derse saygı duyarım, ama sizin ayetleriniz şöyle, böyle diyerek aslını araştırmadan yorum yapamaya kalkarsa o zaman işler değişir.. işte sizin yaptığınızda tamda budur.. kafanızki enjderhaya mı inanıyosunuz, ineğemi tapıyosunuz, ne olduğunuz beni ilgilendirmez. sizi eleştirmeye hakkım yoktur.. tabi aynı şeyi sizden beklemek çok zor. çünkü öyle bir kapasiteniz yok..

    • rammsteinn dedi ki:

      ya kadir
      arapların kadın düşkünlüğü ile islamın ne alakası var?
      örnekle açıklamaya çalıştım gene olmamış galiba.
      kurandaki cennet tasvirlerine baktığında,atlaslar,ipekler,huriler,nehirler,ballar vs vs geçer.
      bunlar arabistanda bolmudur? elbette değildir. her arabın hayalindeki ödüller. araplarda az bulunan mallar. elbette bunların hayallaerini kuracaklar. develerle,çöllerle çevrili bir cennet mi olacaktı sanki.

      ayetleri çarpıtıyormuşum. bunu bana değil; “tomurcuk göğüslü huriler” diyen çevirenlere söyle. ben anlamam arapçadan.işimde olmaz. çevirelere bakarım.
      burada bize ayetleri çarpıtıyorsunuz derken ilk önce siz kendinize bir bakın. hala karar veremediniz. ay yarıldımı ? yarılacak mı? miraç var mı yok mu? ayetleri değişik yorumlayan din adamları size göre çarpıtmıyor ama ben çarpıtıyorum. cennette huri var diyorum. cevap “ayetleri çarpıtma” bunu kim diyor? ömrünü dine vermiş din adamları,kuranın anadili olan araplar. sende kalk hala “çarpıtıyorsun” de. o zaman araplarda çarpıtıyor. adamların ana dili arapça.size göre onlarda çarpıtıyorsa, arapçayı sonradan öğrenenlermi doğruyu söylüyor. gülünç durum.

      bu site dahil her müslümanın ağzından düşmeyen cümledir.
      “yahudiler,hristiyanlar dinlerini kitaplarını değiştirdiler. onun için islam indirildi.”
      isa ölmeden önce yazılması için kaç ayet bırakmıştır? diye defalarca sordum. ne cevap geldi.
      incil yüzde yüz insan elinden çıkmadır dedim. ne cevap geldi?
      kuran isayı peygamber kabul eder bu büyük bir hatadır. tamamen insan elinden çıkma incili bütün islam alemi tanrıdan geldiğini bilir. kuranda bunu doğrular.

      diyorsunki
      ne olduğunuz beni ilgilendirmez. sizi eleştirmeye hakkım yoktur.

      çok güzel. ama bunu bütün müslümanlar söylese zaten ortada hiçbir sorun olmayacak. ama ortada islam ülkelerin,müslümanların uyguladığı vahşet,terör varken sizin tek başınıza bunları söylemeniz hiç bir şey ifade etmez.
      cevap ta hazır “onlar müslüman olamaz”
      onlarda aynı şeyi sizin için söylüyor.

      sanki elinizde sadece sizde olan islam kuralları broşürü var
      kimin müslüman kimin olmayacağını ona bakarak karar veriyorsunuz.

      • kadir dedi ki:

        “ya kadir
        arapların kadın düşkünlüğü ile islamın ne alakası var?
        örnekle açıklamaya çalıştım gene olmamış galiba.
        kurandaki cennet tasvirlerine baktığında,atlaslar,ipekler,huriler,nehirler,ballar vs vs geçer.”

        sizden alıntı…

        sayın ramsteinn siz nerede yaşıyosunuz bilmiyorum ama siz hayatınızda baldan, sütten ırmaklar gördünüz mü? yada hepimiz bir nehir kenarında mı yaşıyoruz. hergün ipekten kıyafetler mi giyiyoruz.. dünyanda sadece araplar değil bir çok millet vardır. bunlara sahip olamayan.. ayrıca bu sayılanlara rağmen arap toplumunda islama girmeyen nice insanlar vardır.. yani bu ayetlerin amacı teşvik edici değil, müjdeleyici olmasıdır.. cennette bu sayılanların ne olduğu, tadı nasıl olduğu net olarak hayal edilemez.. bunu ancak oraya giren insanlar bilebilir..

        ben zaten çeviri yapanlara araştırmadan itibar etmeyin derken aslında onları eleştirdiğimi anlamanız gerekirdi… “göğüsleri tomurcuk kızlar” çevirisini kendinize kanıt gösterirseniz, sizide eleştiririm..

        ayın yarılması ile ilgili…;

        “kıyamet yaklaştı, ayın yarılması da…” (kamer-1)

        yüce allahın zamandan öte ilmine göre kıyamet yaklaşmıştır.. ay kıyametle paralel olarak yarılacaktır. yani ay geçmişte veya günümüzde yarılmış değildir.. “gezegenler savrulup, dağıldığı zaman” ayetide bu kıyamet sahnesiyle paraleldir.. yüce allahın ilmine göre 1400 yıl önce kıyamet yaklamıştır.. fakat bu daha ne kadar sürer biz bilemeyiz. ayeti iyi ve dikkatli okursanız ne demek istediğini anlarsınız..

        hz. peygamberin bir gecede mescidi haramdan-mescidi aksaya gitmiştir. bu yüce allahın kudreti tarafından yapılmıştır.. bunun amacı hz.peygambere allahın ayetlerini göstermek içindir.. fakat bizim hadis bilginleri bu durumu dahada fantastikleştirmiş, necm suresinide kanıt göstererek hz. peygamberin allah katına çıktığını, orada cenneti gördüğünü hz. musa ile namaz hakkında konuştuğunu, sonra hz.peygamberin allah ile namaz pazarlığı yaptığını vs.vs. bunlar tamamen islam dışı, yalan yanlış hadislerin ürünüdür.. kısaca hz. isra 1. ayet ve necm suresinin mirac ile alakası yoktur.. kuranda mirac mearic suresinde geçer.. orada meleklerin yüce allahın mearicine (mirac) süresi 50.000 yıl olan bir günde yükseldiğinden bahseder.. bunlar gaybla ilgili haberlerdir.. kesin bir bilgiye ulaşmak imkansızdır..

        saygılarımla…

  44. yasir dedi ki:

    T.TAŞPINAR, bizim alğımıza kapalı olan yani gayp olan evren sonsuzluk, kuranda neden anlatılsın…
    Evrenin yaratılması diye bir şey düşünmek bile insanı çıkmaz bir düşünceye sokmazmı…
    6 evrede anlatılan halketme-düzenleme geçen ayetlere bakıldığında dünya ve dünyayı saran atmosfer anlatıldığı anlaşılmaktadır…
    Tabiki en iyisini Allah bilir.

    • rammsteinn dedi ki:

      ya kadir
      benim anlatmak istediğim kuranın anlaşılmaz bir üslupta olmasıdır. her din adamının ayrı ayrı yorumlamasıdır. üstüne bir de apaçık kelimesinin kullanılmasıdır. yoksa beni ne ilgilendirir cennette neler olduğu,ayın yarılıp yarılmadığı.
      ortada bir levhi-mahvuz diye bir kitap var. içinde her ne olacaksa yazılı deniyor. kader var deniliyor. t6anrının herşeyi bildiği deniliyor. ama bunların üstüne onlarca ayette her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. tanrı neyin peşinde? anlaşılmaz ayetlerle insanların kafasını karıştırıp,doğruyu tespit edenlere mi mükafat verecek? ya da; gerçektende mucizelerle dolu bir kitap indirmiş olsa,bu kitaba bütün insanlar inansa herkes cennete girse cennetin anlamı olmaz diye mi düşündü? insanların bir kısmıda cehenneme girmeli,bunun içinde kitap da bir takım anlaşılmaz ifadelerle bazı insanların inanmamasını mı istedi?

      A’RÂF – 50
      Cehennemdekiler, cennettekilere: “Bize biraz su akıtın veya Allah’ın size verdiği rızıktan bize de verin.” diye seslenirler. Cennettekiler de: “Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı.” derler.

      bu ayetteki “su” damı mecaz? mecaz değilse bu ne sadistliktir.

      KEHF – 31
      İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne güzel bir yaslanacak yerdir!

      SÂFFÂT – 48
      Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır.

      Duhân / 54
      İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle evlendirmişizdir.

      TÛR – 20
      Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.

      daha onlarca cennetle ilgili ayet var. hurilerin nasıl olacağı,gözlerinin şekline kadar tasvir edilmiş. hala “huri yok” diyerek kim ayetleri saptırıyor. bunlar mecaz diyorsunuz. neresinde mecaz diye açıklama var? bütün tasvirler de mi mecaz? eğer mecaz ise cennete girenlerin bunun hesabını sormaya hakkı olmazmı?
      bütün ödüller araplara göre dizayn edilmiş.

      bir düzenbaz eskimo kendini peygamber ilan etse,herkesi de buna inandırsa,tasvir edeceği cennet sıcacık bir cennet olurdu. bu bu kadar nettir.

      KAMER – 1
      Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
      KAMER – 2
      Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve “Süregelen bir sihirdir” derler.
      KAMER – 3
      Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Hâlbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.

      demişsinki
      ayeti iyi ve dikkatli okursanız ne demek istediğini anlarsınız..

      bin kere okusam ne değişecek. 2 seçenek var. ya yarıldı ya yarılacak.
      bu ayeti sadece dikkatli okuyanlar mı anlıyor? sadece zeka seviyesi yüksek olanlar mı bu ayeti doğru anlıyor? içinde gizli bir şifre varda sadece sizin gibi düşünenlermi bunu görüyor?
      ama ayetin ilerisine bakarsan yarıldığını işaret eder (hadisleri hiç hesaba katmıyorum)
      1400 sene önce kıyametin yaklaştığını neye dayanarak söylüyorsunuz?
      ne yani,tanrı peygamberi gönderiyor ama bir yandan da “kıyameti koparsammı? koparmasammı?” diye düşünüyordu.
      sonra da bana ayetleri çarpıtıyorsun diyorsun. kendin çarpıta çarpıta masalları kendi hayalindeki dine uyarlamışsın haberin yok.
      1400 sene önce kıyat yaklaşmımış. tanrıyla özel bir diyoloğun varsa ancak bu bilgiyi alabilirsin.
      benim fikrimce bu ayeti sayın peygamberimiz kendinden mucize isteyen müslüman adayları için yazdırmıştır.
      ama size göre tanrı bir gün kıyamet zamanının geldiğine karar verecek. önce ayı ortadan ikiye ayırarak başlayacak. sonrada inanmayanlardan biri gökyüzüne bakacak, şöyle düşünecek;
      “ilginç sanki ay ortadan ikiye ayrılmış gibi , yahu bu kuranda yazıyor. ama bu sihir olabilir.ama dur bi teleskopla bir bakayım. teleskopum bozulmuş o halde bir internete bakayım. gökbilimciler acaba ne diyor? aaa bilimadamları gerçektende “ay yarıldı ,müslümanlar haklı çıktı” diyor..ama ben gene de inanmayayım.bilimadamları da üçkağıtçı olabilir. ”
      diyemi düşenecek?

      sizin tanrınız bu yukarıdaki olacakların olmasını istiyor.
      sizin inanmak istediğiniz bu..
      bu olaya nereden bakarsanız bakın saçmadır.

      kim neye isterse inanır. ama bunlara inanmamayı seçenlere hakaret etmek,akılsızlıkla suçlamak,aşşağılamak neyin nesidir?
      bir din nasıl olurda kendine inanmayanlara bu şekilde hitap edebilir?

  45. T.TAŞPINAR dedi ki:

    sn.yasir,
    evren bizim algımıza kapalı gayb değildir..evren hakkında astronomi-astrofizik bilimi her geçen gün yeni bilgiler ortaya koyabiliyor..günümüzde evrenin haritası bile çıkarılıyor..galaksilerin ve galaksi kümelerinin yeri belirlenebiliyor..neden sadece atmosfer olarak anlamak zorundayız,onun mantığını hiç anlayamadım…insanlar evreni algılayabiliyor sonuçta..

    • yasir dedi ki:

      Evet alğılayabiliyoruz ama anlayamıyoruz…Yani bilmediklerimiz bildiklerimizden çok-çok fazladır…Bize en yakın gezeğenleri bile daha tam net bilemezken evrenin sonsuz boşluğunu düşünmek-tasavur etmek bu boşluğun soznsuzluğun nerde bitiğini, sonsuz boşluğun nerde olduğunu, sonsuz olduğunu düşündüğümüz sonsuzluğun bir sonunun olup olmadığını düşünmek bir hayli ilğinç…

      Bence bunlarda önce insanların ilk yapması gereken şeyler kaliteli bir insan olabilmek için yaşanılabilir bir dünya oluşturmak için Allahın kalite standartlarını yakalamak ve insanlara bunları aşılamaktır…

      Allahın ilke ve inkilaplarına, emir ve yasaklarına, Allahın kalite standartlarına ulaşmak-uymak-uyğulamak ve yayğınlaştırmaktır…

      Bence diğerleri ikinci kısmdır diye düşünmekteyim…Yani Allah 6 evrede evreni mi? yoksa Bizim yaşadığımız dünya ve güneş sistemini mi? düzenledi sorusuna cevap aramaktak önce, Allahın kuran ile bizlerden istediği kalite standartlarına, ilke ve inkilaplara, emir ve yasaklara uymak-uyğulamak ve yayğınlaştırmanın daha fazla önem arzettiğini düşünmekteyim…

      Bunlar benim zanlarım, zan ise hakikatten bir şey ifade etmez…
      Her şeyin en iyisini Allah bilir…

  46. yasir dedi ki:

    Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.3 / ÂLİ İMRÂN – 144

    Bu ayetten anlaşıldığı gibi, Allahın zikri her dönem ve geleceğede hitap etmektedir, sadece indiği döneme ve resulun muhataplarına değil bütün insanlığa gelmiştir…

    Onu okuduk mu, uy okuyuşuna.75 / KIYAME Suresi – 18
    Sonra onu açıklamak da bize aittir.75 / KIYAME Suresi – 18

    Kuranı açıklamak sadece peygambere ayit değilmiş…Allah bize ait diyor..

    Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin.30 / RÛM – 52
    Ve sen, körleri dalâletlerinden kurtarıp hidayete erdirecek değilsin. Sen ancak âyetlerimize îmân edenlere duyurursun. İşte onlar teslim olanlardır.30 / RÛM – 53

    (Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.39 / ZUMER – 41

    Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.6 / EN’ÂM – 107

    Peygamber inandırmaklada görevli değildir, uyarmak ve müjdelemekle görevlidir, peygamberin açıkladığı Allahın açıkladığıdır, peygamberin okuduğu Allahın okuduğudur, peygambere veya kurana inanıp yola girenleri Allah yola sokmuştur.
    Demek peygamberinde açıklayamadığı ve inandıramdığı kişiler mevcutmuş…

    Baki olan hiç ölmeyen Allah her dönem ve zamana hitap eder…

  47. yasir dedi ki:

    ”Tavsiyeni dinleyip 3.şahısa kendini koyarak ayet okuyan milyarlarca insanın bugüne taşıdığı din ortada! Kardeş kavgası, güç savaşı, bu savaşlarda yıkılan kutsal şehirler, Kabe,mezhep ayrılmaları ve savaşları, tarikatlar, tanrısallaştırılan şeyhler!”

    İşte sizin en büyük yanılğılarınızdan biride budur…
    Çünkü sizler Allaha- resullerine ve kitaplarına uymayıp nefislerini ilah edinenleri-ağalarına-paşalarına-şehlerine-şıhlarına uyup onları putlaştırıp Allahın sözünü çiğneyip putlaştırdıklarına uyanları, kendilerini 3,cü şahış olarak düşünüp kitabı okuyup-uyğulayan kişilerle karıştırıyorsun…

    Senin bahsettiğin çoğunluk, bırakın kendini üçünçü şahıs olarak düşünmeyi onların çoğu kitabı bile okumuyorlar…Okusalar bile uyğulamıyorlar.

    Çoklukla övünmek sizi oyaladı,102 / TEKÂSUR – 1
    Mezarlara varıncaya (ölünceye) kadar…102 / TEKÂSUR – 2

    De ki: ‘Pis olanın çokluğu hoşuna gitse de, pis ile temiz bir olamaz. Şu halde ey akıl sahipleri, Allah’a karşı gelmekten sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.’5 / MÂİDE – 100

    Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece “zann”a uyarlar ve saçmalarlar. 6 / EN’ÂM – 116

    Demek çokluk, doğruluğun-temizliğin-hakkın- ölçüsü değilmiş…Önemli olan azda olsa temiz-kaliteli ve doğru olmakmış…

    Allaha-resulüne ve kitaplara uymayıp çoğunluğa uyanlar ile oluşturduğun önyarğılarından dolayı şu an sadece önyarğılarının zanları ile konuşmaktasın.

    • toro dedi ki:

      Sayın Yasir,
      Sen kaygılanma ben ne söylediğimin bilincindeyim!

      Ama sana şaşıyorum! Bak detaya hiç girmeden anlatacağım;

      Tekasur suresi; İniş yeri mekke, kevser suresinden hemen sonra!

      Dolayasıyla muhatabı mekkeli müşrikler!

      Maide Suresi; iniş yeri medine, adını İsa için gökten indirildiğine inanılan sofra kelimesinden alır! Genelde hristiyanlardan bahseder!

      ”(Ey Muhammed!) De ki: “Pis ile temiz bir olmaz. Pisin çokluğu hoşuna gitse bile.” Ey akıl sahipleri! Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.”

      Ayette kuranın tanrısı olduğu iddia edilen ne diyor?
      De ki.

      Kime Diyor?
      Peygamberine.

      Peki diyecek olan kişi demişmi dememişmi? Kime demiş? Şuan sana diyebiliyormu?
      Sayın Yasir zorluyorsunuz! O gün karşısında kim varsa De ki denilere demesi instenenleri onlara söyledi! Bitti ve gitti!

      En’am suresi senin örneklediğin ayet te dahil çoğunluğu mekkede inen bir suredir! Surede arapların bir takım kurban gelenekleri kınanmaktadır! İniş zamanı itibariyle ve içeriğiyle muhattap mekkeli müşrikleridir!

      Çıkmış bunları zamanı aşan bir ruha büründürüp bana okuyorsun komik oluyor!

      Benim önyargılarım yok ama senin maalesef ön kabullerin var! Maalesef ki artık kavramları ezbere kullanmaya şartlamışsın kendini! Her ayeti geçmişten çekip bugüne uyarlamaya uğraşıyorsun! Sana şöyle söyleyeyim Kuran kendisine peygamber diyenin 23 yıl süren peygamberlik tarihinin günlüğüdür! Olaylara karşıdır, olayların sonucudur! Bugünle yakından uzaktan bağı yoktur!

      Sadece ufacık bir örnek istiyorsan şunu okuyabilirsin;

      Müzemmil Suresi;

      ”Ey örtünüp bürünen (Peygamber)!” 1
      ”Kalk, birazı hariç olmak üzere geceyi; yarısını ibadetle geçir. Yahut bundan biraz eksilt.” 2-3
      ”Yahut buna biraz ekle. Kur’an’ı ağır ağır, tane tane oku.” 4
      ”Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.”

      Gerisini yazmıyorum! Şimdi bana söylermisin tanrı olduğu söylenenin peygamberiyle arasında geçen bu özel görüşme insanlara indirilen kitapta neden yer alsın!

      Sonra bu sure Mekkede inmiştir! (10-11-20 hariç) Bu sure 3.sırada indirilen suredir! Yani bu sure indiğinde elde sadece 2 sure vardır (alak ve kalem)! Ama Kuran oku diyor! Bu ne zaman Kuran olur biliyormusun son ayet indiğinde! Çünkü bu ad bir bütünü ifae ediyor, parçaları değil!

      Şimdi sana soruyorum fetretu’l Vahiy nedir? Düşünür, araştırır cevaplarsın!
      Yada keyfin bilir!

      Ama iki farklı düşünceye sahip kişilerden biri olarak diğerine kendi sahip olduğun düşünceyi doğru kabul ederek yanlış ya da önyargılı diyemezsin! En azından bu bende tutmaz! Çünkü başkalarına kendi doğrularını referans alarak yaptığın çağrı mantıklı değil! Doğru olsa bile bu dünya da kanıtlayamayacağın bir iddianın mutlak doğru olduğu zannıyla beni yanlış olmakla itham edemezsin! Bu en iyi renk yeşildir en iyi renk yeşil değildir diyenler ise önyargılıdır demekle aynı şeydir! İkiside kişisel kanaattir herkesin aynı kanaatte olması beklenemez, düşünülemez!

      • yasir dedi ki:

        sayın toro, şimdi sen kendini fetret-ara dönemde olduğunumu sanıyorsun, eğer öyle düşünüyorsan çok yanılıyorsun…

        diğer bir mesajımda söylemiştim, sizler eski rivayet-hadis-nakillere daldığınız ve onlardan kaynaklı oluşan bilinçiniz sizin inanmanıza ve mani olmakta…

        Maide süresi, sofra demektir havarilerin İsadan istediği Allah katından istedikleri sofraya itafendir.

        Senin söylemine göre Kuranda her söylenen sadece iniş dönemindeki peygaberle yaşayanlar sorumludurlar, ondan sonra gelenler sorumlu değildirler…Maide süresinde açıklanan helel ve haramlarda o gün ve tarihler için geçerlidi demek mi oluyor…

        Toro sana inanmak elde değil…

        Günümüzdeki müşriklere söylenmiyor demek, günümüzdeki insanların çoğu yine çoklukları ile övünüyolar…

        her ayetin inişinde yaşanmışlık ve birebir muhatapları tabiki vardır lakin onların üzerinden geleçek nesillerede bir öğüt ve zikirdir…

        Kuranda bir çok ayette israiloğluları için kitapta onlara şunu-şunu yazdık derken zamanın müminleri-müşrikleri veya günümüz insanlarınada bir hitap yokmudur…

        İnanamıyorum sana toro…Bu sen olamassın…

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Zaten T.TAŞPINAR ın anlama problemi ortadayken beni birde kendinle uğraşmak zorunda bırakma lütfen!

        Ne yani ben yazdığım her yazının altına anlamama ihtimalinizi de düşünerek ayrıyeten genel bir açıklama metnimi eklemeliyim?

        Ben nerede Fetret-ara dönmedeyiz diyorum? Sana Kuran ın inişi sırasında yaşanan ve adına islam tarihçileri tarafından fetretu’l vahiy denen bir dönemin olduğunu hatırlatıyorum!

        ”diğer bir mesajımda söylemiştim, sizler eski rivayet-hadis-nakillere daldığınız ve onlardan kaynaklı oluşan bilinçiniz sizin inanmanıza ve mani olmakta…”

        Yukarı daki yorumun geçersiz değerli arkadaşım! Eğer sen rivayet ve hadisleri yok sayarak yani olmadıklarını iddia ederek ya da dikkate almayarak bir inancı kurtarmaya çalışıyorsan o zaman kuranın peygamber nezareti olmadan kitap haline getirilmesini, sonra tekrar yazılıp ilk nüshanın yakılmasını, sonra arap alfabesinde olmadığı halde sesli harflerin kabe yıkıcısı Haccac tarafından kurana sokuluşunu ayrıca görev verilen insanlarca harekelenmesi ve noktalanmasını da yok saymalısın! Saydıklarımın hepsini çıkart elinde ne kalıyor?

        Kardeşim, bunlara takılma hatta olmadı say hatta bunların hepsi yalan diyorsan o zaman bu kitap yazılı halde birinin eline gökten düştü diyelim sende rahatla bende göbeğimi gerçeğin peşinden koşacağım diye çatlatmaktan kurtulayım!

        Bana inan diyen kim! Ben sadece kendin için doğru inan diyorum! Ben ne bir paye ne bir çıkar peşindeyim! Ne alkışa, ne övgüye ne de başka birşeye tamah etmeyeceğimi az çok anlamış olmalısınız!

        ”Kuranda bir çok ayette israiloğluları için kitapta onlara şunu-şunu yazdık derken zamanın müminleri-müşrikleri veya günümüz insanlarınada bir hitap yokmudur…”

        Vardır! Ama o an onlarla artık bir savaşda vardır! Sen bana söylermisin Kabe ilk andan beri oradayken yahudilerin kutsal mekanını kıble görerek namaz kılmak kimin aklına gelen bir cinliktir?

        Sen sürekli doğruluktan, dürüstlükten, ahlaktan hiç bir şartta bunlardan vazgeçmemekten asıl korkulması gerekenin bunlardan vazgeçildiğinde düşülücek durum değil bunlardan vazgeçildiğinde tanrının vereceği tepkinin olmasını öğütleyen bir dinin temsilcisi olarak bana söylermisin, yahudilerin şehrinde kıbleyi onların kutsal mekanına sabitlemek, sonrasında güçlendiğinde asıl yönüne yani kabeye çevirmek nasıl bir ahlak anlayışının temsili resmidir?

        O halde zavallı köle bilal de onca işkenceye rağmen islamdan dönmemekte direnmese ”tamam döndüm” deyip eziyetten kurtulsa ve sonra müsait bir anda yeniden müslüman olsa idi!

        Her şey o günler içindi! O sözler içindeki nihai hedef mekkenin yani güçler savaşının yaşandığı şehrin ele geçirilmesi idi!

        Bak dostum!Arap yarımadasında kurandan hemen önce ortadaki düzensizlikten rahatsız olup bu durumu düzeltmek isteyen aklı başında bir grup vardı! Bunların yapmak istedikleri şey insani olarak yapılması gereken şeylerdi!Ezilmişlerin yanıda olmak, tarafsız muhakemeler ve arabulucuklar yapmak vs. İşte o grup içinden biri, o grubun yaptıkları iyi şeylerinnüfuzunun da etkisiyle zaman içinde yükseldi!

        Bak dostum! Başlangıçta iyi birşey yaptı! Ama sonu bana göre iyi bitmedi! Yapılmak istenen şeyin arkasında kesinlikle bir tanrısal güç yoktu! Başlı başına zulkarneyn hikayesi buna örnektir!

        ”Bir de sana Zülkarneyn’den soruyorlar. De ki: Size ondan bir hatıra okuyacağım.”Kehf,83

        Kim soruyor, niye soruyor diye düşündünmü hiç? Sorulmasa adından kuranda bahsedilmeyeğinin farkındamısın? Yani eğer kuran tanrıdan gelen bir şey ise o tanrının kurana ne yazdıracığına zulkarneyni soran insanlar karar vermiş! Zulkarneyni sorarak zulkarneynin anlatılmasını ve kuranda geçmesini sağlamışlar! Ya da zaten konuya girilecekmiş ama birilerinin sorması beklenmiş!

        Bak Kuranda arap kabilelerinden bazılarının hayvancılık gelenekleriyle kurban ritüelleri sapıklık olarak tarif edilerek kaldırılır! Bu evrensel(!) bir kitapın içinde evrensel olmayan bir kabilenin diğer bütün dünya halklarını hiç ilgilendirmeyecek şekilde yer almasıdır! Örneğin bir Türk, Malezyalı veya bosnalı için bu geleneğin kaldırılması anlamsızdır çünkü onların böyle bir geleneği yoktur! Bedir savaşı, uhud savaşı ve diğer savaşlar orada savaşan veya savaştığı varsayılan melekler de onlar için anlamsızdır çünkü onlar bu olaylar olurken muhatap taraflardan herhangi birinin içinde değildirler! Bir türk için mekkeli müşriklerin sayısının medineli müslümanların gözünde azaltılmasının ne anlamı olabilir! Türkler savaşırken araplar gibi sayısal korkulara gark olup motive edilmesi şart olan bir toplummuydu ki?

        Açık açık yapılan dilinin arapça olduğu vurguları ve coğrafya tanımları ortadayken sen bunu alıp nasıl zamansal ötesi bir hitap olarak gösterebilirsin ki?

        Ya bir kere indirlmeye başlandığında ortada oturmuş bir arapça dili yoktur! Gelişim aşamasındadır! Buna en büyük örnek sesli harlerin olmayışıdır! Sesli harfler kabe yıkıcısı Haccac tarafından çok sonra harekelenme ve noktalama çalışmaları içerisinde dile ve kitaba sokulmuştur! Şimdi düşün mevcut kitabın içindeki harfleri sayarak onlarca mucize iddiası türetiyorlar! İlk indiğinde sesli harfi olmayan bir dille yazılan bir kitabın içinden değil sesli harfler eklendikten sonraki bir kitabın harflerini sayıyorlar!

        Sonra bu din durduğu yerde yayılmadı! Hristiyan misyonerler nasıl bütün kolonilerine ele geçirdikleri toprakların yerlilerine kılıçla ya da çeşitli misyonerlik çalışmalarıyla dinlerini yaydı ise bahsettiğimizde o şekilde yayıldı! Arapların ta Özbekistanda ne iş vardı? Ta İspanya da ne işi vardı?

        Dünya tarihi kurulan ve yıkılan devletlerle doludur! Eğer bir devlet yönetiyor ve bunun sonucu toprak kazanıyorsan o topraklarda yaşayan halkın tekrar ayrılmasını engellemek için onlarla bir bağ üretmeye çalışırsın! Kendi dilini ya da dinini dayatırsınki ayrılmak istemesinler! Bu bir yönetme tarzıdır!

        Ben neler yazdığımın oldukça farkındayım sevgili yasir! Ben bu noktaya 1 ayda 1 yılda gelmedim! Bir ömür verdim! O nedenle benim de kendime göre gördüklerim ve bildiklerim vardır! Bu yüzden bana aslında hiçbirşey bilmiyor sadece elindeki kitabı sana yazarak anlatıyor muamalesi çağrıştıran ünlemlerle gelme!

      • yasir dedi ki:

        Sayın toro, aslın senin şu an bilerek veya bilmeyerek bir önceki yazınla çeliştiğinin farkına varmış oldum, inşallah sende varıcaksın…

        Diyorsun ki, kendimi 3,cü şahıs yerine koyup kuranı okuyanların dinini görüyoruz, milyarlaca insan ve göz yaşı diyorsun…Aslında bahsettiğin o milyarlarca müslümanım diyen ve karğaşanın içinde olun kişilerde senin mandyığında düşünüp kuran indiği döneme ve peygamberin muhatap olduğu kişilere hitap etti deyip günümüzdeki milyarlarca insanlarda kendi muhatapları olan tarikat-cemaat şehlerini-şıhlarını Allahının kitabının önüne koymaktadırlar…Aslında bahetmiş olduğun milyarlarca insanın ile senin aranda bir fark yok ama sen bunu farkedemiyorsun, dışardan bakan bir göz olarak sende bunu farkedebiliyorum…

        Senin demene göre Kuran veya kuranda ”kul” deki diye başlayan ayetler veya diğer ayetler kendi dönemlerine peygamberin muhataplarına hitap ediyorsa, kurandaki peygamber kıssaları neden kuranda var ve onlarda örnekler vardır söylemi geçmekte…

        Yine senin mantığınla gidersek, atatürkün genliğe hitabıda sadece kendi dönemindeki gençlere hitap ediyor olur…

        Bu (Kur’an) insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür.Âl-i İmrân / 138

        Torocum önce bir kere Kuranı-zikri-kitabı 2 kısımda ele almalısın ben bunu daha öncelerde defalarca yazdım…Ümmül kitap(ana kitap) ve diğer mütaşabih kısım…

        Şimdi ümmül kitap Adem den beri değişikliğe uğramadan günümüze gelen zikir’dir Tevrat ve İncildede Allahın sözü korunacaktır kısmı bunlardır…Önce bunu anlaman temennisiyle sana tavsiyem böyle düşünmendir…

        Allah Kuranda ve daha önceki zikirlerde, insanın insan olabilmesi için indirdiği kalite standartlarını açıklamıştır…Yani Allahın Kalite standartları–İlke ve inkilapları–Emir ve yasakları Ademden beri korunan zikirdir-ahid’tir-Söz’dür…İşte İnsanların öncelikle kaliteli bir insan yani eşrefi mahlukat olması için uyması ve uyğulaması gereknler bunlardır…
        Diğer müteşabihler tabiki önemsizdir diyemeyiz ama öncelikle ana kitap olanları insanlara-insanlığa aşılamalıyız ki kaliteli insanlar ve yaşanılabilir bir dünya olsun…Yok bunları aşılamaz ve insanların çoğu bunlara aykırı işler yaparsalar günümüzde olduğu gibi dünyanın çoğunluğu kalitesiz- defolu insanlar kaplar ve bu dünyada ne sen nede ben ve diğerleri rahat edemeyiz, kan ve göz yaşı-zulüm hiç bitmez…

        ALLAHIN KALİTE STANDARTLARI…
        ALLAHIN İLKE VE İNKİLAPLARI…
        ALLAHIN EMİR VE YASAKLARI..
        Allahı tek rab ve ilah edineceksin—Resullerine, meleklerine, kitaplarına ve Ahirete inanacaksın– Adaletli olacaksın –Anne, Baba ve uzak yakın akraba komşuya yardım edeceksin, zekat vereceksin–Yetim,öksüz ve mazlumun hakkını koruyacak ve yardım edeceksin- Allaha yönelerek yalnız ondan isteyecek ve ona ibadet edeceksin, Allaha salat ve salah ta bulanacaksın– İyilik yapacaksın, iyiliği emredip, kötülükten sakındıracaksın—Sabrı tavsiye edeceksin ve kendinde sabırlı olacaksın—azimle ve sabırla çalışacak ve helalinden kazanacaksın, Her şeyin temiz(helal) ve kalitelisini, zararlı olanını değil faydalı ve yararlı olanını yemeye-içmeye-giymeye çalışacaksın—Senin gibi Allaha teslim olmuş, Allahın ilke ve inkilaplarını, emir ve yasaklarını yerine getiren insanlarla birlik olup destekleşeceksin– sesinde ve yürüyüşünde ağır ve vakar olup orta hal tutaçaksın, alçak gönüllü ve mütevazi olacaksın –Kinini, nefretini yeneceksin, nefsinin aşırı istek-arzu ve heveslerini uymayacaksın, bastırmaya çalışacaksın—Boş şeyler, batılla karşılaştığında ve Cahiller söz söylediğinde selam deyip kötülüğü iyilikle savacaksın ve onlardan yüz çevireceksin–Allah yolunda, Allah ile birlikte canın-malın ile mücadele vereceksin-Tövbe edeip işlemiş olduğun günaha bir daha dalmayacaksın—Her zaman hayır dualar edeceksin—Allahtan başka hiçbir şeyden korkmayacaksın–Bunları yapacak ve yapılmasını yayğınlaştırmak için çalışacaksın.

        Allaha Şirk Koşmayacaksın-Irkçılık yapmayacaksın-Karşılıksız haksız yere can almayacksın-Kıssasa Kıssas yapacaksın, yaparkende haddi aşmayacaksın-Kibirlenmeyeceksin, böbürlenmeyeceksin –Kesinlikle Çalmayacaksın—Kesinlikle Zina yapmayacaksın—Kesinlikle ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmayacaksın, bu ölçü ve tartıyı sadece manav ve marketlerdeki sanmayın, ilim adamı, üreten sanayi gurpları, inşaat sektörü, ilaç sanayi vs her dalın ve üretimin kendine has kalite standartları vardır, bunların altına düşmayeceksin—Kesinlikle Faiz yameyecek ve yedirmeyeceksin—Kesinlikle yalancı şahitlik yapmayacaksın–Kesinlikle Yalan söylemeyeceksin—Kesinlikle Zulüm yapmayacaksın –Zulüme ve zalimlere destek olmayacaksın—Kesinlikle Alkol ve kumardan uzak duracaksın—Kesinlikle İsraf yapmayacaksın—Kesinlikle Pintiliğini ve Cimriliğini yenmeye çalışacaksın—Kesinlikle haddi ve hududu aşmayacaksın, azğınlaşmayacaksın…

        Şüphesiz zikri biz indirdik ve onun koruyucuları da elbette biziz.15 / HİCR – 9

        Aslında Kuranı okuyanda değil, düşünen anlar…

        Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi de inanırdı. Artık inansınlar diye insanları zorlayıp duracak mısın?10 / YÛNUS – 99

        Bak toro, Allah dilesydi muhakkat herkez iman ederdi, ama rab insanları hür bırakmayı dilediği için imanı ve inkarı seçenler kendileri yollarını seçtiler, yani Allah hür irade vermeyi dilemeklede iman ve inkar edenlerede Allah izin verdiğinden Allahın dilemesiyle iman ve inkar edersin…Allah sana hür bir irade vermeyi dilemeseydi sen ne iman nede inkar edebilirdin…

        Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onlar) her âyeti görseler de ona iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Ama sapıklık yolunu görseler onu (hemen) yol edinirler. Bu, onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan hep gafil olmaları sebebiyledir.7 / A’RÂF – 146

        Aslında Allah inkarcıların inkarını, inanlarında imanını artıracağını açıklamakta…İnkar eden kuranı okursa inkarı artar, iman eden okursa imanı artar…

        De ki: “Bildirdiklerim için sizden karşılık istemiyorum ve ben size asılsız iddialarla da gelmedim. “38 / SÂD – 86
        O (Kur’ân), ancak âlemlere Zikir’dir(öğüttür).38 / SÂD – 87
        Onun haberlerinin doğruluğunu bir süre sonra mutlaka öğreneceksiniz.”38 / SÂD – 88

        Bunlar Allah’ın doğru yola eriştirdikleridir ki sen de onların doğru yollarına uy. De ki: ‘Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Bu sadece alemlere bir hatırlatmadır.’6 / EN’ÂM – 90

        Alemlere zikir-söz-öğüt olan bir kitap–Allahın mektup’u nasıl olurda sadece indiği döneme hitap edebilir anmalış değilim–akıl tutulması yaşıyorum…Tabiki direk muhatapları dönemin insanlarıdır lakin onların üzerinden bütün insanlığa bir uyarıdır…

        Ve mâ huve illâ zikrun lil âlemîn(âlemîne).
        Ve O (Kur’ân), âlemlere zikirden (öğütten) başka bir şey değildir.68 / KALEM – 52

        Şimdi torocum senin dinler ve senin mantığınla gidersek Alemlere öğüt-zikir olarak gelen kitabın bir kısmını kale almamamız gerekir ve israiloğlularının düştüğü duruma düşmüş oluruz, bu durumdan Alla sığınırız…

        İnsan çok aceleci (tez canlı) yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim. Şimdi acele etmeyin.21 / ENBİYÂ – 37

        İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?41 / FUSSİLET – 53

        Şimdi torocum bu ayetlerin dönemin insanları ve müşriklerine ise onlara ayetler doğada-yeryüzünde-gökyüzünde ve kendi zihinlerinde gösterilip gösterilmediğinide bilmiyoruz ama gelecek nesiller ve şimdiki zamanın insanları bu ayetlerden müzzeh ve Allah şimdiki insanlara ayetlerini göstermiyor mu? Yapılan keşifler vs bunlarda yeni çıkan şeyler Allahın ayetleri ve delilleri değilmidir…Sen ayette kası olarak kuranda yazılı numaralı ayetlerimi sanmaktasın, uzay-canlı-cansız-toprak-su-ateş-tıp-nükleer bunlar hep Allahın ayetlerinden değilmidir her geçen gün insanlığı hayrete düşüren keşif ve buluşlar olmuyormu…
        Yani bundan 10 bin yıl önce elektirik enerjisi yokmuy du? insan elektiriği açığa çıardı diyemi var yoksa Allah var etti diyemi var…Günümüzde elektirik-atom enerjisi-petrol-kömür vs gibi daha açığa çıkmayan kimbilir kaçlarca enerji türü vardır bunları insanlar açığa çıkardığı için değil Allah var etiği için varlar ve Allah insana hür irade vermeyi dilediği için bulabiliyorlar ve Allah ayetlerini her gün ve her dönem göstermekte ama inkar edenler anlasalar dahi kibir ve gururları inanmalarının önüne geçer…

        Fravunu yarılmış denize girecek kadar gözünü kör eden ve Allahın ayetlerini görmeyecek hale getirende buydu işte…

        Yüzünü ekşitti ve döndürdü.80 / ABESE – 1

        Yanına kör geldi diye.80 / ABESE – 2

        Belki o temizlenecek,80 / ABESE – 3

        Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek.80 / ABESE – 4

        Fakat kendini ihtiyaçtan uzak görene gelince,80 / ABESE – 5

        Sen ona yöneliyorsun,80 / ABESE – 6

        O arınmazsa sana ne?80 / ABESE – 7

        Fakat koşarak sana gelen,80 / ABESE – 8

        Ve korkan kişi.80 / ABESE – 9

        Sen onunla ilgilenmiyorsun!80 / ABESE – 10

        Hayır, muhakkak ki O (Kur’ân), bir Zikir’dir (Öğüt’tür).80 / ABESE – 11

        Dileyen ondan öğüt alır.80 / ABESE – 12

        Toro, Muhakkak peygamberlerde insandır ve hata yaparlar, abese süresinin 1’den 12,ciye kadar olan ayetlerinde açıkça dileyen bundan öğüt alır derken, sence yine sadece muhataplarınamı bir sesleniş var yoksa bütün insanlığa mı?

        Şüphe yok ki bu Kur’ân, insanları en doğru bir yola sevk eder ve iyi işlerde bulunan inanmış kimselere, gerçekten de büyük bir mükâfâta nâil olacaklarını müjdeler.17 / İSRÂ – 9

        Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.38 / SÂD – 29

        Torocum biz kitaba inanıyoruz şimdi kitapta bunca ayet varken sana inanmamızı bekleme bizden…Seninde bize inanmayacağın şu anlık açık ilersini Allah bir…

        Selametle.

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,
        Çok uzun yazmışsın! Bu kadar uzun cevap vermek istemiyorum!

        Öncelikle birbiriyle çelişme yok! Sen benim her defasında yaptığım akıl oyunlarını kendince miksleyip yeni türetmeler yapıyorsun!
        Neyse seninle hukukumuz benim için farklı bir noktada o yüzden senden söylediklerinden ne alınırım nede sana kızabilirim. 🙂

        Böyle bolca ayet paylaşman sence benim için birşey ifade ediyormu? Ya da ben zaten ”Bana inan diyen kim! Ben sadece kendin için doğru inan diyorum” demişken, ”Torocum biz kitaba inanıyoruz şimdi kitapta bunca ayet varken sana inanmamızı bekleme bizden” şeklinde bir cümle kurmana lüzum varmıydı?

        Bana ezberletile ezerletile düzeltile düzeltile bugüne kadar taşınmış ve artık aksi düşünülemez bir gelenek haline gelmiş bir inancın ayetlerini dayanak gösterip duruyorsun!

        Bunu yapma bana sadece son yazımda dikkat çektiğim zulkarneyni anlat! Bana zulkarneynin kutsal kitaba girme nedenlerini akıl süzgecinden geçirerek anlat,lütfen!

        Çok basit dostum! Eğer birileri kendine peygamberim diyene sormasaydı, tanrı onlara zulkarneynin yolculuklarını yinede anlatacakmıydı? Bu hikayenin kuranda anlatılabilmesi için peygamberim diyene soru soranları kim ayarladı?

        Çok uzatmaya gerek yok!

        Zulkarneyn neden ısrarla peygamberim diyene sorulmuştur?

      • yasir dedi ki:

        Sayın toro, dediğim gibi sen zikirden çıkıp Müteşabihlere(teşbih-benzetmeli ayetlere) giriyor ve onu tevillerini yanlış anlıyor veya yorumluyorsun…

        Kuranın anlattığı ve anlatmadığı bir çok elçi ve resulde vardır…Hatta kıssasını anlattığı ama ismini vermedikleride vardır…Dönemin gelişen olaylarına karşı zulkarneyn değilde kuranda kıssası anlatılan peygamber veya salih kullarda anlatılabilirdi…Sorulara karşı hitap ve anlatım değişebilirdi, ama müteşabihler zikir değil, belki zulkarneyn sorulmasa hiçte anlatılmayabişlirdi, bunu anlamalısın zikir-ümmül kitap ile bunların alakası yok…Belki sorulsaydı Musanın yolculuk yaptığı ilim sahibde isim ile geçebilirdi veya İsra süresinde 1’de gece yolculuğu yapan kul Musa mı? yoksa Muhammet mi? oda açık olarak geçebilirdi ama geçmemekte, bunlar zikri etkilemez, Allahın kalite standartları- amir ve yasakları-ilke ve inkilapları açıktır değişmez diğermleri ilim sahiplerinin işidir…Zulkarneynin anlatılıp anlatılmaması Allahın zikri olan kalite standartları–ilke ve inkilapları-emir ve yasakları bütünlüğünden bir şey ne eksiltir nede fazlalaştırır…Ama zikirden adalet-faiz vs gibi ayetleri eksiltip tevilini değiştirdiğinde bozulma başlar…
        İşte yahudiler bunu yaptılar…Allahın indirdiği zikre-tevrata aykırı işler yapıyorlar faizi-zinayı halkın sınıflarına-tabakalarına göre farklı cezalar veriyorladı

        Yanlarında, içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar, sonra bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar? İşte onlar (kendi kitaplarına da, sana da) inanmış değillerdir.5 / MÂİDE – 43

        Halbuki gelişen bir olay üzerine tevrattaki zina suçu ağır geldiğinden Resul ve Kuran hakem kılınıyor ama zina ayetleri tamamlanmadığından resul onlara hükmünü tevrattaki ile verdiğinde yine yüz ceviriyorlar…Halbuki her resul dini hafifletmek bazı helalleri haram bazı haramlarıda helal kılmay gelmiştir ama bunada razı olmamışlardır…Resulü bir ton sınamaya sokmuşlar ama hep malup olmuşlar ama yine iman etmemişlerdir…

        her neyse bende fazla uzammayım…dediğim gibi fazla müteşabihlere girme öncelik zikirdir, kaliteli-ikeli-sınırları olan insanlar olmak ve yetiştirmektir…

        O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir(teşbih benzetmeli). Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih(teşbih benzetmeli) âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7

        Şimdi sen zulkarneyni yolculuklarını olduğu gibi alırsın ve yoldan saparsın, halbuki olduğu gibi kabul edip iman etsen ve hepsi Allahtan desen aklın ermediği için Allah tövbeleri kabul edendir…Ama İlim sahipleri zulkarneynin yolculuklarını farklı ele alırlar her ikiside doğruda olabilir yanlışta ama bu ayetleri fitne ve şirk yapmadan salih-iyi-kaliteli bir insan olup zikre uyarsan hiç bir zaman kaybetmessiz…

      • yasir dedi ki:

        Salih bir mümin-Allahtan korkan ve hesaba çekileceğini inanan bir mümin, müteşabihlerden değil, ümmül kitaptan-Allahın kalite standartlarından-ilke ve inkilaplarından-emir ve yasaklarından hesaba çekileceğini bilir ve ona göre hareket eder ve etmelidirde…

        Yani Allah katında kalite kontroldan geçebilmek için kaliteli bir insan olabilmek için Allahın zikri olan, Allahın kalite standartlarını yakalamak, Allahın ilke ve inkilaplarına — emir ve yasaklarına uymak gereklidir ve kişinin öncülüğü bunlar olmalıdır…

        Bunlara uymayanlar ve bunlara karşı olup karşı iş yapanlar, kalite kontrolden geçememiş defolu ve kalitesiz mallar statüsünde olacaklardır…

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        ”Şimdi sen zulkarneyni yolculuklarını olduğu gibi alırsın ve yoldan saparsın, halbuki olduğu gibi kabul edip iman etsen ve hepsi Allahtan desen aklın ermediği için Allah tövbeleri kabul edendir…Ama İlim sahipleri zulkarneynin yolculuklarını farklı ele alırlar her ikiside doğruda olabilir yanlışta ama bu ayetleri fitne ve şirk yapmadan salih-iyi-kaliteli bir insan olup zikre uyarsan hiç bir zaman kaybetmessiz…”

        Yazının bence en önemli bölümü yukarıdaki kısım!
        Aşağıdaki de en can alıcı yeri!

        ”halbuki olduğu gibi kabul edip iman etsen ve hepsi Allahtan desen aklın ermediği için Allah tövbeleri kabul edendir”

        Aman itiraz etme, aman sorgulama, sonra cız olursun, kurtlar kapar, kartallar götürür! Böyle ol ki ben seni istediğim gibi tanrı ile korkutarak yönetebileyim! Ama sorgularsan ne olur? Benim foyamı ayrıntılarda bulabilirsin? Foyamıayrıntılarda bulursan ben seni nasıl yönetebilirm, hele birde bulduğnu başkalarıyla paylaşırsan! Sakın ha detaylara ilişme ”şeytan ayrıntılarda gizlidir” sonra başına olmadık işler gelebilir!

        O nedenle senin aşağıdakileri sormamızın gereksiz olduğuna inandığını anlıyorum;

        —Kuran da sel var,rüzgar var,fırtına var, güneş var, ay var gece var, gündüz var, yağmur var da neden KAR yok? Arap yarımadasında görülmeyen doğa olayları kurana girmiyormu?Peki hayatında yağmurdan çok kar gören kutup bölgesi sakinleri ne düşünsün?

        —Elimizde bulunan kitap kuran ın yazılan ilk nushasının kopyası değil bunu biliyoruz! Peki peygamber olmadan (yaşamıyordu) kitaplaştırılan ilk kitabın peygamberin gerçek iletileri olduğunu nereden biliyoruz? Ya da nasıl bilebiliriz?

        —Kendine peygamberim diyenin hayatının neredeyse sonuna kadar savaştığı müşriklerin lideri konumundaki bir ailenin müslman olduktan sonra yönetimi ele geçirip belkide islam tarihindeki en önemli 2.figür olan Ali yi öldürdükleri ve kabeyi yıkıp, medineyi ve mekkeyi yağmaladıkları ortadayken onların noktalama,harekeleme ve sesli harf üretme yoluyla kuran üzerinde yaptıkları revizyonun yönetim hakkı seçeneği yaratmaya dönük (emevi saltanatının idaresine dayananak olacak şekilde) bir manipülasyon olduğunu görmezdenmi geleceğiz?

        —Bir norveçli ve bir arap için cennet hayalinin aynı istekler üzerine inşa edildiğinemi inanacağız! Mesala bir norveçliye daha önce hiç karşılaşmadığı bir yiyeceği yani hurmayı cennet vaadi olarak sunmak tanrısal bir mantıkmıdır?

        —Amazon kıyısında yaşayan veya hayatı boyunca su sıkıntısı çekmeyen insanlara araplar gibi suya hasret bir halk muamelesi yapıp bol su tasfirli bir cenneti müjdelemek tanrısal bir akılmıdır?

        —Yazılı tarihte bilinen 2 adet çok önemli ve çift boynuz (Zulkarneyn) olarak anlatılan figür varken, bunlardan birisinin ya da ikisinin hikayesinin birden sırf sorulduğu için (soruyorlar çünkü sürekli tanrının gücünü ve büyüklüğünü anlatan birinin zulkarneyn denen figürün yaptıklarının ve gücünün arkasında da ne olduğunu bilip bilmediğini test etmek istiyorlar) kurana giriverdiğine koşulsuz inanmalımıyız? Bu bize mesela İskender ya da Oğuz Kağan gibi figürlerin arkalarında tanrısal güç olmadan hiç bir halt yapamayacaklarınımı göstermeli? Yani biz bütün başarıların arkasında tanrının başarısızlıkların arkasında ise kendimizi mi aramalıyız?

        Sevgili dostum, türkçeyi nasıl konuşuyorsan ana bahsettiğin dine de öyle inanıyorsun! Emin ol bir çinli olarak doğup çince konuşmayı öğrenmiş olsaydın o zamanda çince konuşur gibi udaya inanacak ve bana budanın tebliğini yapmaya uğraşacaktın!

        Senin şuan bir müslüman olmanın en önemli sebebinin müslüman bir coğrafyada müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olman olduğunu görmezden mi gelmeliyim? Doğuştan müslüman ol, müslüman olarak yetiştiril, etrafın müslümanlarla çevrili olsun ve bana maya tanrısı cabrakanın doğru tanrı olduğunu savun! Sence olurmu? Tabiki sana, genlerine işletilen öğretiye sahip çıkacaksın ve onu tek seçenek olarak göreceksin! Düşün ki bir anda türkçe konuşmayı unuttun nasıl antırdın derdini? Ya da bir anda müslümanlığın elinden alındı, nasıl yaşardın müslüman toplumun içinde müslüman olmayarak?

        Kendine iyi bak.

        Beni farklı yerlere götürmeye uğraşma! Şöyle yap, en imkansız dediğin ne varsa senin, işte benim senin beni götürmeye ya da göstermeye çalıştığın yere gitmem ya da görmem ondan daha imkansız!

      • yasir dedi ki:

        ”Aman itiraz etme, aman sorgulama, sonra cız olursun, kurtlar kapar, kartallar götürür! Böyle ol ki ben seni istediğim gibi tanrı ile korkutarak yönetebileyim! Ama sorgularsan ne olur? Benim foyamı ayrıntılarda bulabilirsin? Foyamıayrıntılarda bulursan ben seni nasıl yönetebilirm, hele birde bulduğnu başkalarıyla paylaşırsan! Sakın ha detaylara ilişme ”şeytan ayrıntılarda gizlidir” sonra başına olmadık işler gelebilir!”

        Her zaman ki gibi yine yanlış anladın…
        Sen Kuran okayan birisin, Kuranda peygamberlerin yaptığı sorğulamalarda sana bir örnek olsun…Başka bir şey diyemem…

        Benim demek istediğim müteşabihleri fitne ve şirk yapmadan inanan her salih-iyi-kaliteli Allahın kalite standartlarını yakalamış- emir ve yasaklarına- İlke ve inkilaplarına bağlı olan kişi müteşabihleri yanlış yorumladı ve inandı diye ahirette, ben bunları böyle indirmemiştim sen neden böyle inandın gibi bir sorğuyla karşılaşmıycağını tahmin ediyorum, tabiki en iyisini Allah bilir…

        Misal sen Zulkarneyni salih kul kabul edersin, kimi resul, bunlardan 2’side doğru, 2’side yanlış olabilir veya sadece biride doğru olabilir gerçekten iman etmiş salih-iyi işler yapan biriysen Allah senin amellerini boşa çıkarmaz demek istiyorum…

        Aslında benim söylediğim yolda her kezi sorğulamak vardır, amirini-şehini-paşanı vs ama, Allaha bağlanan allahın emir ve yasaklarına-ilke ve inkilaplarına aykırı iş-emir yaparsa sorğulanmalıdır…Kuran açıkça şeytan ALLAHIN affı ile sizleri kandırmasın diye ayet vardır…

        Ama her zamanki gibi sen yanlış anlayacaksın…

        Her neyse Selam.

  48. 1okuyucu dedi ki:

    Yasir,

    “”””Diyelim ki senin dediğin doğru olsun, Bu üç ayet peygamberin sözü olsun Allahın zikrinden neyi eksiltir veya neyi fazlalaştırır…””””” (senden alıntı)

    bu üç ayetin Muhammedin sözü olmasının zikir yönünden hiçbir sakıncası olmadığını düşünmekle, tüm Kuranın Muhammedin sözü olmasını düşünmek açısından arasında hiçbir fark yok, ya sözünü geri al, yada dinden çıktığını kabul et, çünki Allahtan geldiğine inanılan bir kitapta Muhammedin sözü diye bir şey olamaz.

    • yasir dedi ki:

      Okuyucu, resulleri sadece insanlardan sanmakta sizin büyük hatalarınızdandır, Kuran bir Ruhtur ve aynı zamanda kuran-ruh resuldür…

      Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1

      İşte böylece sana da emrimizden Ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.42 / ŞÛRÂ – 52

      Kuran Allahın emridir ve Allahın emrindeki ruhtur, melektir ve elçidir…
      Tabi tefekkür etmek lazım.

      Ayrıca yok dinden çıktın gibi söylemler ançak imanı pomuk ipliğine bağlı kişileri etkiler ve onları korkutabilirsin…

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,
        İnsanoğlu garip bir varlıktır. Hayallerini etrafında gördüğü eylemlerden kurgular! Mesela meleklerin kanatlı olması!
        İnsanagöre uçmak için kanat gerekir! E meleklerden yukarıdan aşağıya doğru gelirken uçmak zorundadırlar ve uçuyorlarsa bu kanatsız olmaz!

        Öncelikle sayın yasir, uçma eylemine konu olan kuşların uçması için sadece kanatlar yeterli değildir! Bu dizaynı tamamlayan, denge görevini ve manevra hakimiyetini sağlayan kuyruk ve gagalarıda hayale eklemek gerekir! Ama buda yeterli değildir! Kuşlar uçmak ve süzülmek için hava akımlarına ihtiyaç duyar! Mesela kuşların uçarken V harfi şeklinde dizildiği görülür. Burada güçlü olan kuş sürünün en başına geçerek havayı kırar ve daha zayıf olan diğerlerinin havanın zararlı koşullarından daha az şekilde etkilenmelerini sağlar! Tabi birde sürtünme olayı var!

        Bu minvalde sizce bu meleklerin normal yaşam alanları nasıldır ki kanat kullanma gerekleri oluşmuştur? Normal yaşam yerlerinde uçarak mı yolculuk ederler? Örneğin altıyüz tane kanadı olduğu söylenen cebrail bu kanatlarını havada kalmak için çırptığında ne şiddette bir hava akımı oluşur? Peygamberler bu akımdan etkilenmezlermi? Ortalığı toz duman kaplamazmı? Ya da bu akım peygamberleri nezle yapmazmı? Ya da altıyüztane kanat çırpılırken ses çıkmazmı? Çıkarsa o gürültüde vahiyler anlaşılabilirmi?

      • yasir dedi ki:

        Ah be Toro…
        Hala hayal kırıklıklarına sokmaya devam ediyorsun…

        Nasıl bu kadar dar cenahlı olabilirsin.

      • toro dedi ki:

        Yapacak birşey yok yasir,
        Hayalgücüm inanamayacağın kadar geniştir ama bu bile 600 kanatlı bir varlığa inanmama yeterli değil! N yapalım ki, evreni yaratıp, karanlık madde ve karanlık enerjiyi tekamül ettirdiğine inanılan tanrının elçilerini hala kas kuvvetiyle uçurduğuna inanmak pey te kolay olmuyor! Senin istediğin gibi bakarsak kanatlı ruh hiç inanılası bir mizansen değil! Belki bundan 300-500 yıl sonra ışınlamayı keşfedersek meleklerede uçmadan seyahat etmeyi öğretebiliriz! Buradan yukarıya 50 000 sene kanat çırpmak hiçde kolay bir iş olmasa gerek!

      • yasir dedi ki:

        Seni böyle konuşturan kanıların-kanaatların seni yanıltıyor olabilir…
        Etimolojik bazı araştırmalar yapman lazım.

      • toro dedi ki:

        Terside senin için mümkündür yasirim.

        Sende yüzyıllardır yanıltılanlar arasında olabilirsin! Ben iddia ettiğim hiçbir konu için kesin bir yargı iletmiyorum sana! Sadece kullanmaktan sakınmayacağım ve hiçbir sınırla sınırlandırılmasına izin vermeyeceğim aklıma dayandırıyorum fikirlerimi!

        Sen direkt yazışabildiğin kişiyle yani benimle bile kendince güven bunalımı yaşarken, 1400 yıl geriden gelen herşeye mutlak bir güvenle itimat ediyor olman benim aklımın alabildiği bir durum değildir! Tercih senindir, sonuna kadar saygı duyuyorum ama bu benim bu durumu anlayabilmemi sağlamıyor!

        Başka bir yerde yazdım sanada yazayım!

        Tanrısal aklın yanında insan aklı yer tutamaz olmalı! Çünkü aslında hiçbirşeyini bilmediğimiz ir evreni yaratan tanrıdan bahsediyoruz!

        İşte biz insan aklımızla, tanrının bizden görmediğimiz bir şeye (duyularımızı inkar ederek) inanmamızı istediğine inanabiliriz!Ama bu normal bir durum.

        Anormal olan tanrının bizden görmediğimiz birşeye inanmamızı beklemesinin nasıl bir tanrısal akıl olduğunu düşünmememizdir!

        İnsan aklımızla tanrıyı insan gibi davranan, insanın beklentileriyle tamamen örtüşen beklentilere sahip bir varlık olarak düşünmek ne kadar mantıklıdır!

        Tanrının bütün hitabı,tarzı tamamen insansıdır! İnsanın normal şartlarda göstereceği, öfke,şiddet,cezalandırma duygusu,sevgi,hoşgörü ve ödüllendirmeden farklı hiç bir farklı söylemi yoktur!

        Bak komik olan, ortada bir ktap ya da kitaplar olsada her bireyin inanmak için kendine özgü bir stil yaratmasıdır!Etrafına görmek için baktığında her insanın kendi nevi şahsına münhasır bir inanma şekli geliştirdiğini görürsün! Bu beklentilerin her insan için farklı olmasından kaynaklanır! Benim bütün çıkış noktam insanın, insanların tarih içinde yaptığı eylemler ve düşünsel sisteme yaptıkları etkileşimlerdir!

        Bu bir gözlemdir! Yıllarca kargaları izlersin, beslenme,üreme ve uçma alışkanlıklarını, kendi aralarındaki iletişime bakarsın ve sonra gözlediğin herşey bir sonuca bağlanır!
        Bende hayatım boyunca insanları gözleyip bunuda bol bol okumayla birleştirdiğimde ortaya çıkan sonuç toro dur! Bu noktada neredeyse okumaya başladığım yaştan beri harcanan bir emek var! Bu emeğin doruğu toro dur! Yani hiç şaşırmana gerek yok!

      • yasir dedi ki:

        ”tanrının elçilerini hala kas kuvvetiyle uçurduğuna inanmak pey te kolay olmuyor!”

        Toro, sen hala Müteşebih ayetlerden çıkamamışsın, bu gidişle çıkamassın…Fatır 1’de geçen ”ecnihatin” yani canah-taraf-görüş kanaat-kanatlar senin hayalinde kurduğun kaslı kanatlar olma ihtimalide olabilir ama senin düşündüğün gibide olmayıp bunlar kanılar-kanaatlar-inanışlar-sağlam bilği de olabilir…

        İşte senin gibi inanıp, bu kanatları kuş kanatı sanıp bu müteşabihleri fitne ve şirk yapmamış saf kalpli salih bir müslümana Allah mizan terazisinde, bu müteşabih-teşbihli ayette anlatılan canah-kanat senin sandığın gibi değildi ve bütün salih amellerin boşa gitti deyebileceğini düşünüyormusun, ben düünmüyorum çünkü bizim rabbimiz sonsuz kerem-sonsuz bağış ve sonsuz rahmet sahibidir…

        Üstüne üstelik birde melekleri veya ruhu hayalet casper gibi hayal ettin mi, kendi aklına güvenmiş kişi Allaha değil kendine-nefsine inanır ve ona itaat eder…Senin tasvirin gibi metafizik varlıklar oladabilir çünkü Allahın yaratmasına kim karışabilir, o dilediğini yaratır.

        Oysa ki, ümmül kitaptaki zikir-öğüt açıktır yani Allahın kalite standartları, Allahın ilke ve inkilapları, Allahın emir ve yasakları işte bunlar muhkem-açık ve nettir, Ruhun-kuranın getirdiği sapasağlam bilğilerdir, hepsini maddeler halinde yazdım tekrar yazmaya gerek yok, sen onları biliyorsun…

        Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh Rabbimin emrindendir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.’17 / İSRÂ – 85

        Sonsuz evrende-kainatta işte senin ve herkezin beynine-kalbine ruhtan az bir şey üfürülmüştür, insanı uçuranda veya uçuracak olanda senin zannettiğin kaslı-güçlü kanatlar değil salih ameller-Allahın kalite standartlarını yakalamak–Allahın ilke ve inkilaplarına, emir ve yasaklarına uymakladır…

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,
        Senin bana örnek verdiğin ayette KANAT yazıyormu ya dayazmıyor mu? Ben hayal kurmuyorum! Senin örnek verdiğin ayetten yola çıkıyorum! Kanatlar sayılarına kadar yazılmış!

        Hem sende yazarken kesin diyebilecek bir noktada olmadığını gösterip ”olabilir” diyorsun! Bende kesin bilginin olmaması sendekinin kesin bilgi olduğunu göstermez!

        Yine ayetlerden gidiyorsun! O ayetleri söyleyenin ya da söyleyenlerin yaptığı işin aynı zamanda ikna etmeye çalışmak olduğunuda göz ardı etmemelisin! İster güzellikle, ister korkutarak, ister ödülle! O nedenle sizde ki bilgi bizimkinden azdır o yüzden siz kendi bilginizin değil bizim bilgimizin peşinden gelin denecektir! Bu doğal bir durumdur! Aksi halde ikna etmeye çalıştığını ondan daha fazlasına sahip olduğuna inandırmazsan tabiki senin peşinden gelmesini sağlayamazsın!

        Ne demek istediğimi bir pazarlamacı bulup sorarsan sana en ince ayrıntılarına kadar anlatacaktır!

      • yasir dedi ki:

        ”Ne demek istediğimi bir pazarlamacı bulup sorarsan sana en ince ayrıntılarına kadar anlatacaktır!”

        Torocum neyin ne olduğunu bilen biri için, pazarlanan malın-kalitenin veya pazarlayanın hiç önemi yoktur, alıcı bilinçli ise ne pazarlamaya nede reklama gerek yok…

        O ayete ”ecnihatin” yazmaktadır kaç mesajdır yazıyorum ama hala ısrarla beni uğraştırıyorsun…Yani cenahlar demektir, buna kanatta derler, kanaatte veya görüş-taraf-inanç-bilği vs…

        Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7

        Müteşabih ve Muhkem, ümmül kitabıda iyi araştırman gerekiyor, bu bağlamda ödevlerin çoğaldı…Bence eski hadis-nakil ve 600 kanatlı söylemlerinden önce senin kuran terimlerini ve etimolojik olarak baya bir araştırma yapmak gerekeçektir…

        Misal Bakara, sığır demektir…Bak torocum İnek veya buzağı demiyorum, sığır -bakara işte sadece bakara süresinde geçen bu müteşabih anlatım harici diyer ayetlerde hep ”ıcle” yani buzağı olarak geçmektedir…Şimdi Bakara süresinde İsrailoğlularından kesilmesi istenen bakara-sığır acaba gerçek sığırmı yoksa bir teşbih mi?

        Şimdi torocum sığır bizlerde etinden-sütünden ve güç olarak yararlanılan çift toynaklı büyükbaş hayvanların hepsine denilmektedir…Arap veya samilerdede Bakar-bakara bu anlamdadır…Gerisini sen araştır…
        Ebu bekir’in ismide sana bir anahtar olsun…

      • yasir dedi ki:

        ”Hem sende yazarken kesin diyebilecek bir noktada olmadığını gösterip ”olabilir” diyorsun! Bende kesin bilginin olmaması sendekinin kesin bilgi olduğunu göstermez!”

        Ali imran 7. süre müteşabihler hakkında kesin yorum ve hükmü kaldırmaktadır…

        Misal muhkemleri yani Allahın kalite standartları-ilke ve inkilapları-emir ve yasakları evrenseldir değişmez…Net ve açıktır hükümler ihtiva eder.
        Sanırım açıklayıcı olmuştur…

        Şimdi saf kalpli, dürüst,çalmayan,yalan söylemeyen, zinadan uzak duran, adaletli olan vs bir mümin senin inandığın gibi ”Kuş Kanatı” sanması o kanıya varması o müminin salih amellerini boşa çıkarmaz yeterki bu müteşabihlere dalmasın ve onları iman esası gibi lanse etmesin veya fitne-şirk konusu yapmaması dışında…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        ben resullerden bahsetmedim, ayrıca resullerin kim olduğunun fazla bir önemi de yok, söz konusu olan, Allahtan geldiği iddia edilen Kuran, tanrı sözü müdür? değil midir? sorusunun cevabıdır,

        ben Allahtan geldiğine inanılan bir kitapta Muhammedin sözü diye bir şey olamaz dedim, sen ise olmasının zikir yönünden bir sakıncası olmadığını söylemekle Kuranın Muhammedin sözü olabileceğini farkında olmadan ima ettin, yani bizim tezimize bilerek değil de farkında olmadan istemeyerek ortak oldun ama tövbe ederek bu sözünden dolayı tanrından af isteyebilirsin, tövbe etmezsen o senin bileceğin bir iş,

        ayrıca dinden çıktın derken imanını sakatladın demek istedim, bu sakatlamanın öyle pamuk ipliğiyle falan ilgisi yok, çünki Allahtan geldiğine inanılan bir kitapta insan sözünün olmasının bir sakıncası olmadığını söylemek gibi çok vahim bir hata var?

        biliyorsun İslâmda dinden çıkarılma (aforoz) yoktur, yani sen dinden çıkmadıkça kimse seni dinden çıkaramaz, o konuda müsterih ol.

      • yasir dedi ki:

        Okuyucu, Ademden beri değişmeyen zikir-öğüt aşşağıda yazdıklarım muhkem-açık ve hükümler ihtiva eden ayetlerdir…Rams’ın veya sizlerinde dediği gibi hiç bir zina yapın-adaletsizlik yapın gibi emirler vermez, zaten bu gün sapmış olan bir çok dinin kökenini araştırdınmı yine Allaha ve onun gönderdiği dinlere dayanacak zamanla deforme olup bozulmuş hallerini bu gün görmekteyiz…

        Verilen o 3 ayette velev ki peygamberin konuşmuş olduğunu saysak diyorum, konuşmuştur demiyorum aşşağıdaki evrensel zikir-öğütlerden ne eksiltir veya fazlalaştırır…Ama anlamamaklada ısrar ediyorsunuz….Kuranda bir ruh ve resul olduğu için o ayetlerdeki yerlere ruh-Kuranı neden koymuyorsun…

        Allahı tek rab ve ilah edineceksin—Resullerine, meleklerine, kitaplarına ve Ahirete inanacaksın– Adaletli olacaksın –Anne, Baba ve uzak yakın akraba komşuya yardım edeceksin, zekat vereceksin–Yetim,öksüz ve mazlumun hakkını koruyacak ve yardım edeceksin- Allaha yönelerek yalnız ondan isteyecek ve ona ibadet edeceksin, Allaha salat ve salah ta bulanacaksın– İyilik yapacaksın, iyiliği emredip, kötülükten sakındıracaksın—Sabrı tavsiye edeceksin ve kendinde sabırlı olacaksın—azimle ve sabırla çalışacak ve helalinden kazanacaksın, Her şeyin temiz(helal) ve kalitelisini, zararlı olanını değil faydalı ve yararlı olanını yemeye-içmeye-giymeye çalışacaksın—Senin gibi Allaha teslim olmuş, Allahın ilke ve inkilaplarını, emir ve yasaklarını yerine getiren insanlarla birlik olup destekleşeceksin– sesinde ve yürüyüşünde ağır ve vakar olup orta hal tutaçaksın, alçak gönüllü ve mütevazi olacaksın –Kinini, nefretini yeneceksin, nefsinin aşırı istek-arzu ve heveslerini uymayacaksın, bastırmaya çalışacaksın—Boş şeyler, batılla karşılaştığında ve Cahiller söz söylediğinde selam deyip kötülüğü iyilikle savacaksın ve onlardan yüz çevireceksin–Allah yolunda, Allah ile birlikte canın-malın ile mücadele vereceksin-Tövbe edeip işlemiş olduğun günaha bir daha dalmayacaksın—Her zaman hayır dualar edeceksin—Allahtan başka hiçbir şeyden korkmayacaksın–Bunları yapacak ve yapılmasını yayğınlaştırmak için çalışacaksın.

        Allaha Şirk Koşmayacaksın-Irkçılık yapmayacaksın-Karşılıksız haksız yere can almayacksın-Kıssasa Kıssas yapacaksın, yaparkende haddi aşmayacaksın-Kibirlenmeyeceksin, böbürlenmeyeceksin –Kesinlikle Çalmayacaksın—Kesinlikle Zina yapmayacaksın—Kesinlikle ölçü ve tartıda adaletsizlik yapmayacaksın, bu ölçü ve tartıyı sadece manav ve marketlerdeki sanmayın, ilim adamı, üreten sanayi gurpları, inşaat sektörü, ilaç sanayi vs her dalın ve üretimin kendine has kalite standartları vardır, bunların altına düşmayeceksin—Kesinlikle Faiz yameyecek ve yedirmeyeceksin—Kesinlikle yalancı şahitlik yapmayacaksın–Kesinlikle Yalan söylemeyeceksin—Kesinlikle Zulüm yapmayacaksın –Zulüme ve zalimlere destek olmayacaksın—Kesinlikle Alkol ve kumardan uzak duracaksın—Kesinlikle İsraf yapmayacaksın—Kesinlikle Pintiliğini ve Cimriliğini yenmeye çalışacaksın—Kesinlikle haddi ve hududu aşmayacaksın, azğınlaşmayacaksın…

        Rams, evet senin dediğin gibidir Kuran iki kısım ve iki anlatımdır bir kısmı açık ve hükümler ihtiva eden bölüm ümül kitap diğer kısım ise yoruma açık müteşabih-teşbih-mecaz anlatımdır herkez bunlardan frklı yorumlar çıkarabilir hepsi doğruda olabilir, hepsi yanlışta olabilir, bir tanesi doğruda olabilir, müteşabihlerde dikkat edilmesi geren o ayetlerin iman temeli yapılmaması, fitne ve şirk konusu yapılmamasıdır bunları yapmadan herkez istediği gibi inanabilir…

        İnsanların önceliği olanlar muhkem ayetlerdir bunları uyğulamak ve uyğulanmasını yayğınlaştırmaktır…Bunları geçipte müteşabihlere daldın mı birde kendini çok akıllı sanıp yav he he ben bu hikayelere inanırmıyım dersen işte kendi kendine zulmetmiş olursun ve farkına varamassın.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        söz konusu 3 ayetteki sözler Muhammedin sözüdür, Muhammed kendisiyle ilgili bir şey söyleyeceği zaman bunu kendi söylemez, tanrı söyletir, yani tanrının anlattığı kıssalar veya genel tebliğlerde herhangi bir giriş cümlesine gerek yoktur ama tanrı kendisiyle ilgili veya Muhammedle ilgili bir şey söyleteceği zaman “ey Muhammed!” , “sen”, “ey Muhammed deki!” veya“deki!” anlamında bir yönlendirme veya giriş cümleleri kurar,

        söz konusu ayetlerde, “deki!” yönlendirme veya giriş cümlesi olmadığı için o sözleri Muhammed söylemiş oluyor,

        Muhammed ayetleri tebliğ ederken giriş cümleleri kullanmayabilir ama Kuranda Muhammedin söyleyeceği sözleri tanrı söylettiği için giriş cümlelerinin olması gerekir, çünki Kuran inanırlarını, Muhammedin inanırlara yaptığı tebliğ şekilleri değil, Kuranın sözleri ilgilendirir,
        ”O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50
        yukarıdaki ayet;

        ”DEKİ! O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50

        bu şekilde olsaydı, söz Muhammedin değil, Muhammede söyletilmiş bir söz olurdu, yani “deki” yönlendirmesi olmayan ayetteki sözü söyleyen Muhammeddir,

        aşağıdaki ayette tanrının Muhammedden söz ettiğini anlayabiliyoruz,

        Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. SEN, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde SEN, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver. (kaf-45)

        aşağıdaki ayette biri Muhammede yaratılışı anlatıyor, tanrı ve melekler arasında geçen bir konuşmayı naklediyor ama anlatanın tanrı veya Cebrail olmadığı anlaşılıyor,

        Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” DEMİŞTİ. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” DEMİŞLER. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” DEMİŞTİ. (bakara-30) diyor,

        herneyse, kurandaki tutarsızlıkları say say bitmez, gelelim apaçıklık konusuna,

        bir defa apaçık olarak gönderildiği iddia edilen kitapta (ki tanrı gönderdiğine göre öyle olması gerekir) müteşabih ayet olmaması gerekir ama bazılarını cehenneme göndermeye kararlı olan tanrı, Kurana anlaşılmaz ayetler koyarak bu ayetlerin peşinden gidenleri (sorgulayanları) kafirlikle suçlamak için kendine bahane yaratıyor,

        bunu yaparken tanrı sözü olması nedeniyle apaçık olması gereken bir kitabı karmaşık hale getirerek, apaçıklık ilkesini hiçe sayıyor, yani kaş yapayım derken göz çıkarıyor,

        aslında müteşabih ayetleri sorgulayanları kafirlikle suçlayarak muhkem ayetlerinde sorgulanmasının önünü kesiyor, işin özü kayıtsız şartsız teslim olmayı sağlamak için Kuranın sorgulanmasının önüne set çekiyor,

        ayrıca ayetleri muhkem müteşabih olarak sınıflandırmak hangisinin muhkem hangisini müteşabih olduğu konusunda tereddütlere sebebiyet verir, böyle bir durumda anlamı anlaşılır olan ayetlerdeki bazı anlatımları kendi inanırları bile ilkel bulduğu için bu anlatımların mecaz anlatım olabileceğini savunmaya kalkarlar, örnek vermek gerekirse, dünyada ve ahiretteki fiziksel cezaları veya cennet cehennem anlatımlarının mecaz anlatım olabileceğini söylerler ama hiçbir mantıklı açıklamada bulunmazlar, açıklama beklediklerimiz ise bizi art niyetli olmakla veya işkembeden atmakla suçlama kolaylığına kaçarlar,

        oysa İslâm tarihine baktığımızda, anlaşılamayan ayetlerle ilgili din ulemasının yaptığı farklı yorumlar nedeniyle İslâm aleminin mezheplere, tarikatlere bölündüğü herkesin malumu, yani İslâm alemi 1400 yıldır anlaşılmayan (müteşabih) ayetlere kafa patlatmış, herkes bir şeyler söylemiş, sözlerinin sonuna da “doğrusunu Allah bilir” deyip topu tanrıya atma kurnazlığını göstermişler, ama sebep oldukları sonuç ortada, “doğrusunu Allah bilir” demekle bu işin içinden sıyrılacaklarını sanmasınlar,

        yani 1400 yıldır, müteşabih ayetlerin peşinden gidenler İslâm alemi, muhkem ayetlerin peşinden gidenler ise Kurana inanmayanlar oluyor, İslâm aleminin ne olacağı beni ilgilendirmez ama Kurana inanmayanlar için muhkem ayetlerdeki ilkelliklerin açık ve belirgin olması Kuranın tanrısının ne olduğu konusunda bir dayanak teşkil ediyor,

        yukarıda bir yığın şey saymışsın ama sanırım kendi düşüncelerini saymışsın, oysa saydığın bir çok şey bile halâ İslâm aleminde tartışılıp durmaktadır, sen bile meleklerin kanatlı olmadıklarını savunmaya kalkıyorsun, ne işin var senin meleklerin şekliyle? meleklerin varlığına inan geç git, meleklerin şeklini anlamaya çalışıp eline ne geçecek,

        kısasa kısasta tanrın, hüre hür, köleye köle, kadına kadın diyorsa, uygulamada tanrının emirlerine uy gerisine karışma, yani öldürenin değil, öldürülenin kim olduğuna bak, kafana ters gelse bile öldürülenin kim olduğuna bak, çünki tanrın öyle istemişse, senin itiraz etmen söz konusu olamaz, kafana yatmasa da olamaz,

        daha bir çok şey sayabilirim ama verdiğim örneklerden ne demek istediğim anlaşılmıştır sanırım, hele müteşabih ayetlerin peşinden kimlerin gittiğini, muhkem ayetlerin kimlerin mecaz olabileceğini iddia ettiğini yeterince anlatabilmişimdir umarım.

      • yasir dedi ki:

        Okuyucu, bütün doğru-hak yollar Allahındır, bütün kötü-yanlış yollarda insanın-nefsin-şatanındır…

        Çünkü Allah hakkı-sabrı-temiz olanı emreder, lakin insan aceleci-sabırsız ve kolay-pis olana meyillidir…

        Bir örnek, Allah faizi kesin olarak yasaklar, çünkü faiz kolay-zahmetsiz kazançtır ve sömürüye dayalıdır, insanlar buna meyilli olduğu için günümüzde dünya bu faizin üzerinde dönmektedir…Yani şu an dünya en büyük haramlardan biri olan faizin üzerinde dönmektedir.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz! (secde-9)

        aksine, ister iyi olsun ister kötü olsun bütün yollar tanrıya çıkar, hele kötülüğün oldukça kolaylaştırıldığı, iyiliğin oldukça zorlaştırıldığı insan fıtratında tanrıya çıkan yolların başında kötü yollar gelir, o nedenle iyilik benden, kötülük sizden diyen Kuranın tanrısı sizi kandırsa da bizi kandıramaz,

        size göre,
        senin nefis dediğin şey, tanrının ruhundan üflediği bize canlılık veren bir şeydir, tanrının ruhundan üflediği şey içerisinde iyiliği de kötülüğü de barındırıyorsa, bu tanrının bunları kendi ruhunda barındırıyor olmasıyla açıklanır, kişi öldüğünde ise ölen bedendir ruh değil, hesap günü dirilme ise ruha yeniden ait olduğu bedeni giydirme şeklinde olacaktır, zaten Kurandaki cennet cehennem tasvirleri fiziksel bir varlığı anlatıyor,

        o nedenle tanrı ahirette üflediği ruha beden giydirip meydana getirdiği fiziksel varlığı ödüllendirecek veya cezalandıracaktır, daha doğrusu tanrı kendine ait olan ruhu ödüllendirip veya cezalandırmakla kendisini ödüllendirecek veya cezalandıracaktır, kafan karıştıysa, ruhun varlığını kabul et, geç git, gerisini düşünme,

        senin tanrının enflasyon denen bir olgudan haberin yok galiba, sanırım paranın satın alma gücünden de haberi yok, enflasyon oranındaki ilâve değer, paranın enflasyon karşısında kaybettiği değeri korumaya yöneliktir ve faiz kapsamına girmez, bunun İslâm alemindeki karşılığı kâr payıdır ve bana göre doğrudur, kaldı ki yeterli bilgi birikimine sahip olmadığı için parasını üretime yatıramayan bir insanın vazgeçtiği parasını kullananların elde ettiği kazanç, borç verenlerin ona sağladığı bir avantajdır, borç vermeselerdi, o kişi o kazancı elde edemeyecekti, yani borç alan borcunu geri öderken enflasyon oranının üzerinde bir şeyler ödemesi gerekir, eğer ödeme üretimle ilgili bir şeyse fazladan verilen faiz kapsamına girmez ama geri dönme riski adı altında tefecilik mantığıyla hareket edilip geri ödeme oranlarını olması gerekenden yüksek tutmaya çalışmak faiz kavramına girer,

        risk bahanesiyle enflasyonun üzerindeki aşırı oranlar nasıl insanların istemediği bir durumsa, kâr etmedik diyerek mudilerine kâr payı vermeyen cinliklerde insanların istemediği bir şeydir,

        ayrıca hiç kimse enflasyon denen belânın olmasını istemez ama ekonomideki bu durumları önlemenin bir yolu da yoktur, tanrının şöyle yapın böyle yapın öğütleri de realitede temenniden öteye gitmez, çünki ekonomiyi yöneten gizli bir el vardır, arz ve talep dahil her şeyi o belirler, üstelik bunu yaparken tanrı filan dinlemez,

        sömürü olayına gelince, doğa yasaları güçlünün ayakta kalacağı, güçsüzün yok olacağı şekilde dizayn edilmiştir, (bunu Kuranın tanrısının bilmesi lâzım) insan oğlu, zorunlu olarak girdiği yaşam kavgasında güçlü kalabilmeyi hedeflemiştir, o nedenle insanoğlu, insanlık tarihi boyunca güçlü devletler kurmayı hedeflemiştir, güçlü kalabilmenin kuralı güçsüzleri sömürmekten geçer, en yakın örneği Osmanlı, egemenliği altına aldığı toplumları sömürerek yüzyıllar boyu ayakta kalmayı başarabilmiştir, teknolojik gelişmelere ayak uyduramadığı için tarih sahnesinden silinmiştir,

        günümüzde ise başta Amerika olmak üzere gelişmiş bazı ülkeler diğer ülkeleri sömürerek güçlü kalabilmektedirler, en basitinden önemli rezervde bor kaynaklarına sahip olduğumuz halde bor’u işletecek teknolojiye sahip olamadığımız için dışarıya ham madde olarak 10 liraya sattığımız bor’u, işlenmiş olarak 100 liraya geri alıyoruz,

        yani tarih sahnesi bazı ülkelere insanlık tarihi boyunca emperyalist ülke olma görevi vermiştir, ama bu düzen içerisinde dahi insanların yapabilecekleri bir şeyler vardır, herkes kendi açlarını doyurma yolunu benimsese, yani kendi açlarına sahip çıksa yeryüzündeki açların sayısında azımsanmayacak oranda azalma olurdu, örneğin Amerika, kendi evsizlerine sahip çıksaydı, Amerikada çöp bidonlarından beslenen insan kalmazdı, (bu Amerikalıların ayıbıdır) insanlar kendi açlarını doyurmaya kalksaydı, Kızılay, Kızılhaç gibi örgütlere de gerek kalmazdı, o zaman bu örgütler sadece doğal afetlerde görev yapmak amacıyla çalışırlardı,

        sadede gelirsek dünya doğa yasalarının çizdiği rotada dönüyor, yani anormal bir durum yok, bu dünyada cenneti arayanlar, ancak boş beklentilerin içine girenlerdir, çünki bu dünya cehennemin ta kendisidir ve doğa yasaları gereği öyle kalacaktır, üstelik bu dünyanın dahada cehenneme dönüşmesinde ektikleri tohumlar nedeniyle dinlerin çok önemli bir rolü vardır.

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,
        Bak ben burada aylardır yazarken aynı suali sorup duruyorum! Son kitabı anlamak için ayrıca bir yardımcı kitaba mı ihtiyaç vardır!Veya son kitabın tanrısı kitabının neresinde ben bazen insanlar anlayamasınlar ve anlamı üzerinde tartışırken bir birlerine düşşünler diye bazı ayetleri her yere çekilecek şekilde gönderdim, ya da herkesin idrak edemeyeceği benzetmeler yaptım şeklinde konuşmaktadır?

        Sevgili yasir bak anlatmaya çalışıyorum ama anlamakta direniyorsun! Şimdi bir tanrı olduğu düşünülüyor! Bu tanrı insanları kendine çağırırıyor ve bu çağrıyı yaparken de muhataplarına kendi argümanlarını sunuyor! Öncelikli problem şudur! Tanrı eğer insanları kendine çağırıyorsa sözleri bütün insanlar tarafından ayını şekilde algınacak şekilde olmalıdır! Kitabın kendi iddiası APAÇIKLIK ise anlam üzerinde hiç kimsenin farklı bir algısı olamaz! Yasir tanrıdan bahsediyoruz, benim sözlerim APAÇIKTIR diyorsa sen o sözlerde benzetme vardır, ironi vardır, ima vardır diyemezsin! İşte bu noktadan sonra insanlar aynı şekilde anladıkları bir kitabın peşinden gidip ile gitmemek arasında seçimlerini yaparlar! Çünkü kitabın her ayeti her insan için okunduğunda aynı anlama gelmektedir!

        Aksi durumda ortada bir problem vardır!

        Ayette kanat diyorsa sen bana ima ediyor, bire şu anlama geliyor, aslında böyle olmalı ya da en vahimi tanrı bunu demeye çalışmıştır ya da çalışıyor diyemezsin! Tanrı söylemek istediklerini APAÇIK söyleyebilecek kudrete sahip değilmidir ki sözlerinin onun adına yorumlayacak insanlara ihtiyaç duysun?

        Bu kitap için kitabın tanrısının iddiası APAÇIK olduğumudur, değilmidir? Senin söylediklerini takip edersek, tanrı kendi kitabını bilmemektedir çünkü sana göre kitap apaçık değil imalıdır, anlamlar sadece bazıları (mesela sen) anlayabilsinler diye maskelenmiştir! Böyle bir tanrısallık olurmu? Oyunmu bu? Bazılarına göre farklı, diğerlerine göre daha farklı bir algılamaya sebebiyet verecek ayetler bazılarını kitabın tanrısının cezasına yani cehenneme götürecek! Şaka mı bu?

        Gelelim verdiğin ayete;

        Yasir bir insan bir iddiada bulunduğunda bazı insanlarda çıkacak ve bu iddianın gerçekliğini sorgulayacaktır! Bu doğal bir sonuçtur! Mesela ben sana peygamberim desem sen benim peygamberliğimi hemen kabul edermisin yoksa kendi argümanlarınla beni sorgularmısın? Peki ben beni vahiy olarak nitelediğim sözlerdeki anlam farklılıkları için sorguladığında daha önceden kendime inandırdığım kişileri kaybetme riski ile karşı karşıya kalırsam ya da olası riski baştan bertaraf etmeye çalışırsam ne yaparım? Bu şekilde bir durumda olan bir insan ne yapar?

        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”

        Tabiki geldiğim pozisyonu muhafaza etmek için beni sorgulayanların yalanlıyacağım ve ftneci ilan edeceğim! Aksi halde onlar kazanırsa bana fitneci ve yalancı diyecekler! O nedenle yukarıda söylenen sözler insanın kendi kendisini gözlem yeteneği ve buna bağlı olarak gerçeği arama uğraşına sabotajdır! İnsanı en iyi yaratıcısı tanıyacağına göre yukarıdaki şekilde bir söylemin tanrısal bir akıla ait olduğunu düşünüp sadece salt gerçeği aramak için kendi argümanlarıyla sorgulama yapanarı fitneci ilan etmek tek kelimeyle aymazlıktır, kendini ve iddialarını koruma içgüdüsüyle dile getirilmiş hezeyanlardır!

        Hiç bir kudretli tanrı APAÇIK dediği sözlerini daha sonra APAÇIK değildir diyerek tekzip etmez! Eğer tanrının APAÇIK dediği sözlerini herkes farklı bir algıyla içselleştiriyorsa kusura bakma o sözler anrının sözleri değildir! Çünkü tanrının APAÇIK iddiası bizim için apaçık olduğudur, kendisi için değil! O nedenle ayette kanat diyorsa kanattır! 1 kişi bile kanat değildir diyorsa tanrının APAÇIKLIK iddiası sakatlanır! Ben kendi sözlerini yine kendi sözleriyle sakatlayan bir tanrı tanımıyorum! Benim inandığım tanrı böyle bir tanrı değil!

      • yasir dedi ki:

        Zaten hiç bir yerde Allah kapalı ayetler vardır demiyor…
        Müteşabihlerde açıktır lakin adı üstünde teşbihli ayetler demek isteniyor yani sen Kanat anlarsın, diğeri taraf anlar…

        Şimdi sağ kannatta oynayan bir futbolcu senin düşündüğün kanattamı otnamış oluyor…Romörkörlerin kenarlarına takılan kanatlar vardır onlarda senin tasvirlediğin kaslı kuş kanatlarımı demektir…

        Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).35 / FÂTIR – 1

        ”ecnihatin” yani arapça kökenli olan ”cenah’2 kökünden türeme ve aynı anlamlısıdır, şidi sen hiç ”sağ cenah” veya ”sol cenah” diye bir şey duymadınmı, duymadıysan bu senin eksikliğin, hemen araştır…Bu kelime aynı zamanda kuş kanadı manasınada gelmekte ama aynı zamanda taraf-yan-yandaş veya kanı-sanı-kanaat bu manalarada gelmekte…

        Yani ne olmuş oluyor bu ayette kullanılan kelime çift manalı müteşabih-teşbihli olmuş oluyor, kapalılık diye bir şey söz konusu değil açıktır lakin, açık olduğu gibi yorumada açıktır farklı anlam ve manalarda çıkarılabilir ama bunları iman veya şirk-fitne konusu yapmamak gereklidir….

        Misal sen bu kanatlara kaslı kuş kanadı olarak inandın ve senin inandığın gibi inanmayanları dinden çıkmak ve kafirlikle suçlarsan, benim inandığım gibi inanmayanlar imansızdır dersen büyük hata ve yanlış yapmış olursun…

        Misal ben bu cenah kanat’lara senin inandığın kuş kanatı değilde, taraf-yan-yandaş-kanı-kanaat-inanç-bilği yani Allahın canahında-tarafında-kanatında-Allahın sağlam bilğisine dayalı kanaat ve kanatında olmak ve bunlara sahip olmak olarak alğılarsam değişen bir şey olmaz ama bu inandığımı benim gibi inanmayanları dışlayıp, benim gibi inanmayanlar imansız gibi söylemlere girersem kötü yapmış olurum…

        Yani dürüs bir müslüman olduktan sonra bu kanatlara istediğin gibi inan ama bu inandığını kimseye dayatma ve iman esası yapma, fitne ve şirk konusu yapma…

        Zaten Allah ali imranda bu ayetlerin tevilini yanlız Allah bilir, ilim sahipleri ise hepsi Allahtandır iman ettik derler diye bildirmekte…

        Allah insanları muhkem ayetleri ile sorumlu tutmaktadır, onları defalarca yazdık…

        Allahın kalite standartlarını yakalamak, ilke ve inkilaplarına, emir ve yasaklarına riayet etmek, uymak, uyğulamak ve uyğulanmasını yayğınlaştırmaktır, gelecek nesillerimizi bu ilke ve inkilaplara göre yetiştirmektir…

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,
        Bak yine beni dikkatimi sorgulamaya ya da hafife almaya başladın:)

        ”Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1”

        Senin bana örneklediğin ayette kanat yazıyorsa, sen o ayetteki kelimenin kanat olduğuna inanıyorsun demektir! Bu ayeti sen paylaştın ben değil! Peki diyelim ki kanat değilde yine senin dediğin gibi ”taraf-yan-yandaş veya kanı-sanı-kanaat” olarak değerlendirelim kelimeyi! O halde kanat hariç diğer anlamları başına ”ikişer, üçer, dörder” koyarak ayete tekrar yaz bakalım ortaya ne çıkıyor! Sevgili yasir mesela ”dörder cenah” nedir? Bana bizim normalde kullandığımız ”dörder cenahlı” bir cümleyi örnek verebilirmisin? Dörder cenah, dörder taraf-yan, dörder yandaş veya dörder kanı-sanı-kanaat!

        Şimdi gelelim diğer ayete;

        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”

        Şimdi ayette sözde tanrı diyor ki;

        ”Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler”

        Peki müteşabih yani manası açık olmayan ayetler olmasaydı peşine düşülecek birşey olurmuydu? Bu ayet kendi içinde çelişkili? Tanrı olduğu iddia edilen hem kurana müteşabih ayetler koyuyor hemde insanların bu müteşabih eyetleri sorgulamasına kızıyor! Birde bunu yapanların problemininde ”kalplerindeki eğrilik” oğluğunu söylüyor!
        İyide bu adamların kalpleri eğri ise bu bir üretim hatasıdır! Peki üretici kim?

        Birde insanlara akliselim olmanın tarifine yapıyor! Hepimiz biliriz ki hiç kimse toplum içinde aptal, eksik ya da anlamıyor görünmek istemez! Dolayısıyla bunları itiraf etmektense akıllı, tamam ve anlıyor gibi görünmeye çalışır! Bu nedenle bir topluluk içinde birisi topluluğa şöyle seslendiğinde;

        ”İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar”

        ayrık otu olup yukarıda saydığım niteliklere sahip görünmektense susacaktır!

        Bu ayette kendine peygamber diyen aklı selim olmayı kendi söylediklerne sorgusuz inanmak olarak tarif etmektedir! Kusura bakma ama dostum, bu ayette müteşabih kelimesi eğer bir tanrı tarafından kullanılmışsa sonuç benim önceki yazımda söylediğim gibidir! Bir kutsal kitapta yazılı sözlerin bir tanrı tarafından söylendiği iddia edildiğinde o tanrının bazen tartışmaya yer vermeyecek kadar açık bazen de tartışılacak kadar anlamı değişken sözler söylediği düşünülemez! Çünkü aynı tanrı aynı zamanda APAÇIK tır demektedir! APAÇIK lığın eş anlamlısı müteşabih değildir ki bazı sözlerin anlamı APAÇIK lık iddiasına karşın APAÇIK olamasın!
        Birde ”Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir” diyerek sorgulamanın kesilip atılması beklenmektedir! Bu siz bunu anlayamazsınız demektir! İyi de bu kitap insanlara anlayacakları ve itaat edecekleri bir çağrı olsun diye indirilmedimi?O halde sadece tanrının anlayabileceği benzetmelerin bize hitap eden bir kitapta ne işi var?

        Benim için iki ayetinde amacı son derece açıktır! Ben insanların tarihini dolayısıyla ciğerini bilirim! Amaca ulaşabilmek için neler söyleyebileceklerini ve neler yapabileceklerini kestirebilirim! Kendi adıma son derece eminim bahsedilen sözler herhangi bir tanrıya ait olamayacak kadar insansıdır!

      • yasir dedi ki:

        Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).17 / İSRÂ – 24

        Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).26 / ŞUARÂ – 215

        Yukardaki ayetlerde geçen ”CENAHA” yani cenah-kanat bunlarda kaslı kuş kanatları olabilir mi acaba?…

        Ahh toroo ahhh, sen yapma barii…Kimsenin kimseyi inandırma veya kandırma gibi bir derdi olmamalı ve şahsım adına benim hiç olamaz ama bazı gerçekleride kabullenmek erdemdir…İnanmak zorunda değilsin.

      • toro dedi ki:

        Sevgili yasir,
        Bir önceki yazımda çok açok yazarak sordum! Şimdi son verdiğin ayetlere istinaden tekrar soruyorum

        ”Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).17 / İSRÂ – 24”

        ”Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).26 / ŞUARÂ – 215 ”

        Oralarda da ikişer,üçer,dörder diye sayı belirtiliyormu?

        İlgiyi dağıtmaya çalışma! Yanlış adama kelime oyunu yapma! Sen benim ne yazdığımı okudun ve ne dediğimi de çok iyi anladın!

        Sence son yazdığım yazının en kolay savuşturabilir bölümü kanat mevzuuyla ilgili olan bölümmüydü 🙂

      • yasir dedi ki:

        Bu kadar beyin jimlastiğine rahmen hala seni düşünmeye sevkedememek çok üzücü…

        Bu kadar dar cenahlı olmaman gerektiğini çok önceki mesajlarımda yazmıştım ama hala tek cenahtan çalışıyorsun hatta git gide var olan canahınıda daraltıyorsun…

        Cenahlarını çoğaltmalısın.

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,
        Hiç üzülme yasirim, bizim gibi inanç sahiplerinin düşünmeye ihtiyacı yoktur! Tanrımız bizim adımıza düşünür ve düşündüklerini ben sizin adınıza düşündüm diyerek bir kitapta derler ve bize iletir! O noktadan sonra sorularımızın cevapları belli olduğundan düşünmeye ihtiyaç duymayız! Darısı senin başına…

        Umarım senin tanrında birgün sana bir kitapla ulaşır ve seni herşeyi düşünme ve sorgulama eziyetinden kurtarır, rahat edersin!

      • yasir dedi ki:

        Toro, ironi yaptığını sanıyorsun ama bilmeden bastırdığın gerçekleri su yüzüne çıkartıyorsun…

        Bizim inançımızda sorğulama vardır, bir şeye hemen körü-körüne inanmak veya hemen körü-körüne reddetmek yoktur…

        Allahın ilke ve inkilaplarına, emir ve yasaklarına, kalite standartlarına uyğun mu değil mi diye araştırmak-soruşturmak vardır…Aksi durumda kesinlikle uzaklaşıp uyulmamalıdır…

        Seni bazı şeylere inandıranlar körü-körüne biad kültürünede inandırdığından, bilinç altına hep bunlar yerleşmiş…Okuduklarında-izlediklerinde sana verilen subliminal mesajları hemen almışsın, sende sorğulamadan-araştırmadan bir kısıma-canaha inanır hale gelmişsin, yani kuranda dediği gibi kınadığın-aşşaladığın şey seni kuşatmış ama farkında değilsin.

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,

        İroni yaptığımı zannetmiyorum ironi yapıyorum! Sana ironi yapılmasına tahammülün yok ise sende başkalarına ironi yapmaya çalışmayacaksın!

        Sonra bilinçaltı meselesine gelirsek! Burada da kendi gerçekliğini başkalarının da gerçekliğiymiş gibi dayatmaya çalışmak var! Münazara belli bir noktaya geldiğinde hemen görünmeyen bazı kişilere kabahat isnat etme başlar!

        ”İnandıranlar” ”subliminal mesaj verenler” ”bir kısım cenah” ! Kim bunlar yasir! Sen hayatında kapı kapı dolaşıp misyonerlik yapan ya da ağına düşürdüğü genç öğrencileri veya insanları inançlarından döndüren ateist ya da deist örgütlere rastladınmı? Ben rastlamadım! Rastlasamda ilgimi çekmezler! Çünkü ben bu noktaya kendi içgüdülerimle geldim! Ne bir yönlendirircim nede kandıranım olmadı! Hiç kimsenin de düşünsel tahakkümüne girmem!

        Bunu yapma! Doğrudan benimle yap münazaranı! Karşında çocuk yok ki kandırımış kayıp insan muamelesi yapabilesin! Senin bana söylediklerinin aynısını sana söylediğimde söyleyecek neyin var? Böyle saçma bir değerlendirme olabilirmi? Beni düşünemediğim iddasıyla sözde eleştirmeye çalışıyor sonra karşılığını alınca bu seferde beni birşeylerin kuşattığını iddia edip yeni bir aşamaya geçiyorsun! Ondan sonrada arada sözde savunmaya geçip beni birşeyleri aşağılamakla tekrar suçluyorsun! Hareket tarzınız hep aynı! Düşünen insan hele birde düşünerek sizi zorlayan bir insanla karşılaştığınızda hemen onu bir takım görünmezler yaratarak suçlamaya, sindirmeye çalışıyorsunuz!

        Ben kendi düşüncelerimi, sende kendi düşüncelerini söylüyorsun! Senin düşüncelerinin doğru benimkinin de yanlış olduğunu söyleyen bir hakem yada notermi vardır ki senin doğru benim yanlış düşündüğüm zannıyla bana suçlamalar getirebilesin? Söylediğin inanç benim inancım değil senin inancındır! Sen bana kendi inancının sana yüklediği sorumlukları dayatamazsın! O inancın sana göre doğru olduğu zannıyla beni yanlış yapmakla suçlayamazsın! Neye inanıyorsan seni bağlar beni değil! O nedenle yorumlarını yaparken benim ne yazdığımı birkaç kere önceden okumanı tavsiye ederim! Çünkü beni anlamadan kendi ezberinle suçlamaya başlıyorsun!

        Seni severim ama her yanlış yaptığında sineye çekecek kadar değil!

        Seni daha öncede uyardım! Ben benim! Benim yolum kendi aklımın yoludur! O nedenle bir daha benimle münazara yaparken görünmez kimlikler yaratıp beni onların müridiymiş gibi gösterirsen bu kadar tahammüllü cevaplar vermeyeceğimden emin ol!

        Ben kimliği,kişiliği,rütbesi ne olursa olsun kimsenin kendi öz düşüncesi önünde eğilmem! Eğilenlerin kendi eğilmişliklerini bana yamamasına ise asla izin vermem!

      • yasir dedi ki:

        Bu yüzden yaptıklarının kötülükleri onlara ulaştı ve alaya aldıkları şey kendilerini kuşattı.16 / NAHL – 34

        Yaptıklarının kötülükleri karşılarına dikilmiş ve alay edip durdukları şey, kendilerini kuşatıvermiştir.45 / CÂSİYE – 33

        Andolsun ki, eğer azabı onlardan belirli bir süre ertelesek; kesinlikle: “Onu tutan nedir?” derler. . . Kesin olarak bilin ki! Onlara geldiği gün, onlardan geri çevrilecek değildir! Alay etmekte oldukları şey her yönden onları kuşatmıştır.11 / HÛD – 8

        kazandıkları şeylerin kötülükleri karşılarına çıkmış, alay etmekte oldukları şey onları kuşatmıştır.39 / ZUMER – 48

        Torocum bukadar sinirleneceğini bildeydim o son mesajı atmazdım…Ben kimsenin kızmasını-üzülmesini istemem…İnsan psikolojisi böyle bir şey, kendinde olupta olmadığını idda ettiği şeylerde üzerine alınma ve savunma durumuna geçerler…Bence relaks olmaslısın, kendinden emin isen telaşa gerek yok…Birbirimizi sadece yazılarımızdan biliyoruz, sende daha önceki yazılarında benim ve inançım hakkında bazı zanlarda bulundun veya öyle olduğunu tahmin ettin veya benim yazdıklarımdan o çıkarımları yaprın…Biraz empati yaparsan aslında ortada bir sıkıntının olmadığını ve seni kimsenin suçlamadını anlayabilirsin…Bunları açıklayarak aslında seni yanlış anladığımı anlatabilirdin ama sen savunmayı seçtin, açıklamayı seçmedin…Oysa ben hep açıklamalar yaparak senin zanlarına karşılıklar vermeye çalışıyorum.

        Selam sana olsun.

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,

        Bana demogoji yapma, yemezler 🙂

        Sen bana bundan önce yazdığın yanıtı okumadın herhalde! Ya da yazıyorsun sonra unutuyorsun yazdıklarını! Seni kimse suçlamıyor kaçamağına girme şimdi, herşey ortada! Ben sürekli benimle münazara yaparken sadece benimle yap araya başka figürler girmesin diyormuyum demiyormuyum? Sonuç itibariyle söylediklerimin karşıdan sekip aynı şekilde bana dönmesinden hoşlanmam! Yazıyı uzatmanın gereği yok, gayet açık yazıyorum, gayet açık kaçıyorsun! Hatırlarsan sana bir zamanlar islamda çığır açıyorsun demiştim! Şimdi de herşey yazılı olduğu halde demogojide çığır açıyorsun!

        Bana ayetlerle gelme yasir! Hazırcı olma, birazda kendin mantıksal kurgulama yap! O ayetlerin hiçbiri onlara sadece senin inandığın sürece aramızdaki hiç bir tartışmada senin lehine kanıt olamaz! Çünkü ben inanmıyorum! Dolayısıyla onları kopyalamak için mause a basan parmaklarına yazık! Bak bunuda kaçıncı defa söylüyorum!

        Benden de sana selam olsun!

      • yasir dedi ki:

        ”O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Zariyat 50

        Allahın katından insanlara gönderilen ruh-kuran’dır…
        Bu bağlamda Kuranda Meleklerdendir bunu anlarmısın bilemiyorum…

        ””””””meleklerin varlığına inan geç git, meleklerin şeklini anlamaya çalışıp eline ne geçecek,”””””’

        Arkadaşım güzel bir tespitte bulunuşsun, işte bizimde söylemek istediğimizde budur…İnsanların öncülüğü Allahın ilke ve inkilapları, emir ve yasakları, Allahın insanda görmek istediği kalite standartlarını yakalamasıdır…Müteşabihleri iman esası, fitne ve şirk konusu yapmadığın sürece aklının aldığı gibi inanabilirsin ve her inandığında doğru olabilir, misal toro bu kanatları kaslı kuş kanadı sanar, bense Allahın sağlam bilğisi ruhuna dayanan Kanı-kanaat-taraf olarak alığılarım ikimizin inandığıda doğru olabilir…Seninde dediğin gibi bütün mesaini bu müteşabihlerin ayrıntı ve detaylarına ayırmamandır uyulması gereken kısım Muhkem-ümmül kitaptır onların çoğunu diğer mesajda yazdım…Ayrıca Meleklerin kanatlarına ben değil sizler takılıyorsunuz ve takıldığınız bu kanatlar yüzünden bir adım ileri gidemiyorsunuz, işte Allah bunları sizler için söylüyor onlara takılırsan 1 adım ilerleyemessin…İnsanlara Muhkemleri aşıla ve yayğınlaştır…

        Faiz konsunda ise, hadis ve nakilcilerle aynı çizğide olduğunu bir kere daha ıspatladın okuyucu…Şimdilerde faizin adını değiştirip meşrulaştırmak için Kar payı diyorlar bunu müslümanlar yemez ançak yemek isteyenler yer…Dünyada enfilasyonuda-faizide yaratanlar hepsi aynı kaynaktır birileri istiyor diye varlar…Değersiz kağıtlara dayalı bir ekonomi yaratırsan ve bu ekonomiyide tekelde toplarsan enfilasyonda olur, faizde olur…

        Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, “alışveriş de faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah’a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır. 2 / BAKARA – 275

        Borclu darda ise, eli genisleyinceye kadar ona muhlet verin. Bilmis olsaniz borcu bagislamaniz sizin icin daha hayirlidir.2 / BAKARA – 280

        Müslümalık çok güzel olduğu gibi ağır bir yüktür, enfilasyondan korkmıycan Allahtan karkacaksın, enfilasyon verdiğin borçu eritiyorsa veya kenardaki birikimini eritiyorsa onları sadaka olarak düşüneceksin…Farkının olmasını istiyorsan bunu böyle düşünüp uyğulaman gerekir…Birine bor verdiysen kişi onu sana tam ödemelidir, faiz düşünmek bir yana borç verdiğinin durumu bozuksa alacağını sadaka etmeni öğütlüyor Allah, tabi tutabilenlere…Şimdi senin faiz anlayışınla benim faiz anlayışım bir olamaz ama seninki kar payı söylemi yapanlarla aynı düzeye gelmiş…Dünya bu borsaların-faizlerin-fuhşiyatların üzerinde döndükçe hiç bir zaman huzur bulamaz, sonra bütün suçu Allaha atarlar, Afrikada bebekler ölüyor falan-filan yahu onları öldürenler nefisni-arzularını-şeytanlarını ilah edinmiş vizdansızlardır, Allahın ne suçu var burda…

        ”””””’aksine, ister iyi olsun ister kötü olsun bütün yollar tanrıya çıkar, hele kötülüğün oldukça kolaylaştırıldığı, iyiliğin oldukça zorlaştırıldığı insan fıtratında tanrıya çıkan yolların başında kötü yollar gelir, o nedenle iyilik benden, kötülük sizden diyen Kuranın tanrısı sizi kandırsa da bizi kandıramaz,””””””””’

        Arkadaşım dediğin doğru ister iyi ister kötü bütün yollar Allaha çıkar, bunda hemfikiriz ben aksini söylemiyorum…Bu kavramıları iyi ayrıştır her şey Allahın dilemesiyledir, yani Allah insalar hür olmalarını dilemesiyle İyilik ve kötülük yapmalarınıda dilemiş oluyor, lakin Allah her zaman iyiliği emredip sabrı tavsiye eder, nefis ise kolay-pis olanı arzular ve acelecidir…Bunu aksi olsaydı hürlük diye bir şey söz konu olabilir miydi? lakin Allah ilkeleri-kitabı-zikri-öğütü-ruhu indirir dileyen uyar, dileyen uymaz, Allah buna mudehale etseydi muhakkak şu an sende burada muhalefet ediyor olamazdın…Yani sana hür irade verilmekle aynı sürümde şeytanında içinde geliyor senin en büyük düşmanın-şeytanın yine kendinsin başkası değildir…
        Nefis ile ruh’u karıştırma…Nefis tamamen insanın bedensel yaratılışıdır bedensel istek-arzuları vsdir…Ruh ise tamamen Allahın sağlam bilğisine dayalı doğru yoludur-erdemlik-ahlaktır-bilğeliktir-…
        Ruhu olan birisi erdemlidir-sınırları vardır-ilkelidir-dürüsttür-dosdoğrudur bu kişiden kimseye kötülük gelmez…Ruhsuz biri ilkesizdir-sınırsızdır-arsızdır-namussuzdur-yanlıştır kafasına her estiğini yapandır, nefisinin her istediğini yapandır bu kişiden herkeze zarar gelir…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        Kuranın melek olduğuna dair ayet var mı? ayetlere göre Kuran levhi mahfuzda yazılı olan bir kitaptır, içerisinde yazılmış bir şeyler bulunan kitap nasıl melek olur, bak gene kesin olmayan bir bilginin ardına düşmüşsün, ne yani Kuranda tanrı konuşuyor, cebrail konuşuyor, peygamber konuşuyor, peygamberin hocaları konuşuyor, yetmedi, kitap dile gelip konuşuyor, mubarek kitap, sanki kitap değil, yol geçen hanı, eline mikrofonu alan bir şeyler konuşuyor,

        biliyorsun bizim kalp gözümüz kapalı olduğu için ancak akıl gözümüzle değerlendirmeler yapabiliyoruz, o nedenle tanrının bize verdiği akılla mantık süzgecimizden geçiremediğimiz şeyleri anlayamıyoruz, ne demek istediğimi anlar mısın bilemiyorum…

        geç git derken, bir şeyleri kurtarmak adına ahkâm kesmeye çalışma, ahkâm kesipte yanılırsan sonra öbür tarafta yamulursun gibisinden bir uyarı sadece? yoksa amacım susmanı istemek değil, yeterki sen anlamı son derece açık olan kelimelere başka anlamlar yüklemeye kalkma?

        bahsettiğin kalite standartları, tanrının üflediği ruhun kendini geliştirmeye çabalamasıdır, her varlık varlığını sürdürebilmesi için uygun koşullar arar, Kuranın tanrısı da ruhunu geliştirebilmek için beden denen bir varlığa ihtiyaç duymuş, peki geliştirebilmiş mi? ne gezer, kendine inananlara karşı sonsuz bir merhamet gösterirken kendine inanmayanlara kin ve nefretini kusmaktan başka bir şey yapmamış, ayni mafya babalarının psikolojisini yansıtmış…

        bizimde yaptığımız o zaten muhkemleri koruma altına aldık, mesela; tomurcuk sineli kızlara mecaz anlamlar yüklemeye kalkan uyanıkları hemen teşhir ediyoruz, kısasa kısasta hüre hür, köleye köle, kadına kadın emrinde öldürülenin karşılığının aynen bedel olarak ödenmesini savunuyoruz, kısaca muhkem ayetlere mecaz anlamlar yüklemeye kalkanlara karşı muhkem ayetleri savunuyoruz,

        Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin…… (maide-1)

        Borclu darda ise, eli genisleyinceye kadar ona muhlet verin. Bilmis olsaniz borcu bagislamaniz sizin icin daha hayirlidir.2 / BAKARA – 280

        günümüzde devletler bile borçlanabiliyor, varsa önereceğin bir yöntem söyle onu yapsınlar, yuvarlak laflar, realitede temenniden öte bir anlam taşımazlar, yani lafla peynir gemisi yürümüyor, ayrıca tanrı insanoğlunu yaratmasaydı, yeryüzünde böyle şeyler olmazdı, bu nedenle baş suçlu tanrının ta kendisi, eğer hesaba çekilecek birileri varsa tanrı ilk sırada yer alır,

        faiz konusunda benim yıllar önce söylediklerime sonradan kurulan dinci bankalar uydu, yani ben onlara değil, onlar bana uydu, çünki faiz tanımının enflasyon denen bir olguya göre yapıldığında paranın yitirdiği değerin telafisinin faiz kapsamında düşünülemeyeceğini anladılar,

        peygamber döneminde gümüş sikkeler kullanıldığı için birkaç kalemden meydana gelen ticaret hacminde bu sikkelerin değer kaybetmesi söz konusu olmadığından enflasyon denen bir olgudan haberleri yoktu ama geleceği bildiği söylenen bir tanrının günün birinde kâğıt paranın icad edileceğini, altın veya gümüş karşısında veya bin küsür kalem mal karşısında devamlı değeri değişen kağıt paranın satın alma gücünde azalmaya sebep olacağını bilmesi gerekirdi,

        nefisle ruh aynı şeydir, ayrı ayrı olsalar bile ikisi de tanrıdandır, tanrıda bize kullanmayalım diye bir şey vermez, tanrının verdiğini kullanıyoruz diye de ödüllendirilmemiz veya cezalandırılmamız gerekmez, insanoğlu düşüncesinde özgürdür ama eylemlerinde özgür değildir, en başta birlikte yaşadığı toplumun koyduğu kurallara uymak zorundadır, yani insanoğlunun eylemlerini yönlendiren otokontrol sistemleri vardır, gerisi insanların bu kurallara uyup uymamasına bağlıdır, kötü eylemlerde bulunan kişiler bu eylemlerinin sonuçlarına katlanmak zorundadırlar, yani tanrı karışmasa bile insanlar başka türlü davranmayacaktı, karışmasa dinlerin getirdiği belâlar başımıza gelmeyecekti, sapık üretmeye müsait din diye bir bataklık olmayacaktı, karışmasaydı, insanların birbirlerini boğazlama sebepleri arasında din olmayacaktı, hemde en önemli sebep…

        erdemli olmak ise karşılığında bir ödül beklenmiyorsa bir anlam kazanır, ödül beklentisiyle yapılan iyi işler beklentileri karşılamaktan öte anlam taşımayan samimiyetsiz (ruhsuz) gösteriden başka bir şey değildir, çünki biri vicdanının sesini dinliyor, diğeri vaat edileni gözlüyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın yasir,
        Sanırım sen yapamıyorsun ya da yapmak işine gelmiyor! O halde ben senin için yapayım;

        **ORJİNAL**
        ”Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1”

        Yasir Beyin fatazisi 1;
        ”Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder KANILI elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.

        Yasir Beyin fatazisi 2;
        ”Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder KANAATLİ elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.

        Yasir Beyin fatazisi 3;
        ”Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder TARAFLI elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.

        Herkesin aradan beğendiğini seçebildiği bir ilahi çağrı ile karşı karşıyayız anlaşılan! Her birey çağrıyı kendi mantığına uydurmak için sözlükten bir kelime seçmeli demek ki? Tabi ki özgür iradenin sınırı yok! Tanrınızın sözlerini isterseniz istediğiniz gibi dizayn edebilirsiniz! Bu konuda yardım almak isteyenler konunun uzmanı yasir kardeşime başvurabilirler 🙂

        O size ikişer,üçer,dörder KANATI nasıl başka bir şeye dönüştürebileceğinizi mantığınıza rağmen izah etmeye çalışacaktır!

    • yasir dedi ki:

      **ORJİNAL**

      Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).35 / FÂTIR – 1

      Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1”

      Toro, hatadan dönmek bir erdemdir…Ama hatalıda olsam üste çıkmak psikolejimi tatmin etmek istiyorum diyorsan senin dediğin olsun, ama yinede gerçekleri değiştiremessin…

      Ayette geçen ”ecnihatin” yani cenah bunu araştır ve sana yazdım sende araştır sadece senin sandığın kanat anlamında olmayıp 2-3 anlama gelemktedir…

      Dediğim gibi bunlar müteşabih olup birden fazla anlam çıkarılabilecek ayetlerdir ve iman temelli değidir yani meleklerin kanatlarına böyle inanmak iman esası değildir lakin meleklere inanmak iman esasıdır…Yine söylüyorum senin inandığın gibi inanmakta yanlış değildir veya benim inandığım gibi inanmakta yanlış değildir biri daha çıkar ikimizdende farklı bir anlam çıkarabilir oda yanlış değildir önemli olan bu muteşabih ayetleri iman esası-fitne ve şirk konusu yapmamasıdır…

      Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder (Allah katından sağlam güvenilir görüşe-bilğiye-ilime-kanıya-tarafa sahip) elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1

      Lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ metta’nâ bihî ezvâcen minhum ve lâ tahzen aleyhim vahfıd cenâhake lil mu’minîn(mu’minîne). 15 / HİCR – 88
      Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve mü’minlere kanadını indir.15 / HİCR – 88

      Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).17 / İSRÂ – 24
      Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”17 / İSRÂ – 24

      Cenah kelimesi Buradada geçmekte, ayetleri iyi okuduğunda cenah kelimesinin bilği-görüş-taraf-kanı-taraf olarak geçmektedir…Yani onlara kanadını ger, ilminle-görüşünle onları tarafına al ve taraftarlarınla birlikte tut denilmekte…

      İlim sahibi olan, görüş ve duruş sahibidir böyle insanlar isteristemez bir cenaha-kanata-kanaate-tarafa sahip veya mensupturlar…

      Allahın yeryüzündeki-gökyüzündeki melikleri-melekleri birden çok güçe-ileme sahip olabiliyorlar…

      Kuranda bu melekelerdendir ve bilenler için çok fazla cenaha-kanata sahiptir…İşte Kuran insanları çok taraflı düşünmeye ve dünyevi-ahirevi bir çok ilimler-görüşler vermeye sahip çok kanatlı meleklerdendir…Bu kanatlar nelerdir doğruluktur-erdemliktir-ahlaktır-bilğeliktir-allah yoluna-tarafına bağlılıktır-dünyevi ve ahirevi ilimlerdir vsvsvs…

      Yani Allahın verdiği ve Allah yolu ve tarafı için kullanılan her doğru ve hayırlı şeyler bir kanattır, bunlar kiminde hiç yoktur kiminde 1, kiminde 1’den fazladır önemli olan bunları Allah yolunda insanlık için kullanmaktır…

      • yasir dedi ki:

        Torocum, en azından şuna inanıyorum ki zorlamaylada olsak seninde kanatlarını geneşletmeye başladık, artık Kuranı okurken eskisi gibi okumıycaksın, çünkü seninde ister istemez bakışaçın-görüşün yani kanaatlerin-kanatların çoğalmaya başladı…Artık kurana veya ayetlere tek kanattan değilde farklı kanatlardan bakacaksın…
        Artık bundan kaçamassın 🙂

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Bak ayeti ilk defa sen 1okuyucuya hitaben,
        14/04/2014, 09:00 da aşağıdaki gibi paylaştın!

        ”Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1”

        Daha öncede yazdım, ayeti nasıl paylaşıyorsan öyle inanıyorsundur! Yukarıdaki gibi olduğuna inanmadığın bir ayeti süs olsun diye paylaşmayacağını düşünüyorum! O halde kelime oynuyu yapmaya gerek yok! Ben öyle anlamıyorum, böyle anlıyorum bak burada da böyle geçiyor şeklindeki kaçamak cevaplara da gerek yok!

        Ben sadece senin cevabını merak ediyorum! Bana var ya da yok şeklinde bir yanıtla dönersen beni bahtiyar edeceksin!

        Meleklerin kanatları var mı, yok mu?

      • yasir dedi ki:

        Toro, hala anlayamadın mı?
        Ben nerden bilebilirim ki? cenah-kanat-cephe kelimesi orada ne manada kullanıldı, şu kesin ki 1’den çok anlama gelmektedir her olasılığı göz önünde tutmak gerekebilir benim mantığıma en uyğun olanını benimserim lakin doğruluğu konusunda kesin hükümler vermem veya başkalarının benden farklı inanmalarınıda reddetmem…

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Sen muhatabı olduğun tanrının sana hitabını ”Ben nerden bilebilirim ki” şeklinde nasıl geçiştirebiliyorsun? Ya da böyle bir durum nasıl olabiliyor?

        Yani bir tanrı var sana doğru bir cümle kuruyor ve sen bu cümlede kullandığı bir kelimenin gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyorsun? Bu yüzden elinde bulunan o kelimeyle ilgili seçeneklerden birini ”benim mantığıma en uyğun olanını benimserim” diyerek değerlendirme yoluna gidiyorsun!

        Bu durum ne demektir gayet açık! Bahsettiğin tanrı derdini anlatamamış! Farkındaysan kainatı yarattığına inandığın bir tanrıdan bahsediyorsun ama o tanrının söyledikleri çoktan seçmeli! Bende haliyle sana soruyorum, bir tanrının mutlak sonuçları olan sözleri nasıl muallak ya da çok seçenekli olabilir? Bir tanrı nasıl olurda sözlerini birden fazla anlama gelecek şekilde kurgular?

        İnsan dediğmiz şey bilirirz ki tutarlı bir varlık değildir! Eylemleri ya da eylemlere tepkileri kendi çıkarlarına göre farklılık gösterebilir! Ama bir tanrı için tutarsızdır ya da tutarsızca söylemler üretebilir diyebilirmiyiz?

        Öyleyse ortada iki seçenek var!

        Ya tanrı gerçekte tutarlı ve söylediği çok açık, ya da ortada bir tanrı yok ve birileri tanrıymışcasına ama insani bir tutarsızlıkla birilerine hitap ediyor!

        Sana söylediğim şeyleri anlamamakta ısrar ediyorsun! Benim derdim inançla ilgili değil! İnsanların herbirinin kendi kafasına göre dizayn ettiği bir tanrıyı herkesin tanrısı olmaya zorlamasınadır! Kusura bakma eğer sen tanrının hitabında mevcut bir kelimeye kendi insiyatifinle bir anlam tayin ediyorsan tanrıyı kendi kafana göre bilerek ya da bilmeyerek dizayn ediyorsun demektir! Çünkü bir insan yaratıcısının söylediği söz için ”herhalde böyle söylemek istemiştir” deme noktasında bir seçime gidemez ve isteyen ve anlatan bir tanrı isteğinin ve anlattıklarının farklı şekilde algılanabileceği bir kurgulama yapamaz!

        İmanın şartları içinde ne vardır yasir,

        Meleklere inanmak!

        Peki söylermisin inanmanın zorunlu olduğu meleklerin tasvir edildiği bir tanrı cümlesinde nasıl olurda meleği ”cenah-kanat-cephe” kelimelerinden birini kendi insiyatifinle seçerek tasvir edebilirsin?

        Tanrı sana orada meleklere 2-3-4 er kanat verdim diyorsa (mesela) sen meleklerin 2-3-4 er kanadı olduğuna inanmak zorundasın çünkü meleklere yani tanrının sana anlattığı meleklere inanmak imanının şartlarından! Bu durumda eğer sen cenahı olan meleklere inanıyorsan ve aslında tanrı sana cenah değil de kanat diyorsa sen sana şart koşulan şeye inanmış mı olursun? O nedenle kendi inisiyatifinle anlam devşiremezsin çünkü sonucu kesin olan (meleklere inanmak) bir tanrı hükmünün o hükmün öznesi olan melekleri tasfir ettiği tanımlamaları çoktan seçmeli, boşluk doldurmalı, kişisel inisiyatifli olamaz!

      • yasir dedi ki:

        وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا
        Ve kevâıbe etrâbâ.78 / NEBE – 33

        Okuyucu, sen bu ayeti çöz ondan sonra diğerlerini konuşuruz…

        Zamanında biri bu ayeti senin dediğin gibi çevirisini yapmış arkasından gelenlerin hepsi aynı çeviriyi kullanmışlar…Halbuki bu ayette ifade yer almaktadır….

        Sadece nebe 33 çevrilecekse ”göz alıcı standartlık” vurgulanmaktadır…
        Yani cennetteki güzelliklerin kalita standartlarına bir vurğu vardır…Yani sen kaç yaşındasan, eşinde senin yaşında, yiyeceklerin hepsi en kaliteli standartlarda-boyutlarda, giyeceklerin vss gibii…

        Şüphesiz takva sahipleri için bir kurtuluş vardır.—78 / NEBE – 31
        Bahçeler, bağlar,—78 / NEBE – 32
        ve Genç yaşıtlar…—78 / NEBE – 33
        Dolu kadehler!—78 / NEBE – 34
        Orada boş söz ve yalan işitmezler.—78 / NEBE – 35
        Rabbinden bir karşılık olmak üzere yeterli bir bağış(tır bu).—78 / NEBE – 36

        Okuyucu, fazla zorlama nebe 33’ten bir şey çıkaramasın…Nebe 33’te ne sine, ne göğü, nede eş kelimesi geçmez, orada mümin bayan ve erkeklerin hepsine aynı yaşta yaşıt gençlerin varlığı bildirilmekte…Nebe 31 ila 36’ya kadar olan ayetleri bütün alıp okuduğunda daha iyi anlıycağını düşünüyorum…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        benim ayeti çözmem söz konusu değil, çünki Arapça bilmiyorum ama Kuranı Türkçeye tercüme edenler, tercümelerde ergen kızlar veya tomurcuk sineli kızlar şeklinde çeviriyor, turunç göğüslü yaşıt kızlar da diyenler var, demek ki Arapça öğrenen herkes ayeti benzer şekilde tercüme etmiş, ayrıca tercüme yapanlar ilk çeviriye itibar edeceklerse kendi adlarına tercüme yapmalarının bir anlamı olur mu? demek ki hepsi ayetten başka anlam çıkmadığı için benzer tercümeler yapmışlar, o nedenle kendini boşuna zorlama,

        “””””orada mümin bayan ve erkeklerin hepsine aynı yaşta yaşıt gençlerin varlığı bildirilmekte…””””

        yukarıdaki cümlede ne demek istediğini anlayamadım?

        sık sık kalite standartlarından bahsediyorsun, İslâm alemine baktığımızda, İslâm alemi kalite çıtasını öyle yükseğe çıkarmış ki? hırsızları bile tanrısal özelliklere sahip, hırlılarının neye sahip olduklarını var sen hesap et, yani öylesine yüksek bir standart ki ahlâk, fazilet, erdem tavan yapmış, başkalarının o standarda ulaşması ise mümkün değil, o nedenle dünya milletleri İslâm alemindeki kaliteye bakarken aşağılık kompleksine kapılıyorlar, bir yandan İslâm alemindeki kaliteyi imrenirken bir yandan da kıskanmaktan geri kalmıyorlar, İslâm alemi gibi olacakları günü dört gözle bekliyorlar?

      • yasir dedi ki:

        Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.–3 / ÂLİ İMRÂN – 7

        Toro, ali imran 7’yi iyi okumak gerekiyor…Senin sorularına cevap nitaliğinde diye düşünüyorum…

        Allah kulları bu ayetlerden sorumlu tutmuyor, insanlar Allahın kalite standartları- Allahın ilke ve inkilapları- Allahın emir ve yasaklarından sorumlu ve yükümlüdürler…Her sorduğunda hep söyledim yine söylüyorum, yine sorduğunda yine söyleyebilirim…

        Allah insanlara meleklerin kanatları veya müteşabih anlatımlara böyle inanlar cennete, böyle inanmayanlar şuraya-buraya diye bir ibare yoktur ama adalet-zulüm-hak-hukuk-faiz-zina-iyilik-kötülük gibi açık-emir ve yasakları uyğulanıp uyğulanmadığından sorumlu tutmakta ve bunların karşılığında bazı yaptırımlar uyğulanacağını bildirmektedir…

        Dediğim gibi senin ödevlerin çoğaldı ama çalışmıyorsun…
        Etimolojik olarak çok eksiklerin var…
        Melek kelimesinin etimolojik araştırmasınıda yapman gerekir…
        Misal ”memlük” kelimesi ne anlama gelmekte bu kelime sana anahtar olsun…

        Bakara kelimesini araştırdın mı bilmiyorum…

        Çünkü nonteistlerin çoğu kavram karğaşası yaşadığından kendi yanılğılarında hata üstüne hatalar yapmaktadır…

        Hadi iyi çalışmalar…

      • yasir dedi ki:

        Okuyucu, şu anki islam ülkeleri veya kendini öyle nitelendiren topluluk veya ülkelerin Allahın kalite standartlarını yakalama, Allahın ilke ve inkilaplarına, Allahın emir ve yasaklarına bağlılığı ve uyğulandığı konularında büyük tereddüdlerim var ve hiç şüphen olmasın bu konuda ben senden daha eleştirel bile olabilirim…Çünkü Allah bunu emrediyor doğruya doğru- yanlışa yanlış….

        Nebe 33’te dediğim gibi Arapça bilen birinede göster o ayette ne sine, ne göğüs,nede eş kelimeleri geçmez…O ayette cenette kişiye- kendine yaşıt gençlerin veya standart güzelliklerin varlığından bahsediliyor…Meallerin çoğu zaten arapçaya tam hakim olmayıp eski meallerin yardımı ile yapılan sadeleştirmelerdir yani meal bile değildir…Elmalılı meali yapmıştır ama eski dilden kelimeler çok olduğundan şimdikilerde yeni nesilin anlaması için sadeleştirme niteliğinde mealler yapmaktadır…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        ne yani Kuranı tercüme edenler Arapça bilmiyorlar mı? tercüme ettikleri kitabın rastgele bir kitap değilde Kuran olduğunu bilmiyorlar mı? ki hangi cüretle Arapça bilmeden Kuranı tercüme etmeye kalkışsınlar?

        kusura bakma ama Araplar bile ayni tasvirleri yapıyor, zaten diyanetin çevirilerin doğruluğunu teyid ettirmek için Arap Ülkeleriyle iştişarede bulunmaması düşünülemez, çünki diyanetin topluma karşı olan sorumluluğu nedeniyle dini yanlış anlatması düşünülemez, yani kimse kafadan uydurma çeviri yapamaz, yaparlarsa da bu yapanları bağlar,

        senin, ait olduğun İslâm alemini eleştirme hakkın yok, çünki Kuranda herkese göre malzeme var, onlarda kendilerine sunulan seçeneklerin içerisinden tercih yapıyorlar, realite hoşuna gitmiyorsa, o senin sorunun İslâm aleminin değil,

        olagelen her şey sebep sonuç ilişkisine dayanıyorsa sonuçların sebeplerini irdelemek için Kuran sana yeter diyeceğim ama sizin alimleriniz bile kayıtsız şartsız teslim olmuşlarsa senin de kayıtsız şartsız sualsiz teslim olman gerekiyor, yani sorgulama hakkın yok, kısaca söylersek İslâm alemindeki din Kuranın getirdiği dindir, başka bir şey değil,

        kaliteden söz etmişken, muhkem ayetleri (anlaşılır ayetleri) müteşabih ayet (apaçık gönderildiği söylenen kitapta anlaşılmaz ayetlerin ne işi varsa?) olarak göstermeye çalışanlardan söz etmeyi unutmuşum?

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Ayetlar arası dolaşarak olayı gargaraya getirmeyelim! Birde burada karşılıklı münazara yapıyorsak birbirimize neler yazdığımızı da unutmayalım!

        Bak ben sana Ali imran 7 ile ilgili bir yazıyı,
        15/04/2014 10:44 te zaten yazmıştım! Şimdi tekrar getirip önüme koyuyorsun! Şimdi tekrar okuyup yine unutmaman dileğiyle o yazıyı buraya yeniden kopyalıyorum!
        **************************************************************************************
        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”
        Şimdi ayette sözde tanrı diyor ki;
        ”Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler”
        Peki müteşabih yani manası açık olmayan ayetler olmasaydı peşine düşülecek birşey olurmuydu? Bu ayet kendi içinde çelişkili? Tanrı olduğu iddia edilen hem kurana müteşabih ayetler koyuyor hemde insanların bu müteşabih eyetleri sorgulamasına kızıyor! Birde bunu yapanların problemininde ”kalplerindeki eğrilik” oğluğunu söylüyor!
        İyide bu adamların kalpleri eğri ise bu bir üretim hatasıdır! Peki üretici kim?
        Birde insanlara akliselim olmanın tarifine yapıyor! Hepimiz biliriz ki hiç kimse toplum içinde aptal, eksik ya da anlamıyor görünmek istemez! Dolayısıyla bunları itiraf etmektense akıllı, tamam ve anlıyor gibi görünmeye çalışır! Bu nedenle bir topluluk içinde birisi topluluğa şöyle seslendiğinde;
        ”İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar”
        ayrık otu olup yukarıda saydığım niteliklere sahip görünmektense susacaktır!
        Bu ayette kendine peygamber diyen aklı selim olmayı kendi söylediklerne sorgusuz inanmak olarak tarif etmektedir! Kusura bakma ama dostum, bu ayette müteşabih kelimesi eğer bir tanrı tarafından kullanılmışsa sonuç benim önceki yazımda söylediğim gibidir! Bir kutsal kitapta yazılı sözlerin bir tanrı tarafından söylendiği iddia edildiğinde o tanrının bazen tartışmaya yer vermeyecek kadar açık bazen de tartışılacak kadar anlamı değişken sözler söylediği düşünülemez! Çünkü aynı tanrı aynı zamanda APAÇIK tır demektedir! APAÇIK lığın eş anlamlısı müteşabih değildir ki bazı sözlerin anlamı APAÇIK lık iddiasına karşın APAÇIK olamasın!
        Birde ”Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir” diyerek sorgulamanın kesilip atılması beklenmektedir! Bu siz bunu anlayamazsınız demektir! İyi de bu kitap insanlara anlayacakları ve itaat edecekleri bir çağrı olsun diye indirilmedimi?O halde sadece tanrının anlayabileceği benzetmelerin bize hitap eden bir kitapta ne işi var?
        **************************************************************************************

        Şimdi Ali İmran 7 yi tekrar buraya alalım;

        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. HALBUKİ ONUN TEVİLİNİ ANCAK ALLAH BİLİR. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”

        sonra şunlarıda kopyalayalım;

        ”(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” Nahl,89

        ”Böylece biz Kur’an’ı APAÇIK âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Hacc,16

        Şimdi surelerin iniş sırasına göre kuranın tanrısı önce;

        HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA (Nahl,70 -iniş sırası-70)

        sonra;

        ”HALBUKİ ONUN TEVİLİNİ ANCAK ALLAH BİLİR.” (Ali İmran 7 -iniş sırası 89)

        en sonra;

        ”Böylece biz Kur’an’ı APAÇIK âyetler hâlinde indirdik” (Hacc 16 -iniş sırası 103)

        bu 3 sözün sahibi 3 ayrı tanrımı yoksa hepsi aynı tanrının sözlerimi?

        ”HALBUKİ ONUN TEVİLİNİ ANCAK ALLAH BİLİR.” ise nasıl ”APAÇIK âyetler hâlinde” indirilmiş olabilir?

      • yasir dedi ki:

        Toro, Müteşabih ayetler kapalı ayetler değildir…
        Her zaman ki gibi yine yanlış anlıyorsun….
        Müteşabih, çift manalı veya benzetmeli-teşbihli ayetlerdir….
        Bunlada apaçıktır, lakin bu ayetlerden herkez farklı dersler çıkarabilir….
        Zaten Allah bunları insanlara dersler herkes farklı anlasın ve farklı dersler çıkarsınlar diye böyle göndermiştir…
        Yoksa Allah kuranda müteşabihlere dokunmayın yanırsınız demiyor…
        Sadece onları iman temeli-şirk ve fitne konusu yapmayın, kalbinde eğrilik olanlar bu ayetlerden ders çıkarmak yerine bunlar iman temeli-şirk ve fitne konusuna getirip müslümanlar arasına ayrılık sokmaya çalışırlar denilmekte….Umarım anlamışsındır…

        Ayrıca senin sorularını cevaplarken, benim sana sorduklarımı cevaplamıyorsun…Takıldığın müteşabih kelimelerin etimolojik araştırmalarını yaptın mı?

        Cenah, melek, bakara vss….
        Kendine iyi davran.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        “””””Ayrıca senin sorularını cevaplarken, benim sana sorduklarımı cevaplamıyorsun…Takıldığın müteşabih kelimelerin etimolojik araştırmalarını yaptın mı?
        Cenah, melek, bakara vss….””””””

        sende şu, tomurcuk sineli kızlar veya turunç göğüslü yaşıt kızlar cümlelerindeki kelimelerin etimololojik araştırmalarını yapıversen?

        benim pek fazla etimolojik bilgim yok, sadece muhkem ayetleri müteşabih ayet olarak yutturmaya kalkanları anlayacak kadar kısıtlı bir bilgim var, o nedenle ilk ikisi hakkında pek bilgim olmasa da bakaranın makara olduğunu öğrenmiş bulunuyorum?

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Kusura bakma bu defa konunun etrafında dönmene izin vermeyeceğim! Hala bahsettiğimiz kitabın muhatabı olarak o kitabın ilgili ayetinden ne anladığını anlatabilmiş değilsin! Sen bir inanır olarak anlayamıyor ya da çelişkiyi mantıklı bir çerçevede bertaraf edecek şekilde savunamıyorsan bunun adı ”İLAHİ KOMEDYADIR”

        Tekrar okuman ve bu defa anlaman dileğiyle aynı yazıyı yeniden kopyalıyorum!

        **************************************************************************************
        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”

        Şimdi ayette sözde tanrı diyor ki;

        ”Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler”

        Peki müteşabih yani manası açık olmayan ayetler olmasaydı peşine düşülecek birşey olurmuydu? Bu ayet kendi içinde çelişkili? Tanrı olduğu iddia edilen hem kurana müteşabih ayetler koyuyor hemde insanların bu müteşabih eyetleri sorgulamasına kızıyor! Birde bunu yapanların problemininde ”kalplerindeki eğrilik” oğluğunu söylüyor!
        İyide bu adamların kalpleri eğri ise bu bir üretim hatasıdır! Peki üretici kim?

        Birde insanlara akliselim olmanın tarifine yapıyor! Hepimiz biliriz ki hiç kimse toplum içinde aptal, eksik ya da anlamıyor görünmek istemez! Dolayısıyla bunları itiraf etmektense akıllı, tamam ve anlıyor gibi görünmeye çalışır! Bu nedenle bir topluluk içinde birisi topluluğa şöyle seslendiğinde;

        ”İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar”

        ayrık otu olup yukarıda saydığım niteliklere sahip görünmektense susacaktır!

        Bu ayette kendine peygamber diyen aklı selim olmayı kendi söylediklerne sorgusuz inanmak olarak tarif etmektedir! Kusura bakma ama dostum, bu ayette müteşabih kelimesi eğer bir tanrı tarafından kullanılmışsa sonuç benim önceki yazımda söylediğim gibidir! Bir kutsal kitapta yazılı sözlerin bir tanrı tarafından söylendiği iddia edildiğinde o tanrının bazen tartışmaya yer vermeyecek kadar açık bazen de tartışılacak kadar anlamı değişken sözler söylediği düşünülemez! Çünkü aynı tanrı aynı zamanda APAÇIK tır demektedir! APAÇIK lığın eş anlamlısı müteşabih değildir ki bazı sözlerin anlamı APAÇIK lık iddiasına karşın APAÇIK olamasın!

        Birde ”Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir” diyerek sorgulamanın kesilip atılması beklenmektedir! Bu siz bunu anlayamazsınız demektir! İyi de bu kitap insanlara anlayacakları ve itaat edecekleri bir çağrı olsun diye indirilmedimi?O halde sadece tanrının anlayabileceği benzetmelerin bize hitap eden bir kitapta ne işi var?
        **************************************************************************************

        Şimdi söyle bakalım tanrı mütaşabih ayetlerin peşinden koşulmasından bu kadar rahatsız ise, rahatsızlığı geleceği okuyup müteşabih ayetlerin bir fitne(!) vesilesi olarak kullanılacağını görememesindenmidir? Kusura bakma ama tanrı kendi eyleminin olumsuz sonuçlarından başkalarını sorumlu tutmaktan daha öte bir kudrete sahip olduğunu gösterebilmeli!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        “””””Kusura bakma bu defa konunun etrafında dönmene izin vermeyeceğim! Hala bahsettiğimiz kitabın muhatabı olarak o kitabın ilgili ayetinden ne anladığını anlatabilmiş değilsin! Sen bir inanır olarak anlayamıyor ya da çelişkiyi mantıklı bir çerçevede bertaraf edecek şekilde savunamıyorsan bunun adı ”İLAHİ KOMEDYADIR”
        Tekrar okuman ve bu defa anlaman dileğiyle aynı yazıyı yeniden kopyalıyorum!
        **************************************************************************************
        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”
        Şimdi ayette sözde tanrı diyor ki;
        ”Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler”
        Peki müteşabih yani manası açık olmayan ayetler olmasaydı peşine düşülecek birşey olurmuydu? Bu ayet kendi içinde çelişkili? Tanrı olduğu iddia edilen hem kurana müteşabih ayetler koyuyor hemde insanların bu müteşabih eyetleri sorgulamasına kızıyor! Birde bunu yapanların problemininde ”kalplerindeki eğrilik” oğluğunu söylüyor!
        İyide bu adamların kalpleri eğri ise bu bir üretim hatasıdır! Peki üretici kim?
        Birde insanlara akliselim olmanın tarifine yapıyor! Hepimiz biliriz ki hiç kimse toplum içinde aptal, eksik ya da anlamıyor görünmek istemez! Dolayısıyla bunları itiraf etmektense akıllı, tamam ve anlıyor gibi görünmeye çalışır! Bu nedenle bir topluluk içinde birisi topluluğa şöyle seslendiğinde;
        ”İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar”
        ayrık otu olup yukarıda saydığım niteliklere sahip görünmektense susacaktır!
        Bu ayette kendine peygamber diyen aklı selim olmayı kendi söylediklerne sorgusuz inanmak olarak tarif etmektedir! Kusura bakma ama dostum, bu ayette müteşabih kelimesi eğer bir tanrı tarafından kullanılmışsa sonuç benim önceki yazımda söylediğim gibidir! Bir kutsal kitapta yazılı sözlerin bir tanrı tarafından söylendiği iddia edildiğinde o tanrının bazen tartışmaya yer vermeyecek kadar açık bazen de tartışılacak kadar anlamı değişken sözler söylediği düşünülemez! Çünkü aynı tanrı aynı zamanda APAÇIK tır demektedir! APAÇIK lığın eş anlamlısı müteşabih değildir ki bazı sözlerin anlamı APAÇIK lık iddiasına karşın APAÇIK olamasın!
        Birde ”Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir” diyerek sorgulamanın kesilip atılması beklenmektedir! Bu siz bunu anlayamazsınız demektir! İyi de bu kitap insanlara anlayacakları ve itaat edecekleri bir çağrı olsun diye indirilmedimi?O halde sadece tanrının anlayabileceği benzetmelerin bize hitap eden bir kitapta ne işi var?
        **************************************************************************************
        Şimdi söyle bakalım tanrı mütaşabih ayetlerin peşinden koşulmasından bu kadar rahatsız ise, rahatsızlığı geleceği okuyup müteşabih ayetlerin bir fitne(!) vesilesi olarak kullanılacağını görememesindenmidir? Kusura bakma ama tanrı kendi eyleminin olumsuz sonuçlarından başkalarını sorumlu tutmaktan daha öte bir kudrete sahip olduğunu gösterebilmeli!”””””

        başka söze gerek yok, çünki Kuranın tanrısının ne olduğu! bundan daha iyi anlatılamazdı.

      • yasir dedi ki:

        nebe 33, ayetinin abartılıda olsa kelime karşılıklarını veriyorum…

        1. ve kevâıbe : ve genç, göz alıcı, şahane endamlı
        2. etrâben : aynı yaşta, yaşıt

        Bu ayette ne eş, ne sine, ne göğüs vs gibi kelimeler geçmez, hatta dişil ve erilde değildirler yani iki cinsede hitap edetmektedir…

        Ayetin kısaca meali Cennetteki herşeyin kalite standartlarının uyumluluğudur…Sen bundan eş anlarsan eştir, başkası meyve-yiyecek anlarsa onlardır, başkası giyecek-binecek anlarsa onlardır yani aklına ne gelirse insanlarda dahil hepsi kalite standartlarını geçmiş düzende-ahenkte olacağı vurğulanmaktadır…
        Yani cennette kalitesiz insanda olmayacaktır, zinakar-faizci-tefeci-zulümkar-katil-vs insanlarda olmayacaktır, yiyecek-giyecek-binek ve bunlarında kalitesizleri olmayacaktır, ayette yapılan vurğu budur….

        Ama sen anlamıyorsan veya anlayıp saptırma yoluna gidiyorsan benim veya başkasının sana yapacak bir şeyi yok…Ancak kendini kandırıp doğruyu eğri gösterdiğinden kendinde olduğunu idda ettiğin standartların dışına çıkmış olursun ki buda kendinle çelilştiğinin açık ıspatıdır…

        Bence her şeyi hazır bekleme biraz araştır…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        araştırdım, tanrının ödüllerinin muhteşem olması gerektiği sonucuna vardım,

        Cennette kaliteli insanlar olacağı için cennetteki ödüllerinde kaliteli olacağı muhakkak, herhalde Kuranın tanrısının vereceği ödüllerin alelade olması düşünülemez,

        mutlaka umduğunuzun çok çok üstünde hayal bile edemeyeceğiniz, gördüğünüzde gözlerinize inanamayacağınız muhteşem ödüller olacağı aşikardır, kalite kıyaslamasında ise dünyadaki en iyi armudun cennetteki en iyi armudun yanında esamesinin bile okunamayacağı türden bir kalite farkı olacağı aşikardır???

        tek yapmanız gereken cenneti hak etmek için çaba göstermeniz, bunun içinde tanrınıza şirin görünmeye çalışmanızdır, yani köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demeniz gerekiyor.

      • yasir dedi ki:

        Torocum, farkındamısın bilmiyorum lakin bana isnat ettiğin girdabın içindesin ama ısrarla bunları bana yüklüyorsun…

        Yapma toro, Kurandaki müteşabihler anlaşılmaz değil veya insanlar anlamasın diyede değildir…Kurandaki müteşabihler farklı alğılanması için varlardır…Ama muhkemler 10 bin yıl öncede aynıdır şimdide, 10 bin yıl sonrada, misal adelet-zulüm-faiz-zina-can alma vsvsvsvs bunlar her toplum, her dönemde aynıdır değişmez, bilmem anlatabiliyormuyum…

        Bu son mesajların ile sabit ve tek görüşlü, değişime açık olmadığında anlaşılmaktadır…

        Bunu kaç kere söyledim yine söylüyorum, Allahın Kuranda bizlere açıkladığı, en azından benim anladığım, Allah bir insanın akıllı-kurnaz-zenğin-güçlü olmasından çok-çok önce istediği Ahlaklı-dürüst-sayğılı-erdemli-zararsız-yardımsever-barışçıl-sınırları olan-kişiye huzur veren bir insan profili oluşturmaktır…

        Bunu oluşturmadıktan sonra, akıllı veya akılsız-bilğili veya bilğisiz-güçlü veya güçsüz bir insan ahlaksız-sahtekar-sınırsız-zararcı-kişiyi-toplumu huzursuz eden bir profilden herkeze zara gelir…Güçlüyse güçüyle ezer-asar-keser, güçsüz ise güçü elde etmek için her türlü işe başvurur…

        Ben sana bunu anlatamadımya hala buna yanıyorum…

        Ben aslında benden istenen gibi savunmaya çalıştım, şu an konuyu çıkmaza sokan sensin fakat farkında bile değilsin, kendinin yaptığını bana isnat etmen ve konuları karıştırmandan ve sana yöneltilenlere cevapsız kalman ve görüşünü sabitlemenden dolayı kendi yaptığımın doğru oladuğunu anlamaktayım.

      • yasir dedi ki:

        Okuyucu, saldırmak veya saptırmaktansa almış olduğun ironik pozisyondan dolayı seni tebrik etmeliyim…

        Nebe 33’ü yanlış alğılaman veya bilmeden-araştırmadan peşine düşmenden dolayıda kula-göz-kalp bunların sorumlu tutulacağınıda anlamış olduğunu düşünmekteyim, lakin nebe 33’ü bu şekilde inanmadan veya inandırılmadan önce ayeti tam araştırıp, ilmedip-akletmiş olsaydın körü-körüne bu inacın veya inandırılmanın peşine düşmemiş olacaktın…

        Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. 17 / İSRÂ – 36

        Nebe 33’ü araştırman sonucunda veya ironide yapsanda o ayette ne eş- ne sine- ne göğüs- ne eril- dişil bir ifade kelime geçmemektedir…
        Nebe 33’ü yanlış anladığın ve inandırıldığın gibi Allah-kuran ve islam hakkındada bilmeden-ilmetmeden ve akıl etmeden yanlış bildiğin bir çok doğruları reddedip muhalefet olmaktasın veya olmaktasınız.

        Cennet ve cennet nimetleri sadece ahirette değildir, sanada tavsiyem ”cenet” kelimesinin etimolojik araştırmasını yap bu terim hem dünya hem ahiret için kullanılmaktadır…Cennet veya cennet nimetleri bir ödül değil bir sonuçtur…Lakin kalitesi bozuk olan ve Allahın kalite standartlarının altında olanlar için bir ödül veya ödül olarak alğılanabilir…Bir kişi bastıramadığı sapkın duyğu ve düşüncelerini belki bu yönden ötürü bastırması hem inanlar hemde inanmayanlar için huzur verici bir ortam yaratmasınada vesile sayılabilir, o kişinin samimi ve samimi olmaması Allah ile onun arasındadır…Bunu söylede düşünebilirsin, denetlemeye gelmeden önce denetleme olacağını haber verip kişi veya kurumun pozisyonun düzeltmesi veya hazırlanması gibi alğılamalısın…Yani uyarı mahiyetinde, bu uyarıya rağmen hazırlanmassan veya kurallara uymassan sana gelecek cezayı hakketmiş olman kaçınılmazdır ve bu durumlarda cezalandırmakta adelettir temelidir…İçinden gelen, nefsini dizğinleyemeyenlerin sırf Allah için veya cennet nimetleri için köprüyü geçesiye kadar ayıya dayı demeleri yani zulüm yapmamalrı-zina yapmamaları-faizden uzak durmaları-haksız yere can almamaları- ölçüde tartıda adeletli olmaları-ihtiyaç sahiplerine yardım etmeleri- vsvsvs daha bir çok yapılması gerekeni yapıp, yapılmaması gerekenden uzak durmaları sence iyi mi? kötü mü?
        İçinden kötülük gelmeyip Allaha uyan ile içinden kötülük gelip sırf Allah için bu kötülükleri bastıran arasında bir kıyaslama yapsak belkide içiden kötülük gelipte bunları sırf Allah için bastıran belkide daha üstün konumdadır, ne bilebiliriz ki değil mi? okuyucu.

        İnsanların duyğu ve düşüncelerini, yani nefsini-şeytanını bastırmanın-dizğinlemenin kolay olduğunu mu sanıyorsun.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        “”””İçinden kötülük gelmeyip Allaha uyan ile içinden kötülük gelip sırf Allah için bu kötülükleri bastıran arasında bir kıyaslama yapsak belkide içiden kötülük gelipte bunları sırf Allah için bastıran belkide daha üstün konumdadır, ne bilebiliriz ki değil mi? okuyucu.””””

        (31-34) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.

        yukarıda diyanete ait tercümeyi Kuranmeali sitesinden kopyaladım, siteye gir bak bakalım diğer tercüme edenler ne diyor, gördüğün gibi benim kafamdan uydurduğum bir şey yok, kızacaksan tercüme edenlere kız, bana değil,

        hem sen niye gocunuyorsun? söz konusu ayet ahlâk anlayışına mı ters geliyor? yazdığı anayasaya 9 yaşındaki kızlarla evlenebileceği maddesini koydurmaya çalışan Arabın gocunmadığı yerde sen niye gocunuyorsun? Kuranın tanrısının ne vaat edeceği kimi ilgilendirir? ne isterse onu vaat eder, elini tutan mı var? hesap soran mı var? karışacak olan mı var?

        dinlere inanmayanlar içerisinde erdemli olanların samimiyetine inanırım, çünki onlar hiç bir ödül beklemeden kendi vicdanlarının sesini dinleyerek erdemli olmayı seçmişlerdir ama Müslümanlar içinde erdemli olanların samimiyetine inanmam, çünki vaat edilen ödül ortada durdukça ister kendi rızalarıyla ister bastırdıkları duyguları nedeniyle erdemli görünmeye çalışmaları samimiyet yönünden her zaman sorgulanmaya muhtaç olur?

        cennet kelimesini araştırmaya gerek yok, söz konusu ayet öteki dünyadaki cennetten bahsediyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Kendimi bir kamera şakasının ortasındaymış gibi hissediyorum ama ortada kamera yok. Ortadaki şeyin adı gerçeklik! Seninle münazaramızın her aşamasında aslında senin ”sabit ve tek görüşlü, değişime açık olmadığında ” iyiden iyiye inanmaya başlıyorum. İşin garibi halin bu iken bana benim senin gözlerinle görebilmem için ”sabit ve tek görüşlü değil de değişime açık” olmamı öğütlüyorsun! Sonrasında senin gibi gördüğümde ne olacağım ”sabit ve tek görüşlü ve değişime açık olmayan” birimi?

        İnanılmaz bir şekilde destan yazıyorsun! Sanki içinde bulunduğun din kendisi hakkında sana ”sabit ve tek görüşlü değilde değişime açık olman” konusunda fırsat veriyormuş gibi! Kendini ben, beni de sen zannetmen çok hoş! Ama acilen silkinmelisin çünkü ben benim, sende sen!

        Israrla ayeti tekrar tekrar kopyalatıyorsun bana!

        ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”

        Kuranın tanrısı ne diyor insanlara;

        ”Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir”

        Peki kuranın tanrısına RAĞMEN sen ne diyorsun;

        ”Kurandaki müteşabihler ANLAŞILMAZ DEĞİL veya insanlar anlamasın diyede değildir”

        Peki ben bu durumda tanrısının sözlerini ve niyetini tanrısından daha iyi bildiğini iddia eden biriyle nasıl münazara yapabilirim?

        Sonra sözünü ilginç bir şekilde şöyle devam ettiriyorsun;

        ”Kurandaki müteşabihler farklı alğılanması için varlardır”

        Kim söylüyor bunu sana? Kuranın tanrısı sana ”tevilini ancak ben bilirim” dediği halde ona değilde kime inanıp sadece tanrının yorumlayabileceği mütaşabih ayetleri yorumlayabileceğini ya da anlayabileceğini düşünebiliyorsun?

        İşte temel problem bu! Eğer kuranın tanrısı diye adlandırdığımız tanrı gerçekten var olsa idi senin onun kendi içindeki tutarsızlıklarını savunmaya çalışırken bir çıkmazın içine düşmene izin vermezdi!

        Daha önce söylediğim bir şeyi yineleyerek yazımı sonlandıracağım!

        Şimdi söyle bakalım tanrı mütaşabih ayetlerin peşinden koşulmasından bu kadar rahatsız ise, rahatsızlığı geleceği okuyup müteşabih ayetlerin bir fitne(!) vesilesi olarak kullanılacağını görememesindenmidir? Kusura bakma ama tanrı kendi eyleminin olumsuz sonuçlarından başkalarını sorumlu tutmaktan daha öte bir kudrete sahip olduğunu gösterebilmeli!

  49. KUANTUM-AGNOSTİK dedi ki:

    UZUN UZUN YORUM YAZANLARA HAKA DANSI GÖNDERİYORUM…. BÜTÜN DİNLEREDE AYNI DANSI GÖNDERİYORUM :d
    http://www.zaplat.com/video/dans_videolari/197805/Haka_Dansina_Sende_Katil

    • rammsteinn dedi ki:

      sayın yasir
      elinizde tanrıdan gelme bir fihrist felan mı var? hangi ayet mecaz,hangi ayet mecaz değil oraya bakarak mı karar veriyorsunuz?
      allah affedicidir > mecaz değil
      yalan söylemeyin,zina yapmayın > mecaz değil
      yıldızların kandillere benzetilmesi > mecaz
      huriler > mecaz
      meleklerin kanatları > mecaz
      yüzlerce örnek çıkar.
      dağa taşa yemin eden tanrınızın gönderdiği kitabın yarısı mecaz anlamlarla,fantastik hikayelerle dolu. geri kalan kısmında hırsızlık yapmayın,zina etmeyin gibi her dinde olan emirler var.
      savunmalarınızın iki temel direği mecaz anlam ve yanlış çeviri.

      Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.35 / FÂTIR – 1

      senin yerinde olsam kanat sayılarını,ışık hızına benzetirdim. dört kanatlı olan melekler ışıktan 4 kat hızlı hareket eder. üç kanatlılarda üç kat hızlı. nasıl olsa kimse kanıtlayamaz. üstüne birde bundan mucizevi anlam çıkarırsınız. “1400 yıl önce ışık hızı nasıl bilinebilirdi?” gibisinden süslü bir kaç cümle de kattınız mı hem dindar arkadaşlardan alkış alırsınız hemde tanrıdan bir kaç huri daha kazanmış olursunuz. şu iri ve siyah gözlü olanlardan.

      ayrıca yarılan denizde firavunun ölme hikayesi.
      mısır kayıtlarında böyle bir olay yok. her firavunun hikayesi mısır kaynaklarında bulunur. ayrıca hiç bir firavun fiziksel olarak ne savaşa girer ne de düşmanının peşinde koşar.
      secdedeymiş gibi gözüken bir çürümüş insan bedenini kanıt olarak sunarak sadece kendinizi kandırıyorsunuz.
      mısırın hiçbir kaynağında ne denzin yarılması gibi bir olay,ne de firavunun orda ölme hadisesi vardır.
      her din yanılmaya devam ediyor.
      hristiyanlar nuh tufanının m.ö 2300 lü yıllarda olduğunu öngördü. mısır kayıtları büyük bir selden bahseder ama hristiyanların verdiği tarihten binlerce sene önceye tarih verir.
      geçenlerde isanın da evli olduğunun kanıtı çıktı.
      ama dikkat edilmesi gereken nokta,islam bu tarz bilimsel kanıtlara müsamaha göstermiyor. sıfır tolerans. bir bilimadamı muhammed aleyhinde ortaya bir kanıt atsa, ne ailesi kalır ne kendisi ne de ülkesi.

      • kadir dedi ki:

        sayın ramsteinn…

        kuranda semud kavmi ile ilgili bir ayette.. hz.salih onları hidayete davet ettiğinde onların cevabı ayette şu şekildir..
        “sen bize ne söylersen söyle, sana ne indirildiyse indirilsin biz seni tanımıyoruz.. seni reddediyoruz”

        bu ayette semud kavmi insanın fıtratında olan hidayete girme duygularının üstünü örtmüşlerdir.. hissi duygularını tamamen körleştirmişlerdir.. bu ayetten anlaşılıyorki akıllarını kullanarak analiz etme kabiliyetlerini hiçbir zaman devreye sokmamışlardır.. sadece inkara saptanmış duygularının esiri olmuşlardır..

        sizin durumunuzda aynen bunun gibidir.. kalbine mühür vurma konusunda çok güzel bir örneksiniz.. ha bu arada ateist siteler sizi çok fena kandırmış.. umarım birgün bu hatanızın farkına varırsınız..

  50. Gencer dedi ki:

    Günümüzde dini siyasete ticarete alet edenlere herkes ateş püskürüyor.1400 yıl önce Din üzerinden siyaset ve ticaret ve bu uğurda kan dökmüş olanlara tapıyorlar.Çok İronik değil mi?

  51. 1okuyucu dedi ki:

    arkadaşlar;

    lütfen mesajlarınızı büyük harflerle yazmayın, büyük harflerle mesaj yazmak “hakaret” anlamına geliyor, belki bilmiyor olabilirsiniz diye bu uyarıyı yaptım,

    hepinize saygılarımla.

  52. yasir dedi ki:

    Okuyucu, bence sende ve diyanette kendilerinizi resetleyip-kendinizi bir gözden geçirmelisiniz…
    Ben değil sizler yani diyanette dahil kendinize üzülmelisiniz…
    Hiç bir şeye inanmayan okuyucu diyanet mealine inanmakta, çelişki yumağında bunu farkedememen çok doğal…
    Nebe 33 ayeti senin ve diyanetin yazdığı gibide olsa gocunmazdım, neden gocunayım kiii….
    Allah gerçekleri söylemekten çekinmez, cennet ve cennette kişiye yaşıt ve göz alıcı eşlerin olmasıda çok doğaldır ve bu dünyadada bu tarz eşler kim istemez ki…Helalinden, hayırlı-temiz-güzel-ahlaklı bir eşi bu dünyadada ahirettede isteriz, bunda ne gibi bir yanlışlık ve gocunmalık olabilir…Ama sizler bu gibi şeylerin kuranda olmasını sapıklık görüorsunuz, sanki sizler kendinizi her türlü evliliğe ve cinsel ilişkiye kapamış rahiplersiniz…

    Erdem doğuştan gelen bir özellik değil sonradan kazanılan bir özelliktir…Çok eğitimli, asil bir soydan gelen kişide erdemsiz-saldırgan-sızırsız olabilir, veya eğitimsiz-taşralı bir kişi çok erdemli-sayğılı-dürüst vs gibi özellikleri üzerinde taşıyabilir…

    Okuyucu, bazı husuların gerçekliğini anladığında şimdide pozisyonunu saldırı moduna almış gibi görüyorum, yanılıyorsam düzelt…Ama kendi gocunmanı, ”kişi kendinden bilir işi” misali benim gocunduğumu söyleyip olayı sapyırıyorsun..Daha önceki yazılarıma bakabilirsin, nebe 33’ü ve hurileri kimler sorun yapmış…Sizn gocunmalarınızı ve rahatsız olduğunuz konuları bir silah olarak kullanıp saldırmaktasınız bizlerde, sizlere izahlarını yapmaktayız…Umarım yapabilmişiktir…
    Unutmaki karşı tarafa ve değerlerine saldırı-hakaret, ançak çaresizliğin bir gösterğesidir.

    Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).17 / İSRÂ – 24
    Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”17 / İSRÂ – 24

    İsra 24’te geçen ”cenahaz” kelimesi ile Fatır 1’de meleklerin ”cenah”ı aynı kelime ve manalarıda aynıdır…
    Yani isra 24’te ”””Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki”” demektedir…Merhamet ve tevazu sahibi olmak, kanat-taraf-cenah sahibi olmakla eş tutulmaktadır…

    Yani yenilğiyi kabullenmek bir erdemdir, erdem sahibi olmakta bir kanat sahibi olmakla eş değerdir…

    • yasir dedi ki:

      ””’Yani yenilğiyi kabullenmek bir erdemdir, erdem sahibi olmakta bir kanat sahibi olmakla eş değerdir…””’

      Yukarıda yenilği diyerek hata yapmış, kusuruma bakmayın…
      Doğruyu kabulenmek demeliydim, en azından benim düşüncem bu yönde…
      Doğruyu kabullenmek bir erdemdir…
      Ben burada kimseyi yenmek için yazmıyorum, böyle bastırılmış duyğularımın olmadığını düşünüyorum…

    • 1okuyucu dedi ki:

      Yasir;

      beni diyanetle ayni kefeye koymana bir anlam veremedim, diyanetin çevirisini yanlış buluyorsan, bunu diyanete bildirir düzeltmelerini istersin, hatta aramışken bir de fırça atarsın, niye yanlış çeviri yapıp ta bu Ülkedeki Müslümanları kandırmaya kalkışıyorsunuz gibisinden okkalı bir fırça?

      diyanetin hali üzülecek bir hal ise ona siz üzülün ben değil, çünkü koskoca bir Türk milletinin kaderiyle oynuyorlar, utanmadan yanlış çeviri yapıp bazı egolara hitap ediyorlar???

      benim yaptığım ise aynen tüm MÜSLÜMANLARIN yaptığı gibi, Kuranla ilgili ayetlerin tercümesini bulabileceğim en güvenilir kaynak diyanet çevirisi olacağına inandığım için bahsetmem gerektiğinde diyanet çevirisine itibar etmiş olmam,

      hatta diyanet çevirilerinde de bazı şüphelerim var, İslâm ülkelerinin İslâmı yaşayış şekillerine baktığımda Türklerin İslâmı yaşayışı Araplara göre biraz daha iyi gibi, sanki diyanet, Kuranın orijinalinden yaptığı çevirilerinde bazı anlamları yumuşatacak kelimeler kullanmış gibi, yani Kuranın orijinali, diyanet çevirinden daha beter olabilir gibime geliyor, Arapça bilmediğim için iki toplumun İslâmı yaşayış şekillerine bakarak böyle bir öngörüde bulunuyorum.

      ben saldırı modunda filan değilim sen fazla alıngansın, Kuranın tanrısının vereceği ödülleri sorgulamak kimin haddine, istese cennette öyle ödüller verir ki insanlar hayallerinde bile tasavvur edemedikleri ödülleri görünce şaşkınlıklarından küçük dillerini yutarlar, yani tanrının bir farkı olması gerekir öyle değil mi?

      dilerim Kuranın tanrısı cennetteki beklentilerinin 100 kat daha güzelini versin sana,

      melekler kanatlı olsa ne olur? kanatsız olsa ne olur? cenahlı olsa ne olur? cenahsız olsa ne olur? neli olursa olsun sonuçta melek sıfatına bir halel mi gelecek? varlığına inan gerisine karışma,

      benim Kuranın tanrısının merhametine ihtiyacım yok, inanmadığım tanrıdan bir beklentim olabilir mi? ama size göre beni cehenneme koyacaksa, olsun onunda egosunu tatmin etmeye ihtiyacı var,

      yenilgiyi kabul etmek erdemdir de bunun şartı nedir, diyanet çevirisini reddetmek mi? sen söyle kime itibar edeyim, var mı bildiğin bir alim?

      • yasir dedi ki:

        Şu an dünyada türkler, araplar,afganlar,farslar vsvs bir çok kavim, islam olmuş kavimler, Allah-Kuran islamından çok kendi örf-anane-törelerine giydirilmiş bir İslam anlayışı yaşamaktadırlar, bu yüzdendirki Allahın istediği tek millet yani milleti ibrahim olabilme ihtimeli çok düşüktür…Türkiyede çeviriler ister doğru ister yanlış olsun zaten toplumu etkilemez, çünkü kuranı anlayarak okuyanlar nüfus oranının sadece milyonda biridir…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Yasir;

        Kuranı okuyanlar niye anlayarak okumaya çalışsınlar ki, alimlerinin bile sorgulamadan teslim oldukları bir kitabın nesini anlamaya çalışacaksın, anlamana gerek yok, teslim ol gitsin.

  53. yasir dedi ki:

    ””Şimdi söyle bakalım tanrı mütaşabih ayetlerin peşinden koşulmasından bu kadar rahatsız ise, rahatsızlığı geleceği okuyup müteşabih ayetlerin bir fitne””

    Toro, Allah müteşabih ayetlerin konuşulmasına veya peşine düşülmesinden rahatsız olduğunu sanmıyorum, senin söylediğin gibi bir şey varsa kurandan ayeti bana sunmalısın…Kuranda yazan, kalplerinde inançsızlık olanların bu ayetlerin tevillerini yanlış anladıklarından insanlarıda bu ayetler üzerinden inançsızlığa sevketmeleridir…

    in huve illâ zikrun lil âlemîn–12 / YÛSUF – 104
    O (Kur’an) âlemler içinde ancak bir öğüttür.–12 / YÛSUF – 104

    Alemler için öğüt olan bir kitapta konuşulmıyacak veya dokunulmuyacak ayetler neden konulsun, bu Allahın sünnetine ters…

    Hiç şüphe yok ki Allah, iman edenleri doğru yola iletir.22 / HACC – 54

    Torocum bazı şeyleri anlayabilmen için önce inanman gerekir, inanmadan bazı şeyleri göremessin-anlayamassın, Allah kimseye zulmetmez kişi kendine zulmeder ve kişi kendi kalbini-kulağını-gözünü mühürler inanmadığın sürecede Allah onları kaldırmaz…

    Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.28 / KASAS – 50
    Allah’ın ayetlerine inanmayanları Allah, doğru yola sevketmez; onlara elemli bir azap var.Nahl / 104

    Sen inamıyorsan Allahın sana başka yapaçak bir şeyi yok, ilahi düzenin harekete geçmesini istiyorsan inanmakla veya gayret etmekle başlamalısın…Kuranı yavaş yavaş anlamaya çalışa çalışa okumalısın…

    Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.35 / FÂTIR – 45

    “Şayet Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandıracak olsaydı dünyada tek canlı bile bırakmazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vâdeye kadar bekletir. Vâdeleri gelince ne bir an öne alabilir, ne bir an geriye bırakabilirler.” (Nahl, 16/61)

    Toro, sana ve herkese verilmiş bir süre var, aynı zamanda hür bir irade işte senin burada Allaha mühalefet etmende onun izninledir seni hemen cezalandıracak olsaydı burda muhalefet edemezdin…Ya Allahın halifi olunur yada muhalifi, Allahın tuzağıda olur, fitneside…Bunların hepsi bir aşamadır zayıf halkalar koparlar sağlamlar zaten bu aşamalardan etkilenmezler,çünkü okadar sağlamdırlar ki hatta bu tuzak ve fitneleri farketmezler bile onlar geçerlerken…Bu aşamaları fabrikalarda elekleden geçirilen meyve taneleri gibi düşünmelisin, çürükler veya standartın altındakiler otamatikman düşerler sağlam ve standartın üstündekilerde otamatikman elemelerden geçerler…

    Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?–3 / ÂLİ İMRÂN – 142

    Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız–2 / BAKARA – 214

    Şimdi Allaha-Kurana inamayıp eski litaratüre-hadis ve nakillere inan dostlarımız toro ve okuyucu sizler bu şekilde inanmaya devam ettikce sadece hadis ve nakilcilerin tam negatif-pozitifi olarak nonteislerin rivayet ve nakilci inananları olarak kalmaya devam edeceksiniz…Yani kuranı kendilerine öncü değilde şehlerinin yazdığı kitapları öncü yapan müslümanlar ile sizin aranızda pek fark yok, sadece siyah-beyaz kadar terssizniz, tek farkınız bu…

    • toro dedi ki:

      Sayın Yasir,
      Kendinle aynı yazıda çelişiyorsun;

      ”Toro, Allah müteşabih ayetlerin konuşulmasına veya peşine düşülmesinden rahatsız olduğunu sanmıyorum”

      Biz hangi ayet üzerinden tartışıyoruz yasir? Üzerinden münazara yaptığımız ayette kuranın tanrısı müteşabih ayetler üzerinden sorgulama yapanların ”kalplerinin eğri” olduğunu bir memnuniyet ifadesi olarak mı söylüyor? Bu ayeti artık unutmam gerektiğini düşündüğün içinmi benden başka bir ayet bulmamı istiyorsun?

      ”Alemler için öğüt olan bir kitapta konuşulmıyacak veya dokunulmuyacak ayetler neden konulsun, bu Allahın sünnetine ters…”

      diyorsun! Hakikaten mantıklı bir yaklaşım tarzı! Ama sen şuan mantığınla tanrının mantığını sorgulamaya başladın çünkü yine ayeti unutuverdin!

      ”Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.3 / ÂLİ İMRÂN – 7 ”

      Bak şöyle yapalım kuranın tanrısının yorumunu önce seninkini sonra yazalım, bakalım ne oluyor!

      ”Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir.” Ali İmran,7

      ”Alemler için öğüt olan bir kitapta konuşulmıyacak veya dokunulmuyacak ayetler neden konulsun, bu Allahın sünnetine ters…” Yasir, bilmem kaç 🙂

      Tevilini sadece tanrının bileceği tanrı(!) tarafından açıkça söyleniyorken sen hala nasıl bir akış açısıyla ”Alemler için öğüt olan bir kitapta konuşulmıyacak veya dokunulmuyacak ayetler neden konulsun, bu Allahın sünnetine ters…” diyebiliyorsun?

      Tevilini sadece tanrının bileceği bir ayet için konuşabilirmisin? Tevilini sadece tanrının bildiği bir ayeti anlayabilirmisin? Tevilini sadece tanrının bildiği bir ayet alemlere öğüt olabilirmi? Bilinmeyen birşey nasıl öğüt kabul edilir?

      Yazının sonunda yine ezberden konuşarak klişelediğiniz cümlelerlere bir sonuç devşirmeye çalışıyorsun!

      ”Şimdi Allaha-Kurana inamayıp eski litaratüre-hadis ve nakillere inan dostlarımız”

      Ben seninle bugüne kadar bir hadis üzerinden münazaraya giriştim mi? Yazılarımı takip ediyorsan geneli için sahih ve sahih olmayan şeklinde bir ayırımın yapıldığı hadisleri referans olarak almayı hiç bir zaman etik bulmam! O nedenle senin ezberinden değil benim realitemden yola çıkarak yorum yapmanı daha etik bulurum!

      Son olarak ben Kuranda yazılırak yapılmak istenen şeyleri kesinlikle anlıyor ve onların peşinden gittikleri bir idealleri olduğuna inanıyorum! Ama bu yapılmak istenen şeyler ve peşinden gidilen hayallerin bir tanrı tarafından onlara verildiğine inanmıyorum!

      Yoksa tarihe bakarsın Kuran olmasa araplar ne olurdu? Kuran sayesinde ne oldular diye sorarsın, güç savaşlarını, ailelerin iktidar mücadelelerini, bu uğurda kendi kutsallarını bile zaman zaman çiğneyebildiklerini görüp ne yapmaya çalıştıklarını algılayabilirsin! Senin bakış açınla 1400 yıl sonrasından 1400 yıl öncesine bakıp kitabı iktidar yolunda kullananların bunu peygamber tanrıdan aldı iddiasına kolaylıkla inanmak gerekir! Bilemeyeceğimiz ve bu yüzden hiçbir zaman emin olamayacağımız bir olaya inanmak mantık, bilemediğimiz ve bu yüzden hiç bir zaman emin olamayacağımız bir olaya inanmamak ise mantıksızlık! Tanrıya mantıksız beklentiler yükleyip o mantıksız beklentiler üzerinden kendine özgü bir gerçeklik dizayn edip sonra o gerçekliğe biat etmeyenleri yanlış yapanlar olarak tanımlamak da ayrı bir ilahi mantık tezahürü olmalı! İnsansı bir ilahilik! Ne hoş…

      Sevgili yasir sen inanabilirsin ama ben insanlara ;

      ”Yemeği yiyince de hemen dağılın” Ahzab,53

      diyebilen bir tanrıya inanamam!

      • yasir dedi ki:

        Sayın toro,

        ”Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir.” Ali İmran,7

        denildiği üzere senin ayeti anlamakta zorluk çektiğini düşünmekteyim, yanlışsam düzelt…
        Ali imran 7’de denilmek istenen, kalbinde inançsızlık bulunanlar muhkem ayetlerin uyğulanması ve uyğulanmasının yayğınlaştırılmasını bırakıp muhkem ayetlerin tevillerine dalıp bunları iman esası-şirk ve fitne yaparlar…Oysaki Allah muhkem ayetler olarak gönderdiklerini hep yazdım, artık yazmıycak emir ve yasaklar, ilke ve inkilaplar, insanın yakalaması gereken kalite standartlarıdır, bunları bilen bilir hep yazdık…
        Ama kişi bunları bırakıp süleymanın cinlerden-kuşlardan vs ordularına veya karınca ile kuş ile konuşmalarına takılırsa veya zulkarneyn ayetlerine veya yunusun balığına, meleklerin kanatlarına vs gibi teşbih-benzetme-sembolizimle anlatılmış ayetlere takılıp kalırsa ne inanşlı olabilir nede muhkem ayetleri hayatında amel edip uyğulayamaz…Lakin ilim sahibi salih-iyi müslümanlar muhkem ayetleri uyğulamaya ve uyğulanmasını yayğınlaştırmaya kendilerini vakfederler yani iyiliği yayğınlaştırıp kötülükleri önlemek, kuranda üstüne basa basa salih ve iyi amel sahipleri cenet ehlidirler denilir, bu cennet hem dünya hem ahiret içindir ama kuranda namaz kılan oruç tutan için cennete girelecek denilmez yani bundan oruç ve namaz kılanlar cennete girmeyecek anlamı çıkmasın, inanıp-iyilik yapıp-namaz kılıp-oruç tutup-zekat verenlerden bahsedilmekte yani burada iyilik yapmak herşeyden önce gelir….
        Salih iyi bir müslüman bu müteşabihlere takılmaz, belki doğru belki yanlışsa olsa bir şekilde o ayetlerden bir mana-ders-öğüt çıkarır kendisine Allah bu müslümanın doğru veya yanlışsada inansa bu müteşabihlere inandığını fitne-şirk ve iman temeli yapmadıktan sonra ilim sahibi salih müslümanın müteşabihlere olan inacını ve tevilini yanlış bulmayacaktır, Allah çok bağışlayan ve tövbeleri kabul edendir…

        Yani salih iki müslüman düşün, meleklerin anatlarını biri kuş kanatı diğeri ise kannat-görüş olarak inanmakta bu iki müslümanın meleklerin kanatı hakkında tevili ve inanışı yanlış değildir iki inanışta Allah katında yanlış değildir…Çünkü salih bir müslüman bunlardan yükümlü değildir, okuyucununda dediği gibi meleklere inan kanatlarınada inan ama kuş kanatımı yoksa görüş-kanaatmı bunlara takılma senin işin bunlar değil senin işin dünyada insanlar içinde iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmaktır….

        İnşallah bunları anlarsın, aliimran 7’yide anlarsın….

        De ki: Ey inanan kullarım, çekinin Rabbinizden; bu dünyâda iyilik eden kişileredir iyilik ve Allah’ın yeryüzü, geniştir; sabredenlerin mükâfatları, sayısız bir sûrette ödenir.–39 / ZUMER – 10

        sakınanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildi. “İyilik” dediler. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir!–Nahl / 30

        Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.3 / ÂLİ İMRÂN – 104

        Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.9 / TEVBE – 71

        Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar , rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.9 / TEVBE – 112

        İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir!29 / ANKEBÛT – 58

        Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: “Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır” diye yazmıştık.–21 / ENBİYÂ – 105

        Toro, şimdi bu ayetler gibi yüzlercesini yazarız ama gerek yok anlayan tek ayetle bile anlar…Salih-iyi-temiz kul olmak nedek? yani kişi kötülüklerden uzak iyiliklere yakın bu kişi müteşebihleri yanlış anlasa Allah bu temiz-salih-iyi kulun amellerine boşa çıkaracağınımı sanıyrsun bu salih-temiz-iyi kul müteşabihlere bir şekilde inanır ve üstünde durmaz ama muhkemlerin üzerinde yoğunlaşır ve muhkemleri uyğulamaya çalışır hayatına geçirmeye çalışır, müteşabihlerden ise dersler çıkarmaya çalışır ve her mümin müteşabihlerden farklı dersler-öğütler alabilir…

        Toro sende Kurandaki elemelere takılrısın, mşsal senin verdiğin ahzap 53 ayeteine bakarak imanı ve inanmayı nefsine-aklına bir hakaret sayarsın…Halbuki Allah mikro alemden mokra aleme herşeyi yarattığı-hükmettiği gibi her şeyi misal verebilir.

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Sana sadece ilahi yasir diyorum!

        Sen şuan da savunma yapacağım diye oradan oraya atlıyor, kavrmalrı birbirine karıştırıyor, sorumluları ve sorumluluklarını görmezden geliyorsun. Öncelikle;

        ”Ama kişi bunları bırakıp süleymanın cinlerden-kuşlardan vs ordularına veya karınca ile kuş ile konuşmalarına takılırsa veya zulkarneyn ayetlerine veya yunusun balığına, meleklerin kanatlarına vs gibi teşbih-benzetme-sembolizimle anlatılmış ayetlere takılıp kalırsa ne inanşlı olabilir nede muhkem ayetleri hayatında amel edip uyğulayamaz…”

        diyorsun!

        Ayetlere takılmak derken, inananların inandıkları tanrının bazı sözlerini ciddiye almalarını diğerlerini ise almamalarınımı söylüyorsun?
        O takılma dediğin ayetleri oraya takılanlar koymadı farkındasın, değilmi? Senin tabirin ile ”Allah mikro alemden mokra aleme herşeyi yarattığı-hükmettiği gibi her şeyi misal verebilir” se ona takıl buna takılma diyebilecek noktaya nasıl gelebiliyorsun?

        İşin başka yönü, bu durumdan rahatsız olan kuranın tanrısının kendisi! Ve sen neden taraf tutuyorsun? Neden muhkem ayetlerle iman etmeye karar verenlerin mütaşabih ayetleri görünce tekrar sorgulamaya başlayıp iman etmekten vazgeçebileceklerini düşünmüyorsun? Bu durumda imandan imanını sorgulamaya dönüş yapanların bu hale evrilmesinin şuçu nasıl kendilerinin olabilir? Sen bile bunlara takılındığında inançlı olunamayacağını söylerken, tanrı ne demeye bu sana göre inançlı olmayı zorlaştıracak mütaşabih ayetleri kitabına koysun? Sen bile tanrına bunlara takıldığımızda inançlı olamayız mesajını gönderdin bile.

        Bak yine bir dolu ayet paylaşmışsın! En hoşuma giden İYİLİĞİ indiren tanrı! Kötülüğü indiren kim, ya da kötülükte bendendir ya da benden değildir sizdendir diye bocalayan bir tanrı!

        ”Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır. Onlara bir iyilik gelirse, “Bu, Allah’tandır” derler. Onlara bir kötülük gelirse, “Bu, senin yüzündendir” derler. (Ey Muhammed!) De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!” Nisa,78

        ”Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.” Nisa,79

        İşte bir tanrı(!) mikro alemle makro alemi birbirine karıştırınca böyle herşeyi birbirine girer ve bir söylediğini hemen arkasından söylediğiyle düzeltme yoluna gider!

        Neden bu düzeltme arkadan gelen ayetle yapılarak aslında hata daha da büyütülür biliyormusun! Kuran ilk geldiğinde hemen kitaplaştırılmadığı için bu ayetlerin tamamına bütün iman edenler değil vahiy alışına(!) şahitlik edenler ve kendisine peygamberim diyenin etrafındakiler vakıf olabildiğinden ve bu kişiler artık çıkılan yolun ortağı olduğundan onları ikna etmek kolay oluyordu! Ama okuma yazma bilmeyen büyük çoğunluk uzunca bir süre bu arka arkaya gelen ayetlerden haberdar olamadılar! Dolayısıyla çoğunluğun diline düşmeden hemen arkadan gelen bir düzeltme ayetiyle yapılan yanlışlar kendince çözülüvermiş oldu! Bazen yapılan yanlışı kendine peygamberim diyene en yakınları yüksek seslerle söylediler! Onlara kendi peygamberlik (!) vasfıyla yanıt veremeyen ve ikna edemeyen kişi çıkar yolu kendi söylediğinde kabul edilmeyi tanrının ağzından söyletmek yoluyla kabul ettirmeye çalışmakta buldu!

        ”Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” Hucurat,2

        ”Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” Hucurat,3

        Burada insanların Peygamberin(!) huzurunda seslerini kısmalarının beklenmesi değil, sesini yükseltenlerin seslerinin tanrının peygamberi payesine sahip biri tarafından bilgi ile kısılabilmesidir!

        Bakın burada sesini yükseltenler inançsızlar değil aksine inançlılardır! Buna rağmen peygamberlerine bağırıyorlar! Neden? Çünkü kafalarına yatmayan, ya da daha önce söylenilenlerin aksine söylenen başka şeylerin birbirine tezat oluşturmasından yakınan müslümanların tepkilerinin tezahürümü söz konusudur!

        Tanrının peygamberi payesine sahip biri kendisine karşı yükselen seslere cevap verip bertaraf edemiyor ve bu yönetme acziyetini düzeltmek kuranın tanrısına kalıyor, öylemi?

        Bende yukarıdaki gibi onlarca ayet paylaşabilirim ama gerek yok!

        Ben ”yemek yeyince hemen dağılın” diyemeyen bir figürün hangi hitabet, etkileme, ya da yönetme payesine dayanılarak son şansa dair çağrının insanlara iletilmesini sağlayacak peygamber olarak seçildiğini sorgularım!

        Ya da sence şu ayetleride tanrının bir mikro çalışma örneği olarak kabul mu etmeliyiz?

        ”Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Mücadele,12

        ”Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” Mücadele,13

        Yani ne diye başbaşa görüşmeden önce sadaka vermelerini istedin sonra neden hemen sonraki ayette bundan vazgeçtin! Gerçek bir tanrı bunun aklı başında bir insan tarafından sorgulanacağını bilmezmi? Çünkü bu iki ayeti ard arda okuyan bir insanın öngörüsü şu olur;

        Tanrı insanlara camdan bir şişe veriyor ve bunu suyu depolamakta kullanın diyor, ama şişe yere düşüp kırıldığında ve içindeki su zayi olduğunda bu sefer ”camdan şişeler yere düşünce KIRILIYORMUŞ” o yüzden size plastik şişeler vereyim onu kullanın diyor! Yani şişenin yere düştüğünde kırılacağını şişe kırılmadan önce BİLMİYOR!

      • yasir dedi ki:

        Toro, yanlış anlamanı istemem lakin ”gerçekler acıdır” diye dillere pelesenk olmuş bir söz var…
        Şimdi bunları aslında bu kadar kolay şekilde açıklamamk gerekmekte, zaten açıklansada anlayan veya anlansada saptıranlar çok…
        Bunlar tamamen senin anlayamamandan kaynaklanan, kafanda oluşturduğun çelişki sandığın doğrulardır…
        Şimdi, peygamberle konuşulma hususundan önceki ayetleri iyi tahlil etmek gerek orada gizli her türlü konuşmaların kötü olduğu söylenmekte ve şeytandan olduğu bildirilmekte eğer gizli konuşulacaksa kötülük için değil iyilik için konuşulmalı denilmekte…
        Gizli bir şey konuşacaksan ve buna resulude alet ediyorsan önce sadaka verip temizlen ve ”sadaka” kelimesi senin türkçede anladığı sadece bağış yapmak anlamına gelmez, ”SADAK ALLAHÜL AZİM” kelimesindeki ”SDK” kökünden türeyen doğruluk-dürüstlük manasındadır…
        Zaten mücadele surene baktığında Allahın sonsuz bağışlayan ve rahmet sahibi olduğu manası çıkmaktadır…Allah o ayetlerde bağış yapmayı iman temeli yapmıyor ama doğruluğu-dürüstlüğü iman temili yapmaktadır…

        Nisa 78-79 bunu kaç kere açıklmaya çalıştık, inaşallah bir daha deneyelim…Her şey Allahın dilemesiyledir, Allah senin hür olmanı dilediki sende dileyebiliyorsun, Alah iyiliğinde kötülüğünde yapılabilmesini serbest bırakarak senin hür olmanı dilemiştir yani her şey zıttıyla vardır mantığını ele alırsak iyilik varsa kötülükte vardır…Hepsi Allahtandır lakin Allah iyiliği-sabrı-çalışmayı emrettiğinden iyilik Allahtan gelir, nefis yani şeytan, yani kişi aceleci-kolaycı-hazırcı olduğundan pise-kötülüğe-kolaya meyilli olduğundan kötülükler insanın başına kendinden gelir…
        Yani iyiliğide kötülüğüde insanlar kendi elleriyle yapıp ettiklerinden kazanır ve insanın yapıp ettiklerinin sonucu olarak Allahta kişiye illik veya kötülük verir…Bu mantığı anlayamamana saşıyorum toro, dar cenahlı olduğunu düşünsemde bu mantığı nasıl anlayamıyorsun hayret…

        Allah diyorki her şey benden, serbestsiniz, iyiliğe iyilik-kötülüğe kötülük, olay budur…İnsaların aç gözlülüğü-doymazlığı-haymazlığı yüzünden afrikadaki açlık ortaya çıkar ve orada insanlar, ufak yaşlı ölürler ve bu pislik Allahtan değildir hem aç bırakan aç gözlü sömürücü insanların, hem aç kalan ilimi yakalayamamış-çalışmamış-batıla dalmış insaların kendi yapıp ettiklerindendir…Ama aklı ermeyenler bunu ve bunun gibi bir çok zulümü ve adaletsizliği Allaha maal ederler…

        Öyle kimseler var ki, “Allah’a inandık” derler. Fakat Allah uğrunda işkenceye uğradıklarında insanların işkencesini Allah’ın azabı ile bir tutarlar. Eğer sana Rabb’inin bir yardımı gelecek olursa, böyleleri kesinlikle “Biz sizlerle beraberdik ” derler. Acaba Allah, insanların içlerinde sakladıkları duyguları herkesten iyi bilmez mi?–ANKEBUT:10-

        Toro, Allah kimseye zulüm etmez, Allah herkese hak ettiğini verir…Yani her şeyi Allahtan bil lakin Allah her şeyi hak-adalet üzere inşaa ettiğinden kişi ellerine ne yapıp etti ve hak ettiyse bu dünyadada-ahirettede o başına gelir…Allah senin dilemeni dilediği için sen dilersin ve uğrunda çalışır-emek arcarsın sonucunda Allahta sana onu verir bu ister iyilik ister kötülük farketmez.

        Size bir musîbet isabet ettiği zaman işte o, ellerinizin kazandığı (yaptıklarınız) sebebiyledir. (Musîbetlerin) çoğunu affeder (gerçekleştirmez).ŞÛRÂ Suresi-30

        Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.10 / YÛNUS – 44

        Bu, evvelce ellerinizle kendinize hazırladığınız şeydir ve şüphe yok ki Allah, kullarına zulmetmez.8 / ENFÂL – 51

        Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez. Zerre miktarı iyilik bile olsa onu kat kat arttırır ve yapana, kendi katından büyük bir mükâfat verir.4 / NİSÂ – 40

        Allah kimseye zulmetmez-kötülük vermez ama isteyene hakkını verir…
        Allah hak-adalet sahibidir ve her şeyi bu temelde yaratmıştır…
        Hak-adalet mülkün ve her şeyin temelidir, hak-adalet Allahın sadece birer esmasıdır…

        Allah gökleri ve yeri hak üzere yarattı. Öyle ki her cana kazandığının karşılığı verilsin. Onlara haksızlık edilmez.45 / CÂSİYE – 22

        Ve Allah, hak ile hükmeder. 40 / MU’MİN – 20

        Yani Allah herkezin hak ettiğini, hakkını verir…

        Lakin bütün iyliklerde Allahtandır…Allah sonsuz lütüf ve kerem sahibidir…
        İnanan veya inanmayan ayırmadan herkeze aksijen-su-ateş-madenler-meyve-sebze-hayvanlar vsvs sayamıycağımız nimetleri vermektdir…

        senin Rabbin, sonsuz kerem sahibidir.–96 / ALAK – 3

      • toro dedi ki:

        Sayın Yasir,

        Yine oyunlar oynamaya başladın benimle! Muhtemelen ”acı” olan gerçekle yüzleşip ağzının tadını bozmak istemiyorsun!

        Çünkü sadaka ile ilgili konuda benim dikkat çektiğim durumu yani verilen hükmün arkadan gelen ayetle iptal edilmesini es geçiyorsun! Konuyu Mücadele,12 ye kadar getirip, Mücadele,13 ü görmeden bitiriyorsun! Ben yazımın herhangi bir yerinde sadakanın içeriği ya da mahiyetiyle alakalı bir yorum yapmışmıyım? Hiç söylemediğim şeyleri muhatap almak yani bir anlamda yel değirmenleriyle savaşmak yeni tarzınmıdır, sevgili dostum?

        Diğer konu yine aynı, bir sürü şey yazmışsın (İyilik ve kötülük) ama yine dikkat çektiğim konu ortada yok! Ben kendi sözlerimi paylaşmıyorum seninle! Senin tanrının sözleri olan ayetleri paylaşıyorum ve onun sözlerindeki tutarsızlığı yorumlamanı bekliyorum! Seni yine konunun özünden uzak yorumlarla sadece sayfayı dolduruyorsun!

        Paylaştığın diğer ayetlere gelince! Sen bunların peygamber olma iddiası içinde olan birinin insanları kendine inandırmak veya motive etmek amacıyla söylediği şeyler olmadığını kanıtlayabiliyormusun! Bu benimle paylaştığın ayetlerin onun ağzından çıktığını bile kanıtlayamıyorken beni anlamamakla itham etmen ya da bundan dolayı bana sitem etmen pek mantıklı bir yaklaşım olmuyor, maalesef! Hiç kanıtlayamayacağın, iddia etmekten öteye götüremeyeceğin ve bu yüzden sadece hayal olan bir inancın sözde sana hitab eden sözleriyle benim doğrularımı ya da tanlışlarımı belirleyemezsin! Kusura bakma, yazımın sonuna yazdığım misal aynen geçerlidir ve aksini ispat edeceğin bir kaynağın yoktur!
        Seninle paylaştığım ayetlerden benim anladığım sadece budur!

        Tanrı insanlara camdan bir şişe veriyor ve bunu suyu depolamakta kullanın diyor, ama şişe yere düşüp kırıldığında ve içindeki su zayi olduğunda bu sefer ”camdan şişeler yere düşünce KIRILIYORMUŞ” o yüzden size plastik şişeler vereyim onu kullanın diyor! Yani şişenin yere düştüğünde kırılacağını şişe kırılmadan önce BİLMİYOR!

      • yasir dedi ki:

        ”’TORO DEMİŞ Kİ—–””Paylaştığın diğer ayetlere gelince! Sen bunların peygamber olma iddiası içinde olan birinin insanları kendine inandırmak veya motive etmek amacıyla söylediği şeyler olmadığını kanıtlayabiliyormusun! Bu benimle paylaştığın ayetlerin onun ağzından çıktığını bile kanıtlayamıyorken beni anlamamakla itham etmen ya da bundan dolayı bana sitem etmen pek mantıklı bir yaklaşım olmuyor, maalesef! Hiç kanıtlayamayacağın, iddia etmekten öteye götüremeyeceğin ve bu yüzden sadece hayal olan bir inancın sözde sana hitab eden sözleriyle benim doğrularımı ya da tanlışlarımı belirleyemezsin! ””—————–

        Toro, yakardaki alıntında kanıtlardan bahsediyorsun…
        Lütfen benim kanıtlarım senin kanıtlarından daha gerçek her şey ortada…Ben kanıtlayamam ALLAH zaten kanıtlamış bundan başka kanıt isteyen zaten bulamaz, ancak ahirette istediği kanıtlara ulaşacak…
        Doğa-evren-canlılar-cansızlar, senin kendin ve bütün bu ayetler hepsi bir kanıt…Ama senin kanıtlarını çok merak ediyorum…Getireceğin kanıtlarda unutmaki ALLAHIN yaratmasıdır…Allahın ilmi ve iradesi dışında bana en ufaçık bir nokta-hardal tanesi kadar bir ayet-kanıt getirebilirmisin…Sen kandinin idda ve inançını nasıl kanıtlayacaksın…Şu durumda senin düşüncendeki ben ne durumdaysam, gerçekte sen benden daha muhallakta bir yerdesin…

        İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir.–24 / NÛR – 39

        Yahut derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.–24 / NÛR – 40

      • toro dedi ki:

        Sevgili Yasir,

        Öncelikle benim öz olarak gösterdiğim konulara hiç değinmeyip, yazımın başka bir bölümünü kullanarak senden asıl beklenen konular yerine magazinsel diğer konularla ilgilenmen beni açıkçası hayal kırıklığına uğratıyor! Senden daha fazlasını umuyordum.

        Hala Mücadele,13 e geçemedin! Hala aşağıdaki örneğin nasıl tanrının hareket tarzı haline geldiğine değinemedin;

        Tanrı insanlara camdan bir şişe veriyor ve bunu suyu depolamakta kullanın diyor, ama şişe yere düşüp kırıldığında ve içindeki su zayi olduğunda bu sefer ”camdan şişeler yere düşünce KIRILIYORMUŞ” o yüzden size plastik şişeler vereyim onu kullanın diyor! Yani şişenin yere düştüğünde kırılacağını şişe kırılmadan önce BİLMİYOR!

        Umuyorum ki bunlara da geleceksin! Ama ben bunları beklemeden bugüne kadar hiç bir sorunu ya da yorumunu cevapsız ve karşılıksız bırakmadığım için son yorumunuda değerlendireceğim!

        Sevgili yasir,
        Öncelikle hala münazara arkadaşının inancından bihabersin! Ben Deizme yakın bir adamım! Yani bir yaratıcıya ya da bir MİMARA inanırım! Ama onu sadece başlangıça koyarım! Çünkü benim mantığıma göre yaşananlara sürekli müdahale eden bir tanrı, tanrılık iddiasında bulunamaz! Bak tanrı kendi yarattığı şeye İlk defa müdahale ettiğinde bir problemi ya da bir kusuru çözmeye çalışmış demektir.İşler yolunda gitmemiştir! İşte bu anlamda ilk müdahale tanrının kusursuz tasarım iddiasının kendisi tarafından çöpe atılması demektir! O yüzden tanrı yarattıklarıyla karşı karşıya gelebileceği, ya da onların kafasında en küçük bir soru işaretine yol açabileceği müdahalelere girişmeyecektir! Benim mantığım tasarırımı yapanın tasarımın bütün algoritmasını önceden yazarak (olacaklara evrenin vereceği tepkiler) olabileceklere karşı bütün olasılıkları kodladığına inanır! Dolayısıyla olabilecekler zaten önceden öngörülmüş ve tanrısal algoritması yani karşılıkları ilk andan verilmiştir! Bu nedenle tanrı sınırlarını ve o sınırlar içinde olabileceklere tepkisini ilk baştan vermek üzere dizayn ettiği eserine bir daha karışmayacaktır!

        Sevgili dostum benim gördüğüm dünya ve evren bir düzenden ibaret değildir! Ortada bir kaos vardır bir de kaostan düzen çıkarmaya çalışanlar! Var olanlar (sadece insanlar değil) kendilerini çevreleyen yapının içinde farklı noktalara evrilecekleri genetik tanımlamalara eşit bir şekilde sahiptirler! Ama öne atılmayı ya da benim deyimimle besin zincirinin en tepesine çıkmayı başarmak için yeteneklerini yapının temel kurgularından faydalanarak geliştirmeleri gerekir! Yani kimin en tepeye çıkacağını tanrı belirlemez! Yolu hiç göstermez! Dünya üzerinde 65 milyon yıl hüküm süren dinozorlar bunun en temel örneğidir! Ama tanrı ya da mimar kaosu yaratandır, kaosla varlıkları çevreleyendir, biz dahil bütün varlıklar ise kaostan ve karmaşadan sıyrılmayı başardığmız ölçüde içine doğduğumuz yapıyı çözmeye başarırız(ama hiçbir zaman tamamen çözmüş olamayız!

        Zeka bir üstünlük değildir! İnsan için zeka hayatta kalmasını ve avlanmasını sağlayan silahıdır! Yapısı itibariyle egemenlik için kullanabileceği en temel araçtır! Ama her varlık için zeka öncelikli amaç değildir!Örneğin bir kuş hayatta kalmak için daha çok zekayamı yoksa daha çok kıvrak olmayamı ihtiyaç duyar! Veya diğer canlılar… Biz bizi en tepeye taşısın diye geliştirdiğimiz zekamızı normal yaşamda buna bizim kadar ihtiyacı olmayan(hayatta kalmak için) diğerlerine üstünlüğümüz gibi dayatmak yanlışlığına saplanmışız! Zeka her canlı için ihtiyaç oranında gelişir! Ama her canlı en çok neye ihtiyacı varsa onu geliştirir!

        Sevgili dostum, normal şartlarda bu dünyanın egemeni virüslerdir! Milyarlarca yıldır varlar, var olacaklar! Bak harekete geçtiklerinde zekamız önlerinde durmaya yetmiyor! Örneğin sizin tanrınızın insanların belli şartlarda gitmesini şart koştuğu topraklarda o kutsallığa(!) ulaşmaya çalışan insanların hayatlarını ellerinden almaktalar! MERSH virüsünü ve Arabistandaki etkilerini araştırmanı öneririm! Acaba tanrınız artık oralara gitmenizi istemiyor mu? Sizin inancınızın pik noktası olan hac ona ulaşmak isteyenler için artık bir tehlikemidir?

        Neyse konumuza dönersek, kusursuz tanrı müdahale etmeyen, yol göstermeyen dolayısyla şikayet etmeyendir! Pazarlık etmeyen, talep etmeyendir! Bunların birisini sadece bir defa bile yapan tanrı kusursuzum iddiasını dillendiremez! Çünkü bu konularda yaptığı her müdahale onun için bir ihtiyaç olur ama kusursuz tanrının ihtiyaçları yotur!

        O yüzden bana kendi inandığın tanrının mutlak olduğuna inandığın doğrularıyla(!) gelme! Unutma ki bende bir tanrıya inanırım ama ben o tanrı için tezahürat yapmam! Yaparsam onu ihtiyaç sahibi yapmış ve ona kusur yüklemiş olurum! Bu nedenle benden inandığım tanrının övgüsünü duyamazsın, propagandasını işitemezsin!

        Ben sadece içinde varolduğum yapının kaosunda istersem görebileceğim bir yaratıcıyı istediğim için gördüğümü iddia ediyorum! Bu yapıda herkes kendi istediklerini, kendi istediği için ve istediği şekilde görür! Ama gördüklerinin başkasınında gördüğü olması için kibirlendiğinde yapı koruyucularını devreye sokar ve varoluş talimatını uygulatır! O koruyucular tanrı tarafından görevlendirilen bir takım varlıklar değildir! Bütün olasılıklara karşı tepki vermeye muktedir olan YAPI nın ta kendisidir!

        Umarım bir daha anlamsız yorumlarla bana bunları tekrarlatmazsın! Senin derdin senin tanrının benim tanrımı ya da beni dövmesi olabilir, ama benim tanrımın senin tanrına ya da sana güç gösterisi yapmaya İTİYACI yoktur!

  54. yasir dedi ki:

    Toro, öncelikle senin tanrın veya benim tanrım diye bir şey yok, tanrı tektir ve o herkezin tanrısıdır, inanan veya inanmayan veya farklı inanan arketmez…

    Şimdi, kendi tanrını tanımlayıp akabinde benim olarak nitelediğin tanrıyıda kendi tasavurunda tanımlayıp, bak işte sizin tanrınız müdehale edyor veya etmiyor gibi söylemlerle çelişiyorsun…

    senin yazını okuduğumda, aynı senin dediğin gibi büyük bir kaus veya karmaşa veya çelişkiler yumağı görüyorum, senin bulunduğunbu karmaşa-çelişkiler yumağı senin düzenin olmuş, durum böyle olunca aslında çelişiki olanlar mantıklı gelmektedir, ama bu durumda sen bunu farkedemessin…

    Aslında hep söyledik, Allah her an herkezin yanında olduğu gibi, her an herkezde yanlızdır…
    bu böyle olmassa, hürlük diye bir kavram olamaz…Allah her an nasıl bizimle vardır, koyduğu matematik-kimya-fizik yasaları-bilim-doğa-yaşam vssss, durum böyle iken hür iradeye sahip insan bunları iyi veya kötü yönde harekete geçirebilir, Allah ise ezelden koyduğu yasalar ile bu düzen harekete geçer…

    Senin çelişiklerini sana mantıklı açıklamasını yapmaya kalsak bir kitap çıkaçaktır, bundan emin ol…
    Mers virüsünden girip dinazorlardan çıkıyorsun, yaratılan her şey bir görev ve amaç içindir bunu unutma…Sen dinazorlar dersen ondan önce nicin canlı yoktu veya yer neden su ile kaplıydı vs gibi çıkmaza gireriz…-kabeyi neden sel bastı-kanlı kabe baskını neden oldu vsvsvs gibi sorular uzar gider…Bunlar tamamen insanlaraın kendi ellerinin yapıp ettiklerindendir, demek o çoğrafyada mer virüsünün ortaya çıkmasına olanak sağlayan yasalar harekete geçti veya insanlar bunu tetikledi Allahta inanan veya inanmayan farketmez kazayı veya cezayı gerçekleştirdi….

    Torocum senin tanımladığın tanrıda hürlük diye bir kavram olmamış oluyor…Allah bir canlıya hür irade veriyorsa ona yolunuda göstermelidir, değil mi?
    Düşünsene hayvanlar yani hür iradeye sahip olmayanların bizim gibi yükümlülükleri-sorumlulukları-ahlaki-ilmi kavramları-kayğıları var mı? tabiki minimum da olsa onlarında vardır lakin bizim kaar değil…Hür bırakılan insan veya maddeye belli bir müdehale veya yasa koyup kaldırma imkanı verilen insanın başı boş bırakılaçağını sanmak bence çok trajikomik bir durum…

    Toro, bir şarkı sözü ile tamamlamak istiyorum…

    Her kim ki inkar limanında demirler
    Eremez hiçbir zaman hakikatın sırrına

    Söz-Müzik: Candan Erçetin

    • toro dedi ki:

      Sayın Yasir,

      Seninle şöyle bir problemimiz var! Sana yazdıklarımı daha sonra tekrar açıklamak zorunda kalıyorum. Çünkü anlamıyor, karıştırıyorsun!

      Konuya geçmeden şu Mücadele,13 e ne zaman geleceğini merak ediyorum!

      Şimdi Yasir,

      Hürlük dediğin kavram bir kandırmacadır! Bu kavram en aşağıdan en yukarıya doğru sınırlandırılmıştır! İnançsal anlamda zaten tanrısının söylediklerini yapmakla zorunlu kılınmış ve bu duruma biat etmiş olanlar hür olamaz! Ama zaten kurallarını kendinizin koyamadığı hiç bir durum ya da yapı içinde özgür olamazsınız!

      Ben sana tanrı müdahale etmez, çünkü bütün algoritmayı önceden yazmıştır diyorum! Bu olacakların tamamına karşı (mesela sonsuz kere sonsuz sayıda olan) yapının bir tepkisi vardır demektir! Örneğin yukarıya doğru sıçrayan bir insanın sıçramayla algoritma içinde açtığı yolun algoritmadaki karşılığı başlangıç noktasına dönmektir! Eğer insan yukarıya doğru tek ayağıyla sıçrıyorsa algoritma farklı tepki verir! Bu tepkiler durağan da değildir. Sürekli birbirine eklenerek genişler! Evrenin genişlemesi kainattaki canlı cansız varlıkların eylemlerinin sonucudur!

      Bu noktada bizi anlatayım! Evrenin tamamı elektrondan oluşur! Bu elektronlar var oldukları yerin koşullarına göre şekle girer! İnsanı var eden elektronlar içinde var oldukları dünyanın yerçekimi ve manyetizmasına bağımlı olarak bizi şekillendirir! Eğer insan uzaya bu haliyle çıkarsa, kendisini oluşturan elektronlar, kendisini bri arada tutan manyetizma ve yerçekiminden ayrıldıkları için yapıyı bozarlar! Yani insan vucüdu mevcut halini ya da formunu koruyamaz! Bu evrenin yerçekimine bağımlı canlılarına uyguladığı temel kuraldır! Eğer yerçekiminden bu kadar etkilenmeyen başka varlıklar varsa uzayda onların vücutları bambaşka bir reaksiyon verebilir.

      Biz dünyada sayısı büyük hızla artan bir türüz! Bu artış dünyada hareket eden dolayısıyla evreni etkileyen bütünleşik elektronların hareketlerini arttırır! Yani doğan her insan kapladığı alan kadar elektronu yeni bir enerji düzeyine geçtiği için iter! Bu itmenin ivmesinden bütün evren etkilenir! Tabi uzaydan gelen diğer elektron ivmeleride bizi! Bu evrenin kuralıdır! Bu kural tıkır tıkır işler ve bir müdahaleciye ihtiyaç duymaz!

      İşte bu noktada sonu belli olsun ya da olmasın bir yapının içinde o yapının kurallarına tabi olarak yaşayan hiç bir canlı için özgürlükten bahsedilemez!En azından evrensel özgürlükten bahsedilemez! Örneğin özgürlük elini kolunu sallayarak dünyadan çıkabilmektir! Yapamadığınızda özgür değilsinizdir! Özgürlük yukarı sıçradığınızda aşağı düşmemektir! Uçurumdan atladığınızda ölmemek, nefesinizi tuttuğunuzda morarmamaktır! Ama bunları yapmaya hakkımız yok! Çünkü var olmamızın kendisi bile bağımlı olmamızı sağlayan kurallar bütününe tabidir! O nedenle hiçbir insan özgür hareketten ya da inisiyatif kullanmaktan bahsedemez! Özgürlük elektronlarınızın yerçekiminden kurtularak evreni özgürce dolaşabilmesidir! Bir vücuda hapsolan elektronlar önce o vücudun, sonra o vücudun içinde olduğu gezegenin en sonunda da bütün kaiatın esiridir! Özgürlük bu sistemde hayaldir, yok hükmündedir!

      O yüzden bize özgürce dolaşılacak bir yer vaadinde bulunan tanrıların gerçek olmadığını bilirim! Çünkü özgürlük yaşadığın dünyaya bağımlı kalmaksızın evreni turlayabilmek bunu kendi iradenle yapabilmektir! Bizi bir yapıya hapsederek test eden sonunda ise yine kendi istediği yere tabi kılarak yaşamamızı bekleyen tanrı bize özgürlük değil farklılaştırılmış bağımlılık verir! Biz maalesef ki önce toprak olacağız, sonra elektronlarımız başka bir yapı tarafından çekilecek ve o yapıya esir olacak! Bu döngü dünya içinde dünyanın sonuna kadar bu şekilde devam edecek!

      Benim kafamda bir çelişki yok! Ben oldukça netim! Ben hiçliğini keşfetmiş, hiçliğine saygı duymayı, ondan korkmamayı ve onunla yaşamayı öğrenmiş bir adamım! Hayattaki tek beklentim zihinsel kapasitemi arttırmaktır! Gerçek ya da gerçek olmayan tanrılardan beklentim yoktur! Gerçekten varolmaları benim inançlarımı değiştirmez! Çünkü saçmalık tanrı istediğinde saçmalık olmaktan çıkmaz ve saçmalığın en çekilmezi de tanrısal olanıdır!

      Bu nedenle sen kendini düşün benim için rahat ol!

      Sen alışmışsın bir yığına tabi olmaya ve o yığının ortak gerçekliğini mutlak gerçeklikmiş gibi görmeye! O nedenle yığınlardan uzak duranları garipsiyor yanlış yolda sanıyorsun! Ama dünya tarihi şahittirki tarihi hep yalnız ve yığınlardan ayrı düşmüş insanlar şekillendirir! Çünkü yığınlar ezberlerinden sıyrılmak ve yeniyi aramak için geleceğe yol almak konusunda tembelleştirilmişlerdir!

      Son olarak benim tanrıyı tanımlarken bağımlı olduğum bir dogma,inanç ya da ezber yok! O nedenle onu istediğim gibi tanımlarım, nasıl hissediyorsam öyle anlatırım! Ama sen bu konuda özgür olmadığın halde bazen beni taklit ediyorsun! Yeri geliyor onun sözlerinin aslında ne anlama geldiğini bilmesekde olur diyor, yeri geldiğinde ağzından ya da peygamberinin ağzından çıkıp ana kitabına hiç girmemiş kelimeleri, anlamları ve kanaatleri bile onunmuş gibi sunmaktan çekinmiyorsun!

      Bu tanrıyı kendi istediği gibi dizayn etmektir! Onu duymak istediği gibi konuşturmak, onu istediği anda kalkan olarak kullanmaktır!

      O yüzden benim durduğum yer sevgili dostum senin durduğun yerden daha etiktir! Bu algoritmada gerçek olan senin tanrın ise o tanrının en büyük korkusu niyetini anlayıp peşinden gitmeyi reddedenlerdir! Çünkü yığına dahil ettirip saçma kurallarına biat ettiremediklerinden hesap sormasını sağlayacak mantıklı bir dayanağı yoktur! Kurallarını kabul etmediğim hiç bir oyunda yenilmiş sayılamam! Özgürlük diyorsun ya, özgürlük kurallarını kabul etmediğin oyunda oynamaya zorlanmamaktır!

      O nedenle başlarına birşey gelecekse kuralları(!) kabul edenlerin başına gelecek!

  55. yücel dedi ki:

    (Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın! ….Allah dilese her nefse hidayet kılardı…, Ancak rabbının rahmetile yarlıgadığı kimseler müstesnâ ve onun içindir ki onları halketti ve rabbının şu kelimesi tamam oldu, ahdim olsun Cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım….

    • 1okuyucu dedi ki:

      yücel;

      “””ahdim olsun Cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım….”””

      eğer, Kuranın tanrısı hesap günü cehennemi tamamen dolduramazsa, ahdi yerine gelmemiş olur, AHDİNİN yerine gelmesi için eksik kalan kelle sayısını cennetten tamamlayacak herhalde,

      • Direnç dedi ki:

        O kadar komiksiniz ki sanki kuralları Allahtan başkası koyuyor da 2+2=4 gibi olacakmış gibi zorlama cümlelerle güya üstünlük sağlayacaksınız. O dilediğini yapar, kendi yaptıkları kendisini ilgilendirir, burada senin için bir şey yapacağını söyleyip yapmaz ise konuşursun.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Direnç;

        ben Kuranın tanrısının verdiği bir sözden bahsettim, niye gocunuyorsun ki,
        sonsuz merhametli olan bir tanrının cenneti insanlarla doldurmak için söz vermesi daha şık bir davranış olmaz mıydı?

  56. yücel dedi ki:

    “Sana hangi mesel ile gelseler biz sana tefsirin en güzelini Kuran ı verdik”
    “Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara
    … fitne aramak ve te’viline gitmek için Kur’ân’ın müteşâbih âyetlerine uyarlar.”

    • 1okuyucu dedi ki:

      yücel;

      sen sen ol sakın müteşabih ayetlerin peşinden gitme, biliyorsun Kuranın tanrısı insanları cehenneme göndermek için bahane arıyor, bence muhkem ayetlerinde peşinden gitme,

      çünki hangi ayetin muhkem, hangi ayetin müteşabih olduğu belli değil, farkında olmazsın, müteşabih ayeti muhkem sanıp peşinden gidebilirsin,

      bence hiç bir ayetin peşinden gitme, sonra durduk yerde kuru gürültüye gitmeyesin, iyisimi sen kayıtsız şartsız teslim ol gitsin.

  57. yücel dedi ki:

    “Sen ancak Kur’an’a uyan ve Rahman’dan gıyabında saygı besleyen kimseyi sakındırırsın;

    İşte onu, hem bir bağışlama hem de değerli bir mükafatla müjdele!”
    Kuran-ı kerim güçlük için değildir .Allah kullarını temizlemeyi murad ediyor. “

    • 1okuyucu dedi ki:

      Yücel;
      “”””Allah kullarını temizlemeyi murad ediyor””””
      doğru söylüyorsun, temizleme işini de taşerona (IŞİD’e) havale etmiş,

  58. yücel dedi ki:

    “Onlar, ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rablerinin bir takım alametlerinin gelmesini gözetliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış bir kimseye o günkü imanı hiçbir yarar sağlamaz. De ki: «Gözetin! Çünkü biz de şüphesiz gözetiyoruz.»”

  59. yücel dedi ki:

    hiç görenle kör bir olurmu? Allah temizle murdarı birbirinden ayıracaktır.

  60. Direnç dedi ki:

    Şu mantığa bak, pes yani iftiracı her yerde iftiracıdır, “Meleklere sordu size tapan bunlar mıydı?” Buradaki cümleden Allah’ın meleklere tapanların kimler olduğunu bilmediğini söylüyorsun, peki Allah meleklere tapıldığını nereden biliyor? Meleklere tapanların kim olduğunu bilmiyorsa meleklere tapıldığını da bilmemeli değil mi? Bu ayetin açıklaması ise sorgu esnasında haklarında şahitlik yaptırmak için bu şekilde bir mahkeme kuruyor ve sorguluyor, o zat o kadar yüce ki kimsenin onun yapacaklarına karşı koyamayacağı bir gücü varken bile bizlere karşı adaleti davranıyor.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Direnç;

      Kuranın tanrısı meleklere tapıldığını biliyordu (uzza putu) ama sorduğu topluluğun kimlere taptığını bilmiyordu, o nedenle oradaki topluluğun meleklere tapıp tapmadığını öğrenmek için meleklere, “size tapanlar bunlar mıydı?” diye soruyor.

  61. eyyüp uçkun dedi ki:

    kafan almıyor bir kişi meleklere tapıyor ve ALLAH bildiği halde soruyor meleklere size tapanlar bunlarmıydı diye orda meleklerin de ALLAH yanında aciz olduğunu tapındıklarının ALLAH’a
    muhtaç olduklarını göstermek ve insanın yaptığı hatayı göstermek için meleklere soruyor ve onlar da ALLAH’tan korkarak biz seni eksiklikten uzak tutarız diyorlar bu sayede insanlar bire bir taptıkları meleklerin aciz olduğunu gösterecektir ayrıca yazdığınız her ayette çelişki var diyorsunuz yok ayetlerin iniş sebebini okursanız anlayacaksınız yok kafamız basmıyor derseniz sizin bileceğiniz birşey

  62. Ahmet Özbek dedi ki:

    Allah soracağı soruyu ve verilecek cevapları biliyor da kimlere tapındığını mı bilmeyecek. Haklısınız aslında beyin bedava.

  63. HÜSEYİN dedi ki:

    HERHANGİ BİR OLAYA YAKLAŞIRKEN BİLE DOĞRU BİR MANTIK DÜZGÜN SAF DURU BİR AKILLA BAKMAZ İSEK YANLIŞ CEVAPLAR SONUÇLAR ORTAYA ÇIKAR .BURADA ALLAH BİR TANRI DEĞİL İLK ÖNCE ARADAKİ FARKI ANLAYALIM BİR KERE,SONRA ALLAH BİZLERE İNSANLARA HİTAP EDİYOR HANGİ LİSANDA YADA MANTIKTA YADA SÖYLEMDE HİTAP ETMESİ LAZIM ,TABİİKİ BİZ EN CAHİL AKIL SAHİPLERİNDEN EN DERİN TEKEKKÜR GÜCÜ YÜKSEK AKIL SAHİBİ OLANLARA KADAR HİTAP HERKESE ETMESİ GEREKİR.PEKİ HİTAP NASIL OLUR,TABİKİ KARŞILIKLI OLUR KARŞINDAKİNE OLUR,ÇÜNKİ MADDE DÜNYASINDA AYRI AYRI BİREYLER VARDIR BİRBİRLERİNE HİTAP EDERLER SİSTEM BÖYLEDİR HİÇ YAZI YADA SÖZCÜK DIŞINDA BİR HİTAP OLABİLİRMİ BU ALEMDE, .OLAMAZ ÇÜNKİ SİSTEM BÖYLE AMA BU HİTABI KİŞİLEŞTİRİRSEK ANLAYIŞIMIZA GÖRE BÖYLE ANLAMLAR ÇIKARTIRIZ.ALLAH ŞÖYLE YAPSAYDI HERKESİN İÇİNE RÜYASINDA ANLAMAYACAĞI BİR BİÇİMDE BİLDİRSEYDİ, O ZAMAN NE DENİRDİ,ALLAH RESULÜ MELEK ŞEKLİNDE GÖNDERİP AÇIKLASAYDI NE OLURDU KİM ANLARDI YADA O MELEK BİZ NASIL ONUN YAPTIKLARINI YAPALIM DENMEZMİYDİ,BU BİZİM ANLAMAMIZ İÇİN BİZE BİZİM GİBİ BİR HİTAP BUDA ALLAHIN RAHMETİ BİZLERE,MİLYONLARCA FARKKLI İDRAK ANLAYIŞ VAR ÇOK DEĞİŞİK AMA EN ALT TEMEL TABAN İŞTE BU ANLAYIŞ KİMİN KAPASİTESİ NE İSE ONU ALIR.AMA EN BÜYÜK HATA AKLIN OYUNLARI ŞÖYLEKİ MADDE ALEMİNDE 5 DUYU İLE KENDİMİZİ SINIRLANDIRIP SADECE BU VERİLERLE BU DUYGULARLA VE ANLAYIŞLA OLAYLARI DEĞERLENDİRDİĞİMİZDE İŞTE BÖYLE HATAYA DÜŞÜYORUZ.İMAN GAYBADIR AŞİKAR ORTADA OLSAYDI İMTEHAN OLMAZ ,KİMSENİN KİMSEDEN FARKI OLMAZDI,AHİRETTE HERKES HERŞEYİ GÖRÜP ANLAYACAK AŞİKAR OLACAK İNKAR DİYE BİRŞEY OLMAYACAK AMA ORASI SONUÇ KARŞILIK YERİ OLDUĞU İÇİN İMAN GEREKMEYECEK AMA YAPTIKLARIMIZIN KARŞILIĞI OLDUĞU İÇİN PİŞMANLIĞINDA FAYDASI OLMAYACAK YAPACAKTA BİRŞEY OLMAYACAK ALLAH HEPİMİZE İDRAK EDEBİLMEYİ NASİP ETSİN.

    • toro dedi ki:

      Sayın hüseyin,

      Öncelikle şunu bileceğiz, var olan hiç bir varlık ”bilmediğini bilmediği bir şeyi bildiğini iddia edemez”!

      Şimdi gelelim büyük harfli yorumlarınızda bence en önemli olan yere!

      ”ALLAH ŞÖYLE YAPSAYDI HERKESİN İÇİNE RÜYASINDA ANLAMAYACAĞI BİR BİÇİMDE BİLDİRSEYDİ, O ZAMAN NE DENİRDİ,ALLAH RESULÜ MELEK ŞEKLİNDE GÖNDERİP AÇIKLASAYDI NE OLURDU KİM ANLARDI YADA O MELEK BİZ NASIL ONUN YAPTIKLARINI YAPALIM DENMEZMİYDİ,” sizden alıntı

      Peki, yukarıda ki gibi olmadı da tersi oldu! Sonuç nedir, herkes anladı mı?

  64. cahillik okuduğuna araştırmadan inanmaktır.. dedi ki:

    http://www.islamustundur.com/celiskiyoktur.html okursanız anlıyacaksınız..

    • 1okuyucu dedi ki:

      cahillik………;

      aha! bir babayiğit çıktı ortaya?

      söyle bakalım, cennette yasaklanan meyvenin ne olduğunu biliyor musun?

    • toro dedi ki:

      Sayın ”cahillik okuduğuna araştırmadan inanmaktır”

      Bana söylermisiniz bu buram buram mesaj kaygısı güden avatar, herhangi bir kutsal kitaba sadece okuyarak inanan ama araştırmayanlara da feyz olsun diyor musunuz?

      Sizce herhangi bir kutsal kitaba sadece okuyarak inananlar cahilmidirler?

  65. Tanju Altun dedi ki:

    Toro ;
    -İman birşeyi görmeden ona kalben inanmaktır !

    Kafirler ateistler inanmayı reddediyorlar ve inandırılmak için birisinin onları ikna etmesi için çırpınıyolar 🙂

    Bilgi sınırlıdır .. Fakat Allahu tealanın (c.c) ilimi bilgisi sınırsızdır.
    Ve onun (c.c) indinde bilgisi dahilinde evvel ve ahir geçmiş ve gelecek tamamlanmıştır.

    Fakat insan bilgisiz doğduğu için ve akıl sahibi olduğu için biz hayvanlar gibi genetiği öğretilmiş olarak doğmuyoruz bir arıya bal yerine karınca gibi olmayı öğretemezsin bir balığa nefes almayı öğretemezsin ama insanın aklı bedeni hertürlü şeye müsait kanat yapar uçarsın denize girer dalarsın üretirsin tüketirsin yani her canlının bilgisi farklı düzeyde siz mercimek kadar beyninizle ;

    Siz bilgi boyutunda sınırsızlıkla dans etmeye çalışıyorsunuz. İlim ve iman birleştiği vakit akıl baştan gider çok başka olursun kibir kalkar benlik kalkar ve dünyaya gelme amacını anlamış olursun gökte uçan kuş gibi yarını düşünmez sadece ibret alırsın

    Bir insan kendi kötülüğünü eksikliğini kabul edemezken 🙂 Nasıl olurda yaratıcısından sual eder şaşıyorum bi adama beyinsiz de zoruna gider ama şurda yapılan rezillik gerçekten çok farklı bir olay

    dünya 100 yıl önce atla deveyle bu zaman uçak otomobille 100 yıl sonrada daha binbir türlü şeyle dolacak taşacak ve dünyanın sonu bizi ilgilendirmiyo bir gün bitecek ve yanlız Allah (cc) bilir. Biz kendi kısa ömrümüze bakalım güzel değerlendirelim böyle şeyler insanı cehenneme götürür.

    Hiç inanmıyorum diyen özelede gelebilir 🙂
    facebook.com/tanjualtun52

    • 1okuyucu dedi ki:

      Tanju Altun;

      —-Bir insan kendi kötülüğünü eksikliğini kabul edemezken 🙂 Nasıl olurda yaratıcısından sual eder şaşıyorum bi adama beyinsiz de zoruna gider ama şurda yapılan rezillik gerçekten çok farklı bir olay

      Biz kendi kısa ömrümüze bakalım güzel değerlendirelim böyle şeyler insanı cehenneme götürür. (senden alıntı)

      bizler rezillik yapmasak, Kuranın sadist tanrısı, kendi sapık egosunu tatmin etmek için cehennemde uygulayacağı fiziksel işkencelere kim maruz kalacak söyler misin? cehennem ateşinde yananları, ızdıraptan inleyenleri gördükçe zevkten dört köşe olacak sadist bir tanrıyı böyle bir zevkten mahrum etmek düşünceside nereden çıktı? yoksa sen Kuranın tanrısının sapık egosunu tatmin etmesini istemiyor musun?

      bu kadar bencil olma, sen cennette her türlü egonu tatmin ederek gününü gün ederken, Kuranın sadist tanrısının kendi egosunu tatmin etmekten mahrum bırakmayı nasıl düşünebilirsin?

      o nedenle bizi rahat bırakta rezilliklerimize devam edelim, çünki senin tanrın ellerini ovuşturarak dört gözle bizi bekliyor, bizi ayartmaya kalkıpta tanrının hayallerine maydonoz olma.

      • Tanju Altun dedi ki:

        Güzel kardeşim seninki ateistlik değil birşeylere inanıyosun belli sendeki bu his isyan ve inkardır.

        Bilenle bilmeyen bir olmaz.

        Allahu Teâla Herşeyin sahibidir Herşeyin Allah’ıdır Tek ilahdır Ortağı’da yoktur Birdir Tektir !
        Senin benim o kitabın bu kitabın böyle bir ifade yok bu noktada sen kabul etsende etmesende Allah herşeyin Allah’ı dır bu konuda anlaşalım.

        Fakat düşünme şeklin yanlış.
        insan 3 şekilde çalışır 1 Zekasıyla 2 Bedeniyle 3 Parasıyla
        Okumadan bir mesleği icra etmen imkansız.
        Yıllarca okursun ve mükafatı olarak meslek sahibi olmuş olursun buda sana rütbe verir,,
        Okumamış bilgisiz bir insanda senin altında senden daha DÜŞÜK ÜCRETLE ve fazla yorularak bedeniyle çalışmış olur ve bu senin gibi rahat olmaz.

        Sen düzenli ve amaçsız hayatında bugün ne yapsam bugün ne giysem sex alkol sigara haram vs.
        Nefsi duygularınla tatmin olurken.
        Diğer fakir arkadaşta bugün aç kalırmıyım hava soğuk ne giysem hastayım ilaç para ev vs. sıkıntılar çekmekte
        Bu ölçüyü baz alırsak sen ömrünün geri kalanını rahat içerisinde geçirmek için küçük bir süre okul okuman zorluklara katlanman gerekir.
        Diğeride okumadığı için ömrünün geri kalanını bu şekilde yoksulluk sefaletle geçirmek zorunda kalır.

        Bu şekilde düşünürsen Cennet Cehennem kavramlarının ana fikrini anlamış olursun.

        Şimdi gelelim asıl konuya .

        Dünyada yaşıyosun ve birsürü beyinsiz katil sapık şiddete meğilli dolandırıcı pskopat insan var.
        Eğitilmiş bir köpek faydalıdır fakat kuduz olmuş bir köpeğe yapacak birşey yoktur.

        Cennet ve Cehennem kavramlarıda insanlara Vaad olarak indirilmiştir .
        Allah’a (islamın ve imanın şartları dahil)iman edip güzel işler yapanlar cennete.
        İMAN ETMEYEN HERKEZ cehenneme gidecektir.
        Şuanda nasıl bir yer bilmiyoruz ve nasıl bir muameleyle karşılaşacağız bilmiyoruz. Çünkü cennetteki veya cehennemdeki hiçbirşeyin bu dünyada olmadığı kat ve kat daha güzel veya azap verici olduğu şeklinde sevindirici ve korkutucu şeyler.

        Şimdi sen yalancı hırsızın dolandırıcının teki olsan çocuklara tecavüz etsen haram yesen alkol alıp hergün birini dövsen öldürsen elinde silah olsa herkez senden korksa bu şekilde nasıl bir akibet olur ? hoş değil dimi bu adam cennetemi girmeli sence ? bu adama ne yapsan haktır

        Diğer tarafta Allah’a iman eden Hz.Muhammed’in sünnetine uyan iyilik yapan namaz kılan yalan söylemeyen hırsızlık yapmayan insanlara yardım eden fakirini doyuran sadakasını veren insanlara karşı hoşgörülü sevecen yanlış olan herşeyden uzak bir insan düşün,, Bu adamın Cehenneme girmesi normalmidir sence ?

        Ne kadar iyi olursan ol ! İman etmedikçe cennete giremezsin.

        Ne kadarda kötü olsan da iman ettiğin ve yaptığın hatanın günah olduğunu bilirsen günahkar olursun cennete girersin ama cehennemde cezanı çektikten sonra.

        Kardeşim helak olacaksınız bu din insana kötü birşey emretmiyor kaybedeceğiniz ne olabilir ?
        İyi olmak kaybetmek mi ? Günahları işlememek nefsinize gelmiyosa iman edin ama günahı bilin yinede cennete girersin cehennemde ebedi kalmazsın nedir yani bu ısrar paramı istiyoz senden ?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Tanju Altun;

        —-Ne kadar iyi olursan ol ! İman etmedikçe cennete giremezsin.
        Ne kadarda kötü olsan da iman ettiğin ve yaptığın hatanın günah olduğunu bilirsen günahkar olursun cennete girersin ama cehennemde cezanı çektikten sonra. (senden alıntı)

        sizin şu adalet anlayışınıza hayranım?

        elin imansızı kanser hastalığına çare bulmak için harıl harıl çalışırken, hayatınızı kolaylaştıran her türlü teknolojik yeniliği hizmetinize sunarken, sırf Muhammede inanmadığı için cehenneme gidecek,

        imanlısı her türlü naneyi yesede, sırf Muhammede inandığı için bir süre cezasını çektikten sonra cennete gidecek öyle mi?

        kendisine inanılmamasını kendisine dert eden bir tanrı, kendisine inanılmasını yeterli görmeyip Muhammede de inanılmasını şart koşan bir tanrı, üstelik peygamber gönderdiğini ispatlayamayan bir tanrının Muhammede inanılmasını beklemesi, bir tanrının değil olsa olsa Muhammedin kendisinin peygamberliğine kanıt olarak gösterdiği bir kitabın uyduruk tanrısı olur,

        öyle bir tanrınında adalet anlayışı bu kadar olur,

        ama sizinde hakkınızı yememek lâzım, her ne kadar birbiriniz boğazlasanızda, esir aldığı kadınları cariye yaparak, kadınlara çalışma yasağı getirerek, kadınların başlarını örtmelerini emrederek, kadınların yanında erkek olmadan sokağa çıkmalarını yasaklayarak, bakara-178 gereği, Kuranın tanrısının ön gördüğü hür, köle, kadın ayırımcılığının yapıldığı ataerkil toplum düzenini tekrar geri getirmeye çalışarak tanrısını mutlu etmeye çalışan ışid gibi Allah yolunda savaşanlar var, öyleya kölelik düzeni geri gelmezse, kadın erkek ayırımcılığı yapılmazsa bakara-178’in ne anlamı kalır?

        benden sana bir tiyo, cehennemde bir süre kalmak istemiyorsan, yani doğrudan cennete gitmek istiyorsan Allah yolunda şehit olmaya bak, böyle bir fırsatı da ancak ışide katılarak elde edebilirsin.

      • Tanju Altun dedi ki:

        Ben bu bilgilere vakıf olmadan önce müslümandan beter kafirden kötüydüm sizin kadar ön yargılı olmasamda ılımlı idim ve merak ettiğim herşeyi her bakış açısından saatlerce günlerce aylarca yıllarca araştırdım ve doğru yolu buldum müslümanım demekle müslüman olunmaz güzel kardeşim sen bu işin ne kadar ciddi olduğunu bilmiyosun kolay geliyo sana sallamak.

        Toro dedi ki
        “Dostum sizin işiniz gücünüz yokmu? Mecbur musunuz buralarda yazmaya,sizi buna zorlayan mı var?”

        “şimdi şunu demek geçiyo içimden ulan yawşak sen mecburmusun milletin diniyle mercimek kadar beyninle burda dalga geçmeye cehalet savuruyosun ortalığa ”

        Fakat demiyorum

        Ve cevap veriyorum her insan müslüman doğar ve akıl bali olana kadar müslüman kalır. Yani bir çocuk budist evladı da olsa 7 yaşına kadar ölür ise cennete gider sorgu sual olmaksızın.

        Bir kafir dinsiz ateist herneyse 50 yaşında da tevbe etse kelimei şehadet edip ibadet ederse geçmiş günahları affolur namazlardan sorumlu olmaz ibadetleri sorulmaz ve tertemiz bir sayfadan başlamış olur.

        Sen müslüman olmayı kolaymı sanıyosun dünyanın bu kadar adiliğine karşın dürüst olmak kolaymı sence haram yememek zina yapmamak hırsızlık yapmamak sırf Allah istiyor diye onun dediklerini yapmak kolaymı sanıyosun ? Bak ben zor tutuyorum mesela kendimi zina etmemek için bağdat caddesinde çalışıyorum millet çıplak geziyo barlar caddesin 24 saat sevişiyolar sahilde çıplak denize girip gece sarhoş sarhoş sex yapıyolar ama biz bunları görüp el etek çekiyoruz canımız istiyomu nefs bu herşeyi ister bunu kimse inkar edemez istiyoruz ama yapamıyoruz şeytan yap diyo Allah yapma diyo şeytana uyarsam cehenneme giderim Allah’a uyarsam cennete bu kadar basit aslında kimse sizden para pul istemiyo.

        Sen nefsin nasıl birşey olduğunu biliyomusun ?
        Sen dalga geçtiğin mevzunun ne olduğunu biliyomusun ? yok o kitabın tanrısı yok şunun kankisi
        dünyanın 3/2 si zaten Allah’ı biliyor inanıyor fakat eski kitaptaları eski güncellemeyi kaldırmadı onların bellekleri paraya dini sattılar ve 4 büyük kitabın ilk 3’ünda son kitap ve son peygamberden bahsediliyor zaten elimdeki güç gitmesin diye zamanın hükümdarları kitapları değiştirip kendilerine uyarladılar.

        farklı dine mensup bir aileden doğan bir kafirin iyi olması birşey ifade etmez bu dünyada binlerce yıldır din kavgası ediliyor ve her ülkede her dine mensup insanlar var ben istanbuldayım çevremde adam gibi müslüman yok fakat ben araştırarak öğrendim cennete gidebileceğimi sanmıyorum fakat girmeyi istiyorum çok süper bir müslüman değilim ama benden çok çok kötüleri var

        Sen sanıyosun ki her müslüman cennete girecek Peygamber efendimiz diyo ki benim ümmetim 72 Fırkaya ayrılacak fakat içlerinden 1 tanesi cennete girecek oda Ehli Sünnet Vel Cemaattir ,, müslüman olup ibadet etmeyen ihmal eden günah işleyen adam senin gibi kafirden fazla yanacak iyi insan olarak nitelendirdiğin budist ailede doğan kafirden fazla yanacak bunuda bil yani basit birşey değil müslüman olmak.

        İnsanlar o kadar aptal ki ikiz kulelere uçak çarptı diye milyarlarca müslümanı terörist ilan ettiler medya bi justin bieber bi lady gaga yapar 10 milyon kişi din değiştirir bu önemli değil hepsi cehennemi boylayacak 🙂

        işid dediğiniz gerizekalılar da müslümanlık adına masum insanları katlediyo o insanlar cehennemin en dibini boylacayak emin ol onlar çoğu şia mezhebine mensup Allah demek yetseydi hristiyan yahudi bunların hepsi cennete girerdi merak etme herşey senin o mercimek kadar beyninin aldığı saçmalıktan ibaret değil

        Bu kendini bilmez dengesiz ve laflarına dikkat etmeyen 1-2 arkadaş yüzünden bir daha yorum yazmak istemiyorum.

        İnsan gibi birşeyleri tartışmak öğrenmek isteyen varsa eklesin mail adreslerimi bildiğim kadarıyla tatmin ederim fakat bu şekilde saçma sapan ön yargıları olan insanlar lütfen eklemesin ön yargıya da razıyım hakaret etmeyin , Üslubumu bozduğum içinde hepinizden özür diliyorum..

        Allah hepinize hidayet nasip eylesin.

        tanjualtun@gmail.com

        facebook.com/tanjualtun52

        Veya bunları boşverin

        Cübbeli Ahmet Hocayı dinleyin o hepinize yeter 😉

      • 1okuyucu dedi ki:

        Tanju Altun;

        —-Ne kadar iyi olursan ol ! İman etmedikçe cennete giremezsin.
        Ne kadarda kötü olsan da iman ettiğin ve yaptığın hatanın günah olduğunu bilirsen günahkar olursun cennete girersin ama cehennemde cezanı çektikten sonra. (senden alıntı)

        benim tepkim senin adalet anlayışınaydı, ayrıca şunuda bil, eğer dinlere inanmayan biri erdemli davranışlar sergileyebiliyorsa bu tamamen vicdanının sesini dinlediği içindir ama dinlere inanan biri erdemli davranışlar sergiliyorsa bu tamamen cennet beklentisinin bir sonucudur, yani biri hiçbir etki altında kalmadan erdemli olabiliyordur, diğeri ise cennet beklentisi nedeniyle kedini erdemli olmaya mecbur hissediyordur, işte burada işin içerisine samimiyet kavramı giriyor,

        dolayısıyla dinlere inanmayan birisinin erdemli olma konusunda samimiyetinden asla şüphe etmem ama dinlere inanan birisinin erdemli olma konusunda samimi olduğuna inanmam, çünki biri hiçbir beklentisi olmadan olduğu gibi görünen biridir, diğeri ise cennet beklentisi nedeniyle göründüğü gibi olmaya çalışan biridir,

        —-cennete gidebileceğimi sanmıyorum fakat girmeyi istiyorum (senden alıntı)

        bu arada sana verdiğim tiyo hoşuna gitmediyse başka tiyo vereyim,

        Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. (enfal-65)

        66. Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. (enfal-66)

        Muhammed öldüğünden beri sizi savaşa teşvik edecek biri kalmadı, baktım savaş konusunda gevşeklik gösteriyorsunuz, nacizane ufak bir katkım olması babında, bu savaşa teşvik işini üzerime aldım,

        eğer en az 2 kâfir öldürürsen tanrını hoşnut etmiş olursun, eğer en az 10 kâfir öldürürsen tanrının asıl muradını yerine getirmiş olursun, üstelik tanrını fazlasıyla hoşnut etmiş olursun ki, belkide sorgusuz sualsiz doğrudan cennete gidersin, çünki, en az 10 kâfir öldürmeniz tanrınızın sizden istediği kalite standardının üst sınırıdır,

        cennete kestirmeden gitmenin başka bir yolu yok, ya Allah yolunda şehit olacaksın, yada en az 10 kâfir öldüreceksin, benden bu kadar,

        bu arada ışidi yabana atma, yeni kurulan İslâm ordusuna katılmak için dünyanın her yerinden akın akın gelenler var, hatta ailecek gelenler bile var,

        ikiz kulelerle ilgili olarak, o kulelerin vurulmasını el kaide resmen üstlendiğinde İslâm alemi sevince boğuldu, bunu çevremdeki gözlemlerime dayanarak söylüyorum,

        son söz, biz ağzımızla kuş tutsakta sizin tanrınızın cehennemi gideceğimize aldırmadan ağzımızla kuş tutmaya devam edeceğiz, çünki biz beklentilerimize göre değil vicdanımıza göre hareket eden insanlarız.

        sana cennette mutluluklar dilerim, temeni ederim tüm sevdiklerinde seninle cennete birlikte olur.

      • Tanju Altun dedi ki:

        Işidin islamiyetle hiçbir alakası yoktur.
        o sebepten bu yazdıklarına cevap veremem dostum.

        Kafir öldürme hususunda ise şöyle bir durum var ,,
        Sizinle savaşmadıkları sürece onlarla savaşmayın. Eğer savaşırlarsa o zaman onları öldürün. Kâfirlerin cezası işte böyledir.
        Ayetle ispat edeyim. Bakara

        Yani sen gidip kafir diye masum insan öldüremezsin Allah bunuda yasaklamıştır.
        Kafir olmadan müslüman olmaz müslümanlık kafirden türer Peygamber Efendimiz gelmeden önce hepsi kafirdi biraz mantıklı olalım. Kafir biri müslüman olabilir neden masum insan öldüresin ki ?

        Hatta şöyle bir durum var bir kafir sonradan müslüman olunca en baba müslümana taş çıkarıyo öyle sağlam müslüman oluyo ibadetinde davranışında Allah hepinize nasip etsin

        Böyle sizin gibi olup Müslümanlığı savunan insanlar olursa çok yol alırız biz ama bizimkilerin çoğuyla şeytan bizzat ilgileniyo şeytanın size musallat olma şansı yok zaten yoldan çıkarmış sizi daha kimi çıkarabilirim diye uğraşıyo

      • 1okuyucu dedi ki:

        Tanju Altun?

        referansını Kurandan alan her türlü mezhebin, tarikatın, ekolün İslâmla alâkası vardır, çünki hepsi adına Kuran denilen kitabın farklı yorumlanması sonucu ortaya çıkmış inanış şekilleridir, o nedenle ışidin İslâmla alâkası yok diyemezsin, üstelik selefiye görüşü en İslâmda en yaygın görüşlerden biridir,

        cevap verip vermemen beni ilgilendirmez ama sen selefiye görüşünden değilsen, ışidin katli vaciptir listesinde olduğunu da unutma, çünki farklı fırkalara bölünmüş gruplar kendilerinden olmayanı kâfir ilân edip haklarında katli vaciptir fetvası verebiliyorlar,

        ışid ise şimdilik Alevilerle, şiilerle işe başladı, bakarsın günün birinde sıra sanada gelmiş, bize ise en son sıra gelir, şimdilik İslâm alemi içerisindeki katli vacip olanları halletmekle meşguller, o nedenle İslâm aleminin içi temizlenmeden bize sıra gelmez?

        Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. (enfal-39)

        Kuranın tanrısı, fitnenin en önemli sebeplerinden biri olarak kafirleri göstermektedir ve din Allahın oluncaya kadar onlarla savaşın demektedir, bunu sağlamak için savaşı farz kılmıştır,

        dinin Allahın olması demek, Allahın hükümlerinin geçerli olduğu bir yaşam biçiminin (şeriat rejimi) tesis edilmesi demektir, eğer aslolan Allahın dinini yeryüzünde egemen kılmaksa, ancak egemenliğinizi kabul edenlerle savaşmanıza gerek kalmaz, szinle savaşmak istemeyenlerde ya yeterli askeri güce sahip değildir, yada silahsız sivillerdir,

        öyleya siz Allahın dinini egemen kılmak için savaş açmışsınız, savaş açtığınız topluluk biz savaş istemiyoruz dediğinde, madem savaş istemiyorsunuz, o halde sizle savaşmamıza gerek yok derseniz bu durumda Allahın dinini egemen kılmış olamazsınız,

        özetle, sizle savaşmak istemeyenler, sizin egemenliğinizi kabul etmişler demektir, bu durumda boğazlarına kılıcı dayadığınızda ya Müslüman olup zekâtı verirler, yada kendi dinlerinde kalıp cizyeyi verirler,

        şimdi anladınmı sizle savaşmak istemeyenlerle niye savaşmayacağınızı?

        —Böyle sizin gibi olup Müslümanlığı savunan insanlar olursa çok yol alırız biz ama bizimkilerin çoğuyla şeytan bizzat ilgileniyo şeytanın size musallat olma şansı yok zaten yoldan çıkarmış sizi daha kimi çıkarabilirim diye uğraşıyo (senden alıntı)

        eğer Ayşe ve birkaç önemli sahabe Ali’ye savaş açacağına biat etselerdi, Muaviye halifelik iddiasında olmayacaktı, İslâm aleminin ikiye bölünmesinin en önemli sorumlusu Ayşedir, ayşenin Aliye biat etmemesinin en önemli nedeni gerdanlık olayında Alinin tutumuna karşı beslediği kin ve nefrettir, aralarındaki savaş (cemel vakası) İslâm aleminin ikiye bölünmesine sebep olmuş, hemde ne sebep oluş, bugün İslâm alemindeki tüm tarikatler, ekoller birbirlerini boğazlamaktan vaz geçseler, kemikleşmiş Sünni şii bölünmüşlüğünü yok edemeyecekleri için yine birbirlerini boğazlamaya devam ederler,

        tanrınızın gönderdiği din, sebep olduğu iktidar kavgaları nedeniyle Müslümanların birbirlerini boğazlamasından başka bir işe yaramamış, bunun için şeytanın size musallat olmasına gerek yok, musallat olmasada birbirinizi boğazlamaktan vazgeçeceğiniz yok,

        bize ise musallat olan bir tanrıda yok, şeytanda yok, çünki bizim yol göstericimiz kendi vicdanımız, o nedenle uydurma tanrılarla, hayali (metafizik) şeytanlarla işimiz olmaz,

        —Sen inkar ettiğin şeylerin haramındasın şuan suyu besmele çekmeden içersen bile o su haramdır (senden alıntı)

        beni havaya, suya, gıdaya muhtaç bir varlık olarak yaratan bir tanrı, benim yaşamamı sağlayacak havayı, suyu, gıdayı da yaratmak zorundaydı, örneğin; insanların nefes alacağı bir hava olmasaydı ne benim yaşamam mümkün olurdu, nede beni doğuracak olanın yaşaması mümkün olurdu, yani havanın, suyun, gıdanın olmadığı bir ortamda bir tanrının canlı varlıkları yaratması asla mümkün olmazdı,

        o nedenle tanrı ihtiyaçlı olarak yarattığı varlığın ihtiyaçlarını da yaratmak zorundaydı, yaşamamızı sağlayan ihtiyaçları tanrının bir lütfu olarak görmek, ancak yaratmanın ne olduğunu kavrayamayanlara minnet duyacakları bir tanrı figürünü yutturmaya kalkan uyanıkların işidir,

        yaratmanın ne demek olduğunu anlayabildiysen, ihtiyaçlarımızı temin ederken minnet duyacağımız bir tanrı olmadığını, besmele çekmeyede gerek olmadığını anlamışsındır sanırım,

        eğer anlayamdıysan tanrının yaratıcılık vasfını bilmiyorsun demektir, yaratmanın ne olduğuna kafa yor,

        —-Dikkat et iyi araştır Osmanlı İmparatorluğu 500 sene huzurla şeriatle yönetildi ve dünyada tek güçtü ne zaman sizin soyunu çoğaldı böyle banka faiz haram sex alkol bunlar artmaya başladı (senden alıntı)

        Osmanlı, işgal ettiği Ülkeleri haraca bağlayarak elde ettiği gelirle yaşamını sürdüren, Padişahlarla Şehzadelerin, cariyelerle gününü gün ettiği bir düzendi, adı batasıca Devlet bekası için üstelik dini alet ederek kardeş katli vaciptir fetvası ise şehzadelerin birbirlerini boğazladıkları veya gözlerinin önünde boğdurulan kardeşlerinin ölümlerine şahit olmaları nedeniyle kafayı üşüttükleri, sadistleştikleri bir hükümdarlık sistemiydi ve o sistemde senin yukarıda saydıklarının alâsı yapılıyordu, içkiyi yasaklayan bile körkütük şarhoş dolaşıyordu (4. Murat) askeri gücünle sindirdiği toplulukların ne kadar huzurlu olduğunu, Fransız devrimiyle yeşeren millîyetçilik duygularına bakarak anlayabilirsin, Osmanlıya başkaldıranların içerisinde Arapların Arabistan çöllerinde atalarımızı hunharca nasıl katlettiklerini eğer yaşıyorsa dedenden dinleyebilirsin, üstelik Araplar geri kalmışlıklarının nedeni olarak Osmanlıyı görürlerdi, gerçi benimsedikleri şeriat rejimleriyle kendilerini orta çağ karanlığına mahkum ettiler, o da ayrı bir realite,

        özetle, Osmanlı askeri gücüyle sindirdiği toplumları sömüren emperyalist bir devletti, ve o sömürdüğü topluluklar tarafından nefretle anılıyor, yani senin huzur sandığın şey sindikleri için ses çıkaramayan toplulukların sanal bir görüntüsüydü, ne zaman Osmanlı zevke sefaya yetiştirecek para bulamadı, çaptan düştü, işte o zaman sindirilmiş toplumlar dişlerini göstermeye başladı,

        eğer ahlâktan konuşacaksan, başkasının karısına göz koyan Muhammede o kadını almasını sağlayan Kuranın tanrısının Muhammede kendisini mehirsiz sunacak olan kadınlara icazet vermesini konuş, hele karı boşamak erkeğin iki dudağı arasından çıkacak iki kelimeye bakıyorsa, Muhammed kendisini mehir olarak sunanlardan beğendiklerini akşam alsın, sabah boşasın gitsin, nasılsa hesap soracak kimse yok, yada maryayla başkasının odasında yakalandığını konuş,

        diğerlerine gelince, alâsını şeriatle yönetilen Ülkelerde görebilirsin, yada o Ülkeler gidenlerden dinleyebilirsin, eğer parlak bir tene sahipsen ve hacca gitmeye karar verirsen geceleri otobüs garajlarından uzak durmaya çalış, uyuşturucu ticareti yapan Devletlerin hangileri olduğuna bir bak, hem içiyorlar, hemde satıyorlar, karı istiyorsan bu işe soyunmuş imamlar işini görür, yeterki sen paradan haber ver, yada adına tarikat denilen pislik yuvalarında müritleri tarafından şeyhlere peşkeş çekilen kadınlara bak, (bir aile utancından Almanyaya göç etti)

        yani sen önce kendi evinin önünü (İslâm alemi) süpür, ondan sonra başkalarına bak,

        —- Yardımcı olayım . “Eşhedu En La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Âbduhu ve Resuluhu.” (senden alıntı)

        siz, peygamber gönderdiğini kanıtlayamayan bir tanrı figürüne inanarak, size o tanrıyı yutturana, sırf beklentilerinize, yani bu dünyada yasak olupta öteki tarafta sınırsızca sunulanların cazibesine kapılarak sorgulama gereği duymadan gözü kapalı balıklama atlamışsınız,

        ama sen yanlış yerde tezgâh açıyorsun, çünki burada satabileceğin alıcı bulamazsın, üstelik senin ağababaların bile neyin ne olduğunu anladılar, bakarayı makaraya almaktan bile çekinmiyorlar, belli olmaz belki sende günün birinde neyin ne olduğunu anlarsın.

      • toro dedi ki:

        Sayın Tanju Altun,

        Sizin gibi düşünen insanlar öyle traji-komik yazılar yazıyorlar ki bazen nerede olduğumu şaşırıyorum. Sevgili arkadaşım sanki dünyada sadece müslümanlar ve onların tanrısına inanmayan ateistler var

        Sizin şuanda bu yazıyı bu yönde yazmanızın birinci önceli anne babanızın müslüman olması yani sizin de müslüman doğmanız! Bu kullandığınız dil gibi! Türk doğup türkçe konuşan ebeveynlerinizi taklit ederek ingilizce konuşabilirmisiniz?

        Derdinizi nasıl öğrendiğiniz dil ile anlatıyor durumdaysanız evren ile alakalı herşeyi de yine size öğretilen din üzerinden anlatıyor durumdasınız! Ya aileniz hinduist, şintoist ya da zulu kabilesinden zulu dinine inananlar olsaydı?

        Bana deyinki ben burada hinduist, şintoist ya da zulu dinine doğmuş biri olarak bulunsaydım yinede aynı şiddette kuranın tanrısının mutlaklığını anlatırdım! Yani deyin ki ben türk bir ailede doğdum ve onları taklit ederek derdini türkçe anlatan biri oldum ama canım istediğinde derdimi aynı akıcılıkta ve kesinlikte çince’de anlatabilirim!

        Bunları söyleyebiliyorsanız bizde tamam doğru yol buymuş diyelim!

        Ya da olayı daha da absürd hala getirelim! Bize zulu dininin mutlaklığını savunmaya ne dersiniz?

        Tamam ailenizin atalarının tercihini size emanet etmiş sizde sahip çıkıyorsunuz! Bu cocukluğunuzdan beri size empoze edilen ve reddedilmesi çok zor olan bir amanettir bunuda anlıyorum. Ama lütfen zaten itiraz edemeyeceğiniz şekilde size ezberlettirilen yani reşit olduktan sonra kendi inisiyatifiniz ile keşfedip tercih etmediğiniz bir inancın mutlaklığını bize dayatmayın!

        Siz müslüman bir ana babadan doğarak öğrendiğiniz bir dini hinduist bir ana babadan doğarak hinduist olmuş birine dayatabilirmsiniz? Hangi insanın haddinedir ,doğuştan gelen aidiyetinin diğerlerinin aidiyetlerinden üstün olduğunu söylemek!

        El insaf diyorum, hiç mi düşünmezsiniz!

        Dünya ya bir bakın her saniye ailesi sizin dininizden olmayan binlerce bebek doğuyor! Bu nasıl bir kendini beğenmişliktir ki siz tanrınızın sizi onlardan, doğumunuz itibariyle ayrıcalıklı kıldığını düşünebiliyor ve bunu daha da ileri gidip söyleyebiliyorsunuz?

        Dünya ya islam geldikten sonra diğer dinlerden olanların üremeleri engellenmiş mi? Siz müslüman bir aileye doğup kayrılacaksanız, zulu kabilesinin ferdi olarak doğan çocuk ise içine doğduğu herşeyden kendini sıyırıp sizin doğuştan içine bırakıldığınız yere ulaşmaya çalışacak! Çünkü size göre İMAN etmezse ancak cehenneme çıra olabilecek. Tapılası ilahi adalet bu olsa gerek.

        Dostum sizin işiniz gücünüz yokmu? Mecbur musunuz buralarda yazmaya,sizi buna zorlayan mı var?

  66. rammsteinn dedi ki:

    Tanju Altun
    haram yememekten bahsediyorsun ama dini giderlerinizin bir kısmını ateistlerden aldığınız vergilerle karşılıyorsunuz. “o devlet işi” deyip kestirip atacaksın. çünkü işine gelecek. işine gelmese eğer avrupadaki din vergisi uygulamasını isterdiniz.
    müslüman olanlar din vergisi adı altında vergilerini öder,devletin camisine gider.
    benim ödediğim vergilerden , devletin diyanete aktardığı tüm vergilerim size haram olsun.
    hem benim paramla caminizin giderlerini karşılayacaksınız, hem de aşağılayıp hakaret edip küçük düşürmeye çalışacaksınız. tam da sizlere yakışan davranış.

    bedevinizde sizin olsun, saçma sapan masallarınızda.

    • Tanju Altun dedi ki:

      Kardeşim sen Allah’ın yarattığı suyu içiyosun Allah’ın yarattığı toprağı ekiyosun Allah’ın yarattığı oksijeni soluyosun ve bunlarla yaşıyosun 🙂 Sen kimsin ki vergiden bahsediyosun hayatın boş beleş dünyaya geldin boşuna yaşıyosun beleşçiliğin dibine vurmuş inkar ediyosun birde gelmiş vergiden bahsediyosun verginin canı cehenneme 🙂 Sen inkar ettiğin şeylerin haramındasın şuan suyu besmele çekmeden içersen bile o su haramdır,,

      Bu devlet şeriatle yönetilmediği taktirde zaten haramla yürüyor demektir. Sen dünyayı haramlaştırırsan bu dünyada hayat icra etmek te zarurete düşer mecburi bir şeyi ölmeyecek ölçüde yapmanın çoğu ayette günah olsa bile müsadesi vardır.

      Dikkat et iyi araştır Osmanlı İmparatorluğu 500 sene huzurla şeriatle yönetildi ve dünyada tek güçtü ne zaman sizin soyunu çoğaldı böyle banka faiz haram sex alkol bunlar artmaya başladı 🙂

      Sana kimse demiyo sırtında taş taşı Allah’ı bil Peygamber’i bil bunlara inan azcıkta ibadet et cennete gireceksin.

      içkisi para zinası para kumarı para hepsi haram millet parayla Cehenneme gidiyo
      Namaz beleş abdest beleş aç kuranı oku beleş hepsi helal millet bedava cennete gitmiyo 🙂
      Bende sizi anlamadım 🙂 Gelin müslüman olun bende kurtulim sizde hahaha
      inanmadıklarınızın size zaten bir faydası olmayacak gelin adam gibi inanın bari öldükten sonra bahsettiğiniz hiçlik olmazsa göte gelmemiş olursunuz 🙂

      Yardımcı olayım .
      “Eşhedu En La İlahe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Âbduhu ve Resuluhu.”
      Bunu kalben söylerseniz müslüman olmuş olursunuz. 🙂

      • rammsteinn dedi ki:

        bu senin kelime şahadet dediğini islamdan önce başka bir dinde daha bulabilirsin ama araştırman lazım. sizin bedevi sağda solda ne bulduysa copy/paste yapmış.

        ama yok siz cübbeli hocanızı takip edin. insanlığın yaşı yedibin yılmış,sakal kestirmek günahmış. sizin bedevinin sakalının teki de onda. durmadan da uzuyormuş. sakalın etrafında cinler periler halay çekiyormuş.
        eğer işi alaya getirirseninz alay etmenin alasını en iyi ben yaparım.

      • Gencer dedi ki:

        Muhammed çevresindekilere; Size Allah’ın hükümlerini getirdim demiş.Çevresindekiler Allah’ın hükümleri neler diye sormuşlar.Muhammed cevap vermiş Allah kendisinin hükümlerini getirene yani bendenize itaat etmenizi emrediyor diye cevap vermiş.1.5 milyar Sazan’da bu aptalca ve ispat edilemeyecek iddiaya inanmış.

    • kadir dedi ki:

      ramsteinn sen hakkını helal etmezsen.. bu ülkedeki müslümanlarda sana hakkını helal etmeyebilir. eğer benim verdiğim vergilerle bu ülkenin sosyal imkanlarından faydalanıyorsan. senin verdiğin vergi ile de başkaları faydalanıyor.. ayrıca kendini bir kafir olarak görüyosun helal ve haramla senin ne işin var.. kime helal-haram ediyosun.. haram edersen eğer bu haramı hangi tanrıya havale ediyosun.. bir inançsız için saçma değilmi..

      “yapılan bu şey haksızlık” desen bir ateiste daha çok yakışırdı… pardon yoksa senin bir inancın var mıydı? islami bir kavram olan helal ve haramı kullandığının için önce kendini sorgulamalısın..

      ayrıca benim verdiğim vergiden faydalanan, ateist, deist, alevi, sünni, hristiyan,musevi vs.vs. kim olursa olsun hepsine helal olsun.. tabi ülkede bozgunculuk yapmamaları kaydı ile..

      • rammsteinn dedi ki:

        kul hakkına allah karışmaz
        dendiğine göre benimde haram etme hakkım var.
        bu ülkede budistler bir tapınak istese devlet yapar mı? yapmaz. yaparsa da sizinkiler ayağa kalkar. benim vergilerimde put mu yapıyorsunuz? diye.

      • Tanju Altun dedi ki:

        Rammstein senin amacın tartışma değil sen git kumda oyna ,,
        Cahil insanların bilmediklerini ispat edince konuyu değiştirmesi olağan birşey
        Sana anan babanın öğretmediklerini şu saçma sitede öğretecek değilim
        Yada yarın gel caddebostan sahile ben sana anlatayım yüz yüze hakaret etme şansın olmaz daha güzel ikna olursun.

        Ama amacın siyaset yapmak anlıyorum devlet devlet diye inliyosun

        Osmanlı 500 sene Şeriatle yönetti bu toprakları dünya huzur içindeydi
        Sizinkiler 100 senedir dünyayı cehenneme çevirdiler Petrol için can alıyolar filistin için bebek öldürüyolar 🙂 Sizin savunmanız ne biraz da ben sorayım size

  67. pamuk1kale dedi ki:

    Tanju Altun;
    Yorumlarına bakınca,benim 10 yıl önceki düşünce yapımı görüyorum sende,o yüzdende kınamıyorum.
    Sana ilk tavsiye ”Her kulağına fısıldana araştırmadan,ölçmeden biçmeden,sorgulamadan inanma.”
    Osmanlı 500 yıl huzur içinde yöneltmiş bu toprakları…Bunu sana söyleyene,kulağına fısıldayana;Mesela Avşarlara sor Osmanlının nasıl yönettiğini,vergi almak için milleti nasıl inim inim inlettiklerini,nasıl doğradıklarını anlatırlar sana iskan yasasıyla,olmadı mı örneğin yavuzu alevilere sor,daha da olmadı mı Karamanoğullarına sor osmanlıyı…

    Bu devlet şeriatle yönetilmediği taktirde zaten haramla yürüyor demektir. Sen dünyayı haramlaştırırsan bu dünyada hayat icra etmek te zarurete düşer mecburi bir şeyi ölmeyecek ölçüde yapmanın çoğu ayette günah olsa bile müsadesi vardır. (senden alıntı)
    İyiki yönetilmiyor,bu halde bile benim diyen Müslüman eşrafının nasıl devlet malını götürdüklerini görüyoruz…
    Bakıyorum Müslümanlara veya kendine Müslümanım deyip 5 vakit namaz kılıp her pisliği yiyenlere.Yaradan demiş ki ”Bu dünya yalan gerçek ise ahiret” bu 5 vakitcilerde hep tekrarlar dururlar sana bana.Ama nedense bu dünyada malına mal katmak için yemedikleri pislik kalmaz,küçük bir çıkar için atmadıkları takla ha keza.

  68. Turan Sır dedi ki:

    HAYATIN MERKEZİ

    Bilgi bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.
    Düşünen herkese…

    VAROLUŞ

    Ezeli ve ebedi (başlangıcı ve sonu olmayan), varlığı kendinden olan Allah, bilinmeyi dilemiş; zamanı, evreni, melek, cin ve insanı yaratmıştır. Allah’ın yaratması; varlığı, yoklukta bırakmamak içindir ve tercihini yaratmaktan yana kullanmasının bir sonucudur. Bu ise Rahman ve Rahim isminin bir tecellisi olsa gerek. Allah; evreni, melek, cin ve insanı kendi ihtiyacı olduğu için, yani yaratmadığı takdirde kendi varlığını devam ettiremeyeceği için yaratmış değildir. Bu ihsanlar, her daim yaratmalar ve lütuflar olmasaydı, Allah’ın bu sıfatları belkide tecelli etmemiş olacaktı. Ama varlığı her daim hiç bir şeye ihtiyaç duymadan devam edecekti. Allah’ın varlığını kavrayabilecek potansiyelle yaratılan bilinçli varlıkların yaratılış sırası; önce melek, sonra cin, sonra insan şeklinde olmuştur. İnsanlar bir tür olarak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde eşzamanlı olarak çok sayıda yaratılmışlardır. Bu üç varlığın dışında varolan, evrendeki canlı ve cansız diğer bütün varlıklar, Allah’ın evrende varettiği eşyanın tabiatına (doğadaki yasalarına-kurallarına) uygun olarak hareket ederler, ancak bilinçli ve sorumlu varlıklar değillerdir. Yani bilinçli ve sorumlu olarak üç tür mevcuttur. Melek, cin, insan… Yaratılışta, insan türüne saygı göstermeyi reddeten, cin türünün kafir olanı yani şeytandır. İnsanın yaratılışından sonra şeytanlaşma temayülü insan türünde de oluşmuştur. Şeytan; kafir cin ve insandır. (114:6) Şeytan ayrı bir tür değil, (kafir) gerçeği örten özellikler gösteren cin ve insanın bu durumunu devam ettirdiği süre içindeki halidir. Şeytan diye ayrı ontolojik bir varlık türü yoktur. Şeytanlık bir sıfattır. Kötülüğü temsil eder. Vesvese ve kötü düşüncedir. İnsan ve cin özgür iradesiyle yaşar ve ölür. Yaşam boyu tercihleriyle ilgili cennet ya da cehenneme muhataptır. Evrende bulunan; insan, cin, hayvanlar ve bitkiler dahil bütün canlılar ölümlüdür. Ahirette bütün canlılar tekrar, dünyadaki bedenleri ile diriltilecek ve hesaplaşma olacaktır. Adaletli olan Allah; insan, cin, hayvanlar ve bitkilerden, canlı ve cansız bütün varlıklardan; yaşamları boyunca birbirlerine hakkı geçenlerin haklarını Ahirette teslim edecektir. Melekler ve kafir olarak ölen insan ve cin dışındaki bütün canlılar, bir daha ölmemek üzere cennette, dünyadaki bedenleri ile sonsuz yaşayacaktır. Ancak kafir (gerçeği örten) insanlar ve cinler ise, hayatları boyunca yapmadıkları iyiliklerin ve yaptıkları kötülüklerin bir sonucu olarak Allah’ın takdir ettiği uzun bir süre cehennemde azap gördükten sonra yokolmayı istemedikleri halde Allah onları ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandıracaktır. Kötülük (cehennem) biter, sonludur. Güzellik (cennet) süreklidir, sonsuzdur.

    Hayatı kurgulayan Allah, tabiki Mutlak Tercih hakkına sahiptir. Neden? Niçin? soruları O’nu bulmaya yönelik olmalı, benlikleri, nefisleri tatmin etmeye yönelik değil. Çünkü cin ve insanın, Allah’a ulaşmadan varlığını anlamlandırması mümkün değildir. Varoluşu Yaratıcıya bağlı. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yaratılış, Allah’ın bir ihtiyacından kaynaklanmıyor, belki Allah’ın sıfatlarının tecelli etmesinden kaynaklanıyor. Mutlak hikmeti ve herşeyin en doğrusunu şüphesiz Allah bilir. İlk ve son, iç ve dış Allah’tır ve Allah her şeyi bilir. (Allah alimdir)’’ (Hadid-3). “Allah gökleri ve yeri altı günde (altı zamanda-aşamada-evrede) yarattı. Sonra Allah, arşa istiva etti (arşı istila etti-kapsadı)” (Araf-54). Şu ayetle her şeyi kapladığını teyit etti. “Allah her şeyi muhittir (ihate etmiştir, kaplamıştır)” (Fussilet-54) . “(Sonra her şeyi yok edecek, Zatı baki kalacaktır) “(Kasas-88). Allahın zatı, alemlerden (Her şeyden, evrenden yaratıklardan ganidir, müstağnidir). Allah evren olmadan da vardır ve alidir-aşkındır. Allah sameddir. Varolmada ve varlığını devam ettirmede hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat yarattıkları evren ve içindekiler, var olmada ve varlığını devam ettirmede Allah’ın zatına muhtaçtırlar. Allah, ilk varın kendisi, son varın kendisi, dış varın kendisi ve iç varın kendisi olduğunu buyurmakta. (Zahir-batın Allah’tır) Sonra kendisinin, evreni yaratıp, kapsadığını ve evreni aşkın olup, sonsuz olduğunu vurgulamakta. Evvel- ahir ilk ve son Allah’tır. Her şeyi bilen Rab olduğunu ve her şeyi donattığını, eğittiğini, yönettiğini buyurmaktadır. Allah’ın dışındaki bütün varlıklar evrende zamana bağımlıdır. Zaman ise canlılığı tüketir. Ahirette ise cehennem yine zamana bağımlıdır ve sonludur. Ancak, zamana değil, Allah’ın varlığına bağımlı olan cennet sürekli ve sonsuzdur…

    Allah; kendi kudretinde, gizli iken bilinmeyi dileyip, zamanı, evreni, alemleri ve içindeki her şeyi yarattığını, daha dünyanın ötesinde gökleri olduğunu orada da soyut-gaybi nesneler olduğunu (melek-cin) gayb-gizli alemlerin de bulunduğunu, canlılığı/ruhu gayb aleminden insana, cine, kendi ruhundan vererek, onu bilmekli, düşünen, akleden, anlayışlı kıldığını bu suretle cinle ve insanla diyaloğu, zati ve sıfati ilişkisi bulunduğunu beyan etmektedir. Allah kendi kudretinde gizli iken, kendinden başka hiç kimse yok iken ve kendini kendinden başka bilen de yok iken, zatından zatına tecelli edip, önce arşı, arşın nurundan melek ve cin türünü yarattığını sonra, sırası ile örnekler alemini, güneşi, gezegenleri, yıldızları, sonra cisimler alemi olan yerküreyi güneşin hararetinin yoğunlaşması sonucu yarattığını, sonrada insan türünü yaratıp, Zati Nuru olan ruhunu/nefsini/canını verdiğini açıklamıştır. İnsan ve cinin ruhu/nefsi/canı/kişiliği; kendi bedeninden ayrı bir varlık değildir ve bedeniyle birlikte gelişir, olgunlaşır, tekamül eder. İnsan ve cin bedeniyle birlikte vardır. Uyanıkken ve uyurken hayal aleminde dolaşan ise insan ve cin beyninin ürünü olan düşüncedir. İnsan ve cin kainattaki/evrendeki/dünyadaki bedeniyle ahirette tekrar diriltilecektir. Allah; herşeyi kapladığını, aştığını, melekle-cinle-insanla konuştuğunu, kelam ettiğini, okumayı, yazmayı, dilleri öğrettiğini açıklamıştır… En büyük öğretici Allah’tır. Allah’ın kainatı ve içindekileri yaratma amacı ise kendisini göstermektir.

    “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Yazmayı öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5)

    İnsan ve cin, doğrudan bir etkileşim içerisinde kalmadan, O’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce tasdik’, ‘coşkularıyla ifade’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde sunmak’; nihayet, ‘O’nun kavranmaktan da yüce olduğunu kavramak’ üzere yaratılmıştır. Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, bu sevgisini ve özenini, bin bir ihsan ve rahmet yansımalarıyla ispat eden Allah’a karşı; ibadetleriyle bu sevgiye layık olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O’na yakınlaşmaya çalışmasıdır. Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, kendi benliğidir. İnsan ve cin, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları mümkün olmayan bir engeli de aşıp, melekleri insanın üstün özelliklerini kabul eder hale getirten o hakikate râm olacaktır ve Allah’a ulaşacaktır… Yani insan ve cin, böylece melek gibi ölümsüz hale gelebilecektir…
    DİN = KURAN = HAYAT

    Allah inanç sahiplerini inananlar olarak isimlendirmiştir. İnananlara birden fazla din değil, tek bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler hep aynı dini tebliğ etmiştir. İnsanlar ve cinler, inananlar ve inanmayanlar olarak sadece iki sınıfa ayrılır. Allah’ın gönderdiği dini hükümler hep aynıdır. İnananlar kendilerine gönderilen dine ve kitaplara gönderildikleri dönemlerde çeşitli isimler vermişlerdir. Bu isimlerin bir bağlayıcılığı yoktur. Hepsi aynı şeyi ifade eder. Allah’ın dini ve Allah’ın kitabı tektir. Din Kuran demektir, Kuran din demektir.

    Kutsal kitapların kelime kelime aynı olması değil, aynı emir ve yasakların bulunması esastır. Bugün Kuran’da bulunmayıp Tevrat, İncil vb. kitaplarda yer alan emir ve yasakların bir bağlayıcılığı yoktur. Bu kitaplara bu emir ve yasaklar sonradan inanırları tarafından eklenmiş ya da daha önce bu kitaplarda bulunan hükümler sonradan çıkarılmıştır. Tahrif edilmiştir. Zaten Kuran son olarak bu tahribatı düzeltmek için yeniden gönderilmiştir. İlk gönderilen Tevrat ve İncil gibi kitaplar da ilk hali itibariyle Kuran’dır.

    Peygamberlerin ilk gönderildikleri dönemlerde insanlar Haniflik, Hıristiyanlık, İsevilik, Musevilik, Muhammedilik, İslamiyet, Müslümanlık gibi sıfatlar kullanmışlar ve kullanmaya devam etmektedirler. Allah’ın, insanların ve cinlerin içlerinden kendisine inananları tanımlaması “inananlar” ve emir ve yasakları tanımlaması da “Kuran” (okunan, okunacak ayet) şeklindedir. Zaten bütün dinlerin emir ve yasakları Kuran’da mevcuttur. Kuran, bütün emir ve yasakların bir arada bulunduğu (toplanmış, kitaplaşmış) şeklidir. Kuran’da bulunmayan emir ve yasaklar diğer kutsal kitaplara sonradan tahrif edilerek girmiştir. İslam (müslümanlık) yeni bir din değildir. Allah’ın inananlara gönderdiği tek bir din vardır. Bu dinin adını, inanırlarının çeşitli isimlerle adlandırmış olmalarının bir önemi yoktur. İyi bir Hıristiyan, ya da iyi bir Musevi olmak isteyenler, erdemli olmak, Allaha ulaşmak isteyenler Kuran’a uymak suretiyle inananlardan olurlar. Emirler (ibadetler) vardır. Yasaklar (kötülükler) vardır. Allah koruyan (rahman) ve bağışlayan (rahim) olandır. Emirlerle sevap, yasaklarla günah yüklenir cin ve insan…

    Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok Müslümanı öldürmüşler ve Emevilerin başlattığı sapkınca halifelikle birlikte İslam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı din adamlarını seferber etmişlerdir. İslam dininin tek ve biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik din adamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini; Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhciklerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:29; 9:31; 16:52;39:2,11,14; 40:14,65; 42:21; 98:5). Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kuran’daki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur.

    Peygamberin okuma yazma bilmediği yalanından, onun insanların gözlerini kızgın çivilerle oyup çölde ölüme terkettiği iftirasına kadar… Taşla öldürme iftiralarından, Kuran’da nasih-mensuh ayetler bulunduğu şeklindeki melanete kadar… Aç bir keçinin yiyerek Kuran’dan çıkardığı taşlama ayetinden, halktan korktuğu için onu Kuran’a sokamayan hazrete kadar… Mezhepçiliğin kutsanmasından, şefaat mitolojilerine kadar… Hacerül esved denilen işaret taşının putlaştırılmasından, peygamber mezarının ziyaretinin faziletlerine kadar… Peygamberin sünnetli doğduğu yada sonradan sünnet olduğu yalanlarından, Peygamberin 30 erkeğin cinsel gücüne sahip oluşu hikayesine ve sahabenin savaş dönüşü kadınlarına koşarken orgazm oldukları uydurmalarına kadar… Aişe annemizin 53 yaşındaki Peygamberle evlenirken 19 yaşında bir ergen olduğu halde, 9 yaşında olduğu yalanından, Peygamberin bir gecede 9 kadınla cinsel ilişkide bulunduğu uydurmasına kadar… Peygamberin Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendikten sonra haftalarca şaşkın şaşkın dolaşmasından, açlıktan ötürü zırhını bir Yahudi’nin yanına bir kaç kilo arpa karşılığında rehin bırakmış olarak ölmesine kadar… Alimlerin icmasının dini kaynak oluşundan, sevadül azam yani büyük karaltı masallarına kadar… Miracta Allah ile namaz pazarlığı uydurmasından, ayın mucizevi bir biçimde yarılıp bir parçasının Ali’nin bahçesine düşmesine kadar… Dinden dönenin öldürülmesinden, namaz kılmayanın dövülmesi veya öldürülmesi gerektiğine kadar… Erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yanlış çıkarsamasından, hayızlı kadınların camiye girmemeleri ve Kuran’a el sürmemelerine kadar… Kadınları eşekler ve köpeklerle aynı kategoride değerlendirmekten, cehennemi kadınlarla doldurmaya kadar… Haremlik ve selamlık yoluyla kadınları hayattan soyutlamaktan, kadınları başörtüsü, peçe ve çarşafla örtüp kimliklerinden soymalarına kadar… Kuran’daki, kadınların göğüslerini örtmelerini emreden ayeti saptırarak, saçlarını örtmeleri emredildiği yalanına kadar. Erkeklere altın yüzük ve ipek elbisenin yasak/haram olduğu uydurmasından, kadınla erkeğin tokalaşmasının kötü görülmesine; erkekler için gümüş yüzük ve sakal bırakmanın dinin bir alameti gibi görülmesinden, müziğin, resmin ve satrancın haram edilişi yalanına kadar… Boşama haklarını gasbederek kadınları köleleştirmekten, erkeğin ağzından kazara çıkan bir kaç sözle aileleri dağıtmaya kadar… Zekatı senede bir kereye indirmekten, Haccı birkaç güne sıkıştırmaya kadar… Namazı üç vakitten beşe çıkarmaktan; sünnet, teravih ve bayram namazları uydurmaya kadar… Kurban kesmek yalanından ve hayvanlarla ilgili yüzlerce haramlar uydurmaktan, Kureyş’in yemek tercihlerinin dini ölçü kabul edilmesine kadar… Hilafetin Kureyş’in hakkı oluşundan, La ilahe illallah demedikçe insanları öldürmenin gerekliliğine kadar… Sakal bırakmanın ve sarık sarmanın faziletinden, kabak sevmemenin peygambere hakaret sayılmasına kadar… Peygambere uymanın hadis kitaplarına uymakla eş anlamlı oluşundan, hadislerin ayetleri iptal edebileceği küstahlığına kadar…

    İnsan ve cinin varlık iddiasında bulunması ve hurafelere sapması geçici ve mecazidir. İnsan ve cin ancak, acziyetinin farkına varıp yaratanına yöneldiğinde bilme duygusunu kavrayabilecek ve gerçeğe ulaşacaktır…
    Dini meslek edinen profesyonel din adamları, insanları Kuran’dan uzaklaştırmak için Kuran’ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran’ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiği yalanına kananlar, Kuran‘ı öğrenmeye vakit bulamadılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran’ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah’ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran’ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

    Muhammed Peygamberin biricik şikayetinin halkının Kuran’dan uzaklaşması hakkında olması çok ilginç (25:30). Buna rağmen, son Peygamberin halkı, daha hicri birinci yüzyılda hadis üretim fabrikaları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran’ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üzerinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu sapkınca tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin karması bir din haline dönüştürüldü.

    Peygambere yakıştırılan yalanların Hadis ve Sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111; 31:6; 33:53;45:6; 52:34; 66:3). Sünnet (yasa) kelimesi de sürekli “Allah’ın sünneti (sünnetullah)” olarak tanımlanır (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Dahası, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 70:18; 104:2; 3:173; 3:157;10:58; 43:32; 26:38; 12:15;10:71; 20:64; 17:88; 22:73; 54:45; 28:78; 7:48; 26:39; 26:56; 54:44…).

    Kuran’ı yeterli görmeyen inkarcılar, Tanrı tarafından Kuran’ı anlamaktan engellenmişlerdir (17:45; 18:57). Çok ilginçtir ki, Kuran’ı kaynak olarak yeterli görmeyenler Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ayetlerin bizzat kendilerini anlamamışlardır. Nitekim, 7:3; 17:46; 41:44; 56:79 ayetleri, hem-tez-hem-kanıt olan özgün bir dille kanıtı tezin içine gömen birer sanat eseridir. Hemen hemen tüm Kuran ciltlerinin arka kapağında Arapça üç ayet yer alır. Elinizdeki Kuran’a bakarsanız büyük olasılıkla 56:77-79 ayetlerinin yazıldığını göreceksiniz. Bütün Kuran’ın içinden neden bu ayetler icma ile seçiliyor merak ettiniz mi? Neden, ellinin üzerindeki isim-sıfatı arasından sadece bir kez burada geçen Kerim (Şerefli/Yüce) seçiliyor? Neden Kuran için sıkça kullanılan Zikr (Mesaj), Hakim (Hikmetli), Mübin (Apaçık), Nur (Işık) gibi kelimeler değil de bu ayette geçen Kerim? Neden bu ayet? Neden örneğin, Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu üst üste dört kez vurgulayan ayet değil (54:17,22,32, 40)? Veya neden 12:111; 15:1; 17:9; 17:88; 17:89; 30:58; 41:3; 55:2… ayetlerinden biri değil? Mesajın “dirileri” uyarmak için gönderildiğini bildiren biricik ayeti içeren Yasin suresini, inadına ölülere hasredenlerin niyetlerinden kuşkulanmaya hakkımız var (36:70). Kuran’ın bilgisine sahip olanlarınız bu sorunun cevabını iyi bilirler: Müşrik din adamları, bu üç ayeti (56:77-79) icma ile anlamamışlar ve anlamadıkları biçimiyle onların halkın büyük çoğunluğunu Kuran’dan uzaklaştırabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim onlar bu ayetlerin anlamını, abdestsiz olanların Kuran’a dokunmamaları olarak çarpıtırlar. Hayızlı kadınları pis olarak değerlendirdiklerini de düşünürsek, anlamı icma ile çarpıtılmış bir ayeti en popüler ayet ve o ayette geçen Kerim kelimesini en popüler sıfat haline getirmelerinin şeytanca bir melanetin ürünü olduğu anlaşılır. Kuran’ın bir cep kitabı, bir başucu kitabı olmasını engellemek, Kuran’ı rafa kaldırmak ve duvara çivilemek amacını güden plan ne yazık ki büyük oranda başarıya ulaşmıştır. Kuran, bir tren gibi, yüksek voltajlı bir trafo veya cin gibi çarpacak tehlikeli bir nesneye çevrilmiştir. Kuran, anlaşılması çok zor, dokunulması tehlikeli, ve ulaşılması imkansız yüce bir kitap olunca, hoşgelsin hadisler, sünnetler, mezhepler ve din ticareti yapan parazitler.

    Kuranın dışındaki din adına ortada duran bütün kaynaklardaki bilgiler Kuranın aydınlığına muhtaç ham bilgilerdir. Hadis, sünnet adıyla Peygamber sözü ya da uygulaması olduğu iddia edilen sözler ve uygulamalar da olsa bu böyledir. Ki hiç bir sözün veya uygulamanın peygamber sözü veya peygamber uygulaması olduğu ispatlanamaz. Tarihsel olarak bu mümkün değildir. İletişimin ve kayıt sistemlerinin bu kadar yaygınlaştığı günümüzde bile bir kaç yıl önce bir insanın söylediği sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığı bile tartışılabilirken, peygamberin ölümünden bir asır sonra yazılan hadis kitaplarından peygamber sözleri veya uygulamaları hakkında gerçeğe uygun bilgi elde edilemez. Şüphesiz, Allah bize bilginin tek kaynağının Kuran olduğunu bildirerek düşünüp öğüt alanlar için bu durumu açıkça vurgular. Bilgiye sınır konulamaz. Evrende varolan bütün bilgilerin kaynağı ise Kuran’dır…

    Allah’ın yol gösterdiği akıl sahipleri, kaynak bilginin en güzeli olan Kuran’a uyarlar. (39:18)

    Din adına uydurulan inanç ve uygulamalardaki çelişkiler; rivayetlerden (hadis, sünnet, içtihat, icma gibi kaynak kabul edilen rivayetlerden) kaynaklanmaktadır. Oysa Allah’ın tek dininin tek kaynağı sadece Kuran’dır. Kuran’ın kendisinde çelişki bulunmaz. Çelişki zannedilen hususlar yanlış anlaşılmalardan ve yanlış Kuran meallerinden, tefsirlerinden kaynaklanmaktadır. Din adına Kuran’a dayanmayan, fakat İslam’ın bir emri ya da tavsiyesi zannedilen konulara örnek olarak, erkek çocukların sünnet ettirilmesi bidatını (kötü geleneğini) hemde sünnet adı altında dine sonradan sokulmuş, insan fıtratını bozan sağlıksız bir adet olarak görmekteyiz.

    Erkek çocukların sünnet ettirilmesi, erkek çocuklara yapılan en büyük kötülüktür ve fıtratı (yaratılışı) bozmak, değiştirmektir. Allah’ın böyle bir emri yoktur. Cahili bir adettir. Erken boşalmanın ve ereksiyon kaybının en önemli sebebi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Zaten bu geleneğin ortaya çıkması ve yapılış amacına bakılırsa cinsel isteği azaltmayı ve ruhbanlaşmayı artırmayı amaçlayan Yahudi ırkına mensup insanların geleneğinden kaynaklandığı bilinen bir gerçekliktir. Oysa cinsel isteğin azaltılması değil, meşru bir şekilde tatmin edilmesi fıtratın gereğidir. Bu kötü geleneğin, Yahudilik diye de adlandırılan Musevilik inancıyla da bir ilgisi yoktur.
    Kötü bir gelenek olan bu işlem Musevilik dininin bir gereğiymiş ve Allah’ın bir emriymiş gibi önce uydurma rivayetlerle Tevrata eklenerek Musevilik dinine sokulmuş daha sonra da Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde Müslümanmış gibi görünen bazı münafık Yahudiler tarafından deşifre olmamaları için İslam dinine yine uydurma rivayetler yoluyla hem de sünnet adı altında şeytani bir akıl oyunuyla sokulmuştur. Münafık bazı Yahudiler şekil itibariyle Müslümanmış gibi görünebilmekte ancak Musevilik dininin bir emri haline getirdikleri bu gelenekleri gereği sünnetli oldukları için (Müslümanlar da sünnetsiz oldukları için) deşifre oluyorlar ve münafıklıkları kolayca ortaya çıkıyordu. Bu çirkin geleneği Müslümanlar arasında da yaygınlaştırarak böylece münafıklıklarını gizlediler.

    Erkek çocukları sünnet ettirme geleneğinin Musevilik veya Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur. Kuran’da erkek çocukların sünnet edilmesi diye bir emir bulunmamaktadır. Allaha ve Kuran’a inananların; bütün hayatlarını olumsuz etkileyen en büyük kötülük olan bu işlemden kendilerini ve çocuklarını korumaları, Allah’ın verdiği aklın kullanılmasının gereğidir. Allah’a inananlar çocuklarını sünnet ettirmezler. Kendilerinin rızası olmadan sünnet ettirilmiş olanların ve bilmeden çocuklarını sünnet ettirmiş olanların durumu ise Allah’a kalmıştır…

    “Hiç kimse Allah’ın verdiği bilgiyi ve aklını kullanmadan inanamaz ve Allah akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.” (Kuran-ı Kerim 10-Yunus Suresi 100. Ayet)

    Günümüz Müslümanlarının bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed Peygamberin bildirdiği İslam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, mehdiler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırkai şerifler, sakalı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini Allah’ın doğadaki ayetleriyle çelişen, karmaşık ve yaşanmaz bir dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik din adamları ve onları kullanan politikacılardır.

    Maalesef, bugün müslümanlık iddiasında olanların büyük çoğunluğu, Muhammed Peygamberin tebliğ ettiği din yerine onun baş düşmanları olan Ebu Cehil’in ve Ebu Leheb’in savunduğu şirk ve cehalet dinini izlemektedirler. Ne var ki Allah’ın verdiği söz gelmiş ve yüzyıllardır anlaşılmaz ve yetersiz diye damgalanarak köşeye atılan Kuran’ın mesajı karanlıkları dağıtmaya başlatmıştır. Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel din adamları ve onların kör izleyicileri büyük gürültüler koparsalar da Allah nurunu devam ettirmektedir. Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.

    “Bu Kuran senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de yasasıdır. Sen bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın.” (Kuran’ı Kerim 17-İsra Suresi 77. Ayet)

    KURAN SOY BİR KİTAPTIR

    Kuran 24 ayar altına benzer. Sahtekarlar altına teneke yapıştırsalar da, hatta altın rengine boyasalar da, altının özelliklerini bilen bir sarraf altını tenekeden rahatlıkla ayırabilir. Demek ki soy metal olan altın, kimyasal yapısıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur. Aynı şekilde soy ve son kitap olan Kuran, asal bir sayı olan 19 sayısı üzerine kurulu matematiksel bir yapıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur (74:30). Mesajını böylesine mükemmel ve otomatik bir iç savunma sistemine sahip kılan Tanrı çok yücedir!

    Kuran’daki toplam ayet sayısıyla ilgili olarak; Kuran hakkında önemli bir bilgiye sahip olmayan bir Müslüman’a sorarsanız büyük olasılıkla 6.666 sayısını cevap olarak alacaksınız. Ne var ki, bu sayı Zamehşeri adında bir hikayecinin uydurduğu hoş bir sayıdan ibarettir. Altılardan oluşan bu sayı kolayca akılda kaldığı için popüler olmuştur. Fakat elinizdeki Kuran’dan dikkatle sayarsanız, sonucun farklı olduğunu göreceksiniz. Kuran nüshalarında 6.236 ayet bulunduğuna tanık olacaksınız. Bu sayıya Fatiha Suresinin (İlk Sure) başındaki ve Karınca (Neml) Suresinin (27. Sure) içinde geçen Besmeleler dahildir. Bağımsız birer ayet olarak numaralanmadıkları halde Kuran’ın yapısına dahil olan Sure başlarındaki diğer 112 Besmele’yi de eklediğinizde bu sayı 6.348 olur. Ültimatom (Barae, Tevbe) (9. Sure) suresinin sonuna eklenen, ancak Kuran’ın koruma sistemi tarafından dışlanan 2 “ayeti” bu sayıdan çıkardığımız vakit Kuran’da Besmelelerle birlikte tam 6.346 ayet olduğunu görürüz. Bu sayı, Kuran’ın diğer birçok elementi gibi 19 sayısının tam katıdır. Kısacası, 6.234 adet bağımsız ayet içeren Kuran, tekrarlanan Besmelelerle birlikte toplam 6.346 ayete sahiptir.

    İSLAM MUHAMMED PEYGAMBERLE BAŞLAMADI

    İslam özel bir isim olmayıp Tanrı’ya teslimiyet anlamına gelir. Tüm elçiler ve inananlar islam ve müslüman kelimelerinin kendi dillerindeki karşılıklarını, kendi inançlarını tanımlamak için kullanmışlardır (2:131; 7:126; 10:72; 22:78; 27:31,42; 28:53; 72:14). Nitekim, Tanrı yanında makbul biricik din İslam’dır, yani Allah’a teslimiyettir (3:19). Bir çok sözde müslüman, “(Allah’ın buyurduğu gibi) Kuran, tam ve detaylı ise namazların rekatlerini Kuran’ın neresinde bulabiliriz?” diye Tanrı’ya meydan okumaktadır. İslam’ın tüm pratiklerinin Kuran’ın vahyinden çok önce ortaya konmuş olduğunu yine Kuran’dan öğrenmekteyiz (8:35; 9:54; 16:123; 21:73; 22:27; 28:27). İbrahim Peygamber ve tüm elçiler namazı gözetiyorlar, zekatı veriyorlar, oruç tutuyorlar ve hac ediyorlardı (2:43; 3:43; 11:87; 19:31,59; 20:14; 28:27; 31:17). Mekke müşrikleri ise rivayetlerin ileri sürdüğü gibi heykellere tapmıyorlardı; Allah’ın kutsal kulları olduklarına inandıkları Lat, Uzza, Menat gibi isimlerden şefaat bekledikleri (53:19-23; 39:3) ve Allah adına haramlar ve farzlar uydurdukları için müşrik olarak tanımlanmışlardır (6:145-150).
    Mekke putperestleriyle olan benzerliği ortadan kaldırmak için rivayetler uyduranlar, uydurdukları heykel tasvirlerindeki çelişkileri ile aslında yalanlarını ele vermektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde onların heykellere taptıkları, Muhammed Peygamberin heykelleri kırdığı v.s. bildirilmemektedir. Aksine, Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim Peygamberi izleyen ve Tek Tanrı’ya inanan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz (6:23; 39:3). Nitekim onlar, İbrahim Peygamberin hatırası olan Kabe’ye saygı gösteriyorlar (9:19), namaz, oruç ve haccı bazı tahrifatlarla da olsa uyguluyorlar, (2:183,199; 8:35; 9:54; 107:4-6), zekatı bildikleri halde gereği gibi yerine getirmiyorlardı (53:34). Zekat, gelirin ihtiyaçtan fazla olan bölümünü (2:219) geciktirmeden (6:141) ihtiyaç sahiplerine ve Allah yoluna (9:60) gizli veya açık olarak (2:274) verme yükümlülüğüdür (51:19).
    İslam özel isim değildir; kök olarak teslimiyet/barış anlamına gelir. İbrahim Peygamberle tekrar yenilenen (4:125; 22:78) ve tüm peygamberler ve elçiler tarafından iletilen ilahi sistem Allah tarafından bu kelimeyle tanımlanır (5:111; 10:72; 98:5). Yalnızca Allah’a teslim olmaktır (2:112,131; 4:125; 6:71; 22:34; 40:66). Yaratılışımızdaki sistemdir (30:30). Doğa ile uyumlu evrensel ilkeler sistemidir (3:83; 33:30; 35:43). Yalnızca öznel deneyimler değil nesnel kanıtları da ister (3:86; 2:111; 21:24; 74:30). Bir savın doğruluğunu kabul etmek için kalabalıklara veya duygulara değil aklın ölçüsüne başvurmamızı bekler (17:36; 4:174; 8:42; 10:100; 11:17; 74:30-31). Bilgi, eğitim, ve öğrenime önem verir (35:28; 4:162; 9:122; 22:54; 27:40; 29:44,49). İnsanın yeryüzündeki yaratılışını bilimsel olarak araştırmamızı öğütler (29:20).

    “KURAN’A GÖRE NASIL NAMAZ KILABİLİRİZ?”
    Kuran’daki 16:123 ayeti, bütün peygamberlerin ve İbrahim Peygamberin pratiklerinin Muhammed Peygamber tarafından da izlendiğini bildirir. Kuran, ilk insandan bu yana herkes tarafından bilinen bir ibadet olan namazla ilgili olarak yapılan tahrifatları ve eklenilen bidatleri düzeltmiştir. Kuran’da namazla ilgili ayetleri topluca incelendiğinde, Kuran’ın namazı tüm gerekli detaylarıyla bildirdiği görülür. Üstelik, Kuran’daki namaz hakkındaki detaylı bilgi hadis kitaplarında yapılan namaz tarifinden çok daha üstündür. Ne Kuran ne de hadis kitapları peygamberlerin ve eski ümmetlerin nasıl namaz kıldığını gösteren resimler ve video klipleri içermemektedir. Hem Kuran ve hem hadis kitapları namazı kelimelerle tarif eder. Şimdi bu tarifleri üç maddede karşılaştıralım:
    1. Kuran’ın dili hadis rivayetlerde kullanılan dilden daha üstündür. Hadis rivayetleri, farklı lehçeler, kronik ve endemik gramer hataları içermektedir. Kuran’ın dili genel olarak sadedir. Kuran’ın bu özelliği ayetlerle vurgulanır ve Kuran’ı inceleyen inananlarca teslim edilir (11:1; 54:17,22,32,40). Hayatın merkezi Kuran’dır. Peygamberler ve inananlar yaşayan Kuran’dır.
    2. Hadis kitapları çok daha fazla detay içermektedirler. Ancak bu detaylar Allah’ın gerekli gördüğü ve elçisinin öğrettiği detaylar mı? Bu detaylar Kuran ile uyumlu mu? Bu detaylar arasında çelişkilere ne demeli? Hadis kitaplarında namazın detaylarıyla ilgili düzinelerce çelişkiden hangisini seçeceğiz? Babamızın üzerinde bulunduğu mezhebin imamının seçtiğini mi seçmeli? Örneğin, Sahih-i Müslim’de Peygamberin Fatiha okuduktan sonra rükuya vardığını, yani eğildiğini bildiren birçok hadis rivayeti var. Ancak, bir başka hadis kitabında Muhammed Peygamberin falanca veya filanca sureyi zammettiği rivayet edilir. Abdestin alınması ve bozulması hakkında çelişkili bir sürü hadis, mezhepler arasındaki ihtilaflara katkıda bulunmuştur. Elleri salmalı mı bağlamalı mı? Bağlayınca göbek üzerinde mi yoksa kalp üzerinde mi tutmalı? Tekbir getirirken elleri ne kadar kaldırmalı? Ayak parmaklarını nasıl tutmalı? Şehadeti söylerken işaret parmağını ne yapmalı? Ağzı nasıl misvaklamalı? Cemaatle kılarken omuzları ne kadar sürtüşmeli? Kılarken önündekinin ensesine mi yoksa yere mi bakmalı yoksa gözleri tümüyle mi kapamalı? Akşamdan sonra kaç rekat sünnet kılmalı? Öğle namazından sonraki iki rekat sünnet mi, vacip mi, müstehap mı? Abdesti alırken sağdan başlamak ne kadar önemli? Kafaya sarık sarmak mı yoksa takke takmak mı daha sevap? Tuvalete girerken ne demeli ve hangi ayakla girmeli?… Hadis kitaplarında namaz konusunda rivayet edilen çelişkili “detayları” Allah’ın kelamındaki detaylara eklemek doğruya iletmez; olsa olsa kıldan tüyden, parmaktan tırnaktan bir sürü gereksiz detayla meşgul ederek namazın asıl amacını kaybettirir bize.
    3. Hadis kitapları namazın vakitleri konusunda garip bir hikaye anlatırlar. Buhari’deki en uzun hadislerden biri olan “miraç” rivayeti ünlüdür. Beş vakit namazın aslında az bile olduğunu vurgulayan, ama bu arada Allah’a hakaretler yağdıran ve Muhammed Peygamberi düşünemeyen birisi olarak tanıtan bir rivayet! Rivayete göre, acayip bir ata binerek göğe yükselen Muhammed Peygamber, altıncı gökte ikamet eden Musa Peygamberden akıl alarak, altıncı gök ile yedinci gök arasında mekik dokuyarak, Allah ile büyük bir pazarlık sonucunda günde 50 vakit (her 28 dakika için bir vakit) emredilen namazları 5 vakte indirmiş. Hesap-kitap bilmeyen ve kullarına karşı acımasız olan bir tanrı ile cesaretle pazarlık yapan ve ümmetini bu büyük felaketten kurtaran bir kurtarıcı olarak olarak sunulmak istenir Muhammed Peygamber. Tabii, onun bu basit hesabı bilebilmesi için, sürekli olarak Musa Peygamberden akıl alması gerektiği de… 5 vakit namaz uygulamasında bile namazların giriş-çıkış zamanları arasındaki vaktin kısa olması hayatın olağan akışı içinde uygulaması güçlüklere yol açmaktadır. Kuran, kuşkusuz böyle hikayeleri içermez. Bilginin kaynağı Kuran’dır ve Kuran’a yönelen de Allah’a ulaşır.
    Dini sadece Allah’a özgülemeye çağrıldıkları, Kuran’ın dışında izledikleri öğretilerdeki çelişkiler ve hurafeler sergilendiği vakit, Sünnilerin ve Şiilerin koro halinde: “Hadisleri, sünneti, mezhep imamlarının ictihadlarını Kuran’a eş koşmasak nasıl namaz kılabiliriz?” diye mazeret ve soru yönelttikleri bilinen ve sürekli tekrarlanan bir durum. Bu soruyu samimiyetle soranlar varsa, onlara bir müjdemiz var: Namaz kılabilme uğruna onca çelişkiyi ve hurafeyi din edinmenize ve şirk çamurunda boğulmanıza gerek yok artık; Kuran sorunuzun cevabını vermekte ve namazın nasıl kılınacağını detayıyla bildirmektedir. Gerçeğe ulaşmada ise hiçbir mazeret asla başarının yerini tutamaz.
    Sadece Kuran’ı izlersek mezhep kitaplarının tarif ettiği namazın gerçeğini bulabiliriz. Namaz uygulamalarında mezhepler tarafından ilave edilen hususları ve eksik bırakılan yönleri tespit edebiliriz. Kuran’dan Allah’ın emrettiği, elçilerinin ve müminlerin kıldığı namazı tüm detaylarıyla öğrenebiliriz. Kuran’a yöneleni Allah mahcup etmez. Mutlak başarıya ulaştırır.
    Namaz kılmak mutluluktur. Namaz hayatın/dinin direğidir. Hayatımızda namaz yoksa her şey boştur. Hayatın merkezinde namaz vardır. Namaz Allah ile konuşmaktır. Kalp gözü açılanlar, namaz kılmanın ne kadar büyük bir mutluluk olduğunu bilirler. Düşünün ki; karşınızda bir duvar var. Ama Allahû Teâlâ size o duvarı göstermiyor, duvar yok. Önünüzde âlemleri açmış Allahû Teâlâ. Dilediğini kalp gözünüzle gösteriyor. Baş gözleriniz açık olsa da açık olmasa da netice değişmez. Kalp gözünüzle görürsünüz. Bu sebebe dayalı olarak kalp gözü açık olanlar, baş gözleri kapalı namaz kılarlar. Kapalı olarak kılmaları da bazılarını rahatsız eder. Bazıları aralarında kaideler koyarlar. “Namaz kılarken gözler kapanmaz.” diye. Bu kural Allah’ın emrine uygun değildir. Kalp gözü açık olanlar, dış dünya ile ilişkilerini minimuma indirmek amacıyla gözlerini kapatabilirler. Allah’ın size göstereceği şeyi görebilmek için gözlerinizi özellikle kapatın ki; manzarayı bozan bir negatif faktör oluşarak dikkatiniz dağılmasın. Bütün kâinat önünüzde açıktır. Bütün kâinat; yerler, gökler… Allah’ın gösterdiklerini birer birer görürsünüz.
    Eğer Allahû Teâlâ kalp gözünüzü açmışsa, size bu dünyada görmek mümkün olmayan güzellikleri gösteriyorsa, o zaman namaz kılmak bir mutluluktur. Namaz boyunca Allahû Teâlâ size kalp gözünüzle neyi isterse onu gösterir. Son bilmece, Allah’ı görmektir. Bir gün Allah’a ulaşacaksınız. İradenizi de Allah’a teslim edeceksiniz ve Allah’ın Zat’ını göreceksiniz. Allah’ı dünyada görebilmek inananlar için imkansız değildir…
    Allah yoktan varedendir. Allah sürekli yaratandır ve yokedendir, herşeye hakimdir ve Allah için imkansız yoktur. Allah her şeye kadirdir ve Allah için herşey mümkündür. Allah dilediğine/dileyene, dilediğini verendir…

    Eğer siz Allah’ı gereği gibi tanımış olsaydınız, sular üzerinde gezerdiniz ve duanız sayesinde dağlar yerinden oynardı…

    NAMAZ VE VAKİTLERİ

    • Sabah Namazı, Öğlen Namazı, Akşam Namazı olmak üzere bir günde üç vakit namaz kılmayı Allah bütün inananlar üzerine farz kılmıştır.

    • Cuma Namazı olarak bilinen, Cuma günü kılınan Öğlen Namazının cemaatle kılınması gerekir. Diğer zamanlarda namazlar cemaatle veya yalnız kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazlarına bu namazların kendi isimleriyle niyet edilir ve ancak kendi vakitlerinde kılınır. Vakti geçtikten sonra kaza namazı adı altında bu namazların kılınması söz konusu değildir. Allah’ın tanımladığı namaz kendi isimleriyle Kuran’da belirtilen Fecr-Vusta-İşa Namazlarıdır ve birinin vaktinin girmesiyle diğerinin vakti sona erer. Allah’ın iki bağımsız ayette 3 vakit namazı tanımlaması da vakitlerin başlama ve sona erme zamanlarının belirtilmesi amacıyladır. Önce Sabah ve Akşam namazları bir ayette (11:114) tanımlanmış, sonra başka bir ayette (2:238) orta namaz tanımlanmak suretiyle vakitlerin giriş-çıkış zamanları vurgulanmıştır. Yani bir günlük süre 3 ayrı namazın vaktinin bulunduğu zaman dilimine ayrılmıştır. İmsak-Öğlen arasındaki zamana sabah, Öğlen-Akşam arasındaki zamana Öğlen, Akşam-İmsak arasındaki zamana Akşam tanımlaması yapılmış ve namazların bu geniş zaman dilimlerinde kılınması emredilmiştir. Kuran’da namazla ilgili geçen diğer bütün ayetler de hep bu üç vakitle ilgilidir. Kuran’da sabah-öğlen-akşam namazı dışında herhangi bir namazdan bahsedilmez.

    • Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd adıyla bilinen diğer bütün farz olmayan ve sevap amaçlı kılınan nafile (serbest) namazlar kılınırken “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” diye niyet edilir. Vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazını kılmaya diye veya başka isimler altında niyet edilmez.

    • Allah rızası için, farz namazlar öncesi ve sonrasında ya da diğer zamanlarda her zaman namaz kılınabilir.

    • Farz olan Sabah-Öğlen-Akşam namazları dahil bütün namazlar için rekat sayısında bir sınırlama bulunmamaktadır. Ancak namaz en az 2 rekat olarak ikame edilebilmektedir. Bütün namazlar 2-3-4 rekat olarak kılınabilir. Allah’ın namazla ilgi farz olan emri Sabah 2 rekat, Öğlen 2 rekat, Akşam 2 rekat olmak üzere bir günde üç vakitte 6 rekat namaz kılınmasıdır. İlave kılınan kısımlar/rekatlar ilave sevap amacıyladır.

    • Namaz Allah tarafından çok sevilen ve değer verilen bir ibadet olduğu için; farz ve diğer namazların 2 rekattan fazla olarak 3 veya 4 rekat kılınması, farz namazlardan önce veya sonra ayrıca nafile (serbest) namaz kılınması ilave sevap kazanılması amacıyladır. Normal zamanlarda 3 veya 4 rekat olarak kılınan farz namazlar ve sevap amaçlı kılınan diğer namazlar, her türlü ihtiyaç halinde, (yolculuklarda, sıkışık zamanlarda vb.) 2 rekat olarak da kılınabilir. Nitekim Cuma günleri öğlen namazı 2 rekat olarak kılınmaktadır. Cuma namazı diye ayrı bir namaz bulunmamaktadır. Cuma günü cuma namazı diye 2 rekat olarak cemaatle kılınan namaz öğlen namazıdır ve öğlen namazı olarak niyet edilerek kılınmalıdır.

    SABAH (FECR) NAMAZI

    • İmsak ile Öğlen arasındaki vaktin tamamı Sabah Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 2 rekat namaz kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Sabah Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat Sabah (Fecr) Namazı kılınır.

    ÖĞLEN (VUSTA) NAMAZI

    • Öğlen ile Akşam arasındaki vaktin tamamı Öğlen Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Öğlen Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 4 rekat Öğlen (Vusta) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    AKŞAM (İŞA) NAMAZI

    • Akşam ile İmsak arasındaki vaktin tamamı Akşam Namazının vaktidir. Bu zaman aralığı içinde kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Akşam Namazını Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek önce 3 rekat Akşam (İşa) Namazı kılınır.

    • Bismillahirrahmanirrahim. “Niyet Ettim Allah’ım Rızan İçin Namaz Kılmaya” “Allah’u Ekber” diye niyet ederek 2 rekat namaz kılınır.
    NAMAZIN AMACI
    Namaz kılmak, sıkça zekatla ve muhtaçlara yardım etmekle birlikte anılarak namaz kılan kişinin toplumsal bilinç ve sorumluluğa sahip olması vurgulanır (2:43,83,110; 4:77, 22:78; 107:1-7). Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır (6:162; 20:14). Bu özel anma ve iletişim ibadeti gözetilirken dış dünya ile ilişkiler minimuma indirilmeli (4:101-103). Namaz, müslümanları günahlardan ve başkalarına zarar vermekten alıkor (29:45). Namaz hayat boyu gözetilecek bir görevdir (70:23).

    VAKİTLER

    Gecenin gündüzün iki ucuna yakın bölümlerinde gözetilmesi gereken Sabah (Fecr: 24:58; 11:114) ve Akşam namazlarıyla (İşa: 24:58; 17:78; 11:114; 38:32) güneşin göğün ortasından sarkmaya başlamasından akşama kadar kılınması gereken Orta (Vusta: 2:238; 17:78) namazı olmak üzere üç vakit namaz mevcuttur.

    Kuran’da sadece üç namazın ismi geçer. Bir başka deyişle, “salat” (namaz) kelimesi, zaman bildiren üç tanımlayıcı kelime ile birlikte anılır. İkindiyi anlattığı zannedilen ayetler öğleni, yatsıyı anlattığı zannedilen ayetler akşamı anlatır. Kuran’dan ve bütün peygamberlerin uygulamalarından bu üç vaktin dışında bir namaz vakti çıkmaz.

    1. Salat-el Fecr : Sabah Namazı (11:114; 24:58)

    2. Salat-el İşa : Akşam Namazı (11:114; 17:78; 24:58; 38:32)

    3. Salat-el Vusta : Orta Namaz (2:238; 17:78)
    Kuran’da Namaz vakitlerini belirleyen ayetlerin hepsinin bu üç vakit hakkında olduğunu görüyoruz. Kuran’da geçen namaz ayetlerinin tamamını topluca değerlendirdiğimizde Orta Namaz olarak adlandırılan namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğle namazı olduğunu rahatlıkla bulabiliriz. Gecenin uyumamız için yaratıldığını (78:10-11) ve gece ortasında kalkıp Allah’ı anmanın üzerimize farz kılınmadığını (73:20) ve Cuma günü kılınan öğlen namazının günün ortasında kılınmasının emredildiğini (62:9-11) düşündüğümüzde “orta” namazın sabah ile akşam namazı arasındaki öğlen namazı olduğunu anlarız.
    Tevrat da bu anlayışı destekler. İbrahim Peygamberin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin ve bütün peygamberlerin namaz kıldığını hatırlarsak Tevrat’ta namaz vakitleriyle ilgili ifadelerin tarihsel değerini daha iyi idrak ederiz. Tevrat’ın çevirilerine tam olarak güvenilememekle birlikte Tevrat’ın en az üç ayetinde bulunan bu desteğin bir hata veya tahrif sonucu oluştuğu olasılığı zayıftır. Tevrat’taki bu ayetlerin gerek birbirleriyle ve gerekse Kuran ayetleriyle olan tutarlılığı dikkat çekicidir. (Bak: 1 Samuel 20:41; Zebur 55:16-17; Daniel 6:10).
    Namaz vakitlerinin beşe çıkarılmasının oluşturduğu kara dumanların izini mezhepler tarihinde görebilirsiniz. Şia’nın beş vakit namazı üç vakte sıkıştıran garip pratiği, namazları beşe çıkartan Sünniler’in baskısı neticesi bir uzlaşmadan kaynaklanıyor olmasın? Sünnetlerle, nafilelerle, teravih namazlarıyla namaza sürekli zam yapan hadis ve sünnet izleyicilerinin üç vakit namazı beşe çıkarmaları çok mu uzak bir ihtimal?
    CUMA GÜNÜ KILINAN ÖĞLEN NAMAZI
    Kadın-erkek tüm inananlar haftada bir Cuma (toplantı) günü öğlen namazına açık bir duyuru ile çağrılır ve namazı erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde topluca gözettikten sonra herkes tekrar işine döner (62:9-11). Duyuru Allah’ı anmaya bir çağırı olup başka isimler zikredilmez (72:18-20). Hutbe namazın bir parçası olmayıp toplantıdan yararlanılarak yapılan bazı hatırlatmalar ve güzel öğütlerden ibarettir. Mescitler (camiler) sadece Allah’a özgülenmeli.
    Allah’ın ismi bir levhaya asılmışsa O’nun ismi yanında hiç bir ismi özellikle yerleştirmemeli (72:18-20). Mescitler topluma açık yerler oldukları için mescitlere gidenler temiz ve güzel giyinmeli. (7:31).
    CENAZE NAMAZI / DUASI
    Cenaze namazı olarak bilinen dua, bir namaz değil aslında. Dileğe bağlı bir duadır. Allah’a ortak koşmadan ölmüş olanları hayırla anıp geride kalmış yakınlarına destek verme amacını güder (9:84).
    ABDEST
    Namaz kılmak için abdestli olmak gerekir (4:43; 5:6). Yüzler, eller yıkanır, başlar meshedilir, ayaklar da topuklara kadar. Ayetlerdeki ifade, ayakların hem yıkanabileceği ve hem meshedilebileceği biçiminde anlaşılır (nitekim bunu bir önceki cümleyle yansıtmaya çalıştık). Böylece, duruma ve iklime göre bize serbesti tanınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; Kanamak, kadınlarla tokalaşmak ve kadının adet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz (5:6; 2:222). Su bulunmazsa, namaza zihinsel olarak hazırlanmak için temiz bir zemine dokunularak eller ve yüz meshedilir (5:6).
    GİYİM
    Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri dilerse şortla çıplak olarak namaz kılabilir. Allah bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz. Adem ve Havva’nın cennetteki tavırları (çıplaklıklarını saklamaya çalışmaları), kurallara uymayarak bedenlendikleri için, suçluluk psikolojisiyle gösterdikleri bir refleksti. Aradan milyonlarca yıl geçmiş ve bu suç herkese ayan beyan olmuştur!
    Ayrıca, örtü olarak kullanılan pamuk, yün, naylon gibi nesnelerin çıplak vücutları meleklerden gizleyeceği biçimindeki yaygın inanış da temelsiz. Bizim çıplak vücudumuz meleklerin umurunda bile olmaz. Kaldı ki, banyolardan veya yatak odalarından melekler kaçmaz.
    Onlar her an bizim hizmetimizdedirler ve yaptıklarımızı her an kaydetmektedirler. Ayrıca, namazda muhatabımız melekler değil, Allah’tır. Örtünme toplumsal bir gereksinme olup kişiyi cinsel ve duygusal ilişkilerde diğerlerinden koruma amacını güder. (7:26,31; 24:31; 33:59).

    KIBLE
    Namaz için İbrahim Peygamberin yeniden kurduğu Kutsal Mescide yani Kabeye yönelmeli (2:125, 143-150; 22:26). Yolculuk anında kıbleye dönme koşulu ihmal edilebilir (2:115).
    REKAT SAYISI
    Kuran namaz için belli bir rekat sayısı bildirmeyerek serbest bırakıyor. Normal koşullarda Rekatlerin minimum 2 rekat olduğu tartışılabilir (4:101-103). Cuma günü kılınan öğlen namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına ekleme yapılamamıştır. Cuma günü kılınan öğlen namazı dışında, cemaatle kılınmayan namazların rekat sayıları çeşitli biçimlerde zamma uğramış olabilir. Namazın kaç rekat kılınacağı kişinin durumuna ve koşullara bağlıdır. Toplu namazlarda namazı iki rekatle sınırlandırmak daha uygundur.
    MEKANİĞİ

    Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238; 3:39; 4:102) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı (ruku ve secde) böylece Allah’a teslimiyet fiziksel olarak da bildirilmeli (4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere kapanma koşulu aranmaz (2:239).

    OKUMA

    Namazda okuduğumuz sure ve duaların anlamını namaz anında bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız (sure ve duaların anlamlarını öğrenmeliyiz) (4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2). İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun olarak Allah’ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz (17:111). Namazda Allah’tan başkasını anmak namazın amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah’ı anmalı, düşünmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli, tevbe etmeli ve sadece O’ndan yardım istemeli (1:1-7; 20:14; 17:111; 29:45; 2:45). Fatiha suresi baştan sona Allah’ı muhatap alan bir dua niteliğinde olan biricik sure olup değişik dilleri konuşanların topluca namaz kılabilmelerini sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9-11; 4:101-103). Fatiha suresinden sonra ilave olarak ayrıca bir sure daha okunabilir. Namazlarda sure ve duaları orta bir sesle okumalı. Sure başlarındaki besmeleler okunmalı, namazlar ne özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta kılınmalıdır (17:111). Toplu namaz kılınırsa, namaza önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu sure ve dua dinlenmeli (7:204; 17:111). Otururken “Tahiyyat-Salli-Barik” denilen duaları okumamalı; zira bu dualar Muhammed Peygamber sanki herşey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla bir şey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şehadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir. Namazda otururken Kunut Dualarını ve Rabbena duasını okumak, Tahiyyat-Salli-Barik dualarını okumaktan anlam itibariyle daha uygundur.

    NAMAZ SONRASI

    Namazları oruç gibi kazaya bırakmak ve sonradan kaza namazı olarak kılmak diye bir şey olmayıp belli vakitlerde yerine getirilmeli (4:103). Namazdan sonra Allah’ı anmaya ve zikretmeye devam etmeli (4:103).

    BİDATLER (EKLEMELER-ÇIKARMALAR)

    Öğlen namazı, ikindi namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Aynı şekilde akşam namazı da yatsı namazı adı altında mükerrer olarak ikinci kez kılınmaktadır. Kuran’da ikindi ve yatsı vakti geçmez. Günün tam ortasından başlayıp güneş batıncaya kadar devam eden ve ikindi diye bilinen öğlenden sonraki akşamdan önceki zamanı da kapsayan zaman dilimine Öğlen denilmektedir. Aynı şekilde güneş battıktan sonra, yatsı denilen zamanı da kapsayacak şekilde güneşin doğmasına, yani imsak vaktine kadar geçen zaman dilimine akşam denilmektedir. Zaten ikindi denilen zaman dilimi öğlenin son vakitleri, yatsı denilen zaman dilimi de akşamın son vakitleridir. Ayrı bir zaman dilimi değildir. Kuran’dan ikindi diye anlaşılan namaz aslında öğlen namazıdır. Yine aynı şekilde Kuran’dan yatsı diye anlaşılan namaz akşam namazıdır. Kuran dikkatle incelendiğinde bu sonuca varıldığı açıkça görülecektir.

    Aslında öğlen ve akşam namazı olan ve sevap amaçlı kılınan ikindi ve yatsı namazlarını farklı ve ayrı namazlarmış gibi farzlaştırmak, Öğlen ve ikindi ile akşam ve yatsı namazlarını bazen veya her zaman cem etmek suretiyle birleştirmek (şii dünyasında ve bazı sünni kesimde yapılan bu uygulama ile yapılan, aslında namazları zaten üç vakitte kılmaktır), kaçırılmış namazları kaza etmek, Allah’ın emrettiği ve ilk insandan bu yana kılınagelen, bütün peygamberlerin, İsa Peygamberin, Musa Peygamberin, Muhammed Peygamberin de kılmış oldukları üç vakit olan orijinal namazlara sonradan eklenen fazladan bidatlerdir.

    Camide, mescitte veya herhangi bir yerde ikindi namazı kılan cemaatle imama uyarak, öğlen namazına niyet edilerek kılınan namaz öğlen namazı olur. Aynı şekilde yatsı namazı kılan cemaatle imama uyarak, akşam namazına niyet edilerek kılınan namaz akşam namazı olur. İkindi ya da yatsı diye ayrı bir vakti olan, ayrı bir namaz yoktur.

    Güneşin sabah imsak (fecr) vaktinde doğmasıyla başlayan ve öğlene kadar devam eden zamana (Sabah – Fecr), güneşin gökyüzünde tam ortadayken başlayan ve akşama kadar devam eden zamana (Öğlen – Vusta) ve güneşin batmasıyla başlayan, ertesi sabah güneşin tekrar doğmasına kadar devam eden zamana (Akşam – İşa) tanımlaması yaparak; namaz vakitlerini kolaylık için tamamen güneşe duyarlı halde kodlayan, inananları karmaşık hesaplara, takvimlere, saate ve zamana bağlı olmaktan kurtararak, bütün enerjilerin kaynağı olarak yarattığı güneşe uyumlu bir şekilde zamana serbestçe hakim hale getiren, namaz vakitlerini akla ve hayatın olağan akışına uygun ve net bir şekilde tasarlayan ve yaratan Allah’ın şanı yücedir.

    Sevap amaçlı her zaman kılınabilecek olan nafile (serbest) namazları katagorize etmek suretiyle, vacip, sünnet, teravih, bayram, kuşluk, istihare, teheccüd namazı gibi isimlerle farklı bir namaz çeşidi olarak kılınmasını öngörmek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icad etmek, kadınların namazda önderlik etmesini yasaklamak, otururken Et-tahiyatu duasını okumak ve bu duada Peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, eller ve parmakların yeri konusundaki detaylarla meşgul olmak, namazdan önce ağzı misvaklamanın, sarık veya terlik giyilmesinin daha sevap olacağına inanmak gibi nice kurallar ve inançlar, hadis, sünnet ve mezhepler yoluyla Muhammed Peygamberden daha sonra Kuran’ı ve aklı devre dışı bırakarak bilinçsizce dine eklenen bidatlerdir.

    ORUÇ – HAC – ZEKAT

    21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan Ramazan Orucu 21 Temmuza kadar 30 gün sürer (2:183-187). Yine 21 Haziranda “Yaz Gündönümü” ile başlayan ve 21 Haziran ile 21 Eylülde “Güz Gündönümü”nün başlamasıyla biten ve en az 2 gün olması gereken, Mekke Vadisindeki Kabenin ziyareti ise 3 ay devam eder. (2:196-203)

    Maddi manevi olarak gönülden yardım etmek anlamına gelen zekat; hediye, bağış, vergi olarak verilir. (9:60)
    98- BEYYİNE / KANIT SURESİ

    Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, kendilerine açık delil/kanıt gelmesine rağmen yollarını terketmezler. Allah’ın bir elçisi kendilerine arındırılmış/temizlenmiş sahifeler okuyor. Onda dosdoğru öğretiler vardır. Gerçek şu ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak onlara açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysa onlardan, dini sadece Allah’a ait kılan tektanrıcılar (monoteist) olarak O’na hizmet etmeleri, namazı gözetmeleri ve zekatı vermeleri istenmişti. İşte dosdoğru din budur. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, cehennem ateşinin içindedirler ve orada kalıcıdırlar (kafirler/gerçeği örtenler ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandırılacaktır). Onlar, yaratıkların en kötüsüdür. Gerçeği onaylayıp erdemli davrananlar ise yaratıkların en iyisidir. Rab’leri katındaki ödülleri, içinden ırmaklar akan bahçelerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. Rabbine saygı gösterenin ödülü işte böyledir.

    28:88 Her şey fani olacak, ancak Celâl ve İkram sahibi Rabbinin zatı Bâki kalacaktır.

    51:56 Cinleri ve insanları ancak beni bilmeleri ve bana ulaşmaları için yarattım.

    Bilinmeyi dileyerek evreni, melek, cin ve insanı yaratan Allah’a ulaşarak, Allah’ta baki kalmaya andolsun…

    Turan Sır
    Telefon : 0532 474 59 63
    İnternet : bilgedenetim@msn.com

  69. karaca dedi ki:

    “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın.

    bakarada belirtilen bu bilgi incelenecek olursa Allah yeryüzüne bir halife yaratacağını söylüyor
    fakat melekler tarafından buna itiraz ediliyor “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın. diyorlar iyide bu insan projesini melekler nereden nasıl öğrenmiş olabilir,daha proje hayata geçirilmemiş insanın ne yapacağı belli değil hemen peşin hükmü ileri sürüyorlar
    veya daha önce insan benzeri varlıklar yaratıldı da yer yüzünde onlar bozgunculuk yapmışlar ve kan dökmüşlerde melekler buna şahıt mi olmuşlar,ve yaratıcıya “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın. diye sormuşlar

    • karaca dedi ki:

      hatta insan yaratılmadan önce melekler “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın. bilgisine nasıl ulaşmışlar,Hem Adem baba daha yaratılmadı,ve yaratıldığında cennette olacaktı “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın. diye söyleme gereğini neden duymuşlar,cennette bu işlerin olabilmesi ve yaratıcıya bu sözü “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın.deme gereğini niçin duymuş olabilirler cennetteki ademin böyle bir şeyi yapabilme kabiliyeti varmıydı.
      eğer melekler bu “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın.
      sözünü yeryüzü için söylemişlerse öyle anlaşılıyor ademin cennetten kovulacağını da biliyorlardı.o zaman ademin cennette kendisine yasak edilen şeyi yapacağı açık ve kesin olarak biliniyordu melekler bu sözü bundan dolayı söylediler.
      hani demek istemiyorum ama danışıklı döğüş gibi bir şey adem cennette kalsın melekler ademin yaşam ortamı hakkında farklı bilgi verilmesi ilginç,
      ama ayetin tamamını incelediğinizde ademin yeryüzünde bir halife olması için yaratıldığını düşünürsek,adem cenneti filan görmemiş,cennette filan değilmiş deme gereği duyulur.
      o zaman bütün olaylar yeryüzünde gerçekleşmesi lazım.

      • karaca dedi ki:

        yine bu ayetten yola çıkarsak
        ademin yeryüzüne bir halife olarak yaratılmasından sonra eşi ile birlikte çoğalacağını melekler biliyor olması gerekir.o zaman yasak edilen şeyin ne olabileceği,maksadının ne olabileceği pek anlaşılmıyor. “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın.demelerinden ademin yeryüzünde yaratıldığı anlaşılır cennetten kovulma işini de teredütle karşılamak gerekir. melekler bu olayların yeryüzünde olacağını bilmişler veya haberleri vardı veya bu bilgi kendilerine bir türlü ulaştırıldı.
        yani bütün olaylar yeryüzünde gerçekleşmiş olmalı

      • 1okuyucu dedi ki:

        karaca;

        —cennetten kovulma işini de teredütle karşılamak gerekir (senden alıntı)

        yeryüzünde yaşayacak olan bir varlığın, yeryüzüne gönderilmesi için özel bölmeye alınarak yasak meyve yedirilmeye çalışılması gibi saçma sapan bir hikâye olamaz,

        peki Adem inat edip yasaklanan meyveyi yemeseydi ne olacaktı, o zaman yer yüzüne halife olarak atanamayacaktı, bu durumda Kuranın tanrısının “ben bir halife atayacağım” sözü lafta kalacaktı, o zaman Kuranın tanrısı “yer yüzü için yarattığımı söylediğim bir varlığı doğrudan yer yüzüne göndermem gerekirken, hangi akla hizmet edip yer yüzüne gönderebilmek için yasak meyve şartını getirdim ki?” diyerek paçaları tutuşacaktı, belkide yasak meyveyi yemesi için Ademe yalvaracaktı?

    • csk dedi ki:

      Cenab-ı Hak, sual sormaları için izin verdiği zaman melekler istişare esnasında, “Orada kan dökecek ve fitne çıkaracak birini mi yaratacaksın?” diye sormuşlardır. Meleklerin bu suallerini itiraz mânâsında, -hâşâ- Allah’ı tenkit şeklinde düşünmemelidir. Çünkü meleklerin Cenab-ı Hakk’ın fiillerine itiraz etme kabiliyetleri yoktur. Onlar masum varlıklardır. Günah işlemezler ve işleyemezler de. Dolayısıyla, böyle bir itirazda bulunmaya masumiyetleri mânidir.
      Öyleyse, meleklerin sual sormalarının hikmeti nedir?
      Meleklerin daha önce şahid oldukları bir malumatları vardı. Nitekim daha önce yeryüzünde yaşayan cinler, dünyayı fesada vermişler, orada kan dökmüşler, zulüm yapmışlardı. Melekler bunları biliyorlardı. İnsanların da Allah’a isyan edeceklerinden, yeryüzünde tekrar fesat çıkaracaklarından korktular ve böyle bir sual sordular. Melekler bu bilgiye, ya Allah’ın bildirmesiyle vâkıf olmuşlar veya Levh-i Mahfuz’a bakıp oradan öğrenmişler yahut da insana gadabî ve şehevî kuvvetlerin verileceğinden anlamışlardır.

      Meleklerin, insanın kan dökeceğini, fesat çıkaracağını bilmeleri cin topluluğu hakkında bilgi sahibi olup, daha Hz. Adem (as)’den önce yaratılmış bir insan topluluğu bulunmamaktadır.

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —fakat melekler tarafından buna itiraz ediliyor “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek olanı mı yaratacaksın. diyorlar iyide bu insan projesini melekler nereden nasıl öğrenmiş olabilir,daha proje hayata geçirilmemiş insanın ne yapacağı belli değil hemen peşin hükmü ileri sürüyorlar (senden alıntı)

      düşünmenin en temel kaynağı hayal gücüdür, sen hayal gününü kullanarak akıl ve mantık çerçevesinde bazı çıkarımlarda bulunuyorsun, vardığın sonuçları masaya yatırıyorsun, bence çok güzel yapıyorsun,

      Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan ütlediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın! (hicr-29)

      Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. (bakara-34)

      bu ayetlerden yaratılan ve halife olarak atanan insanın Adem olduğu açıkça görülüyor,

      meleklerin yaratılan insanın bozgunculuk yapacağını kan dökeceğini söylemeleri belki daha önce Kuranın tanrısının ruhundan üflediği bazı varlıkların bozgunculuk yapmaları kan dökmüş olmaları sonucu olabilir, yani Kuranın tanrısının ruhunun huyundan mıdır? suyundan mıdır? kime ruhundan üflemişse o varlıklar bozgunculuk çıkarmış kan dökmüş olmalılar ki melekler böyle bir teşhiste bulunmuş, yani melekler öyle bir teşhiste bulunurken Kuranın tanrısına senin üflediğin ruh, .oktan başka bir işe yaramaz demek istemişlerdir?

      sonuçta melekler, insanların yeryüzünde bozgunculuk yapacaklarını kan dökeceklerini bilmiş olmalarına rağmen Kuranın tanrısı yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir varlık yarattığını bilememiş? yani Kuranın tanrısının bilemediğini melekler bilmişler?

      herhalde şimdi Kuranın tanrısı meleklerin itirazını bertaraf etmek için öne sürdüğü, sizin bilemeyeceğini ben bilirim iddiasından vazgeçmiştir,

      (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi. (hicr-36)

      öngörüsü Kuranın tanrısından daha güçlü olan meleklerin gaybı da bilemeyeceğini kim iddia edebilir, kaldı ki şeytan bile süre isterken kıyamet gününden haberi vardı? yani şeytan bile gaybı biliyordu, melekler niye bilmesin?

  70. kadir dedi ki:

    sayın karaca bakara 30. ayetin doğru meali;

    bir zamanlar rabbin meleklere; “ben yeryüzüne bir halife kılacağım” demişti. meleklerde; “orada kan dökmekte olan, bozgunculuk yapmakta olan birinimi halife kılacaksın. oysa biz seni övüp tesbih ve taktis ediyoruz.. ” dediler. rabbin ben sizin bilmediklerinizi bilirim dedi…

    arapçada bir olayla ilgili zaman eki kullanılmamışsa şimdiki zamanı ifade eder.. yani kan dökme, bozgunculuk yapma işi zaten vardı.. yani “kan dökecek” ifadesi yanlıştır.. melekler kendilerinin şahit olduğu bilinçsiz insanların yeryüzünde kan döktüğünü ifade ediyor.. yani meleklerin gaybı bilmeleri imkansızdır.. nitekim kuranın bir çok ayetinde gaybı allahtan başka kimse bilmez diye hüküm vardır..

    halife olmayan bilinçsiz insanlar yeryüzünde kan döküp bozgunculuk yapmakta idiler.. yüce allah bu insanlardan birini veya birilerini seçip bu insanların yerine halife yapmıştır. halife seçildikten sonra, cennete yerleşmesi insanın allah katında çok değerli bir varlık olduğunun göstergesidir..

    insan suresinin 1. ayetine bakalım.. ” çağlardan öyle bir çağ vardıki insan adı anılır bir şey değildi. sonra biz insanı imtihan amacı ile nutfeden yarattık. onu işitici ve görücü kıldık.. ister şükreder isterse rabbine nankörlük eder..

    işte benim kanaatimce bu ayet insana ruh (bilinç) üfürülmeden önceki insanlardan bahsediyor.. yani değersiz insanlardan..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Cidden inanılmazsınız! Önünüzde gayet açık bir metin var buna rağmen o metin çok karışık ve çözülmeye muhtaçmış gibi yorumluyorsunuz!

      ”çağlardan öyle bir çağ vardıki insan adı anılır bir şey değildi. sonra biz insanı imtihan amacı ile nutfeden yarattık. onu işitici ve görücü kıldık.. ister şükreder isterse rabbine nankörlük eder..” sizden alıntı

      ”çağlardan öyle bir çağ vardıki insan adı anılır bir şey değildi”

      Demek ki size göre, insan ”adı anılır bir şey değil” ama VAR! Peki zaten VAR olan bir şey nasıl oluyorda ”SONRA” nutfeden yaratılıyor?

      Ayette açıkça insanın yaratılmadan hemen önce henüz yaratılmamış olduğu için bilinemez bir varlık olduğu söylendiği halde, insanı önce aşağılayıp sonra yüceltmeye çalışmanızın anlamı nedir?

      ”SONRA biz insanı imtihan amacı ile nutfeden YARATTIK”

      Daha önce yaratılmış bir varlık için SONRA yarattık diye bir tabir kullanılması mümkün mü? Ayrıca daha birde NUTHEDEN yarattık deniyor! Burada mantığımızla ilerlersek daha önce NUTFEDEN yaratılan bir varlık olmadığı sonucuna ulaşırız! E nutfeden yaratılmamışa insan da diyemeyeceğimize göre (kuranın tanımına göre) nasıl olurda ayetten insanın daha önce yaratıldığı ama değersiz olduğu sonucuna ulaşabilirsiniz?

      Tamam kendinizi kanıtlamak için şartları zorlarsınız ama bunu bu kadar fahiş hatalarla yapmayın lütfen!

      ”arapçada bir olayla ilgili zaman eki kullanılmamışsa şimdiki zamanı ifade eder..” Sizden alıntı

      ”arapçada bir olayla ilgili zaman eki kullanılmamışsa”

      Şu sanki 650 yılında yaşıyormuş da her şeyi ile oturmuş bir dili konuşuyormuş insan pozlarıyla yorum yapmanıza bayılıyorum! Sayın Kadir yaşayan dil ARAPÇA dan değil Kuran’dan bahsediyoruz. Ya biraz kendi tarihinizi okuyun, kuran’ın yazıldığı dönemdeki arapçanın otumuş kuralları olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz da üstüne yorum üretebiliyorsunuz?

      Kuran 1400 yıl içinde artık oturmuş kuralları olan arapçada yazılmak üzere BUGÜN mü indirildi(!)?

    • Havacı dedi ki:

      Sayın Kadir,
      “arapçada bir olayla ilgili zaman eki kullanılmamışsa şimdiki zamanı ifade eder.. ” diyorsunuz, bunu hangi gramer bilgisine dayanarak söylüyorsunuz. “meleklerde; “orada kan dökmekte olan, bozgunculuk yapmakta olan birinimi halife kılacaksın.” ifadesinde insanın yeryüzünde var olduğu anlaşılır. Oysa ki bu konuşma insan yaratılmadan önce yapılmaktadır.
      Lütfen yeterli bilginiz olmadan hem Kur’anı yorumlamayın hem de islamı savunmaya kalkmayın, komik oluyorsunuz ve dahası karşı ekip sizi madara ediyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın Havacı,
        Bizim sevgili Kadir ile muhabbetimiz sizden eskidir ve kendi içerisinde bir rutine oturmuştur! Ben kendisine MADARA etmek niyetiyle yazmıyorum! Onun yorumlarını kendi tarzımla eleştiriyorum.

        Uyarı yapmanız tamam ama benim söylemediğim ya da benim işaret etmediğim bir yaftalamayı kendisine yapıştırmanızı (madara olmak) tasvip etmiyorum!

        Ayrıca biz karşı ekip falan değiliz!

        Ve önerim, sizin varsa ilacınız, kendinize kullanınız!

      • hakan adanır dedi ki:

        Herkese selamlar sevgiler
        Sayın havacı peki sizce melekler bu bilgiyi nereden edinmiş olabilir.Kuranda melekler ile allah arasında geçen bu diyaloğa benzer bir diyalog varmıdır?

    • karaca dedi ki:

      sayın kadir
      kan dökme, bozgunculuk yapma işi zaten vardı.. yani “kan dökecek” ifadesi yanlıştır.. melekler kendilerinin şahit olduğu bilinçsiz insanların yeryüzünde kan döktüğünü ifade ediyor.. yani meleklerin gaybı bilmeleri imkansızdır.. nitekim kuranın bir çok ayetinde gaybı allahtan başka kimse bilmez diye hüküm vardır.
      sizden alıntı.

      kan dökebilir bunu anlıyorum ama bozgunculuk yapmak akıl işidir akıl bu bozgunculuğu yapabilir
      siz diyorsunuzki yukarıda ki alıntıda bu anlaşılıyor ademden önce yaratılanların bilinçsiz insanlar olduğunu varsaymışsınız
      bilinçsiz insan yeryüzünde bozgunculuk yapabilirmi bozgunculuk yapmak akıllı insanların yapabilecekleri fiiller kapsamına girer
      konuyu bu şekilde değerlendiriyorum.

  71. Havacı dedi ki:

    Sayın Kadir,
    “arapçada bir olayla ilgili zaman eki kullanılmamışsa şimdiki zamanı ifade eder.. ” diyorsunuz, bunu hangi gramer bilgisine dayanarak söylüyorsunuz. “meleklerde; “orada kan dökmekte olan, bozgunculuk yapmakta olan birinimi halife kılacaksın.” ifadesinde insanın yeryüzünde var olduğu anlaşılır. Oysa ki bu konuşma insan yaratılmadan önce yapılmaktadır.
    Lütfen yeterli bilginiz olmadan hem Kur’anı yorumlamayın hem de islamı savunmaya kalkmayın, komik oluyorsunuz ve dahası karşı ekip sizi madara ediyor.

    • kadir dedi ki:

      sayın havacı…

      “Lütfen yeterli bilginiz olmadan hem Kur’anı yorumlamayın hem de islamı savunmaya kalkmayın, komik oluyorsunuz ve dahası karşı ekip sizi madara ediyor.”

      beni inanmayan arkadaşlar madara edemez. ancak ettiklerini zannederler.. beni ancak ve ancak kuranı rehber edinen, onun dışında hurafelere inanmayan insanların düşünceleri ilgilendirir.. ilgilenmediğim düşünce yede saygı duyarım..

      sayın havacı.. aklı selim bir insan yani biraz düşünebilen bir insan, kuranı bırakıpta kendine hadisleri fıkıhları hurafeleri rehber edinmeyen bir insan biraz düşündüğünde hz. ademin dünyada ki cennete konuduğunu fark eder.. siz bana hz. ademin ahir hayattaki cennete konulduğunu kuran ayetlerinden ispat eder misiniz? eğer gerçekten samimi iseniz..

      ayrıca madem iddia ediyosunuz. meleklerin insanın bozgunculuk yapacağını nasıl biidiğini kuranın dışına çıkmadan açıklar mısınız?

      meleklerin gaybı nasıl bileceği konusunda kuranın dışına çıkmadan açıklama yaparmısınız?

      bakara 30. ayetin sonunda meleklere hitaben “sizin bilmedikleriniz ben bilirim” ifadesi ne anlama geliyor.. onuda açıklarmısınız?

      “Oysa ki bu konuşma insan yaratılmadan önce yapılmaktadır.” diyorsunuz..

      bakara 30. ayette yaratılmayla ilgili bir ifade geçiyor mu? eğer geçiyorsa engin arapça bilginizle bana gösterir misiniz?

      son olarak insan bilinmez çağlarda adı anılır bir varlık değilken, nasıl işitici ve görücü oluyor.. bunuda açıklarsanız. sevinirim..

      • Havacı dedi ki:

        Sayın Kadir,
        Ayeti eğmeden bükmeden olduğu gibi verin. Allah’ın sözünü siz mi düzelteceksiniz. Ayetin devamını okursan anlarsın.

  72. Havacı dedi ki:

    Sevgili Toro,
    Ben bu yorumu sizin yorumunuzu görmeden önce yazmıştım. Havadan nem kapmanıza gerek yok. Ekip derken karşıt düşünce sahiplerini kastediyorum. Merak etme kendime yetecek ilacım var.

  73. kadir dedi ki:

    sevgili toro..

    ”SONRA biz insanı imtihan amacı ile nutfeden YARATTIK”

    “Yarattığı her şeyi güzel yaratan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayan O’dur.”
    “Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden, değersiz bir sudan yaratmıştır.” (secde-7,8)

    “Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: “Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan (nutfeden) yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun?” (kehf-37)

    sayın toro… allah insanı topraktan yaratmış, ve o topraktan yaratılan insanların neslini nutfeden yaratmaya hala devam ediyor.. yaratma sadece toprakla sınırlı değildir.. insan öncesinde bir alak iken anne karnında biçimlenmiyor mu? sonra onun uzuvları ortaya çıkmıyor mu? işte allah insanı önce topraktan yaratmaya başlamış, sonradan bu yaratma üremeyle devam etmiştir..

    insan suresinin 1. ve 2. ayetlerinde geçen “insan” kelimesi cins isimdir. yani mutlak olup, bütün insanlığı ifade eder. yani tek bir insanı değil.. nasıl ki kuranda “sema” kelimesi semada bulunan bütün cisimlerini kapsıyorsa insan kelimeside bütün insanlığı kapsar..

    “Daha önce yaratılmış bir varlık için SONRA yarattık diye bir tabir kullanılması mümkün mü?” sizden

    mümkün, çünkü yaratma aralıksız bir şekilde devam etmektedir..

    “Kuran 1400 yıl içinde artık oturmuş kuralları olan arapçada yazılmak üzere BUGÜN mü indirildi”
    sizden…

    dilin özellikleri yabancı kelimeler girdikçe değişebilir. fakat gramer değişmez.. şöyle düşün eski türkçedeki keliemlerin bir çoğunu şuan anlamakta güçlük çekiyoruz, fakat bu türkçenin dil kurallarının değişiği anlamına gelirmi, türkçe hala sondan eklemeli bir dildir. hala deyimler ve mecazi kelimeler kullanılır.. eğer dil kuralları değişirse o dil zaten yok olmuş demiştir..

    saygılar..

  74. kadir dedi ki:

    sayın havacı kardeşim..

    “Sayın Kadir,
    Ayeti eğmeden bükmeden olduğu gibi verin. Allah’ın sözünü siz mi düzelteceksiniz. Ayetin devamını okursan anlarsın.” sizden alıntı..

    ben yüce allahın mesajını akıl süzgecimden geçirerek ve onun üzerinde derin düşerek ve eğip bükmeden veriyorum.. diyorum ki madem iddialısınız o zaman benim açıklamalarımı kuran dışına çıkmadan çürütün, sözümü geri alayım.. sorduğum hiçbir soruya cevap vermemişsiniz? o zaman size şöyle bir soru sorayım;

    allah sizi yerden bir bitki bitirir gibi bitirdi. (nuh suresi-17) allah toprak yarattığı insanı bir bitki gibi bitirmiş. peki bu yer nedesi? ademin yaşadığı ahiret cennetimi?

    yada şöyle sorayım. hz. adem yeryüzünde yaratılıp, daha sonra ahiret cennetinemi yükseltildi.?

    • Havacı dedi ki:

      Sayın Kadir,
      Yeryüzü cenneti ne demek? Bakara 36’da yeryüzüne inmekten bahsediyor. Burada önemli olan mekan değil, Allah’ın emrine asi olanlara verilen ceza. Bize ayrıntısıyla bildirilmeyen konulara takılmanın da gereği yok.
      Kuran bize iman ve ibadetlerin nasıl ve neler olduğunu göstermenin yanında yaşama ilişkin emir ve yasakları da veriyor. Daha da önemlisi ayet deyince sadece Kuran ayetlerini değil tüm kainatı ayet olarak anlamamız gerektiğini söylüyor. Bakara 164, Yusuf 105, Ali İmran 190, Zariyat 20-21, En’am 97, Ankebut 49, Ra’d 41 gibi. Rum 20 nci ayeti insanın yaratılışının da ayet olduğunu söylüyor. Peki bunlar ne demek? Bu ayetler insanın kendisini, yaşam alanını ve yaşam alanı dışını incelemesini, araştırmasını, düşünmesini istiyor. Müslümanlar bu gerçeği göz ardı ederek müteşabih ayetleri anlama yoluna gitmişler ve Ali İmran 7 nci ayete muhatap olmuşlardır. ” O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir.Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”
      Bu nedenle müslümanlar İnançla bilim için çalışan ülkelerin kölesi durumuna düşmüştür.
      Sevgili Kadir, bu ayet doğrultusunda bırakın dünya cennetini, ahiret cennetini Allah’ın muhkem ayetlerini anlamaya çalışın.

      • kadir dedi ki:

        sayın havacı…
        uyarılarınız için teşekkür ederim.. havalarda güzelmiş…

      • kadir dedi ki:

        sayın havacı

        “Sayın Kadir,
        Yeryüzü cenneti ne demek? Bakara 36’da yeryüzüne inmekten bahsediyor. Burada önemli olan mekan değil, Allah’ın emrine asi olanlara verilen ceza. Bize ayrıntısıyla bildirilmeyen konulara takılmanın da gereği yok.” sizden alıntı…

        kuranda “ihbitu” ifadesi alçalmak, rütbe olarak düşmek, bulunduğu rahat konumdan daha sıkıntılı bir konuma gelmek anlamındadır.. bakara 36. ayette “ihbitu” kullanılmış,
        “birbirinize düşman olarak alçalın” deniyor..
        mücadile-5. ayette de bununla ilgili çok güzel örnek vardır..

        arapçada fiili olarak inmek “enzelne”, olarak kullanılır..

        biz o kuranı kadir gecesinde indirdik (enzelnahu). kadir suresi-1
        üzerlerine kudret helvası indirdik (enzelna) (bakara-57)
        biz bu kuranı dağa indirseydik (enzelna) (haşr suresi)
        Ey insanlar! Size Rabbinizden bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.(enzelna)

        acaba siz arapça bildiğinize emin misiniz?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —acaba siz arapça bildiğinize emin misiniz? (senden alıntı)

        yiyene ayıp yerlerini gösteren bir meyvenin olabileceğinden emin misin?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Havacı kardeşim,

        Sn.Kadir beyin Adem’in cenneti ve ‘’هبط ‘’ ile ‘’نزل ‘’ kelimeleri hakkındaki açıklamasının konuyla ilgili ayetlerin mesajına mutabık olduğunu düşünüyorum.Bu nedenle sn.kadir bey kardeşimize aynen katılıyorum. Çünkü, ‘’نزول ‘’ yukarıdan,havadan desteksiz,yani ayağı yere basmadan inmektir.’’هبوط ‘’ ise, destekli,yani ayağı yere basarak derece derece inmeye çalışmak veya bulunduğu konum ve yüksek derecelerden mahrum kalmak gibi anlamlara gelir. Kur’an’dan nice örnekler verilerek aşağıdaki arapça metninde delillleriyle birlikte bu konu detaylı bir şekilde anlatılmıştır…
        Ayrıca bunu detaylı bir şekilde anlamak isteyen başka arkadaşlar varsa kopyalayıp birilerine tercüme ettirebilirler.

        Selam ve saygılarımla..

        ________________________________________

        مــا هو الفرق بين : نزل وهبـط
        – أو جنّـة ءادم في الأرض –

        المزيد مثل هذا المقال :
        – استعمل الله – في كتابه – مادتي نزل وهبط وكلّ من هاتين اللفظتين تؤدي معنى مغايراً، للمعنى الآخر، من غير تضارب ولا استثتاء. سبق أن بيّنت، وأن المترادفات – في جميع الألسنة- لا تؤدي معنى واحداً أبداً.
        – نزل: جاء ما نزل أو ينزل كلّه- وبكل مشتقاته – من السماء، نزل من غير معتمد ولا مستند، ومن غير ارتكاز.
        – جاء النزول ومن السماء في :
        – الماء.
        – الكتب السماوية- الذكر الحكيم – والآيات البينات ( بالوحي)
        – الروح – الملائكة والجنود.
        – الآيات السماوية: المائدة ، المن والسلوى ، والسكينة .
        – أنزل الله الحديد: ( …وأنزلنا الحديد فيه بأس شديد ومنافع للناس…) الحديد 25. لأنه عبارة عن نيازك ألقاها الله من السماء على بعض بقع من الاض، أو هي داخل الرواسي التي ألقاها الله على الأرض حتى لا تميد بنا: النحل 15، ولقمان 10.
        لفتة: في الرواسي: إستعمل الله الإلقى-عوض الإنزال- لأن الإلقى يفيد معنى الدفع، حتى ترتكز وتنغمس في الأرض وحتى لا تميد بنا: الحجر19- النحل 15- لقمان10-وق 7.
        – أنزل الله الأنعام : ( … وأنزل لكم الأنعام …) الزمر 6.
        – إستعمل الله مادة نزل في الأنعام لأنها كلها من ( منتوج ) الماء : لحمها، دمها، ولبنها كلها من الماء الذي يُنزل الله . ولولا الماء لما كانت الأنعام.وحتى أصوافها- كما سيأتينا في إنزال اللباس- وأوبارها وأشعارها، لما كانت.
        ( … وجعلنا من الماء كلّ شئ حـيّ … ) الأنبياء 30.
        – لنتدبر في هذا – مع بعض الآيات التالية:
        – ( هو الذي أنزل من السماء ماء… ومنه شجر فيه تسيمون ) النحل 10.
        – ( وأنزل من السماء ماء … كلوا وارعوا أنعامكم …) طه 53/54.
        – ( أو لم يروا أنا نسوق الماء إلى الأرض الجرز فنخرج به زرعا تأكــل منـه أنعامهم …) السجدة 27.
        – ( إنا صببنا الماء صبا… متاعاً لكم ولأنعامكم ) عبس 25/32.
        – أنزل الله اللباس – كذلك – من السماء. ( يا بني ءادم قد أنزلنا عليكم لباسا يواري سوءاتكم…) الأعراف 26.لأنه كالأنعام كله من منتوج الماء، ولولا الماء لما كان اللبــاس –كذلك –
        – الصوف – والوبر- والشعر، من الأنعام ، والأنعام من الماء. ( غذاؤها من الماء) كما تقدم، وكذلك الكتان والقطن وغيرهما كلها من النبات والنبات كله من الماء الذي أنزله الله .( وهو الذي أنزل من السماء ماء فأخرجنا به نبات كل شئ…) الأنعام 99.
        – فالقطن – مثلا- يحتاج حوالي ثمانية ءالاف متر مكعب من الماء في الهكتار الواحد . – حتى الإنسان أنبته الله من الأرض. ( والله أنبتكم من الأرض نباتا ) نوح 17 وكذلــك ( منها خلقناكم وفيها نعيدكم ومنها نخرجكم تارة أخرى) طه 55.
        – إستعمل الله مادة نزل بالمعنى المجازي، وهو الإنزال من النعمة إلى النقمة، ومن علو المكانة إلى أسفلها وذلك في قوله تعالى: ( وأنزل الذين ظاهروهم من أهل الكتاب من صياصيهم …) الأحزاب 26.
        – هبط: أما مادة هبط، فجاءت كلها في كتاب الله تدرّجا من علو إلى أسفل، من جبل إلى سفحه. ومن أرض مرتفعة إلى أرض منخفضة، أو من عالية النهر إلى سافلته:Amont- Aval .

        – جاءت مادة هبط في هبوط ءادم- فسيأتينا تبيينه – كما جاءت في ثلاثة مواضع أخرى.
        – جاءت في الحجارة وتدحرجها من الجبل ، في قوله تعالى : ( … وإن من الحجارة … وإن منها لما يهبط من خشية الله …) البقرة 74 .
        – وجاءت في هبوط نوح – عليه السلام – من السفينة، من أرض السفينة إلى الأرض اليابسة، في قوله تعالى: ( قيل يا نوح أهبط بسلام منا وبركات عليك …) هود 48.
        – وجاءت في قوم موسى– عليه السلام – ( … أهبطوا مصر فإن لكم ما سألتم…)البقرة 61 ، من أرض مرتفعة عن سطح البحر – مثلا- أو من تلول وهضاب إلى أرض منخفضة ، أو من عالية نهر النيل إلى سافلته.
        – فمما تقدم، تبين لنا أن الهبوط إستعمله الله – معلم اللسان لآدم- في التدرج والمشي على الأرض استناداً عليها وملتصقا بها.

        – جنّـة ءادم في الأرض –

        – تقدم لنا الفرق الفارق بين مادتي : هبط ونزل في كتاب الله .
        – بناء على ذلك يستدرجنا هذا التدبر إلى تحقيق جنّة ءادم ، وأنها في الأرض، لا في السماء، كما نعتقد ذلك، وذلك في أحد عشرة أدلة ، وخاصة الأخيرة منها.

        – أولا: إستعمل الله كلمة هبط وما تصرف منها ، بالنسبة لآدم وزوجه وإبليس ولم يستعمل – قط – مادة نزل وأنزل بعد إخراجهما من الجنة.
        – ( … قال اهبطا منها جميعا …) طه 123.
        – ( … وقلنا اهبطوا بعضكم لبعض عدو…) البقرة 36.
        – ( قلنا اهبطوا منها جميعا …) البقرة 38.
        – ( قال اهبطوا بعضكم لبعض عدوّ…) الأعراف 24.
        – وجاءت المادة بالنسبة لإبليس : ( قال فاهبط منها…) الأعراف 13.
        – يمكن أن يكون هذا الهبوط ذا معنيين، حقيقة ومجازاً:
        – هبوط الشيطان من زمرة الجن إلى زمرة الشياطين ( … إلا إبليس كان من الجن ففسق عن أمر ربه…) الكهف 50.
        – وكذا ءادم وزوجه: من علوّ المكانة والمنزلة في الجنة إلى السفاله والدناءة وإلى الشقاء في الأرض (…فلا يخرجنكما من الجنة فتشقى) طه 117. لفتـة: إستعمل الله المثنى فيءاية طه، اعتباراً وأن ءادم وزوجه فرع ! وإبـــليس فرع ثان !
        – ثانيا: لو كانت الجنة في السماء لقال لنا الله : فأنزلناه منها، إذ لا يصح الهبوط هنا – كما تقدم – وإذ النزول بوحده – لا يصح، كذلك– إذ ليست له قوة إرادية ولا خَلقية (ليست له أجنحة ) حتى يفعل ذلك بصفة ذاتية ! إذاً فالهبوط لا يكون إلا في الأرض وعلى الأرض، مشيا وتدرّجاً.
        – ثالثا: بعد أن أتمّ الله خلق الأرض، خلق الإنسان منها، كما سيأتينا في الحجة الأخيرة، ولنتدبّر مع ءايات البقرة من الآية 29 إلى الآية 39:
        ( هو الذي خلق لكم ما في الأرض جميعا… إني جاعل في الأرض خليفة… اسجدوا لآدم فسجدوا إلا إبليس أبى … وقلنا يا ءادم أسكن أنت وزوجك الجنة … وقلنا اهبطوا بعضكم لبعض عدوّ … قلنا اهبطوا منها جميعا …)
        – وكذلك ءايات الأعراف من الآية 10 إلى الآية 25 ( ولقد مكناكم في الأرض… ولقد خلقناكم ثم صورناكم … قال فاهبط منها … يا ءادم أسكن أنت وزوجك الجنة … قــال اهبطوا بعضكم لبعض عدوّ ولكم في الأرض مستقر ومتاع إلى حين…) إذاً فكل الوقائع حدثت في الأرض وسيأتينا – ذلك – أكثر تفصيلا.
        – رابعا: جاء قوله تعالى : ( … يا ءادم اسكن أنت وزوجك الجنة ) جاء مرتين في ءاية البقرة 35، وفي ءاية الأعراف 19. وفي كل مرة جاء ذكر الأرض قبله كما تقدم أعلاه.
        – خامسًا: وهذا مهم :
        – إبليس– ءال على نفسه أن يغوي الإنسان ( ءادم وأبناءه ) في الأرض فبدأ بئادم وزوجه فأغواهما في الأرض فأكلا من الشجرة، فأخرجهما الله من الجنة ! وذلك في قوله تعالى: ( قال رب بما أغويتني لأزينـنّ لهم في الأرض…) الحجر 39. وكان الله قد نبههما على ذلك في قوله: طه 117 ( فقلنا يا ءادم إن هذا عدوّ لك ولزوجك فلا يخرجنكما من الجنة فتشقى ) .
        – سادسا: الجنة هكذا معرّفة جاءت كذلك في الدنيا وفي غير جنة ءادم . وذلك في قوله تعالى في سورة القلم 17 ( إنا بلوناهم كما بلونا أصحاب الجنة إذ أقسموا ليصرمنها مصبحين ) كما جاءت كذلك معرفة ومثناة في سورة الكهف 33 ( كلتا الجنتين ءاتت أكلها…)
        – أما جنة بدون تعريف ، وفي الأرض ، فكثيرة في كتاب الله : – جنة – جنتك – جنته – جنتان – جنتين – جنتهم …
        – سابعا: جاء في أوصاف جنة الجزاء بأن عرضها كعرض السماء والأرض في قوله تعالى : ( … وجنة عرضها السماوات والأرض أعدت للمتقين ) آل عمران 133 وفــي الحديد 21 ( … وجنة عرضها كعرض السماء والأرض أعدت للذين ءامنوا بالله ورسلـه…)
        – نلاحظ: قوله وأنها : أعدت للمتقين – وأعدت للذين ءامنوا بالله ورسله. وسماها الله في ءايات أخرى بـ : جنة الخلد – وجنة النعيم – وجنة المأوى – ولم يكن سبجانه أعدّها لإيواء ءادم وزوجه.
        – ( … جنة الخلد التي وعد المتقون …) الفرقان 15 وبـ: ( …جنة النعيم ) الشعراء 85، والمعارج 38. وبـ : ( … جنة المأوى ) النجم 15.
        – هذه أوصاف لم توصف بها جنة ءادم ولا يمكن ذلك ! ولنتدبّر مع الحجة الثامنة (التالية) .
        – ثامنا: جاء في أوصاف جنة المأوى بعض الصفات سنحاول مقارنتها مع صفات جنة ءادم في الأرض .
        – ( … جنة الخلد …) الفرقان 15 وجاء في صفتها ( … وهم فيها خالدون ) البقرة 25 جاء موازيا لذلك في جنة ءادم : إغرار الشيطان له … هل أدلك على شجرة الخلد…) طه 120 وكذلك : ( … أو تكونا من الخالدين ) الأعراف 20.
        – جاء في جنة النعيم (… لا مقطوعة ولا ممنوعة …) الواقعة 33. فجاء المنع بالنسبة لجنة ءادم : ( … ولا تقربا هذه الشجرة …) البقرة 35 والأعراف 19 كما جاء كذلك ( … ألم أنهكما عن تلكما الشجرة …) الأعراف 22.
        – جاء في حنة المأوى ( … قطوفها دانية ) الحاقة 23 كما جاء فيها ( … وذللت قطوفها تذليلا ) الإنسان 14. لم يذكر الله ذلك في جنة الأرض (ءادم) بل أمرهما بفعل الأكل الإرادي ( … وكلا منها …) البقرة 35 والأعراف 19.
        – جاء –كذلك – في جنة المأوى ( … أكلها دائم …) الرعد 35، كما جاء ( … وما هم منها بمخرجين…) الحجر 48. جاء بالمقابلة في جنة ءادم قوله تعالى : (… فلا يخرجنكما من الجنة …) طه 117. وقوله : ( … كما أخرج أبويكم من الجنة…) الأعراف 27. وقوله : ( … فأخرجهما مما كانا فيه …) البقرة 36.
        – جاء في جنة الخلد قوله تعالى : ( … وهم فيما اشتهت أنفسهم خالدون ) الأنبياء 102. وكذلك فصلت 31 . والزخرف 71 جاء ما يعادله في جنة ءادم جنة الأرض عكس ذلك ( … ولا تقربا هذه الشجرة …) البقرة 35 والأعراف 19. إذ إشتهت، نفس ءادم، الشجرة الممنوعة، فأزلهما الشيطان عن الجنة.
        – تاسعا: ذكر الشجرة والورق جاءا كلاهما في ورق وشجر جنة الأرض( ءادم) ولم يأت ذكرهما في جنة النعيم.( … لاتقربا هذه الشجرة…) البقرة 35. والأعراف 19و20و22. وطه 120.(… وطفقا يخصفان عليهما من ورق الجنة …) الأعراف22 وكذلك طه 121. بل جاء ذكر الشجرة في جهنم في ءايات الإسراء 60 والصافات 62/64 والدخان 43
        – عاشرًا: التعبير بالرغد في الأكل جاء ثلاث مرات كلها في الحياة الدنيا وفي جنة ءادم ( … وكلا منها رغدا…) البقرة 35. وفي بني إسراءيل : ( … فكلوا منها حيث شئتم رغدا…) البقرة 58.
        – وجاء في القرية (مثلا): ( … يأتيها رزقها رغدا…) النحل 112 ، ولم يأت هـذا التعبير– ولو مرةواحدة – في أوصاف الأكل في جنة الخلد –
        – إحدى عشر: الدليل الأقوى والأهم هو الدليل البيولوجي.
        – فعناصر جسم الإنسان كلّها هي نفس عناصر الأرض. يؤكد علم الكمياء العضوية ، أن الإنسان يتكون من عناصرالأرض كلها: من ماء، وكربون، وأكسجين، وإيدروجين، وصديوم، وبوطاسيوم ، ومغنيزيوم، وكالسيوم، وفسفور، وكبريت ، وحديد ، وحتى الدهن والسكّر: ( ثمرات الزيتون والنخيل والأعناب ) 20 المؤمنون و 67 النحل. إلى غير ذلك من المعادن الموجودة في مكوّنات جسد الإنسان. ولقد صدق الله العظيم، وأنه خلق الإنسان من سلالة من طين ( ولقد خلقنا الإنسان من سلالة من طين ) المؤمنون 12.ثم جعل نسله من سلالة من ماء مهين ( ثم جعل نسله من سلالة من ماء مهين ) السجدة 8. وفي كلا الأمرين فالسلالة هي la cellule ، كما بيّنتُ ذلك ، في القسم ll من موضــوع ” وما أرسلنا من رسول إلا بلسان قومه ليبيّن لهم “وصدق الله العظيم إذ قال: ( والله أنبتكم من الأرض نباتا ) نوح 17.

        – خلاصة ما تقدم ، وبالأدلّة الإحدى عشر– على الأقل– والتي وضّحتُ ، فإن جنة ءادم في الأرض، وليست في السماء، كما ذهب إلى ذلك الكثير.
        – والله أعلــــم –

  75. toro dedi ki:

    Sayın Havacı ve sayın kadir.

    Ayetin kendisini tartışmadan önce malum mekanda, meleklerin tanrılarını sürekli sorgular (Yani şeytanın isyanından önce başlayan) hale gelmelerini tartışmanız gerekir!

    Malum ayette Adem yaratılmadan önce meleklerin tanrılarına akıl vermelerine hatta ona kendilerinin yetmediği konusunda sitem ettiklerini görüyoruz. Ama daha sonra adem yaratıldığında bu meleklerin kendilerine öğretilmeyen şeyleri bilmediğine şehit oluyoruz!

    O halde adem yaratıldıktan sonra öğretilmeyen hiç bir şeyi bilmeyen melekler adem yaratılmadan önce nasıl oluyorda yaratılacak bir canlının yapabilecekleri konusunda bilgi sahibi olabiliyorlar?

    ÖNCE

    ”Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. SENİN BİZE ÖĞRETTİKLERİNDEN BAŞKA BİZİM HİÇBİR BİLGİMİZ YOKTUR. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.” Bakara,32-Diyanet

    SONRA

    ”Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada BOZGUNCULUK YAPACAK, KAN DÖKECEK birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.” Bakara,30-Diyanet

    ”SENİN BİZE ÖĞRETTİKLERİNDEN BAŞKA BİZİM HİÇBİR BİLGİMİZ YOKTUR” diyen melekler 2 ayet önce nasıl oluyor da “Orada BOZGUNCULUK YAPACAK, KAN DÖKECEK birini mi yaratacaksın” sorusunu tanrılarına yöneltebiliyorlar?

    Daha yaratılacak olan varlığın nasıl birşey olduğunu bilmeden, onu KAN DÖKÜCÜ, BOZGUNCULUK YAPICI olarak tanımlayacak hayal ya da bilgiye nasıl sahip olabilmişlerdi onu düşünün!

    Eğer meleklerin ”SENİN BİZE ÖĞRETTİKLERİNDEN BAŞKA BİZİM HİÇBİR BİLGİMİZ YOKTUR” sözlerini içselleştirirseniz dünyada (ya da kuranın tanrısının evreninde) işlerin nasıl yürüdüğünüde görmüş olursunuz! Yani kuranın tanrısı öğretmeden hiç bir şey bilemez ve yapamazsınız! Yani özgür iradeyle sınav hikayesinin hazin sonu!

    Gerisi teferruat!

  76. Havacı dedi ki:

    Kadir,
    “Şecaat arz ederken sirkatin söylemek ” diye bir deyim vardır. Tam sana uygun. Arapça bildiğini söylerken bundan ne kadar uzak olduğunu da söylüyorsun. İfadelerin tam cahil cesareti.”arapçada fiili olarak inmek “enzelne”, olarak kullanılır..” diye muhteşem bir yorum yapmışsın. Arapçada tüm fiillerin kökü üç harflidir. İnmek nun, ze ve lam harflerinden oluşur. Enzelne fiil değil çekimli yüklemdir. İnmek sadece nezele ile de ifade edilmez.
    Ben seni samimi bir müslüman olduğunu düşünerek Allah’ın sözü ile uyarmıştım. Anlaşılıyor ki “Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. ” ifadesinin muhataplarındansınız.
    Sen kendini madara etmeye devam et ama Allah’ı ve ayetlerini oyuncak etme.

    • kadir dedi ki:

      sayın havacı..

      sen benim samimiyetim hakkında yorum yapamazsın.. sen kendi samimiyetini bir gözden geçir. sana sorduğum soruları karambole getirerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyosun..
      bak bakalım kuranı kerime inmek ve alçalmak için hangi kelimeler kullanılmış, eğer cesaretin varsa inceleyip, bana dönersin. yoksa kalabalıktan başka birşey değilsin…

  77. Havacı dedi ki:

    Kadir,
    هَبَطَ konmak ((Kuş, uçak vb.) Bir yere inmek, alçalmak (Yüksekten aşağı doğru inmek), (az denecek bir miktara inmek, hafiflemek.), (yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek.) anlamına gelir. Ayette de bu anlamda kullanılmıştır. (Bakara 36)
    Bilmediğin konularda iddialı olma. Boş tenekenin sesi çok çıkar demiş atalarımız.

  78. kadir dedi ki:

    sayın havacı…

    size sayın diye hitap etmeme rağmen sizden aynı saygıyı maalesef göremiyorum.. kaç yaşındasın bilmiyorum ama yaşının olgunluğunda olmadığını bilmelisin.. zaten olsaydın bir müslümanın imanını sorgulamaz, söküğü kendi elbisende arardın.. arapça bildiğini iddia ediyosun ama kuranı kerimi anlama konusunda çok zayıfsın.. kuranın bir çok ayetinde gökten yeryüzüne inen şeyler için “enzelna” kullanılmıştır.. bak bakalım bakara 36. ayette “enzelna” kelimesi var mı? benim rehberim kuran. hani sende kendine kuranı rehber edinde bana kurandan ispat göster.. ayrıca yukarıda sorduğum sorulara dağdan kestim kereste cevabı yerine korkmadan ve kuran dışına çıkmadan bana cevap ver..

    • Havacı dedi ki:

      Sayın Kadir,
      Ben sizin imanınızı sorgulamıyorum. Sadece sizi Kur’anla uyarmak istedim. Ama bunu anlamadan hala devam ediyorsunuz. هَبَطَ konmak ((Kuş, uçak vb.) Bir yere inmek, alçalmak (Yüksekten aşağı doğru inmek), (az denecek bir miktara inmek, hafiflemek.), (yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek.) anlamına gelir. Ayette de bu anlamda kullanılmıştır. (Bakara 36) İllaki enzelna kullanılması gerekmez. Kur’an’ı belli bir alana sıkıştırmayın.
      Bilmediğini bilmek en büyük erdemdir. Bunun farkına umarım varırsınız.

      • kadir dedi ki:

        sayın havacı… “ihbitu” alçalmak derece olarak düşmek demek.. bak mücedile suresi 5. ayetin meali…

        “kuşku yokki allaha ve resulüne karşı gelenler ki biz onlarada apaçık deliller indirmiştik. (enzelna). tıpkı kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı (kubitu) gibi alçaltılacaklardır (kubitelleziyne). kafirler için küçük düşürücü bir azap vardır.”

        bak senin için çok güzel bir örnek ayet.. bu ayetten sonra aksini söylemek çılgınlık ister.

        sayın havacı arapça bilmek ayrı birşey kuranı anlamak ayrı birşeydir. arapça bilirsin ama ayetleri anlamadıktan sonra sadece bildiğinle kalırsın. kuran kendi kendini tefsir eder.. ne fıkıha, ne hadise, nede saçma sapan bir olaya ihtiyaç vardır.

        allahın nezdinde alçalmak ne demek? onun hoşnutluğunu yitirmek, emirlerine karşı gelmek demektir. bir insan böyle davranırsa allah katında derece olarak düşer. tam teslimiyet gösterenlerinde allah derecelerini artırır..

        işte hz. adem ve eşide allaha karşı olan sorumluluklarını unutmuş, allahın emrine riayet etmemiş, nefislerine uymuşlar, yüce allahın uyarılarına rağmen allahın sözünü hiçe saymışlar.. allahta onları cennet gibi güzel yerden çıkararak daha zorlu bir ortamda yaşamalarını murat etmiş, onları derece olarak düşürmüştür.. sonra demiştir ki? kim benim gönderdiğim delillere elçilere, uyarılara riayet ederse onlara korku yoktur. yani derece olarak tekrar yükselirler.. işte ayette geçen “ihbitu” “kubitu” bu derece ile ilgilidir.

        “allah sizi yerden bir bitki gibi bitirdi” nuh suresi….

        yüce allah insanı bu yaşadığımız arzda, yeryüzünde yaratıyor. bu arzdan bir bitki gibi çıkarıyor. bedenimiz toprak, ruhumuzda tohumdur.. allah toprağa kendi ruhudan ekiyor. ortaya biz bitkiler çıkıyor..

        “orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz, ve oradan çıkarılacaksınız.. ”

        insanın yaratılışıda, hayatıda, ölümüde, ve tekrardan dirilişi bu arz (yüryüzünde) da olacaktır.. o yüzden adem yaratıldıktıkdan sonra ahiretteki cennete yükseltilip, sonra oradan aşağı inmiş değildir. kuranı bir bütün olarak ele alırsan bunun böyle olmadığını görürsün..

  79. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    inizivaya çekildin sanmıştım.. çok şükür buradasın…

    “kadir;

    —acaba siz arapça bildiğinize emin misiniz? (senden alıntı)

    yiyene ayıp yerlerini gösteren bir meyvenin olabileceğinden emin misin?” senden alıntı…

    kuranı kerim baştan sona mesaj içerir.. bunu her defasında söylüyorum.. ayetleri sadece lafzi olarak okuduğumuz zaman bunu fark edemeyiz.. araf suresinde geçen şeytanın adem ve eşini kandırması kıssasında son derece hikmetli mesajlar vardır.. anlayacağın cennetteki yasak ağacı bir an olsun bir sembol olarak düşün.. bu sembolde “haram” olsun.. yani ne olduğu önemli değil meyve= haram olarak düşün.. hz. adem ve eşinin bu harama yaklaşmaması gerekiyordu… peki yaklaşırlarsa ve o haramı yerlerse ne olur.. işte kuranın mesajı;

    o yasak meyveden yediklerinde ayıp yerleri birbirine göründü.. ve cennet yapraklarıyla ayıp yerlerini kapatmaya çalıştılar.. buradan şunu anlarız. şeytan adem ve eşini allahın emrinden saptırarak çıplak bırakmak, yani bir hayasızlığa ve edepsizliğe sürüklemek istemiştir. çıplak olmak, örtünmemek şeytani bir olgudur.. işte ayetin mesajı budur.; eğer bir insan haram yer ise şeytan ona musallat olur ve onun edep ve haya dugusunu yitirmesine neden olur..
    siz cennetteki bir meyvenin hangi meyve olduğuna, ve ayıp yerleri gösteren bir meyvenin olup olmayacağına takılırsanız. ayeti anlamanız imkansızdır. alla diyor ki yediğiniz lokma haram bir lokma ise benim yolumdan uzaklaşıp yolunuzu kaybedersiniz.. ve şeytan size sürekli musallat olur.. bir insan harama bulaştımı gerisi çorap söküğü gelir. umarım açıklayıcı olmuştur..

    saygılar..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —inizivaya çekildin sanmıştım.. çok şükür buradasın… (senden alıntı)

      ne inzivaya çekilmesi, şimdilik hergün buradayım, göremiyorsan gözlerini kontrol ettir?

      —buradan şunu anlarız. şeytan adem ve eşini allahın emrinden saptırarak çıplak bırakmak, yani bir hayasızlığa ve edepsizliğe sürüklemek istemiştir (senden alıntı)

      Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. (bakara-35)

      Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)

      yasaklanan meyvenin ne olduğu hakkında İslâm alemi halâ kendi arasında tartışmaktadır, çünki yasaklanan meyvenin mahiyeti İslâm alemince de bilinmemektedir,

      sadece varlığı bilinen, mahiyeti bilinmeyen bir meyveyi yiyenin ayıp yerlerinin görüleceğidir, yeryüzünde çoğalmak üzere yaratılan ilk 2 kişinin ayıp yerlerinin birbirine görünmesinden daha doğal ne olabilir, bunun neresi suç?

      doğa yasaları gereği, insanlarında diğer canlılar gibi (bitkiler ve hayvanlar) üreme yöntemlerinden birine sahip olacak şekilde yeryüzünde vücut bulduklarını en azından insan denen varlığın fizyolojik yapısına bakarak görebiliyoruz,

      tıpkı diğer canlılar gibi insanlarda yeryüzünde vücut bulmuş ve hayvanların hayatta kalma mücadelesini kendine örnek alarak cinsellik dahil bir çok şeyi öğrenmiş, daha sonra farklı sesler çıkarabildiğini fark etmiş, nesneleri, refleksleri, mimikleri, sezgileri, duyguları, eylemleri, vs. adlandırarak konuşmayı öğrenmiş, konuşmayı öğrendikten sonrada düşünmeyi öğrenmiş, tek başına yaşamanın zorlukları karşısında birlikte hareket ederek sosyal bir varlık olmuştur.

      yani diğer canlıların yaşama merhaba dedikleri süreçler aynen insanlar içinde geçerlidir, öyle özel bölmeye alınıp ne idüğü belirsiz yasak meyve yedirdikten sonra yeryüzüne gönderilmiş değildir.

      —-siz cennetteki bir meyvenin hangi meyve olduğuna, ve ayıp yerleri gösteren bir meyvenin olup olmayacağına takılırsanız. ayeti anlamanız imkansızdır. alla diyor ki yediğiniz lokma haram bir lokma ise benim yolumdan uzaklaşıp yolunuzu kaybedersiniz.. ve şeytan size sürekli musallat olur.. bir insan harama bulaştımı gerisi çorap söküğü gelir. umarım açıklayıcı olmuştur.. (senden alıntı)

      cennet martavalına dönersek, sen şimdi mahiyetini bilmediğin yasaklanan meyveyi yemeyi harama el uzatmak olarak izah etmeye kalkıyorsun, peki Adem yasaklanan meyveyi yemeseydi, ne olacaktı, bunun cevabını ver bana,

      diyelim ki Adem inat etti yasaklanan meyveyi yemedi, bu durumda senin tabirinle Adem harama el uzatmamış olacaktı, harama el uzatmadığı için özel bölmeden çıkarılmayacaktı, dolayısıyla yeryüzünde halife olarak atanamayacaktı?

      ben burada kesiyorum, devamını sen anlat ama inandırıcı olsun.

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “diyelim ki Adem inat etti yasaklanan meyveyi yemedi, bu durumda senin tabirinle Adem harama el uzatmamış olacaktı, harama el uzatmadığı için özel bölmeden çıkarılmayacaktı, dolayısıyla yeryüzünde halife olarak atanamayacaktı?” senden alıntı..

        kuran doğrunun doğrusunuda söylese inanacak değilsin. o yüzden inandırıcı olsun masallarını bir kenara bırakta sorduğun sorunun cevabını bekle.. senin inanman, inanmaman umrumda değil..

        kuranı ciddi anlamda okumuş olsaydın ademin halife olduktan sonra cennete yerleştiğini görür ve böyle mesnetsiz cümleler kurmazdın. neyse… konumuza dönelim..

        hz. adem halife olduktan sonra layık olduğu yere yüksek mertebeye yükseltiliyor. burasıda cennettir. halife olmanın mükafatı işte budur. fakat bu halifeliğin (yani ademe verilen irade ve bilginin) allah yolunda kullanılması şarttır. cennetin bedeli işte budur. harama el uzatması şeytanın kandırması ve nefislerine uymalarıdır. yani kendi iradeleri ile bu çirkin davranışı yapmalarıdır. bu davranış içine girmeyebilirdi de, ama o girmeyi murat etti.. eğer yememiş olsalardı o zaman ömürlerinin sonuna kadar cennette yaşayacak, ve allaha karşı sorumlu bir insan olarak hayatlarını sürdüreceklerdi. anlayacağın halife demek allahın emir ve yasaklarını yeryüzünde uygulamak demektir.

        biliyorum senin için inandırıcı olmadı.. kendini hiçbir zaman inanmak zorunda hissetme..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —hz. adem halife olduktan sonra layık olduğu yere yüksek mertebeye yükseltiliyor. burasıda cennettir. halife olmanın mükafatı işte budur (senden alıntı)

        Adem halife olduktan sonra layık olduğu mertebeye yükseltilmek için cennete konuyorsa ve cennette kendisiyle Havadan başka kimse yoksa, Adem Havvaya mı halife olarak gönderildi?

        halife olmanın mükafatı cennetse, peygamber olmanın mükafatı nedir? öyle ya Adem aynı zamanda ilk peygamber değil midir? niye gönderilen peygamberlerde tıpkı cennet denilen özel bölmeye alınmamışta ait oldukları toplumlara gönderilmiş?

        —eğer yememiş olsalardı o zaman ömürlerinin sonuna kadar cennette yaşayacak, ve allaha karşı sorumlu bir insan olarak hayatlarını sürdüreceklerdi. anlayacağın halife demek allahın emir ve yasaklarını yeryüzünde uygulamak demektir. (senden alıntı)

        eğer yememiş olsalardı ömürleri sonuna kadar cennette yaşayacaklarsa, Allahın emir ve yasaklarını cennette mi uygulayacaklardı? bu durumda halife demek Allahın emir ve yasaklarını yeryüzünde uygulamak demektir demenin bir anlamı olur mu?

        üstelik yasak meyveyi yedikten sonra ayıp yerleri birbirlerine göründüğüne göre cinselliğin farkında değillerdi, demekki Kuranın tanrısı Ademle havanın cinselliğin farkına varmalarını istemiyordu, yani cennette çoğalmalarını istemiyordu, bu durumda hikâye bir cennet ve cennette iki insandan öteye gidemeyecekti,

        Kuranda kastedilen cennetin yer yüzünde olduğunu iddia edenler, Ademle Havvanın bizden farklı bir formatta yaratıldığını iddia edemezler, çünki yer yüzünde yaşayan canlıların mevcut yaşam koşullarına göre dizayn edilmiş birer fizyolojik yapıya sahip olduklarını aynaya bakan herkes görür,

        o nedenle yer yüzü cennetinde yaşadığı iddia edenler, Ademle Havva bizim sahip olduğumuz fizyolojik özelliklere aynen sahip olduklarını kabul etmekten başka seçenekleri yok,

        sizin kitabınızda hangi yiyeceklerin haram olduğu hangi yiyeceklerin helâl olduğu ismen sayılır, bunların içerisinde meyvelerin yasak olduğundan söz edilmez, yasak meyveden sadece cennet martavalında söz edilir,

        onunda 2 türlü sonucu var, Ademin yeryüzünde halifelik görevine başlaması için yasak meyveyi yemesinin şarta bağlanmış olması? yemediği taktirde cennette Havvayla birlikte kendilerine biçilen yaşam süresinin bitmesini beklemeleri, süre bitiminde ise geriye bom boş kalan bir cennet?

        şimdi oturda düşün, madem Adem yasak meyveyi yediği için cennetten kovularak yer yüzüne gönderildiyse (yemeseydi gönderilmeyecekti) ve eğer halife Allahın emir ve yasaklarını yer yüzünde uygulayan kişiyse, adına cennet denilen özel bir bölmeye alınıp yeryüzüne gönderilmesini engellemek amacıyla yasak koymaya kalkmanın mantığı nerede?

        inandırıcı bir cevabın vardır herhalde?

  80. sarp mustafa dedi ki:

    “kuranı kerim baştan sona mesaj içerir.. bunu her defasında söylüyorum.. ayetleri sadece lafzi olarak okuduğumuz zaman bunu fark edemeyiz.. araf suresinde geçen şeytanın adem ve eşini kandırması kıssasında son derece hikmetli mesajlar vardır.. anlayacağın cennetteki yasak ağacı bir an olsun bir sembol olarak düşün.. bu sembolde “haram” olsun.. yani ne olduğu önemli değil meyve= haram olarak düşün.. hz. adem ve eşinin bu harama yaklaşmaması gerekiyordu… peki yaklaşırlarsa ve o haramı yerlerse ne olur.. işte kuranın mesajı;” kadir denen düşünme yetisi eksik varlıktan alıntı.

    sen buna tanrısal mesaj diyorsan senin tanrın ezik oğlu ezik, aklı yetileri dünyanın en zeki insanından bile ddaha ezik bir yaratıcıdır.

    Tanrı: Bu agacın meyvelerinden yemek yasak sana ey adem.
    Adem: Peki tanrım ama neden?
    Tanrı: Sen kimsin bana nedenini soruyorsun yasak işte!!!
    Adem: Yersem ne olacağını bilmediğim şeyden nasıl korkarım tanrım? Belli ki yersem ölmeyeceğim ki zaten ölümsüzüm. Peki neden yasak.
    Tanrı : Ulan sebebini söylemeyecem işte sormasana.
    Adem : İyi de tanrım şimdi sen bana şeytanlık yapıyorsun, bilmediğim birşeyi karşıma çıkardın ve bundan yeme diyorsun. Benim ilgimi ve merakımı ona yönlendiriyorsun. Sebebini söyle ki bende yemeyeeyim.
    Tanrı : Yersen zalimlerden olursun…
    Adem : Alt tararfı bir meyve…
    Kadir : Hayır o meyve değil! Sembolik olarak düşün adem, o haramdır.
    Adem : Nasıl yani haram? Haram ne ki? Bana haram öğretilmedi? Tanrım ne diyor bu insan?
    Tanrı : Dur sen karışma az kadir biz hallediyoruz kendi aramızda.
    Kadir : Tanrım nasıl karışmayayım baksana adam meyve diyor. Bilmiyor ki bunun haram olduğunu. Sen niye öğretmedin bu adama haramı?
    Tanrı : Sadakatini sınıyorum ben onun ey kadir! Bana koşulsuz itaat edecek mi bakıyorum.
    Kadir : Hee tanrım tamam pardon. Kusura bakma yırtık dondan çıkar gibi girdim araya, siz devam edin.
    Tanrı : Anladın mı adem o bilmediğin şeyi senin gözüne soktuğum halde, merak etmeyeceksin ve yemeyeceksin. Zaten merak etme ben sonra sana onu yedirtecem, cennetimden kovduğum şeytan benden gizli cennetime girecek benim haberim olmadan ve havvayı kandıracak ona yedirecek ve havva da sana yedirecek,
    Adem : Ah anladım şimdi tanrım sağol.
    Kadir : İşte adem bu iş böyle tanrının hikmeti sorgulanmaz! Ne derse itaat edeceksin. Sebebini bilmesende sormayacaksın, düşünmeyeceksin, lan sen kimsin ki tanrıyı sorguluyosun herhgele…
    Adem : Affet abi bilemedim ben onu…

    • sarp mustafa dedi ki:

      kadir’e yazdım bu yazıyı. Cevapla butonuna basmamışım.

      • kadir dedi ki:

        ssayın sarp mustafa…

        anlatmış olduğun masal saçmalıktan ibarettir.. düşünülmeden yazılmış bir yazı olduğundan
        cevap vermek istemiyorum.. kuranın “ben insanları ve cinleri ancak beni tanımaları için yarattım” ayetini anlamış olsaydınız. böyle yazmazdınız..

        saygılar..

      • sarp mustafa dedi ki:

        Cevap vermen için yazmadım zaten :). Cevap verebileceğin bir şey yok ortada. Anlattığım masaldır zaten ve saçmadır :). Bunu okuyan herkes anlamada sıkıntı yaşamadan anlar. Amaç içindeki MESAJI anlayıp anlamadığınızdır :D. Her ottan çöpten deli gibi mesaj çıkarıyorsunuz ya bilal le ikiniz. Ve yine sadece ikiniz kuranın ilmini anlayacak doğru mesajı alacak kapasitedesiniz ya, ondan yazıldı bu. Gelen okusun ve görsün diye.

      • karaca dedi ki:

        adama bak bir de zaten masaldır diyor
        insanların zihinlerini bulandır
        ondan sonra masaldır de
        zaten masallar la uğraşa uğraşa masallık duruma gelmişsin

      • sarp mustafa dedi ki:

        karaca zekasız zekasız konuştuğun için sana orada “MESAJI” diye kocaman yazdım ama hala anlamada büyük bir sorun yaşıyorsun ya sana ne diyelim? Kurandaki ve anlatılan masalları dinlerken önemli olan mesajdır dersiniz, anlayın diye size masallı örnek verdim bu seferde masal olduğu için kabul etmiyorsun. Size nasıl ulaşabileceğimizi şaşırdık lan biz :D. Ama zeka yetin olmadığını bağnazlığının ve cehalatinin seni düşürdüğü durumları gayet net biliyorum. O yüzden de seni çok umursamıyorum. Dedim ya eşşekle etme muhabbet küstürürsün, silme cam kırığıyla poponu kestürürsün. can kırığıyla bi tarafı silmek nekadar tehlikeliyse senin gibi cahille muhabbette okadar tehlikeli.

    • karaca dedi ki:

      verilen örnek beş para etmez var sen bunu 3 yaşındaki
      çoçuklara anlat yeni bir hurafe daha çıkmış
      kaynak :sarp mustafa

      • sarp mustafa dedi ki:

        hurafeyi örneklerle anlatınız yazımda gördüğünüz nedir 😀 ? 3 yaşındaki çocuklar bunu senden daha iyi anlarlar. Aslında haklısın anlayan kitleye hitab etmek gerekir :D.
        3 yaşındaki çocuklarla bile aşık atamayacak zeka yoksunu bir insan varmış
        kaynak: karaca

    • 1okuyucu dedi ki:

      Sarp Mustafa;

      eğer Adem babamız yasak meyveyi yemeseydi, bugün burada yazışamıyor olacaktık, yani hepimiz var oluşumuzu Adem babamıza borçluyuz, o nedenle Adem babamıza ne kadar teşekkür etsek yine de hakkını ödeyemeyiz, helâl sana Adem baba, iyiki yemişsin yasak meyveyi?

      yalnız şöyle bir sorun var, bazılarının iddia ettiğine göre Adem babamızın yediği yasak meyve yeryüzü cennetindeymiş, eğer yasak meyve yeryüzündeyse umulmadık bir anda karşımıza çıkabilir,

      örneğin; bir kalabalık içerisinde (lokanta olabilir, aile ortamı olabilir veya misafirlikte olabilir) yediğimiz bir meyve yasak meyve olabilir, aniden ayıp yerlerimiz pat diye herkese görünür olur, bu durumda acayip madara olmamız işten bile değil, hatta o sırada topluluk içerisinde tecavüzcü Coşkun da varsa, tecavüze uğramamız işten bile değil,

      bence yasak meyve yeme olasılığını bertaraf etmek için ya meyve yemekten vazgeçmeliyiz, yada yanımızda incir yaprağı veya incir yaprağının yerini tutacak (kâğıt havlu olabilir) her hangi bir şey bulundurmalıyız, tabi bu arada yasak meyve yeme durumunda ayıp yerlerimizi örteceğimiz nesnenin iki adet olacağını söylemeye gerek yok,

      not, mesajını cevap vermek için e-mailimden silmedim ama forumdaki yoğun mesaj trafiği nedeniyle gecikmeli cevap vermek zorunda kaldım.

      • sarp mustafa dedi ki:

        1okuyucu;

        Yok yok artık korkmamıza gerek yok, çünkü adem neslinden geliyoruz, o yüzden adem babamız yediği için bütün insanların tekrar o meyveyi yemesi gerekmiyor :). Babamız yemiş zaten o meyveyi :D.

        Şaka bir yana çevirilerini okuduğum eski yazıtlarda da aden bahçesi diye bahsedilen cennet bahçesinin dünyada olduğu yazılıyordu. Hatta cehenneminde aynı şekilde dünyada olduğunu yazmışlar. Tam olarak nereydi hatırlamıyorum ama çok açık şekilde cehennemin olduğu yeri tarif etmişler tabletlerde. Hatta cehennemin 7 kapısından bile bahsetmişler.

        Yani seninde dediğin gibi burdan çıkaracağımız sonuç;
        “Cennet ve cehennem yeryüzündedir.” Ama bu çok büyük sorun olurdu müslümanlar için. Ney müslümanlar düşünsünler.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Sarp Mustafa;

        —“Cennet ve cehennem yeryüzündedir.” Ama bu çok büyük sorun olurdu müslümanlar için. Neyse müslümanlar düşünsünler. (senden alıntı)

        yanılıyorsun, cennet atta gitti, geriye cehennem kaldı,

        aslında düşünülecek çok şey var, ben bir tanesinden söz edeyim,

        diyelim ki zuzu kabilesi Müslümanlığı kabul eti ve şeriatla yönetilmeye başlandı,
        derken vatandaşın biri cinayet işledi, açtılar kitabı kısas ayetine baktılar, birde gördüler ki ayette hür, köle, kadın ifadeleri var, “yahu biz katili cezalandırma konusunda Kuranın tanrısı ne emir vermiş ona bakmak istiyorduk, nereden çıktı bu hür, köle, kadın ifadeleri” diye haliyle Araplara soracaklar, bu durumda Araplarda, “o konu arap saçına döndü, iyisimi siz hür, köle, kadın ifadelerini görmemezlikten gelin işi tazminatla halletmeye çalışın” demekten başka çözüm yolu öneremeyecekler herhalde,

        tabi bu arada Araplara, “yahu Kuranın tanrısının statü ve cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı ataerkil toplum yapısını esas alarak kısas ayeti düzenlemesinin mantığı nedir? yoksa Kuranın tanrısı toplumların yapılanma şeklinin öyle olduğunu mu sanıyor, yada Kuranın tanrısı toplumların yapısının öyle olmasını mı istiyor ? diye soracaklar, hemde haklı olarak soracaklar, çünki ayetin tam anlamıyla uygulanabilmesi, kölelik düzeninin olduğu cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı ataerkil bir toplum yapısıyla mümkün, (kölelik düzeni kalktığı için ayet ancak cinsiyet ayırımı gözetilerek uygulanabilir)

        bakacaklar ki Araplar toz olmuş, bu seferde “yahu nereye gittiniz daha ayetin iniş sebebini de soracaktık” diyecekler?

        neyse şimdilik bu kadar yeter,

      • sarp mustafa dedi ki:

        klavye berbat olduğundan yazılar yarım çıkıyor bazen :D. en sonda yazdığım “Ney” değil “neyse” olacaktı.

      • sarp mustafa dedi ki:

        @1okuyucu

        Kesinlikle katılıyorum düşünülecek çok fazla şey var. Ve gördüğüm kadarıyla sen düşünüyorsun, bende kendimce düşünüyorum ve tutarlı bir taraf bulamadığımız (örnek olarak senin yukarıda anlattığın gibi) şeylerde müslüman kardeşlerim kendilerine ne söyleyerek kandırıyorlar? Bize anlattıklarını kabul etmiyorum, çünkü onlarda tutarsız, bir tarafı kurtarırken diğer tarafı batırıyorlar. Peki bizim göremediğimiz ve onların bildiği şey ney? Bize neden söylemiyorlar? Çünkü bize anlattıkları hikayelerle kendilerini bile inandırmaları mümkün değil, ben inanmıyorum. Bildikleri bu sırrı öğrenmek istiyorum :). Kendilerine ne diyerek, kendilerini ikna ediyorlar? Yoksa diğer konularda bahsi geçmişti hatırlıyorum okuduklarımı, “acaba ya tutarsa” diyerek mi inanıyorlar… Belki onlardan biri bu muhabbetimize katılır ve bizimle paylaşır.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Sarp Mustafa;

        —Peki bizim göremediğimiz ve onların bildiği şey ney? Bize neden söylemiyorlar? Çünkü bize anlattıkları hikayelerle kendilerini bile inandırmaları mümkün değil, ben inanmıyorum. Bildikleri bu sırrı öğrenmek istiyorum (senden alıntı)

        dinler, her şeyin ölümle biteceğine inanmak istemeyenlere, (öbür dünya veya ahiret inancı) öbür dünya yaşamını vaad eden yegane ve tek seçenektir, yani öbür dünya inancı olanların yönünü döndükleri mecburi istikamettir,

        biri çıkıp her şey ölümle bitmiyor, başka bir dünyada yaşam devam ediyor deseydi ve başkaca bir şey söylemeseydi, bu söylemi duyanlar verdiğin bilgi için teşekkürler der geçerdi,

        ama o biri devamında, tanrı beni elçi tayin etti, ben tanrının emir ve yasaklarını tebliğ etmekle görevlendirildim, bana inananlar öbür dünyadaki cennette ödüllendirilecek, inanmayanlar cehennemde cezalandırılacak derse, o zaman işin rengi değişir?

        haliyle bu söylemlere tanık olanlar, muhtemelen ” tanrının elçi gönderdiğini ve seninde tanrının elçisi olduğunu nereden bilelim, ya yalan söylüyorsan?” sorusunu sorarlardı,

        bu durumda, tanrının elçisi olduğunu söyleyen kişi, elçi olduğunu tanrı ispatlayamışken, kendisinin ispatlamasının söz konusu olamayacağını ama öbür dünya beklentisi içerisinde olanların büyük olasılıkla kendisine inanma eğilimi göstereceklerini tahmin ettiği için ispatlama faslını pas geçip soruya “ya doğru söylüyorsam” diyerek cevap verdiğinde, doğru söyleyip söylemediği konusunda tereddüte düşenler içerisinde öbür dünya inancı olanlar, cehennem şıkkını göz önüne alarak fazla istekli olmasalar da kendilerini inanmak zorunda hissedeceklerdir, inanmaya hazır olanlar ise gözü kapalı inanacaklardır,

        zaten tanrının elçisi olduğunu iddia edenlerin, taraftar toplamada en önemli kozu, cehennemle korkutmak olmuştur, getirdiği dini sorgulamaya kalkanların, kalplerinde eğrilik olan cehennemlikler olduğunu söyleyerek, inanırlarının sorgusuz sualsiz gözü kapalı kendisine biat etmelerini sağlamıştır,

        işte işin sırrı burada, dinlere inananlar bazı şeyler akıllarına yatmasa da, anlatılan kıssalar mantık kurallarıyla bağdaşmasa da, “ya doğruysa” söylemini göz önüne alarak, her şeyi olduğu gibi kabullenip cenneti riske atmak istemiyorlar, hele sorgulayıpta cehennemliklerden olmayı düşünmek bile istemiyorlar,

        işte, gözü kapalı biat etmeye şartlandırılmış olanlar, kendisini din alimi olarak takdim edenlere de gözü kapalı inanma eğilimi gösteriyorlar,

        örneğin; saldırıya uğrayan birinin saldırıyı bertaraf etmek için, (kendini saldırgana karşı savunmak için) birilerinden izin almasının gerekmediğini ahmaklar bile biliyorken, (serçe bile yumurtalarına musallat olan tilkiyi gagalıyarak yumurtalarını koruma refleksi gösterirken)

        Müslümanlara farz kılınan savaşın savunma savaşı için olduğunu söyleyenlerin İslâm alemince rağbet görmesi ancak gözü kapalı inanmaya şartlanmışların yapacağı bir davranıştır,

        halbuki farz kılınan savaşın savunma savaşı olmadığını anlamak için Bedir, Uhud, Hendek savaşlarında savaş farz kılınmasaydı, Müslümanlar kendilerini savunmayacaklar mıydı? sorusunu kendilerine sorsalardı, kendilerini savunmak zorunda kalan toplumların kendilerini savunmak için bir yerlerden izin almaları gerekmeyeceğini anlarlardı,

        kaldı ki Muhammede, müminleri savaşa teşvik et diyerek savaş çığırtkanlığı yapan bir tanrı söz konusuyken, din Allahın oluncaya kadar onlarla savaşın diyen bir tanrı söz konusuyken, Kuranın tanrısını savaş yanlısı göstermemek için üstelik mantık kurallarını da hiçe sayarak farz kılınan savaşın savunma savaşı olduğunu söylemek insanların aklıyla alay etmektir,

        akılları sıra Kuranın tanrısını barış yanlısı gibi göstermeye çalışarak, tanrılarını savunduklarını sanıyorlar, aslında böyle yaparak hem tanrılarını hemde kendilerini madara ediyorlar, çünki bir varlığın kendisini savunmak için birilerinin izin vermesini beklemeyeceğini kargalar bile biliyorken bir tanrının bilmemesi mümkün mü?

        onların cevap veremeyeceklerini bildiğim için ben bir şeyler söyleme gereği duydum,

        sanırım inanma sebeplerinin insan psikolojisiyle ilgili olduğunu anlamışsındır.

  81. toro dedi ki:

    Sayın Havacı,

    Size bir sorum olacak! Diyelim ki çocuğunuz hayatının kalanında gideceği yönü belirlemek ve toplumda oluşan sistemde kendine yer bulabilmek için bir sınava girmek ve o sınavı mutlaka kazanmak zorunda! Kendini bir birey olarak ancak bu şekilde kanıtlayabilir. Bu arada sınavı hazırlayan otorite sınava girenlere sadece bir soru soracağını ve sadece bu soruyu bilenlerin kendilerini ispatlamış sayılacağını söylüyor! Sınav sonucunun hiç bir şekilde değişmeyeğide ayrıca belirtiliyor! Başvurular yapıldığında bir bakılıyor ki sınava sizin çocuğunuzun haricinde sadece bir başka adamın çocuğu başvurmuş!

    Neyse sınav halka açık ve sözlü olarak yapılacak, etraf hınca hınç dolu ve herkes otoritenin soracağı soruyu bekliyor! Otorite kürsüye çıkıyor , sizin çocuğunuzla diğer adamın çocuğuna bir cisim gösteriyor ve ”bunun adı nedir” diye soruyor?

    Sizin çocuk o cismi hayatında ”hiç” görmediğinden adını bilemiyor ama diğer adamın çocuğu şaşkın bakışlar altında cismin adını söylüyor! Ortalık bir anda yıkılıyor, diğer adam ve çocuğu kürsüye çıkarılıyor, tebrik ediyor ve soruyu soran otorite tüm kalabalığın önünde size dönerek ”bu adamın çocuğu sizin çocuğunuzdan daha akıllı” diyor. O an ne hissedeceğiniz sizin hayal gücünüze kalsın!

    Neyse oradan çocuğunuzla beraber kaçarcasına uzaklaşıyorsunuz! Ertesi gün televizyonunuzu açtığınızda bütün kanalların bir son dakika haberini verdiğini görüyorsunuz! Bu bir gizli kamera görüntüsü ve bu görüntüde sizin ve diğer adamın çocuğuna soruyu soran otoritenin diğer adamın çocuğuna soruya konu olan cismin ismini ezberlettiği görülüyor! Ne hissedeceğinizi yine sizin hayal gücünüze bırakıyorum!

    Sorum şu, son derece güvendiğiniz ve çocuğunuzun geleceğini belirlesin diye çocuğunuzu sınava tabi tutmasına izin verdiğiniz OTORİTE nin bu yaptığına (kayırma) ne dersiniz? Sonrasında OTORİTE ile işbirliği yaparak sizin çocuğunuzun hakkının yenilmesine karşılık kendi çocuğuna bir hak kazanan adamı nasıl değerlendirirsiniz?

    Arkadaşlar soru cevap vermek isteyen herkese açıktır.

    • karaca dedi ki:

      toro

      bedavadan sınava girersen sonuç belli çakmış kalmış çalışmayan çocuk
      öteki çocuk sınava çalışmış bileğinin hakkıyla kazanmış,
      yine sen kurandaki ayete gelmişsin hiç bilenle bilmeyen bir olurmu mantığına
      olur, çalışanda bu sınavı kazansın çalışmayanda o zaman sınavın ne özelliği
      kalır,her önüne gelen nasılsa sınav hikaye geçeceğiz diye sınava niye çalışsınki
      çalışana bir ödül verilmeli kiymetli bir ödül sınavı kazanmak isteyenler bu ödül
      için çalışsınlar soruları bilsinler ödülü hak etsinler
      öyle bedavadan sirke yok çalışan kazanacaktır.
      ödül herkese açık değil sadece çalışanlara açıktır
      bu soruyu niye sordun ki bunun cevabını biliyor olman gerekir.

      • karaca dedi ki:

        toro

        Sınav sonucunun hiç bir şekilde değişmeyeğide ayrıca belirtiliyor
        sizden alıntı
        senin dinden anladığın bu olmalı toro sınav sonucunun değiştirilmeyeceği
        değiştirilmeyen şeyleri ben sana sayayım
        sınav ortamı değiştirilmeyecek,sınavı yapanlar değiştirilmeyecek
        istisnasız bu sınava herkes girecek,kopya çekilemeyecek,iltimas geçilmiyecek
        çalışmayanlara sen bu sınavın olacağını bilmiyormuydun niye çalışmadın denilecek
        sorular hep aynı olacak,sonuçlar belli olduktan sonra değiştirilmeyecek yaz boz olmayacak
        e şimdi kazananlara sen niye kazandın senin sınav sonucunu iptal ediyorum deme hakkı yok Allah haksızlık yapmaz kim neyi hak etmişse hanesine onu yazar,
        ben seni akıllı biri sanırdım,insanların dinde yaptıkları yozlaşmaya sende inanır olmuşsun
        sorduğun soru bunu gösteriyor
        sonuç değişirmi kazanan kazanmıştır çakan çakmıştır
        sen şimdi ne kazananlar hanesini artırabilirsin
        nede çakanlar hanesini değiştirebilirsin olan olmuştur
        zapt altına alınmıştır
        bu zapt daha önce yazılmadı bu dinde yozlaşma yapmak isteyenlerin uydurdukları bir hurafedir.

      • sarp mustafa dedi ki:

        Karaca senin zekanın yeterli olmadığını daha net anlıyorum. Bu hikayede sınava çalışmayan çocuğu nerden bulup çıkardın? Ve öbür çocuuğun sınava çalıştığını nerden çıkardın? Hikayeyi okudun mu? okuduysan senin adına üzülmeye başlıyorum. Hikaye nerde sen nerdesin? Sözümü geri alıyorum sen düşünebilen ve zeka sahibi olan bir varlık olamazsın…

      • 1okuyucu dedi ki:

        karaca;

        —bedavadan sınava girersen sonuç belli çakmış kalmış çalışmayan çocuk
        öteki çocuk sınava çalışmış bileğinin hakkıyla kazanmış, (senden alıntı)

        anlatılan kurguda kopya konusu irdeleniyor, bunu anlayamış olmanı hayretle karşılıyorum

    • karaca dedi ki:

      söylediğinin bir mantığı olsa kabul edilebilir
      diğer çocuğa yaratıcı tarafından sorunun cevabı ezberletilmiş iltimas yapılmış diyorsun
      bu mümkün değil.ancak ve ancak istismarcılar tarafından ortaya atılmış bir fitne ve fesaddan başka bir şey değil bunu kim diyor kaynağın ne açıkla bu söylediğin bir yaratıcıya yapılmış bir iftiradır. sokak dedikodusundan başka bir şey değildir.
      böyle inanıyor ve düşünüyorsan yazık.aklını kullanamıyorsun demektir. bunları size kim öğretiyor bu inanışa nereden nasıl varıyorsunuz
      verdiğin örnek tamamen yanlış,Allah kimseye iltimas geçmez ,sorduğu sorular öyle gizli kapaklı bir kısım kimselere gizliden söylenmiş ezberletilmiş değildir. sorular gayet açık ve seçiktir. kimseden gizlenmemiştir aksi durumda haksızlık yapılmış olur Allah haksızlık yapanları sevmez Kendiside haksızlık yapmaz
      ortaya sürülen Allaha yapılmış haksızlıktan öteye geçmez
      hurafeciler yaptıklarından sorumludurlar.
      seninde bu hurafeyi akıl süzgecinden geçirmemene ne diyebilirim

      • toro dedi ki:

        Sayın Karaca,

        Siz burada yenisiniz galiba! Ben kaynağı olmayan ya da doğrulanamayan hurafelerin temsilcisi değilim! Tam tersi bir noktadayım! O nedenle dayanağım ya da kanıtım olmadan ya da mantıksal bir mutabakata ulaşacağımızı düşünmeden bir yorumda bulunmam!

        Sorunun ana muhatabı ya da sizin kadar CESARETLİ başka birileri de cevaplarını paylaştığında, sizinle bu hikayenin gerçek figürlerini tanıştıracağımdan şüpheniz olmasın!

      • toro dedi ki:

        Sayın Karaca,

        Bu arada ben yazımın her hangi bir yerinde bir tanrıdan bahsetmişmiyim?

        Diyelim ki bahsettim, siz niye alındınız, yoksa tanrı sizmisiniz?

    • 1okuyucu dedi ki:

      toro;

      —Sorum şu, son derece güvendiğiniz ve çocuğunuzun geleceğini belirlesin diye çocuğunuzu sınava tabi tutmasına izin verdiğiniz OTORİTE nin bu yaptığına (kayırma) ne dersiniz? Sonrasında OTORİTE ile işbirliği yaparak sizin çocuğunuzun hakkının yenilmesine karşılık kendi çocuğuna bir hak kazanan adamı nasıl değerlendirirsiniz? (senden alıntı)

      kopya verenle kopya alanın yaptığı ahlaksızlığın tiksinti duyulacak iğrenç bir ilişki olduğunu söylemeye gerek yok, kopya alan çocuk kopyanın ahlâksızlık olduğunu öğrendiğinde hem kopya verenden tiksinti duyacak, hemde haksız yere sınavı kazandığını anlamanın vereceği psikolojiyle kendisinin matah bir şey olmadığını anlayacak, yada kopyayı işine geldiği için normal bir şeymiş gibi savunmaya kalkacak, kopya veren tarafından ödüllendirildiği hissine kapılıp kendisini matah bir şey sanacaktır, sınavı kaybeden ise kendisine oynanan iğrenç oyunu öğrendiğinde kopya verenle kopya alandan tiksinti duyacağı muhakkak,

      bu kurguda babaların niye yer aldığını anlayamamış olsamda, çocuklar için söylediklerim babalar içinde geçerli, tek fark kendisine kopya verilen çocuğun babasının kopyanın ahlâksızlık olduğunu zaten biliyor olması,

      özetle, kopya vermek ve almak haksızlığa yol açan ahlâksız bir eylemdir,

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        ”bu kurguda babaların niye yer aldığını anlayamamış olsamda” senden alıntı

        :))

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        ben bahsettiğin sınavı, Kuranın tanrısının yarattığında hiçbir şey bilmeyen Ademe bir şeyler öğreterek (kopya vererek) bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini tasvir ettiğini sandığım için babalar bunun neresinde diye sormuştum, hatta o sınav yapılırken analar neredeydi? o konuda her hangi bir açıklamama yapmamışsın diye soracaktım ama birilerininde dedeler, nineler, dayılar, amcalar, halalar, teyzeler, bilumum sülale neredeler? diye sormalarından çekindim

        eğer seni yanlış anlama durumuna düştüysem, bi el at ta çukurdan çıkayım?

        Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. (bakara-30)

        Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi. (bakara-31)

        Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler. (bakara-32)

        (Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi. (bakara-33)

        bu ayetlerde bana ters gelen bir şey var,

        sanki melekler “hiçbir şey bilmeyen birini mi halife olarak atayacaksın” demişler gibi, Kuranın tanrısı önce “ben sizin bilemeyeceklerini bilirim” diyor, Ademe bir şeyler öğrettikten sonra meleklere meydan okuyarak, “eğer sözünüzde sadık iseniz, bana şunların isimlerini bildirin” diyor, tabi melekler kendilerine öğretilmediği için haliyle bilemiyorlar,

        Adem meleklerin bilmedikleri şeylerin isimlerini sayınca Kuranın tanrısı “Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim?” gibi bir savunmayla hava atıyor, demek ki Kuranın tanrısının, semâvat ve arzda görülmeyenleri, meleklerin gizli ve açık yapmakta olduklarınızı bildiğini ispatlayabilmesi için Ademin kendisine öğretilen isimleri sayması gerekiyormuş???

        yani anlatılan kıssada, meleklerin “yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?” sorusunun cevabı yok,

        uydurulmuş masallarda mantık mı arıyorsun? dediğini duyar gibiyim.

    • toro dedi ki:

      Sayın Havacı,

      Bana bir cevabınız olacak mı, ya da bu konuya dair yorum yapmayacağınızı bana bir kelimeyle bildirme inceliğini gösterecek misiniz?

    • toro dedi ki:

      Sanırım Sayın havacının verecek bir cevabı yok,

      O halde artık ne söyleyeceksek söyleyelim,

      ‘’Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’ Bakara,30-Diyanet
      ‘’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.’’ Bakara,31-Diyanet
      ‘’Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.’’ Bakara,32-Diyanet
      ‘’Allah şöyle dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Adem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.’’ Bakara,33-Diyanet

      1- ‘’Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’(meleklere)
      2-’’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti’’
      3- ‘’Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.’’
      4- ‘’(melekler) Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur’’
      5-’’Allah şöyle dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.”
      6- ‘’Adem, meleklere onların isimlerini bildirince’’
      7- Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim DEMEDİM Mİ?” dedi

      ‘’DEMEDİM Mİ’’
      Sizce Kuran’ın Tanrısı burada ne yapıyor? Kendisinin sadece kendisine itaat ve ibadet etsinler diye yarattığı meleklere KENDİNİ kanıtlamaya mı çalışıyor?
      Yani Bakara,30 ayetinde kendisini sorgulayan meleklere söylediği “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” sözünün gereğini mi yapıyor?
      Peki nasıl yapıyor? İddiasını kanıtlamak için kullanacağı Adem’i önceden AYARLAYARAK MI?
      O halde hiç kimsenin şüphesi olmasın ki ADALET diye bir şey gerçekten VAR!!!

      Ama daha mühim bir şey var! Tanrısı Adem’e neyi öğretiyor? Üstün gelmek için hile yapmayı dolayısıyla üstün gelebilmek için geride bırakması gerekenin hakkını yemeyi,
      yani kötülük yapmayı!

      Sonra size şeytan nasıl olurda yaratıcısına isyan edebilir diye sorduğumuzda kendinizi bile inandırmaktan uzak gerekçeler üretmek zorunda kalıyorsunuz! Halbuki bizzat tanrının hile yapmaya başladığı yerde mantıksal hiç bir kaidenin kalmayacağını ve bu durumdan en az bu durumu yaratanın yani tanrının şikayetçi olabileceğini düşünmeye yanaşmıyorsunuz!

      İşte böyle düşündüğünüzde şeytanın tanrısına hangi cesaretle isyan edebildiğini tanrısının ise onu doğrudan cezalandırmak yerine neden istediği süreyi verdiğini anlayabilirsiniz! Çünkü Kuran’da ki tanrı herşeyi başlatanın yani bu durumun ortaya çıkmasını sağlayanın yani sorumlunun KİM olduğunu iyi biliyor!

      • karaca dedi ki:

        Basit bir cevab vereyim

        bu şlemi yarım bırakmış allah,olay halen devam ediyor. melekler,neyi bilemediklerini neyi anlıyamadıklarını halen anlamış değiller,taki kıyametten sonra neyi bilemediklerinin cevabını alacaklar.ademin soyundan gelenlerden cennetlik olanların ne şartlar altında
        cenneti hak ettiğini öğrenecekler,yaratıcının bu sözününün [ben sizin bilmediklerinizi bilirim]sözünün arkasındaki hikmeti anlayacaklar yüce allah melekleri de haksız çıkarmayacak söyledikleri sözü yerde bırakmayacak cehennemdekileri örnek göstererek
        siz bunları kast ettiniz benim kast ettiklerim ise işte cennetlik olanlar onlar benim rahmetime ulaşmış kişiler diyecek bu mertebeye hiç biriniz ulaşamadı ulaşması da yaratılışınızın gereği mümkün değil diyecek
        olay bu kadar basit
        iblis de burada hatasını görecek,allah katında gerçeleşen söz yerde bırakılmayacaktır böylece herkes ne olduğunu nereye ait oldunu tam olarak bilecek bir daha tekerür
        etmeyecek.
        istiyorsan itiraz edebilirsin farklı yorumlar da getirebilirsin

      • 1okuyucu dedi ki:

        karaca;

        —melekler, neyi bilemediklerini neyi anlıyamadıklarını halen anlamış değiller (senden alıntı)

        Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. (bakara-30)

        aksine, melekler neyin ne olduğunu Kuranın tanrısından daha iyi anlamışlar?

        meleklerle Kuranın tanrısı arasında geçen diyalogda, melekler insanın yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek bir varlık olacağını bilmişler ama Kuranın tanrısı bunu bilememiş, şimdi gerçeği öğrendiğine göre herhalde meleklere bilgiçlik taslama huyundan vaz geçer?

      • toro dedi ki:

        Sayın Karaca,

        Kusura bakmayın ama sizin kafanız hayli karışmış! Zannederim ki siz kuranın tanrısının asında siz olduğunu iddia etmezsiniz! Çünkü kuranda ki tanrının muhataplarını kendisine çağırmak ve bunu niçin yapmaları gerektiğini göstermek için onlara gönderdiği söylenen kitapta YAZMAYANLARI yani yazmadığı için muhatapları tarafından bilinemeyecekleri sadece kuranın tanrısı anlatabilir!

        Dolayısıyla aşağıda örnekleyeceğim sözlerinizde ki yüklemlerin sahibi bir tanrı olmalıdır;

        ”bu şlemi yarım BIRAKMIŞ allah,olay halen devam EDİYOR. melekler,neyi bilemediklerini neyi anlıyamadıklarını HALEN ANLAMIŞ DEĞİLLER,TAKİ kıyametten sonra neyi bilemediklerinin cevabını ALACAKLAR.ademin soyundan gelenlerden cennetlik olanların ne şartlar altında
        cenneti hak ettiğini ÖĞRENECEKLER,yaratıcının bu sözününün [ben sizin bilmediklerinizi bilirim]sözünün arkasındaki hikmeti ANLAYACAKLAR yüce allah melekleri de haksız ÇIKARMAYACAK söyledikleri sözü yerde BIRAKMAYACAK cehennemdekileri örnek göstererek
        siz bunları kast ettiniz benim kast ettiklerim ise işte cennetlik olanlar onlar benim rahmetime ulaşmış kişiler DİYECEK bu mertebeye hiç biriniz ulaşamadı ulaşması da yaratılışınızın gereği mümkün değil DİYECEK
        iblis de burada hatasını GÖRECEK,allah katında gerçeleşen söz yerde BIRAKILMAYACAKTIR böylece herkes ne olduğunu nereye ait oldunu tam olarak BİLECEK bir daha tekerür
        ETMEYECEK.”Sizden alıntı

        ”istiyorsan itiraz edebilirsin farklı yorumlar da getirebilirsin” sizden alıntı

        Bu durumda ben bir tanrıya nasıl itiraz edebilirim ki ya da onu nasıl farklı şekilde yorumlayabilim?

      • Havacı dedi ki:

        Sevgili Toro,
        Önceki münazaradan biraz alınganlık gösterdiniz ama sorunuza cevap vermek gereği duydum. Size alıntıyla cevap veriyorum.
        “Halife, kendisine otorite tarafından verilen görevleri, onun yerine kullanan kişidir. O halde insan mâlik değildir, o sadece Allah’ın temsilcisidir ve kendisine gerçek Hâkim tarafından verilenler dışında hiçbir güce sahip değildir. Bu nedenle, kendi istediklerini yapma hakkına sahip değildir. Onun görevi, temsil ettiği otoritenin isteklerini yerine getirmektir. Eğer verilen yetkileri kendisinin sanır veya bu yetkileri kendi arzularına göre kullanırsa veya bir başkasının hâkimiyetini kabul edip, onun isteklerine boyun eğerse, bu isyan ve ihanet olur.

        Bu soru itiraz amacıyla değil, mesele hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak amacıyla sorulmuştur. Melekler, Allah’ın hiçbir işine itiraz edemezler. Onlar Halife denince, yaratılacak varlığa bazı güçler verileceğini anladılar; fakat böyle muhtar bir yaratığın, evrenin zorunlu kanunlarla yönetilen düzenine nasıl uyum sağlayacağını anlayamadılar. Kendisine muhtariyet verilen birinin yaşadığı evrende, düzenin nasıl devam edebileceğini de anlayamadılar.
        Bununla, halifeliği kendilerinin hakettiğini ve bu yüzden Halifeliğin kendilerine verilmesi gerektiğini söylemek istemiyorlardı. Söylemek istedikleri şuydu: “Biz senin emirlerini boyun eğerek, itaatle ve isteyerek yerine getiriyoruz; bütün evreni temiz ve düzen içinde muhafaza ediyoruz ve seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz. Bu nedenle niçin bir halifeye ihtiyaç duyulduğunu anlayamıyoruz.”

        Arapça “tesbih” kelimesinin iki anlamı vardır; “kutsamak” ve “isteyerek çalışıp, elinden geleni yapmak”. Takdis de “kutsamak ve temizlemek” anlamlarına gelir.

        Bu, meleklerin ikinci şüphesine verilen cevaptır: “Siz bir halife tayin edilmesinin hikmetini anlayamazsınız. Sizin hizmetleriniz, benim katımda bulunan amacı yerine getiremez. Ben, sizin bahsettiğiniz hizmetlerden daha fazlasını istiyorum. Bu nedenle yeryüzünde bir insan yaratacağım ve ona bazı güçler vereceğim.”

        Bize daha fazla bilgi verilmediği için ancak bu kadar yorum yapabiliriz.

      • toro dedi ki:

        Sayın havacı,

        Sürekli benim alınganlık yaptığımı söylemeniz hoş olmuyor! Öncelikle şunu baştan belirtelim, ben sizi alındığım için uyarmadım, bana benim size hitap etmediğim şekilde hitap etmeye başladığınız için uyardım! Bunu da yine seviyeyi hiç bozmadan yaptığımı düşünüyorum!

        Şimdi gelelim konumuza!

        Bakın yazınızın sonunda bir cümle kuruyorsunuz;

        ”Bize daha fazla bilgi VERİLMEDİĞİ İÇİN ancak bu kadar yorum yapabiliriz.” Sizden alıntı

        Ama bu cümlenin kurulmasından önce bu cümledeki önermeye aykırı şekilde ”kuran’da yazmadığı için” bilmeniz mümkün olmayan şeyleri biliyormuş gibi yazıyorsunuz. Örneğin;

        ”Bu soru itiraz amacıyla değil, mesele hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak amacıyla sorulmuştur.” sizden alıntı

        Bu sorunun soruluş amacının ne olduğuyla alakalı yorum yapabilmek için bu sorunun soruluş amacının doğrudan melekler ya da kuranın tanrısı tarafından size iletilmiş olması gerekir! Böyle bir sonuca ulaşmak için doğrudan olayın kahramanlarından almanız gereken bilgi size nasıl ulaşmıştır?

        ”Melekler, Allah’ın hiçbir işine itiraz edemezler. Onlar Halife denince, yaratılacak varlığa bazı güçler verileceğini ANLADILAR;” sizden alıntı

        Siz meleklerin ne ANLADIĞINI nereden biliyorsunuz?

        ”fakat böyle muhtar bir yaratığın, evrenin zorunlu kanunlarla yönetilen düzenine nasıl uyum sağlayacağını ANLAYAMADILAR.Kendisine muhtariyet verilen birinin yaşadığı evrende, düzenin nasıl devam edebileceğini de ANLAYAMADILAR.” sizden alıntı

        Siz meleklerin neyi ANLAYAMADIKLARINI nereden biliyorsunuz? Melekler mi yoksa kuran mı söylüyor size?

        ”Bununla, halifeliği kendilerinin hakettiğini ve bu yüzden Halifeliğin kendilerine verilmesi gerektiğini söylemek istemiyorlardı. Söylemek istedikleri şuydu: “Biz senin emirlerini boyun eğerek, itaatle ve isteyerek yerine getiriyoruz; bütün evreni temiz ve düzen içinde muhafaza ediyoruz ve seni hamd ile tesbih ve takdis ediyoruz. Bu nedenle niçin bir halifeye ihtiyaç duyulduğunu anlayamıyoruz.”sizden alıntı

        Bu parağrafta da bilmeniz mümkün olmayan şeyleri bildiğinizi iddia etmek yerine meleklerin tanrıyı açıkça ”Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” şeklinde sorguladıklarını da görmezden geliyorsunuz!
        Burada görmeniz gereken size göre ”tanrılarına iteat eden ve bütün evreni temiz ve düzen içinde tutan” tutan meleklerin kendi yaptıkları işin aksinin bozgunculuk ve kan dökücülük olduğunu söyleyemeyecekleridir! Sadece verileni bilebilen varlıkların mevcut durumun dışında bir durumu tasvir edebilmesi ve bu tasvirle tanrılarının yapacağını söylediği eylemi sorgulayabilmesi nasıl mümkün olur?

        ”Bu, meleklerin ikinci şüphesine verilen CEVAPTIR: “Siz bir halife tayin edilmesinin hikmetini anlayamazsınız. Sizin hizmetleriniz, benim katımda bulunan amacı yerine getiremez. Ben, sizin bahsettiğiniz hizmetlerden daha fazlasını istiyorum. Bu nedenle yeryüzünde bir insan yaratacağım ve ona bazı güçler vereceğim.”sizden alıntı

        Evet yazınızın sonunda yaptığınız ve benim yazımın başına taşıdığım yorumunuz ne kadar doğruysa yukarıda yaptığınız yorumlarda o kadar yanlıştır!

    • kadir dedi ki:

      sayın toro…

      sınavı kazan tarafın otoriteye rüşvet vermediği varsayımı altında düşünürsek. ortada bir haksız rekabet olduğu kesindir.. eğer otorite o çocuğun kazanmasını istemiş ve kazandırmış ise ortada yine bir hak yeme ve haksız rekabet vardır.. eğer olayı hz.adem kıssasına getiriyosan ki öyle.. hz. adem ile melekler arasında bir yarış yoktur. her varlık kendi iihityaçlarına uygun bilgiye sahiptir..

      sayın toro.. bende sana bir soru soruyorum.. allah seni sınava tabi tutmuşta beni tutmamış mı? sana verdiği fazla imkanlarla bana verilen az imkanları aynı sınavamı tabi tutmuş. sen okuyup, çabalayıp öğrendin, ben öğrenmedim. seni daha değersiz, beni değerlimi kılmış,

      allah adildir. her kuluna çalıştığı kadar verir. her insanı imkanları dahilinde sınava tabi tutar. bu verdiğin örnek çok saçma olmuş..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Size ve sayın bilal’e benim icadım olan ve daha önce hiç kimsenin görmediği dolayısıyla gösterip adını söylemediğim içinde kimsenin adını bilemeyeceği bir cisim göstereceğimi söylesem ve bana bu cismin adını söyleyin desem, söyleyebilirmisiniz?

        Yani sizi adını sadece benim bildiğim bir şeyle sınadığımda ve o şeyin adını herhangi birinize söylemediğim taktirde ikinizden birinin cismin adını bilerek diğerine üstün gelme şansı varmı?

        Peki ben aranınzdan birinin kazanmasını özellikle istiyor olayım! Şeyin adını mesela bilal bey’e öğreteyim! Bilal Bey’de benden öğrendiği ismi söyleyerek sizi sınavda geride bıraksın! Bana sadece şunu söyleyin sizi adil bir şekilde test edeceğine inandığınız benim, bu yaptığım hileyi öğrendiğinizde vereceğiniz tepki ”sınav yapanın kimin kazanacağını belirleme hakkı da vardır” şeklinde tezahür edermiydi?

        Ben size ne yapmış ve hileme ortak ettiğim diğer kişiye neyi öğretmiş oldum? Paylaşırsanız sevinirim!

        Bu arada ayetleri açıkça yazdım,olaylar benim kurgum değil doğruluğundan şüpheniz olmayan bir kitabın kendi kurgusu! Dolayısıyla saçmalık olarak yorumlamak şeklinde tezahür eden eleştirilerilerinizin gideceği yeri önceden hesaplayın!

      • toro dedi ki:

        -Ek-

        Sayın Kadir,

        ”hz. adem ile melekler arasında bir yarış yoktur. her varlık kendi iihityaçlarına uygun bilgiye sahiptir..” sayın kadir’den alıntı

        Sanırım bunun değerlendirmesini sizin algınızın çok daha üzerinizde bir algıya sahip olmasını bekleyeceğimiz tanrı daha iyi yapacaktır!

        Bu durumda soruyu ona şu şekilde sormanızda fayda vardır!

        ”her varlık kendi ihityaçlarına uygun bilgiye sahip” olduğuna göre meleklerin kendilerinde olmayan bir bilgiyi bilmelerini nasıl bekledin?

        Cevabı bizimle de paylaşırsanız, sevinirim!

  82. kadir dedi ki:

    sayın sarp mustafa…

    “Cevap vermen için yazmadım zaten :). Cevap verebileceğin bir şey yok ortada. Anlattığım masaldır zaten ve saçmadır :). Bunu okuyan herkes anlamada sıkıntı yaşamadan anlar. Amaç içindeki MESAJI anlayıp anlamadığınızdır :D. Her ottan çöpten deli gibi mesaj çıkarıyorsunuz ya bilal le ikiniz. Ve yine sadece ikiniz kuranın ilmini anlayacak doğru mesajı alacak kapasitedesiniz ya, ondan yazıldı bu. Gelen okusun ve görsün diye.” sizden alıntı..

    “biz yerleri ve gökleri bir amaç için yarattık”
    “biz yerleri ve gökleri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.”

    allahın yaratmasında muhakkak bir amaç olduğu gibi.. kuran ayetlerininde bir amacı vardır. zaten amacı olmadığını düşünenler onu anlamakta güçlük çekerler.. bilal kardeşim veya diğer müslüman kardeşlerim kendi dinlerini nasıl anlıyorlarsa öyle yorumluyorlar. ama hepimiz allahın varlığında ve birliğinde buluşuyoruz. ayrıca kuranın mesajını herkes anlayabilir. yeterki onu bir amaç ile oku..

    kimse başkasının günah yükünü çekmeyecek. ben bir müslümanım. kuranı bir amaç ile okuyup anlamaya çalışıyorum. ben sevabımında, eğer var ise yanlışımında hesabını beni yaratana vereceğim. kuranı yanlış anlamaktan ve ayetleri kasten çarptırmaktan her zaman allaha sığınırım..

    • sarp mustafa dedi ki:

      Şimdi anlatacağıma ister inanın ister inanmayın, samimiyetle kanıtlayabilirim anlatacağım hikayeyi. Ben dinini çok iyi bilmeyen ama hocaların anlattıkları etrafımda sayılan sevilen adamlardan duyduğum kadarıyla yaşamaya çalışırdım. Açıp kuran meali falan okumuşluğum yoktu. Hatta öyle bağlıydım ki eşimle nişanlıyken kapanması konusunda onu zorladım ve tesettür giydirdim. Çünkü benim bildiklerim böyleydi. ben 31 yaşımdayım ve çok değil daha 6 ay öncesine kadar aynı kafadan gitmekteydim. 6 ay önce kuranda ne yazdığını bilmek istedim, ulan bu kitap bize gönderilmiş ama içinde ne yazıyor bilmiyorum dedim ve deli gibi meallerini okumaya başladım. (Bak meallerini diyorum meal değil 10 larca kitaptan farklı farklı bakarak). başlar başlamaz saçmalıkları gördüm, ilk gördüklerimden biri;

      Bakara 6.7. ayetler:
      Ne yazdığını zaten biliyorsunuz, kendime direk şu soruyu sordum;
      -Onlar ne olursa olsun inanmayacaklar deniyor, peki bu adamlar asla ve asla ne olursa olsun inanmayacaklarsa, NEDEN allah kaplerini mühürleyip gözlerine kulaklarına ot tıkıyor? Hangi aptal insan “olacağı kesin birşeyi bildiği halde, la dur ben bi de şunların gözlerine perde kulaklarına ot tıkayayım kaplerini de mühürleyeyim de müslüman olmasınlar” der? Ulan zekadan yoksun adam o adamı bıraksanda zaten müslüman olmayacakmış. ne diye hala engellemek için uğraşırsın. Allah gaybı bilmiyorsa böyle bi önlem almaya çalışır. ki öyle bir allah yok kuranda.

      Allah: Ey müslümanlar onları boşverin bunlara ne yaparsanız yapın müslüman olmayacaklar, ama durun işi garantiye alalım ben gözlerin bir perde, kulaklarına tıkaç, kalplerine mühür vurayım. Ne olur ne olmaz eşşeği sağlam kazığa bağlayalım ki imana gelmesinler ilerde.

      Böyle birşey mümkün mü? Daha en başından falso bir kere. Yani şunu kafanızdan sökün ben kendi adıma kuranı daha iyi bilebilmek için kuranı araştırmaya başladım ama sizin bahsettiğiniz gibi bir kitap değil. Bunu sizin görememenizi anlamıyorum. Bağnazlığa ve biat kültürüne bağlıyorum. Bağnazlık ve biat kişiliğim yoktur. Ne olduğunu sizi görünce anlıyorum.

      • karaca dedi ki:

        sarp mustafa

        ne yani inanmak istemeyene Allah zorlamı inandıracaktı.
        bakaradaki bu ayet bir tespit yapıyor görgü ve tespit tutanağı gibi
        mevcut olanı bildiriyor.zaten ben oları zorla inandırırım deseydi akıl ve mantık
        dışı olurdu.Allah bir tespit yapmış bunu da bakarada izah etmiş bunu anlıyamıyormusunuz
        bu kişilerin kalpleri allah tarafından mühürlenmemiştir. onlar kendi kalplerini mühürlemişlerdir. mevcut durumu da Allah bakarada izah etmiş onların kalpleri mühürlenmiştir diye bu kimseler kendi kalplerindeki mühürleri açmak istemedikten sonra
        Allah mı zorla açacak söylediğinin hiç bir mantığı yok
        senin anladığın insanların kalbini Allah mühürler allah açar şeklinde olmuş
        Allah böyle bir yetkiyi kendisinde niye görsünki
        ayette belirtileni sen anlıyamamışsın
        kalpleri mühürlü olmak kulun kendi kalbini kendisinin mühürlemesi,Allahın da bu tespiti yapmış olması ve durumu beyan etmesidir.basit birşeyi anlıyamamışsınız

      • sarp mustafa dedi ki:

        karaca ya sen farklı bir kitaptan bahsediyorsun ya ben. Ben kurandan bahsediyorum arkadaşım senin konuştuğun hangisi? Böyle bir yere varamayız arkadaşım. Getir şu senin okuduğun çevirileri burda paylaş bir kaynak göstererek. Anlaşılan benimde kaynak göstermem gerekiyor ki sen hangi kitaptan bahsettiğimizi anla.

        imam iskender ali mihr.
        Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.

        Abdullah Parlıyan : Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de gerçekleri görmeye engel bir perde vardır; böylelikle gerçeği görmezler, en büyük azap onlara hazırlanmıştır.

        Bayraktar Bayraklı : Bu nedenle Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir perde çekilmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.

        Diyanet İşleri (eski) : Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir.

        Diyanet Vakfi : Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

        Elmalılı Hamdi Yazır : Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azîm bir azaptır

        Yaşar Nuri Öztürk : Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.

        karaca senin bu son tartışmam. Çünkü hiçbirşey bilmeyen bir insanla tartışmak aptallıktır. ve senin ne olduğunu bu paylaştığım meallerden kendinde anlayabilirsin. Sorularına KAPAK gibi cevap niteliğinde dir bunlar.

        Senden ricam bir daha benim msjlarıma cevap verme. Cevap verme dememin nedenini her gelen insan bunları okudukça anlayacaklardır. Senden kaçtığım falan yok. Sakın egonu besleme. Sana bir çorum atasözünü söyleyeyim şaka mahiyetinde 🙂 cahille etme muhabbet küstürürsün, silme cam kırığıyla düürünü kestirirsün. İkiside çok zararlı şeyler.

      • sarp mustafa dedi ki:

        @karaca
        “bu kişilerin kalpleri allah tarafından mühürlenmemiştir.” bu yazına cevaptır yukarıda verdiğim ayetler. Gören olursa anlamayabilir diye ekliyorum buraya.

  83. karaca dedi ki:

    ortada mevcut bir akis durum varsa insan inanmamakta direnirse kulaklarını tıkarsa pislikleri yaparak
    bu inancını desteklerse,Allah ne yapacak bu insanların kalbini zorlamı açacak veya zorla mı iyiliği emredecek Ancak yapacağı şu, neler olabileceği hakkında bilgilendirmek,durumlarını tespit ederek
    bunu beyan etmektir.Siz bu tespiti niye yapıyorsun gibisine konuşuyorsunuz sonrada yapılan bu tespite kendi tespitiniz olmadığı gibi alenen itiraz ediyorsunuz Allahın yaptığı bir tespit ve tutanaktan ibarettir. sen ondan sonra bu tutanağa itiraz et varmı böyle bir şey
    Allahın kula zorla yaptırdığı bir şey yok Allah böyle bir yetkiyi kendisinde görmez
    Ancak mevcut durumu tespit ederek gereğini yapar kuluna da yaptığı tespiti izah eder.
    Bitti.

    • kadir dedi ki:

      sayın sarp mustafa….

      “gerçek şu ki gerçeğin üstünü örtenleri uyarsanda, uyarmasanda onlar için birdir. onlar inanmazlar.. ” (bakara-6)

      “kavmi salihe; ey salih sen bizi uyarsanda uyarmasanda bizim için birdir. sana asla inanmayacağız. ”

      bak bu ayetlerde inkarcıların tutumlarını fark edebiliyomusun. diyorlarki “uyarsanda, uyarmasanda bizim için fark etmez. bizim için sen bir hiçsin..”

      daha peygamberleri dinlemiyorlar bile.. sorgusuz sualsiz inkar edip gerçeğin üzerini örtüyorlar.. kendi kaplerinin üzerlerini örtmüşler.. allahta bunu tastiklemiştir. yani kendi tutumları öyle bir noktaya gelmişki asla inanmayacaklar.. işte mühürleme budur.. karaca kardeşimin dediği gibi durum tespitidir.. yüce allah hiçbir zaman insanın iradesine karşımaz. bu allahın sünnetine aykırıdır.. karışmış olsaydı eğer aksine herkes hidayeti bulurdu..

      saygılar..

      • sarp mustafa dedi ki:

        “daha peygamberleri dinlemiyorlar bile.. sorgusuz sualsiz inkar edip gerçeğin üzerini örtüyorlar.. kendi kaplerinin üzerlerini örtmüşler.. allahta bunu tastiklemiştir. yani kendi tutumları öyle bir noktaya gelmişki asla inanmayacaklar.. işte mühürleme budur.. karaca kardeşimin dediği gibi durum tespitidir.. yüce allah hiçbir zaman insanın iradesine karşımaz. bu allahın sünnetine aykırıdır.. karışmış olsaydı eğer aksine herkes hidayeti bulurdu..”

        yukarıda karacaya yazdığım mealler gayet açıktır. Ama benim hatam sizlerin allahın okey arkadaşları olduğunuzu unutmamdır. “daha peygamberleri dinlemiyorlar bile.. sorgusuz sualsiz inkar edip gerçeğin üzerini örtüyorlar.. kendi kaplerinin üzerlerini örtmüşler.. allahta bunu tastiklemiştir” mührü de sen bastın yolladın muhammede vahiy olarak herhalde?

        “karaca kardeşimin dediği gibi durum tespitidir..” arkadaşım durum tespiti dediğin “onlar siz ne yaparsanız yapın inanmazlar” buraya kadar olanıdır. gerisi allahın müdahale ettiğinin ispatıdır. Kendi varsayımlarınızla kuranın saçmalıklarını anlamlandırma çabalarınız boşadır. Aptal değilsen meallerin ne kadar açık olduğunu görürsün.

        imam iskender ali mihr.
        Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem’î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.

        Abdullah Parlıyan : Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözlerinin üzerinde de gerçekleri görmeye engel bir perde vardır; böylelikle gerçeği görmezler, en büyük azap onlara hazırlanmıştır.

        Bayraktar Bayraklı : Bu nedenle Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir perde çekilmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.

        Diyanet İşleri (eski) : Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir.

        Diyanet Vakfi : Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.

        Elmalılı Hamdi Yazır : Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş ve gözlerine bir perde inmiştir ve bunların hakkı azîm bir azaptır

        Yaşar Nuri Öztürk : Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür.

        Bi zahmet okey arkadaşınıza bir daha kitap yollarsa mealleri şöyle göndermesini söylersiniz;

        “Allah onların kalplerinin ve kulaklarının kurana karşı kapalı olduğunu bilir ve bunu tasdik eder” diye yollasın. Siz daha iyibilirsiniz gerçi, nasıl yollaması gerektiğini.

        Bilal denen zat gibi, ben sizden de bir meal kitabı bekliyorum. Bu yukarıya yazdığım adamların hepsi salak. Hepsi aptal hepsi mal ki sizin kadar anlayamıyorlar bu kitabı… Böyle bilgisiz adamların meal yazmasına neden izin veriyorsunuz sayın karaca ve kadir? Sizin gibi alimler neden bilgilerini müslüman aleminden esirgiyorlar?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —daha peygamberleri dinlemiyorlar bile.. sorgusuz sualsiz inkar edip gerçeğin üzerini örtüyorlar.. (senden alıntı)

        peygamberi dinleseler ne olacak, o zaman peygamber olduğunu ispatlayamamış birine, ispat aramadan mı inanacaklar?

        eğer gerçeğin ne olduğunu soruyorsan,

        bir tanrı insanlarla kontak kurmak istiyorsa bunu tayin ettiğini ispatlayamadığı bir beşer vasıtasıyla değil, tüm insanlarla kontak kurarak yapar, inandırıcı olmak isteyen bir tanrı böyle yapar, çünki gerçek tanrı kafalarda kuşku bırakacak bir eylemde bulunmaz???

        şu inanma işini bir irdeleyelim,

        peygamber gönderdiğini ispatlayamamış bir tanrıyla, peygamber olduğunu ispatlayamamış bir insan, adına Kuran denilen kitapta bir araya gelmişler, üstelik tanrıdan geldiği söylenen kitabın tanrının gönderdiğinin ispatı yokken, söz konusu kitapta biri tanrı olduğunu ispatlamaya çalışıyor, diğeri peygamber olduğunu ispatlamaya çalışıyor,

        nasıl ispatlamaya çalışıyorlar,

        soru: Muhammedin tanrının elçisi olduğunun kanıtı var mı?
        cevap; tanrı Kuranda Muhammedin elçisi olduğunu söylüyor
        soru: Kuranı tanrının gönderdiğinin kanıtı var mı?
        cevap: Muhammed Kuranı tanrının gönderdiğini söylüyor,

        peygamber olduğunu ispatlayamamış bir insan, peygamber gönderdiğini ispatlayamamış bir tanrı söz konusuyken???

        ben tanrının elçisiyim diyene inanmayanların olacağı da açıktır, çünki tanrının elçi gönderdiği iddiası ispatlanamadığı sürece hiçbir inandırıcılığı yoktur???

        o nedenle, ben tanrının elçisiyim diyen birinin kendisine inanılmasını beklemesi, ancak her şeyin ölümle bittiğine inanmak istemeyenlerin (ahiret inancı) beklentilerine cevap veren söylemlere inanma eğilimi göstereceklerini bilmesiyle açıklanır???

        yani, ben tanrının elçisiyim diyen birine inanmak, ancak her şeyin ölümle bitmesine inanmak istemeyenlerin, yani öldükten sonra başka bir yerde tekrar yaşamayı umanların gösterdiği inanma eğilimidir, çünki ortada beklentilerini karşılayan, öldükten sonra öbür dünyayı vaad eden başka bir seçenek yoktur, ben tanrının elçisiyim diyende insan oğlunun bu psikolojisini bildiği için umut tacirliği yaparak taraftar toplayacağını bilir. taraftarlarınada tanrıdan geldiğini iddia ettiği emir ve yasaklara uyanların cennete, uymayanların cehenneme gideceği söyleyerek emir ve yasaklara uyulmasını hedefler, yani kendisine biat edilmesini hedefler,

        tabi bu arada tanrıdan geldiğini iddia ettiği kitabı sorgulayanlar çıkacaktır, onları da kalp gözü mühürlenmiş kitabı anlamayanlar olarak göstermek gerekir ki kendisine inananlar onların sözüne itibar etmesin,

        bu arada, tanrının elçisi olduğunu ispatlayamayan birinin kendisine inanmayanlarında olacağını bilirken, peygamber gönderdiğini ispatlayamayan bir tanrının gönderdiği peygambee inanmayanları top yekün imha edeceğini söylemek tanının zekâsıyla alay etmektir, maalesef tanrının elçisi olduğunu iddia edenler bu gerçeği bildikleri halde tanrının böyle bir şey yaptığını söyleyerek, tanıttıkları tanrıyı geri zekâlı bir varlık durumuna düşürmüşlerdir,

        sanırım gerçeğin beklentilerine cevap veren söylemlere inanma eğiliminde olanların psikolojik bir davranış şekli olduğunu anlayabilmişindir?

        ama sen yinede inanmaya devam et, devam et ki cennet hayalin güme gitmesin?

  84. karaca dedi ki:

    Allah kendisine düşman olanların hakkından gelir.
    bunu da rast gele yapmaz dellilleri ile birlikte ortaya koyar.
    delillerini ortaya koymaz ise zaten haksızlık yapmış olur.
    hiç bir kimseye hüsümeti yoktur kul kendi yaptıkları ile
    kendine dost veya düşman olmuştur. e bu nasıl tespit edilecek
    bunu birinin kayd altına alması gerekmezmi sürekli kayd altına
    alınıyor,ve durumları hakkında bilgi de veriliyor.öyle insanların kalbini
    mühürlemiştir,kapatmıştır.diye bir şey yok kulunun mevcut durumunu
    senden benden daha iyi biliyor
    sen kendi kendine kalbini mühürleyenin kalbinin Allah tarafından kapatıldığına
    mühürlendiğine mi inanıyorsun allah insanlara gıcıkmı gitmiş de bunu yapıyor
    insanların kalbini mühürlüyor Allah böyle bir şeyi yapma yetkisini kendisinde asla görmez
    Ancak kulun istediklerini fazlasıyla verir kötülük istiyorsa fazlasıyla
    iyilik istiyorsa fazlasıyla verir bundan aciz değildir. kulu ne istediyse vermiştir.
    Şimdiki durumu da tespit altına alınıyorsa hata kimin kulun mu Allahınmı
    kullarının durumları hakkında bilgi veriyorsa bu kulu kalbini kendisi mühürlemiştir
    insanlar arasında illaki tasnif yapmak,durumundadır.bu kul kalbini mühürlemiştir
    bu kul kalbi mühürlü değildir demesinden daha mantıklı bir şey olabilirmi
    bunu kapatma ve açmayı yapan Allah değildir. kulun ta kendisidir.
    Allahın yaptığı kulunun durumunu beyan ve izah etmektir. bunda itiraz yoktur.
    ne yani mevcut durumu tutanak altına alınmışsa ne fazla ne eksik
    sen bu tutanağı niye mi tuttun diyeceğiz

    • rammsteinn dedi ki:

      laf şu

      “daha peygamberleri dinlemiyorlar bile.. sorgusuz sualsiz inkar edip gerçeğin üzerini örtüyorlar.. kendi kaplerinin üzerlerini örtmüşler.. allahta bunu tastiklemiştir. yani kendi tutumları öyle bir noktaya gelmişki asla inanmayacaklar.. işte mühürleme budur..

      ayet bu
      Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir
      ——-

      insan aklını zorluyorsunuz.
      insan kendi kalbini mühürlemiş. tanrı da tasdiklemiş.

      peygamber tanrıya diyorki
      “hasan,osman,ali kalbini sana kapatmış”

      tanrı
      “evet tasdikliyorum”

      tanrı ne zamandır noterlik yapıyor?
      ayet ortada “allah mühürlemiştir”
      ama işinize gelmeyince evirip çevirip istediğiniz yere getirmeye çalışıyorsunuz.
      biz ayetin bir kelimesini değişiklik yapsak hakaretin küfrün bini bi para.

      kuranı türkçe okuyup anlamayan dindar,
      anlayan ateist olur.

      sarp anlamış olayı

      • karaca dedi ki:

        Aynen doğrudur.Kurana kısmen tutanak gözüyle bakmak gerekir.
        meydana gelen bir olayın,polisin yaptığı,görgü ve tespit tutanağı gibi
        tutanakta ,varsa şahısların kimlikleri olayın mahiyeti,saati,gün
        tarih,gibi unsurlar tutanakta yer almıştır olay haricinde bilgi bulunmaz
        aynı mantıkla kurana da mevcuttur.olay meydana gelmiştir.
        tarafların kimlikleri [kafir olduğu .azgınlıkta ve sapıklıkta sınır tanımadıkları,
        inançlı olup olmadıkları, yaptıkları işlerden haber verilmesi,allahın ayetlerinin inkar edilip edilmediği,peygamberlere yapılan hal ve hareketler,peygamberlerin yaptıkları, daha pek çok unsur] bu tutanağa girmiştir.dikkatli bakıldığında bunlardan pek farklı bir bilgi bulunmaz,ilgili zamanda bu olaylar olmuş bu ta tespit edilmiştir.
        olaylarda sahıslara tanımlama yaparken polis şu ifadeleri kullanır
        hırsız,şupheli,katil,dolandırıcı,yankesici,gibi toplum tarafından bilinen tanımlar,
        tutanağa işlenmiş bir cinayetin zanlısının hırsız olarak geçtiği düşünülebilirmi,
        hırsız derseniz olayın failine konuyu manasından ve maksadından uzaklaştırılmış anlaşılmaz bir yapıya dönüştürmüş olursunuz
        tutanakta bu cinayetin failine katil olarak tanımlama yapılması gerekir.
        kalpleri mühürlü olanlar ifadesine Allahın ne tanım koymasını bekliyoruz
        kuranda bunu nasıl ifadelendirecekti.
        bu kimselerin kalplerini ben mühürledim demiyorki
        bu kimselerin kalpleri mühürlüdür diye tespitte bulunuyor.
        kuran meali,arapca bilme ile tam olarak ne demek istediği yansıtılmışmıdır.
        buna bakmak gerekir.
        bu farklar gözden kaçırılmışmıdır. düz bir mantıkla mı meal verilmiştir.
        meali veren kimse ayetin ne demek istediğini anlamış ona göre mi meal vermiştir.
        bunların incelenmesi gerekir.
        ingilizce bir metnin anlatmak istediği konunun ne olduğundan habersiz Türkçe
        metne çevrilebilir
        bu çevrimi yaparken ingilizce bilen bir kimse bunu yapabilir
        bu çevrim yazar tarafından ifadelendirilen hususlar tam manasıyla türkçe metne çevrilmişmidir. buna bakmak gerekir. siz bunu türkçe okuduğunuzda esas yazarın
        söylemek istediğinden uzaklaşabilirsiniz konuyu anlasanız bile kısmen anlamış olabilirsiniz
        bana kalırsa,kuran düz bir metin şeklinde çevrilmemeli,
        demek istedikleri tam manasıyla anlaşıldıktan sonra meal hazırlanabilir
        bunu da her önüne gelen ben arabca biliyorum diye meal hazırlarsa olacağı budur.
        esas olan kuranı indirenin söylediğidir.
        kuranı bu açıdan değerlendirip verdiği mesajları anlamaya çalışmalı
        amacından uzak çevrimleri doğruymuş gibi kabul etmek
        insanların birbirleri ile sürtüşmelere sebebiyet verdiği anlaşılıyor.
        keşke arap dilini tarihini edebiyatını kültürünü yaşam tarzlarını hata olmayacak
        şekilde bilmiş olsak bu meallerin amacından uzak verilip verilmediğini anlayabilsek
        Düz bir metin gibi meal verir iseniz olacağı budur.

      • 1okuyucu dedi ki:

        karaca;

        —keşke arap dilini tarihini edebiyatını kültürünü yaşam tarzlarını hata olmayacak
        şekilde bilmiş olsak bu meallerin amacından uzak verilip verilmediğini anlayabilsek (senden alıntı)

        Kuranı anlayabilmek için arap dilini öğrenmeye gerek yok, Arap dilini bilen toplumların İslâm dinini nasıl yaşadıklarına bakarak Kuran hakında fikir sahibi olabilirsin,

      • karaca dedi ki:

        Demekki bu kullarına gıcık gitmiş

      • karaca dedi ki:

        rammsteinn
        tanrı ne zamandır noterlik yapıyor?
        sizin yazınızdan alıntı
        yine basit bir cevap
        ezelden beri noterliğini yapıyor tabi sizin anladığınız
        manada noterlik olmasa gerek
        tuttuğu tutanakdan da insan aklına hitap
        ederek zaman zaman insana haber veriyor
        benim gazabım var önlem ve tedbirini al sonra
        gazabımdan kurtulamasın diyor
        yaratıcı bizleri korumak istiyor
        o kimsenin kalbini mühürlememiştir.
        kulu kendi kalbini kendisi mühürlemiştir.
        mühürlü kalplerin açılmasını istiyor
        sana akıl verdim yol göstericin aklın diyor
        ilahi mesaj budur.
        daha ne yapacak
        Allah noterliğini böyle yapıyor

        .

      • toro dedi ki:

        Sayın Karaca,

        Bilinçaltı herşeyin aynasıdır. Hiç beklemediğiniz anda sizin konrolünüzden çıkar ve kontrollü olarak asla dile getirmek istemeyeceğiniz şeyleri dile getirmenizi sağlar!

        Örneğin;

        ”benim gazabım var önlem ve tedbirini al sonra
        gazabımdan kurtulamasın diyor
        yaratıcı bizleri KORUMAK istiyor” sizden alıntı

        Sorunun kaynağını ne güzel dile getimiş bilinçaltınız! Demek ki tanrı insanları KENDİSİNDEN koruyor! Yani demek ki yapabileceklerinin farkında olan ve yapabileceklerinin birilerine zarar vereceğini bilen bir tanrıyla karşı karşıyayız! Dolayısıyla bu şiddete eğilimli yönünün farkında olan tanrı bu yönünü bastıramayacağının bilinciyle insanı KENDİSİNE karşı dikkatli olmaya çağırıyor!

        Sayın karaca sizi böylesi gaflara yelken açan yorumları yazmaya zorlayan birisi mi var?

    • sarp mustafa dedi ki:

      @karaca

      “sen kendi kendine kalbini mühürleyenin kalbinin Allah tarafından kapatıldığına
      mühürlendiğine mi inanıyorsun allah insanlara gıcıkmı gitmiş de bunu yapıyor
      insanların kalbini mühürlüyor” senin cümlen.

      Bayraktar Bayraklı :”Bu nedenle Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir.”

      arkadaşım ayet bu!!

      Oku bakalım bir orada şöyle bişey mi yazıyor : “Bu nedenle allah insanların kendi kalplerini mühürlediklerini bilir.” siz niye ayetleri kafanıza göre değiştirirken hiç çekinmiyorsunuz? Allahtan da mı korkmuyorsunuz? Tabi ki korkmuyorsunuz :D. Sonuçta sizinki işi garantiye almak, ya varsa diye. Ama Ayetleri değiştirmek çok büyük günah dikkat edin!!! Eğer gerçekten kuran yaratıcıdan geldiyse sizin de akıbetiniz bizimkinden farklı olmaz…

  85. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal Kardeşim,
    هبوط ‘’ ise, destekli,yani ayağı yere basarak derece derece inmeye çalışmak diye açıklamışsınız.
    Bu ifadeniz inmek manasına gelmez mi? Siz Kadir Bey’in dediği gibi Yeryüzü Cennetinin var olduğunu mu söylüyorsunuz? Bunun dayanağı var mı? Hz.Adem Cennetten kovulduğunda zaten dünyada mıydı? Yani Hz.Adem’in cennetten ayağı yere basarak derece derece inmesi yerine kolundan tutulduğu gibi yaka paça atıldığını (bunu sizin نزول tanımından çıkarıyorum) mı kabul edeceğiz? Cennet dünyanın üzerinde bir yer mi ki oradan dünyaya atılsın? Eğer atıldıysa kolu bacağı kırılmadı mı, paraşüt mü kullanmıştı? Ne kadar yüksekten atılmıştı, belli bir yükseklikten sonra oksijen ve hava sıcaklığı azalır, özel teçhizat mı kullanılmıştı? Neden bize fazla bilgi verilmeyen müteşabih ayetleri açıklamaya bu kadar gayret ediyorsunuz?
    Sizden alıntı aşağıda.
    “Sn.Kadir beyin Adem’in cenneti ve ‘’هبط ‘’ ile ‘’نزل ‘’ kelimeleri hakkındaki açıklamasının konuyla ilgili ayetlerin mesajına mutabık olduğunu düşünüyorum.Bu nedenle sn.kadir bey kardeşimize aynen katılıyorum. Çünkü, ‘’نزول ‘’ yukarıdan,havadan desteksiz,yani ayağı yere basmadan inmektir.’’هبوط ‘’ ise, destekli,yani ayağı yere basarak derece derece inmeye çalışmak veya bulunduğu konum ve yüksek derecelerden mahrum kalmak gibi anlamlara gelir. Kur’an’dan nice örnekler verilerek aşağıdaki arapça metninde delillleriyle birlikte bu konu detaylı bir şekilde anlatılmıştır…”

    • bilal dedi ki:

      Sn.Havacı kardeşim,

      Özellikle burada çok değerli bir bilgi paylaşımı yaptığınızdan ve çok güzel açıklamalarda bulunduğunuzdan dolayı size size çok teşekkür ediyor,yüce Allah razı olsun diyorum…

      ‘’ Bu ifadeniz inmek manasına gelmez mi? Siz Kadir Bey’in dediği gibi Yeryüzü Cennetinin var olduğunu mu söylüyorsunuz? Bunun dayanağı var mı? Hz.Adem Cennetten kovulduğunda zaten dünyada mıydı? Yani Hz.Adem’in cennetten ayağı yere basarak derece derece inmesi yerine kolundan tutulduğu gibi yaka paça atıldığını (bunu sizin نزول tanımından çıkarıyorum) mı kabul edeceğiz? Cennet dünyanın üzerinde bir yer mi ki oradan dünyaya atılsın? Eğer atıldıysa kolu bacağı kırılmadı mı, paraşüt mü kullanmıştı? ‘’ sizden alıntı’’

      Tabiki hz.Adem’in cenneti nerede olup ve nasıl bir cennet olduğuna dair nasla bildirilen bir bilgi elimizde yok.Bu nedenle bu konuda farklı düşünmek veya yorum yapmak dini açıdan bir sakıncasının olmadığını düşünüyorum……..Fakat, kur’an’dan anladığım kadarıyla ilgili ayetlerde hz.Adem’in içinde bulunduğu cennet ahiretteki ebedi cennet olmayıp,dünya üzerinde kendisine tahsis edilen geçici bir dünya cenneti olduğuna dair nice işaretler vardır. Bu nedenle biz de hz.Adem’in bulunduğu cennetin bir dünya cenneti olduğuna dair ayetlerden anlaşılan işaretleri aşağıya alıyoruz…

      1-Ahiretteki ebedi cennete yasak diye bir şey söz konusu olamaz,oysa burada hz.Adem ve eşine bir yasak konulmuştur.

      2- Burada hz.Adem bir sınava tabi tutulmuştur,eğer bu cennet ahiretteki ebedi cennet olsaydı böyle sınava tabi tutulmazdı,böyle bir sınava tabi tutulmamsı gerekirdi.çünkü söz konusu ahiretteki ebedi cennet mükafat alma yeridir,sınava tabi tutulma yeri değildir.

      3- Ahiretteki ebedi cennete kötülüğün sembolü olan iblisin girerek nüfuz etmesi veya orada vesvese yapması mümkün değildir.halbuki hz.Adem’in cennetine iblis girerek veya orarda vesvese yaparak hz.Adem’in bulunduğu mekan ve nimetlerden mahrum kalmasına sebep olmuştur.

      4-A’RAF-20: Şeytan kendilerine kapalı olan avret yerlerini göstermek için ikisine vesvese yaptı ve dedi ki: Rabbiniz,ancak melek olmayasınız veya burada ebedi kalıcılardan olmayasınız diye sizi bu ağaçtan men etti.’’ şeklinde ayeten de anlaşıldığı gibi gerek şeytan ve gerekse hz.Adem’in bu cennetin ahiretteki ebedi cennet yurdu olmadığına dair bir bilgiye sahip olduklarını göstermektedir,yoksa şeytan onlara ‘’ Burada ebedi kalmayasınız diye….’’ şeklinde bir ifade kullanmazdı.

      5- İşte şeytanın yaptığı bu vesvese ile hz.Adem’de ebedi kalarak ölümsüzleşmek ümidiyle söz konusu ağaçtan yemiştir.

      6-Ebedi cennete ancak ölümden sonra ahirette girilebilir,oysa hz.Adem ölmeden önce söz konusu cennete alınmıştır.

      7-Ahiretteki ebedi cennet yurdunda yasak diye bir şey söz konusu olmaz,oysa burada onlara bir yasak getirilmiştir.

      8-Hz.Adem ve eşi burada yasaklı ağaç ile sınava tabi tutulmuştur,oysa ahiretteki ebedi cennet yurdunda böyle sınav söz konusu değil.

      9- ‘’هبط ‘’ ifadesinden de anlaşıldığı gibi hz.Adem ve eşi adımlarını atarak,yere basarak ve yürüyerek söz konusu cenneten çıkmışlardır.

      10- Eğer yaka paça tutularak melekler tarafından cenneten atılmış olsaydılar,yüceAllah meleklere ‘’haydi Adem ve işini buradan çıkartıp dünyaya götürün veya dünyaya atın ‘’ diye şeklinde bir emir verecekti,ama yüce Allah Adem ve eşinin cenneten çıkmaları için kendilerine emir veriyor. Ayrıca çıkartılmaları için meleklere bir emir vermiyor ki ‘’kolundan tutulduğu gibi yaka paça atıldığını ‘’ diyelim? Demek ki hz.Adem ve eşi bulundukları yerden (cenneten) yürüyerek çıkmışlardır.Bu da gösteriyor ki hz.Adem ve eşinin içinde bulundukları cennet dünya üzerinde idi,yoksa cenneten çıkartılıp dünyaya indirilmeleri meleklerle olacaktı,ama böyle bir durum olmamıştır,çünkü yüce Allah bu emri direk hz.Adem ve eşine yöneltiyor.Bundan da anlaşılıyor ki onlar bulundukları cenneten kendi ayaklarıyla yürüyerek çıkabiliyordular.

      11- Hz.Adem ve eşine tahsis edilen dünya cennetinin bulunduğu yerin rakımı yüksek olduğundan da bu ‘’هبط ‘’ifadesi de kullanılmış olabilir.

      12- TAHA-55.‘’ |مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَىٰ’’ Sizleri ondan (arzdan) yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve tekrar dirilterek oradan çıkaracağız.’’şeklindeki ayetlede yaratılan ilk insanın durumu ve cennete alınması dahil her şey bu arz (dünya) üzerinde olup bitmekte olduğu anlaşılmaktadır…

      13-Ayrıca BAKARA-36.ayete ‘’ yer yüzüne inin…’’ diye hiç bir ifade yoktur. Ayetin meali şöyledir.

      Fakat Şeytan onların ayaklarını oradan kaydırarak, kendilerini içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı. Ve biz de dedik ki; «Birbirinize düşman olarak bulunduğunuz yerden inin. Arzda belirli bir süreye kadar sizin için bir barınak ve belli bir zamana dek yaşamak vardır ’’ şeklindedir.Yani burada ‘’ YER YÜZÜNE İNİN ‘’ diye bir ifade yoktur.

      14-Ayrıca daha önce göstermiş olduğum arapça metninde de hz.Adem ve eşinin bulundukları ‘’cennet ‘’ dünya üzerinde geçici bir dünya cenneti olduğuna dair delilleriyle birlikte ayetlerden nice örnekler verilmiştir.

      İşte bütün bunları göz önünde bulundurduğumuz da anlıyoruz ki hz.Adem ve eşinin bulundukları cennet ahiretteki ebedi cennet yurdu olmadığını ve bunun dünya üzerinde kendilerine tahsis edilen geçici bir dünya cenneti olduğunu anlıyoruz…

      Selam ve saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        şu herkesin ezbere bildiği hikâyeleri anlatarak bir şeyleri savunmaya kalkacağınıza, birazda anlatılan hikâyelerin tutarlı olup olmadığına kafa yorsanız?

        ben, yeryüzüne halife olarak atanacak birinin, doğrudan halifelik yapacağı topluma gönderilmeyip, önce yeryüzünde olduğunu iddia ettiğiniz cennete alınarak, yer yüzüne halife gönderilmesi için yasak meyveyi yeme şartının getirilmesini sormayacağım,

        anlatılan hikâyeye dayanarak bir varsayımda bulunacağım?

        eğer Adem yasak meyveyi yemeseydi ne olurdu?

        verilecek en mantıklı cevap Ademin yeryüzü cennetinden kovulmayacağı şeklinde olur, öyle ya Adem yasak meyveyi yemeseydi, tanrısının koyduğu yasağı! delmemiş olacaktı, dolayısıyla cennetten kovulmayacaktı,

        bu durumda ne olacaktı, Adem kendisine biçilen ömrü tamamladığında yer yüzüne halife olarak gönderilmeden ölüp gidecekti?

        yani gıyabında halife ilân edilmiş bir varlık, halifelik görevine başlayamadan atta gidecekti, dolayısıyla var olduğu iddia edilen sınav başlamayacaktı?

        itirazı olanlar gerekçesiyle anlatsınlar,

        —Hz.Adem ve eşine tahsis edilen dünya cennetinin bulunduğu yerin rakımı yüksek olduğundan da bu ‘’هبط ‘’ifadesi de kullanılmış olabilir. (senden alıntı)

        rakımı yüksek yerlere gittiğinde yanına 2 adet havlu peçete al, al ki yanındakilere karşı madara duruma düşmeyesin, biliyorsun yüksek yerlerde kendiliğinden yetişmiş dağ yemişleri var, bunlardan herhangi biri yasaklanan meyve olabilir, farkında olmadan yediğin dağ yemişlerinden biri yasaklanan meyve olabilir, benden söylemesi?

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        eğer Adem yasak meyveyi yemeseydi ne olurdu?
        verilecek en mantıklı cevap Ademin yeryüzü cennetinden kovulmayacağı şeklinde olur, öyle ya Adem yasak meyveyi yemeseydi, tanrısının koyduğu yasağı! delmemiş olacaktı, dolayısıyla cennetten kovulmayacaktı,
        bu durumda ne olacaktı, Adem kendisine biçilen ömrü tamamladığında yer yüzüne halife olarak gönderilmeden ölüp gidecekti?
        yani gıyabında halife ilân edilmiş bir varlık, halifelik görevine başlayamadan atta gidecekti, dolayısıyla var olduğu iddia edilen sınav başlamayacaktı? ‘’ sizden alıntı ‘’

        1-Hz.Adem kendisinden önce ilahi mesajlara muhatap olmayan ve sorumluluk bilinci taşımamış olanların yerine halife olarak seçilmiştir.Yani hz.Adem ilahi mesajların ilk muhatabı kılınan ve sorumluluk bilinciyle yaşayan ilk insandır.

        2-Hz.Adem ilahi mesajların muhatabı kılınarak halife seçilmiş ve bu ilahi mesajların tebliğini yapma görevi kendinden önceki tolumlara değil,sonradan doğucak olan kendi çocuklarına ve nesline yönelik idi.Zira o, ilahi mesajların muhatabı kılınmayan ve kendilerine sorumluluk bilinci verilmeyenlere değil,sonradan dünyaya gelecek olan kendi çocukları ve nesli için halife seçilmiştir.İşte bu nedenle direk kendisine tahsis edilen yeryüzündeki cennete alınmıştır.Çünkü onun halifeliği önceki tolumlara değil, sonradan dünyaya gelecek olan kendi çocukları ve nesli için idi… ‘’الله اعلم ‘’

        3-Bu dünya cenneti sadece hz.Adem ve eşi için tahsis edilmişti,ondan sonra dünyaya gelecek olan bütün nesli için değildi..

        4-Eğer hz.Adem ve eşi yasak meyveden yememiş olsaydılar ölünceye kadar da burada kalarak,çocuk sahibi olacaklardı.Ama bu cennet sadece kendisine ve eşine tahsis edildiği için yine ölümünden sonra çocukları veya nesli burada kalmayacaklardı.Çünkü söz konusu cennetle taltif edilen sadece hz.Adem idi,onun çocukları ve nesli değildi. ’’الله اعلم ‘’

        Hz.Adem’in halifeliği konusu böyle olduğunu anladıktan sonra sanırım sorularınızın cevabını da burada bulmuş olursunuz….

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Hz.Adem ilahi mesajların muhatabı kılınarak halife seçilmiş ve bu ilahi mesajların tebliğini yapma görevi kendinden önceki tolumlara değil,sonradan doğucak olan kendi çocuklarına ve nesline yönelik idi (senden alıntı)

        siz çoğalmanın ensest şekilde olmadığını savunurken Ademin çocuklarının ilkel insanlarla ilişkiye girdiğini söylemiyor muydunuz? ilkel insanla medeni insan bir araya gelerek melez bir türün ortaya çıktığını söylüyordunuz? benim kafam karıştı, yani Adem yasak meyveyi yiyince yeryüzü cennetinden yeryüzüne kovulduğunda, yeryüzünde ilkel insan topluluğu yok muydu?

        —Bu dünya cenneti sadece hz.Adem ve eşi için tahsis edilmişti,ondan sonra dünyaya gelecek olan bütün nesli için değildi.. (senden alıntı)

        dünya cenneti sadece Adem ve Havvaya tahsis edildiyse, demekki dünya cennetinde çoğalma söz konusu değildi, bu da ancak Adem ile Havaya ilişki girmelerini yasaklamakla mümkün? demekki yeryüzü cennetinde yasaklanan şey cinsel ilişkiymiş? oysaki cinsel sorunların tanrıdan vahiy alınmasına engel olduğu, bu nedenle Kuranın tanrısının Muhammedin cinsel sorunlarını halletmeye çalıştığını iddia edenler, yani Muhammedin kadınlara olan düşkünlüğünü bu şeklide açıklamaya çalışanlar, ilişkinin faziletlerini anlata anlata bitiremiyorlar, (sanırım bunlardan biride Gazali)

        yedikleri önünde, yemedikleri arkalarında, önlerinde yayılacakları koskoca bir arazi, yani suç işleyecekleri hiçbir ortam yokken ne olduğu bilinmeyen bir yasak koyup, ondan sonrada yeryüzüne gönderebilmek için o yasağı delmelerini beklemek hangi akla hizmet,

        tıpkı peygamberlere yaptığı gibi, doğrudan yer yüzüne gönderip, emir ve yasaklarını bildirseydi olmaz mıydı? yer yüzüne halife atamayı şarta bağlayıpta şartın gerçekleşmesini beklemek bir tanrının yapacağı bir şey olabilir mi?

        demek ki Adem yasak meyveyi yemeseydi, Adem vadesi dolduğunda ölüp gidecekti, dolayısıyla Ademin nesli diye bir nesil söz konusu olmayacaktı,

        yani biz şimdi varlığımızı şeytana mı borçluyuz?

        (İblis:) Rabbim! Öyle ise, (varlıkların) tekrar dirileceği güne kadar bana mühlet ver, dedi. (hicr-36)

        bu arada şeytan demişken, şeytan hesap gününü nereden biliyordu? hani gaybı Allahtan başkası bilmezdi? demekki Kuranın tanrısı hesap günü bilgisini şeytana vermiş, o halde şeytan, tanrıya isyan edeceğini, Ademle Havvanın cennetten kovulacağını kendisininde bu kovma işine alet edileceğini biliyordu, yani ortada bir danışıklı dövüş var,

        herhalde Kuranın tanrısı kendisine inananları birbirine boğazlatarak şeytana olan minnet borcunu ödüyor, öyle ya şeytan Ademe yasak meyveyi yedirmeseydi, hem kötülükleri üstlenen günah keçisi olmayacaktı, hemde yeryüzüne halife atayacağını söyleyen Kuranın tanrısı halife atayamayacaktı,

        —Eğer hz.Adem ve eşi yasak meyveden yememiş olsaydılar ölünceye kadar da burada kalarak,çocuk sahibi olacaklardı.Ama bu cennet sadece kendisine ve eşine tahsis edildiği için yine ölümünden sonra çocukları veya nesli burada kalmayacaklardı.Çünkü söz konusu cennetle taltif edilen sadece hz.Adem idi,onun çocukları ve nesli değildi (senden alıntı)

        Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)

        yapma Bilâl! yasak meyveyi yedikten sonra cinselliğin farkına varan insanlardan söz ediyoruz,

        hem cennetin sadece Adem ve Havva için olduğunu söylüyorsun, hemde cennette çoğalabileceklerini söylüyorsun, madem cennet sadece Adem ve Havvaya tahsis edildi, söz konusu cennetle taltif edilen sadece ikisi ise, bunun anlamı o cennette başkalarına yer olmadığıdır, ne yani cennette çoğaldıklarında Adem ölünce, Ademin nesline öküz öldü ortaklık bozuldu hadi bakalım ufaktan yaylanın mı? denecekti,

        öyle olsa bile Adem yasak meyveyi yemediği için sınav başlamayacaktı, bu durumda da sınavın başlaması için Ademin neslinden birini cennete alıp yasak meyveyi yemesi mi beklenecekti?

        iyisi mi gel şu yasak meyveyi Ademe yedirelim yoksa ortalık iyice karışacak, zaten Kuranın tanrısı da burada konuşulanları gördükçe, kendi kendine” hay nereden getirdim şu yasak meyve şartını, dilim tutulaydıda getirmez olaydım, doğrudan yeryüzüne göndererek şu halife atama işini halletmek varken ne gerek vardı da yeryüzüne halife göndermeyi yasak meyve yeme şartına bağlama gafletinde bulundum” diyormuş?

        —Hz.Adem’in halifeliği konusu böyle olduğunu anladıktan sonra sanırım sorularınızın cevabını da burada bulmuş olursunuz… (senden alıntı).

        ne demezsin sen cevap vereceksinde ben sorularımın cevabını bulmayacağım, bu mümkün mü?

  86. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “inandırıcı bir cevabın vardır herhalde?”

    sana yazdığım ve ademle eşi kıssasını evir çevir defalarca oku.. kendini inanmak zorunda hissetmeden oku.. belki belli bir standardın üzerine çıkabilirsin.. anlamasanda sen kendin bilirsin..
    buradaki hiçkimseden inandırıcı cevap bekleme.. sen kendi beyninin içindekilerenden inandırıcı cevap bekle.. çünkü seni ancak senin beynin tatmin eder..

    kısa olarak. adem ve eşinin cennette çıplak kalması cinselliği öğretmekle alakalı değildir.. nasilki yeni doğan bir ceylanın doğduktan 15-20 dakika sonra ayaklanıp koşmaya başlıyorsa ve bu onun fıtratında varsa, cinsellikte insanın fıtratında vardır..

    araf suresinde “o eşini sarıp bürüdü, eşide ağır bir yük yüklendi.” işte kuranda cinselliğin oluş sebebi budur. adem ve eşinin çıplak kalması değil.. onların cennette çıplak kalmasının ayrı bir mesajı vardır. senin anlamadığın mesaj..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —şimdi oturda düşün, madem Adem yasak meyveyi yediği için cennetten kovularak yer yüzüne gönderildiyse (yemeseydi gönderilmeyecekti) ve eğer halife Allahın emir ve yasaklarını yer yüzünde uygulayan kişiyse, adına cennet denilen özel bir bölmeye alınıp yeryüzüne gönderilmesini engellemek amacıyla yasak koymaya kalkmanın mantığı nerede? (benden alıntı)

      sen benim beynimi boş ver, yukarıdaki soruya cevap ver.

  87. kadir dedi ki:

    sayın sarp mustafa…

    “Bilal denen zat gibi, ben sizden de bir meal kitabı bekliyorum. Bu yukarıya yazdığım adamların hepsi salak. Hepsi aptal hepsi mal ki sizin kadar anlayamıyorlar bu kitabı… Böyle bilgisiz adamların meal yazmasına neden izin veriyorsunuz sayın karaca ve kadir? Sizin gibi alimler neden bilgilerini müslüman aleminden esirgiyorlar?”

    kalbin müherlenmesi ile ilgili karaca kardeşim çok güzel açıklamış.. defalarca okumanı tavsiye ederim..

    • sarp mustafa dedi ki:

      bende mealleri farklı farklı alimlerden alıp yazdım. Karaca mı alim mealleri yazanlar mı alim? Size o yüzden meal yazın bizde okuyallım dedim. Ayrıca size dedim ki işinize gelmeyen ayetleri eğip büküp zorlama anlamlara sokmayın. Ayetler gayet açık ve nettir. Eğer karacanın açıklamalarına biat edip onlara inanmam gerekiyorsa kuranda bizim için “karacanın açıklamalarına kulak verin onlar en doğrularını bilirler” diye bir ayet olmalıydı. Mealler anlaşılmayacak derecede karmaşıksa allah kitabı için neden apaçık der?

      • Gencer dedi ki:

        Tabii ki çok satmak için Sarp Mustafa.İnsan kendi yoğurduna ekşi der mi?

  88. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “—şimdi oturda düşün, madem Adem yasak meyveyi yediği için cennetten kovularak yer yüzüne gönderildiyse (yemeseydi gönderilmeyecekti) ve eğer halife Allahın emir ve yasaklarını yer yüzünde uygulayan kişiyse, adına cennet denilen özel bir bölmeye alınıp yeryüzüne gönderilmesini engellemek amacıyla yasak koymaya kalkmanın mantığı nerede? (benden alıntı)” senden alıntı..

    hz. adem yeryüzüne gönderilmedi, zaten yeryüzündeydi.. ayrıca halife öncekinin yerine geçen demektir.. hz. ademin halifeliğinin sorumluluğu bilinç ve sorumluluk sahibi olmasıdır.. bu sorumluluğa karşı haram ağaç ilk sınavdır..

    okuyucu beynini tatmin edebildin mi? yoksa inanmayacağın şeyleri sormaya devam mı?

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —hz. adem yeryüzüne gönderilmedi, zaten yeryüzündeydi.. ayrıca halife öncekinin yerine geçen demektir.. hz. ademin halifeliğinin sorumluluğu bilinç ve sorumluluk sahibi olmasıdır.. bu sorumluluğa karşı haram ağaç ilk sınavdır.. (senden alıntı)

      bana basma kalıp cümlelerle gelme? soruma mantıklı cevap vermeyi dene yada sus?

      Kuranda sözü edilen cennetin yeryüzünde olduğunu iddia ettiğinizi biliyorum, coğalmanın ensest şekilde olmadığı savunmak için Ademin yeryüzünde ilkel bir topluluğa halife olarak gönderildiği iddianızı da biliyorum,

      ben, yeryüzündeki bir topluluğa halife olarak seçilen birinin niye??? doğrudan halifelik yapacağı topluma gönderilmeyip adına cennet denilen özel bir bölmede yasaklanan meyveyi yedikten sonra gönderilmesinin gerekçesi nedir? diye soruyorum,

      yada sizin sınav saçmalığınızla sorarsam, Ademin gönderileceği topluma halife olarak atanabilmesi için cennetteki sınavı kaybetmesi mi gerekiyordu?

      bir topluluğa halife olarak atanan birinin doğrudan halife olarak atandığı topluma gönderilemeyeceğini iddia ediyorsan sebebini açıkla,

      ayrıca, Adem yasak meyveyi yemeseydi, ne olurdu? sorusu cevap bekliyor,
      yasaklanan meyvenin ne olduğu? sorusu cevap bekliyor,

      bu arada, Kuranda helâl ve haram olan yiyecekler ismen sayılmıştır, bunların arasında yasaklanan herhangi bir meyve yoktur???

      • kadir dedi ki:

        okuyucu..

        “bana basma kalıp cümlelerle gelme? soruma mantıklı cevap vermeyi dene yada sus?”

        senin mantık anlayışınla benim mantık anlayışım hiçbir zaman aynı olamayacağından kimin mantıklı kimin mantıksız olduğuna karar veremezsin.. senin inancın sana, benim inancımda bana… şimdi sen beni mantıksızlıklamı suçluyosun..

        “bu arada, Kuranda helâl ve haram olan yiyecekler ismen sayılmıştır, bunların arasında yasaklanan herhangi bir meyve yoktur???”

        okuyucu vallaha pravo sana.. ne kadar mantıklı olduğunu bu kurduğun en son cümle ile ispatladın. tebrik ediyorum fazla söze gerek yok..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        anladım, verecek cevabın yok? yada kaybedecek cennetin yok?

  89. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “Kadir;

    anladım, verecek cevabın yok? yada kaybedecek cennetin yok?”

    verecek cevap var ama sende anlayacak kapasite yok.. bende duymak istediğin cevap yok.. bende hep seni rahatsız edecek cevaplar vardır.. o yüzden benim dinimle kitabımla uğraşmayı bırakırsan huzuru bulursun..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —verecek cevap var ama sende anlayacak kapasite yok.. bende duymak istediğin cevap yok.. bende hep seni rahatsız edecek cevaplar vardır.. o yüzden benim dinimle kitabımla uğraşmayı bırakırsan huzuru bulursun.. (senden alıntı)

      verecek cevabın varda niye vermiyorsun? benim kapasitemi bahane edip cevap vermemezlik etme, vereceğin cevaplardan ben rahatsız olacağım diye endişe de etme, vereceğin cevapları ben anlamasamda anlayanlar çıkacaktır, asıl sorularıma cevap vermezsen o zaman herkes cevap veremediğini sanır, sen cevaplarını verki verdiğin cevapları anlayanlar benim anlayamadığımı tescil etsinler,

      hadi tekrar sorayım bakalım ne cevap vereceksin?

      Adem yasak meyveyi yemeseydi ne olurdu?

      senin tabirinle söylersek, Adem yeryüzündeki cennette günah işlemeseydi ne olurdu?

      Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. (bakara-35)

      Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)

      şu ayetleride bir gözden geçiriver, köralası tercümanlar yanlış çevirmiş olabilirler, “şu günahı işlemeyeyin “diye çevireceklerine “şu ağacın meyvesinden yemeyin” diye çevirmiş olabilirler, madem meyve olarak çevirdiniz, bari meyveninde adını yazsaydınızda kafa patlatanlar hangi meyve olduğunu tartışıp durmasalardı dimi ya?

      senin kitabın benle uğraştığı için beni de ilgilendiriyor, o nedenle bende onunla uğraşmaktan vazgeçemem.

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “senin kitabın benle uğraştığı için beni de ilgilendiriyor, o nedenle bende onunla uğraşmaktan vazgeçemem.”

        benim kitabım senle niye uğraşsın.. benim kitabım senin kafana silahmı dayıyor, yada rızkını elinden mi alıyor. sen kendi kendine inanmadığın birşeyi muhattap alıyosun. mesela ben senin değerlerine ve inancına inanmıyorum. doğal olarak senin inancını muhattap alıyomuyum kendime….

        eğer inanmak için çaba gösteriyosan o ayrı.. bunu açık açık söyle.. ama önyargısız bir şekilde.. “kuranın tanrısı” terimini bir kenara bırak.. allahın herkesin allahı olduğunu kabul et.. önce bundan başlayabilirsin. varsayımlar üzerine sorduğun sorulara cevap versem ne olacak.. senin açından ne değişecek? aynı tas aynı hamam olmayacak mı? o halde neyin ispatındasın. eğer bizleri imansızlığa sürüklemek gibi bir niyetin var ise, bizim seni imana sürükleme gibi bir niyetimiz yok. ayrıca imanımdan zerre kadar birşey eksiltemezsin. cevap versem ne olacak.. sadece aldığın cevapla nefsin niye tatmin olmayacak. o halde sadece benden aldığın kelimelerle mi tatmin olacaksın.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —benim kitabım senle niye uğraşsın.. 8senden alıntı)

        senin kitabın çirkin benzetmelerle bana hakaret ediyor, ayrıca beni kalp gözü kapalı anlamaz duymaz geri zekâlı bir varlık olarak gösteriyor ve siz böyle olduğuna inanıyorsunuz, eğer Kuranın tanrısı sorgulayanları anlamaz bilmez varlıklar olarak göstermeseydi, emin ol Kuranı sorgulamakta bize açık ara fark atardınız ama ne çare ki sizin akıl yolunuz adına cennet denilen bir barikatla kapatılmış,

        —eğer inanmak için çaba gösteriyosan o ayrı.. (senden sonra)

        şimdiye kadar inanmadığım bir tanrıya bu saatten sonra inanacak değilim, çünki Kuranın tanrısı, benim inandığım tanrının eline su dökecek ibriği tutmaktan aciz bir tanrı, (mecaz anlatımın ne olduğunu bilenler ne demek istediğimi anlayacaklardır)

        —eğer bizleri imansızlığa sürüklemek gibi bir niyetin var ise (senden alıntı)

        sizi imansızlığa sürüklemek konusunda bana hiç gerek yok, siz zaten muhkem ayetlere mecaz anlamlar yükleyerek, yani muhkem ayetleri müteşabih ayet yaparak kendinizi imansızlığa sürüklüyorsunuz ama bunun farkında değilsiniz, çoğu zamanda tanrı olmaya özenip müteşabih ayetlere kendi yorumunuzu yükleyerek inandığınız tanrıya kendinizi şirk koşuyorsunuz,

        bence siz, önce bir hamama gidip kırk tas su dökünün, daha sonra Kuran konusunda ahkâm kesmeyi bırakıp buralardan uzaklaşın, yani kendinizi resetleyin, yoksa var olduğunu sandığınız imanınız hepten güme gidecek, dolayısıyla cennet hayaliniz güme gidecek.

  90. karaca dedi ki:

    1okuyucu dedi ki:
    15/10/2014, 16:35
    karaca;

    —keşke arap dilini tarihini edebiyatını kültürünü yaşam tarzlarını hata olmayacak
    şekilde bilmiş olsak bu meallerin amacından uzak verilip verilmediğini anlayabilsek (senden alıntı)

    Kuranı anlayabilmek için arap dilini öğrenmeye gerek yok, Arap dilini bilen toplumların İslâm dinini nasıl yaşadıklarına bakarak Kuran hakında fikir sahibi olabilirsin,

    toro bana bir cevap yazıyorsun karşılığını aynı konu başlığı altında veremiyorum kapanışı sen yapıyorsun
    buranın yöneticisi bunu kasıtlımı yapmış
    bilmiyorum
    cevab hakkı kısıtlı yada bazılarına bu özellik veriliyor verdiğin cevabın altında cevab verme butonu yok bu nasıl adalet

    tamam toro nasıl yaşadıkları aynen senin tanımlarına uyuyor bunda haklısın
    bunların hepsi cahil ne idüğü belirsiz kimselerin yol göstermesi ile bu duruma gelmiş diyorsun
    bunda da haklısın
    sana göre bunun kaynağı islam
    peki insan olarak senin bunda suçun yokmu niye insanları aydınlatmadın
    hiç benimsemediğim fikirlerini ortaya sürerek ayrımcılık yapmıyormusun senin diğerlerinden farkın ne

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Devrelerde bir problem mi var? Hayır yazınızda benim adımı bir kere yazsanız yanlışlık derim ama iki kere yazmanız iyiye işaret olmasa gerek!

      Umarım bana dönüp bu uyarıyı neden yaptığımı sormadan ne yaptığınızı anlayabilirsiniz!

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —cevab hakkı kısıtlı yada bazılarına bu özellik veriliyor verdiğin cevabın altında cevab verme butonu yok bu nasıl adalet (snden alıntı)

      yakınmana bir şey demiyorum ama mesajımla ilgili bir şeyler yazabilirdin,

      mesaj yazdığın zaman, mesaj kutusunun altındaki “yeni yorumları bana e-posta ile bildir” yazısının yanındaki kutuyu işaretlersen, o konuda daha sonra yazılacak olan tüm mesajlar e-mail adresine gelir, e-mail adresine gelen mesajlardan cevap yazmak istediklerine mesaj metninin altındaki “cevapla” seçeneğini kullanarak cevap verebilirsin,

      örneğin, ben bu “Allah her şeyi bilmez” konusunda yazdığım ilk mesajda o kutucuğu işaretlediğim için bu mesajı e-mail adresimden gönderiyorum,

      ayrıca hangi konu başlığı olursa olsun yazdığın ilk mesajda kutucuğu işaretlediğinde daha sonraki mesajlarda işaretlemene gerek kalmıyor, yani bir defa işaretlemen yeterli oluyor,

      aslında her mesajın altında cevapla bütonu olmalı, yazılan mesajlarda tarih ve saat sırasına göre olmalı,

      • karaca dedi ki:

        1okuyucu

        tamam 1 okuyucu buna dikkat ederim
        bir görüş ileri sürülüyor ileri sürülen görüş
        tam olgunluğa kavuşacağı sırada veya
        tam çığırından çıkacağı sırada pat diye
        cevap verme seçeneği ortadan kalkıyor
        cevap verenin de ne demek istediği tam
        olarak anlaşılmıyor ben bunun için
        nasıl adelet diye yazmıştım

  91. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Ben size ne yapmış ve hileme ortak ettiğim diğer kişiye neyi öğretmiş oldum? Paylaşırsanız sevinirim!” sizden

    eğer biz bilal bey ile bilgi edinme yarışında isek. bilal beye adaletsiz bir şekilde bilgi öğrettin.
    fakat benim sorularıma siz değil benim cevap vermemi istiyosunuz. o zaman bana şunun cevabını vermelisin..

    bizim bilal bey ile bilgi yarışında olduğumuzu sen nasıl biliyosun.. ve bilal bey insan, ben melek miyim? yada ikimizde insan mıyız?

    senin bu varsayımların doğrultusunda cevap verir misin?

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Eğer maksadınız sabrımı sınamaksa sabrımı sınayarak beni götürebileceğiniz bir yer olmadığını baştan söyleyeyim! Çünkü herşey Bakara 30-33 ayetlerinde anlatılanların aynen canlandırılması üzerinden yorumlandığı halde sanki başka bir konu ve başka kahramanlar üzerinden bir münazara yapıyormuş gibi davranmanız oldukça garip ve sıkıcı!

      ”eğer biz bilal bey ile bilgi edinme yarışında isek. bilal beye adaletsiz bir şekilde bilgi öğrettin.” sizden alıntı

      Eğer melekler ve adem aynı bilgiyle sınanıyorlarsa demek ki aynı bilgi yarışındalar! Çünkü soru belli, soruya cevap vermesi beklenenler belli, melekler ve Adem!
      Bu durumda sorunun cevabını önceden Adem’e öğreten ama meleklere öğretmeyen tanrının yaptığı şey sizin yorumunudan yola çıkarak tanrıya ”adaletsiz bir şekilde bilgi öğrettin” siteminde bulunmanızı sağlar!

      ”bizim bilal bey ile bilgi yarışında olduğumuzu sen nasıl biliyosun.. ve bilal bey insan, ben melek miyim? yada ikimizde insan mıyız?” Sizden alıntı

      Ben sizi sadece uyarlıyorum. Bu noktada sizin birinizin melek diğerinizin de insan olmasının hiç bir önemi yok! Çünkü yukarıda belirttiğim gibi siz aynı sorunun muhatabı haline getirildiğiniz anda birbirinizle eşitlenmiş olursunuz! Tanrı melekler ile ademe aynı soruyu yönelttiği anda onlar artık melek ya da insan değil aynı soruya cevap vermesi beklenen sınavdaşlar haline gelir!

      Bakın size sıralamayı tekrar alıntılıyorum ve yeniden altını çiziyorum bu sıralama benim değil, bizzat kuranın tanrısının;

      ‘’Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’ Bakara,30-Diyanet

      ‘’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.’’ Bakara,31-Diyanet

      ‘’Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.’’ Bakara,32-Diyanet

      ‘’Allah şöyle dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Adem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.’’ Bakara,33-Diyanet

      1- ‘’Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’(meleklere)
      2-’’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti’’
      3- ‘’Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.’’
      4- ‘’(melekler) Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur’’
      5-’’Allah şöyle dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.”
      6- ‘’Adem, meleklere onların isimlerini bildirince’’
      7- Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim DEMEDİM Mİ?” dedi

      2-3-4-5-6 yı tekrar tekrar okumanızda fayda vardır!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro..

        bu konuyu daha önce defalarca konuştuk ama olsun yine konuşalım..

        “yüce allah meleklere; ben yeryüzüne bir halife tayin edeceğim dediğinde, melekler allaha şöyle demişti; orada kan dökecek, bozgunculuk yapacak birinimi halife kılacaksın. oysa biz seni övüp, takdis ediyoruz.”

        meleklerin bu sorusu allaha hesap sorma değil, bu halifeliğin hikmetini öğrenmektir.. demekki melekler daha önce kan döken bozgunculuk yapan beşer soyunun halife seçilmesinin hikmetini anlamaya çalışıyorlar.. ve dikkat et burada bilgileri olmadan bir soru soruyorlar. böyle insanlar nasıl halife olur diye? çünkü melek ademe bilgi verildiğini bilmiyorlardı.. bize neden verilmedide, ademe verildi diyede asla allaha isyan etmemişlerdir. çünkü bilgiye ihtiyacı olan ademdir. melekler değil, adem için secde etmeleride bunun göstergesidir.. yani sizin iddia ettiğiniz gibi ortada bir bilgi öğrenme yarışı yoktur.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        senin öğrettiklerinden başka bir şey bilmeyiz diyen melekler, Kuranın tanrısının onlara öğrettiklerini yeterli bulmuyorlar mı ki sorup öğrenme gereği duyuyorlar,

        peki melekler sordukları sorunun cevabını almışlar mı bari?
        hani şu, “yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi halife olarak atayacaksın?” sorusunun cevabını???

        —yani sizin iddia ettiğiniz gibi ortada bir bilgi öğrenme yarışı yoktur. (senden alıntı)

        tabi ki bilgi öğrenme yarışı yoktur, Kuranın tanrısının bilgi öğreterek yarıştırma merakı vardır, Ademe kopya vererek öğrettiği bilgilerle Ademin bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini sağlamıştır,

        yani yarattığı varlıklar arasında bilgi yarışı yapan bir tanrı vardır ama düzenlediği yarışta Ademe kopya vererek hile yapan bir tanrı da vardır, yani Kuranın tanrısı düzenlediği yarışta kimi birinci ilân edeceğini kendi belirlemiştir, dolayısıyla hak ettiği her türlü yakıştırmayı hak etmiştir,

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Bakın her kese yapın ama bana yapmayın! Benim üzerinde ısrarla durduğum şey ile sizin değindiğiniz şey aynı değil! Çok uzatmaya gerek yok! Sorular şunlar;

        Kuran’da ki tanrı meleklere ve ademe AYNI soruyu sormuş mu?

        Adem aynı zamanda meleklerinde muhatap olduğu sorunun cevabını kimden ve nasıl öğrenmiş?

        Ortada bir realite var ve siz hala ”bilgiye ihtiyacı” olan gibi anlamsız bir önermeyle açığı toparlamay uğraşıyorsunuz!

        Bilgiye ihtiyacı olmayanlarardan (melek) ihtiyacı olmayan bilgiyi bilmeleri nasıl beklenir?

        Kuran’daki tanrı meleklerine açıkça soru soruyor ve bilmelerini bekliyor siz hala ”ihtiyaç” tan bahsediyorsunuz!

        Bana söylermisiniz, bilgiye ihtiyacı olmayanlardan, ihtiyaçları olmayan bilgileri bilmelerini beklemek, bilemediklerinde de onlara DEMEDİM Mİ demek normal midir?

  92. Havacı dedi ki:

    Sevgili Toro,
    Neden yazdıklarımın alıntı olduğuna dikkat etmiyorsunuz. Bu yorum bana göre alim olan birinin yorumu, tahmini, gerçeği nasıl bilebiliriz ki? Sürekli insanın şahit olmadığı konuları gündeme getiriyorsunuz. Kur’an da anlatılan bu, biz sadece aklımızla yorum getiririz. İsabet edip etmediğimiz bilemeyiz. Kaldı ki bunları ispatlamanın size, bana ve topluma ne faydası olacak. Kur’an da yer aldığı şekilde müteşabih ayetle uğraşmaz muhkem yani hüküm içeren ayetlere bakarız.
    Melek ya da cinin olup olmadığını siz de ispat edemezsiniz ben de. Bir şeyin yok olduğunu ispat etmek var olduğunu ispat etmekten daha zordur. Var demek ihtimal içeri yok demek kesinlik. (Buna da döşenirsiniz artık) Yok iddiası aksine bir ihtimal kalmayacak derecede kesinlik içerir. Var iddiasında ise olabilir ama ben bulamadım, göremedim gibi ihtimal vardır.

    • toro dedi ki:

      Sayın Havacı,

      Eğer siz yazınızın sonunda alıntıladıklarınızda ki görüşlerden farklı noktada olduğunuzu söyleseydiniz ben sorularımı kendisinden alıntı yaptığınız kişiye (sanal olarak) yöneltirdim. Yani muhatap siz olmazdınız! Ama siz aynı şekilde düşündüğünüzü belirtiğiniz anda muhatap durumuna gelirsiniz! O yüzden dikkat etmek bir yana özellikle dikkat ettiğimden şüpheniz olmasın!

      Benim alıntıladığım bakara süresinin ilgili ayetlerinde konuşan tanrı eğer bu konunun anlaşılamayacağını düşünse yani bu konunun bir itilaf sebebi olacağını öngörse bence sizin alıntıladığınız yorumlardaki düşünceleri bir tamamlayıcı bilgi olarak muhataplarına ulaştırırdı! Bunu yapmadığına göre olay onun tarafından anlatıldığı gibidir ve sizin ayrıca yorumlamanız beklenmemektedir!

      Bakınız, kurandaki tanrıyı tanıyorsanız, kendisine peygamber diyenin evine gidenlerin o evde nasıl davranmaları gerektiğini bile ayrıca ve ayrıntılı şekilde açıklamaya çalışan o tanrının bakara suresinin ilgili ayetlerinde anlatılan hikayeyi de ayrıca ayrıntı vererek açıklayacağını bilirdiniz.

      Hatta önem sırasına koyduğunuzda açıklamaya daha muhtaç olanın bakara 30-33 ayetler arasındaki olaylar olduğunu da yadsımanız pek mümkün olmayacaktır!

      Kusura bakmayın ben bir tanrı, kendisinin peygamberi olduğu söylenen birinin evinde uyulması gereken kuralları yayınladığında bilirim ki, tanrının muhataplarına söylemediği hiç bir şey kalmamıştır ya da söylediği hiç bir şey ayrıca anlamaya ve yorumlamaya muhtaç değildir! Yani herşey görüldüğü gibidir!

  93. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Kuran’daki tanrı meleklerine açıkça soru soruyor ve bilmelerini bekliyor siz hala ”ihtiyaç” tan bahsediyorsunuz!”

    yüce allah bilmelerini beklemiyor. bilemeyeceklerini zaten biliyor.. amaç onlara ademin bilgili ve sorumlu bir varlık olduğunu göstermek. çok çok yerden bakıyosun.. hiç önyargısız bakmıyosun..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ”yüce allah bilmelerini beklemiyor. bilemeyeceklerini zaten biliyor.. amaç onlara ademin bilgili ve sorumlu bir varlık olduğunu göstermek.” sizden alıntı

      Kusura bakmayın ama beni gerçekten şaşkınlıklara gark ediyorsunuz! Demek kurandaki tanrı meleklerine ”ademin bilgili ve sorumlu bir varlık olduğunu gösteriyor”

      Öncelikle soru şu;

      Niye, bir tanrı ne zamandır birilerine birşey kanıtlamanın derdine düşüyor?

      Sonra yine ademe dönelim! Adem’in bilgisinin kaynağı nedir? O bilgi ademin kendi yarattığı bilgimidir yoksa az önce tanrısı tarafından meleklere ayar verilmek üzere kendisine özel olarak ezberletilen bilgi mi?

      Sevgili kadir, bence bana cevap vermeye çalışmaktan vazgeçin! Olmuyor, onca çamı ardı ardına deviriyorsunuz!

      ”yüce allah bilmelerini beklemiyor.” sizden alıntı

      Nereden biliyorsunuz, size özelini mi açıyor?

      Sanırım yeterince okuyamadınız! Ya da okurken önyargılarınız ya da taraf olan duygularınız kabarıyor! O zaman bir daha okuyun, bol bol okuyun! Belki her defasında başka bir bahane üreterek çıkar yol bulmaya çalışmaktan vazgeçersiniz!

      1- ‘’Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’(meleklere)
      2-’’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti’’
      3- ‘’Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.’’
      4- ‘’(melekler) Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur’’
      5-’’Allah şöyle dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.”
      6- ‘’Adem, meleklere onların isimlerini bildirince’’
      7- Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim DEMEDİM Mİ?” dedi

      Söylemeliyim ki bu gece beni bundan daha fazla şaşkınlığa uğratacak bir zorlama yorum olamazdı! Ayet ’’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti’’ diyor ve sözde o tanrıya inanan siz tanrı ”onlara ademin BİLGİLİ ve sorumlu bir varlık olduğunu göstermek.” istedi diyebiliyorsunuz!

      Ademin ne kadar SORUMLU olduğuna gelince, sanırım tanrılarının kendilerine ademin ne kadar SORUMLU bir varlık olduğunu göstermesinden (bir tanrı nasıl olurda yarattıklarına birşeyleri kanıtlamanın derdine düşer) sonra cennetten gelen ”Adem tanrıya karşı sorumluluğunu yerine getirmedi ve kendisine yasak edilen yemişi yedi” haberinden sonra bir köşede toplanan melekler kadehlerini ”ademin sorumluluğuna” kaldırmışlardır!

      Sayın kadir ayette tanrı ademe bütün varlıkların ismini ÖĞRETTİ diyor siz ademin BİLGİSİ diyorsunuz, Adem bir süre sonra tanrısına karşı SORUMLULUĞUNU yerine getirmeyecek (bu yüzden cennette kovulacak) ama siz tanrı onun ne kadar SORUMLU olduğunu meleklere gösterdi diyorsunuz!

      Kuzum siz bu yorumlarınızla tanrınızı ne duruma düşürdüğünüzü farkedemiyormusunuz?

      İnanılır gibi değil, bir süre sonra cennetten kovulacak ademin ne kadar SORUMLU bir varlık olduğunu kanıtlamaya çalışan bir tanrı!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro..

        “Kuzum siz bu yorumlarınızla tanrınızı ne duruma düşürdüğünüzü farkedemiyormusunuz?”

        size anlatmak çok zor. kafanızdaki kurgular ve düşünceler sizi yiyip bitiriyor.. ayrıca ben allahımı yani beni yaratan rabbime derin saygı duyarım. onun sevgisi herşeyden ötedir. sevginin özü o dur.. işte ben allahımı bu duruma düşürüyorum.. anlayacağın senin düşündüğün gibi değildir.. hiçbir zamanda olmadı.. allaha çok şükür..

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        “Niye, bir tanrı ne zamandır birilerine birşey kanıtlamanın derdine düşüyor?”

        kanıtlamalarının derdine düşmüyor.. sadece meleklerin öğrenme isteklerine cevap veriyor..

        “Sonra yine ademe dönelim! Adem’in bilgisinin kaynağı nedir? O bilgi ademin kendi yarattığı bilgimidir yoksa az önce tanrısı tarafından meleklere ayar verilmek üzere kendisine özel olarak ezberletilen bilgi mi?” sizden

        o bilgi allahın ademe öğrettiği bilgidir.. “sonra ona bütün isimleri öğretti”
        kuranı sen ön yargısız okusaydın. ayette geçen bu ifadeyi görürdün ve böylece saçma sapan sorulara devam etmezdin..

        “Sevgili kadir, bence bana cevap vermeye çalışmaktan vazgeçin! Olmuyor, onca çamı ardı ardına deviriyorsunuz!” sizden

        sayın toro duymak istediğiniz dışında hiçbir cevabı kabul etmeyen sen böyle bir zihniyete sahipsin.. o yüzden sizin için yapacak bişe yok. sizin işin allaha kalmış.. ayrıca sürekli cevap bekliyosun ama size sorulan hiçbir soruyada cevap vermiyosun.. ya konuyu değiştiriyosun, ya gereksiz sorular soruyosun, yada uzun uzun dağdan kestim kereste tarzı yazılar yazıyosun.. böyle yapmanı açıklaması şunlar olabilir.. ya gerçekleri görmekten korkuyosun, ya ayetleri çarptırma peşindesin, sence hangisi yoksa başka bir neden mi var? kendine sorar mısın?

        “Nereden biliyorsunuz, size özelini mi açıyor?” sizden alıntı..

        siz ayetlerle ilgili saçma sapan konuşuyosunuz, görmediğiniz, bilmediğiniz şeyler hakkında kesin yargıda bulunuyosunuz. biz kuranı rehber alarak ve kuranın bütününü temel alarak burada açıklama yapıyoruz sizin zorunuza gidiyor..

        “Sanırım yeterince okuyamadınız! Ya da okurken önyargılarınız ya da taraf olan duygularınız kabarıyor! O zaman bir daha okuyun, bol bol okuyun! Belki her defasında başka bir bahane üreterek çıkar yol bulmaya çalışmaktan vazgeçersiniz! ” sizden

        ben o ayetleri yeni görmedim.. hergün okuyorum. kuran baştan sona gerçeği ifade eder.. kuranın karşısında böyle ezildiğiniz için ne yapacağınızı, nasıl çarpıtacağınızı şaşırıyorsunuz. asıl siz çıkar yol bulmaktan ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz.

        “İnanılır gibi değil, bir süre sonra cennetten kovulacak ademin ne kadar SORUMLU bir varlık olduğunu kanıtlamaya çalışan bir tanrı!” sizden alıntı..

        siz böyle cümleler kurarak kendinize inanıyormusunuz. taktiri hak ediyosunuz.. bilgi verilmesi ayrıdır, sorumluluk ayrıdır.. adem yaptığı iyi ve kötü şeylerden dolayı allaha karşı sorumludur. işte bilgi bu yüzden verilmiştir. sorumlu olması için..

        sayın toro bazen sizden şüpheleniyorum. kuran zannedip başka bir kitap mı okuyosunuz. yada kuran okuduğunuzumu zannediyosunuz diye..

        son olarak fark ettin mi sana 5 satır, hatta isminle beraber 6 satır bir yazı yazdım. siz heyecanlı heyecanlı yine destan yazmışsınız.. kendinizi kaybedip kontrol edemiyorsunuz.

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Sondan başlayalım;

        ”son olarak fark ettin mi sana 5 satır, hatta isminle beraber 6 satır bir yazı yazdım. siz heyecanlı heyecanlı yine destan yazmışsınız.. kendinizi kaybedip kontrol edemiyorsunuz.” Sizden alıntı

        Ya da siz kendi kendinize avukatlığını yapmaya soyunduğunuz tanrınız için en fazla 5 satır yazabiliyorken münazaradaşınız karşı taraftan destan yazabiliyor! Sanırım bu sizin avukatlık konusunda ne kadar mahir olduğunuzu gösterir!

        Onca okumadan sonra ne yaptığımı farkedemediyseniz ben açıklayayım! Ben yazılarımı yazarken sizden bana gelecek bütün karşı yorumları da hesaplamaya ve onları önceden cevaplamaya çalışırım! Tıpkı satranç gibi!

        Bakın yine devirdiğiniz bir çam var;

        “Niye, bir tanrı ne zamandır birilerine birşey kanıtlamanın derdine düşüyor?” şekliinde yönelttiğim soruya;

        ”kanıtlamalarının derdine düşmüyor.. sadece meleklerin öğrenme isteklerine cevap veriyor.. ” şeklinde cevap veriyorsunuz?

        Hani bu meleklerin özgür iradeleri yoktu! Özgür iradeleri olmayan varlıkların yani sadece ne için yaratıldılarsa onu yapabilenlerin ”öğrenme İSTEKLERİ” nasıl oluyor?

        Sizce, sadece itaate programlı olanlara ”öğrendikleri ya da öğrenecekleri” ne sağlar?

        Bakın sizde farkındasınız! Mantıklı cevap veremiyorsunuz! Ama bu durumda sevgili dostum yapmanız gereken sükuttur! Çünkü aksi durum sizin gitgide daha fazla mantıksız yorum yaratmanızı sağlıyor! Lütfen artık şunu idrak edin bu bir müsabaka değil! Sizin ve benim bir kararım var! İki ayrı uçta yani iki farklı karar! Burada bu kararın gereği kararınızı tartışarak birşey ispat etmeye çalışmak değildir! Benim yorumlarımın asıl muhatabı siz değilsiniz! Benim gibi düşünenlerdir! Siz nasıl kendi kararınızı mantıklı olsun ya da olmasın bazı donelerle pekiştirmeye çalışıyor onun için kendi zihninizde bir yapı bir dayanak inşa etmeye çalışıyorsanız biz de aynısını burada yapıyoruz! Yani sizin gibi olmayanların kendi durumları için geliştirdikleri argümanlara karşı savunma yapmak ya da birşeyleri kanıtlamaya çalışmak zorunda değilsiniz!

        Bakın şunu unutmayın, Kuran adı verilen kitabın hiçbir yerinde hedef olarak bizim taraf dediğim yerde bulunanlar yoktur! Yani onun bizlerle derdi yoktur! O kimlerle derdi varsa isimlerini söylemiş ve onlarla savaşmış vede istediğini uzun zaman önce elde etmiştir! Bu nedenle onun önemsemediği ve tehlike olarak görmediği kimselerin karşısına onu savunmak için çıkmayın! Onun zapturapt altına almayı hedeflediği TOPLUMUN içinde ben ve benim gibiler yoktu! Okuduklarınıza biraz özenle yaklaşırsanız bunu sizde görebilirsiniz!

        Son olarak yazınızın geri kalanında, beraber okuduğumuz ayetlerde anlatılan ve kimseyi yanıltamayacak kadar açık olan olaylara istinaden kurguladığım yorumlara kendi kanaatinizi ve beklentilerinizi (kurandan bağımsız) baz alarak verdiğiniz karşılıklara cevap vermek gereği duymuyorum! Zaten cevaplanamamış sorulara yapılan yorumlara cevap verilemeyeceği belli olan yeni sorularla karşılık vermek anlamsızdır!

  94. karaca dedi ki:

    yazılanlardan şu anlaşılabiliyor
    melekleri yaratırken Allah melekerin konumları, yapabilecekleri,seviyeleri,var olma sebebleri ölçüsünde yaradılış amaçları neyse Allah bunun için yaratmıştır.kendilerine de bunun için gerekli olan bilgi ve donanımları da beraberinde vermiştir.
    muhtemelen bütün matematik fizik kimya ile ilgili bilgileri,zamanla ilgili bilgileri,yaradılışları gereği kullanılması gereken bütün bilgilerle melekleri donatmıştır.
    Allah meleklerin yaratılışları gereği uyuma,yeme içme,cinsellik,gibi insana mahsus ihtiyaçlardan ayrı tutmuştur.insanın ihtiyaç duyduğu hiç bir şeye ihtiyaç duymazlar.
    yine yaratılışlarında var olan Allaha secde ve tesbih etmede vardır bıkmadan usanmadan bunu yaparlar bunu yapmaktan imtina etmezler yaradılışları gereği böyledir.
    melekler bu fıtrat üzerine yaratılmışlardır
    şimdi kendilerine kısıtlı bilgi verilmiş olan melekler
    allahın sonsuz bilgisine nasıl vakıf olacaklar bunun bir izahı varmı yok
    bir tarafta yaratılışları gereği sürekli secde eden ve tespih eden melekler topluluğu var
    her şey yaradılışı gereği devam ediyor gidiyor.
    diğer tarafta
    Allah Adem gibi bir varlığı yaratmayı istemiş
    özgür iradesi ile beni bilecekmi diye
    bilmesi için Ademin bütün ihtiyaç duyduğu donımlar ademe verilmiş
    bunlar nelerdir. Akıl,mukayese,düşünebilme veri toplayabilmesi için göz,kulak,koku,alma,dokunma hissetme,vs donanımla donatmıştır meleklerden tek farkı özgür irade verilmesidir.
    allah aslında özgür iradeye melekleri secde etmesi için çağırmıştır.
    sizin bilmediğinizi ben bilirim demesindeki hikmetten bunun anlaşılması gerekir.
    melekler özgür iradeyi nereden bilebileceklerdiki fıtratlarında bu yoktu.

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Bakın kafa karışıklığınız arttıkça artıyor;

      ”muhtemelen BÜTÜN matematik fizik kimya ile ilgili bilgileri,zamanla ilgili bilgileri,yaradılışları gereği kullanılması gereken bütün bilgilerle MELEKLERİ donatmıştır.” sizden alıntı

      Yazınızın yukarısında ”BÜTÜN matematik fizik kimya ile ilgili bilgileri” ile donanmış olan melekler bir anda aşağıda ”kendilerine KISITLIbilgi verilmiş olan melekler” haline geliyor!

      Arkadaşım öncelikle matematik bilen canlıların özgür iradeleri yoktur diyemezsiniz! Örneğin matematik bilmek demek, gerektiğinde gereken hesaplamaları yapabilecek durumda olmak demektir! Yani 2 ile 2 yi topladığınızda ortaya çıkacak sonuca ihtiyaç duymaktır. İhtiyaç duyduğunuz için hesaplarsınız! Ama iradeniz yoksa yaptığınız herşey size yapacaklarınızı yükleyen ve sizi belli sınırlara göre programlayan kişinin iradesidir! Bu durumda 2 ile 2 yi toplamanıza yani matematik bilmenize gerek yoktur! Çünkü o işlemi yapmadan sonucun 4 olacağı size ezberletilmiştir. Bakın bildiğiniz (matematik,fizik,kimya) birşeyi ama herhangi bir şeyi kullanıyorsanız yani kendi kendinize mukayese yaparak bir eyleme başlıyorsanız iradeniz zaten özgür demektir!

      Bu durumda tanrısına, kendine yüklenen programın dışına çıkarak herhangi bir soru sorabilen her varlığın iradesi ÖZGÜRDÜR!
      Bu durumda melekler tanrılarına “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” sorusunu yönelttiği anda artık iradeleri yoktur demek mümkün değildir!

      Sonra melekler şöyle devam ederler;

      ”Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.”

      Bakın melekler yine bir mukayese yani hesap yapmış ve tanrılarına ”OYSA” diyebilecek bağımsızlıkta düşünebildiklerini ve bu düşünme eylemini tanrıyı sorgulama pahasına yapabildiklerini göstermişlerdir!

      Bu noktada eğer siz hala meleklerin iradesi yoktur diyorsanız bu durumda ortaya daha mantıksız bir durum çıkar! Bu durumda tanrı bu sözleri meleklerine kendiisi yüklemiş ve onların bu sözleri söylemesini kendisi sağlamıştır! Bu anlama gelir biliyormusunuz? Tanrı kendi kendine konuşmaktadır! Yani kendinin ürettiği yorumlar meleklerinden yansıyarak kendisine geri dönmektedir! Bu durumda verilen ayar, ders veya herneyse kendi kendinedir!

      Bu noktada Adem’inde bir anlamı bir manası yoktur! Çünkü adem bildiklerini deneyimleyerek kendi kendine öğrenmiş ve kendi kendine öğrendiği şeylerlerle meleklere karşı üstünlüğünü kanıtlamış değildir!
      Ademin eğer ihiyacı varsa bir üstünlük madalyasına, bunu yapabilmesi tanrısının sadece ona (meleklere değil) yardım etmesine bağlıdır! Bunu aşağıdaki ayette açıkça görürüz;

      ’’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti’’

      Bakın sözde mukayese edebilen ve irade gösterebilen insanın ortaya çıktığı ilk andasınız! Bilginin sahibi KİM? Adem’mi? Yoksa tanrısı mı? Bu durumda adem bilginin sahibi değil kullanıcısıdır! Bahsedilen olayda mukayese edilen diğer varlıklardan (melekler) farkı ise bilginin sadece onun kullanımına sunulmasıdır! Yani yardım kullanmasıdır!

      Düşünün ki tanrısı ademe ÖNCEDEN bütün varlıkların isimlerini ÖĞRETMEDİ! Bu durumda kendisine meleklerle aynı anda yöneltilen soruda bahsedilen ”varlıkların isimlerini” bilmesi mümkün olabilirmiydi?

      Bu durumda hiç bir insan ilk atası için ”o meleklerden bilgisi bakımından ÜSTÜNDÜ” cümlesini kuramaz! Kuracağı cümle meleklerden üstün olabilmek için tanrısının yardımına MUHTAÇTI olmalıdır!

      Lütfen üstün olmakla muhtaç olmak arasında ki derin farkı anlamaya çalışın!

      • karaca dedi ki:

        toro

        bakın meleklere özgür irade tezini ortaya atarsanız
        sıkıntıya düşeriz
        sebebi özgür irade verilenin sınava tabi tutulacağı
        Allah tarafından bildirilmesidir.
        kuranın hangi bölümünde meleklerinde sınava tabi tuttulacağını,
        sorgulamaya alınacağın bildiren bir ayet okudunuz
        bana da bildirin birlikte değerlendirelim.
        bu sınavdan melekler muaf değilmidir
        sınava tabimidir.
        eğer onlarda sınava tabidir diyorsanız
        özgür iradenin onlara da verilmesi gerekmezmi
        yaptıkları işlerin hiç birinden imtina etmezler ve imtihan olunmazlar yapılan işlerden geri durmak imtina etmelerine imkan yoktur.yaratılış hallerinden dolayı böyle bir hale girmeleri imkansızdır kendilerine bilgileri dahilinde verilen iş ne ise
        onu yaparlar bilginin dışına çıkmaları mümkün değil
        bu matematikse matematik fizikse fizik kimya ile ilgili ise
        kimya ile ilgili olandır
        yaptıkları iş te de bir birlerinin görev alanına giremezler
        siz hiç aklınza geliyormu vahiy indirenin cebrailin
        insan canını aldığını kuranda okudunuzmu veya can alan azraılinn
        vahiy indirdiğini bir yerlerde gördünüzmü görev ve yetkileri ne ise onu ıcra ederler.
        her bir melek ne iş için yaratıldı ise onu idame eder.
        özgür irade sadece ademe verilmiştir
        ve özgür iradesini kullanabilmesi için gereken donanımla birlikte
        zaten melekler de bu olayı anlıyamamışlar
        onlar düz bir mantık gibi hareket etmişler
        Allaha bunu bildirmek istemişlerdir
        yada kendilerine verilmeyen özgür iradenin
        yer yüzünde neler yapabileceğini yaratıcıya
        bildirimde bulunma durumunda kalmışlar.
        yada onlara bir irade verildi ise bu özgür bir irade değildir.lazım olanı kadar bir irade
        Ademe verilen özgür irade ile aynı olması
        aynı niteliklere sahip olması veya aynısıdır
        dememiz mümkün değil

      • karaca dedi ki:

        toro
        tekrar ikinci bir cevap verme gereği duyuyorum
        bakın siz özgür iradenizle Allahın tövbe haşa olmadığını iddia edebilirsiniz
        buna da inanabilirsiniz
        melekler bunu idddia edemezler bu mümkün değildir.
        onun varliğını bilirler insanların düştüğü hataya düşmezler,
        bilgilerine bu işlenmiştir bunun dışına çıkamazlar bu bilgi onlarda vardır.
        gelelim insana
        özgür iradesini kullanarak allahın varlığını bilir. veya kabul etmez
        birinin allahı bilmesi kendi yaratılışında var
        diğerinin allahı bilmesi özgür iradesinde var dilerse kullanır dilerse kullanmaz allahı bilip bilmeme özgür iradesinde saklıdır.
        şimdi ben sana soruyorum Allah nezdinde kıymetli olan hangisidir dersin

      • toro dedi ki:

        Sayın Karaca,

        Sırf otursun ve anlaşılması kolay olsun diye aynı şeyi farklı kombinasyonlarla bir kaç defa yazıyorum ve sizin buna rağmen yazımdan anladığınız şey,

        ”bakın meleklere özgür irade tezini ortaya atarsanız
        sıkıntıya düşeriz” sizden alıntı

        yukarıda ki mi?

        Yazımı tekrar okuyun ve daha ilgili yorumlarla dönüverin,lütfen!

  95. kadir dedi ki:

    okuyucu….

    “tabi ki bilgi öğrenme yarışı yoktur, Kuranın tanrısının bilgi öğreterek yarıştırma merakı vardır, Ademe kopya vererek öğrettiği bilgilerle Ademin bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini sağlamıştır,” senden alıntı..

    yapma, aklına daha fazla hakaret etme, önce bir düşün ki insanlar, meleklerden nasıl üstün olabilir. farklı özellik farklı bilgiye sahip olanlar nasıl üstün olabilir.. ancak bir insan başka bir insandan üstün olabilir.. oda takva ile olur.. allah katında üstünlük budur..

    “siz karıncaya verilen bilgi ile asla verilen bilgiden dolayı, veya kendi fiziki özelliklerinden dolayı aslanın karıncadan daha üstün olduğunu düşünen bir zihniyete sahipsiniz.. ”

    bak meleklerler ve adem olayı tekrar anlatacağım lüften yavaş yavaş dikkatli oku..

    meleklerin allaha sorduğu soru “orada kan döken, bozgunculuk yapan birinimi halife kılacaksın.”
    burada melekler demekki daha bilinçsiz beşer soyunun yeryüzünde vahşi bir şekilde yaşadığına şahit oldular. ve böyle yeryüzünde kan dökenlerin nasıl olurda onların (yeryüzünde kan dökenlerin) yerine geçebileceğini ve halife olacağını merak ediyorlar. çünkü bu beşerlerin allahı hamd ve takdis edebileceğini bilmiyorlar. kısaca ademe bilgi verildiğini bilmiyorlar.. allahta meleklerin secde etmesi için. ademin bilgili bir varlık, yani eşyanın isimlerini, allahı bilen bir varlık olduğunu uygulamalı gösteriyor. çünkü melekler ademin allahı yüceltip ona karşı sorumlu davranabileceğini bilmiyorlar..

    allah meleklerin bu sorularına karşı onlara soruyor.. “o halde şu cisimlerin isimlerini bana söyleyin.”

    meleklerin o isimleri söyleyememesinin ve bilmemesinin nedeni, yaradılış fıtratı gereği o bilgilere ihtiyaçları olmamalarıdır.. bunuda şuradan anlıyoruz.. ” senin bize bildiğirdiğin dışında biz birşey bilemeyiz” demekki allah meleklere kendi özelliklerine uygun bilgiler vermiştir.

    ayrıca bu ayetlerde yine çok önemli ve hikmetli mesajlar vardır. tabi görene…

    şöyle ki.. melekler soru sorduğunda yüce allah onlara cevap vermeyebilirdi.. allah ne dilerse o olur. dilediği mahlukatı yaratır. dilediğinede özellikler verir.. hiç kimse buna müdahale edemez. ama allah kendi yarattığı her malukatı ciddiye alıp cevap veriyor.. çünkü bu takvalı davranmanın bir gereğidir. allahında takva sahibi olduğunu buradan anlıyoruz. çünkü bizlerinde takvalı davranmamızı istiyor..
    bizlerde davranış olarak buna yönelmeliyiz.. her malukatı ciddiye almalı, onlara bir müslümana yakışır şekilde davranmalıyız..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —yapma, aklına daha fazla hakaret etme, önce bir düşün ki insanlar, meleklerden nasıl üstün olabilir. farklı özellik farklı bilgiye sahip olanlar nasıl üstün olabilir.. ancak bir insan başka bir insandan üstün olabilir.. oda takva ile olur.. allah katında üstünlük budur.. (senden alıntı)

      okuduğunu anlamıyorsun galiba? ben varlıkların birbirlerine üstünlük sağlamalarından söz etmiyorum, bunu Kuranın tanrısı yapıyor, Ademe kopya vererek bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini sağlıyor,

      yanılmıyorsam daha önce secde olayıyla ilgili söylemlerinizde secde edilenin Adem değil, Ademin sahip olduğu bilgi olduğunu söylemiştiniz???

      ayrıca melekler Ademin bilgili olup olmadığını sormuyorlar, insanın sahip olduğu bozgunculuk yapma, kan dökme gibi çirkin bir özelliğinden söz ederek itiraz ediyorlar, kuranın tanrısı sorunun cevabını vereceği yerde Ademin ne kadar bilgili olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, bunu sağlamak için kopya vermek gibi iğrenç bir yola baş vurmaktanda çekinmiyor,

      tabi bu arada insanın çirkin özelliğiyle ilgili soru cevapsız kalıyor, çünki tanrının yaptığı bilgi yarışması meleklerin sorduğu sorunun cevabı olmuyor,

      yani, insanın özelliğiyle ilgili bir soruya insanın bilgili olduğunu göstererek cevap vermeye çalışmanın hiçbir tutarlı tarafı yoktur,

      —“siz karıncaya verilen bilgi ile asla verilen bilgiden dolayı, veya kendi fiziki özelliklerinden dolayı aslanın karıncadan daha üstün olduğunu düşünen bir zihniyete sahipsiniz.. ” (senden alıntı)

      insanları yaftalamak ne kadar kolay değimli? karınca ile ben, sadece yaratılmış birer varlık’ız, sahip olduğumuz özellikler, biz sahip olmak istediğimiz için değil, yaratan istediği için var olmuş, yani sahip olduğumuz özellikleri kendi irademizle seçmemişiz, o nedenle beleşten cepte bulduğumuz özellikler birbirimize üstünlük sağlama gerekçesi olamaz, yani benim bir varlık olarak bırak karıncayı, o karıncanın dışkısından hiç bir farkım yok,

      işte biz bu yüzden evrenin tanrısına inanıyoruz, bizle ilgili benzetmelerindeki aşağılama cümlelerinde bizi hayvanlara benzeten Kuranın tanrısına değil,

      ayrıca, bilgi üstünlük sağlamanın ölçüsü olsaydı, en ahlâksız insanların cahiller olması gerekirdi, oysa yeryüzüne bak, dünyanın en ahlâksız kişileri büyük çoğunlukla bilgi sahibi olan insanların arasından çıkıyor, bilhassa kendisini din alimi olarak tanıtan insanların arasından???

      yani sahip olunan bilgiyle sahip olunan özelliklerin hiçbir alâkası yoktur,

      —burada melekler demekki daha bilinçsiz beşer soyunun yeryüzünde vahşi bir şekilde yaşadığına şahit oldular(senden alıntı)

      kanıtın var mı diye sormayacağım? çünki tanrınla bilgi paylaşımı yapabilen bir özelliğe sahipsin?

      bilinçsiz beşer ne demek, eğer bilinçsiz beşer dediğin insansa, o insan nasıl hayatta kalacağını mutemelen hayvanları gözlemleyerek öğrenmiştir, konuşmayı bilmediği için yaşadığı olaylar karşısındaki tepkilerini mimikleriye, refleksleriyle göstermiştir, daha sonra farklı sesler çıkarabildiği fark etmiş, reflekslerini, mimikleri, nesneleri isimlendirerek konuşmayı öğrenmiştir, konuşmayı öğrenince sezgilerini duygularını ifade edebilme şansı bulmanın yanı sıra düşüncelerini sesli olarak ifade edebilme şansına sahip olmuştur, yani insan oğlunun konuşmayı öğrenerek birbiriyle kontak kurması oldukça kolaylaşmıştır,

      zaten tanrının insanlarla kontak kurduğu iddia ediliyorsa, insan konuşmayı öğrenmeden önce bu mümkün değil,

      yani demek istediğim bilinçsiz beşer dediğin eğer insansa, ona mimiklere, reflekslere nesnelere isim verebilme yeteneği de verilmiş demektir, yani konuşmayı öğrenebileceği yetenek, fıtrağı gereği verilmiştir,

      dolayısıyla iddia edildiği gibi tanrı insanlarla kontak kurmak istiyorsa, insanların konuşmayı öğrenmesini beklemek zorunda, çünki insanlarla kontak kurmasının başka yolu yok, yani tanrının Ademe konuşmayı öğreterek(bazı isimler öğreterek) insanların konuşmayı tanrının müdahalesi sonucu öğrendiğini düşünmek abes bir şey,

      ayrıca, yaratılan tüm canlı varlıklar bilince sahiptir, bitkiler ve hayvanlar bunu sezgileriyle yaparlar, insan oğlu ise sezgilerini sesli olarak ifade eder, bilinç dediğin şey ancak canlı varlığın ölümüyle yok olur,

      o nedenle yaratılmış canlı varlıkların içerisinde bilinçsiz bir varlıktan söz edilemez,

      sen çoğalmanın ensest ilişkiyle olabileceğini kabullenemediğin için, Ademin yaratılarak yeryüzündeki insanlara halife olarak gönderildiğini, Ademin çocuklarının ilkel insanlarla ilişkiye girerek çoğalmanın ensest şekilde olmadığı yanılgısına düşüyorsun, oysa ilkel dediğin insanların ensest ilişkiyle çoğalabileceğini göz ardı ediyorsun, Ademin çocuklarının bu ilkel insanlarla ilişkiye girmesi bizim atamızın Adem değil, bu ilkel insanlar olduğu anlamına gelir, yani Ademin halife olarak atandığı ilkel insanları görmezden gelerek insanlığın soy kütüğünü Ademle sınırlayamazsın, çünki Adem ister ilk insan olsun, isterse sonradan yaratılmış olsun, insanlığın soy kütüğü ilk insana dayanır,

      —kısaca ademe bilgi verildiğini bilmiyorlar.. (senden alıntı)

      daha doğrusu kopya verildiğini bilmiyorlar, bilselerdi herhalde bilgi sınavının figüranı olmak istemezlerdi?

      —allahta meleklerin secde etmesi için. ademin bilgili bir varlık, yani eşyanın isimlerini, allahı bilen bir varlık olduğunu uygulamalı gösteriyor. çünkü melekler ademin allahı yüceltip ona karşı sorumlu davranabileceğini bilmiyorlar.. (senden alıntı)

      sizin bu tanrınızın yüceltilmeye çok mu ihtiyacı vardı ki, kendisini yüceltecek varlık yaratma ihtiyacını hissetmiş,

      oysa görülüyorki Adem tanrısının koyduğu ne idiğü belirsiz yasağı delerek, tanrısını yüceltmekle kalmamış? meleklerin sorduğu sorunun cevabını da vermiş, hemde meleklerin endişelerinde ne kadar haklı olduklarını da ispat ederek? bana inanmıyorsan realiteye bak,

      —allah meleklerin bu sorularına karşı onlara soruyor.. “o halde şu cisimlerin isimlerini bana söyleyin.” (senden alıntı)

      meleklerden istenenle sorulan sorunun bir alâkası var mı? sorulan soruya alâkası olmayan cevapların verildiği durumları anlatan bir öz deyiş vardır, ben diyorum İstanbul boğazı, sen diyorsun… işte Kuranın tanrısınında yaptığı bu?

      —bir müslümana yakışır şekilde davranmalıyız.. (senden alıntı)

      dünyanın yaka silktiği insanlar gibi davranmayı tavsiye etmene sadece gülerim, adına Kuran denen malzemeden bir nane olmayacağını halâ anlayamıyorsunuz?

      daha yazacağım çok şey vardı ama uzun yazıları okumadığın için kısa keserek bazı şeyler söylemekle yetindim, bu mesajı bile okuyacağın konusunda şüphelerim var.

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “insanları yaftalamak ne kadar kolay değimli? karınca ile ben, sadece yaratılmış birer varlık’ız, sahip olduğumuz özellikler, biz sahip olmak istediğimiz için değil, yaratan istediği için var olmuş, yani sahip olduğumuz özellikleri kendi irademizle seçmemişiz, o nedenle beleşten cepte bulduğumuz özellikler birbirimize üstünlük sağlama gerekçesi olamaz, yani benim bir varlık olarak bırak karıncayı, o karıncanın dışkısından hiç bir farkım yok,

        işte biz bu yüzden evrenin tanrısına inanıyoruz, bizle ilgili benzetmelerindeki aşağılama cümlelerinde bizi hayvanlara benzeten Kuranın tanrısına değil,”

        karınca dışkısı = okuyucu mu yani.. kendini bu kadar aşağılama.. bazen senin psikolojik sorunların olduğu konusunda düşünmeye başladım..
        nasıl ki karınca ve aslan birbirlerine üstünlük yarışına girmeyeceklerse, insan ve meleklerde birbirinden üstün olamaz. onların öyle bir dertleri yok.. ama senin var sanırım..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        sonsuz boşlukta tanrının nüfuz etmediği egemen olmadığı tek bir zerre bile yoktur, çünki tanrı her yerdedir, tanrının olamayacağı hiç bir yer yoktur, hatta tanrı o karıncanın dışkısında bile mevcuttur,

        psikolojik sorunları olanlar ise tanrının ne olduğunu kavrayamadıkları için kendilerine pazarlanan uyduruk tanrıları tanrı sanma hastalığına yakalanmış olanlardır.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        bu arada konu ben değilim, soruları cevaplasan daha doğru yapmış olurdun ama cevap veremiyorsun diye üzülme senin alimlerinin bile cevap verme konusunda senden bir farkı yok,
        hepsi topu taca atıyorlar.

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “okuduğunu anlamıyorsun galiba? ben varlıkların birbirlerine üstünlük sağlamalarından söz etmiyorum, bunu Kuranın tanrısı yapıyor, Ademe kopya vererek bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini sağlıyor,”

        bunu allah yapmıyor.. sen yaptığını sanıyosun..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —bunu allah yapmıyor.. sen yaptığını sanıyosun.. (senden alıntı)

        peki bunu Kuranın tanrısı yapmıyorsa kim yapıyor?
        kim Ademe bir şeyler öğretip bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini sağlıyor,

        neyi sandığıma gelince; şimdilik bizi yaftalarken hayvanları aşağılama malzemesi olarak kulandığından söz etmeyeceğim,

        30. Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi. (bakara-30)

        Kuranın tanrısı yer yüzünde bir halife atamaya karar veriyor, zorunlu olmadığı halde bu kararını meleklere bildiriyor? tanrının öğrettiklerinden başka bir şey bilmeyen, tanrının emirlerini yerine getirmekten başka bir şey bilmeyen melekler, atanacak halifenin yeryüzünde fesat çıkaracağını, kan dökeceğini öne sürerek Kuranın tanrısının bu kararına itiraz ediyorlar, daha doğrusu Kuranın tanrısının bu kararını yanlış bularak muhalefet ediyorlar,

        Kuranın tanrısının emirlerini yerine getirmekle mükellef olan meleklerin, Kuranın tanrısının bu kararına itiraz etmeleri meleklerin yaratılış fıtratı göz önüne alındığında tamamen tutarsız bir anlatım,

        Kuranın tanrısının meleklerin itirazına verdiği cevap ise ne alâkaysa! ben sizin bilmediklerinizi bilirim demek olmuş, herhalde meleklerde Kuranın tanrısına senin bildiklerinin içerisinden bize öğretmediklerini biz bilemeyeceğimize göre bizim bilmediklerimizi senin bilmenden daha doğal ne olabilir demiyerek tanrılarının boş bir laf ettiğini yüzüne vurmak istememişler?

        31. Allah Adem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi. (bakara-31)

        melekler sanki her şeyi bildiklerini iddia etmişler gibi, Kuranın tanrısı meleklere eğer siz sözünüzde sadık iseniz şunların isimlerini bana bildirin diyerek, meleklerin bilgisini sorgulamak gibi bir patavatsızlık yapıyor,

        meleklere bildikleri her şeyi kendisinin öğrettiğin bilen bir tanrı, öğretmediği şeyleri meleklerin bilemeyeceğini bilmiyor mu ki, böyle bir söz söylüyor?

        32. Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler. (bakara-32)

        burada melekler, biz senin öğrettiklerinden başka bir şey bilemezken, diyerek, yani bize öğretmediğin şeylerin isimlerini sorma patavatsızlığını nasıl yaparsın imasında bulunuyorlar,

        33. (Bunun üzerine: ) Ey Âdem ! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Adem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi. (bakara-33)

        burada Kuranın tanrısı, sanki melekler Ademden daha bilgili olduklarını iddia etmişler gibi, meleklerin bilmedikleri şeyleri Ademe öğretmek suretiyle, Ademin meleklerden daha bilgili olduğunu kanıtlamaya çalışıyor, sanki melekler kuranın tanrısına sen her şeyi bilmezsin demişler gibi Kuranın tanrısı her şeyi bildiğini kanıtlama derdine düşmüş bunu yaparkende Ademin eşyanın isimlerini saymasını örnek göstermiş, yani Adem eşyanın isimlerini sayınca Kuranın tanrısı her şeyi bildiğini meleklere ispat etmiş,

        özetle söylersek, Kuranın tanrısı meleklerin itiraz ettikleri konuda cevap vereceğine,
        yani melekler, Kuranın tanrısına insanın bilgisiyle ilgili değilde sahip olduğu özelliğiyle ilgili bir itirazda bulunuyorlarken, Kuranın tanrısı sanki melekler insanın bilgisini sorgulamış gibi, Ademin ne kadar bilgili olduğunu ispatlamaya çalışıyor, üstelik bunu Ademe öğrettiği bilgilerle sağlıyor,

        oysa hiçbir varlığın tanrının kendisine yüklediği bilgiden başkasını bilemeyeceği yaratılış fıtratı gereğiyken Kuranın tanrısının yarattığı varlıklar arasında bilgi yarışması yaptırması kadar saçma sapan bir şey olamaz, üstelik her şeyi bildiğini, Ademin eşyanın isimlerini saymasıyla kanıtlamaya kalkan bir tanrının tanrılığı sorgulanmaya muhtaç?

        bu arada, dışkı konusuna tekrar dönersek, dışkı gübre olur bitkiler için en önemli besin kaynağı olur, (askerdeki komutanım kendi deneyimlerine dayanarak en kaliteli gübrenin insan dışkısı olduğunu söylerdi)

        dışkı tezek olur ısınmada yakıt olarak kullanılır, odundan sonra insan oğlunun en uzun yıllar ısınmadan yararlandığı yegâne yakıt tezektir, Ülkemizin bir çok yöresinde hayvancılıkla geçinenler kışın yakıt olarak tezek kullanırlar,

        kaliteli verimli ürün elde etmek, ısınmak, yemek pişirmek için dışkıya ihtiyaç duyan insan, var olması için canlı varlıkların tahliye sistemlerine ihtiyaç duyan dışkı ortadayken, şekli ve özelliği ne olursa olsun birbirlerine muhtaç olan varlıkların birbirlerinden üstün oldukları düşünülebilir mi?

        dolayısıyla, dışkı = Kadir dememin hiçbir sakıncası olmaz.

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Görüyorum ki şartları zorlamak ve kendi tezinizi savunmak için olmadık ya da olmayacak durumlar yaratmakktan vazgeçmeye niyetli değilsiniz!

        İnanın sizin kurduğunuz cümleleri okumak aklın geldiği nokta itibariyle kaldırabileceğinden çok daha fazla yüklenmesini sağlamaktan öte bir etki yaratamıyor!

        “okuduğunu anlamıyorsun galiba? ben varlıkların birbirlerine üstünlük sağlamalarından söz etmiyorum, bunu Kuranın tanrısı yapıyor, Ademe kopya vererek bilgi yönünden meleklere üstün gelmesini sağlıyor,”

        bunu allah yapmıyor.. sen yaptığını sanıyosun..” 1okuyucuya cevabınız

        O halde,

        1- ‘’Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’(meleklere)
        2-’’Allah Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti’’
        3- ‘’Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.’’
        4- ‘’(melekler) Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur’’
        5-’’Allah şöyle dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.”
        6- ‘’Adem, meleklere onların isimlerini bildirince’’
        7- Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim DEMEDİM Mİ?” dedi

        Yukarıdaki ayetleri bir tanrı söylemiyor siz söylediğini SANIYORSUNUZ!

        Yani başka ne olabilir ki?

        Bakın Türk televizyonlarından Habertürkte, Caner Taslaman ve Mehmet Okuyan’ın bizim tartıştığımız durumlarla ilgili sohbetlerini izleme fırsatı buldum!Ve anladım ki Kuran konusunda konuşmaya mahir olduğunu düşünen bir sürü kağıttan kaplan var! İşleri güçleri demogoji!

        Bakın sevgili kadir,

        Bir tanrının anlaşılma problemi yoktur, tanrıların anlaşılanların ya da anlaşılanlarda istenenlerin YAPILMAMASI problemi vardır!

        Yani her tanrı mesajını hiç bir çelişki olmayacak şekilde muhataplarına iletir ve itaat bekler! Tanrısal kudretin gereği budur ya da asıl yaratıcılık budur!

        Ne demek istediğimi açayım! Tanrı kavramı yani yaratıcılık buna inananların hayal edemeyeceği bir güçle donanan bir varlığın kudretini temsil eder! Yani muhataplarına göre yapamayacağı hiç bir şey yoktur, sadece bekler ya da ister! Bu durumda yarattıklarına(!) seslenen tanrının yarattıklarından geri dönüş alabilmesi ve bu geri dönüşü kategorize(iyi-kötü) edebilmesi için söylediklerinin kesinlikle anlaşılabilir olması şarttır! Yani tanrının mecazı, iması, müteşabihi olmaz! Olduğu taktirde tanrı kendi gücünün getirdiklerini ya da sonuçlarını değerlendirme ve yorumlama kudretini kendisinin hiç bir şekilde eşiti olmayan varlıklara devretmiş olur! Yaratılan(!) hiç bir varlık yaratıcısı gibi düşünemez, yaratıcısı gibi yorumlayamaz!

        Yani tanrının sözlerinin muhatapları tarafından okunduğu anda anlaşıldığından daha öte anlamları olamaz! Yani tanrı okuyan ne anladıysa onu söylemiştir!

        İşte bu durumda ortaya şöyle hazin bir tablo çıkar! Bir din bırakın inanmayanları inananları tarafından bile okunduğunda farklı şekilde anlaşılan veya anlamlandırılan tanrı sözlerinden müteşekkil bir kitaba sahipse ortada kocaman bir problem vardır!

        Ya tanrının kudreti beklentilerini her insana aynı şekilde anlatmaya yetmemektedir ya da insanlar kendilerini tanrı sanmaktadırlar!

        Bundan başka ne olabilir ki! Bir tanrı muhataplarına gönderdiği sözlerde anlattığı bir hikayenin ASLINDA anlatılan şekilde yaşanmadığını söylemediği halde onun muhataplarından biri veya bazıları tanrının söylemediğini ”bunu allah yapmıyor.. sen yaptığını sanıyosun..” şeklinde anlamlandırıyor ya da yorumluyor yani tanrıyı kendi tezini savunmak için KONUŞTURUYORSA buna başka ne denebilir!

        Burada onlarca kere yazdım, hiçbir dinde tanrı sözlerinin yeniden yorumlanması mümkün değildir! İnsan hem tanrının kudretinden korkacak ve o kudreti nesilden nesile büyüterek anlatacak hemde o gücün yerine kendisini koyarak o sözleri tanrısının değil de alalade bir insanın sözleriymiş gibi kendi temennisi doğrultusunda yeniden yorumlayacak!

        Bu insanın kendine, aklına, varlığına durmaksızın yapageldiği ve artık kendinin sürgiti haline gelmiş bir şakadır!

        Sanırm, insan kendisini yaratıcı gibi düşünebilecek,anlayabilecek ve yorumlayabilecek bir varlık zannettiği her an olası tanrı kahkaha krizlerine girmektedir! Belki de asıl isteği varolduğu boşlukta ve yalnızlıkta kendisini eğlendirecek varlıkların olmasıdır! Eğer böyleyse yaratmada ki başarısı tartışılmazdır! Çünkü hedef büyük ölçüde tutturulmuştur!

  96. karaca dedi ki:

    toro

    Yine farklı yere cevabı yazmak zorunda kaldım
    sizin yukarıda vermiş olduğunuz cevabın altına
    hemen bir cevab ver butonu olmalıydı.
    bu yazıyı da ta buraya okuduğun yere almak zorunda kaldım.
    Toro büyük resimden benim anladığım bu
    sizin de büyük resimden anladığınız bu
    bunu ne senin lehine ne de benim lehime
    değiştirmemiz mümkün değil
    o zaman ne ben senin inancını değiştirmek için uğraşayım
    ne de sen benim ınancını değiştirmek zorunda kal
    var herkes bildiği gibi yapsın
    mademki birşeyleri değiştiremiyoruz
    uğraşmak boşuna vakit kaybetmek hiç
    sevmediğim birşeydir.
    senin de vakit kaybetmek istemediğinden eminim
    herşey gönlünce olsun.

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —Yine farklı yere cevabı yazmak zorunda kaldım
      sizin yukarıda vermiş olduğunuz cevabın altına
      hemen bir cevab ver butonu olmalıydı. (senden alıntı)

      bundan sonra “Allah her şeyi bilmez” konusuna yazacağın ilk mesajda mesaj yazma kutusunun altındaki “yeni yorumları bana e-posta ile bildir” yazısının sol tarafındaki kutucuğu işaretlersen bunda sonra bu konuda yazılacak tüm mesajlar e-mail adresine gelir, e-mail adresine gelen mesajlardan herhangi birisine cevap vermek istediğinde mesaj metninin alt tarafında bulunan cevapla seçeneğine tıklarsam otomatik olarak bu siteye bağlanırsın ve açılan mesaj kutusunun üst tarafında “filanca için bir cevap yazın” ifadesi yer alır, mesajını yazıp kaydettiğinde filanca kişinin mesajına cevap vermiş olursun,

      başka bir konuya da yazdığında o mesajını göndermeden önce yine yukarıdaki prosedürü takip edersin, yani atılan çentik sadece çentik atılan konuyu kapsıyor, tüm konuları değil,

  97. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal Kardeşim,
    Bu dünya cenneti dünyanın hangi bölgesinde kurulmuştur, nasıl ortadan kalkmıştır? Kalıntısı ya da izleri bulunabilir mi?

    • 1okuyucu dedi ki:

      Havacı;

      biliyorsun Bilâl bey, yer yüzü cennetinin yüksek bir yerde olabileceğini söylüyor?

      madem pilotsun, atla uçağa tüm dağları tepeleri tek tek dolaş, belki bulursun cenneti? bulduğunda yasak meyveye bizden selâm söyle,

      • sarp mustafa dedi ki:

        1okuyucu;

        Burdan bilal beye yardımcı olması açısından şöyle küçük bir kopya vereyim senin aracılğınla sayın okuyucu 🙂 , nasıl olsa, o ne eder ne yapar oranın cennet olduğuna kendini inandırır bizi de inandırmaya çalışır :D. “Kayıp kıta atlantis” yer yüzünden kaybolan cennet olabilir mi acaba? Bilal bey kurandan ayetlerle, eğer varsa desteklerse belki atlantisi bulabiliriz… Ümitle sabırla bekleyeceğim.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Sarp Mustafa;

        bence güzel bir tiyo, okyanuslar dağların çökmesi sonucu oluştuğuna göre, yeryüzü cennetide dağ tepesinde olduğuna göre, kayıp kıta Atlantisin, cennetin bulunduğu dağın çökmesi sonucu oluşabileceği büyük olasılık gibi görünüyor. 🙂

  98. Havacı dedi ki:

    Sayın Kadir Bey,
    “sayın havacı arapça bilmek ayrı birşey kuranı anlamak ayrı birşeydir. arapça bilirsin ama ayetleri anlamadıktan sonra sadece bildiğinle kalırsın. kuran kendi kendini tefsir eder.. ne fıkıha, ne hadise, nede saçma sapan bir olaya ihtiyaç vardır.” diyorsunuz.
    Arapça bilmiyorsunuz, Kur’an’ı anlamak için fıkha ya da saçma sapan bir olaya (tarihsel gerçekliğe mi demek istediniz) ihtiyaç yok diyorsunuz ve Kur’an’a anlam vermeye çalışıyorsunuz? Artık bu cehalet değilse nedir?

    • kadir dedi ki:

      sayın havacı…

      tarihsel gerçekliğe demek istemedim.. kurana atfedilen olaylara… kesin bilgi bile bilinmesi imkansız olan olaylara. evet bende hz. peygamber gibi, sadece ona vahyedilenin peşinden giderim. kuran elbette bunlar olmadanda çok açık hatta daha açıktır.. hurafelerin. onun adına din uyduranların. şekilcilik şartçılık edenlerin peşinden değil. kuranın gününümüzde üstünün örtülmesinin ve raflara kaldırılmasının en büyük sebebi budur. beni cehaletle suçluyosun… sizin gibi zihniyetler yüzünden insanların büyük bir bölümü “biz bunu anlayamayız, ona buna ihtiyaç var” düşüncesiyle kurandan uzaklaştılar.. emelinize ulaştınız.. şimdi sadece kuran diyenleri cahillikle suçluyosunuz. kimin cahil olduğunu elbette allah daha iyi bilir..

      • Havacı dedi ki:

        Sayın Kadir,
        Sizin ihlaslı bir müslüman olduğunuzu ve bu sitede aklınız, bilginiz yettiğince herkese cevap vermeye çalıştığınızı görüyorum,
        Kur’anı yorumlamak en azından şunları bilmeyi gerektirir.
        1. Arapça,
        2. Arapça dilinin etimolojisi,
        3. Dönemin sosyolojisini,
        4. Dönemin tarihsel olaylarını,
        5. Fıkıh (Hukuk bilgisi),
        6. Felsefe
        Sizin arapça bilmediğinizi, diğer konularda da ne kadar yetkin olduğunuzu bilmiyorum. İslam miras hukuku için sayfalarca kitap yazılmıştır, hepsi toplam üç ayete dayansa da.
        Kötülüğe giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. Siz ne kadar iyi niyetli olsanızda bilmeden yapacağınız ve burada paylaşacağınız düşünceleriniz islama fayda sağlamayacaktır. Eğer kendi başınıza hüküm çıkarma konusunda kendinizi yetkin görürseniz bu sizi bağlar.
        Bize yeterli ve açık bilgi verilmeyen konularda ısrarla fikir yürütmek Ali İmran 7 nci ayete aykırıdır. “Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.”
        Siz ve KARACA lütfen bu ayeti göz önüne alın ve daha fazla kendinizi hırpalatmayın ve aklı selim olun.

  99. karaca dedi ki:

    melekler allaha yeryüzünde kan dökecek ve bozgunculuk yapasak birini mi yaradıyorsun

    aslında dikkatli bakıldığında bu olayın da iblisten kaynaklandığını görmek mümkün
    bildiğim kadarı ile iblis meleklerin başı olarak bilinir yani bulunduğu makam ve seviye diğerlerine göre daha farklı durumda olması bunu bu davranışa itmiş olmalı
    Allah ın ademi yaratacağı bilgisini iblis öğrenmişti bunu nasıl yaptı bunun tartışmasını yapmak istemiyorum ademin yaratılması işi iblise ters gelmişti.
    düşündü taşındı adem yaratılırsa kendi makam ve mevkisi ikinci üçüncü plana düşecekti.
    bunun için planlar yapmış olmalı,ilk etapta meleklere bu fikrini açtı adem yaratılırsa yer yüzünde kan dökeceği,bozgunculuk yapacağı fikrini meleklere aşıladı.çünkü hesaplamaları hep aynı kalıyordu
    yeryüzünde var olan hayvanların bir birlerini ihtiyaçtan dolayı öldürdüklerini görüyordu.
    hayvanlar açlık nedeni ile diğer hayvanları öldürmesi ile şu kanata sahip oldu topraktan yaradılan
    her şeyin yine topraktan üretilen diğer şeylere ihtiyaç duyduğunu görüyordu. iblis öldürme gibi bir olayın kendilerinde olmadığını iyi biliyordu
    mademki Ademde topraktan yaratılacaktı ve çok çeşitli ihtiyaçları olacaktı bunun için kan döküleceğini beraberinde bozgunculuğun yapılacağından adı gibi emindi.
    ve yaradılacak olan ademin allah indinde kıymetli olacağını da biliyordu. kendisi ikinci ücüncü plana atılacak durumu bozulacaktı.
    bundan dolayı melekleri fitledi. onlara adem yaratılırsa yeryüzünde kan dökecek bozgunculuk yapacak biri olacak onları işlemiş olmalı
    meleklerde iblisten öğrendiğin allaha söylemiş olabilirler
    yoksa ademden öncede yeryüzünde insan yaratılmış fikri pek yerine oturmuyor.

    • rammsteinn dedi ki:

      karaca
      hikayenizi dallas filmi tadında okudum.
      hırs,nefret,intikam ne ararsan var. en çok ta şu cümleye takıldım.

      bunun için planlar yapmış olmalı,ilk etapta meleklere bu fikrini açtı adem yaratılırsa yer yüzünde kan dökeceği,bozgunculuk yapacağı fikrini meleklere aşıladı.çünkü hesaplamaları hep aynı kalıyordu

      böyle olduğunu nerden biliyorsunuz_ kim gördü?
      hikayeyi öyle bir uydurmuşsunuz ki gören de bunlara sizin şahit ettiğinizi zanneder.
      kuran kendisi için açık demez. “apaçık” der. ama buna rağmen insanların en merak ettiği hikayeler hep eksik. bu eksiklikleri de sizin gibi hayal gücü yüksek kişiler dolduruyor. öyle bir dolduruyorlar ki kulaktan kulağa anlatıla anlatıla masallar gerçek hikayelere dönüyor. dinin temel taşları dizilmiş oluyor.
      dünyadaki yüzlerce dinin farklı yaratılış hikayelerinden sizinkinin farkı ne?
      tek ortak nokta var. “hayalgücü”

      einstein
      Hayal gücü, güçlüdür: “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür.Hayal gücü ise her yere.”

      sizi de taa ademin zamanına götürmüş.
      iyi hayaller…

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —her şeyin yine topraktan üretilen diğer şeylere ihtiyaç duyduğunu görüyordu. iblis öldürme gibi bir olayın kendilerinde olmadığını iyi biliyordu
      mademki Ademde topraktan yaratılacaktı ve çok çeşitli ihtiyaçları olacaktı bunun için kan döküleceğini beraberinde bozgunculuğun yapılacağından adı gibi emindi. (senden alıntı)

      bunu bir de Kuranın tanrısı anlayabilseydi, yeryüzündeki kötülüklerin sebebi olarak şeytanı gösterme yanılgısına düşmezdi,

      oysaki, yaşamlarını sürdürebilmek için bir şeylere ihtiyaç duyacak şekilde yaratılan varlıkların, güçlünün ayakta kalacağı, güçsüzün yok olacağı şekilde dizayn edilen doğa yasaları gereği, varlıklarını sürdürebilmeleri için bazı çabalara girişeceğini, bu çabaların bazılarının lehine olsada bazılarının aleyhine olacağı, yani çıkar çatışmalarının olduğu bir durumda, söz konusu eylemleri, zıt kavramlar gereği, kimilerinin iyi kimilerinin de kötü olarak tanımlayacağını bilseydi, ve bu kavramların kişiden kişiye, toplumdan topluma göreceli olduğunu bilseydi, kötülüklerin sebebini yükleyeceği bir günah keçisi yaratmazdı,

      yeryüzünde olan bitenin doğa yasalarının kaçınılmaz bir sonucu olduğunu anlayamadığı için bir günah keçisi yaratma gafletinde bulunmuş?

      —ve yaradılacak olan ademin allah indinde kıymetli olacağını da biliyordu. kendisi ikinci ücüncü plana atılacak durumu bozulacaktı. (senden alıntı)

      aksine şeytan yeryüzünde krallığını ilân etmiştir,

      tek tanrı inancının başlamasıyla birlikte, yeryüzünde kötü olarak tanımlanan eylemlerin sebebinin kim olduğu sorulmaya başlanmıştır, öyle ya insanoğlunun zorunlu olarak girdiği yaşam mücadelesinde ayakta kalabilmek için başvurduğu yöntemlerin bazılarınca kötü olarak tanımlanması ortaya tanrının yarattığı varlıkları bozgunculuk çıkaran, kan döken bir varlık olarak yarattığı kanısının uyanmasına sebep olmuştur, yani tanrı öyle yarattığı için insanoğlu yaratılış fıtratı gereği iyilikte yapabilmektedir, kötülükte, bunu bertaraf etmek için kötülüklerin sebebi olarak bir varlığın gösterilmesi gerekiyordu,

      üstelik bu varlığa izin verilmeliydi ki, yeryüzündeki kötülüğün sebebinin, bu varlık tarafından ayartılan insanlar olduğu gösterilebilsin,

      işte bir sürü tutarsızlıklarla dolu olan yaratılış hikâyesi bu nedenle uydurulmuştur, yani akılları sıra Kuranın tanrısını aklamak için böyle bir hikâye uydurmuşlardır,

      sonuçta ne olmuştur, kendisine itiraz eden melekler, isyan eden şeytan, yasak delen insan figürleriyle ihanete uğramış zavallı bir tanrı figürü ortaya çıkmıştır,

      üstelik bu tanrı öylesine acz içerisindedir ki, şeytan, Kuranın tanrısının inanırlarına dinler arası rekabet, ayni din mensupları arasındaki iktidar kavgaları (hilafet kavgaları) gibi vesveseler vererek, Kuranın tanrısının inanırlarını birbirlerine düşürmekle kalmayıp, farklı topluluklar arasında çıkar çatışmaları konusunda vesvese vererek, yeryüzünü güç kavgalarının yapıldığı bir arenaya çevirerek adeta yeryüzünde egemenliğini ilân etmiştir, yani Kuranın tanrısıyla girdiği taraftar toplama yarışmasında Kuranın tanrısına açık ara fark atmıştır,

      yani Kuranın tanrısıyla şeytanın girdiği taraftar toplama yarışı, şeytanın zaferiyle sonuçlanmıştır,

      gördüğün gibi şeytan, kendisini değil Kuranın tanrısını 2. plâna atılan bir varlık durumuna düşürmüştür,

      özetle Kuranın tanrısı, insanların eylemlerinin doğa yasalarının bir sonucu olduğunu anlayabilseydi, bir günah keçisi uydurma gafletinde bulunmazdı,

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Neden zorluyorsunuz? Neden anlatılanı anlatılmayanlarla desteklemeye çabalıyorsunuz? Anlatılmayanı anlamak ya da anlatabilmek sizin elinizde olsaydı yani sizde tanrı olmayı gerketiren bu güce sahip olsaydınız adınız kul olurmuydu? Siz hem kul olduğunuza yani biinmeyeni bilmek için bir yaratıcıya muhtaç olduğunuza inanacaksınız ama bazı anlarda sanki muhtaç değilmiş ve tanrı gibi düşünebilir ve tabrı gibi anlatabilirmiş gibi davranacaksınız!

      Bakın zorlamayın!

      Hikaye açık! Tanrı kendisinin yarattığı ve bilinmeyeni bilmek konusunda kendisine muhtaç olan iki varlığı bu muhtaçlığa rağmen birbiriyle yarıştırmış ve zaten birşey ispatlamakla yükümlü olmadığı ya da izahat vermesine gerek olmayan iradesiz meleklerine ayar vermek için diğerine sufle vermiş yani üstün gelmesini sağlamıştır!

      Öncelikle insan meleklerden niye üstün? Çünkü tanrı üstün olduklarını söylüyor değilmi? Peki tanrının bir varlığın diğerlerine karşı üstünlüğünden bahsetmesi yani üstündür demesi yarattıkları tarafından tartışılabilir bir şeymidir? Yada tanrı bu üstün olma niteliğini hem insan hemde meleklere KANITLAMAK zorundamıdır! Tanrılar yaptıklarının izahatlerini bizzat yarattıklarına mı verirler? Melekler tanrının yaptıklarını izah etmesi ya da yaptıklarının sonuçlarını kanıtlaması gereken varlıklarmıdır? Tanrının hesap verdiği ya da bir şekilde kendini kanıtlaması gereken topluluk meleklermidir?

      Şüphesiz ki yukarıdaki soruların cevabı sizin için hayır olmalıdır! O halde söyleyin size göre cevabı hayır olan soruların muhataplarının, ilgili ayetlerde anlatılan hikayede, soruların cevapları evet miş gibi davranmalarının sebebi nedir?

      Bakın tek tanrı hikayesinde karşıtlığı yaratmak zordur! Çünkü senaryo geriye doğru yürütüldüğünde her şey her defasında tanrıya dayanır! Yani herşeyin sebebi tanrıdır! İşte bu noktada dayanaklandırılması zor ama inandırıldığı taktirde kanıksatılması kolay olan yol seçilir!

      Bakın sadece itaat etsin diye yaratılan hiç bir varlığın fıtratında SORU olmaz, soru sormasını bilemez! İradesizliğin anlamı SORGUSUZLUKTUR! Yani hiç bir melek hiçbir zaman soru soramaz! Sadece yapması gerekeni yapar! İradesiz yaratılan varlığın yapması gerekenden farklı bir şeyi yapması nasıl düşünülebilir? Diyelim ki düşünmek işinize geliyor! Peki tanrıları tarafından iradesiz yani sorgusuz olarak yaratılan varlıklar tek bir soru dahi sorduklarında bu yaratıcının yaratma eylemini amacına uygun yerine getiremediğinin kanıtı olmaz mı?

      Tanrı; Ben melekleri sadece bana itaat ve ibadet etsinler diye yarattım!
      Melekler; Biz varken insanı neden yaratıyorsun?

      Bu diyaloğun içinde bir tanrının olması nasıl düşünülebilir?

      İblis konusuna girmiyorum bile!

  100. karaca dedi ki:

    rammsteinn

    tabiki ben orda değildim rammsteinn
    yukarıdaki kurgu benim kurgumdur. bunun böyle olmadığını veya böyle olduğu hakkında elimizde
    herhangi bir kanıt yok ancak kuranda ki bilgileri mümkün mertebe bir zemine otutturmaya çalıştığım
    ı anlamaya çalıştığımı görmelisinizin, benim düşüncelerim sınır konulamamıyor.
    bir diğeri de başka bir yorum yapabilir bu insanın doğasında var
    yine bu olaya devam edelim

    peki adem nasıl yaratıldı. sen de kendi fikirlerini açılayabilirsin
    benim fikrim aşağıdaki gibidir.
    adem iki bölüm halinde yaratıldı.
    düşünmek gerekir ademe cennette bir şey niçin yasak edilmiş olsun bunun bir amacı olmalı
    amacsızca bu sana yasak demek mantıksız mutlaka bunun altında bir önleme,bir tedbir bir düşünce olmalı öyleya adem yaratılacak ve kendisine bir şey yasak edilecek herşey serbest
    şu yasak bunun bir izahı olmalı
    veya bu yasak edilen zamanından önce yapılsaydı ne olurdu veya hiç bir şekilde ademe yasak edileni adem yapmasaydı.durum ne olurdu.
    şimdi birinci bölümü inceleyelim
    ademi allah yaratmaya karar verdikten sonra bunun alt zeminin hazırlanması gerekir.
    öyle pat diye adem yer yüzünde yaratılmasının mahzurları olabilir.pek çok teste tabi tutulması gerekir. her neyse
    adem ruh olarak yaratıldıkdan sonra cennette alınması cennette bir süre karantina altında kalması gerekirdi.
    bu meyanda yeryüzündeki içinde bulunacağı kalıbının da hazırlanması gerekirdi. günü geldiğinde ademe yol verilecekti.
    da önce yol verilemezdi. eğer adem yasak edileni zamanından önce yapmış olsaydı transfer tamamlanmamış adem vücuduna girmesi pek çok kaosa sebeb olabilirdi ne bileyim göz yuvalarının tam yerine oturmuş olmaması ağız yapısında eksiklikler,kollarında bacaklarında ne bileyim diger başka uzuvlarından dolayı vaktinden önce bu bedene transferi gerçekleşirse sıkıntılar olacaktı.
    bu sebebten adem cennette taki vakit gelene kadar bekletildi.
    yeryüzündeki ademin vucud bulması bedeninin tamamlanması çok uzun sürdü.
    nihayetinde cansız bir beden olarak bütün işlemlerden geçmiş ruhun içine girebileceği bir pozisyona melekler tarafından hazır hale getirlmişti tek eksik olan insan olarak yaşayabilmesi için gerekli olan ruh tu.
    buda ademin yaratılışındaki ikinci safhadır.
    birinci safha yukarıda anlattım ademin cennette ruh olarak muhafaza edilmesi ile başlar
    ikinci safhası yeryüzünde cansız bir adem bedeninin hazırlanması safhasıdır.
    artık yeryüzündeki işlemler tamamlanmış sıra ademin bedenine ruhunun transfer edilmesine gelmişti. yasağın kalkması bu safhada başlar
    insanlar buna yasak edilen şey olarak bakabilir ama sonuçta bir tedbirdir.
    ve düğmeye basıldı.iblis devreye girdi artık ademe yeyüzüne gitmesi gerektiği cennetteki vaktinin sona erdiği,havva ile birlikte artık cennette yerleri olmadığını iblis bildirir.
    çünkü adem ve havvanın yeryüzündeki içine girecekleri kalıb hazırdır.
    tek eksik olan transferin tamamlanmasıdır.
    bu görevide iblis yüklenmiştir.
    ve yeryüzündeki cansız ademin bedenine bu transfer gerçekleştirilmiştir.
    soru şu rammsteinn adem karantina alındıktan sonra cennette yasak edilen şey önceden yapılmış olsaydı adem bilmeyerek bu yasak edileni yapsaydı belki felaketle sonuçlanacaktı.
    yeyüzünde tamamlanmamış adem ve havva bedenleri daha tam manasıyla oluşmamış bu iki bedene transfer zamanından önce gerçekleşseydi. hiç bir şekilde istenmeyen sonuçlara sebeb olacağı belliydi
    bundan dolayı zamanından önce transferin gerçekleşmemesi gerekiyordu yasak bu nedenle konulmuştu
    ve yasak kalktıktan sonra adem yasak edileni yapmıştır. ve bu işlem tamamlanmış oldu.

    rammsteinn

    yani şimdi düşünmek gerekir kuran bu hikayeyi bu şekilde anlatması düşünülebilirmi
    düşünülemez .ardındaki gerçeklere de biraz insan zekasının pratik yapması gerekmezmi.
    varsa senin senaryolarını okumak isterim.
    bu yukarıda anlatılanların hepsi varsayımdır.

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —ademi allah yaratmaya karar verdikten sonra bunun alt zeminin hazırlanması gerekir.
      öyle pat diye adem yer yüzünde yaratılmasının mahzurları olabilir.pek çok teste tabi tutulması gerekir. her neyse
      adem ruh olarak yaratıldıkdan sonra cennette alınması cennette bir süre karantina altında kalması gerekirdi. (senden alıntı)

      Hani Rabbin meleklere demişti ki: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım.” (hicr-28)

      “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!” (hicr-29)

      pat diye yeryüzünde yaratılmasının ne mahzurları olabilirki, peki hayvanlar nasıl yaratıldı?

      Kuranın tanrısı ayetlerde önce bedeni yaratığını sonrada ruhundan üflediğini söylüyor, yani Ademin bedeni yaratılmadan önce ortada bir ruh yok, ayrıca bedene sahip olmayan bir varlığın yeme, içme gibi bir ihtiyacı olmaz, Adem bir bedene sahipti ki kuranın tanrısı şundan yiyin bundan yemeyin diyebiliyor, yani parça parça yaratma diye bir şey söz konusu değil,

      —ve yasak kalktıktan sonra adem yasak edileni yapmıştır. ve bu işlem tamamlanmış oldu. (senden alıntı)

      Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. (bakara-35)

      Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)

      öyle şeyler yazıyorsun ki, insan cevap versem mi? vermesem mi? diye düşünüyor, bak ayetlerde, senin kalktı dediğin yasak, Ademin rabbine asi olup yolunu şaşırmasına sebep olmuş,

      iyisi mi sen yasak meyvenin ne olabileceği konusunda hayal gücünü kullan, yasak meyve için elma diyen var, armut diyen var, buğday diyen var, incir diyen var, ananas diyen var, dağ yemişi diyen var, şeftali diyen var, kestane diyen var,

      yasak meyveyi yemekle ayvayı yediği anlaşılan Ademin, yediği yasak meyvenin ayva olduğunu söyleyenler bile var,

  101. karaca dedi ki:

    1okuyucu

    Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik. (bakara-35)

    Peki bu ayet ademin yeryüzüne ilk etapta gönderilemediğini,bir karantina süresinin olduğunu göstermiyormu
    taki yeryüzünde ademin ve havvanın kalıbının tamamlanmasına kadar beklenildiğini
    göstermiyormu. .
    tansfer işlemini gerçekleştirecek olan allahın bu sistemine ademle havanın yaklaşmaması önlenmiş
    olmuyormu önlenmesi gerekmezmi
    tabiki işlemler tamamlanasıya kadar bu yasak devam etmesi gerekliydi buna uyuldu.
    daha sonra yasak meyva adı altında bildirilen bu yasağın kalması gerekiyordu.
    yasağın kalkmış olması ile adem yeryüzüne gönderidiği anlaşılmıyormu
    Ademe de gitmesi gerektiğine dair bu bilgi iblis tarafından ademe verilmiş olmuyormu
    iblis bu görevi yapmış olmuyormu.
    ademin kalıbı hazır oluncaya kadar beklenildi ademe cennette konulmuş olan tahdit kalldırıldı,transfer başlatıldı.bu olayı kuran teferüatlarıyla anlatmamış olması normal değilmi
    kuranın verdiği bilgiden ademin kovulduğu yeryüzene gönderildiği anlaşılmıyormu
    Diğer konu şu peki diyorsun hayvanlarda durum nasıl
    onların bir ruhu olduğunu sanmıyorum
    hayvanlara ruh verilmediği için yeryüzünde hayatlarını geçirebilecekleri bir sistemle hayvanlar yeryüzünde yaratılmış olmalı
    benim bundan anladığım bu

    Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)
    sizden alıntı

    nihayet transfer gerçekleşti adem ve havva cennette olmayan ayıp yerlerini bu yeni kalıblarında gördüler cennette oldukları sırada kendilerinde kalan bir alışkanlıkla yeryüzündeki yapraklardan örtmeye çalıştılar
    şeklinde düşünülmesi mantıklı değilmi

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —hayvanlara ruh verilmediği için yeryüzünde hayatlarını geçirebilecekleri bir sistemle hayvanlar yeryüzünde yaratılmış olmalı (senden alıntı)

      şöyle anlatayım, ölümlü tüm canlılar bir bedene yada bir şekle sahiptirler, bu canlılardan kimi ortalama 80 yıl yaşar, kimi 20 yıl, kimi 5 yıl, kimi birkaç gün, kimi birkaç saat, kimi birkaç dakika yaşar, çünki ortalama yaşam sürelerine uygun olarak dizayn edilen bedene veya şekle sahiptirler,

      ayrıca tüm canlı varlıklar bir bilince sahiptir, örneğin; bir insanın canlı olduğunu kavraması ancak beyin denilen organının faaliyetiyle mümkündür, beyni aktif tutan ise, beyne düzenli kan pompalayan kalptir, yani kalp insanın motorudur, kalbin kan pompalayamadığı bir durumda beyin çalışamaz hale geldiğinde bilinç kaybolur ve ölüm gerçekleşir, bilinç kaybolduğunda ise beynin sinyal gönderme işlevi bittiğinden vücuda yapılacak bir müdahale hissedilmeyecektir, genelde doktorlar ölüm raporlarında ölümün kalp krizi sonucu gerçekleştiğini söylerler,

      beyin ölümü durumunda, iç ve dış organlar sinyal alamadıkları için tepki gösteremeseler de, bu onların da öldüğü anlamına gelmez, bir çoğu organ nakli sayesinde başka vücutlarda yaşamlarına devam ederler, ölüm sonucu bilincin kaybolmasının ruhla bir ilgisi var mıdır, yok mudur? işte o sorunun cevabını insan oğlu verememektedir, eğer canlılığı sağlayan ruh ise mantıken ruh çıktığında tüm bedenin ölmesi gerekir, oysa tıpta yapılan teknolojik buluşlar sayesinde bugün bir ölüden alınan organların başka vücutlarda hayat bulduğunu biliyoruz, o zaman ruh bunun neresinde diye insanın sorası geliyor?

      Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)

      konuya dönersek, yiyip içme, nefes alma gibi eylemler ancak bir bedene sahip canlılar için söz konusudur, ölümsüz varlıklar, yemeselerde, içmeselerde, nefes almasalarda ölmeyeceklerinden asla bir bedene ihtiyaç duymazlar, o nedenle öbür dünyada ölümsüz bir varlık olarak yaşamını sürdüreceği iddia edilen insanın ayrıca bir bedene sahip olacağı söylemi zırvadan ibarettir?

      dolayısıyla Adem ile Havva cennette bulundukları sırada bir bedene sahiptiler, bir bedeninde tam teşekküllü yaratılamayacağı düşünülemez, çünki tanrının eksik yaratması diye bir şey söz konusu olamaz,

      yani, cennette yiyip içebilen Ademle Havva, tıpkı bizim sahip olduğumuz gibi bir vucuda sahiptiler, yani birbirlerinin üreme organlarını da görüyorlardı, dolayısıyla yasak meyveyi yiyince ayıp yerleri göründü anlatımının hiçbir tutarlı tarafı yok?

      ayrıca, yeryüzünde sadece 2 kişinin bulunduğu bir durumda, yani birbirlerinden başkasıyla ilişkiye girmeleri mantıken asla mümkün olmayan 2 kişinin ayıp yerlerinin görünmesinin birbirlerine ayıp olması düşünülemez, ayıp yerlerinin görünmesi ise tanrı içinde bir sorun olamaz, çünki tanrı şu anda bizim çıplak halimizi de görüyor, yani bizim çıplak olmamızın veya giyinik olmamızın tanrı açısından bir sakıncası yok,

      şu senin transfer olayını biraz mantıklı hale getirelim? madem transfer olayını cennetteki ruhla yeryüzündeki bedenin birleşmesi olarak düşünüyorsun, yasak kalktıktan sonra, yani yasak meyveyi yeme yasağı kalktıktan sonra, yasak meyveyi yediklerinde, hikâyeyi birbirlerine sadece ayıp yerleri değilde tüm bedenleri göründü şeklinde uyarlayalım ki ruhla bedenin birleşmesine uygun olsun, yani ifade “Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine bedenleri kendilerine göründü” şeklinde olursa daha iyi olur,

      çünki ruhla beden birleşince birbirlerine sadece ayıp yerleri görünmez, tanrınında zaten üreme organları (tahliye organları) olmayan bir varlık yaratacağı düşünülemez,

      düşünülürse sonra fıkralara konu olur?

      sanırım yiyip içen bir varlığın aynı zamanda bir bedene ihtiyaç duyacağını anlatabilmişimdir.

  102. karaca dedi ki:

    şu senin transfer olayını biraz mantıklı hale getirelim? madem transfer olayını cennetteki ruhla yeryüzündeki bedenin birleşmesi olarak düşünüyorsun, yasak kalktıktan sonra, yani yasak meyveyi yeme yasağı kalktıktan sonra, yasak meyveyi yediklerinde, hikâyeyi birbirlerine sadece ayıp yerleri değilde tüm bedenleri göründü şeklinde uyarlayalım ki ruhla bedenin birleşmesine uygun olsun, yani ifade “Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine bedenleri kendilerine göründü” şeklinde olursa daha iyi olur,
    sizden alıntı
    doğrudur demek istediğim buydu sadece ayıp yerlerinin değil tüm bedeni ni tanıma olarak düzeltiyorum
    hani aklıma gelmedi değil bunu da sonradan düşündüm olma ihtimali çok yüksek
    bu anlattıklarım da ademin cennetteki durumu bir nebze olsun açıklar mantıksız gibi gelebilir.
    ama olması kuvvetle muhtemel
    mademki adem cennete yaratıldı ise ve adem baba cennetin nimetlerini yiyor içiyor buraya mahsus bir beden benzeri birşeyin içerisinde idi. bunun ne olduğunu bilmem ama bu cennetteki ademin bedeni yiyor içiyor. geziyor tozuyor bu günkü insanın bedenine benzemesede adem için gerekli olan bir beden benzetmesi uygun olabilir
    bu beden bu transfer esnasında olduğu yerde bırakılmış olması yani cennete kalmış olması muhtemeldir çünkü yeryüzü şartları için bu beden uygun değildi. yani bilemediğimiz bir bedeni
    terk eder yeryüzünde yaratılmış olan diğer adem bedenine transfer olmuş olabilir belki mantıksız geliyor ama
    bunu başka türlü izah etmek zor.
    siz diyorsunuzki bu öğretiler ve kuran insan yazmasından başka bir şey değil birlik ve beraberliği sağlamak için cennet kavramı düzen dışında kalanları korkutmak için cehennem kavramı işlenmiştir.
    hadi bu dediğinizi de dikkate aldığımızı varsayalım
    orta da yine bir eksiklik var nedir diye soracak olursanız
    ölüm var gün gibi karşımızda bir hakikat olarak duruyor doğum var buda karşımızda gün gibi hakikat olarak duruyor ve kainat ve canlı cansız bütün varlıklar gün gibi aşikar ortada duruyor.
    bunları da kimse inkar etmiyor görmezden gelmiyor gelemiyor.
    demek istediğim insan olsun kainat olsun bilinen bilinmeyen varlıklar olsun bunları bir dizayn eden
    eden bir planlayan ve müktedir eden bir güç var
    var ettiği herşeye kendi gücünü veren bir güç var islam buna Allah olarak yorumlar bazıları buna tanrı der bazıları buna şu an bilmediğim isimler takar
    sonuç hepsi aynı kapıya çıkıyor.
    benim inancımda budur mutlaka bir yaratıcının var olması
    ve var olan bu yaratıcıya mutlak birk şekilde inanıyorum
    şuna dikkat ettim ve bu nu taktirle karşıladım
    bilmenizde fayda var bu sitede yazı yazan çok çeşitli konularda görüş bildiren makale sahiblerine
    karşı çıkılan yazılarda inandığını iddia edenlerin çok çeşitli hakaretler yaptıklarını aşağılama
    rencide edici yazılar yazdıklarını gördüm güya bunu inandıkları, inançları gereği savunduklarını
    bunu yaparkende karşı görüş savunanlara her türlü hakareti etmeyi kendilerinde bir hak olarak gördükleri ve patavatsızlıkla karşısındakini rencide ettiklerini gördüm
    bu insanlık adına yapılmaması gereken bir hareket olmalı
    diğer taraftan ateist olanların ise cevap verirken aşağılayıcı ifadeleri kullanmadığını gördüm
    demek ki insan olmak gerçekten farklı birşey keşke herkes laf etmeden lafın nereye gittiğini düşünmelerini isterdim.
    saçma veya doğru olan bir görüş ortaya her zaman sürülebilir kabul etmiyorsan karşı fikrini savunursun kabul ediyorsan desteklersin
    olması gerekende bu
    mühim olan fikri sürenin ileri sürdüğü fikrin içinde herhangi bir şey varmı buna bakmak gerekir. hani derler ya işkembeden mi atıyor diye durum aynen bu

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —doğrudur demek istediğim buydu sadece ayıp yerlerinin değil tüm bedeni ni tanıma olarak düzeltiyorum (senden alıntı)

      senin anlattığın hikayenin doğru olamayacağını, yeme içme eyleminde bulunan bir varlığın bir bedene sahip olduğunu, dolayısıyla Ademin cennette tam teşekküllü bir beden sahip olduğunu söyledim,

      espri olsun diye, senin kurguladığın hikâyeye uygunluğu açısından görünen yerlerin ayıp yerler değilde tüm beden olması gerektiğini söyledim,

      Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. (taha-121)

      böyle bir iddia ise Kuran ayetini sakatlar, yani senin iddian Kurandaki ayıp yerleri ifadesinin yok hükmünde olmasına yol açar ki, bu da senin imanını sakatlar,

      ayrıca sizin inandığınız tanrı Ademin bedenini yaratıktan sonra ona ruhundan üflediğini söylüyor, yani ademin bedeni yaratılmadan önce ortada bir ruh yok, dolayısıyla cennette cennette var olan bir ruhtan söz edilemez,

      inandığın kitaba karşı art niyetli olduğun düşünülemez, yorumlarını yaparken Kuran ayetlerine ters düşmemeye çalış, yada yaptığın kurguların sonuna doğrusunu Allah bilir cümlesini ekle, en azından iddianda ısrarcı olmadığın anlaşılır,

      —bilmenizde fayda var bu sitede yazı yazan çok çeşitli konularda görüş bildiren makale sahiblerine
      karşı çıkılan yazılarda inandığını iddia edenlerin çok çeşitli hakaretler yaptıklarını aşağılama
      rencide edici yazılar yazdıklarını gördüm güya bunu inandıkları, inançları gereği savunduklarını
      bunu yaparkende karşı görüş savunanlara her türlü hakareti etmeyi kendilerinde bir hak olarak gördükleri ve patavatsızlıkla karşısındakini rencide ettiklerini gördüm
      bu insanlık adına yapılmaması gereken bir hareket olmalı
      diğer taraftan ateist olanların ise cevap verirken aşağılayıcı ifadeleri kullanmadığını gördüm
      demek ki insan olmak gerçekten farklı birşey keşke herkes laf etmeden lafın nereye gittiğini düşünmelerini isterdim. (senden alıntı)

      söylediklerine aynen katılıyorum, senin saf ve temiz biri olduğuna inanıyorum ama benden yana soracak olursan müziplik yapma, kinâyeli laflar etme konusunda pek masum olduğum söylenemez,

      örneğin; Bilâl, bir çok konuda atıp tutsada, hiçbir zaman küfürlü konuşmaz veya çirkin yakıştırmalarda bulunmaz, bende bunu bildiğim için ona takılmaktan çekinmem, en son doğru orantıyla ters orantıyı birbirine karıştırdığı için matematikte orantı konusuna çalışmasını söylemiştim,

      aslında tartışma adabını bilmeyen bir toplumuz, nedense bazıları eleştirel yorumları kendi değerlerine saldırı olarak görme mantıksızlığını gösteriyor, oysa eleştirilmeyecek hiçbir şey yoktur, hiç kimse ben kendi değerlerime laf söyletmem iddiasında bulunamaz, ancak inandığı değerleri savunmaktan aciz insanlar karşısındakini susturmayı dener, sanal alemde susturmak mümkün olmadığı için inandığı değerleri savunamayanlar saldırmayı dener,

      oysa bana göre gerçek alemde de her şeyin hiçbir kısıtlama olmadan tartışılması gerekir,

      sön cümlemin ütopyadan öteye bir anlamı yok.

  103. pamuk1kale dedi ki:

    El birliği ile güzel bir hikaye çıkarmışınız gibi duruyor.
    Sayın 1okuyucu;
    Size;ayetleri yeniden harmanlayan,anlamlandıran kadir ve bilal bey yetmemiş gibi duruyor o yüzden de sayın karaca ya hikaye oluşturma konusunda yardım ediyorsunuz sanırım 🙂
    Bu saatten sonra sayın karaca anlattığı hikayelere dayanak bulmak için ayetlere el atarsa şaşırmayalım.

    • 1okuyucu dedi ki:

      pamuk1kale;

      niye böyle yaptığımı bilmiyorum, herhalde yardımsever biri olmalıyım. 🙂

  104. kadir dedi ki:

    sayın havacı…

    “Sayın Kadir,
    Sizin ihlaslı bir müslüman olduğunuzu ve bu sitede aklınız, bilginiz yettiğince herkese cevap vermeye çalıştığınızı görüyorum,
    Kur’anı yorumlamak en azından şunları bilmeyi gerektirir.
    1. Arapça,
    2. Arapça dilinin etimolojisi,
    3. Dönemin sosyolojisini,
    4. Dönemin tarihsel olaylarını,
    5. Fıkıh (Hukuk bilgisi),
    6. Felsefe” sizden alıntı.. .

    1) ben bir türküm.. dilim türkçe, kuranı anlamak için arapça öğrenmek zorunda değilim. eğer arapça şart ise bu kitap evrensel değil, sadece araplara indirilmesi gerekirdi..

    2) kuranı kerim lafzi olarak yorumlanmaz. anlam ve mana olarak yorumlanır..

    3) kuran başlı başına bir düzenleyici hukuk kuralı olduğu halde sen bir sözde hukuku kurana yamamaya çalışıyosun.. senin fıkıhın olmazsa kuran haşa eksik mi kalacak.. kuranın hangi ayetinde “ey insanlar kuranı tek başına anlayamazsınız, muhakkak fıkıh ile anlamaya çalışın.” hükmü vardır.. bana gösterir misin..

    kuranı yorumlamak için arapçaya ihtiyaç var ise arap olmayan toplumların günahı ne.. onlar kuranı anlamak için arapça öğrenmek zorunda mı? o zaman bu kitap nasıl evrensel bir kitap.. ne kadar saçmaladığının farkında mısın..

    kuranın nice ayetlerinde sadece size “vahyolununa uyun.” “apaçık kitap” ifadeleri olduğu halde hangi vicdana sığınarak, kuranı anlaşılma konusunda yetersiz görebiliyosun.. bana muhkem ve müteşabihleri hatırlatıyosun.. siz bu sitede yeni olduğunuz için bilmezsiniz.. benim daha önceki nice yazılarımda müteşabih ayetlerle ilgili, kuranı bir bütün ele alarak kendi düşüncelerimi ve anladıklarımı ortaya attım. ama hiçbir zaman kesin doğru budur demedim.. çünkü gözle görülmeyen şahit olunmayan hiçbir şeye kesin hüküm vermek, bizim dinimizin edebine aykırıdır. ancak kuran düşün, aklını çalıştır dediği için, bunlar hakkında fikir yürütmek çok doğal ve olağandır..

    sizin gibi kimsenin müslümanlığını sorgulayıcıda değilim.. ancak kendi düşüncelerimi söylemektende geri durmam..

    benim yazılarım her zaman kurana davet eden yazılardır. sizin düşüncelerinizin aksine en ilkel bir kabileden tutun, anadoluda eğitim seviyesi yüksek olmayan insanlara kadar.. her insan biraz düşündüğünde kuranı çok rahat anlayabilir.. yeterki onu anlamak istesin.. sizin fıkıhınızda sizin olsun.. saygı duyarım.. kimin doğru veya yanlış olduğunu elbette en iyi allah bilir.. ben kuran dışında herşeyin terkedilmesini, insanların beyinlerinin önce bu hurafelerden temizlenmesi gerektiğini, ayrımcılık olmadan her müslümanın sadece kuranda buluşması gerektiğini savunuyorum.. bunu böyle yapmayanlarıda asla cahillikle suçlamam.. herkesin dini kendinedir. her düşünce grubunun işi allaha kalmıştır..

    “dinlerini parça parça edip grup grup ayrılanlar varya, senin onlarla bir alakan yoktur. zira onların işi allaha kalmıştır.. sonra allah onlara yaptıklarının hesabını soracaktır.. ” (enam-159)

    • Havacı dedi ki:

      Peki Kadir bildiğin gibi devam et. Arapça olan Kur’anı anlamak için arapça gerekli değil diyorsan sana ne denebilir? O zaman türkçe mealler üzerinden git, gerçi onları da beğenmiyor eksik veya hatalı buluyorsun ya neyse. Lafzını anlamadığın şeyin anlam ve manası nasıl anlayacaksın? Sanırım daha gençsin ve bazı şeyleri çok iyi bildiğini sanıyorsun. Allah sana zihin açıklığı versin.

      • kadir dedi ki:

        sayın havacı..

        sen son yazdığım yazıyı defalarca oku… birde kuranı kerimi oku.. unutma ebu leheb arapçanın kralını biliyodu ama kuranı reddetti.. allahta sanada zihin açıklığı verme.. raflarında kuranı, elindende fıkıh kitaplarını eksik etme..

        saygılarımla..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Yazınızı ibretle okudum ve çoğu yerinde benim size yazdıklarımı alıntıladığınız hissine kapıldım.

      ”2) kuranı kerim lafzi olarak yorumlanmaz. anlam ve mana olarak yorumlanır.. ” Sizden alıntı

      Bence en önemlisi yukarıda ki önermeniz!

      Burada maalesef ki (sizin için) sayın havacı haklı! Çünkü muhatabı olduğunuz bir dini kendi diliyle anlayamıyorsanız o dini anlam ve mana olarak da anlayamazsınız!

      Çünkü bir dil başka bir dile çevrildiği anda artık bire bir aynı şeyi söylememektedir! Dolayısıyla orjinal anlama vakıf olamadan orjinal manaya sahip olduğunuzu söylemeniz mümkün değildir!

      İddiamın temelini aynı ayet için ayrı kelimlerle çeviri yapan müfessirlerin ilgili çevirilerine baktığınızda görebilrsiniz! Normal olan her müfessirin aynı kelimelerle çeviri yapmasıdır! Ama durum farklıdır! Zaten o yüzden müfessirlik diye bir kurum oluşmuştur! Yani her çeviri her müfessirin kendi tercihini yansıtan türkçe kelimelerle kurgulanmıştır!

      Bu durumda zaten orjinalliğinden bahsedilemeyen bir kitabı okumak zorunda kalırsınız (türkçe olarak).

      Ama kuran’da ne der;

      ”Apaçık Kitab’a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.” Zuhruf,2-3/Diyanet

      Yani kuranın APAÇIK dediği şey , arapça bilmeden onu İYİCE anlayamayacağınızdır!
      Hemde bunu türkçe çevirisinde der…
      Anlayasınız diye…

      • kadir dedi ki:

        sayın toro..

        “Yani kuranın APAÇIK dediği şey , arapça bilmeden onu İYİCE anlayamayacağınızdır!”
        her zaman olduğu gibi size yine katılmıyorum..

        zuhruf suresi 2-3. ayetlerde geçen “apaçık arapça kuran indirdik” ifadesi kuranın anlaşılabilir bir dilde indiğini ifade ediyor.. yani arapça anlaşılabilir bir dildir.. karmaşık, anlaşılamayan bir dil değildir ki.. bugün hemen hemen dünyadaki bütün dillere tercümesi vardır.. buda kuranın anlaşılabilir bir dilde indiğinin göstergesidir..

        “bütün insanlığı uyarman için seni gönderdik” ifadesi sadece araplara veya arap dili konuşanlara atfedilmemiştir.. arap olsun olmasın her bir bireye gönderilmiştir.. bunu sizinle daha önce defalarca konuşmuştuk..

        “Yani kuranın APAÇIK dediği şey , arapça bilmeden onu İYİCE anlayamayacağınızdır!
        Hemde bunu türkçe çevirisinde der…
        Anlayasınız diye…” sizden…

        yüzyıllardır misyonerler ve münafıklar sizin bu söylediğiniz sözle insanları kurandan uzaklaştırdılar.. sayın toro.. yanlış anlamayın, kesinlikle size misyoner veya münafık demiyorum. sizin ne olduğunuzu allah daha iyi bilir.. dünyada bütün müslümanları uyuttular. fıkıhla, hadis külliyatıyla, peygamber efendimize atfedilen yalanlarla, peygamber efendimizi ilahlaştırarak, insanları şii, sünni, hanefi, şafi vs. vs. bölerek, müslümanları birbirlerine düşman ederek ayırmayı başardılar.. fakat görüyorum ki insalar bir türlü akıllanmamış bu oyunu oynamaya devam ediyorlar.. böyle zihniyetler oldukça müslümanların huzura ermesi çok zordur.. müslüman devletlerin karışıklığı, islam bütünlüğünün sağlanamamasının tek sebebi budur..

        tabi anlayan müslümanlara…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —yüzyıllardır misyonerler ve münafıklar sizin bu söylediğiniz sözle insanları kurandan uzaklaştırdılar.. (senden alıntı)

        yapma Kadir bey, Ayşe Aliye biat etseydi, Müslümanlar şii, Sünni diye iki ana gruba ayrılırlar mıydı,? Kuranın tanrısı farklı yorumlara sebep olacak ayetler göndermeseydi, mezhepler tarikatlar ortaya çıkar mıydı?

        o nedenle, iktidar kavgası (halifelik) verenler varken, Kuranda her türlü yoruma açık ayetler varken suçluyu başka yerde arama.

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        ”zuhruf suresi 2-3. ayetlerde geçen “apaçık arapça kuran indirdik” ifadesi kuranın anlaşılabilir bir dilde indiğini ifade ediyor..” sizden alıntı

        Kim için anlaşılabilir sayın kadir! Apaçık ve arapça bir kuranı alıp ilk sayfasını çevirdiğinizde karşınıza çıkan metni okuyabiliyor ve anlayabiliyor musunuz, bir türk olarak?

        Tercüme nedir iyice bir araştırmanızı öneririm! Bakın Kuran size göre ilahi bir mesajdır! İlahi mesajların çevrildiği her dilde kullanılan her kelime orijinal dilindeki anlamı birebir vermek zorundadır! Kuran meali org a bir uğrayın ve herhangi bir ayetle alakalı bütün çevirileri birbiriyle karşılaştırın! Sonra bana söyleyin kaç tanesi kelime kelime birbiriyle aynı çevrilmiş!
        Siz 30 tane müfessir arasından hangisinin çevirisinin birebir (birebir çeviri mümkün değil) orjinal kuranı yansıttığını nasıl bilebilirsiniz?

        Bir gün y.N.Öztürk’ün dünyayı devekuşu yumurtasına benzetmesi işe gelir o kullanılır diğer gün başka bir müfessirin çevirisini Y.N.Öztürk’ün aynı ayetle ilgili diğer çevirisine yeğlenir! Böyle seçmece yapılabilen bir çeviriler kuşağından ilahilik nasıl çıkar anlamış değilim.

        ”yüzyıllardır misyonerler ve münafıklar sizin bu söylediğiniz sözle insanları kurandan uzaklaştırdılar.. ” sizden alıntı

        Kusura bakmayın ama bu tavır kendine savaşmak için yel değirmenlerinden düşman yaratan don kişotun tavrıyla aynıdır! Ortaya çıkan bir realiteyi bizi yok etmeye çalışıyorlar diye yaftalayamazlar! Aynı şeyi islam tarih boyunca yapmadı mı? Arapların ta türkistanda ne işleri vardı da yerlerinde öyle duran halklarla savaşarak onları kendi dinlerine girmeye zorladırlar!

        Her dinin kendi nüfuz alanını çoğaltmak için yaptığı misyonerliği sadece size karşı yapılıyor gibi nitelemek mantıklı değildir!

        Benim bir avantajım, bütün dünyaya dışarıdan turist gibi bakmaya çalışmak suretiyle hiç bir pozisyona angaje olmadan her şeyi eşit mesafede sorgulayabiliyorum! Aksi takdirde benim yorumlarım da içinde bulunacağım taraftan etkilenirdi!

    • sarp mustafa dedi ki:

      @kadir

      “1) ben bir türküm.. dilim türkçe, kuranı anlamak için arapça öğrenmek zorunda değilim. eğer arapça şart ise bu kitap evrensel değil, sadece araplara indirilmesi gerekirdi..”

      “kuranı yorumlamak için arapçaya ihtiyaç var ise arap olmayan toplumların günahı ne.. onlar kuranı anlamak için arapça öğrenmek zorunda mı? o zaman bu kitap nasıl evrensel bir kitap.. ne kadar saçmaladığının farkında mısın..”

      “kuranın nice ayetlerinde sadece size “vahyolununa uyun.” “apaçık kitap” ifadeleri olduğu halde hangi vicdana sığınarak, kuranı anlaşılma konusunda yetersiz görebiliyosun..”

      sayın kadir bunların senin düşüncelerinden geldiğine ilk etapta inanamadım, ama gerçekten takdir edilesi cümleler bir müslüman için. Benim gibiler bunları her tartışmada dile getirsekte müslümanlardan bunları duyduğumu hatırlamıyorum. Keza seninle bir kaç konuda tartışırken de aslnda bu söylediklerine ters şeyler yazdığını hatırlar gibiyim, emin değilim. Amacım karalama değil, hafızam çok zayıftır kusura bakmayın. Ama bunları yazdıktan sonra konuşurken de bu yazdıklarını göz önünde bulundurmanı isterim açıkcası. Yukarıda yazdıklarınızın sadece lafta kalmaması dileğiyle.

  105. kadir dedi ki:

    sayın havacı..

    allahta sanada zihin açıklığı “verme..” yazısı sehven yanlış olup.. “versin” yazmak istemiştim..

    • Havacı dedi ki:

      Amin. Kadir efendi. İçi boş davul gibisin. Seninle artık uğraşmak istemiyorum. Sağlıcakla kal.

      • kadir dedi ki:

        sayın arapça uzmanı havacı… başkalarını küçümsemeye çalışarak kendini yüceltmeye çalışman kimin davul olduğunu gayet iyi açıklıyor.. ben senin karakterine hakaret etmeyeceğim. bu dinimin bana kazandırdığı ahlakın gereğidir. bundanda allaha sığınırım.
        ayrıca sen benimle değil, fıkıh kitaplarınla uğraş. sayın içi dolu davul havacı…

  106. Havacı dedi ki:

    Sayın Toro,
    “Bakın Türk televizyonlarından Habertürkte, Caner Taslaman ve Mehmet Okuyan’ın bizim tartıştığımız durumlarla ilgili sohbetlerini izleme fırsatı buldum!Ve anladım ki Kuran konusunda konuşmaya mahir olduğunu düşünen bir sürü kağıttan kaplan var! İşleri güçleri demogoji!”
    Aynı programı başından olmasa da bir saatte biraz fazla seyrettim. Size demogoji gibi gelen konular nelerdi acaba?

    • toro dedi ki:

      Özellikle kölelik ve sözde kuranın savunma savaşı istediğine dair bölümler.

      Ama C.Taslaman’ın kuran o kadar düşüncelidir ki savaş esnasında bile aşıra kaçmamayı ister sözü üzerine bir izleyicinin Muhammet,4 ü paylaşması (boyunlarını vurun) o zatın bunun üzerine insanları art niyetli olmakla suçlaması ibretlikti! Anlayacağınız ne kadar okumuş olursa olsun herkese te aynı savunma psikolojisi! Onları rahatsız eden herkes art niyetli!

      • Havacı dedi ki:

        Sayın Toro,
        Savaş sırasında düşmanı öldürmekten doğal ne olabilir? O dönemde kılıçla boyun kesilerek öldürülüyordu, bugün daha iğrenç yöntemler var.Siz hiç sarin ya da hardal gazıyla ölen insanlara ilişkin gerçek filimleri izlediniz mi? NBC denilen (şimdi KBNR deniyor) silahların etkisine maruz kalan insanların ızdıraplı ölümleri, işte bunlar savaşta aşırıya kaçmaktır. Eğer konu silahla çözülme aşamasına gelmişse kimseye gül atılmaz. Bu konuyu sizinle daha önce yorumlamıştık.
        Burada sözü edilen esir alınanların boyunlarının kesilmesi idi. (IŞİD’in yaptığı gibi) Buna Kur’an izin vermiyor. Bu ayeti bunun dışında yorum getirenlere ard niyetli dedi.
        Ne yazık ki Kur’anın açık hükümlerine karşı bir çok yanlış uygulama yapılmıştır. Müslümanlar bugün bunun diyetini ödüyor.

      • toro dedi ki:

        Sayın Havacı,

        Savaşta insanlar asıllarına dönerler. En ilkel hayatta kalma güdüsüyle hareket edip kendi hayatlarına karşılık başka hayatları alırlar ve savaşın doğası gereği bundan gerçekleştiği anda rahatsız olmazlar! Bakın ben hayatı bütün gerçekliğiyle görmeye çalışırım.En naif eyleminden en vahşi eylemine kadar yelpazemde tutar yorumlarımda bu hallerden feyz alır özellikle insanın bu anlardaki hareket tarzını irdelemeye çalışırım. Yani benim savaşta ne olduğunu ya da olacağını bilmemem pek mümkün değildir.

        Sorun bu değil, sorun programda konuşan kişinin kuran’da savaşı tanımlarken sadece savunma savaşına cevaz verildiğini ve savaş halinde dahi müslümanların düşmanlarına karşı çok ileri gitmemelerinin öğütlendiği iddiasıdır! Kusura bakmayın ama merhamet eşittir ”boyunlarını vurun” değildir!

        Üstelik ben bu zata mail ile Muhammet,4 ayeti hatırlatıldığında verdiği sözsel tepkiyi ve yüzüne yansıyan şekli yorumluyorum!

        Bakın insanlar bazı şeyleri belki yanlış anlaşılır, gereğince savunamam ya da şimdi bunu da açıklamak zorunda kalmayım hesabıyla görmezden geldiğinde ben rahatsız olurum! Çünkü dürüstlük kendi tezinin antıteinden d bahsetmeyi gerektirir!

        İşte bu noktada sunucunun sorusuna islamda şiddetle ”öldürme” emri yoktur şeklinde cevap veren bir kişinin kendisine kendisinin bahsetmediği bir ayet hatırlatıldığında verdiği tepkiyi önemserim! Çünkü bu tepki onun gerçek benliğine açılan pencereyi görmemizi sağlar!

        Bu arada sayın havacı, helede yorum yaparken bazı yerlere şirin gözükmeye çalışan yani pozisyon seçenlerden ise hiç hazzetmem!
        Kusura bakmayın ama IŞID dünya üzerinde islamı kendi anladığı gibi yorumlayan yüzlerce fraksiyondan sadece birisidir ve bir fraksiyon eylemini şiddetle yaptığı zaman o yanlış yoldadır sözle yaptığı zaman doğru yoldadır kıvırmalarına girilmesine tahammül edemem!

        Bu noktada bu şiddetin kaynağı rahatsız olsanızda Kuran’dır! Çünkü siz durduğunuz yerde şu kuran’ı yanlış yorumluyor veya anlıyor bu ise doğru yrorumluyor ya da anlıyor diyemezsiniz! Burada önemli olan size göre yanlış anlayanın neye göre yanlış anladığı ya da doğru anlayanın neye göre doğru anladığıdır! Birileri kuran’ı bu şekilde anlıyor ve dünya üzerinde azımsanmayacak bir toplulukta onların bu anlayışlarından zevk alıyor!

        O yüzden televizyına çıkıp din adına popülizm yapanlardan hiç bir zaman haz etmedim, etmemde!

        Bakın karşılarında 15 dakika kalmak ve sadece duymaya alışkın olmadıkları soruları sormak içlerinde barındırdıkları ”nasıl benim gibi düşünmezler” egosunun ortaya çıkmasına yeterli olacaktır! Dünyada kendini dominant sanan popülistleri meydanın boş olmadığını bilmek kadar rahatsız edecek bir şey yoktur!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        o programı bende biraz izledim,

        programı sunan sunucuyla birlikte al gülüm ver gülüm bir program yaptıkları için izleyici sorularından bir çoğunun sunucu tarafından pas geçildiğini anlamamak zor değil,

        savaş, öldürmek amacıyla yapılan bir eylem olduğuna göre, o kargaşada kimin neresinden vurulacağının belli olamayacağı söz konusuyken, Kuranın tanrısının boyunlarını vurun demesi, yerine getirilmesi gereken bir emir anlamına gelir, bu durumda herhangi bir şekilde ölen bir kafirin, örneğin; kalbine saplanan okla veya kurşunla ölen bir kafirin ayrıca kafasının kesilmesi gerekir ki Kuranın tanrısının emri yerine gelmiş olsun, bu durumda ışidin kafa keserken Kuranın tanrısının emrini yerine getirdikleri aşikar,

        Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. (enfal-67)

        küfürün beli kırılıncaya kadar bir peygambere esirleri bulunması yakışmaz ifadesi dolaylı yoldan bir peygambere düşmanını esir alması değil öldürmesi yaraşır anlamına gelir,

        yani düşmanını savaş meydanında öldürmesi öncelikli amaç anlamına gelir, düşmanın savaşmaktan vaz geçmesi durumunda da düşmanı esir almaması anlamına gelir,

        herhalde ışid bu ayeti düşmanı öldürmek yakışır olarak anlamış olmalı ki, esirleri de öldürmekten çekinmiyor, aslında görev yapmak için orada bulunan Müslüman olmayan gazetecilerin şov yaparak kafalarını keserken, İslâm aleminde hem taraftar hemde sempati kazanmayı amaçlıyor, dünyanın her tarafından katılımların olanca hızıyla sürdüğü göz önüne alındığında bu amacına ulaştığı da açıkça görülüyor,

        kısastan bahsederlerken Kuranın tanrısının öldürmeye karşı olduğu için tazminat karşılığı katilin bağışlanmasına cevaz verdiğinden söz ettiler ama suçlunun tanımının yapıldığı hüre hür, köleye köle, kadına kadın faslını pas geçtiler,

        oysa, Anayasalarında veya yasalarında suçlunun tanımını yapmak gibi bir saçmalığı dünyanın hangi Ülkelerinin yaptığından da söz edebilirlerdi, tabi cesaretleri varsa,

        savaş ayetlerinin savunma amaçlı ayetler olduğu masalını anlatırlarken, din Allahın oluncaya kadar onlarla savaşın ayetinden hiç söz etmediler,

        daha önceki programlarda farz kılınan savaş ayetinin savunma savaşı için olduğunu söyleme dangalaklığını göstermişlerdi,

        oysa, bir serçe bile yumurtalarına musallat olan tilkiye karşı koyarken bir yerlerden izin alma gereği duymazken, farz kılınan savaşın savunma savaşı için farz kılındığı saçmalığını utanmadan söyleyebiliyorlar,

        Mekkeliler Medineyi işgal etmek için geldiklerinde savaş farz kılınmasaydı, Medineliler Mekkelilerle savaşmayıp teslim mi olacaklardı sorusu sorulsa ne cevap verirlerdi acaba?

        fazla uzattım galiba, meydan onların olduğu için istedikleri gibi at oynatıyorlar, eleştirel sorularla muhatap olmayacaklarını bildikleri içinde istedikleri gibi sallayabiliyorlar.

      • toro dedi ki:

        1okuyucu,

        O tv deki ”kuran savunma savaşına işaret eder, saldırmaya teşvik etmez” diyen arkadaşlara, aklı başında ve vakalardan haberdar (dersine çalışmış) olan bir sunucunun,

        ”O halde medineli müslümanların Bedir Kuyularında ne işi vardı” diye sormaları yeterliydi!

        Tabi işgüzar ve art niyetli olmakla suçlanmayı ve tvden çıkarken taşlanmayıda göze alarak…

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        Müslüman bir kadın, kadınlarda cuma namazı, cenaze namazı kılabilir dedi diye öldürülmüşken, yani kendilerinden olanlar hakkında bile katli vaciptir fetvası verebilen hoşgörüsüz bir Kuran savunucuları ortadayken, o sunucunun belirlenen kalıpların dışına çıkması mümkün değildi,

        hele kısas ayetinden bahsedildiği sırada, kölelik düzeninin olduğu, cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı ataerkil bir toplum yapısına göre düzenlenmiş olan bakara-178’le ilgili olarak, anayasalarında veya yasalarında suç tanımının yanı sıra, ayrıca cinsiyet ve statü belirtilerek, suçlu veya hem suçlu hemde mağdur tanımının yapıldığı bir Ülke var mı? diye bir soru sorsaydı, daha tv’den çıkamadan, stüdyoyu basanlar tarafından stüdyoda yaylım ateşine tutulurdu.

    • rammsteinn dedi ki:

      o programı bende seyrettim. c.taslaman adeta kendi çaldı kendi oynadı.
      “kölelilik islamda yokmuş”
      “köleliği islam bitirmiş”
      diğeride diyorki “kölelik yavaş yavaş bitirilmeye çalışıldı”
      tabii araplar 1300 sene sonra bitirebildi.

      burada konuşulan tartışmalı ayetleri ben hiçbir tv de duymadım. bu gidişle de duymamız imkansız. basınımız korkusundan iki yüzlülük yapıyor.
      çıkarın birisini. tartışmalı ayetleri tek tek okusun tv de. gerçi o saatten sonra o tv taşa tutulur. yada içindekilerle beraber aynı sivas gibi yakılır. tamamen tahammülsüzlük.
      islam da saygımış. güler geçerim

      danimarka’ da kuran eleştirisini yapan kişiyi öldüren zat türkiyeye kaçtı. türkiyede adamı serbest bıraktı.
      bunun tam tersini düşünebiliyormusunuz? bir ateist bir imamı öldürecek. sonra da onu serbest bırakacaklar. ülke sallanırdı.

  107. karaca dedi ki:

    diğer dikkatle incelenmesi gereken kurandan bir bilgi yanlışım varsa doğrusunu bilen arkadaş tarafından doğru ayeti meali ile veya arapcası ile buraya ekleyebilirler
    konu şu
    Yüce Allah meleklere ne demişti bir bakalım
    ben yeryüzünde bir halife yaratacağım ruhumdan üflediğim ZAMAN secdeye varın
    diyerek meleklerin secde etmesini istemiştir.
    diğer başka bir ayeti de bu satırların sonuna eklemek istiyorum diğer ayet te tam olarak ayetin mealini bulmak isteyen arkadaşlarımız bu ayeti bulup ekleyebilirler ben yaklaşık anlamını vermek istiyorum
    ayetin anladığım kadarı ile meali,anlamı veya anlaşılması istenileni şu
    adem yaratıldıktan sonra bahsedilebilir konuşulabilir hatırlanabilir bir hale gelmesinden bu yana çok uzun zaman geçmedimi bu ayetin orjinalini bilen varsa ekleyebilir

    şimdi birinci kısımda verilen ayete bakalım
    allah ben yeryüzünde bir halife yaratacağım ona ruhumdan üflediğim ZAMAN ona secde edin
    şimdi bu ayeti ikiye ayırmak gerekir
    birincisi ilk bölümde verilen ben yeryüzünde bir halife yaratacağım kısmına bakalım
    Allah yeryüzünde bir halife yaratmak istiyor ve yaratıyorda buraya kadar tamam
    peki bu yarattığı ademe hemen ruhundan ruh veriyormu
    Allah yine aynı ayetin diğer kısmında
    Ona üflediğim zaman ona secde edin diyor.
    peki bu durumda iki üç altarnatif kalıyor
    1 Ademi yaratır yaratmaz ruh üflemiştir.
    vakit geçirmeksizin
    2 Ademin son şeklini alması için beklenilmiştir
    son şeklini alması nı beklemiştir
    eğer adem baba yaratılır yaratılmaz son şeklini almışsa
    ona ruhumdan üflediğim ZAMAN ona secde edin ifadesi
    sinden ademin son halinin beklendiği son halini alasıya kadar beklenildiği
    manasını anlayabilirmiyiz
    eğer en son işlem geçerli ise o zaman ademin pat diye yaratılmadığı
    zamana bağlı olarak aşama aşama halden hale girdiğini anlıyabilirmiyiz
    çünkü bu fikre nereden varıyorsunuz diye soracak olursanız
    Allahın ona ruhumdan üflediğim ZAMAN ifadesinden anlaşılabiliyor
    belli olmayan bir zaman dilimini ifade ediyor gibi
    bu sure 1 al olduğu gibi 1 yılda olması
    10 yılda olması 100 yılda olması
    binlerce yılda olması şeklinde düşünülebilir
    yine diğer ayette belirtilen ademin
    [adem yaratıldıktan sonra bahsedilebilir konuşulabilir hatırlanabilir bir hale gelmesinden bu yana
    çok uzun zaman geçmedimi ] ifadesi bunu destekliyor
    gibi görüyor
    yani ademin yaratılmasını allah kararlaştırıyor
    yarattığı bu adem babaya hemen ruh vermediği
    vermediği bu ruhu da şu şekilde insanlara bildirmiş olması aslında düşünülmesi gereken bir konudur Ona ruhumdan üflediğim zaman ona secde edin
    yani Ademin ruhu Allah tarafından belirsiz bir sürede verilmiştir
    bu da ademin çeşitli merhalelerden geçtiği manasına gelir
    merhalelerin zaman aralıklarını ne halden ne hale geçtiğini tabi ki bizler bilemiyoruz
    ama ayetten ve meleklerin konuşmalarından anlaşılan ademe hemen yaratıldığı esnada
    ruhunun verilmediğini anlıyorum

    • Havacı dedi ki:

      Karaca,
      Sen Yahudi uşağı Zaman gazetesinin reklamını mı yapıyorsun?

      • karaca dedi ki:

        Havacı
        bu kanıya nereden vardınız bilmiyorum bahsettiğiniz gazeteyi okumadım
        ve okumuyorum yazdığım makaleden bu gazetenin reklamını yaptığımı çıkartmışsınız
        olacak iş değil benim hiç aklıma gelmemişti böyle bir şey
        doğrusu düşüncen bana çok ilginç geldi
        aslında bu görüşününzü destekler nitelikte benzetmeyi neye göre
        yaptığınızı belirtmeniz beni de aydınlatmanız gerekirdi direk olarak
        hitap etmek yerine bu benzetmeye niçin vardiniz ben de bilmek isterdim
        ilginç bir şey Yahudi uzağı Zaman gazetesinin reklamını mı yapıyorsunuz demeniz
        ben burada sadece kendi görüşlerimi yazıyorum
        doğru veya değil en azından merak ediyorum bunun böyle olabileceği
        hakkında düşündüklerimi ortaya atıyorum.burada problemin ne olduğunu yazarsanız bilgi sahibi olmaya çalışırız.

      • 1okuyucu dedi ki:

        karaca;

        havacı, Filistine yardım götüremeyeceklerini bildikleri halde şov yapmak için yola çıkan şovmenleri eleştirenlerin Yahudi uşağı olduklarını söylemek için senin kullandığın o kelimeyi kendisine bahane yaptı,(tahminimde yanıldıysam özür dilemeye hazırım)

        o şovmenlerin amacı filistine yardım götürmek falan değildi, götüremeyeceklerini bildikleri için uluslararası karasularında demirleyip naklen yayın araçlarıyla İsrail aleyhine propaganda yapmaya başladılar ama unuttukları bir şey vardı, günümüzde uzun menzilli füzeler nedeniyle artık uluslararası karasularındaki gemilere de müdahale edileceğini hesaplayamadılar,

        dolayısıyla İsrail, aleyhlerinde propaganda yapan gemiye müdahale etti, aslında ucuz kurtuldular, İsrail isteseydi karadan bir füze gönderip gemiyi havaya uçurabilirdi, kimsede bir şey diyeyemezdi.

        biraz empati yapalım, diyelimki Rumlar bir gemi kiralayıp uluslararası karasularında Türkiye aleyhine propaganda yapıyorlar?

        cevap vermek isteyenler kaldığım yerden devam edebilirler.

      • karaca dedi ki:

        Havacı
        bakın size bir örnek daha vereyim bu benim görüşümdür bunun böyle de olabileceğini düşünüyorum sizde aksini yapabilirsiniz
        bu düşünce ne zaman gazetesi nede başka bir gazetenin görüşünü yansıtır.
        konu ayetlerin inmesi
        bu nasıl oldu bunu hiç merak ettinizmi
        ben merak ettim ve bu şekilde olabilir dedim ve olmayabilirde dedim
        şimdi bu görüşüm herhangi bir medya kuruluşunun görüşleri değildir.

        tekrar ayetlerin nasıl indiğine dair görüşüme gelecek olursak
        Allah herhangi bir bilgiyi kulu muhammed aleyhiselama bildirmek istediğinde
        bunu arapça olarak vermediğini düşünüyorum
        peki arapca olan nedir peygamberimizin ağzından dökülen kelimeler arapcadır.
        allah bildirmek istediği konuyu cebraile bildirmiştir cebrailde peygamberimize
        bildirmiştir.
        peki burada allah cebraile arabca mı bildirmiştir bunu iddia edebilirmisin
        peki cerailin peygamberimize indirilmesi bildirilmesi gereken konuyu arabça mı bildirmiştir.
        bu mümkün değil.çok mantıksız
        Yüce allah peygamberi muhammede örnek veriyorum dağların hareket halinde olduğunu bildirmek istesin
        bu ayetin son noktaya varışını inceleyelim
        Allah cebraile anlayacağı manada bunu bildirmiştir. ne arabca ne türkçe ne ingilizce ne de çince ne de başka bir dil burada geçerli değildir.
        cebrail şimdi anladığı bu manayı kime iletecek peygambere iletmesi gerekiyor
        peki peygamber arabca biliyor diye bunu arabca indirdiğini mi sanıyorsun
        olay benim düşünceme göre böyle olması imkansız
        ya olması gereken nedir.
        Resullahın kalbine bilebileceği mana da indirmiş işlemiştir.ve resullah bu olayı yani dağların sabit olmadığını anlamış bilmiştir.bu mana ona verilmiştir.
        ne arabca ne türkçe ne ingilizce ne de başka bir dil. bu manayı peygamber anlamıştır.
        sıra neye geldi
        peygamber kendisine indirilen bu manayı bu bilgiyi diğer insanlara bildirecek
        diğer insanların haberinin olmasını sağlayacak
        peki ne yapması gerekir. o zaman kullanılan arabca kelimeleri ne manaları kullanması gerekmezmi peyganberin bu aşamada insanların anlamayacakları bir dili konuşması beklenebilirmi
        beklenemez
        orjinali nedir manadır
        ağızdan dökülmüş olan kelimeler nedir Arabcadır.
        o zaman şunu söylemek mümkün değilmi kuran arabca indirilmemiştir.
        peygamberimizin anlayacağı mana da indirilmiştir.
        ve peygamberimiz insanlara insanların anlayacağı şekilde arabca dil ile bildirmiştir.
        eğer bu mantığı kabul ediyorsanız kuranın arabca olarak indirilmediğini de kabul etmek zorunda kalırız
        şimdi bu olayı yahudi uşağı dediğiniz zaman gazetesi ile ilişkilendirilmesini
        mi yapacaksınız bundan imtina ederim.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Karaca;

        —o zaman şunu söylemek mümkün değilmi kuran arabca indirilmemiştir.
        peygamberimizin anlayacağı mana da indirilmiştir. (senden alıntı)

        bir beşere sadece anladığı dille hitap edilir, başka bir şekilde değil, Kuran da zaten anlayasınız diye Arapça indirdik der, iyisi mi sen önce Kuran ayetlerini bir güzel öğrenmeye çalış yada öne süreceğin iddiayla ilgili Kuran ayetlerini sitelerden araştır, bulduğunda önce anlamaya çalış, ondan sonra yorumlamaya çalış, yoksa iman konusunda çıkmaza gidiyorsun farkında değilsin?

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Neden halife nin illa da insanlara gönderilmiş olduğunu düşünüyorsunuz? Neden kurgucunun halifeyi yani insanı dünya da ki diğer bütün canlıların gözünde yaratacının temsilcisi olarak göstermeye çalışabileceği ihtimalini de görmüyorsunuz?
      Bunu özellikle söylemek istedim.

      Şimdi gelelim ademe,

      Bakın size farklı bir nüanstan bahsedeyim. Bakın Kuran’daki surelerin bir Kuran sırası birde iniş sıraları vardır! Yani sureler iniş sıralarına göre değilde başka bir sıraya göre kitaplaştırılmışlardır!

      Bu noktada ademin halife olarak yaratıldığını söyleyen ayetin barındıran Bakara Suresi İniş sırası olarak 87.sıradadır.

      İNİŞ SIRAS-39
      ”Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Adem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.” Araf,11-Diyanet

      İNİŞ SIRAS-54
      ”Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.” Hicr,28-29/Diyanet

      ” Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler.”Hicr,30-Diyanet

      Bakın müslümanlara inandıkları tanrıları tarafından gönderilen ve Bakara suresinden ÖNCE inen surelerde Adem’in yaratılma sebebinden yani HALİFE liğinden bahsedilmez! Ayrıca yaratılmasına ”kan dökecek, bozgunculuk yapacak” gerekçesiyle itiraz eden meleklerde yoktur! Hatta yap denilene (önünde eğilin) sorgusuz sualsiz uyarlar! Sonra yine Bakara’dan önce gelen Taha Suresinde,

      İNİŞ SIRAS-45
      ”Biz de şöyle dedik: “Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten ÇIKARMASIN; sonra mutsuz olursun.”Taha,117-Diyenet

      karşımıza daha garip bir durum çıkar! Bu ayette tanrısı ademe cennetten ÇIKARILMAMAK için şeytana dikkat etmesini söyler! Yani tanrısı Adem’in cennette yaşamasını istemektedir ve Adem dikkat ettiğinde aksi bir durum yani cennetten başka bir yere gönderilmek şeklinde algınalanacak başka bir durum yoktur!

      Bu durumda nasıl olurda iniş sırasına göre daha arkada olan (müslümanlar bakara suresine Araf,Hicr ve Taha suresinden sonra muhatap oldular) Bakara suresinde Şeytana uymadığı taktirde cennetten çıkarılmayacağı belli olan adem den yeryüzünün halifesi olarak bahsedilebilir?

      İNİŞ SIRAS-87
      ‘’Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir HALİFE yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’ Bakara,30-Diyanet

      Yani bakara suresine kadar adem yeryüzünün halifesi olan ve yaratılması meleklerden tarafından sorgulanan ve kesinlikle yeryüzüne gönderilecek bir figür olarak bilinmez! Ama sanırım bu hikayenin dünya ve insanlıkla ilişkilendirilmesi gereği fark edildiğinde sanki daha önce süreç anlatılmamış gibi Bakara suresinde bambaşka bir hikaye anlatılır!

      Ayetlerin başı ile sonu arasındaki farklara dikkatinizi çekerim;

      ”Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.” Hicr,28-29/Diyanet

      ” Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler.”Hicr,30-Diyanet

      İNİŞ SIRAS-87
      ‘’Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir HALİFE yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz.” demişler, Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.’’ Bakara,30-Diyanet

      Kuranın tanrısı inananlarına daha önce meleklerini sadece onun emirlerini uygulayanlar yani yap dediklerini yapanlar olarak anlattığını unutmuşcasına Bakara suresinde onları yaptığı eylemi sorgulayanlar olarak göstermiştir!

      Bu durumda zaten bu hikaye kuranın içine serpiştirilmiş haliyle yani kendi içinde bile tutarsızlık gösterdiğinden inanırlarınınd aklının karışıyor olması normaldir!

      • karaca dedi ki:

        haklısın aklı erenlerin bu na bir yol vermesi gerekir.

      • toro dedi ki:

        Sevgili Karaca,

        Bu konuda iki tür aklı eren vardır!

        1.tür, aklı bu konuları kendi çıkarına kullanmaya ermiş olanlar, ki bunları tarikatlarda, mezheplerde veya yönetim kademelerinde yer tutmuş gerek müritlerinin sırtından gerekse devletin sırtından geçinmeye alışmış olanlar olarak niteleyebiliriz.

        Diğerleri ise, yukarıdaki düzenin oluşmasını sağlayan yani kendini paraya tahvil edilebilen bir metaya çeviren bir tanrıdan bahsedilemeyeceğine aklı erenler!

        Sanırım iyi bakınca sende görebilirsin, iki grup arasında karar vermek zorunda kalanların seçimi etkileyen söz aşağıdakidir;

        ”Paranın yüzü sıcaktır”

  108. Havacı dedi ki:

    Kadir Beyefendi,
    Sana gerçekten yazmayım diyorum ama öyle cahilsin ki dayanamıyorum. (İlber Ortaylı’nın kulağı çınlasın)
    Toro’ya yazdığından alıntı “zuhruf suresi 2-3. ayetlerde geçen “apaçık arapça kuran indirdik” ifadesi kuranın anlaşılabilir bir dilde indiğini ifade ediyor.. yani arapça anlaşılabilir bir dildir.. karmaşık, anlaşılamayan bir dil değildir ki.. bugün hemen hemen dünyadaki bütün dillere tercümesi vardır.. buda kuranın anlaşılabilir bir dilde indiğinin göstergesidir..”
    Bravo. Karmakarışık anlaşılmayan dile bir örnek verebilir misin? Başka bir dile çevrilemeyen bir dil biliyor musun? Gerçi bu konuyu Sayın Toro daha iyi ele alır.
    Bana yazdığından alıntı “ayrıca sen benimle değil, fıkıh kitaplarınla uğraş. sayın içi dolu davul havacı…”
    Tahmin ediyorum, orta öğretim de öğrencisin ya da o seviyede eğitim aldın. Fıkhın ne anlama geldiğini bilmiyorsun. Fıkıh yani hukuk olmadan Kur’an’da yazılı olan ne miras, ne evlenme/ boşanma ne de borçlara ilişkin sistematiği oluşturamazsın. Dersen ki ben yaparım, doğru sen yaparsın.
    “unutma ebu leheb arapçanın kralını biliyodu ama kuranı reddetti.” diye bir çıkarımda bulunmuşsun. Ben sana desem ki o Kur’anı anladığı halde reddediyor, sen anlamadığın halde nasıl kabul ediyorsun? Yoksa Ebu Lehep’in anlamadığını mı söyleyeceksin? Demek ki bu nasip meselesiymiş.
    Bana söyler misin, benim Kur’anım hangi rafta duruyor?
    Kur’an kendini açıklar bu doğru ama önceki yorumumda yazdığım bilgilere sahip olursan gerçeğe ulaşırsın. Hadisler Kur’ana uygunsa kabul edilir değilse bir kenara konur, toptan reddedilmez.
    Kur’anda namazı, orucu, abdesti bozan şeyleri bulabiliyor musun, buluyorsan bana da göster. Yoksa bunlar önemli değil mi?
    Sen kendini müçtehid falan sanıyorsun herhalde, haydi bir meal yazında takipçiniz olalım.
    Önce bilgi sahibi ol sonra fikir üretirsin.

    • kadir dedi ki:

      sayın havacı tahminimce 60 yaşında filansın. fakat kendinle beraber maalesef beyninde evrimleşmemiş. bu yaşına gelmişsin hayatında hiç düşünmemişsin. düşünme fonksiyonlarını çalıştırdığında anlama ihtimalin artacaktır..

      kuranı arapça indirdik demek, anlaşılabilir bir dilde, sembol içermeyen, şifre içermeyen, her dile rahatlıkla çevrilebilen. ve hükümleri-muhkemleri gayet açık anlamındadır..
      örneğin; kuran hırsızlık yapmayın diyorsa bunu dolandırarak ve şifrelerle söylemiyor. direk “yapmayın” emriyle söylüyor.. ve “anlaşılabilir arapça” şimdi soruyorum… size

      günümüzde 1400 yıl önce konuşulan arapça kelime ve terimleri günümüz insanları çok rahat bir şekilde anlamıyor mu? şuan dünyanın öbür ucundaki bir insan kuranı okuamıyor mu.. işte bu kuranın arapaçık ve anlaşılabilir sade bir arapça ile indiğinin kanıtıdır.

      bütün insanlık için inen bir kitabı sadece arapça öğrenenler anlar demek, cahilliğin son noktasıdır.. haşa allah bilmiyor mu diğer insanların başka dil konuştuğunu, utanmadan birde allaha iftira atıyosun. cahillik derken aynanın karşısında geçmeni tavsiye ediyorum..

      “Tahmin ediyorum, orta öğretim de öğrencisin ya da o seviyede eğitim aldın. Fıkhın ne anlama geldiğini bilmiyorsun. Fıkıh yani hukuk olmadan Kur’an’da yazılı olan ne miras, ne evlenme/ boşanma ne de borçlara ilişkin sistematiği oluşturamazsın. ” sizden anlıntı..

      şimdi siz miras dağıtacaksınız kuranı kerimde miras ayetlerine bakarak mirası dağıtamazmısınız.. kuran bu konuda eksikte senin fıkıh kitapların mı miras dağıtacak.. sen ne dediğinin farkında bile değilsin..

      “Kur’anda namazı, orucu, abdesti bozan şeyleri bulabiliyor musun, buluyorsan bana da göster. Yoksa bunlar önemli değil mi?” sizden alıntı..

      sen bunca yıldır kuranda bunları bulamıyosan. sen kuranı hiç anlamış, hiç idrak edememişsin demektir.. işte günümüz cahil müslüman toplumunun seçilmiş örneğisin..

      öncelikle şu ayetti hatırlatarak konuya girelim.. “allahın size yasaklamadığını şeyi siz kendinize yasaklamayın.. ”

      kuranda abdestten başlayalım.. kuranda abdest elleri dirseklere kadar, yüzü, başı mesh etmek, ve ayakları topuklara kadar mesh etmek veya yıkamaktır.. kuranda abdesti bozan şeyler.. ayak yoluna gitmek, yani tuvalet ihtiyacını karşılarsan, namaza durmadan önce abdest alman gerekir. her namazda abdest almana gerek yoktur. sabah aldığın abdst ile öğlen, ikindi, akşam, yatsı namazlarını kılabilirsin.. yanlız abdesti bozmamak şartıyla.. yellenmek abdesti bozar. çünkü oda bir nevi tuvalet ihtiyacıdır. bir yerinden kan gelmesi veya kanaması abdesti bozmaz, cinsel ilişkiye girmek hem abdesti bozar hemde boy abdestini gerketirir.. uyumak abdesti bozmaz…. bunun dışındakiler hurafe olup allah adına hüküm vermeye girer..

      namazı ne bozar… “o müminlerki namazlarında huşu içindedirler.” namazın şekil şartlarına uymaktan ziyade huşu içinde olmak önemlidir.. namazda önemli olan, kıyam, rüku, ve secdedir.. kuranda zikredilen şekil şartlar bunlardır.. bunları yaparak kıraat ederek. namazı huşu içinde kılmak gerekir. eğer namazı tam teslimiyet şekilde kılmazsan, o namaz zaten bozuk namazdır.. istersen kıyam,rüku, ve secdeyi dört dörtlük yap..
      namazda sünnet namazları nafiledir. onları kılmamak bir günaha ve namazın bozukluğuna atfedilemez. huşu içinde kılınan 2 rekat namaz, huşu içinde kılınmayan 10 rekat namazdan daha iyidir.. allaha derin saygı besleyenler namaz esnasında bu dünya ile ilişkisini keser ve allaha karşı olan sorumluluğunun farkına varır.. işte sağlam namaz budur.. bunun dışındakiler bozuk namazdır.. ayrıca kıraat esnasında sesi ne çok yükselmeki nede kısmak doğru değildir. bu namazın ahlakına aykırıdır. (isra suresi son ayet)

      orucu ne bozar… oruc tutmak, kötülükten nefsi arındırmak, allaha karşı olan sorumluluğu bilmek, nefse hakim olmayı öğrenmek demektir.. oruç tutan bir insan bir müslüman karakterine yakışır bir şekilde oruca başlar, işte bu yüzden insanın içinde var olan şeytani duguları berteraf etmek için, kötü söz söylenmez, küfür edilmez, kötü davranışlar sergilenmez, cinsellik çağtıştıran şeylere yaklaşılmaz, ve cinsellik yapılmaz. yiyip içilmez.
      iğne kullanmak zorunda olanlar, şurup, hap, tablet, vs.vs. kullanmak zorunda olanlar oruç tutmamalı, çünkü bu hastalığa işarettir.. bunlar orucu bozan şeylerdir.. sefer halinde oruç tutmak farz değildir. taaki başka bir gün kaza yapana kadar..
      oruc gecesi cinsel ilişkiye girilebilir. şafak vakti aydınlığına kadar yiyilip içilebilir.

      bunların dışında herşey hurafeden ibaret olup, allah adına din-haram-helal uydurmak demektir. tıpkı hristiyanların ruhbanlığı allahın dinene sokmaları gibi..

      • toro dedi ki:

        Sevgili Kadir,

        Sanırım sizden bazı nüansları benimle değil kendi cenahınızdan birileriyle yaptığın münazaralardan alabiliriz. Örneğin diyorsunuz ki;

        ”örneğin; kuran hırsızlık yapmayın diyorsa bunu DOLANDIRARAK ve şifrelerle söylemiyor. direk “yapmayın” emriyle söylüyor..” sizden alıntı

        Bende bu tarzdan yani yapılmaması istenen bir şeyin ”dolandırılmadan” söylenmesinden yanayım!

        Bunun için kuranda kölelikle ilgili lafı ”dolandırmadan” kaldırın ya da kaldırdım diyen tanrı sözlerini arayıp dururum! Sanırım sizde bu şekilde lafı dolandırmadan ”köleliği kaldırın” diyen ayetler mevcut!

        Ya da güneş merkezdedir dünya onun çevresinde dolanır ya da ay dünyanın uydusudur gibi! Veya zulkarneynin güneşinin nereye battığını açık açık (lafı dolandırmadan) söylediği gibi!

        Rica etsek bizimle de paylaşırmısınız?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —bütün insanlık için inen bir kitabı sadece arapça öğrenenler anlar demek, cahilliğin son noktasıdır.. (senden alıntı)

        yukarıdaki ifadenle Bilâle gönderme yaptığın farkındasındır umarım?

        Bakara-178’le ilgili olarak; sen dahil, benimle bu konuyu tartışanlar, Kuranın tanrısının suçlu tanımı yaptığını söyleyerek Kuranın tanrısını zuzu kabilesinin gözünde bile komik bir duruma düşürmekten başka bir şey yapmadılar, kimileride ayetleri eğip bükenlerin olduğunu söyleyerek Muhammedi menfaat peşinde koşan biri olarak gösterdiklerini anlayamadılar,

  109. pamuk1kale dedi ki:

    Baştan sona bir kısırdöngü;
    Allah ın kitap göndermesindeki amacı ne?
    -Yarattığı kulları ile iletişime geçmek,uyarmak yol göstermek.
    Peki bir yaratıcı bu şekilde iletişime geçince kullarının anlayamayacağı cümleler mi kurar,yoksa söyleyeceklerini apaçık mı söyler?
    -Apaçık söylemesi mantıklı,zaten kuranda da bu var.
    Peki neden tanrının bir cümlesi üzerinde bu kadar farklı ve anlamları çok zengin yorumlar yapılıyor?
    Herhangi bir ayetin çevirisine bakıyorsunuz farklı 16-18 yorum,bunlar bildiklerimiz veya bize en yakınları!!
    Ya tanrı bizimle dalga geçiyor ve ”İmtihan” hikayesi ile kullarını uyutup,aslında gerçek amacı olan ”Kaos” ile besleniyor ondan zevk alıyor!
    Ya da bizim bu beyin ile ne söylerse söylesin onu anlamamız imkansız ve yine bizimle bu sayede oyun oynuyor,maytap geçiyor!
    Ki daha önce 3 defa kulları ile iletişime geçip üçünde de iletişimsizlikte çuvallayan bir tanrı!!
    Daha önce sözlü olarak bir çok peygamber aracılığı ile iletişime geçmiş ama bir halt olmamış,3 defa yazılı iletişime denemiş yine bir halt yok.
    Sanırım direk aşağı doğru süzülecek 3. aşamada.Ki umarım böyledir yoksa vay dünyanın haline 4,5,6 …100. kitaplarla deneme üstüne deneme (malum gerçek amaç kaos) Dünyanın zamanı çok malum daha genç,geriye kalan 5,5 milyar yıl insanoğlu bu kadar denemeye dayanır mı?
    Tanrıdır vardır bir bildiği…

  110. Havacı dedi ki:

    Sevgili Toro,
    Ne yazık ki uygulamalar sizi haklı çıkarıyor. IŞİD’in yaptığına hiç bir müslüman ülkeden, vatandaşlarından (ben dahil) yeterli tepki gelmemesi belki de sessiz kalarak onay vermesi zalime destek olmak ve haklı görmektir. İslamı ve Kur’anı size değil kendisine müslümanım diyenlere anlatmak gerek. Bir dine inananlar dinine ancak bu kadar ihanet edebilir.

  111. Havacı dedi ki:

    Kadir,
    “yellenmek abdesti bozar. çünkü oda bir nevi tuvalet ihtiyacıdır. iğne kullanmak zorunda olanlar, şurup, hap, tablet, vs.vs. kullanmak zorunda olanlar oruç tutmamalı, çünkü bu hastalığa işarettir.. bunlar orucu bozan şeylerdir.. ” diyorsun. Bunlar fıkıhın konularıdır. Yoksa Kur’anda yellenirsen abdest bozulur, iğne olursan oruç bozulur mu diyor.
    Senin akıl hocan kim, ben onunla görüşeyim.

  112. kadir dedi ki:

    sayın havacı…

    “Bunlar fıkıhın konularıdır. Yoksa Kur’anda yellenirsen abdest bozulur, iğne olursan oruç bozulur mu diyor.” sizden

    benim akıl hocam kuranı kerim… fıkıh kitaplarını bırakmaktan fırsat bulursan onunla görüşürsün..

    iğne oruç bozduğunu biraz mantıklı düşünürsen anlarsın.. iğne vücudu beslemez mi… ayrıca kimyasal değil mi… akşama kadar vucudu beslememek gerekir.. ağızdan beslenmekle bir farkı yoktur.. sonuçta hepsi kana karışıyor.. ayrıca hastalık zamanında oruç tutulmaz diye hüküm vardır. sen bunları hiç düşünemiyomusun.. allah boşunamı hastalık zamanında oruç tutmayın diyor..

    aklınız çalışsa şunu idrak edebilirdiniz.. 1400 yıl önce allah kuranda iğne, tablet, vs.vs. den bahsetse o zaman arap toplumu bunları nasıl anlayacaktı.. diyosun ki iğne olursun diye ifade nerede geçiyor.. gerçekten çok komiksiniz..

    yellenmek konusuna gelince siz galiba herkesin içinde yelleniyosunuz. tuvalete gitmeye gerek duymuyosunuz. o yüzden sizin için sıkıntı olmayabilir. ama yellenmekte bir nevi tuvalet ihtiyacıdır.. kokusunun rahatsız edici olmasıda benim düşünceme göre abdest bozar.. eğer ki abdesti bozmaz dersek o zaman yellenmek kötü birşey değil, namaz esnasında da yellenmek caiz olur..

  113. Havacı dedi ki:

    Kadir çok komiksin. Cem Yılmaz’a rakip olabilirsin. “kokusunun rahatsız edici olmasıda benim düşünceme göre abdest bozar” diyorsun. Bak kardeşim din senin düşüncene göre olmaz. Hem Kur’anı tek referans veriyorsun hem de “1400 yıl önce allah kuranda iğne, tablet, vs.vs. den bahsetse o zaman arap toplumu bunları nasıl anlayacaktı” diyorsun. İnsan kendisiyle bu kadar tezata düşer. Neyse seni ciddiye almıyorum artık. İlginç bir adamdın.

    • kadir dedi ki:

      sayın havacı…

      senin beni ciddiye alıp almaman umrumda değil.. sen önce aklını çalıştırmayı öğrende birilerinin peşinden gitme.. umarım bir an önce kendini yüceltmek adına başkalarını küçümsemekten vazgeçersin..

      • Havacı dedi ki:

        Kadir,
        Senin dinin ve elinden bırakmadığın Kur’an ahlakı senden yaşça büyük birine böyle konuşmayı mı öğretiyor.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Havacı;

        tartışma ortamında fikirler çarpışır, yaşlar değil, yani tartışma ortamında kişinin yaşça büyük veya küçük olmasının bir önemi yoktur, önemli olan kişilerin birbirlerine olan hitabet şeklidir, kişilerin birbirleri hakkında uygunsuz cümleler kullanması yaşı ne olursa olsun hoş bir şey değildir.

        aslında sizin şu yellenme tartışmasını okurken gülmekten kendimi alamıyorum,
        bir ara müziplik babında araya gireyim dedim ama bu seferde ikinizin bir olup bana saldırmanızdan çekindim,

        oysa yellenebilmek için hastanelerde avuç dolusu para harcayanları bilirim,
        birde yellenmenin Müdürlerle ilgili bir fıkrasını bilirim.

  114. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    kölelik konusuna girmeyeceğim.. daha önce bilal kardeşim ve yasir kardeşim kölelikle ilgili çok güzel açıklamalar yapmıştır.. fakat siz o cevapları kabul etmediğiniz için istediğiniz cevabı duyana kadar soruyosunuz..

    “Ya da güneş merkezdedir dünya onun çevresinde dolanır ya da ay dünyanın uydusudur gibi! Veya zulkarneynin güneşinin nereye battığını açık açık (lafı dolandırmadan) söylediği gibi!

    Rica etsek bizimle de paylaşırmısınız?”

    bunları direkt söylemez. çünkü yüce allah nice ayetlerde “görmedin mi allah gökleri ve yerleri nasıl yaratmış.” ifadesiyle insanların allahın varlığının delillerini göklerde ve yerde aramasını istemiştir..
    ve insanları bilime yönlendrmiştir.. “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”

    ayrıca… “güneş ve ay hepsi bir yörüngede akıp gider/yüzer” ifadesiyle güneşin sürekli hareketli olduğunu aynı şekilde ayında sürekli hareket halinde olduğunu söylüyor.. bazı bilim adamları bu şekilde düşünüyor.. bazılarıda merkezi güneş sisteminin olduğunu düşünüyor.. kısaca bilim şuan bunu net olarak anlayamıyor.. çünkü teknoloji yetersizdir.. mevcut bilimin yeterli olmadığı görüşündeyim..

    • sarp mustafa dedi ki:

      “ayrıca… “güneş ve ay hepsi bir yörüngede akıp gider/yüzer” ifadesiyle güneşin sürekli hareketli olduğunu aynı şekilde ayında sürekli hareket halinde olduğunu söylüyor.”

      o dönemde arapçada geçen “yörünge” kelimesi hangisi? Yani o zamanlar araplar yörünge kavramının ne olduğunu biliyorlar mıydı? Bunu bilmediğimden soruyorum.

      “bazı bilim adamları bu şekilde düşünüyor.. bazılarıda merkezi güneş sisteminin olduğunu düşünüyor.. kısaca bilim şuan bunu net olarak anlayamıyor.. çünkü teknoloji yetersizdir.. mevcut bilimin yeterli olmadığı görüşündeyim..” bunu da gerçekten anlamış değilim bilim neyi bilmiyor? Evrenin merkezinin güneş de olabileceğini mi söylüyorsun? Bilim bunda mı karar kılamamıştır?

      • kadir dedi ki:

        sayın sarp mustafa…

        yörünge olarak çevrilen kelime “felek” yani bir noktadan başlayıp kendisine belirlenen istikamete aksamadan devam etmek demektir.. yasin 40. ayette geçen gece gündüz, güneş ve ay, hepsi bir felekte görevlerini yerine getirirler.. “yesbehun” ifadesi aslında bu gök cisimlerinin allaha teslim olarak görevlerini bir yörüngede yerine getirdiklerini söylüyor.. “yesbehun” un kökü sebeha dır.. tesbih te aynı kökten geliyor.. aynı zamanda yüzmek anlamınada geliyor.. hani fussilet suresinde ki ayette;

        allah yere ve göklere: isteyerek veya istmeyerek gelin. deyince onlar isteyerek geldik dediler. ayetiyle yerlerin ve göklerin allahı her zaman tesbih ettiklerini bildirmiştir.. bu bakımdan ayetin meali;

        ne güneş aya erişebilir, nede gece gündüzü geçebilir. ve onların her biri bir felekte (allahın belirlemiş olduğu istikamette) görevlerini yerine getirirler / yüzerler. (yesbehun) (yasin -40)

        bu ayette güneş ay, gece gündüz, ve bütün gök cisimlerinin allahı hiç durmadan ve aksamadan görevlerini yerine getirerek tesbih ettiğini ifade ediyor..

        yasin 38. ayette günşein hareketini, fatır 13. ayette bu hareketlerin belirlenmiş bir süreye kadar devam ettiğini ifade ediyor..

        şuan anki bilim çok önemli yere gelmiştir.. şöyle bir örnek vereyim.. siz bir futbol maçını tribünden izlemek istediğinizde en iyi görüş açısına sahip olmak için en stratejik yere oturursunuz.. işte bilim bana göre futbol maçını şuan en iyi noktadan izleyemiyor.. bunun için teknolojinin daha ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum..

        saygılarımla..

    • sarp mustafa dedi ki:

      “bunları direkt söylemez. çünkü yüce allah nice ayetlerde “görmedin mi allah gökleri ve yerleri nasıl yaratmış.” ifadesiyle insanların allahın varlığının delillerini göklerde ve yerde aramasını istemiştir..
      ve insanları bilime yönlendrmiştir..”

      Bir de şuna takıldım ben. Arkadaş bilim dediğin şey küçük bilgilerin büyük parçaları oluşturmasıyla meydana gelir ve yüzyıllar alabilir, hatta daha fazla. Zamanın yetersizliğinde, elinde bilgi olmadığından allahı bulamayan ama bin yıl sonraki bilgi birikiminin sayesinde büyük parçayı görüp bak tanrı burdaymış diyenin arasındaki eşitsizlik, adaletsizlik değil midir? Kesinlikle adaletsizliktir. O yüzden kendi yorumlamalarınızı düşünmeden yazmayınız.

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ”kölelik konusuna girmeyeceğim.. daha önce bilal kardeşim ve yasir kardeşim kölelikle ilgili çok güzel açıklamalar yapmıştır..” sizden alıntı

      Sanırım isteğimi pek anlamadınız! Ben özellikle sizin, kuranın tanrısının isteklerini ”DOLANDIRMADAN” söylediği iddianızı dayanak alarak, yine sizin onun tarafından KALDIRILDIĞINI ya da YASAKLANDIĞINI iddia ettiğiniz bir vaka olan köleliğin kaldırılması ya da yasaklanmasını sağlayan DOLANDIRILMAMIŞ ayetleri paylaşmanızı istedim! Bence bu isteğe sevinmelisiniz çünkü kölelikle ilgili bu ayetleri gösterdiğinizde,kuranın tanrısının isteklerini dolandırmadan söylediği iddianızda doğrulanmış olacak!

      Gelelim mi şu meşhur görmedin mi meselesine!

      Bakın sayın kadir daha önce bilal bey’e de sordum ama her zaman ki gibi yanıt alamadım!

      ”bunları direkt söylemez. çünkü yüce allah nice ayetlerde “GÖRMEDİN Mİ allah gökleri ve yerleri nasıl yaratmış.” ifadesiyle insanların allahın varlığının delillerini göklerde ve yerde aramasını istemiştir..” sizden alıntı

      Sayın Kadir, GÖRMEDİN Mİ sorusu mantıken geçmiş zaman ya da şimdiden (ayetin ilk indiği andaki muhatapları için) az önceki zamanı ilgilendiren bir sorudur! Yani görme eylemi gerçekleşmiştir ve birileri görme eyleminin sonuçlarını sorgulamaktadır! Eğer ileride görülecek birşey kastedilseydi GÖRMEDİN Mİ şeklinde bir soru yerine GÖRECEKSİN şeklinde kurgulanmış ve gelecekte olacağı işaret edilen bir vakadan bahsedilirdi!

      Aksini iddia ederseniz sizin bir önceki yazınızdaki iddialarınız geçersiz hale gelir çünkü ileride keşfedilmeden bilinemeyecek bilgiler (ilgili ayetler) o bilgilerin henüz keşfedilmediği zamanlarda yaşayanlar için şifreli veya muhkemleri anlaşılmaz şeyler haline gelir!

      Ayrıca takdir edersiniz ki birine Görmedin mi diye ”evrenin varoluşunu” sorarsanız o kişi başını kaldırıp göğe baktığında Görmedin mi sorusunda görülmesi istenenleri göremeyecektir! Yani soru anlamsızdır! Sanki önünüzden gözlerinizle yakalayamayacağınız bir şey geçmişte siz onu görmek zorundaymışsınız gibi!

      Ayrıca burada daha önce başka bir arkadaşın çok güzel yakaladığı gibi, önce YER’in sonra göğün yaratıldığını söyleyen bir tanrı dünyanın güneş henüz oluşmamışken nasıl yörüngeye oturduğunu (dünya güneş tarafından belli bir yörüngede çekilir,tutulur), güneş ve onun ışığı olmadan nasıl gece gündüzün oluştuğunu ve bitkilerin fotosentez yapabiliğini de açıklamalıdır! Özellikle yeri tutsun diye dağları çakmak zorunda kalan tanrının güneşin çekimi ve ışığı olmadan dünyada nasıl bitki popülasyonu yaratabildiğinide anlatabilmelidir!

      Tabi ben bunları yazınca cevabınız daima, tanrı sözlerini muhataplarının anlayacağı şekilde söylemek zorundaydı,yerçekimini 1400 yıl önceki muhatabına nasıl anlatabilirdi şeklinde kurgulanmıştır. O halde ben size ve ona bir akıl vereyim! Hani aslında anlaşılamayan bu yüzden müteşabih sayılan ve bizzat tanrı tarafından peşine düşülmesi istenmeyen ayetler varya, işte onlar gibi 1400 yıl önce ne anlama geldiği ya da ne söylediği anlaşılamayan ama keşifler yapıldıkça anlam kazanacak şekilde ayetler tasarlanır ve böylece dünyanın güneşin etrafında döndüğünü 1000 yıl sonra keşfedecek (bazıları için hala tersi geçerlidir) olanlara 1000 yıl önceden GÖRMEDİN mi şeklinde anlamsız bir soru sorulmamış olurdu!

      Bu sanırım siz ve sizin gibi kafası karışmış dostlarımın belli süreler zarfında sürekli kendilerini tekzip edecek bir sürgitin içine girmelerinide engellemiş olurdu!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        “Sayın Kadir, GÖRMEDİN Mİ sorusu mantıken geçmiş zaman ya da şimdiden (ayetin ilk indiği andaki muhatapları için) az önceki zamanı ilgilendiren bir sorudur! Yani görme eylemi gerçekleşmiştir ve birileri görme eyleminin sonuçlarını sorgulamaktadır! Eğer ileride görülecek birşey kastedilseydi GÖRMEDİN Mİ şeklinde bir soru yerine GÖRECEKSİN şeklinde kurgulanmış ve gelecekte olacağı işaret edilen bir vakadan bahsedilirdi!”

        o soruyu yeryüzünün ve gök yüzünün dizaynına dikkat çekmek için kullanıyor.. yeni yeryüzünde hareketli ve hareketsiz herşeyin bir amacının olduğunu ve bir gaye uğruna var olduğunu, onların bir yaratıcısının olduğuna dikkat çekiyor..

        sayın toro… kurana karşı o kadar düşmansınız ki her kelime ve harfi sizi rahatsız ediyor.. bu kadar hırpalamayın kendinizi.. kendinize yazık edersiniz..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        ”sayın toro… kurana karşı o kadar düşmansınız ki her kelime ve harfi sizi rahatsız ediyor.. bu kadar hırpalamayın kendinizi.. kendinize yazık edersiniz..” sizden alıntı

        Aklını kullanmaya çalışan ve etrafındaki herşeyi ezberden takip etme yerine kendi sorgularıyla öğrenmeye ve anlamaya çalışanlara karşı o kadar ön yargılısınız ki kılıçla yayılan bir dinin inanırı olduğunuzu unutarak size itirazını düşüncelerini ifade ederek gösterenleri düşman görmekte üstünüze yok!

        Siz birilerini karşınıza düşman olarak koymayı bir marifet mi sayıyorsunuz? Yoksa bu bir hobi mi? Ya da inancınız size, ”sizin gibi düşünmeyen herkesi düşman görün, ama bu görüşün arkasında durmadan, sizin yaptığınızı sanki karşıdaki yapıyormuş gibi davranın” mı diyor?

        Benim ağzımdan bugüne kadar siz veya başkası için herhengi bir şeye düşmansınız şeklinde kurgulanmış bir cümle çıktı mı, hatırlıyormusunuz?

        Herhalde bu görgü, saygı ve terbiyeyle alakalı birşey! Ve siz söyleyince farkettim bunlar sizin gibi kuran terbiyesi almış olmadığım için bende olmayabilir? O yüzden ”kelimelerim kifayetsiz kaldığında” sizi düşman olarak göremiyorumdur…

  115. karaca dedi ki:

    galiba en zor şey biilginin korunabilmesi kendinden sonraki nesillere
    ulaşıp ulaşamayacağı,ulaştığı takdirde orjinalinin ulaşıp ulaşmadığı.

  116. kadir dedi ki:

    sayın havacı…

    “Kadir,
    Senin dinin ve elinden bırakmadığın Kur’an ahlakı senden yaşça büyük birine böyle konuşmayı mı öğretiyor.” sizden…

    sayın havacı… senin yapmış olduğun hakaretlerin, küçümsemelerinin, bana karşı olan yaftamalarının 10 da birini ben sana yapmadım.. fakat görüyorum ki siz muhalefet etmeyi çok seviyosunuz.. doğru sözede, yanlış sözede muhalefet ederek kendini haklı çıkarmaya çalışıyosun.
    ayrıca sizin gibi düşünmeyenleri cahillikle suçluyosunuz.. o yüzden bana ahlak edebiyatı yapmadan önce iğneyi kendine batır..

  117. Havacı dedi ki:

    1okuyucu,
    Müdür hikayesini ben de biliyorum. Şimdi gülüyorum.

  118. Havacı dedi ki:

    1okuyucu,
    Karaca yorumu içinde zamanı büyük harflerle yazdığı için öyle dedim. Sizin niçin İsrail tarafınızda yer aldığınızı anlayamadım.Uluslararası sularda kendisine bir tehdit olmadığı halde askeri müdahalede bulunmak devlet korsanlığıdır. İsrail’in sırf kendi keyfi için başka bir topluma ambargo uygulama hakkını nasıl savunabilirsiniz.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Havacı;

      —Sizin niçin İsrail tarafınızda yer aldığınızı anlayamadım (senden alıntı)

      verdiğim örneğe objektif cevap yazacağını sanmıştım ama sen İsrail takıntın nedeniyle subjektif tepki göstermişsin,

      benim ne demek istediğimi anlayabilseydin böyle bir yaftalamada bulunmazdın,

      bu Ülkenin, İsrail cesaret ödülünü Yahudi olmamasına rağmen almış, yani İsrail nezdinde son derece itibarlı addedilen başbakanı bile Filistine gidemezken, o şovmenlerin Filistine yardım götürebileceklerine inanmak için kusura bakma ama çok saf olmak lâzım?

      ayrıca yardım götürmek Kızılay, Kızılhaç gibi resmi kuruluşlarını işidir, ona buna yardım ediyoruz ayağına bağış toplayıpta çok küçük kısmıyla yardım yapıp geriye kalan hamudunu cebine indirenleri cümle alem biliyor,

      —İsrail’in sırf kendi keyfi için başka bir topluma ambargo uygulama hakkını nasıl savunabilirsiniz. (senden alıntı)

      ambargoyu savunduğumu nereden çıkardın, ben Filistine yardım götürdüklerini söyleyenlerin şov yapan şarlatanlar olduğunu söyledim, kusura bakma ama ambargo altındaki bir Ülkeye davul zurnayla yardım yapılamayacağını ahmaklar bile bilirken, Filistine yardım götürdüklerini söyleyenlere kargalar bile inanmaz,

      İsrailliler zaten Filistinlilerle savaş halinde oldukları için devamlı teyakkuz halinde, onaylamadıkları gemileri kendi karasularına sokmuyorlar, eğer o gemi izin almadan İsrail karasularına girseydi, İsrailliler o gemiyi havaya uçurmak zorunda kalırlardı, bu da daha büyük sorunlara neden olurdu, bunu o şovmenlerde biliyordu,

      işin aslına gelirsek;
      İsraillilerle Araplar, tarihleri boyunca aynı coğrafyada yaşayan, zaman zaman aralarında kabile kavgaları nedeniyle itilaf olsada bir şekilde birarada yaşamayı öğrenmiş iki toplumdu, Muhammed dönemiyle birlikte aralarındaki itilaflar kan davasına dönüştü, bunda Muhammedin Medinedeki Yahudi kabilelerinden birisinin Mekkelilerle işbirliği yapması sonucunda Yahudilere duyduğu kin ve nefretin inanırlarına da sirayet etmesinin rolü büyüktür,

      dolayısıyla Muhammedin Yahudilere duyduğu kin ve nefret, Araplarla Yahudilerin 1400 yıldır birbirlerini boğazlamalarındaki en önemli sebeptir,

      İsrail ise kendisine karşı silahlı mücadele veren gruplara yapılacak olan her türlü, silah, teçhizat, gıda gibi yardımları engellemek için ambargo koymuştur, İsraillilerin bu davranışı savaş koşullarının bir gereği olarak görülsede, (İslâmi kaynaklarda, Medinelilerin Mekkelilerin ticari kervanlarına yaptıkları saldırıları haklı göstermek için, Mekkelilere giden silahları ele geçirmek için düzenledikleri iddialarının da olduğunu bilirsin herhalde) yaptırım gücünü Müslümanları ortak düşman olarak görmeleri nedeniyle hristiyanların verdiği destekten almaktadır,

      yani İsrail Filistin savaşı, aslında Arap İsrail savaşının görünen yüzüdür, hristiyanlarında Yahudilere destek vermesi nedeniyle İsrail Filistin savaşı bir nevi dinler arası savaştır,

      iş bu kadarla kalsa amenna, ortadoğuda çoğu zaman örtülü yapılan mezhep kavgaları resmen start almıştır, maalesef bizim aklı evveller bu kavgalara müdahil olmak için son yıllarda ellerinden gelen çabayı göstermişlerdir,

      hadi İsrail Arap savaşında Müslüman olduğun için Arapların safında yer alıyorsun, peki mezhep kavgalarında kimin safında yer alacaksın, sunnilerin safında yer alacağın belli olsada hangi ekolün safında yer alacaksın onu bilmiyorum?

      ama ben şunu çok iyi biliyorum, savaşlar sivil toplumlara kan ve göz yaşından başka bir şey getirmemiştir, adına din denilen ucubede, dinler arası, mezhepler arası, ekoller arası savaşlardan başka bir şey getirmemiştir,

      özetle ortadoğudaki kan gölü, dinlerin ve dinler içerisindeki bölünmüşlüklerin (mezhep, tarikat, ekol) bir sonucudur.

  119. İsme Gerek Yok, Yorumu Okuyun Yeter dedi ki:

    Bu saçma düşünceleri bence saklayın, öbür dünyada kullanırsınız. Rabbim bizi görüyor ve bilmediği bir şey asla YOK. Buna ister inanın ister inanmayın. Tabi inanmayanların yeri belli. Allah’a karşı gelmek, inanmamak, bilmediğini düşünmek vs. günahı da geçtim, ayıp be. Kur’an da ki sureleri nasıl anlamışsınız, burada nasıl yorumluyorsunuz. Allah’ın size vermiş olduğu aklınızın %3’ü yerine bi %5’ini kullanmayı deneyin, inanın çok fark olacak. Bu paylaşımı da silmenizi rica ediyorum… (E.F.K.)

    • 1okuyucu dedi ki:

      sayın ismini söylemeye gerek görmeyen, sadece yorumlarının okunmasıyla yetinmemizi isteyen bey;

      —Allah’ın size vermiş olduğu aklınızın %3’ü yerine bi %5’ini kullanmayı deneyin (senden alıntı)

      bu tespitinde çok haklısın, aslında biz aklımızı kullanmayı deniyoruz ama yüzdesini nasıl arttıracağımızı bilemiyoruz, yani aklımızı nasıl kullanacağımızı bilemiyoruz, engin deneyimlerine dayanarak aklımızı nasıl kullanacağımız konusunda bize yardımcı olursan sana minnettar kalırız?

      • Havacı dedi ki:

        !okuyucu,
        İsmini söylemeyen yorumcu beynin %3’nün kullanıldığını sanıyor, oysa bu mitten ibaret. İnsan beyninin tamamını kullanır. Yani kullanılmayan alan yoktur. Fakat her bölge farklı bir sorumluluğa sahip olduğundan ve zamanında yanlış bir değerlendirmeyle böyle söylenegelmiştir.
        1okuyucu aslında eğlenceli ve araştırıcı bir arkadaşsın. Benim davetime gelemedin, ben denetim için bir çok şehre gidiyorum. Eğer oturduğun yere yolum düşerse tanışmak isterim.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Havacı;

        bence arkadaş haklı, yeme içme ilişki gibi fizksel ihtiyaçlarda fazla akıl kullanmaya gerek olmasa da, mantıklı düşünebilme konusunda aklını tam kullanamayanlar var, hele bazılarının mantık kurallarından zerrece haberleri yok, akılla mantıkla bağdaşmayan hikâyelere sırf beklentileri güme gitmesin diye gözü kapalı inanıyorlar, kralın çıplak olduğunu göremiyorlar, demekki bazıları akıllarını yeterince kullanamıyor?

        dikkat ediyorum, nedense hep dinlere inanmayanları (kâfirleri) davet ediyorsun, bu durumda ister istemez kuşkulanıyorum, acaba niyetin birkaç kâfir öldürüp doğrudan cennete gitmek mi? diye düşünmeden edemiyorum, bu endişemden dolayı seninle karşılaşmayı göze alamıyorum.

    • karaca dedi ki:

      sayınr
      İsme Gerek Yok, Yorumu Okuyun Yeter

      İnsanların zekalarını nasıl ölçtüğünüzü bilemiyorum ama
      böyle bir makina icat etti iseniz bunun patentini almalısınız
      ticari yönden işinize yarayabilir.

  120. karaca dedi ki:

    havacı

    yukarıda verilen makalede zaman gazete ismi olarak verilmemiş
    süre manasında kullanılmıştır.
    zaten makalenin akışından bunu görmeniz gerekirdi
    arada kağıt veya kağıda benzer bir ürün den bahsedilmemiş
    ayetler biri biri ardınca sıralanmış zamana dikkati çekmek için
    büyük harflerle yazılmıştır.

  121. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Ayrıca burada daha önce başka bir arkadaşın çok güzel yakaladığı gibi, önce YER’in sonra göğün yaratıldığını söyleyen bir tanrı dünyanın güneş henüz oluşmamışken nasıl yörüngeye oturduğunu (dünya güneş tarafından belli bir yörüngede çekilir,tutulur), güneş ve onun ışığı olmadan nasıl gece gündüzün oluştuğunu ve bitkilerin fotosentez yapabiliğini de açıklamalıdır! Özellikle yeri tutsun diye dağları çakmak zorunda kalan tanrının güneşin çekimi ve ışığı olmadan dünyada nasıl bitki popülasyonu yaratabildiğinide anlatabilmelidir!”

    istersen araba nasıl yapılır, elektrik nasıl üretilir, bina nasıl yapılır. vs vs. bunlarıda haber verseydi..
    sana uyar mıydı.. o zaman inancak mıydın? ayrıca bir soru daha…

    madem kuranın allah tarafından indiridiğine inanmıyosun… hz. peygamber güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini nerden biliyordu? sakın bana bu bilgileri sümerlerden, mitolojik hlkayelerden aldı deme.. başka bir bahanen varsa onu ortaya at…

    • sarp mustafa dedi ki:

      Ya burda ya başka bir yerde sordum bunu birine ama cevap vermedi henüz. Sana da sorayım ozaman. Kusura bakmayın toroyla ikili muhabbet ediyorsunuz ama sormadan edemiyorum. Şu peygamberinizin güneşin ayın hareketini biliyor derken; o zamanlarda peygamberinizin ve arap toplumununun “yörünge” kelimesini ve kavram olarak ne manaya geldiğini bildiğini mi söylüyorsun? Ayrıca sümerlerden vs kaynaklardan aldı deme cahilliğini neye dayanarak söylüyorsun? Çünkü sümerlerden almış olması çok ama çok yüksek ihtimaldir ki bunu saymayan adamın aklından şüphe duyulur… Neden? Çünkü bazı yahudi alimlerinin sümer kültüründe eğitim aldığını ve yahudiliğe çok fazla katkıda bulunduğunu, yahudiliğinde dolaylı yoldan islamiyeti etkilediğini bildiğini varsayarak, ki bilmiyorsan cahilsin, konuşmamalısın. Ne cürretle “sümerlerden aldı deme” cesaretini gösteriyorsun? Sümer seçeneğini neye dayanarak hiçe sayıyorsun?

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ‘istersen araba nasıl yapılır, elektrik nasıl üretilir, bina nasıl yapılır. vs vs. bunlarıda haber verseydi..” sizden alıntı

      Bilinmeyen şeyler, bilinemez! Kuranın kurgucusu söylediklerini bilmediğinden önceden biliyormuş gibi yapamazdı. Zaten kurgucu için zaman ve teknoloji hep 1400 yıl önceki gibi kalacak gibiydi! Öyle olmasaydı insanları hacca develerle çağırırmıydı?

      ”İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” Hac,27-Diyanet

      Şimdi söyleyin bakalım, kuranın tanrısı inanırlarının hacca ”yorgun develer üzerinde” gitmesini istediği halde hacca üstelikte kuranda ”nasıl yapılacağı” bildirilmemiş arabalar ve uçaklarla yolculuk ederek gidenlerin hali nicedir?

      Siz bana yukarıdaki durumun size nasıl UYDUĞUNU söyleyin bende size bana uyacak beklentileri söyleyeyim!

      Kurduğunuz cümleye bakın,

      ”madem kuranın allah tarafından indiridiğine İNANMIYORSUN… hz. peygamber güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini nerden BİLİYORDU? sakın bana bu bilgileri sümerlerden, mitolojik hlkayelerden aldı DEME.. başka bir bahanen varsa onu ortaya at…” SİZDEN ALINTI

      Sayın kadir bak İNANILAN şey gerçekliği mantıksal boşluk bırakmayacak şekilde kanıtlandığı zaman artık BİLİNEN şey olur!

      Örneğin bir ülkede yaşayan insanlar çoğunluğun esmer olduğuna İNANABİLİR ama bu durum tespit edilmeden gerçek kabul edilemez! Sadece bir BEKLENTİDİR! Sonra o ülkede yaşayan bütün insanlara teker teker gidilir ve ten renkleri belirlenir eğer gerçekten ten rengi ESMER olanlar çoğunlukta çıkarsa artık o ülkede yaşayanların çoğunluğunun ESMER olduğu İNANILAN değil BİLİNEN birşeydir!

      Bana sadece İNANABİLDİĞİNİZ bir dinin hiç görmediğiniz halde söylediğine inandığınız peygamberinin sözlerinin doğruluğunu dayatıyorsunuz! Kendi ağzınızla İNANIYORUM dan öte bir eylemde bulunamadığınızı belli ettiğiniz inancınızın, başkası için BİLİNEN bir gerçeklik olmasını nasıl bekleyebiliyorsunuz?

      O zaman bana ”hz. peygamber güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini’ BİLİYORDU deyin! İNANIYORUM lu cümleler kurmayı bırakın!

      Sonra size ”hz. peygamber güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini” BİLİYORDU sözünüze istinaden, o halde onun en yakınındaki 5 kişi dahil o ölene kadar müslümanlığa geçen herkes o öldüğünde kendilerine iletilelen (ayetler) ışığında artık ”güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini” BİLİYORLARMIYDI diye soracağım!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro..

        lütfen kendine gelir misin? heyecanlanıp farklı şeyler yazma.. soruma cevap ver… daha önce yanılmıyosam siz bunların mitolojik hikayeler olduğunu iddia etmişsiniz.. eğer etmemişseniz soruyu kendinize muhattap almayınız…

        sadece soruyorum.. bunu hz. peygamber nerden biliyordu.. kısaca anlatınız.. konuyu karman çorman hale getirmeden.. bir an olsun kendinize iyilik edinde size sorulan sorulara cevap verin..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Beni heyacanlı olarak mı görüyorsunuz? Bunu nasıl farkettiğinizi bilmek isterdim.

        ”bunu hz. peygamber nerden biliyordu.. kısaca anlatınız.. konuyu karman çorman hale getirmeden.. ” sizden alntı

        Ben zaten size cevap verdim. Farkedemediniz mi? Sadece bunu sizi de sürecin içine katmaya çalışarak yapmaya çalışmıştım!

        Ben size BİLMİYORDU diyorum, siz bana NEREDEN BİLİYORDU diyorsunuz!

        Sonra size bunları biliyor olsaydı yani sadece tanrı tarafından bilinebilecekler bizzat tanrı tarafından kendinin varlığının kanıtı olarak bir peygambere(!) verildiyse ve o da bu mesajı en yakınlarından başlayarak bütün inanırlarıyla paylaştı ise bunlar en başından beri müslümanlar tarafından bilinen şeyler olmalıydı diyorum!

        Siz herhangi birinin özellikle o 5 kişinin (siz seçin) söylediğiniz şeyleri bildiğini kanıtlayamadan o bunları nereden biliyordu şeklinde bir soru kurgulayamazsınız!

        Örneğin sümerlerde medeni kanun kullanıldığına dair işaretler var! Bundan yola çıkarak sümerlerin tanrısı ilerde kullanılacak kanunların haberini 3000 yıl önceden veriyordu mu demeliyim?

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —Sonra size ”hz. peygamber güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini” BİLİYORDU sözünüze istinaden, o halde onun en yakınındaki 5 kişi dahil o ölene kadar müslümanlığa geçen herkes o öldüğünde kendilerine iletilelen (ayetler) ışığında artık ”güneşin, ayın, dünyanın hareketini, evrenin genişlediğini” BİLİYORLARMIYDI diye soracağım! (senden alıntı)

        müsadenle neyi bilip neyi bilmedikleri konusunda bende bir şeyler söyleyeyim,

        Peygamber ve yanındaki 5 kişi dahil o zamanki toplum, yüzeyi düz bir yeryüzünde güneşin gündüzleri doğudan doğup ilerleyerek batıdan battığını, geceleri gökyüzündeki ay’ın ilerleyerek yaptığı hareketi gözlemleyerek biliyorlardı, bu ilerlemeleri hangi teknik terimle ifade ettiklerini bilemem ama güneşle ay’ın yaptıkları bu hareketleri sabit bir yeryüzüne göre adlandırdıkları muhakkak, zaten zülkarneyn kıssasında güneşin battığı yere veya güneşin doğduğu yere varınca ifadelerinden o zamanki toplumların yeryüzünün düz ve sabit olduğu düşüncesinde oldukları olduğu açıkça belli oluyor,

        inanışlarına göre lütfu bol, nimetleri sınırsız olan bir tanrının genişleticiyiz sözünü nimetlerini arttırıcı şekilde yorumladıkları da muhakkak,

        seslendiği ilk muhataplarına peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlayamayan bir tanrının, gelecekte yapılacak keşifleri bilme şansları olmadığı için ilk muhataplarına geleceği bildiğini kanıtlayamayacak olan bir tanrının, gelecekle ilgili verdiği iddia edilen bilgilerin daha sonraki nesillerlerce yorumlanarak geleceği bildiği anlaşılan bir tanrının, gelecekteki keşifleri bilerek peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlaması, inanma konusunda sonraki nesillerin önceki nesillere avantaj sağlaması karşısında,

        önceki nesillerin “gelecekteki keşifleri bilerek peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlamak yerine, peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlayasaydın bizi de inanma konusunda yeterince ikna etmiş olurdun, bizde peygamber ve kitap gönderdiğin konusunda tereddüte düşmezdik” diye itirazda bulunacakları aşikar?

        yani Kuranın tanrısı ilk muhataplarına peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlayamamış ama sonraki nesillere geleceği bildiğini kanıtlayarak, kitap ve peygamber gönderdiğini kanıtlamış?

        peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlayamayan bir tanrının geleceği bildiğini kanıtlamak için güncel bilgileri Kurana uyarlama çabaları ve bunları Muhammed bilemezdi savunması, daha önce öcü gibi korktukları bilimsel gerçeklerden kaçamayacaklarını anlayanların, bilimi Kurana yayama gayretlerinden başka bir şey değil,

        dolayısıyla, o dönemde yaşayanlar, güneşin ay’ın gerçek yörüngelerini, evrenin genişlediğini, (iddiadan öteye bir anlamı olmayan teori) hatta bing bang teorisine göre sadece tanrının şahit olacağı bir olayı??? yani yer ve göklerin bitişikken ayrılmaları anını bilmiyorlardı ama din pazarlayanlar, beklentilerine cevap veren söylemlere başka seçenek olmadığı için balıklama atlayacak olanların azımsanmayacak sayıda olacaklarını biliyorlardı,

        özetle günümüzde yapılmaya çalışılan, bilimsel gerçeklere rağmen, öbür dünya beklentisi içerisinde olanların hayallerinin çöpe gitmemesi için kitaplarda olduğuna inandıkları tanrının peygamber ve kitap gönderdiğini, tanrının geleceği bildiğini iddiasıyla kanıtlamaya çalışma çabalarından başka bir şey değil,

        bu arada, tanrılarına karşı çok ayıp ediyorlar, tanrıları onlara hacca yayan veya develerle gitmeyi emretmişken, emri tınlamayıp uçaklarla gidiyorlar,

        ama tanrılarına saygılı olanlarda yok değil, zülkarneyn ayetiyle, Kâbeye yönelin ayeti çöpe gitmesin diye Elin Arabı dünyanın düz olduğu konusunda fetva veriyor ve iki ayeti çöpe gitmekten kurtarıyor.

  122. kadir dedi ki:

    sayın sarp mustafa..

    hz. peygamberin sümerlerden aldığını bana ispatlamalısın.. eğer ispatlayamazsan, farazi konuşuyosan bende sana şunu söylerim.

    “allahın kuranda adını zikretmediği peygamberlerden bir tanesi sümerlere gelmiştir.. bu bilgileri allah vahyi ile sümer milletine bildirmiştir” benim bu sözüme inanıyomusun?

    • sarp mustafa dedi ki:

      SAyın kadir…

      Benden istediğin kanıtı ilk önce senin muhammedin sümerden almadığına dair göstermen gerek. Çünkü iddiayı ortaya atan sensin. Ve kesin konuşuyorsun. Eğer biraz okuduğunu anlamaya çalışırsan sana yazdığım yazıda hiçbir yerde kesinlik yoktur. Yüüksek ihitmalli bir TAHMİNDİR! Senin ki direk olayı reddetmedir ama NEYE DAYANARAK REDDETMEDİR? Sana o yüzden orada bir sürü soru sordum niye reddettiğine dair. Artık bu kadar açık konuştuğum halde anlama sıkıntısı yaşarsan benim elimden birşey gelmez. Yukarıdaki yazın tamamen boş bir yazıdır! Saçma sapan savlarla gelme bana. Sana gayet net açıkladım yukarıda…

      • Havacı dedi ki:

        Sayın sarp mustafa,
        Sayın Kadir arapçayı ve dilin etimolojisini, dönemin sosyolojisini, tarihsel olaylarını bilmez ama elindeki arapça Kur’anı arapça bilmemesine rağmen anlar, yorumda bulunur ve türkçe meallerin yanlış olduğunu söyleyerek düzeltir. Bence kendisiyle fazla uğraşmayın he he deyin geçin.
        Şimdi bunu bir tarafa bırakırsak, Sümer yazıtlarında yer alan Nuh tufanı, yaratılış olayları Tevrat, İncil ve Kur’anda kişi isimler farklı olsa da (çok tanrılı inanış hariç) birbirine benziyor. Sanırım bir yerde DTCF’de okuduğunuzu yazmıştınız. Eğer yazdıklarımda hata varsa lütfen düzeltin. Sümer yazıtlarının ilk ele alınmasının 1900’lü yılların başı olduğunu sanıyorum. Yazının ne zaman çözüldüğü konusunda ise bir bilgiye ulaşamadım. Sümerlerin M.Ö 4000-2000 tarihleri arasında yaşadığı ve bu dilin benzerinin bulunmadığı, dilin sürekliliğinin olmadığı göz önüne alındığında bu anlatımlar kutsal kitaplara insanların anlatımları ile mi girmiştir, yoksa örneğin Nuh tufanı gerçek olduğu için mi insanlar tarafından bu anlatılagelmiştir? Jeolojik olarak dünya genelinde bir felaketin izlerinin olduğu konusunda bir yazı okumuştur. (4 ncü jeolojik dönemde)
        Yorumlarsanız memnun olurum.

      • sarp mustafa dedi ki:

        Sayın havacı;
        Yok DTFC de okuduğunu yazan arkadaş başka biriydi ben değildim :). Ben sadece sümer tablet çevirilerini okudum.

        Ama sorularınızın bazılarına kesin bir bilgiyle cevap veremeyeceğim hafızam çok zayıftır tekrar tekrar okumadan aklıma yerleşmesi zor oluyor. Tamamen sayısal bir zekaya sahiibim kusura bakmayın. Ama sümerler kesinlikle bir anda soyu kesilen yazı ve dillerinin devamı gelmeyen bir kavim değildir. Dillerinin devamı akkadlar ve babil toplumlarıyla devamedegelmiştir. Yani sümer dilinin sürekliliği vardır. Kutsal kitaplara anonim halk hikayeleri olarak aktarılmamışlardır. Eğer babil ve akkadları araştırırsanız dediğim bilgilere ulaşabilirsiniz. Sümerlerin sonunu zaten akkadlar getirmişlerdir ve akkad ve babil halklarının içinde çok fazla izleri vardır. Sorularınıza verebileceğim cevabım şimdilik bukadardır :D. ama yarın işyerinde notlarıma bakarak daha fazla bilgi yazabilriim size. Kusuruma bakmayın dediğim gibi hafızam çok zayıf olduğundan sürekli not alırım. Ve bu sitede de hep iş yerindeyken yorum yaptım, notlarımı getir götür yapmak zor geliyor. İlk defa evden yaptım merak ettiğim için. O da size denk geldi.

      • kadir dedi ki:

        sayın sarp mustafa…

        sümerlerden aldığını iddia eden sizlersiniz.. ben değilim.. ben allahtan indiğine inanırım.

        hiç bir iddiada ortaya atmıyorum. bu bilgilerin ancak allahtan geleceğine inanıyorum.. bende diyorum ki.. ortaya bir iddia atıyosunuz. mitolojik, sümerler, vs. bunu ispatlamalısınız.. eğer farazi konuşuyosanız. yukarıdaki size sorduğum soruya cevap verin..

      • sarp mustafa dedi ki:

        Sayın kadir gerçekten öyle saçma konuşuyorsunuz ki size cevap vermek bile gereksiz.
        Neden?

        Çünkü Sadece inandığınız ve elinizde herhangi bir kanıt olmadığı halde sadece inandığınız için kesin konuşma CAHİLLİĞİ gösterirken, bizden kanıt istiyorsunuz… Yanlış anlamayın ama bu zeka sahibi olmayan bir insandan gelebilir. Yukarıda ben hiçbir yerde sana sümerden gelmiştir, sümerden çalmıştır demedim!!! Sana sorduğum tek şey var o da sümerden gelmediğine dair kantıın ve sebebin nedir? Ama sen, cahilliğin verdiği büyük cesaretle benden kanıt istiyorsun… İddia ortaya atmadığını söylüyorsun ama sadece aptal inancına dayanarak, kanıtlama olasılığın %0’a bile çıkamayacığını bildiğin şeyi savunacak cesareti gösterebiliyorsun. Kusura bakma seni az da olsa bilgi sahibi akıl fikir yürütebilen bir insan yerine koyup sana yazı yazdım cevap verdim. Ama hiçbirine sahip olmayan bağnaz, cahil, biat etmiş bir müslüman bir putperestle konuştuğumu bilmiyordum. Sorduğun soruya cevabı havacıya yazdığım msjda verdim zaten. Eğer sende elindeki tek kitap kuranı kapatırsan ve diğer bilgi kaynaklarını okursan ki okusan bu zamana kadar okurdun zaten, öğrenirsin. Ama sizin ve sizin gibilerin cehaletini kapatmayı başarmış bir insan göremedim, bağnazlığı aşmanın mümkünatı yok.

      • sarp mustafa dedi ki:

        @kadir
        ayrıca senin bana yaptığını ben sana yapsam ve desem ki;

        “Arkadaşım ben sümer metinlerine inanıyorum, onlar doğrular, senin neye inandığın beni ilgilendirmez, senin tanrın yok, kuran zaten yalan, bana ispatla desem” bir tarafınızı yırta yırta karşı çıkarsınız. Ama ben yine de sana cevap yazdım :D.

  123. Havacı dedi ki:

    Sayın 1okuyucu,
    “dikkat ediyorum, nedense hep dinlere inanmayanları (kâfirleri) davet ediyorsun, bu durumda ister istemez kuşkulanıyorum, acaba niyetin birkaç kâfir öldürüp doğrudan cennete gitmek mi? diye düşünmeden edemiyorum, bu endişemden dolayı seninle karşılaşmayı göze alamıyorum”.
    Beni çok güldürdün, Allah’ta seni güldürsün. Yazma tarzın hoşuma gidiyor, aslında matrak adamsın. Bak şimdi niyetimi anladın beni cennetten de ettin! 🙂

    • 1okuyucu dedi ki:

      Havacı;

      aslında matrak adamsın. Bak şimdi niyetimi anladın beni cennetten de ettin! 🙂

      matrak bir olduğum doğrudur ama beni başka türlü göstermeye çalışanlara veya beni aptal yerine koymaya kalkanlara acayip kızdığım da doğrudur.

      • Havacı dedi ki:

        1okuyucu
        “matrak bir olduğum doğrudur ama beni başka türlü göstermeye çalışanlara veya beni aptal yerine koymaya kalkanlara acayip kızdığım da doğrudur.”
        Böyle bir niyetim olmadığını bilmelisin.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Havacı;

        sen benim bir özelliğimden bahsedince, bende kendimi örnek göstererek, insanların tepkisel bir özelliğinden bahsettim, yani çıkış noktam özellik kelimesi, ayrıca benim söylemim herkes için geçerli, çünki hiç kimse başka türlü gösterilmek istemez, hiç kimse aptal yerine konmak istemez,

        özetle o söz ortaya yazılmış bir sözdü, bilirsin, ortaya yazılmış sözler birine hitaben yazılmış olsa da, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla anlamına da gelir.

        yani bana matrak demene alınmış filan değilim, bazen hinliğim tuttuğunda olaylara esprili yaklaştığımda oluyor, (argoda ti’ye almak deniyor) bazende kinayeli yaklaştığım oluyor, (argoda inceden inceye iğnelemek deniyor)

        örneğin; Kuranın tanrısı, kadınları erkeğe sunulacak bir varlık olarak gördüğü için kadınların ne diyeceğine aldırmadan, (Ayşenin bir şeyler söylediği iddia ediliyor) kendisini peygambere mehirsiz sunmak için can atan kadınlar varmış gibi, kendisini hibe edecek (mehir istemeyecek) olan kadınları peygambere helâl kılıyor, böylece kadınlar kendilerini peygambere mehirsiz sunacaklarını ahzab-50 ile öğrenmiş oluyorlar, yani ahzab-50 ile mehir istememek şartıyla, kadınlara peygambere evlenme teklif etme ruhsatı verilmiş oluyor?

        bu durumda peygamberin kapısına gelen kadını geri çevirme hakkı yok, hele peygamberle evlenmeyi kafasına koymuş ısrarcı bir kadın düşün, dayanmış peygamberin kapısına, “ey peygamber kapıyı aç seninle mehirsiz evlenmeye geldim”dediğini ve kapının açılmadığını düşün, bu durumda kadın “hiçbir yere kaçarın yok, çünki elimde kapı gibi ahzap-50 var, elimdeki kapının yanında senin kapın kaç yazar aç bakayım kapıyı” derse…

        ataerkil (erkek egemen) bir toplumda, hiçbir kız bir erkeğe evlenme teklif edemez, (zengin dullar hariç) bu durumda peygamberle akraba olmak isteyen sahabeden bazıları, kızlarını peygambere teklif etmiş olabilirler, (argo karşılığını söylemiyorum?) teklifleri geri çevirmek sahabeye ayıp olacağından getir önce bir göreyim demiştir, peygamberin güzel kadınlara imrendiği (zaafı olduğu) bilindiğine göre, kendisine teklif edilenlerden beğenmedikleri için büyük olasılıkla kızın babasına kusura bakma elektrik alamadım gibisinden bir mazeret öne sürmüştür,

        artık bu hikâyeyi matrak mı bulursun? kinayeli mi bulursun? orası senin bakış açına bağlı.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Havacı;

      —aslında matrak adamsın. Bak şimdi niyetimi anladın beni cennetten de ettin! Senden alıntı)

      matrak bir olduğum doğrudur ama beni başka türlü göstermeye çalışanlara veya beni aptal yerine koymaya kalkanlara acayip kızdığım da doğrudur.

      not: önceki mesajda alıntı kaydı düşmediğim için alıntı yaptığım cümle bana aitmiş izlenimi verdiğinden aynı mesajı tekrar yazdım, ayrıca aynı mesajı tekrar yazmak suretiyle gereksiz yere KB. işgal ettiğim için forum yönetiminden özür dilerim.

  124. karaca dedi ki:

    Bir siteden alınntıdır
    aşağıdakiler yazarın kendi görüşüdür yönetici tarafından istenirse bu bilgiler silinebilr.

    İSRAİL, devlet olmasını, FİLİSTİN’i ele geçirmesini, 180 milyon Arab’a karşı direnebilmesini, bir din kitabına dayandırarak sağlamıştır.

    Schliman TRUVA şehrini bir efsaneyi inceliyerek bulmuştur. TUFAN din kitaplarından önce SÜMER kil tabletlerinde yer almıştır. Ayırımcılar Kürtler’i bizden koparmak için Kawa Efsanesi’ni öne sürüyorlar.

    Öyleyse biz de TUFAN EFSANESİ, OĞUZ EFSANESİ ve ERGENEKON EFSANESİ üzerinde duralım.

    TEVRAT, NUH’un gemisinin AĞRI Dağı’na konduğunu söyler. (M.Ö.4000) KUR’AN’da ise CUDİ Dağı’na oturduğu belirtilir… Bizce bu farkın sebebi, TEVRAT’ın, inmesinden 600 yıl sonra kaleme alınmasıdır. AĞRI Dağı daha yüksektir ve Yahudiler onu bu

    şerefe daha lâyık buldukları için değiştirmekte beis görmemişlerdir!.. Ancak KUR’AN’ın verdiği bilgi daha gerçekçidir. CUDİ, MEZAPOTAMYA’ya, KONYA’ya daha yakındır ve ilk yerleşimler bu bölgelerde olmuştur.

    TUFAN’dan sonra NUH’un gemisinin CUDİ dağına oturduğu, ve Türklerin Nuh’un oğlu YAFES’ten geldiği efsaneleri birleştirildiğinde; TÜRKLERİN bu bölgedeki İLK YURDU’nun GÜNEYDOĞU ANADOLU olduğu ortaya çıkar!.. (19)

    Tevrat M.Ö.500 yıllarında yazıya geçmiştir. Halbuki ÂDEM’in, NUH’un, İLYAS’ın hikâyeleri o çağlarda dilden dile dolaşıyor, halk şairleri tarafından ezberleniyor, ve muhtemelen sazlarla çalınıp söyleniyordu.

    İşte bu hikâyeleri M.Ö. 3000 yıllarında ortaya çıkan, M.Ö.2000 yıllarında çivi yazısı tabletlere kaydedilen GILGAMIŞ DESTANI’nda da görüyoruz. Bu destanın en son ve düzeltilmiş şekli, Asurbanibal’in M.Ö. 600’lerde Ninova’da kurduğu kütüphanede

    bulunmuştur. İlk metinler SÜMER (TURANÎ) dilinde iken, Ninova’dakiler Akad(Samî) dilindedir.

    Destan’ın serüveni şöyle gelişti: 1839 yılında Austen Henry Layarda adında genç bir İngiliz, arkadaşı Rassam ile birlikte karadan Seylan’a gitmek üzere yola çıktı. Mezopotamya’ya geldiğinde Asur höyüklerinin bulunduğunu görünce, gezisini erteledi.

    Ninova ve Nemrut kentlerinin kalıntılarında yıllarca oyalandı. Sonunda büyük bir Asur heykelleri kolleksiyonu ve binlerce kırık kil tabletle Londra’ya döndü. Bu sırada o toprakların gerçek sahibi Osmanlı İmparatorluğu ise, kendini Batı boyunduruğuna

    sokacak İngiliz Ticaret Anlaşması ve Tanzimat ile uğraşmakta idi.

    Layard’ın buluşunun değeri, sayısı 25.000’i bulan tabletlerinin üzerindeki kamaya benzer şekillerin çözülmesiyle anlaşıldı. Bu güç işi başaran Henry Rawlinson oldu. Kendisi Doğu Hindistan Şirketi’nde çalışan bir İngiliz subayı idi. İran’da Kirmanşah

    yakınlarındaki Bisütun kayasındaki yazıtı bulmuştu. DARYUS KAYDI diye bilinen bu yazıt ZENT (eski İran), ELÂM ve BABİL dillerinde çivi yazısıyla yazılmıştı. Rawlinson çalışmalarını sürdürdü ve 1855’de “Batı Asya’da Çivi Yazısı Yazıtlar” adlı eseri

    yayınladı… 1866’da George Smith de onunla birlikte çalışmaya başladı.

    Bu sırada Layard’ın arkadaşı Rassam Ninova’da kazılara devam etmiş, ve 1853’de kütüphanenin yeni bir bölümünü bulmuştu. Asurlular’ın başka metinlerden kopya ettikleri GILGAMIŞ DESTANI bunların arasında idi!.. Bu yıllarda o toprakların ve kil

    tabletlerin gerçek sahibi Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Harbi ve Islahat Fermanı ile uğraşıyordu.

    1872’de Smith, “İncil’e İlişkin Arkeoloji Derneği”nde yaptığı bir konuşmada “British Museum’daki Asur tabletlerinden birinde TUFAN’ın anlatıldığını farkettim,” dedi… Arkasından “Kaldelilerin TUFAN Öyküsü” adlı eserini yayınladı. Kitap büyük ilgi ve

    yardım topladı… Kazılara dönen Smith TUFAN ile ilgili eksik bölümleri buldu. 36 yaşında ölmeden önce de, Destan’ın tercümesinin ana hatlarını tesbit etmeyi başardı. Smith Asurca “Tufan”ı yayınlarken bunun, günümüzde WARKA diye bilinen,

    İNCİL’de ERECH olarak geçen “URUK şehrinde, daha eskiden yazılmış bir metnin kopyası olduğunu” da belirtmişti… Aynı yıllarda Uruk’ta kazı yapan W.K. Loftus, M.Ö.3000 yılına ait mozaik duvarlar ve kil tabletler buldu. ancak bu buluntular 1920’li

    yıllara kadar fazla dikkat çekmedi. Yine o tarihlerde Almanlar Uruk’ta kazı yaptılar ve yeni tabletler ortaya çıkardılar.

    Öte yandan 1880’lerde Amerikalı John Punnet Peters, Güney Irak’ta Nippur’da 40.000’e yakın kil tablet buldu. Philadelphia ve İstanbul müzeleri arasında bölüşülen bu tabletler arasında GILGAMIŞ DESTANI’nın SÜMER dilindeki en eski metni vardı!..

    Osmanlı İmparatorluğu 2. ABDÜLHAMİD zamanında biraz olsun uyanmış, ve hiç değilse tabletlerin bir kısmını alıkoymuştu. Bu arada UR kentinde yapılan kazılarda da, başka tabletler bulundu.

    Eldeki kil tabletlerin en az dört ülkeye bölünmüş olması, onların okunmasını güçleştirmiştir. Ancak en eski GILGAMIŞ metninin büyük kısmı TÜRKİYE’dedir.

    GILGAMIŞ Destanı’nın M.Ö. 2000 yıllarında ulaştığı ün, ETİ İmparatorluğu’nun başkenti BOĞAZKÖY arşivlerinden çıkan Akad dilindeki çeviriden anlaşılmaktadır. Destan HURRİ diline ve ETİ diline de çevrilmiştir, ki bu ikincisi bazı bilim adamlarınca

    Hint-Avrupaî sayılır. Yalnız unutmamak gerekir ki, M.Ö. 3000 yıllarına kadar uzanan bu SÜMER Destanı, Grekler’e maledilen Homeros destanlarından çok çok önce dünya edebiyatındaki yerini almıştır.

    Bu metinler Campbell Thompson tarafından çeviri ve açıklamaları ile birlikte 1928’de yayınlandı. Pensilvanyalı Profesör Samuel Kramer de SÜMER metinleri üzerinde çalışmalar yaparak onların M.Ö. 3000 yıllarından geldiğini ortaya koydu.

    Bilim adamları son zamanlarda GILGAMIŞ adlı bir kralın M.Ö. 2700 yıllarında gerçekten yaşadığını ve TUFAN’dan sonraki URUK sülalesinin 5. kralı olduğunu, uzun bir süre hükümdarlık yaptığını tesbit etmişlerdir… Şurası muhakkaktır ki, GILGAMIŞ

    EFSANESİ kendinden daha önceki olayları anlatan hikâyelerle birlikte dile getirilmiş, YARADILIŞ ve TUFAN EFSANELERİ ile rabıtası bu suretle kurulmuştur.

    SÜMER TUFAN efsanesinde NUH Peygamber’in rolündeki kişinin adı ZİUSUDRA’dır ki, bu kelime “hayatı gördü” anlamına gelir. KUR’AN’a göre Hz. NUH’un 980 yıl yaşadığı göz önünde tutulursa, bu ad son derece yerindedir. Asur efsanesinde NUH’un

    yerini UTNAPİŞTİM almıştır. Babil TUFAN efsanesinde bu kahramanın adı ATRAHASİS’tir. Efsanenin son versiyonu olan, Babilli rahib Berossus’un M.Ö. 200’lerde yazdığı Grekçe TUFAN efsanesinde baş rol, SİSUTHROS adlı kişiye verilmiştir ki, ilk

    metindeki ZİUSUDRA adının grekleşmesinden (Ziusudros) başka bir şey değildir.

    30 yıl boyunca Diyanet İşleri’nde çalışıp, imamlık, hocalık, müftülük yapmış olan Turan Dursun, bu destanı okuyunca sapıttı!.. Din kitaplarındaki hikayelerin GILGAMIŞ DESTANI’ndan aşırıldığını öne sürerek İSLAM’a ve peygamberlere saldırmaya

    başladı.

    Halbuki gerçek olan bir olayın, cereyanından sonra yazılan her kaynakta dile gelmesinden daha tabii bir şey olamazdı. Kaldı ki, SÜMER ve Asur tabletlerini hiç okumamış olan AMERİKA KIZILDERİLİLERİ ve Pasifik yerlileri de aynı TUFAN’a,

    efsanelerinde yer veriyorlardı. Üstelik TEVRAT ve KUR’AN sadece TUFAN ile yetinmiyor, ÂDEM’den sonra pek çok insan ve olayla bir bütün oluşturuyordu ama, bunlar Turan Dursun’u artık etkilemedi. Belki de “hakikati (!) görmüş din adamı” şöhreti

    ona daha cazip geldi.

    Kısacası, GILGAMIŞ DESTANI gayrımüslimlerin bile imanını arttırırken, Turan Dursun gibi şaşkınların da yoldan çıkmasına sebep oldu.

    Destan ile ilgili bu bilgileri aldığımız GILGAMIŞ DESTANI adlı kitaptan TUFAN EFSANESİ’ni de kısaca nakledelim:

    — Kendine bir dost arıyan GILGAMIŞ, vahşi hayvanlar ile yaşarken bir fahişe tarafından ehlileştirilen ENKİDU ile karşılaşır ve onunla yaptığı bir güreşten sonra dost olurlar. Birlikte yolculuğa çıkarlar. Ormanların bekçisi dev HUMBABA’yı, sonra

    GÖKYÜZÜ BOĞASI’nı öldürürler. Onlara kızan Tanrıca İŞTAR da ENKİDU’yu öldürür.

    — Bu olay GILGAMIŞ’ın ölüm konusunda düşünmesine ve TUFAN’dan kurtulup ölümsüzlüğe eren UTNAPİŞTİM’i aramasına yol açar. Karşılaştıklarında UTNAPİŞTİM, bilgelik dolu öğütler ile ona TUFAN’ı anlatır:

    — FIRAT’ın kıyısına kurulmuş olan ŞURRUPAK kentini biliyor musun?..O günlerde insanlar durmadan arttı. Yeryüzü dolup taştı. Tanrı ENLİL, “İnsanoğlunun çıkardığı bu kargaşalık çekilmez hale geldi,” dedi. Bunun üzerine tanrılar insanoğlunu yok

    etmeye karar verdiler. Buna karşılık tanrıca EA, beni bir düş aracılığı ile haberdar etti. “Ey UBARA-TUTU’nun oğlu, kendine bir tekne yap. Yeryüzünün nimetlerini bırakıp canını kurtarmaya bak! Yapacağın teknenin eni boyuna eşit olsun. Yapıp

    bitirdikten sonra gemiye bütün canlı
    yaratıkların tohumunu al,” dedi.

    — Zifti çocuklar, geri kalan nesneleri erkekler getirdi… 7 güverte yaptım. Güverteleri tahta perdelerle 9 bölmeye ayırdım. Ailemi, hem yabanî, hem evcil hayvanları tekneye aldım. Vakit gelip çatmıştı. Fırtınanın binicisi yağmuru gönderdi. Hava

    gerçekten korkunçtu. Gemiye binip her tarafı sımsıkı kapattım…

    — 6 gün 6 gece boyunca yeller esti, sel, bora, su taşkınları yeryüzünü kastı kavurdu. 7. gün deniz yatıştı. Gemi NİSİR Dağı’na oturdu. Tan yeri ağarırken bir güvercin salıverdim. Konacak yer bulamadan geri döndü. Sonra bir kırlangaç salıverdim. O

    da dönüp geldi. Sonra bir kuzgun saldım. Bulduklarını yemeye koyuldu, geri dönmedi. Bunun üzerine yiyecek-içecekten adak adadım. Yedi yere yedi kazan kurdum. Tanrılar tatlı kokuyu alınca (aşure) adağın başına üşüştüler…Geçmiş günlerde

    UTNAPİŞTİM (Zuisurda-Atrahasis- Sisuthros veya Hz. NUH) ölümlü bir kişi idi. Tanrılar beni alıp ırmakların ağzında (dünya cennetinde) yaşamak üzere yerleştirdiler.

    Hz. NUH’un 1000 yıla yakın yaşamış olması, onun adeta ölümsüz sayılmasına, ve belki de GILGAMIŞ ile gerçekten karşılaşmasına imkân sağlamıştır.

    Bu hikâyeden “tanrılar” ifadesi çıkartırsak, TEVRAT ve KUR’AN’daki TUFAN kıssasından sadece “teferruatta farklılıklar” kalır. Benzerlik gerçekten şaşırtıcıdır.

    Bu destanın önemi, sadece TUFAN olayının doğrulanması değildir. Destanın en eski metninin 2000 yıl önce yazıldığı SÜMER dilinin URAL-ALTAY dil grubundan olması, bizim açımızdan en az TUFAN kadar dikkate değer bir husustur. Bazı yazarlar

    bununla da yetinmemiş, şimdiki TÜRKÇE’nin eski SÜMERCE’ye dünyadaki başka dillerden çok daha yakın olduğunu ortaya koymuştur. Aynı şey ELÂMCA için de geçerlidir. (4)

    Böylece dünyanın en eski edebi metinleri Arî sayılan Grekçe veya Hintçe değil, TURANÎ SÜMERCE ile tarihteki yerini almıştır.

    ___________________________

    (19) Güneydoğu Anadolu’da şehirleşme M.Ö.9000, Konya-Çatalhöyük’te M.Ö.9000, Mısır’da M.Ö. 7000, Hindistan’da M.Ö.5000, Çin’de M.Ö.4000 yıllarındadır… Bu konudaki kaynaklar:

    – Barraclough, Geoffrey , Times Dünya Tarihi Atlası, Karacan Yayınları, İstanbul, 1980

    – Times Dünya Tarihi, Belgesel, TRT-TV (1986 gösterimi)

    – Yavuz, Edip , Tarih Boyunca Türk Kavimleri, Kurtuluş Matbaası, Ankara, 1969

    Ancak Kâzım Mirşan, Orta Asya’da Proto-Türk medeniyetin M.Ö. 40.000 yıllarına uzanan izlerine
    eserlerinde yer vermiştir.

    • Sn.Karaca.

      GÖKYÜZÜ BOĞASI’nı öldürürler. Onlara kızan Tanrıca İŞTAR da ENKİDU’yu öldürür.
      (Senden alinti)
      Sümerlerde İştar isimli bir tanrıça yoktur, İn Anna vardır, İn Anna akadlarda aşk tanrıçası İştar’a dönüştürülmüştür.

      Kısacası, GILGAMIŞ DESTANI gayrımüslimlerin bile imanını arttırırken, Turan Dursun gibi şaşkınların da yoldan çıkmasına sebep oldu.
      (senden alinti)
      Sümerlerde ismi Ziusudara isminde olan Nuh ve Gılgamış destanını Web sitemde bende yazdim.
      http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/g%C4%B1lgam%C4%B1%C5%9F-destan%C4%B1-/
      Sümer yazıtları Hiristiyan ve Yahudilerin imanlarını arttırması falan yok aksine imanlarını sarsmaktadır.
      İncilde konusu edilen Erek kenti Sümer Uruk kenti olduğu açıktır lakin İbrahim Peygamber Uruk’ta değil, Ur’da m.ö. 2000’li yıllarda yaşamıştır.
      İncil ise Keldaniler uygarlığında yaşadığını söyler lakin Keldani uygarlığı ilk tarih sahnesine m.ö.800’lü yıllarda çıkmıştır.
      yani İncil yazarları tarih verirken çuvallamışlardır.

      Sümerlerde Enlil ve Ninhursag’in öyküsünün edildiği Dilmun isimli bir cennettin konusu edilir.
      ibrani rabinler ise Babillilerden arakladıkları öyküleri cennet tanımlaması olarak ahitlerine yazmışlar.
      Sümer yazıtları okununca kadının yaratılışı dışında bütün anlatımlar sümerlerden araklanma olduğu meydana çıktı.
      http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/hangi-cennet-/
      Ayrıntılarını burdan okuyabilirsin.

      İsa’nin ölüleri diriltme anlatımı ise yer ve kisi isimleri değiştirilmeden Mısır güneş tanrısı Horüs yerine İsa konularak anlatılmış.
      Bu araklamada ispatlandı.
      Musan’ın denizleri yarması ise Sümerlerde Tiamat, Enlil ve Marduk mitolojisi anlatımlarından araklandığı meydana çıktı.
      Musa’nın doğum öyküsü ise Akad kralı birinci Sargon’dan alıntılanma.

      En can alıcı öldürücü darbe Tevratı oluşturan Eşhter kitabına indi.

      Yıllarca sürmüş olayların öyküleri anlatılan bu kitapta yahudi bir kız,Pers imparatorluğunun en güçlü olduğ+u dönemde çağının en güzel kızı olmasından dolayı Pers kralı Assuerus ile evlenmesi sonucunda tahta çıktığı anlatılmaktadır. Bu dönemde Haman isimli vezirin yahudileri yok etme girişimini tahta çıkan Eşther ve amcası Mardoşe’nin önlemesi, sonsuza kadar belleklerden silinmemesi gereken kutsal Purim günü ismiyle her yıl sürgün ve kurtuluş mucizesi olarak yahudilerce kutlanılmaktadır.
      Tarihi olayların anlatıldığı bu kitabı inceleyen bilim insanları bu anlatımları Pers tarihiyle karşılaştırmaları sonucunda bu kitapta anlatılan
      öykülerin ordan burdan toplanan tarihi dahada eskilere dayanan Babillilerin efsanevi öykülerinden ibaret olduğunu gördüler.
      Kitapta kral ve yardımcılarının isimlerinin bir kısmının Pers imparatorluğunda olmadığı, bir kısmının ise başka uygarlıklarda olan inanç olgu isimlerinin olmasından dolayı o dönem olduğu iddia edilen yahudi göç ve katliam girişimlerini araştıran bilim insanları Eşther kitabında anlatılan öykülerin gerçekle bir alakasının olmadığını gördüler.
      Geneli eski efsanelerden esinlenerek oluşturulmuş, uyarlanmış hayal ürünlerinden ibaretti.
      İbranice anlamları olmayan Eşther ismi Akadlarda aşk tanrısı olduğuna inanılan İştar isminden, Mardoşe ismi ise yine Akadlarda en büyük Tanrı olduguna inanılan Marduk’un hizmetkarı anlamina gelen Aramice Mardoşe sözcüğünün ibraniceye anlamının değiştirilmesiyle yahudiliğe yerleştirilmişti.
      Ne tesadüs…
      Akadların aşk ve güzellik tanrıcası İştar kadın, Tevratı oluşturan kitabın yazarı, çağının en güzel kadını olduğu iddia edilen Eştherde kadın !!!
      Pers tarihinde bu isimde bir kraliçe hiç olmamışken birde çağının en güzel kızı olarak Pers kralıyla evlenerek tahta oturuyor !!!
      Akadlarda güzellik ve aşk tanrıçası olduğuna inanılan İştarı ibraniler Eşther ismiyle kendilerine uyarlayarak çağının en güzel kadını yaparak
      yahudileştirmişlerdi.
      Marduk erkek, Mardoşede erkek !!! Aramice Marduk’un hizmetkarı anlamına gelen Mardoşe sözcüğünü ibraniler
      katakülleyle Allahın hizmetkarı olarak çeviriyorlar !!!
      Bu kitapta anlatılan öykülerin gerçek kökenleri incelendiğinde Akadlar döneminde mezopotamyanın en büyük tanrısı bir anlamda ibranilerinde tanrısı olmuş oluyordu. Şu tarihi tahrifata ve yozlaştırılmışlığa bir bakın, Sümerlerde Tengri’nin Kadın kaganı olan In Anna Akadlarda aşk tanrıçası İştar olmakla kalmıyor yahudiliğin ve hiristiyanlığın oluşmasına kaynak oluşturduğuna inanılan kitabında yazarı oluyor. Eşther kitabında Pers imparatorluğunda vezir olarak kötü adamı oynayan Haman ise Elamlılar panteonunda tanrı olduğu iddia edilen tarihi bir kişilik olarak karşımıza çıkmakta…

      Sümer yazıtları gayri müslümlerin imanlarını kuvvetlendirmek yerine aksine sarsmıştır.
      çünkü geneli Sümer kaynaklı olup babillilerden araklanma olduğu meydana çıktı.
      Tabi doğal olarak Tevrat olgularını anlatan Kuran’da bu darbeden payını aldı.
      Kuran’da konusu edilen And cenneti ismi Tevrattan, Tevrat ise Babillilerden almıştı bu öyküleri.
      İncilde konusu edilen, Kuran’da da İsa’nin ölüleri diriltme öyküsü ise birebir Horüs anlatımlarından alıntılanma.
      Sarsılan gayri müslümler değil ibrani çıkışlı inançlar.

  125. pamuk1kale dedi ki:

    Sümerlerin devri M.Ö 4000-2000
    Sümer kil tabletlerinden anlıyoruz ki; Çok tanrılı bir inanış var.Her gücün bir tanrısı bulunmakta ,rüzgarın,güneşin,tabiatın,toprağın,fırtınanın,bilgeliğin vb.
    Tek tanrılı bir inanışın esamesi okunmuyor.
    Sorun şu veya benim anlamlandıramadığım! Allah,tanrı herneyse o devirde neredeydi?Neden sümerlerle iletişime geçip ”Hop durun bakayım ben tekimmm” demedi.Dememiş çünkü tek tanrılı inanışla ilgili hiç bir bilgi yok.
    sümer yazısı çözülünce ve şu andaki dinlerde anlatılan bir çok hikayenin kaynağı ortaya çıkınca,islam ve diğer dinler kağıttan kaleler gibi sarsıldı.

    Nasıl olur da çok tanrılı inanışların hikayeleri kutsal kitapların içine girer?

    • sarp mustafa dedi ki:

      Sayın pamuk1kale;

      Lütfen öyle konuşmayın, bakın yukarıda karaca bey bir yerden alıntıladığı yazıda sümerde anlatılan tufan ve yaratılış destanını okuyan gayrimüslimlerin bile imana geldiklerini yazmış :D. Şimdi o dönemde allah sümerlilerle konuşmamış onları umursamamış olabilir. O yüzden de sümerlere ben tekim aklınızı başınıza devşirin deme gereği duymamış. Çünkü sümerler, araplar gibi yoldan çıkmış 50 yaş üstü araplar gibi 10-18 yaş arası çıtırlarla evlenip 10 ar karı almamışlar, ayrıca sümerlerde kadınlar tanrı statüsünde de olduğundan herhangi bir cahiliye devri yaşamamışlar ve allah müdahale etme gereği duymamıştır. O yüzden biz de imana gelsek çok iyi olur :D.

  126. kadir dedi ki:

    sayın havacı..

    “sayın sarp mustafa,
    Sayın Kadir arapçayı ve dilin etimolojisini, dönemin sosyolojisini, tarihsel olaylarını bilmez ama elindeki arapça Kur’anı arapça bilmemesine rağmen anlar, yorumda bulunur ve türkçe meallerin yanlış olduğunu söyleyerek düzeltir. Bence kendisiyle fazla uğraşmayın he he deyin geçin.”

    sayın havacı kendi saçmalıklarınız yetmiyomuş gibi.. şimdide başkalarının düşüncelerine etki etmeye mi çalışıyosun.. içinizdeki kurtlar kaynıyo resmen… yaranıza fena dokunmuşum.. bu yaşta bu kadar yara iyi değildir.. olgun bir insanın böyle şeyleri kafasına takmaması gerek..

    ayrıca bana sayın diye hitap etmen senin açından olumlu bir davranıştır.. şimdi bir müslümana yakışır şekilde davrandın.. sayın fıkıhçı havacı…

  127. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “Kadir;

    —bütün insanlık için inen bir kitabı sadece arapça öğrenenler anlar demek, cahilliğin son noktasıdır.. (senden alıntı)

    yukarıdaki ifadenle Bilâle gönderme yaptığın farkındasındır umarım?

    Bakara-178’le ilgili olarak; sen dahil, benimle bu konuyu tartışanlar, Kuranın tanrısının suçlu tanımı yaptığını söyleyerek Kuranın tanrısını zuzu kabilesinin gözünde bile komik bir duruma düşürmekten başka bir şey yapmadılar, kimileride ayetleri eğip bükenlerin olduğunu söyleyerek Muhammedi menfaat peşinde koşan biri olarak gösterdiklerini anlayamadılar,” senden alıntı..

    ben bilal beye gönderme yapmıyorum. ayırca bilal beyin de hiçbir yazısında kuranı anlamak için arapça öğrenmek şarttır diye bir ifadesinide görmedim.. bilal bey şunu diyor.; kuranı tercüme etmek ağır bir yüktür.. arapçayı çok iyi bilmek, iyi eğitim almak.. allahın mesajlarını iyi analiz etmek.. vs. o kuranı tercüme etme açısından arapçanın iyi bilinmesi gerektiğini savunuyor.. ki.. bende onun gibi düşünüyorum.. yani kuranı tercüme etmek için iyi bir arapça gramere ihtiyaç vardır.. kuranı anlamak için ise arapçaya gerek yoktur.. ben kuranı bilal bey gibi tercüme edemem.. fakat anlamadığım veya anlamak istediğim bir ayetide kuranın geneline bakarak, ve arapça metnini araştırarak. anlamaya çalışırım.. kuran öyle bir kitap ki bir ifadenin anlamını, başka bir ayette bulabilirsin.. “herşeyden nice örnekler verdim” der allah..

    işte anlaşılabilir kuran budur.. sade arapça ile ve nice örneklerle dolu.. bir kelimenin anlamını başka bir ayette bulabileceğin bir kitap.. bu ağı, bu bağlantıları birleştirdiğin zaman ortaya muhteşem anlamlar ve muhteşem ifadeler çıkıyor..

    sadece arapça bilenlerin anlayacağı bir kitap olsaydı ki o zaman arapça bilmeyen veya arap olmayan cahil, arapça bilen ve arap olanda çok zeki ve seçilmiş insan olurdu.. oysa allah nezdinde her insan eşittir.. üstünlük arapça bilmekte değil, takvadadır..

    sayın havacı gibi zihniyetler yüzünden kuran terkedildi, anlayamayız diye raflara kaldırıldı.. hatta abdest almadan dokunmak bile günah sayıldı.. kuran kıraat yerine tilavet edildi.. hz. peygamberin “benim ümmetim bu kuranı terk etti” ifadesini işte böyle zihniyetler yüzünden kullandığını düşünüyorum..

    ayrıca bilal bey adına yorumda bulundum. eğer yanılıyosam bilal kardeşimin düzeltmesini rica ederim…

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —ben bilal beye gönderme yapmıyorum. ayırca bilal beyin de hiçbir yazısında kuranı anlamak için arapça öğrenmek şarttır diye bir ifadesinide görmedim.. (senden alıntı)

      neyse bu konuyu fazla uzatmayalım, hele gramer konusundan hiç bahsetmeyelim, Kuranın alelade bir kitap olmadığı konusunda uzun uzadıya yapılan tartışmaları bilmiyor olamazsın,

      bence gıyabında konuşmak gereksiz, Bilâl ne demek istediğini açıklar herhalde

      ayrıca Kuranı anlamak için realiteye bakmak yeterli, herhalde koskoca islâm alemi yanılıyor olamaz.

    • bilal dedi ki:

      Sn.Kadir kardeşim, Eskisi gibi internete girme fırsatım olmuyor,bu yüzden buradaki yurumları her zaman takip edemiyorum.Ayrıca benim adıma her zaman yorum yapabilirsiniz,size olan gövenim sonsuzdur.Benim söyleyeceklerimi de en güzel şekilde ifade etmişsinizdir,bu nedenle size çok teşekkür ederim.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Ben pek anlamış değilim. Yani siz Kadir Beyin söylediği ve benim aşağıya kopyaladığım sözün aynı zamanda sizin kendisine olan sonsuz güveninizin ve düşüncelerinizin en güzel şekilde ifade edilmesi olarak görüp tasdik mi ediyorsunuz?

        ”bütün insanlık için inen bir kitabı sadece arapça öğrenenler anlar demek, cahilliğin son noktasıdır..” Sayın kadirden alıntı

        Kadir beyin önermesi sizce sizin düşüncelerinizin en güzel şekilde ifade edilmesimidir?

        Maksat akılda soru kalmasın!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        bazen onlara gereğinden fazla yüklendiğini düşünüyordum, yüklenmekte ne kadar haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

      • kadir dedi ki:

        sayın bilal kardeşim…

        bana olan güveninizden dolayı allah razı olsun… sizin bu siteye girememenize üzülüyorum.. gıyabende olsa sizi tanımayı ve sizin gibi sağlam-karakterli bir müslümanla iletişim kurmayı nasip ettiği için allaha şükrediyorum.. aslında bir yandan da girememenize de seviniyorum.. haksız yere size yapılan hareketleri görünce üzülüyorum. görülüyor ki.. bu sitede herkesin işi artık allaha kalmıştır..

        gerçek şu ki, biz, bu Kuran’da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. (kehf-54)

        allaha emanet kardeşim.. her müslümanın senin gibi olması dileklerimle..

    • Havacı dedi ki:

      Kadir,..
      Gerçekten ya safsın ya da ne bileyim….
      “sayın havacı gibi zihniyetler yüzünden kuran terkedildi, anlayamayız diye raflara kaldırıldı.. hatta abdest almadan dokunmak bile günah sayıldı.. kuran kıraat yerine tilavet edildi.. hz. peygamberin “benim ümmetim bu kuranı terk etti” ifadesini işte böyle zihniyetler yüzünden kullandığını düşünüyorum.” diyorsun. Sen benim Kur’anı anlamadığımı nereden biliyorsun. Arapça ve tarih bilmeyen, metodolojiden habersiz, cahilliğinin farkında olmayan sen mi anlıyorsun Kur’anı? Bana bak abuk subuk yazma fena yazacağım sana bunu bil.

  128. kadir dedi ki:

    sayın sarp mustafa…

    “@kadir
    ayrıca senin bana yaptığını ben sana yapsam ve desem ki;

    “Arkadaşım ben sümer metinlerine inanıyorum, onlar doğrular, senin neye inandığın beni ilgilendirmez, senin tanrın yok, kuran zaten yalan, bana ispatla desem” bir tarafınızı yırta yırta karşı çıkarsınız. Ama ben yine de sana cevap yazdım :D.” sizden..

    yanılıyosun.. asla karşı çıkmam.. böyle açık konuş. kurana iftira atmadan inamıyorum, yalan de asla karşı çıkmam.. senin düşüncene her zaman saygılı olurum… ama yok muhammet sümerleden çalmış, mitolojiden alıntı yapmış, şundan bundan toplamış dersen. bunu kanıtla derim.. kanıtım yok dersen.. bende sümerlerede zaten bir peygamber gelmişti, sümerler bu bilgileri vahiyle öğrendi derim… cevap verdiğini sanıyosun.. beni karalayarak kaçamak cevaplar veriyosun..

    • rammsteinn dedi ki:

      kadir
      diyorsunki
      ama yok muhammet sümerleden çalmış, mitolojiden alıntı yapmış, şundan bundan toplamış dersen. bunu kanıtla derim.
      ,
      bende derim ki
      kelimei şahadet bile araklamadır. daha önce burada yazmıştım.
      yahudilerde hristiyanlarda böyle bir uygulama yokken tanrınız birden bir cümle ile din değişimi uygulaması getirmiş. bunu da daha önce semavi dinlerle alakası olmayan bir dinden almış.

      islamda olan ne varsa başka dinlerden aşırmadır.efsaneler,ibadetler uygulamalar.

      sümerlerden bütün semavi dinlerin nasıl etkilendiğini, muazzez ilmiye çığ isimli türkiyenin en ünlü sümorologunun kitaplarında bulabilirsin.

      yazar muazzez ilmiye çığ
      kitap : Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümerdeki Kökeni
      http://www.idefix.com/kitap/kuran-incil-ve-tevratin-sumerdeki-kokeni-muazzez-ilmiye-cig/tanim.asp?sid=MWUN7B723K7CI8PE0PJV

      kitabı oku diyeceğim ama bırak okumayı, okumadan hiçbirşeyi kabul etmeden kitap yazarını yalancılıkla,din düşmanlığıyla suçlayacaksınız.
      “kanıtlayın” isteğinizi bu kitaptaki kanıtlar karşılayacaktır.
      esas konu,önyargısız olun.

    • sarp mustafa dedi ki:

      Kaçamak cevaplar mı veriyorum :D???? Ben kaçamak cevap veriyorsam sen nesin acaba?

      Sayın kardeşim gerçekten kendinde olup olmadığını merak ediyorum…
      Bilimsel bir tartışma eldeki kanıtlar sunularak, tezler ve savlar, onları destekleyen kanıtlarla sunulur. yahu senin elinde kanıt yok sadece inanıyorum diyorsan buradan defolup gitmek zorundasın. Neden? burası tartışma platformu, inançlarını git kendi kendine yaşa o zaman. Kimseye bir faydan dokunmuyor. O zaman bende sana diyorum ki; BEN MUHAMMEDİN ALLAHIN ELÇİSİ OLDUĞUNA İNANMIYORUM, KURANI KENDİSİ SAĞDAN SOLDAN ÇALARAK, TOPLAMA BİR KİTAP GİBİ KENDİSİNİN YAZDIĞINA İNANIYORUM. MADEM İNANÇLARLA KONUŞACAĞIZ (SENİN GİBİ), MUHAMMED DENEN ADAM SÜMERLERİN ARTIKLARIYLA KENDİNE BİR DİN YAPMIŞ. BEN DE BUNA İNANIYORUM CANI GÖNÜLDEN… Senin gibi hareket edersem eğer işte böyle olur ve tartışma diye bir şey olmaz… Ama sende nerede bunu anlayacak ZEKA!!!

      • kadir dedi ki:

        sayın sarp mustafa…

        “BEN MUHAMMEDİN ALLAHIN ELÇİSİ OLDUĞUNA İNANMIYORUM, KURANI KENDİSİ SAĞDAN SOLDAN ÇALARAK, TOPLAMA BİR KİTAP GİBİ KENDİSİNİN YAZDIĞINA İNANIYORUM. MADEM İNANÇLARLA KONUŞACAĞIZ (SENİN GİBİ), MUHAMMED DENEN ADAM SÜMERLERİN ARTIKLARIYLA KENDİNE BİR DİN YAPMIŞ. BEN DE BUNA İNANIYORUM CANI GÖNÜLDEN…” sizden…

        hz. muhammedin sümerlerden aldığını kanıtlamalısın.. kanıtlayamazsan iftiracısın kardeş.. kurana iftira atmak sizin için bu kadar kolay işte..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        kanıt isteyen, karşısındakine de kanıt isteme hakkı doğurur,
        sen, peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrıyı savunuyorsun, o nedenle karşındakinden özellikle kanıt istememeye dikkat etmek zorundasın, sonra taşıyamıyacağın yükün altına girmiş olursun.

        ayrıca, iftira ediyorsunuz dediğiniz Kuran, her şeyi yaratığını iddia eden ama zekâ düzeyi normal insanın zekâ düzeyinin altında olan bir tanrı figürü çizerek evrenin tanrısına iftira ediyor.

      • sarp mustafa dedi ki:

        Sayin gereksiz insan kadir…

        sana iki gundur anlatmaya calistigim sey su;

        kendin diyorsun ki o benim inancim ispatlamak zorunda degilim. Ulan ben niye ispatliyorum sana inancimi? O orda ornek olarak yazdigim bir cumle. Isteyen beni yargilayabilir bu cumlemden dolayi ama bu kadar gerizekali bir insani muhattap aldigim icin cok pismanim. Hayatimin en buyuk hatasi seni adam yerine koyup akil var zannedip sana cevap vermek soru sormak!!! Sayende buyuk bir ders aldim.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Sarp Mustafa;

        tutarsız cevaplara, aptal yerine konmana kızdığının farkındayım ama bence kullandığın argo kelimeler nedeniyle Kadirden özür dilemelisin.

    • sarp mustafa dedi ki:

      Sayın kadir;

      Cehalet mutluluktur, sana yukarıda sorduğum sorulara yanıt vermediğin gibi, benim iddia etmediğim birşeyi benden kanıtlamamı istemiştin. Zeka burda nekadr belli ediyor işte kendisini.

      Benim yazdığım;
      “Ya burda ya başka bir yerde sordum bunu birine ama cevap vermedi henüz. Sana da sorayım ozaman. Kusura bakmayın toroyla ikili muhabbet ediyorsunuz ama sormadan edemiyorum. Şu peygamberinizin güneşin ayın hareketini biliyor derken; o zamanlarda peygamberinizin ve arap toplumununun “yörünge” kelimesini ve kavram olarak ne manaya geldiğini bildiğini mi söylüyorsun?”

      Sana bu soruyu yönelttim ve ardından da sümer seçeneğini neye dayanarak yok saydığını sordum. Senin bana verdiğin cevaba bak 😀

      “sayın sarp mustafa…

      sümerlerden aldığını iddia eden sizlersiniz.. ben değilim.. ben allahtan indiğine inanırım.

      hiç bir iddiada ortaya atmıyorum. bu bilgilerin ancak allahtan geleceğine inanıyorum.. bende diyorum ki.. ortaya bir iddia atıyosunuz. mitolojik, sümerler, vs. bunu ispatlamalısınız.. eğer farazi konuşuyosanız. yukarıdaki size sorduğum soruya cevap verin..” Sonrada kaçamak cevap veriyorsunuz diye birde iftira ediyorsun. Çamur at izi kalsın. Yaptığınız terbiyesizliğin ve akılsızlığın dik alasıdır! Benim sana sorduğum soruya yanıt vermeden benden başkasının iddiasını kanıtlamamı beklemeniz sizin zeka seviyenizi gösterir. Bu konuda hem mutlu hem mutsuzum. Mutluyum çünkü okuyan sizin sahip olduğunuz zekayı görebiliyor. Mutsuzum sizin gibi bir adamı ciddiye alıp cevap veriyorum…

  129. kadir dedi ki:

    sayın toro….

    “Benim ağzımdan bugüne kadar siz veya başkası için herhengi bir şeye düşmansınız şeklinde kurgulanmış bir cümle çıktı mı, hatırlıyormusunuz?”

    ben zaten bana düşmansınız demedim.. kurana düşmansınız dedim.. benim sizinle herhangi bir düşmanlığım söz konusu olamaz.. sizinde bana karşı öyle olmadığına eminim.. fakat önyargıdan bahsederken kurana önyargılı yaklaştığınızı unutmayın. yaklaşmıyorum demeyin.. sadece bu durumu bir gözden geçirin.. ayırca bizler birbirimize muhtacız sayın toro.. tv izlemek için tv ciye arabaya binmek için araba icatçısına, anneye, babaya, bilim insanlarına, vs.vs. sadece ben bilirim. başkalarının düşünceleriyle hareket etmem derseniz. kendinize kibir ve bencillik etmiş olursunuz.. çünkü her insanın bilgi birikimi aynı değildir.. sizin bilmediklerinizi başka biri biliyor olabilir.. o yüzden kendim bulurum. başkalarının düşünceleriyle hareket etmem. derseniz.. kendi düşünceleriniz sizi yanlışada götürebilir.. ve geniş çerçeveden bakamazsınız.. işte siz kurana böyle bakıyosunuz.. ben düşündüm, ben okudum, ben reddettim. derseniz.. sizin düşünce yapınız statik hale gelir… birşey kesin doğruyuda ifade etse buna inanmazsınız.. her zaman edindiğiniz bilgiyi süzgeçten geçirmenizi, başkalarının fikirlerine de değer vermeyi bilmelisiniz.. başkalarının düşünceleriyle hareket etmekten bahsetmiyorum.. bu hareketleri süzgeçten geçirmekten bahsediyorum..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Benim sizin tarafınızdan anlaşılabilme problemim var! Bakın ben soracağınız soruyu bildiğimden cümle kurgumu baştan o soruya gerek bırakmayacak şekilde ayarlamaya çalışıyorum!

      Bakın bana diyorsunuz ki;

      ”ben zaten bana düşmansınız demedim..” sizden alıntı

      oysa ben size,

      “Benim ağzımdan bugüne kadar siz veya başkası için HERHANGİ BİR ŞEYE düşmansınız şeklinde kurgulanmış bir cümle çıktı mı, hatırlıyormusunuz?”

      diye sormuştum!

      Yani ben size şimdiye kadar örneğin tolstoyun diriliş adlı kitabınına düşmansınız o yüzden de sürekli ona saldırıyorsunuz demiş değilim!

      Şimdi gelelim konunun diğer tarafına! Diyelim ki sizin dediğiniz gibi ben bir kitaba düşmanım! Peki siz o kitabın neyisiniz? O kitabı düşmanına karşı savunan siz olduğunuza o kitapta düşmanlarına açıkça düşman dediğine göre siz o düşmanlara karşı ne olduğunuzu düşünüyor ve onlara karşı ne hissediyorsunuz?

      Benim gibi insanların özellikle yazılı metin halinde vücut bulan düşmanları olmaz! Ne yani benim her eleştirdiğim benim düşmanım mı? Çocuklarıma tecrübelerimden feyz ile yol göstermeye çalıştığımda ancak tepki gördüğümde ben onların düşmanımı olurum?

      Kusura bakmayın ama arkasını toparlayamayacağınız sığlıkta yorumlar yaparak kendinizi bozmaktan öte bir şey elde edemezsiniz!

      Bana kısaca diyorsunuz ki;

      ”Eleştiriyorsan ya da sorguluyorsan ve ben bu yaptıklarından rahatsız oluyorsam seni eleştirdiğin ya da sorguladığın şeyin düşmanı ilan ederim”

      Kusura bakmayın sayın kadir, yok öğle yağma!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        siz kendi içinizde ne olduğunuzu kendiniz daha iyi bilrisiniz..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        ”siz kendi içinizde ne olduğunuzu kendiniz daha iyi bilrisiniz..”sizden alıntı

        Ha şunu bileydiniz! Bileydiniz de beni bunca kelamı etmek zorunda bırakmasaydınız!

        Şunu da iyice öğrenin, eleştiri yöneltildiği şeyin düşmanı değildir!

        Keza sorguda aynı şekilde! Sorgulama yapmadan yeni olarak hiç bir şeyi vücuda erdiremezsiniz! Örneğin,

        sorgulamayan biri,

        ”İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun DEVELER üzerinde sana gelsinler.” Hac,27-Diyanet

        yukarıdaki ayet ortadayken, motorla çalışan ve insan taşıyan bir araç icad etmeye girişemezdi!

    • sarp mustafa dedi ki:

      “ben düşündüm, ben okudum, ben reddettim. derseniz.. sizin düşünce yapınız statik hale gelir…” sayın kadire ait yine araya kaynıyorum ama senin bir dediğin diğer dediğini tutmuyor.

      “sakın bana bu bilgileri sümerlerden, mitolojik hlkayelerden aldı deme.. başka bir bahanen varsa onu ortaya at…” sayın kadire ait

      Be hey adam!!! Bu yazdığın reddetme değil midir??????????

  130. kadir dedi ki:

    “Sayin gereksiz insan kadir…

    sana iki gundur anlatmaya calistigim sey su;

    kendin diyorsun ki o benim inancim ispatlamak zorunda degilim. Ulan ben niye ispatliyorum sana inancimi? O orda ornek olarak yazdigim bir cumle. Isteyen beni yargilayabilir bu cumlemden dolayi ama bu kadar gerizekali bir insani muhattap aldigim icin cok pismanim. Hayatimin en buyuk hatasi seni adam yerine koyup akil var zannedip sana cevap vermek soru sormak!!! Sayende buyuk bir ders aldim.” sizden alıntı..

    sayın sarp mustafa… dinimin edebi ve terbiyesi gereği senin seviyene inip sana hakaret etmeyeceğim.. allaha emanet…

  131. karaca dedi ki:

    isteyen cevaplayabilir ortaya atılmış bir sorudur.
    Kuranda belirtilen dağların sabit durmadığı hareket halinde oldu
    na dair ayet vardır.
    bu ayeti kim nereye bağlayacaksa bağlayabilir
    eski sümerlerde bu bilgi varmıydı
    buna da sümer kalıntılarından alıntıdır diyen varsa
    sümerlerde böyle bir kaynağı göstermek zorundadır.
    açın kuranı dağların hareket halinde olduğuna dair
    veya buna yakın bilgiyi bulabilirsiniz
    bu bilgi de mi çalıntı.
    eğer çalıntı değilde peygamberin zamanına kadar
    böyle bir bilgi bilinmiyorsa ve bu olay kuranda
    geçiyorsa kuranın bilgilerinin çalıntı bilgiler olduğunu
    iddia edenler
    dağların hareket halinde olduğuna dair de
    kaynak göstermek zorundadır.,

  132. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “Sarp Mustafa;

    tutarsız cevaplara, aptal yerine konmana kızdığının farkındayım ama bence kullandığın argo kelimeler nedeniyle Kadirden özür dilemelisin.”

    kimsenin kimseden özür dilemesine gerek yoktur.. ayrıca kimseyi aptal yerine koyduğumda yoktur.. herkesin ne olduğu ortadadır..

  133. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “Kadir;

    kanıt isteyen, karşısındakine de kanıt isteme hakkı doğurur,
    sen, peygamber ve kitap gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrıyı savunuyorsun, o nedenle karşındakinden özellikle kanıt istememeye dikkat etmek zorundasın, sonra taşıyamıyacağın yükün altına girmiş olursun.

    ayrıca, iftira ediyorsunuz dediğiniz Kuran, her şeyi yaratığını iddia eden ama zekâ düzeyi normal insanın zekâ düzeyinin altında olan bir tanrı figürü çizerek evrenin tanrısına iftira ediyor.”

    ben kuranın allahtan geldiğine, hz. peygamberin ise onun elçisi olduğuna iman ediyorum.. kanıtım ise kuranın mükemmelliği ve kusursuzluğudur.. şimdi siz benim kanıtımı kabul etmezseniz kendi bileceğiniz iştir.. bende diyorum ki o zaman sizde kurana karşı öne sürdüğünüz iddialara kanıt gösterin..

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      sen daha bakara-178’in neden geldiğini anlamamışken Kuranın muhteşemliğinden nasıl söz edebilirsin, benim kanıtlarımı yazdığım mesajlarımda göremediysen, senin için yapabileceğim başka bir şey yok,

      ama illada benden bir şeyler söylememi istiyorsan, ölümsüz bir varlık hayatta kalmak için hiç bir şeye ihtiyaç duymazken, hem ölümsüz hemde ihtiyaçlı bir varlık olabilir mi? diye kafa yor şimdilik?

    • rammsteinn dedi ki:

      kadir
      kanıt kanıt deyip duruyorsun ama gözünün önündeki kanıtlara bakmaya bile tenezzül etmiyorsun.

      http://muazzezilmiyecig.blogspot.com.tr/2010/08/sumer-de-ve-islam-da-yaratls-1.html

      sümerlerden bütün semavi dinler etkilenmiştir. bunu ben değil bütün sümer araştırmacıları söyler. onun için kanıt kanıt demekten vazgeç.
      tamam kendince bir şeylere inanıyorsun ama insanları aptal yerine koyma. senin inadıkların sadece bir inanç. kesinlikle kanıtlanamaz bir inanç. dünyadaki yüzlerce inançtan sadece biri. dünyada bir milyar insanın buna inanması onu gerçek yapmaz.

  134. karaca dedi ki:

    dağların veya kıtaların hareket ettiğini Hz muhammed nereden biliyordu.
    diyanet neml 88
    Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O,yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

    21:31 – Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik.
    78:7 – Dağları da birer kazık kılmadık mı?

    Kıtalar hareket ediyor evet, ama dağlarda kıtaların üstünde olduğundan; dağlarda kıtalarla birlikte hareket etmekte, ondan dolayı bu bir kur’anda bu bilgi veriliyor
    Hz.Muhammed böyle bir bilgiyi sümer kalıntılarından mı almış dersiniz
    sümerler kıtaların hareket halinde olduğunu bildiklerini sanmıyorum
    bu bilgiye ayete de alıntıdır diyen bunu açıklamak zorundadır
    bu bilgiye nereden nasıl ulaşıldı

    • karaca dedi ki:

      bu bilgiler kurana 1400 yıl önce geçmiştir. bilim kıtaların hareket ettiğini daha yeni buldu.
      ve kurandaki bu ayeti ispatladı.
      Sümerlerle her hangi bir ilişkisi varmıdır.
      bu bilginin veya geçmişten kalan bir bilgimidir. dağların veya kıtaların hareket ettiğine dair bu bilgi nereden gelmiştir.

  135. pamuk1kale dedi ki:

    Sayın karaca;
    Birincisi;kıtaların hareket ettiğini siz kendiniz eklemişiniz,ayetin meallerinde öyle bir şey yok.Dağların bulutlar gibi hareket ettiğinden bahsediyor.Emin ol dağların hatta ovaların hareket ettiğini sümerlerde biliyordu,biliyordu çünkü bu hareketlere göre (Deprem) yapılarını inşa etmişler. Bknz:
    http://tv.haberturk.com/ozel-haber/video/sumerlerin-deprem-bulusu/95667

  136. karaca dedi ki:

    Sayın pamuk1kale

    biz aynı şeyi konuşmuyoruz tahmin ediyorum
    Hz muhammedin zamanında kıtaları kim bilecek
    o günün şartlarında Hz.muhammed toplumun anlayabilmesi
    açısından dağların özellikle söylendiğini sanıyorum
    gerçek bilgi kendisine geldiğinde koca koca kıtaların
    hareketini topluma nasıl anlatacaktı
    onların anlayabileceği şekilde dağlar olarak örnek
    verdiğini sanıyorum
    sümerler döneminde dağların,hatta ovaların hareket ettiğini sümerlerde biliyor diye
    not düşmüşsünüz
    sümerlerin depreme dayanıklı konut yapmaları veya yapı yapmaları onların zamanında
    deprem olmuyordu da şimdimi deprem oluyor depremler her devirde olduğunu sanıyorum
    sümerlerde bu gerçek karşısında yapılarını depreme dayanaklı olarak yapmış oduklarını sanıyorum
    bu olay sadece sümerlere ait değil onlardan önce ve sonraki nesiller için de geçerli
    onlar da depreme dayanıklı yapıların nasıl olabileceği hakkında mutlaka kafa patlatmışlardır.
    ama ayette verilen durum farklıdır dağların bulutlar gibi hareket etmesinden bahsediliyor
    bu aynı şey deprem olayınının bildirilmesi değilki.
    ortaya devasa dağların hareketinden örnekler veriliyor
    dediğim gibi bunu sümerler de biliyordu diyebilmeniz için
    kıtaların veya dağların hareket ettiğine dair sümerlerde bu bilginin olması gerekir.
    bu mevcut değil onlar nereden bilecekler kıtaların hareket ettiğini
    yukardaki ayetin esas manasının kıtaların hareket halinde olduğunu bildirmesi
    örnek verirkende dağlar şeklinde ifadelendirilmiş olmasıdır.
    ayet eğer kıtalar tıpkı bulutlar gibi hareket halinde dir deseydi
    kıtaların ne olduğunu o zamanki toplum nereden bilecekti böyle devasa karaların
    birbirinden uzaklaştığını biraz mantık hocam

  137. karaca dedi ki:

    Sayın pamuk1kale

    size kuran ayetlerinden başka bir örnek daha vereyim
    bunun böyle olduğunu tıpta söylüyor

    çocukların doğumundan itibaren iki tam yıl emzirilmesi gerektiğini bildiren ayet
    diyebilirsinizki bunda ne var bunu herkes bilebilir çocukların iki tam yıl emzirilmesi gerektiğini
    bu ayette dikkat edilmesi gereken süredir.
    çouklarını 6 tam ay emziripte memeden kesen,1 yıl emziripte memeden kesen
    veya bu sürelerden biraz daha farklı sürelerle bebelerini emziren ve sütten kesen anneler var
    bunlar normal değilmi diyebilirsiniz
    demekki normal değilmiş
    insanların emzirmeyi tam olarak iki yıl sürdürmesi gereken ayet var ona ne dersiniz
    bunun bilimsel bir açıklaması olmalı doktorlar nihayetinde bu sürenin uygulandığı takdirde
    çocuğun sağlığı bakımından daha uygun olduğu görüşündeler
    onu da bırakın iki yıl anasının memesini emen bebelerin diğer kısa sürede emzirmeden kesilmiş çocuklara göre daha sağlıklı olduğu,çocuk yaşta gelişimini tamamlayabilmesi için mutlaka ana sütüne ihtiyaç olduğu bilinir
    Allah bu konuda tam süreyi ayetlerinde bildirerek insanların bu süreye uymaları nı istemesi
    ile bunun altında bilimsel sebebler olduğunu göstermezmi.allah yarattığı kulunun neye ihtiyacı olduğunu bilmezmi ondan sebeb iki tam yıl dıye süre olarak vermiş niçin 1 yıl demeyip iki yıl olarak bildirsinki
    demekki yarattığı kulunun çocukken tam gelişimini yapabilmesi için ana sütünün ne kadar süre ile verilmesi gerektiğini tam sağlıklı gelişimin iki yıl emzirme ile tamamlandığını bildirmesine ne dersiniz
    Hz muhammedin böyle bilr bilgiyi vermesi için o kadar yoğunlukta çocukların emzirilme konusuna girmesine ne sebeb olmuş olabilirki. işin yok gücün yok bir sürü mevzu varken sen git bebelerin nasıl emzirileceği kurana yaz
    biraz mantık hocam

  138. karaca dedi ki:

    http://www.unforgiven-heroes.com/htmls/ddy.html

    tarafsızca bir de bu siteye bakın hocam ne inanın ne de inanmayın olayları
    tarafsız bir gözle inceleyin ne nedir ne değildir. bir mana vermeye çalışın

  139. karaca dedi ki:

    Başka bir konu dikkatli şekilde gözden geçirilmesi gerekmekte

    Hz muhammedin Kıyametin nasıl olacağına dair kuranda verilen
    bilgileri nereden almış olabilir böyle bir senaryo kafasında nasıl
    kurgulanmış olabilir
    bilgi kendisine melekler tarafından geldikten sonra insanların
    anlayabileceği şekilde kelimeleri kullanarak açıklamıştır.
    burada kıyametle ve nasıl olacağına dair ayetleri vermiyorum
    istenirse olayın nasıl olacağına dair bilgiler kuranda bulunabilir
    bir insan duracak duracak kafasına göre kıyamet senaryoları
    üretecek eğer bir şey biliyorsa bir insan bunları ifade edebilir
    kendisine ne bilgi gelmişse onu insanların anlayabileceği
    şekilde ifadelendirmiştir.
    kuranın manası allaha aittir. bunun insanlar arasında
    anlaşılması için ifadelendirilmesi hz muhammede aittir.
    eğer türkiyede yaşayan herhangi günümüzde yaşayan bir insana
    peygamberlik verilseydi ve bunu insanlara vermesi istenseydi
    tahmin etmiyorum Allahın türkçe dil kullanacağını ilgili kimseye
    anlayacağı bilebileceği düşünebileceği şekilde bilgi indirilmiş
    olması bunu da ilgili şahsın türkçe olarak insanlara vermesi
    gerekirdi
    bu da demek değildirki bilginin ana kaynağı türkçedir
    benim bundan anladığım bu.

  140. karaca dedi ki:

    ya bu bilgiye ne dersin pamuk1kale
    Diyanet İşleri : Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. enam 125

    ayette açıkça görülmüyormu
    onunda göğsünü göğe çıkıyormuşcasına daraltır.sıkar

    hadi şimdi bir hayal kuralım siz bir astronotsunuz altınızda uzay aracınız uzaya çikacaksınız
    aracınızda hiç bir koruma aracı yok oksijen tüpü yok çık bakalım ne kadar çıkabileceksin
    belli bir yükseklikten sonra oksijenin olmadığı bölgeye doğru yaklaştıkça insan havasızlıktan boğulmazmı solunum yapabilirmi oksijen olmadan solunum yapabilirmi
    ta bu bilgi 1400 yıl önce Hz.muhammed tarafından insanlara duyuruluyor.
    herhalde bana 1400 yıl önce o zamanki insanların bu deneyimi yaşayıpta öğrenmiş olabilecekleri ni söylemeyeceksin
    o halde Hz muhammed nereden biliyordu yukarılara doğru çıktıkça göğsün daralacağını yani boğulacagını
    bilim bunu kanıtlamıştır gerçekten de insan oğlu atmosferin oksijen tabakasını kaybettikçe solunum yetersizliği başlar ve daralmaya boğulmaya kalbi sıkışmaya başlar sonuç kesin ölüm
    bu ayet yeteri kadar bu günkü bilimin ışı altında inçelendiğinde atmosferde belli kesimden sonra oksijen olmadığını söylemiyormu muhammed aleyselam pegamber nereden biliyordu dersin
    sakın bunu da sümer kalıntılarından almış olmasın
    dayanağı sümer lerden kalan bir bilgi olmasın eğer öyledir diyorsanız
    sümerlerinde gök yüzüne açılmış olması lazım

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      Sizinle bütün semavi dinlerden öncesine ait (yahudilik,hristiyanlık,müslümanlık) öyle sözler paylaşırım ki neye uğradığınızı şaşırırsınız! Bunu gerekirse yapacağım ama şimdilik şu paylaştığınız ayetin üzerinden geçelim!

      ”Diyanet İşleri : Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. enam 125”sizden alıntı

      Şimdi canınız sıkılmış ve ayetin hemen başında nasıl oluyorsa tanrının canının istediklerini cennete istemediklerini de cehenneme gönderme isteğinide görmezden gelerek ayette gizem aramaya soyunmuşsunuz!

      Ben sürekli söylüyorum, inanılan dinin kelamları bütün inanları için okunduğunda aynı anlamı vermelidir! Yani birinin bulut anladığını diğeri gökteki beyaz leke olarak anlayamaz! Bu nedenle düşüneceksiniz, bu kitabın indiği dönemde ya da yakın dönemlerde insanlar bu ayetleri okuduklarında ne anlamışlar! İte o zaman benim gibi yapacak ve eski tefsirleri arayıp bulup konuyla ilgili ileri fırlamış önde gelenlerin yorumlarına bakacaksınız! Öyle durduğunuz yerde fikir üretmekten daha kolay birşey varmı? Teziniz ya da onun antitezi nedir diye bakacaksınız!

      Bakın şimdi islam dünyasının önde gelen tefsircilerinden Taberinin kuran tefsirinde kendisinin ve diğerlerinin bu ayetle ilgili yorumları nelerdir;

      ”Allah, kimi doğru yola kavuşturmayı dilerse, gönlünü İslama açar, kalbi­ni onunla nurlandınr. Ve ufkunu onunla genişletir. Kimi de saptırmayı dilerse gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. Oraya iman nuru girmez, öğütler ulaşamaz. Böyle bir insan, çektiği sıkıntı bakımından ****sanki göğe yukarı tırmanan birisidir***. İşte böylece Allah teala, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdırır. Şeytanı onlara musallat kılar, ve murdarlıklara ve belalara uğratır.

      Âyet-i Kerimede, hidayete eriştirilen kimsenin göğsünün ve gönlünün İslama açılacağı zikredilmektedir. Sahabe-i Kiram bu âyetin mânâsını, Peygamber Efendimizden sorarak: “Ey Allahın Resulü, hidayete eren kişinin göğsü na­sıl açılır?” demişler, Resulullah da onlara şu cevabı vermiştir. “İslam bir nur olarak onların gönlüne konur, onların gönlü de bu nur ile açılır, huzura kavuşur. Sahabiler: “Böyle olanı belirtecek bir alâmet var mıdır Ey Allahın Resulü?” di­ye sormuşlar. Resulullah da: “Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır” buyurmuştur.”

      *****Âyet-i Kerimede, Allahın Allahın saptırdığı kişinin, hırçın, ufku dar biri olacağı, âdeta göğe tırmanır bir halde olacağı beyan edilmektedir.****

      Âyet-i kerimenin sonunda “Rics” kelimesi geçmektedir. Abdullah b. Ab-bas bunun mânâsının “Şeytan” olduğunu söylemekte, Mücahit “Kendisinde her­hangi bir hayır bulunmayan şey” olduğunu bildirmekte, Abdurrahman b. Zeyd ise bundan maksadın, azap olduğunu söylemektedir. Taberi ise bu son görüşü tercih etmiştir.

      Taberiye göre buradaki “Rics” kelimesinden maksat, “Necis” demektir. Çünkü Resulullah (s.a.v.) şu hadis-i şerifinde “Rics”i, Necis manasında kullan­mıştır. Resulullah buyurmuştur ki; “Sizden biriniz tuvalete girdiğinde şunu söy­lemekten üşenmesin: “Ey Allahım, murdar olan, necis olan, pis olan ve pislik­ten, o kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınırım.” [166]”

      *****Âyet-i Kerimede, Allahın Allahın saptırdığı kişinin, hırçın, ufku dar biri olacağı, âdeta göğe tırmanır bir halde olacağı beyan edilmektedir.****

      Yani ayette yapılması MÜMKÜN OLMAYAN (göğe tırmanmak) bir eylemden bahsedilerek Tanrısı tarafından SAPTIRILAN kişinin içine düşeceği durum tasvir edilmeye çalışılmaktadır! Sizin mantığınızla gidersek o göğe çıkan astronotların hepsi cehennemlik olanlardır demeliyiz!

      Bence anlamadınız…

      Şimdi bakın kendinizi 1400 yıl öncesinde hayal edin! Karşınızda biri var ve durduğu yerden göğe tırmanmaya çalışıyor! Bu ”tırmanmaya çalışma” anında yapacağı anlamsız ve çaresiz hareketleri gözünüz önüne getirmeye çalışın! Olmadı kendinizi motive edin ve arkadaşlarınız önünde göğe çıkmaya çabalayın! İşte alacağınız tepkilerle içine düşeceğiniz durum bu ayette tanrı tarafından saptırılanların durumu olarak resmedilmektedir! Yani anlatılan çaresizce DEBELENMEKTİR!

      Neyse dayanamadım, bakın aşağıda mısır tanrısı RA için yazılan bir beyit var;

      “Sen, yıldızların ve ayın altında dolaşansın. Sen, Aton gemisini YORULMAK BİLMEDEN DÖNEN yıldızlar ve Kuzey kutbundaki BATMAYAN YILDIZLARLA yeryüzü arasında sürensin.”
      “Sen, güneş gemisini milyonlarca yıl yönetensin.”

      O ayetten çıkardıklarınıza bakılınca yukarıdaki beyit üzerinden neler çıkarabileceğiniz konusunda ürperiyorum doğrusu!

    • Gencer dedi ki:

      Diyanet İşleri : Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. enam 125

      Yani bu ayette Allah’ın insanları saptırmak istemesini sorgulamıyorsun!!!!! Göğsünün göğe çıkınca daralmasını sorguluyorsun.Bu ülkede aklı başında insan bulmak artık ne kadar da zorlaştı.Düşün bakalım bir İnsanın göğsü kendisinden bağımsız olarak nasıl göğe doğru yükselir?

      • karaca dedi ki:

        Gencer
        bu olay akıllı insan deli insan meselesi değil
        gökyüzüne doğru çıkıldıkça insanın başına neler gelebilir
        bunun benzetmesinden başka birşey değil
        ayette göğsün yukarı çıkmasından bahsedilmiyor
        atmosfer içerisinde oksjjensiz kalan bir insanının başına ne gelirse
        benzetme yaparak inanmayan insanlarında da böyle bir sıkıntıya
        uğramasından bahsediliyor
        sizde farklı düşünülebilirsiniz.

      • Gencer dedi ki:

        Kardeş kusura bakma ama 2000 metreden paraşütle atlayan arkadaşlarım var.Hiç bir şekilde azap çekmemişler.Ayrıca dikkatli oku.Bir insanın göğsü bağımsız olarak nasıl göğe yükselir????

  141. karaca dedi ki:

    toro

    Bu benim düşüncemdi verdiğin tefsirlerde adamlar nereden bilecek ki
    yeryüzünden atmosfere doğru çıktıkça okjisenin olmadığını veya azaldığını
    nereden bileceklerdi.zaten bunu da o zaman anlıyamamışlar olay şimdiki zamanda anlaşılmış
    akıl var mantık var toro bu örnek niye verilmiş olsunki hem özellikle göğe doğru yükseldikçe
    kelimeleri kullanılmış var olan bir durumu belirtmek için
    bunun için başka bir örnek vererek anlatmaya çalışsaydı sözüm olmazdı
    ama özellikle göğe doğru yükseldikçe demesi ile bir olaya dikkat çekilmek istenmiyormu
    burada insanların başına mutlaka gelecek olan bir oksijen yetersizliğinden
    ve insanın içine düşeceği durumdan dolayı bu örnek verilmemişmi
    ayrıca
    bahsettiğiniz diğer kutsal metinlerde geçen paragrafları bilgileri
    paylaşın birlikte değerlendirelim.

    • toro dedi ki:

      Sayın Karaca,

      ”Bu benim düşüncemdi verdiğin tefsirlerde adamlar nereden bilecek ki
      yeryüzünden atmosfere doğru çıktıkça okjisenin olmadığını veya azaldığını
      NEREDEN BİLECEKLERDİ.” sizden alıntı

      O halde sayın karaca kuranda bu şekilde bulunan yani kuran içerisinde 1400 yıl önce BİLİNEMEYECEK durumda olduğunu düşündüğünüz ayetleri çıkaralım! Geriye ne kalır? Ve bu durumda bu arkadaşlar aslında hiç birşey bilmeyip yani kendierine kendilerini şaşırtabilecek hiç bir bilgiyi vermeyen yani gücünü kanıtlayamayan bir tanrıya niye inandılar?

      Şöyle düşünün 1400 yıl önce bir adama hiç bilmediği birşeyi söyleyerek mesela,

      ”gördüklerinizi, gözünüzün önünden geçiş yaptırarak sizi bilgiye ulaştıran benim” minvalinde bir anlatımla bana inan denilsin! Ve diyelim ki bu inanç 1400 yıl yürüsün ve siz bu metni o inancın inanırı olarak okuduğunuzda aaa bu ayet televizyon ya da bilgisayardan diye düşünün! Bunuda mucizeye yorun!

      Peki 1400 yıl önce bu ayeti okuduğunda kendisini hiç bir şekilde şaşırtmayacak bir anlatımla karşılaşan adam neye inandı?

      Sayın Karaca,

      Kelimelerin anlamlarını zorlayarak ve içine birazda hayalgücü ekleyerek kendinizi istediğiniz yerlere götürebilirsiniz!
      Sizin paylaştığınız ayette bu işte kullanabileceğiniz ayetlerden! Ama siz ayetteki tezatı görmezden gelip (tezat olabilir, yeterki içinden mucize çıksın) farklı noktalara yelken açmayı seçmişsiniz! Neden ,

      ”Allah, her kimi doğruya ERDİRMEK İSTERSE, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de SAPTIRMAK İSTERSE, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar.”

      ayetin ilk cümlesinde anlatılan ve sınavdaki bazı kişilerin kağıdını alan (SAPTIRMAK İSTERSE) bazılarına da eğilip kopya veren (ERDİRMEK İSTERSE) tanrı portresini görmekten yani realiteden kaçıyorsunuz!

      Ortada açıkça tasvir edilen bir durum varken neden hayali senaryoların peşinden gitmeye uğraşıyorsunuz anlamış değilim!

  142. karaca dedi ki:

    toro

    benim yukarıda verdiğim örnek gibi ayetleri dediğin gibi
    iyice incelem yaparak meydana çıkartılması gerekir.
    buna karıncaların kuşların konuşturulmasıda eklenebilir
    balığın karnından çıkan yunusda eklenebilir.
    dağların yada kıtaların hareket halinde olması da eklenebilir
    buna ana karnında olan bebenin geçirdiği aşamalarda eklenebilir
    doğrudur sizinde dikkatinizi çeken ayetler olduğu taktirde paylaşın yada
    böyle bir ayetle karşılaştığınızda akıl mantık süzgecinden geçirelim
    kuranın indiği tarihte insanların bilgisi neydi hangi bilimsel temeller vardı
    kuranda bilimsel olarak yorumlayabileceğimiz ayetleri ispatlanmadığı
    hatta ne olduğunu bile bilmediklerinden anladıklarını sanmıyorum
    taki ayete söz konusu olanlar bugün bilim tarafından ispatlanmasına
    kadar bunlar bilinmiyordu.
    bir arkadaş karaların hareket ettiğini sümerlerde biliyordu
    konut veya yapılarını depreme dayanıklı yapmışlardır diye bir
    açıklama yapmış
    sümerlerin de kıtaların karaların dağların hareket ettiğini
    bildiğini not düşmüş
    sümerler neyi biliyor neyi bilmiyor bunun tartışmasını yapacak
    değilim
    ancak şunu söyleyebilirim bazı ayetleri o günkü toplumların
    anladıklarını hiç sanmıyorum yada anladıklarını sanmış olabilirler
    veya bir mana verememişlerdir. ispatlanmadığı için
    öylece kabul etmişlerdir.
    kuranda geçen zülkarneyn olayını bilirsin
    karıcaların olayını bilirsin
    saba melikesi belkısın tahtının ifrit tarafından
    göz açıp kapanasıya kadar getirileceğine dair bilgiyi bilirsin
    musanın asası ile suyu ikiye yarmasını bilirsin
    karıncaların konuşmasının süleyman peygamber tarafından
    duyulmasını bilirsin
    hüd hüd kuşunun konuşmasını bilirsin
    şimdiye kadar bu konular ispatlanmadı
    bilim günü geldiğince bunların cevabını bulacaktır.
    bizim için şu an imkansız gibi görünen bu konulara
    ispatlı delil li cevap bulacaktır.
    insanın bilgisi şu an için buna uygun değil
    bakalım bizlerden sonra insanlar bu konularda
    nelere imza atacaklar
    demek istediğim şu, bu bilgiler kurana nasıl girmiştir.
    bazıları bunun üfürme olduğunu iddia edebilirler
    bu da onların sorunu
    ama günü geldiğinde bazı şeylere ulaşıldığında
    aa bu kuranda varmış biz niye anlıyamadık
    demeleri kuvvetle muhtemel olacaktır.
    o zaman kurana inanmayanları sorgulama
    ister istemez olacaktır.

  143. karaca dedi ki:

    gencer
    Kardeş kusura bakma ama 2000 metreden paraşütle atlayan arkadaşlarım var.Hiç bir şekilde azap çekmemişler.Ayrıca dikkatli oku.Bir insanın göğsü bağımsız olarak nasıl göğe yükselir????
    sizden alıntı
    gencer o zaman bana uzaya çıkan astronatların niye oksijen maskesini taktıklarını açıklamak
    zorunda kalırsın iş olsun diyemi takıyorlar
    ayeti dikkatli okumanı tavsiye ederim
    orada bağımsız olarak bir göğsün çıkmasından bahsedilmiyor
    astronatların başına gelen olaydan bahsediliyor.

    • rammsteinn dedi ki:

      tıpkı
      islamın 50-100 kişilik başlangıç aşamasındaki “senin dinin sana,benim dinim bana”
      lafından sonra islamın gelişip müslümanların sayısının onbinleri aşmasından sonra
      “müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” denmesi gibi.

      senin peygamberin ilk vahiy olayından sonra kabeye gidip putları kırmasında rağmen başı vurulmamıştır.

      bu olayı bugün bir budist yapsa,bir camiye girip ortalığı yıkıp dökse “bu saçmalığı bırakın benim dinime gelin” dese acaba ne olurdu?

      sence paganlar mı müslümanlar mı saygılıydı?

      günümüzde hala mazlumu oynuyorsunuz. islami terör örgütleri haberlerde hep gündemdeyken,hala mazlumu oynayabilmeniz inanın şaşırtıcı değil.
      hep haklısınız. herzaman,heryerde,herdaim.
      birazda empati yapın. başka bir din mensubunun gözünden bakın islama.

      Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. enam 125

      hadi diyelimki ortada mucizevi bir olay var. gökyüzüne çıkarken insan göğsünün sıkışacağı yazılı.
      peki ayetin başındaki
      “Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar”
      lafının üzerinde niye durmuyorsunuz. hangi ayete baksak
      “allah istediğini hidayete kavuşturur” lafı geçiyor. özgür irade ile çeliştiği için bu ayetleri eğip büküyorsunuz.
      mucize ayetlerini hiçbir sorgulama olmadan inanıyorsunuz. çelişki var diyenleri din düşmanlığıyla ithaf ediyorsunuz. bunun için 1 tane uzman çıkıp diyemiyor ki “kadınlar örtündüğü için güneş alamıyorlar bunun için kemik erimesi kapanan kadınlarda daha çok görülüyor”
      diyemez çünkü bunu derse bu memleketten taşınması gerekir.

    • Gencer dedi ki:

      Astronot kelimesini göremiyorum.?????? Sen ayeti oraya çekmeye çalışıyorsun.
      Kıçınızdan uydurma huyunuzdan bir türlü vazgeçmiyorsunuz.

      • karaca dedi ki:

        Sayın Gencer
        yaşın kaç bilmiyorum ama senin daha anlayamadığın pek çok şey vardır.
        öğreneceksin,biraz kartlaş daha çok şey öğrenirsin
        kimse burada kıçından şurasından burasından uydurmuşsun diye
        yazmamış,sen hariç
        anladığım kadarı ile sen tartışma ortamını hemen kavga ortamına
        götürmeye yatkın bir kişiliğin var
        can çıkar huy çıkmaz derler senin haberin yok galiba
        senin huyun da bu olsa gerek bel altı konuşmalar yapacaksan
        yazdıklarıma cevab verme fikirlerini kendine sakla

  144. pamuk1kale dedi ki:

    Sayın karaca;
    İslamın ve haliyle diğer dinlerin sümerlerden ne arakladığını tartışmak istemiyorum.Bu konu ile ilgili bilgiler bir çok kaynakta mevcut.
    Zülkareyn olayı,karınca olayı,yunusun bir balığın karnından çıkması vb ileride belki bilimle ispatlanır vb.
    Farazi,hiç kimsenin bilemeyeceği konularında ”Belki bilim ispatlar ne dersin” tarzı yaklaşımlar ile de tartışamayacağımız açık.
    Geriye elimizdeki gerçekler kalıyor.Kuran ve peygamberin yaşayışı.
    Allahın elçi olarak seçtiği birinin 13 kadınla evlenmesini üstüne de elinin altındaki cariyeler ile ilişki kurmasını,evlatlığının karısı ile evlenmesini nikahınıda bizzat allahın yapmasını,7 yaşındaki bir çocukla evlenmesini (bilimi ayrı tut burada !),allahın elçisinin karıları ile ilişki sırasını belirlemesini,ayşenin ifk olayı,hadi zinayı geçtim olmamıştır kabul edelim,peygamberin eşinden şüphe etmesini,çok merhametliydi denilerek methedilen bir peygamberin,beni kureyza kabilesini yok etmesini,burada özellikle kabile ileri gelenlerinin çaresizlik içinde ”Kadınları ve çocuklarımızı öldürelim sonra da muhammedin üstüne yürüyelim.” (Nasıl bir çaresizliktir bu!!) vb diyerek bitirelim örnekleri fazlasına da gerek yok bence.
    Bunları ne yapacağız?Allahamı,bilime mi havale edelim?

    • Havacı dedi ki:

      Beni Kureyza hakkında alıntı
      “Beni Kureyza kabilesi, o sıralarda medine’de bulunan üç yahudi kabileden biriydi ve müslümanlarla yapılan anlaşma gereği, Hicretin 5. senesi. (Milâdî 627) hendek savaşı’nda, şehri kuşatmış olan mekke ordusuna karşı müslümanlarla birlikte savaşması gerekiyordu. Fakat yapılan bu anlaşmayı bozup, savaşa katılmadıkları gibi, karşı tarafla bir olup, medine kuvvetlerini zayıflatmaya ve arkadan vurmaya çalıştılar. Heyet gönderildi, savaşın en sıkıntılı döneminde neden ihanete kalkıştıkları soruldu, anlaşma hatırlatıldı. Kurayza ahalisi, sayıca çok üstün mekkeli müşriklerin mutlaka müslümanları ezeceğine de güvenerek, yapılmış olan ahdi kabul etmedikleri gibi bir de peygamber efendimize hakaretler söylediler. ve hatta “nasıl olsa bunların erkekleri hendek dibinde, biz şunların çoluk-çocuğuna bir baskın versek ne hoş olur” düşüncesi ile faaliyete geçtiler. gel gör ki savaş, müslümanların lehine neticelendi ve yahudiler yaptıklarının cezasın kalmayacağını bildikleri için kalelerine sığındılar. Günler süren medine kuşatmasından henüz dönen müslümanlar, daha dinlenemeden, hemen yahudilerin kalesine doğru yola çıktılar. Kalede emniyette olduğunu sanan yahudilerin küstahlığı devam ediyordu, yaptıklarına pişmanlık duyduklarına dair en ufak bir emare yoktu. pişman olmak bir tarafa kaleden ok yağdırmaya başladılar. Bir aya yakın süren muhasaradan sonra yahudiler teslim olmaya razı oldular ve bir hakem tayin edilmesini istediler. peygamber efendimiz, “siz seçin” buyurdu. yahudiler sad bin muaz dedi. sa’d bin mu’az da yahudi şeriatinin gereği olarak, baliğ olmamış erkeklerin haricindeki erkeklerin öldürülmesine, kadın ve çocukların da esaretine karar verdi.”

      Konu yahudiler olunca ihanetleri dahi görmeden hala onlar için ağlayanlar olduğunu görmek ilginç. Savaşta anlaşmaya sadık kalmamak bir yana düşman kuvvetleriyle birlikte hareket eden hainlere neredeyse gül atacaklar. Bu kişilerin vatan savunmasında kimin yanında yer alacaklarını gerçekten merak ediyorum.
      Mekkeli müslümanlar çölde muhasara altındayken çoluk çocuk açken onlara acımazlar. Tıpkı Berkin Elvan’a ağıtlar düzüp Yasin Börü’yü görmedikleri gibi.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Havacı;

        Arapların birbirini boğazlamasından bize ne? Araplarla Yahudilerin birbirlerini boğazlamasından bize ne? 1400 sene önce yaşanmış olayları kan davası gütmek için bahane edenlerden bize ne?

        biz bu Ülkede yaşadığımız için bizi, Yavuz Sultan Selimin fitili ateşlediği alevi düşmanlığı, amaçlarına ulaşmada engel olarak gördüklerine kurulan kumpaslar, bazı şeyleri sıfırlayanlar, kendi kafalarındaki imar plânlarını dayatmaya kalkanlar, kendi kafalarındaki yaşam tarzını dayatmak için topluma ayar çekmeye kalkanlar, duygu sömürüsü yaparak (algı yönetimi) yönlendirmeye çalışanlar, Resmi kuruluşların tabelasından T.C. ibaresini kaldırmaya çalışanlar, biri padişahlığını ilân etmek, diğeri Devlet kurmak için teröristle masaya oturanlar ilgilendirir, (saymayı unutuklarımı sen tamamlarsın)

        —Mekkeli müslümanlar çölde muhasara altındayken çoluk çocuk açken onlara acımazlar. Tıpkı Berkin Elvan’a ağıtlar düzüp Yasin Börü’yü görmedikleri gibi. (senden alıntı)

        İslâmi kaynakların anlatımlarının objektif olabileceğini sanacak kadar saf değilim,
        et dağıtmaya kalkanların linç etmeye kalkışılacağı masalına da inanmak için saf olmak lâzım,

        ayrıca, Kobanide savaşanların (iki terörist örgüt) taraftarlarının birbirleriyle girdikleri it dalaşında karşılıklı verdikleri kayıplarda (yaklaşık 25 kişi) üzülme konusunda taraf mı olmamız gerekiyor?

        sen taraf olduğuna göre, demek ki safını belirlemişsin.

  145. karaca dedi ki:

    pamuk1kale

    pamukkale bu soruların cevabını bilmiyorum soruların hepsi
    söylediğiniz şekilde gerçekleşmiş ise benim buna bir cevabım
    yok.bunu ben izah edemem çünkü herhangi bir bilgim yok
    eğer siz böyle olmuştur diyorsanız ve bu hususta kanıtlarınız
    var ise veya bunlar böyle olmuşsa bunlara katılamam
    13 kadınla evlenmiş diyorsun bunun gerekçesi nedir en ufak bir
    bilgim yok dışardan bakıldığında pozitif bakılamaz kureyza kabilesini yok
    edilmesini anlıyamıyorum mana da veremiyorum
    daha senin saymadığın bir çok olumsuzluk mantık dışı şeyler de olmuş
    olabilir
    bunların gerekçesini anlıyabilmek için en azından o devirlerde
    insanların yaşadıkları kültürü bilmek gerekir.kültür olayı siz de bilirsiniz
    zamana yere toplumlara göre farklılıklar arz edebilir
    bilmediğim konularda bilenlerin yorumunu okumak
    olumlu olumsuz görüşleri takip etmek galiba en sağlıklısı
    ama şunu da göz ardı etmemek gerekir. bu olumsuzluklar var diye
    2 milyara yakın insanın inandığı bir dinin kaynağının hiç olmadığın
    savunmak veya hatalı olduğunu savunmak ne derece
    doğrudur bilemiyorum.sanki biraz dinin olumlu yönleri gözden
    kaçırılıyor gibi
    pek çok yerde yeni medeniyetler oluşurken yine pek çoğunda
    islamı referans aldıkları da bir gerçektir.

  146. Havacı dedi ki:

    1 okuyucu,
    Beni Kureyza olayını bir yorumcunun yazısı üzerine yazdım.
    “et dağıtmaya kalkanların linç etmeye kalkışılacağı masalına da inanmak için saf olmak lâzım,” Senin insanlığın bu kadarmış, ben de seni adam sanarak muhatap almıştım. Bu vahşeti onaylıyorsan umarım benzeri senin ya da yakınının başına gelir.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Havacı;

      —ben de seni adam sanarak muhatap almıştım. Bu vahşeti onaylıyorsan umarım benzeri senin ya da yakınının başına gelir. (senden alıntı)

      benim vahşeti onayladığımı nereden çıkardın, ben o gazetenin olayı sunuş şekline tepki gösterdim,

      ben sadece, sahibinin sesi dalkavuk gazelerin Berkin Elvanlar, Ali Korkmazlar içinde neler yazdıklarını, kurulan kumpaslarda atılan iftiralara düzmece yalan delillere balıklama atlayıp kimleri nasıl itibarsızlaştırdıklarını, ortaklık bozulduğu için önceden kahraman ilân etikleri polisleri, savcıları, hakimleri bugün nasıl itibarsızlaştırdıklarını da bilen biri olarak öyle gazetelerin haberlerine itibar etmiyorum, mesele bundan ibaret,

      benim adamlığıma gelince, benim adamlığında iğrenç temenniler yoktur, benim adamlığımda burada en çok dalaştığım Bilâle musallat olan hastalığa lânet okumak vardır,

      sen Berkin Elvanların, Ali korkmazların başına gelenleri gördüğünde zil takıp oynadın herhalde?

  147. Havacı dedi ki:

    1okuyucu,
    Burada yazdıklarına, Allah’ı inkar etmene ve küçümsemene, pislik fikirlerine kendi inanma özgürlüğüdür dedim.
    Söyler misin, mesele et dağıtmak olmasın senin vicdanına göre 16 yaşındaki bir çocuk böyle vahşice öldürmeyi hak etmek için ne yapmış olmalıdır. Sen bunu onaylıyorsun. Hiç mi insanlıktan nasibin yok.

    Haşmet BABAOĞLU’nun yazısını aşağıda veriyorum.

    En iyisi onlara uymamak!..
    Aldırmamak…
    Ağızları köpürerek nefretlerini kusarken onlar, bir yolunu bulup önlerinden “çık çık” yapıp geçip gitmek…
    Biliyorum zor ama belki uzaktan bakıp acımak en doğrusu…
    “Gezi mahallesi”nden söz ediyorum. İki yıldır vicdan kavramını salyangoza çevirip pazara çıkartan ve Müslüman mahallesinde satamadan dönenlerden söz ediyorum.
    Sıkıştıklarında kendilerini işe alan oligarşik medyaya toz kondurmadan özgürlük sloganları atanlardan… Cihangir “Bolşevikleri” ve Büyükada “proletaryası”yla devrim yapmayı hayal edenlerden söz ediyorum.
    Onlardan bir şey beklemeyin!
    Hele Yasin Börü’nün korkunç biçimde katledilmesine günün birinde mutlaka isyan edeceklerini hiç ummayın!
    Etrafa hoş görünmek için takındıkları insancıl tavrı hakikat sanmayın, o marazi bir mızmızlık, o kadar!
    ***

    Kimse için üzülmüyorlar aslında.
    Bunu anladığımda benim için de geç olmuştu ama ne yapalım ki, hakikat böyle.
    Onlar sadece kendileri için üzülüyor; bu ülkede doğmanın kendileri için “yanlışlığı”na dertleniyorlar.
    Başka bir “halk”ın çocukları olmadıklarına hayıflanıyorlar.
    Bakmayın o kopardıkları patırtıya, Berkin için de üzülmediler.
    Üzüldülerse eğer, kurguladıkları kampanyanın Berkin’e gerçekten üzülen sıradan insanları etkisi altına alamayışına üzüldüler.
    İşte size bir test…
    Cihangirlilerden, Büyükadalılardan, Gümüşlük tayfasından birini yakalayıp Okmeydanı’nda, Sancaktepe’de, Esenyurt’ta neler döndüğünü sorun…
    Göreceksiniz, hemen suratı buruşacak, yüzü kararacak, cevap vermekten kaçınacaktır. Çünkü o kadar ağır siyasal ve sosyal problemlerle yüzleşmeyi kaldıramaz.
    Bütün istediği iktidarı devirip rahatlamaktır! Karatani’yi, Agamben’i, Badiou’yu bilir ama hedefi TÜSİAD kadardır. O yüzden de Wall Street eylemlerinden, Rabia Meydanı’na dönüp bakmayacak kadar tiksinç İkinci Tahrir’den, “Occupy London”dan ve pek şüpheli çevreci örgüt Greenpeace’den uzun uzadıya söz etmeyi tercih edecektir.
    Hatta samimiyetinize güvenirse, tatilde kumsala “her yer direniş” yazıp nasıl eğlendiklerini anlatacaktır.
    ***

    Biliyorum, diyeceksiniz ki, “iyi de, sonunda Kürt siyasal hareketini kendilerine benzettiler!”
    Hayır!
    “Gezi mahallesi”nin etkisi falan yok gerçekte!
    Bu çok uzun vadeli bir stratejinin bugünkü aşaması…
    Kürt siyasal hareketini barış sürecinden uzaklaştıranlarla iki yıl önce Gezi’yi planlayanlarla aynı odaklar.
    Hani Kiev’i karıştırıp her şeyi eline yüzüne bulaştıranlar ve Kobane’yi önce köşeye sıkıştırıp sonra havadan göstermelik paketler atarak bölgede kontrollü kaos durumunu sürdürenler…
    Yaşayıp göreceğiz…
    Bakalım bütün bu planlar da, daha öncekiler gibi ne zaman ve nasıl şapa oturacak?

    • 1okuyucu dedi ki:

      Havacı;

      —Burada yazdıklarına, Allah’ı inkar etmene ve küçümsemene, pislik fikirlerine kendi inanma özgürlüğüdür dedim. (senden alıntı)

      Kuranın tanrısını inkâr ettiğim doğrudur, çünki ben evrenin tanrısına inanıyorum,

      Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. (ahzab-35)

      Allahı küçümseyen ben değilim, bunu yapan bizzat Kuran ve sizlersiniz,

      yukarıdaki ayette, Kuranın tanrısı “müminler” deseydi, o müminlerin cinsiyetlerinin kadın ve erkek olmak üzere iki türlü olacağının bilinemeyeceğini mi sanıyordu ki? “mümin arkekler ve mümin kadınlar” demiş,

      taata devam eden müminler, doğru müminler, sabreden müminler, mütevazi müminler, sadaka veren müminler, oruç tutan müminler, ırzlarını koruyan müminler, Allah’ı çok zikreden müminler demek çok mu zordu? ki ayette cinsiyetlerini belirterek sıralamış?

      yada, taata devam eden, doğru, sabreden, mütevazi, sadaka veren, oruç tutan, ırzlarını koruyan, Allah’ı çok zikreden müminler demek çok mu zordu?

      yoksa müminler deyince sadece erkekleri mi anlamalıyız?

      buyur sana pislik fikirlerimden biri daha, verecek cevabın varsa buyur ver,

      —Bakalım bütün bu planlar da, daha öncekiler gibi ne zaman ve nasıl şapa oturacak? (sahibinin sesinden alıntı)

      bu Ülkeyi teröristlere peşkeş çekmeye çalışanların timsah göz yaşlarına karnım tok, yukarıdaki zat, sahibinin sesi tipik bir borazan, kimin atına binerse onun türküsünü söyleyen dalkavuklardan, öylesine ki başkasının atına binmeden önce üzerinden indiği ata tekme atan cinsinden?

  148. pamuk1kale dedi ki:

    Sayın Havacı;
    Nerden bildiniz beni kurayza kabilesine yapılanlara üzüldüğümü.herhalde ben Yahudi olmalıyım!!!Müslüman birisi bu olaya üzülemez,üzülmemeli!
    Kabilenin bütün er kişilerini sabahlara kadar süren kafa kesmeyle öldür,bunu yaparkende çocukları ve eşlerine izlettir,sonra kadınlara tecavüz et cariye olarak al,çocukları köle yap ve pazarda sat!
    Daha kötüsü ne olabilirdi?
    Hepsinin kellelerini uçurmak,çocuk kadın demeden!!
    Buldum sayın Havacı;
    Kölelik ve cariyelik iyi ki varmış,olmasa en kötüsü gerçekleşecekmiş!!
    Yaşasın islam şu düzene bak kölelik ve cariyelik var ki hepsinin kellelerini uçurmamışlar.Müslümanların yaptığı her şeyde bir hayır vardır derlerdi! Şimdi anladım!

  149. pamuk1kale dedi ki:

    Sanırım 10 yıl oldu.
    Bir forum sitesinde öldürülen pkk lı teröristlerin,parçalanmış cesetlerine ait resimler yayınlanmıştı.Konu açarak bu resimlerin yayınlanmaması ile ilgili düşüncelerimi söyledim.Küfredende oldu,onayanda,nihayetinde benim dediğim gerçekleşmedi ve fotoğraflar yayınlanmaya devam etti.
    Ben kimdim o sitede diğerlerine göre:
    ”Bazı kişilerin kafatasçı olarak nitelediği,pkk yı hiç sevmeyen onları en büyük düşmanı olarak gören,milliyetçi,muhafazakar birisi.”
    Bir konu açıp bu yapılanın yanlış olduğunu söyleyince küfredenler tarafından pkk lı teröristleri seven,onlara acıyan biri oldum bir anda!!
    Teşekkürler sayın Havacı 10 yıl olmuştu,tekrar yaşattınız! Teşekkürler dejavu için.

  150. karaca dedi ki:

    bir görüş isteyen katılır isteyen katılmaz
    ASKERİ AÇIDAN NAMAZIN ÖNEMİ
    bilindiği gibi namaz topluca kılındığında daha çok önem arz eder
    Hz peygamber zamanında sabah namazları ve diğer namazlar
    mümkün mertebe toplu olarak kılınmaya çalışılıyordu.
    bu nedemektir. biraz mantık yürütecek olursak
    sabah erken saatlerde gün doğmadan insanların yataklarından
    kalkmış olması ile uyku durumuna son verilir,yani namaz kılacaklar
    hepsi ayakta hazırlanmış olarak bulunurlardı.
    bunun ibadet yanını birtarafa bırakacak olursak
    sabahın erken saatinde bir araya toplanmış insanlar
    düşman tarafından o saate yapılacak bir baskına her zaman
    hazır sayılabilir. en azından yataklarında baskın yapının
    baskınına maruz kalmazlar diğer vakit namazları içinde bunu
    söylemek mümkün
    günün belirli saatlerinde bir araya toplanmış hazır kuvvet gibi
    mevcudu olan bir yapı kolay kolay baskınlara maruz kalmaz
    bu düşman için bir caydırıcılık unsuru olabilir.
    Peygamberimiz bu hususuda mutlaka biliyordu.
    o nedenle resullahta askeri deha nın da olduğunu
    kabul etmeliyiz.
    bazıları bu yoruma tepki duyabilirler bazıları da
    haklı görebilirler ama mühim olan sonuçtur.
    eğer toplu olarak böyle vakit namazlarını
    kıldıklarında o zamanki müslümanlar
    böyle düşman saldırılarını da savuşturmuş olabilirler.
    yorum benim kendi fikrimdir. isteyen kabul eder
    isteyen kabul etmez

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —sabahın erken saatinde bir araya toplanmış insanlar
      düşman tarafından o saate yapılacak bir baskına her zaman
      hazır sayılabilir. en azından yataklarında baskın yapının
      baskınına maruz kalmazlar diğer vakit namazları içinde bunu
      söylemek mümkün (senden alıntı)

      demek, sabah namazı ve diğer namazlar düşman saldırısını bertaraf etmek için icad edilmiş? bana göre düşman saldırır korkusuyla yaşayan bir toplum, günün 24 saati düşmanı gözetleyen nöbetçilerle bu fobilerini bertaraf edebilirlerdi?

      ama sen yinede namazların hikmetine güvenip mezhep kavgalarının yaşandığı Ülkelere gitmeye kalma, çünki kılınan namazın ne namazı olduğuna aldırmayıp birbirlerinin camilerini bombalayanlar var? yada bu Ülkelere gidecek olursan camiye gitme, namazını kaldığın yerde kıl, (muhtemelen otel)

  151. karaca dedi ki:

    Başka bir konu insanın var etmesi
    kısa ve öz olarak
    şunları yazmak isterim
    insan var edebilir bu özelği i Allah kullarına vermiştir
    nasıl diye sorulacak olursa izah şeklim aşağıdaki gibidir.

    insan fiziki olarak yoktan herhangi birşeyi yaratamaz
    ancak var olan maddeyi işler dönüştürür onu bir hale sokar binalar gibi resim gibi madde leri işleleyebilir bu yaratma değildir.
    peki insan nasıl yaratır.
    insanın aklında bir düşünce oluştuğu zaman insan o düşünceyi oluşturur
    insanın hayali insanın yaratmasıdır olmayan bir şeyi hayal ederek oluşturabilir
    bunu hepimiz yapıyoruz
    bu olay diğer hiç bir yaratılanda yoktur.
    o halde yüce yaratıcımız bize bu özelliği vermekle
    kullarını bu açıdan kendisine yakı bir pozisyonda
    tutmuşmudur.bence hayal yaratmakla bizler
    bu pozisyonun tam içerisindeyiz
    insanın hayal yaratma gücü düşünülmesi gereken bir olaydır.
    o halde insanın da yaratma gücü vardır.
    ama bu allahın yaratma gücü gibi değil
    hayal düşünce yaratma olarak nitelendirilmesi gerekir.
    her insan aklıyla bir şeyleri düşünür ve aklında yaratır.
    bizlere bu gücü veren allaha hamdolsun

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —her insan aklıyla bir şeyleri düşünür ve aklında yaratır.
      bizlere bu gücü veren allaha hamdolsun (senden alıntı)

      insan oğlu aklıyla düşünür, hayal gücünü kullanır, maddeyi işleyerek bir şeyler yaratır ama Kuranın tanrısına inananlar yaratılış masalındaki saçmalığı düşünme gereği duymaz,

      yer yüzüne halife atamaya karar veren bir tanrı, yasak meyve şartını koyarak halife atama kararını o şarta bağlamışsa ve bu kararını uygulayabilmek için Ademin yasak meyveyi yemesine muhtaçsa, o tanrının tanrılığından söz edilemez, çünki bir tanrı karar alırken kendisini bazı şartlarla bağlayarak kendi özgür iradesini kısıtlamaz.

      neyse ki şeytan imdadına yetişmişte, Kuranın tanrısı halife atama kararını gerçekleştirebilmiş?
      ya şeytan denen bir varlık olmasaydı? o zaman ne yapacaktı Kuranın tanrısı? iyi ki şeytanı yaratmış, yoksa Ademi kandıracak bir mahluk yaratması gerekecekti?

  152. karaca dedi ki:

    sayın 1okuyucu

    yine aynı noktaya takıldık

    ben insan aklının yaratıcı gücünden bahsetmiştim
    siz olayı farklı bir noktaya taşımışsınız her neyse olsun
    şimdi benim demek istediğim şuydu yaratma gücünü
    yoktan var etmeyi aslında insan da yapabiliyor
    bir maddenin yoktan var olmasını kast etmiyorum
    buna insanın gücü yetmez benim dediğim farklı bir
    olaydı şöyle düşün insanın zihninde hiç bir şey
    yok ve siz bir şeyi zihninizde hiç yoktan tasarlayabiliyorsunuz
    şurası şu ölçüde olursa şöyle olur rengi böyle olur gibisine
    aklınızla bir tasarım yapıyorsunuz bunu faliyete geçirmediğiniz
    takdirde maddeye şekil vermiyorsunuz
    ama bu planı zihninizde yaratabiliyorsunuz bunu demek
    istedim. bu bizim yoktan var etme özelliğimizin bir örneği
    idi. aslında bunu sadece insan mı yapabiliyor zihninde
    bir olayı yoktan var etmek imkanları olduğu taktirde
    hayata geçirebiliyor hayvanlarda durum nedir bilmiyorum
    bu özelliği ile insan bir düşünceyi yoktan var edebiliyor
    hiç bir plan proje kafanızda yokken bir plan oluşturmak
    için harekete geçtiğinizde olmayan bir şeyi maddi
    olmamakla birlikte zihinde bu olay gerçekleşebiliyor.

    diğer taraftan Adem baba konusuna değinmişsiniz
    benim de aklıma farklı farklı şeyler geliyor
    nasılmı
    adem baba ve hava ana yaratıldıklarında bana kalırsa düşünceleri yoktu.
    bulundukları ortamda imkanlar olsa bile bir çivi çakamamazlardı.
    süt veren hayvanlar olsa bile bunları sağamazlardı.
    kendilerine bir yatak asla fiziki olarak yapamazlardı. yani hiç
    bir şey yapamazlardı. neden yapamazlardı açıklayayım
    bilirsiniz ayette ademe eşyanın ismi öğretildi denir
    yani öğretilen şeyler ne ise adem baba sadece bunları isim olarak
    biliyordu. bunun daha ilerisi yoktu.
    bunların ne işe yarayacağı hususunda herhangi bir bilgisi de olduğunu sanmıyorum
    elma ise sadece onu gördüğü zaman elma olduğunu biliyordu. veya mevcut bulunan
    diğer maddeleri sadece isimlerini biliyordu.
    ancak bunları işlemek için bunlardan farklı bir şeyler yapmak gibi bir isteği
    yoktu. bunun sebebi düşüncelerinin olmaması idi. çıplak geziyorlar utanma duygusu
    yok tuvalet ihtiyaçlarını gideriyorlardı cinsel uzuvlarını bildikleri halde üreme çoğalma
    arzusu içinde değillerdi.çünkü karı koca veya karşı cins farklarını bilmiyorlardı.
    bunları anlayabilmek için düşüncelerinin yorumlarının olması gerekirdi. ademden
    esirgenen şey düşünce idi. ve ademe yasaklanan şeyde düşüncedir.
    düşüncesi olmayan herşeyin adını bilen bir adem baba ile karşı karşıyayız
    taki yasak edilen şey ben düşünce olarak yorumluyorum bu ağaç mevzusunu
    düşünceye ulaşması yasaklanmıştı.
    düşüncenin ademe ulaşmasını da iblis sağladı.
    ama bu demek değildirki düşünceyi iblis var etmiştir.
    düşünceyi de allah var etmiştir.
    ama her ne hikmetse ademe düşünce yasaklanmıştı
    bu konuda olan ayeti de bilirsiniz yasak ağacın meyvasından uzak durun eğer yerseniz
    kendinize yazık edenlerden olursunuz şeklinde bir ayet vardır.
    ayeti tam olarak incelediğimizde yasağı deldiğinizde kendinize yazık edenlerden olursunuz diyor
    ayette tam bir kısıtlama yok Adem le havva ulaşabilirlerde ulaşmayabilirlerde
    bu işe iblisin el koyması ile adem baba düşünceye kavuştu ve düşününen yorumlayan bir insan konumuna geçiş yaptı.
    adem baba düşünceye kavuştuktan sonra yorum yaptı ve allahtan ayıp yerlerinden utanma duygusu oluştu yaprakla örtmeye çalıştılar bunu daha önce bilmiyorlardı bilmiyorlardı çünkü düşünceleri yoktu utanma duygusunun oluşması için düşüncenin yorumun olması gerekir.
    Allahtan utanmaları böyle oldu.
    allah ikazını boşuna yapmamıştı düşünceye kavusan adem babanın soyu yer yüzünde her türlü melaneti.ve iyiliği yapmaya başladı. melaneti iblis tavsiye ediyor iyiliği allah tavsiye ediyordu.
    eğer adem baba kendisine yasak edilen düşünceye kavuşmasaydı bu gün bizler olmayacaktık
    eğer adem baba kendisine yasak edilen şey olan düşünceye kavuşmasaydı halen yaşıyor olacaktı
    eğer adem baba kendisine yasak edilen şey olan düşünceye kavuşmasaydı ölüm diye bir şey
    onlar için söz konusu olmayacaktı.
    aslında adem baba hem düşünceyi hemde ölümü satın almıştır.
    Allahta bu istek karşısında ademe cimri davranmamış hem düşünce hemde ölümü serbest bırakarak vermiştir.
    bu benim yorumumdur dileyen farklı düşünebilir dileyen katılabilir.

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —aslında adem baba hem düşünceyi hemde ölümü satın almıştır. (senden alıntı)

      ölümsüz bir varlık hayatta kalmak için hiçbir şeye ihtiyaç duymaz, yani hiçbir şey yemese de içmese de ölmez, dolayısıyla ölümsüz bir varlık bedene ihtiyaç duymaz, Adem konulduğu yerde yeme içme ihtiyacı duyuyorsa bu onun ölümlü bir varlık olduğu anlamına gelir, o nedenle Ademin yasak meyveyi yiyerek ölümü satın aldığı söylenemez,

      canlı bir varlık düşünebilme becerisine sahip olsa da, düşünebilmesi için kelimelere, tanımlamalara (cümlelere, cümlelerin gramer yapısına) ihtiyaç duyar, buda ancak o varlığın konuşmayı bilmesiyle mümkündür, dolayısıyla tanrı Ademle konuşabiliyorsa bu ancak Ademin konuşmayı bilmesiyle mümkün, konuşmayı bilen bir kişininde düşünceyi satın aldığı söylenemez,

      unutmaki Kuranın tanrısı meleklerle de cinlerle de konuşabiliyor, demek meleklerde, cinlerde tıpkı insanlar gibi konuşabilen düşünebilen, düşünebildikleri için sorgulayabilen varlıklar,

      Kuranın tanrısının ne zoru vardıda? konuşabilen, düşünebilen, sorgulayabilen varlıklar yaratarak başına iş almış, aldığı kararlara itiraz eden, isyan eden, koyduğu yasakları delen, dolayısıyla kendisine ihanet eden varlıklar yaratarak dertsiz başını derde sokmuş?

      ya birde tahtını taşıyan 8 melek günün birinde “öf! yeter artık, taşı taşı nereye kadar” deyip tahtı ellerinden bırakıverirlerse???

      Kuranın tanrısı yüzme biliyor mu acaba? bilmiyorsa çok kötü, bu durumda sınırsız kudret ve iktidar makamı suyun dibine batacak,

      öngörülerin bana ilham veriyor, bende senin öngörülerine dayanarak bazı çıkarımlarda bulunuyorum, amacım seni rencide etmek değil, bilirsin bazı söylemler kişiye hitaben yapılsa da kızım sana söylüyorum gelinim sen anla anlamı da taşırlar.

  153. karaca dedi ki:

    1okuyucu

    cevaplardan dolayı kesinlikle rencide olmuyorum
    insanı düşünmeye zorluyor şimdiye kadar aklıma
    takılan soruların cevaplarını bulmaya çalışıyorum

    her yerde yazılan cevaplar şöyle bir düşündüğünüzde
    ne derece aslına yakındır bu bilinmiyor gerçeği tam
    olarak açıklayamıyor bunların en başında ölüm geliyor
    tıpkı ilk insanın yarıtılması gibi hepsi bir muamma

    diğer bir konu
    Hepimizin bildiği gibi madde maddeyi etkiler ve
    birbirlerine bir çekim kuvveti uygular bu madde için geçerlidir.
    yeryüzü de üzerinde olan maddeleri mahlukatı çeker
    yerçekimi diyoruz
    insanda bir madde olduğuna göre yer kendine çekiyor
    ve bir ağırlığımız meydana geliyor. yeryüzü maddeleri bu yer çekimi sayesinde
    başı boş bırakmıyor yeryüzünde kalıyoruz
    bu durumdan yola çıkarak uzaydaki gaz halinde olan maddelerinde
    birbirlerini çektiklerini söyleyebiliriz yazılanlar maddenin hali ile ilgili olan
    bilgilerdi.
    diğer taraftan insandaki ruh nedir madde midir değilmidir. bir ağırlığı varmıdır.
    bir hacmi varmıdır.eğer bir ağırlığı varsa tespit etmek çok kolay
    ölmekte olan bir insanın çıplak olarak ağırlı varsayalımki 60 kg gelsin
    öldükten sonra bu ağırlık değişmiyorsa yine 60 kg da kalıyorsa
    o zaman ruhun bir ağırlığı bir hacmi yoktur demek mümkün
    o halde insan bedeninden ayrılan ruh nedir bilmediğimiz bir enerji türümüdür.
    bedenden ayrıldıktan sonra kontrolsüzmü kalır veya bu enerji olarak yorumlarsak
    gitmesi gereken yere mi transfer olmaktadır.
    yine ölmekte olan insan örneğine dönecek olursak 60 kg gelen bu insan
    öldükten sonra 59.9 kg geliyorsa burada bedenden ayrılan ruhun bir ağırlığı olduğu
    manasını çıkarabilirmiyiz yukardaki örnekte 59.9 kg gelmişse bu ölen kişinin ağırlığı
    ruhun ağırlığınıda 100 gr olarak mı yorumlamamız gerekir. veya daha çok bir ağırlık
    veya daha az bir ağırlıkta olabilir. anlaşılması için bu örneği verdim.
    isterse 100 gr olsun isterse 50 gr olsun ruhun bir ağırlığı olduğu manası çıkar
    yine bu örnekten yola çıktığımızda yerçekimi bu ruha 50 gr lık bir etki ediyor
    dememiz mümkün ağırlığı olan birşey yeryüzü çekim kuvvetinden başka bir etki
    yoksa kurtulabilirmi ruhun yeryüzünde kalması icab etmezmi
    yine ölmekte olan bir kişi örneğine dönersek ölümünden sonra bu kişiyi tartıya
    koyduğumuzda ağırlığından hiç bir şey eksilmemişse kendisinden ayrılan
    ruha yerçekiminin etki etmediği görülür. ruh serbest kalmış kendi alemine
    gitmiş sayılabilirmi
    daha pek çok konu sıralanabilir yorumlarınız ne olabilir.

    • yasir dedi ki:

      Sayın karaca, Ruh vardır lakin senin tasvir ettiğin manada bir ruh yoktur…Böyle batıllara dalma, bunlar tamamen hurafelerdir…
      Defter ile insanın hammeddesi aynıdır…Defteri sağlam-doğru bilğiyle doldurursan Kitap olur, İnsan denilen varlıkta aynıdır, sağlam ve doğru bilğiyle doldurursan ançak o zaman insan olur, yanlış ve kötü bilğiyle dolmuş kişi insan değildir-hatta o kişiler hayvanlardan dağa aşşalıktırlar- Aşşaların aşşağısı esfeli safilindirler, yanlış ve kötü bilğiyle dolu defrede kitap değildir…İşte Ruh budur yani defteride, insanıda dolduran sağlam -doğru-Adaletli-hak olan şeyler Ruhtur, iyi-temiz ve doğru olan her şey Ruhtur, Ruh ise Allahın emrindedir…Allahın emri-sözü-ahidi dışında olan her şey Ruhun dışında ve ruhsuzdur…
      Bir müslümanın Ruhu-nuru-vahyi Kurandır…
      Allah bizlere bİr ruh indirdi o kurandır, bir nur verdi o kurandaır, bir vahiy indirdi oda kurandır….
      Gerçek bilği-sağlam kaynaktan gelen bilği-adalet-dürüstlük-ahlak-erdem sahibi olma-yardımseverlik-vs bir çok erdemler bunların hepsi Ruhtur…Ruh sahibi yani bu erdemlere sahip olarak Allahın varlığına ve birliğine inanıp şirk koşmadan Allahın emrinde yani Allahın Ruhunda Allaha hizmet eden herkezi Allah İnsan olarak tanımlar, Allahın Ruhunun dışında yani Allahın emrinin dışından edemsiz kişileri Allah Esfeli safilin yani Aşşaların aşşağısı olarak tanımlar yanı sldırğan-arsız-hak-hukuk-adalaet gözetmeyen-namussuz-zinakar-Alkolik-kumarbaz-faizkar kendi hevasının-arzularının peşinde sınızsız-kuralsız kişileri insan sınıfına koymaazhatta bunlar hayvanlardan bile aşşağıdırlar…
      Ama Allahın Ruhunda ve emrinde olanları yani Allahın insan sınıfına koyduklarını Allah Halifesi olarak tanımlar….Yani Her müslüman Allahın halifesidir bu bağlamda Allahın kendine halife tayin etmiş İnsanlık sınıfına giren Allahın ruhunda-emrinde-sözünde-ahidinde olan her insan=Müslüman demek oluyor bu Müslümanlarda Allahın Elçileridirler…
      Burada yine yanlış anlaşılmasın Allahın yeryüzündeki Halifeleri ve elçileri Gerçekten Allahın emrinden-ahidinden-sözünden yani ruhundan çıkmayan kişi ve kişilerdir…

    • sanalmanik dedi ki:

      suyun su olan adı ya da adının adı;
      adının ağırlığı,
      bilgisinin ağırlığı
      ya da bilgisinin özgül ağırlığı ki niteliğinin ağırlığı; niteliklerin ağırlığı kadar ruhun ağırlığı

      tanrının ağırlığı-hiç kadar; tanrıınn ağırlığı ise yeryüzü-hiç kadar;

  154. nurlan dedi ki:

    ey insanlar boyle sozlere inammayin cunki ”ALLAH” tekdir. ”ALLAH”her seyi duayar ve bilir ”ALLAH” her seyi biulir oyle soru olamazki ”ALLAH” BAZI SEYLERI BILMIYOR DINEMEZ cunki YUCE ”ALLAH” her seyi bilir her seyi yaratan o yeri goku marsi yupiteri gunesi ayi yildizi v.s. her seyi yaratan ”ALLAH” -dir

    • Eski Dindar dedi ki:

      Sevgili Nurlan, lütfen doğru söyle: Yukarıdaki yazılanları okudun mu? Kur’an, bazı yerlerde Allah’ın her şeyi bildiğini söylemesine rağmen bazı yerlerde de bunun aksini ifade ediyor. Sen Kur’an’ın Allah’ından daha mı iyi bileceksin? Haşa! Kraldan çok kralcı olmak böyle bir şey galiba. Bizim klasik müminlerin en büyük açmazı da bu zaten. Umarım bir gün hepimiz aklını hakkıyla kullananların zümresine dahil oluruz.

      • kadir dedi ki:

        sayın eski dindar….

        evet allahın sıfatlarından biri “herşeyi bilmesidir.. allah ilimdir… allahın herşeyi bilmediğine dair ayetleri bana gösterir misin?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —allahın herşeyi bilmediğine dair ayetleri bana gösterir misin? (senden alıntı)

        yarattığını iddia ettiği insanların zaaflarını bilemediği, bilemediği için haddinden fazla yük yüklediği ayetlere bak?

    • 1okuyucu dedi ki:

      nurlan;

      —ALLAH”her seyi duayar ve bilir (senden alıntı)

      Yanılıyorsun, Kuranın tanrısı yaratığını iddia ettiği kullarının zaaflarını bilmediği gibi, bilmesi gereken en önemli şeyi de bilmiyor,

      insanlarla kontak kurmak isteyen bir tanrının, bunu gönderdiğini kanıtlayamadığı elçiler aracılığıyla değil, herkesle kontak kurarak yapması gerektiğini bilmiyor?

  155. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “Kadir;

    —allahın herşeyi bilmediğine dair ayetleri bana gösterir misin? (senden alıntı)

    yarattığını iddia ettiği insanların zaaflarını bilemediği, bilemediği için haddinden fazla yük yüklediği ayetlere bak?”

    laf arasına girmişsin.. ama ayet göstermeden… allahın herşeyi bilmediğine dair bana ayet göster.. ateist sitelerden de yarıdm alabilirsin…

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      ama ayet göstermeden… allahın herşeyi bilmediğine dair bana ayet göster.. ateist sitelerden de yarıdm alabilirsin…

      benim aklımı, mantığımı kullanma konusunda kimseden yardım almaya ihtiyacım yok,

      ama siz ayetleri kurtarmak adına ağababalarınıza ait olan görüşlerini buraya taşıdığınızda, Kuranın tanrısını nasıl rezil ettiğinizi bile anlayamamışken benim öne sürdüğüm çıkarımların bana has düşünceler olduğunu anlayamamanız gayet normal?

      defalarca birlikte tartıştığımız söz konusu ayetleri bilmemene imkân yok, o nedenle kulağının üstüne yatmaya gerek yok?

      bu arada, ben sana Kuranın tanrısının bilmediği başka bir şey söyleyeyim,

      insanlarla kontak kurmak isteyen bir tanrı, bunu sadece kendisinin bileceği bir beşerle yapmak yerine herkesle doğrudan kontak kurarak yapar, yani tanrı insanlarla kontak kurmak için bir beşerin aracılığına gerek duymaz, böyle bir saçmalığı yapmaya kalsa bile (bunu tek bir kitap ve tek bir aracı ile yapar) seçtiği kişiyi seçtiğini herkese kanıtlamak zorunda kalacağından, bunu elçi aracılığıyla değil doğrudan kontak kurarak yapar,

      yani Kuranın tanrısı, bir tanrının insanlarla kontak kurması için elçiye gerek olmadığını bilmiyor?

      bu arada, mesajlar herkesin cevaplamasına açıktır, sende benim başkalarına hitaben yazdığım mesajlara cevap verebilirsin? bilhassa tüm İslâm alemine hitaben yazdığım bir mesaja?

      • 1okuyucu dedi ki:

        düzeltme;

        yazdığım mesajda alıntı olduğunu belirtmeyi unuttuğum aşağıdaki cümle Kadir’e aittir,

        “ama ayet göstermeden… allahın herşeyi bilmediğine dair bana ayet göster.. ateist sitelerden de yarıdm alabilirsin…”

  156. mevlüt dedi ki:

    Allah tan başka tabdıklarınızı çağırın da sineği yaratsın

    • Burda Allah’sız zannettiğiniz benim gibi bir sürü insan yaratıcı veya oluşumu var eden mutlak bir güce/Tanrı’ya inanıyor.
      Bir çoğumuz varlığı var eden mutlak bir varlığın olduğunu biliyoruz.
      Kimse sineğin yoktan var olduğunu iddia etmiyor.
      Bütün varlığı var eden o mutlak gücü veya Tanrı’yı ret etmiyoruz.
      Bilimsel olarak mutlak bir varlığın olmadığı ispat edilemediği için Ateistlerde dahil buna.
      Hiç bir şey yoktan var olmaz.
      Var’dan var olur.
      Cahilce saçmalamaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.

  157. Füssilet-10. O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.

    Aslında Kuran’ı eleştirmek pek içimden gelmiyor ama bu tür ayetleri görünce kendimi zorunlu hissediyorum.
    Bu ayette Allah dağları yerin üzerinde sabit yarattım diyor ama oysa tam tersi.
    Dağlar Volkanik ve Volkanik olmayanlar olarak iki biçimde oluşmuştur.

    Himalaya sıra dağları afrika kıtasından kopan Hindistan kara parçasının asya kıtasının altına girmesiyle asya kabuğunun aşağıya kaymasına, afrikadan gelen kara parçasının yükseğe çıkmasıyla oluşmuştu. Bu doğa olayından dolayı himalaya dağlarının bir çok yerinde deniz canlıları fosilleri bulunuyor.
    Avrupada bulunan Alp dağları ise asya tabakasının avrupa tabakasına sürtünmesiye oluşmuştu.

    Pasifik okyanusunun meşhur kuşağında ise plaktonik kara parçalarının birbirlerine sürtünmesiyle açılan faylardan çıkan lavlarla adalar oluşmuş. Devam eden lav püskürmeleriylede volkanik dağlar meydana çıkmıştı.
    Pasifik okyanusunda hala yeni adalar ve dağlar oluşmaya devam ediyor.

    Dağların hiç biri sabit değildir.
    Plaktonik kara parçalarının birbirlerine girmesi devam ettiği için dağlar sürekli yükseliyorlar. plaktonik kara parçalarının durağan hallerinde ise rüzgar ve yağmurun aşındırmasıyla küçülebiliyorlarda.
    Bazen Volkanik dağlarda lavların ısıtmasından dolayı dağlarda buzlar eriyor, sert olan dağ’ın bir bölümü alttan alta iyice çamurlaştığı için dağ büyük bir heyelanla yarı yarıya küçülebiliyorda.
    Bazende büyük patlamalarla bir volkanik dağ dümdüzde olabiliyor.
    Örneğin Afrikada bulunan Noron goro dağlarının ortasında bulunan, 2 milyon yıl önce son püskürmesini yapan 362 km²’lik kraterde şimdi hayvanlar otluyor.
    Himalaya dağları Kuran söyleminin aksine her yıl 2 ile 5 cm büyümekte.
    Kuran inmeye başladığı dönemden günümüze kadar Himalaya dağları 41 metre yükselmiş.
    100 bin yıl sonra dağların yüksekliğini kimse kestiremez, küçük dediğimiz dağlar büyük.
    Büyük dediğimiz dağlar yok olabilirlerde.
    Yani dağlar hiç bir zaman sabit değillerdi, milyonlarca yıllık süreçte oluştular.
    Sabit zannettiğimiz Himalaya dağlarının en yüksek tepesi Everest bu süreçte 8848 metre yükselmiştir.

  158. kadir dedi ki:

    sayın kökler ve kanatlar..

    “Füssilet-10. O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.”

    siz maalesef ayetin mesajını yanlış anlıyosunuz.. bu ayette dağların sabitliğinden değil görevinden bahsetmektedir.. yani ayetin doğru meali…

    O (allah) yeryüzünde ağır baskılar (ravase) kılmıştır/taktir etmiştir. yani burada ağır baskılar demek. yeryüzünün sarsılmaması için dağarın çivi görevini gördüğünü belirtmektedir.. dağlar ister yükselsin, isterse zamanla alaçalsın. dağların görevi yeryüzünün sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi sabit tutmasıdır.. yani bu ayette sağların sabitliğinden değil, yeryüzünün korunması için dağlara verilen ağır baskı görevinden bahsediyor..

    ayrıca lokman suresi 10. ayette de aynı duruma vurgu yapılmıştır… son olarak dağların hareketleri ile ilgili neml suresi 88. ayete bakabilirsin..

    saygılarımla..

    • Sevgili Kadir.
      Nedense bilimsel verileri kullanan hep bizler yanlış anlıyoruz, rivayetlerle yol alan sizler doğruları biliyorsunuz !!!

      Yukardaki ayette Allah dağların sabit yani durağan olduğunu söylüyor.
      Sen ise dağların görevinin yeryüzünün sarsılmaması için çivi görevi gördüklerini söyleyerek sabit olduklarını savunuyorsun :))
      Bana yanlış anlıyor diyorsun ama kendi yanlışını hiç görmüyorsun.

      ( senden alıntı)

      Sevgili Kadir doğa, yani dünya durağan (sabit) değildir, sürekli hareket halindedir.
      Durağan, yani sabit olmadığı için dağlar oluşmuştur.
      Durağan olmayan doğa’nın dağları oluşturmasının aksine sen ise dağların yeryüzünün sarsılmaması için yaratıldığını söylerken bilimsel, doğal bir gerçeği ret ettiğinin farkında değilmisin ?
      Sana bir örnek daha vereceğim.
      Rivayetler üzerine oluşturulmuş kanaatini yazma yerine sende benim gibi bilimsel verilerle yanıt ver.
      Somali, Etiyopya gibi devletlerin içinde olduğu Afrika boynuzu denen bir bölge vardır.
      Volkanik faylardan dolayı bu bölge sürekli ayrılmaktadır ve milyonlarca yıl sonra bu bölge afrika kıtasından kopacak.
      Bu gözle bile görülüyor, deniz dibindeki yarıkların devamı karada devasal kanyon oluşturuyor ve afrika boynuzu aynı madagaskar adasının ve Hindistanın ayrılması gibi yavaş yavaş ayrılıyor.
      Sen ise dağların yer yüzünü sabit tuttuğuna inaniyorsun :)))
      Yer yüzünün hareketine dağlar dayanamıyor sevgili kadir.
      Tersi durum ise volkanlarıyla ünlü izlanda da oluşmaktadır, Avroasya tabakasının kuzey amerika tabakasıyla ayrışmasından volkanik patlamalar bu adayı olusturmuştu. Dağlık bir ada olan bu ada da en çok depremler olmaktadır.
      2 milyon yıl önce volkanik patlamalarla oluşan izlanda yırtılmadan dolayı hala genişlemekte biliyormusun.
      Bilgilerini tekrar gözden geçir.
      Dağlar yer küreyi sabit tutmaz, aksine yerküre sabit olmadığı için dağlar oluşur.
      Sana tavsiyem Kuran’daki bu tür ayetleri savunurken kulaktan dolma rivayetler yerine biraz bilimsel verileri kullan.
      Esenlikler.

      • kadir dedi ki:

        sayın kökler ve kanatlar…

        öncelikle seviyeli yazılarınız için size teşekkür ederek cevap vermek istiyorum..

        dağların yeryüzünü tuttuğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.. dağların kendi yüksekliğinin hemen hemen 2 katı kadarda kökü olduğu bilim adamları tarafından tespit edilmiştir.. yeryüzünde tabiki depremler olacak. az biraz karalardan eksilecek.. burada önemli olan karalardan eksilmesi değildir.. önemli olan hayatın devam etmesi için gerekli ortamın düzenlenmiş olmasıdır.. bu bağlamda eğer dağlar olmasaydı belkide yeryüzündeki kara parçaları sarsıntılan yüzünden deniz gömülecekti. veya sürekli toprak kaymaları meydana gelecekti.. şimdi yokmudur? şimdide bu durum vardır. fakat hayatı ve düzeni etkilemeyecek derecede vardır.. eğer dağlar gibi ağır baskılar olmasaydı, yeryüzünde hayat diye birşey var olmazdı.. şimdi diyeceksiniz ki; allah hayatı yaratmak için dağlaramı ihtiyaç duymuş, dağlar (ağır baskılar) olmasaydıda allah hayatı yaratamazmıydı. yada hayat dağlaramı bağımlıdır?

        tabikide değildir. allah istese yeryüzünü sallandırmaz, dağlarada ihtiyaç olmazdı.. ama o dilediği gibi yaratır.. yeryüzü ve gökyüzü ile ilgili koymuş olduğu fizik kanunlarının yanı onun sünnetinin tecellisidir.. bu kanunlar değişmez.. bu yüce yaratanın taktiridir..

        saygılarımla..

      • KİM DOĞRUYU SÖYLÜYOR ?

        Sn. Bilal.
        FUSSİLET-10: DOĞRU MEALİ
        ‘’O, orada (yeryüzünün) üstünden,denge ve dayanıklık sağlayan dağları yerleştirdi. Orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve oradaki geçim araçlarını onları arayan (canlılar) için htiyaca uygun şekilde (bütün bunları) dört evrede planlayıp düzene koydu‘’
        deniliyor.(sizden alıntı)

        Fusulet, 10.
        Yaşar Nuri Öztürk.
        “Ve onda, azıklarını dört günde takdir edip düzenledi.”
        Dağ değil, dağın etrafındaki yiyecekler dört günde düzenleniyor.
        Sen şimdi buna dağın etrafında yetişen bitkileri oluşturan minarellerin konusu ediliyor dersen hiç şaşırmam.

        Ümit şimsek.
        “O, dört günde yerin üstünde sabit dağlar yarattı.”
        Burda dört günde sabit dağların yaratıldığı söyleniyor.

        Süleyman Ateş.
        “Arza, üstünden ağır baskılar (sağlam dağlar) yaptı.”
        Burda ise gün belirtilmiyor.

        Kadri Çelik.
        “O, yeryüzünün üstüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve onda tam dört günde dileyenler (canlılar) için eşit bir şekilde rızıklar takdir etti.”
        Burda Allah sabit dağları yerleştiriyor, Dört günde yarattığı doğada canlılar için besinleri taktir ediyor.

        İbni Kesir.
        “O; yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi ve orada bereketler yarattı. Ve onda arayanlar için dört beşit gıdalar takdir etti.”
        Dört beşit gıdalar ne demek ???
        Galiba dört çeşit,baskı hatası var.
        Dağların etrafında sadece dört çeşit gıda varmış !!!

        Gültekin Onan.
        “Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti,”
        Oysa dağlar öyle bir sarsılıyorki, yerlebirde oluyor.

        Ahmed Hulusi.
        “Orada (arzda = bedende) fevkinde sâbit dağlar (benlikler) oluşturdu.”
        Bedende sabit benlikler oluşturdu !!!
        Hiç bir anlam veremedim.

        Cemal Külünkoğlu ise dört günde ne dağların nede etrafının yaratıldığını söylüyor, Cemal Külünkoğlu dört mevsimin konusunu ediyor !!!

        Bilal arkadaş bilimsel verileri falan bırakın siz, gidin baştan kendi aranızda bir anlaşarak bir karar verin, doğru çeviri yazın.
        çevriler arasında uçurumlar var, çevriler tutarsızlıklarla dolu, bir birinden çok farklı anlamlar var.
        Birinin kara dediğine, diğeri ak diyor.
        Bu anlam ve kavram kargaşaşını düzeltmeden bilimsel konulara girmeyin siz.
        Kuran eleştiriliyor diye kimseye imansız deme hakkınız yok.
        Acizane önerim, baştan bir kendize bakın.
        Esenlikler.

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Rica edeceğim yazılarınızı kurgulamadan önce, yer nedir dağ nedir bir gözden geçirin!

      Öncelikle madem dağlar yeri sabitliyor o halde dünya tek kıta halinden 5-6 kıtaya nasıl ayrılabildi? Bu çiviler sağlam çakılamamış mı? Hani onu geçelim, yer kürenin en ortasında demir ve nikelden oluşan çekirdek onun etrafında da sıvı mağma tabakası var! Bu durumda dağ çivileri kabuğu tutsun diye nereye çakıyoruz! Biliyorsunuz bir cisim sabitlenmek için zaten sabit olan bir cisme bağlanır! Bütün yer tabakasının mağma üstünde yüzdüğü belliyken hangi sabitlemekten bahsediyorsunuz?

      ”dağların görevi yeryüzünün sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi sabit tutmasıdır.” sizden alıntı

      Sanırım bazı yerlerde çivileme işi iyi yapılamadığından depremler oluyor!

      Dağlar 2 ye ayrılır. Yer kabuğunun sıkışmasıyla oluşanlar ve yanardağlar! Yanardağlar magma tabakasının yer yüzüne çıkarak donması sonucu oluşur!

      Mesela dünyanın en yüksek dağı everest yer tabakalarının birbirine yaklaşarak (Tibet ve Hindistan) sıkıştırması sonucu ortaya çıkan bir dağdır (himalayaların tamamı)! Sürecin 26-27 milyon yıl önce başladığı hesaplanır. Dünyanın yaşının 4,5 milyar yıl olduğu düşünüldüğünde bu çivileme işleminin bayağı geç yapıldığı ortaya çıkmaktadır, ne dersiniz?

      Bu arada marsta 25 km (25.000 m) yüksekliğinde sönmüş bir yanardağ olduğunuda hatırlatmak isterim! Bizimkiler çivi ise o nedir, neden yaşamın olmadığı bir gezegene böylesine bir çivi çakılmıştır siz düşünün!

      Dağlar yeri tutsun diye dünya oluşurken çakılmamış, dünya oluştuktan sonra yer kabuğunun ve magmanın hareketleri sonucu oluşmuştur!

      Yer kabuğunun çekrdeğin hemen üstünde bulunan sıvı magma tabakasında yüzdüğünü unutmayın.

      Bir bilgi daha, Türkiyenin üzerinde bulunduğu kabuk her sene 25mm hareket etmektedir. Depremlerde cabası olduğuna göre o ayetten beklentiniz doğru değildir. Daha anlamlı bir sonuç için %80 i dağlık olan Japonya’da ki yer hareketlerini inceleyebilirsiniz!

    • rammsteinn dedi ki:

      “Füssilet-10. O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.”

      (Neml Suresi, 88)
      Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler…

      BAKARA-117
      (O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece «Ol!» der, o da hemen oluverir.

      kainatın içinde dünya, çölde bir kum tanesi gibi. evreni bile 4 günden kısa sürede yaratan tanrı dünyadaki dağları ve bereketi 4 günde yaratmış. bu yaratılış tasviri tamamen ilkel bir görüştedir. o zamanki şartlara göre gayet normal. ayrıca dağlar dünyanın kabuğunun hareketlerinden dolayı oluşmuştur ve hala dağların oluşumu devam etmektedir. dağlar yeri sabit mi tutar? jeologlar buna anca güler. ama içlerinden gülerler. çünkü normal olarak çok saygılı bir din olan islam mensuplarından çekinirler.

      • rammsteinn dedi ki:

        bu ayeti unutmuşum

        NÂZİÂT-32
        Dağlarını dikip oturttu;

        siz zahmet etmeyin ben yazayım. kesinlikle yanlış çeviridir. yanlış tefsirdir. mecaz anlamdır.
        doğru tercüme edersek doğru olarak anlarsak aslında ayet mucizelere işaret eder.
        ama inananlara….

      • bilal dedi ki:

        Sn.rammsteinn,

        ‘’kainatın içinde dünya, çölde bir kum tanesi gibi. evreni bile 4 günden kısa sürede yaratan tanrı dünyadaki dağları ve bereketi 4 günde yaratmış. bu yaratılış tasviri tamamen ilkel bir görüştedir.’’
        ‘’ sizden alıntı’’

        FUSSİLET-9 ile 10.ayet birlikte değerlendirilmelidir,çünkü 9.ayette arzın yaratılışı,10. ayette de yine ona bağlı arzın yaşanır hale getirilmesi konu edinilmiştir,bu nedenle her iki ayetin birlikte değerlendirilmesi gerekir.!

        FUSSİLET-9:

        ‘’ De ki: “Siz,yerküreyi iki evrede yaratmış olan Allah’ı gerçekten inkâr mı ediyorsunuz? O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”

        Buna göre,

        a ) Arzın yaratılışı iki evrede olmuştur,( 9.ayet)

        b) Arzın yaşanır hale gelmesi (dağların ve gıdaların vs.yaratılıp takdir edilmesi ) de iki evrede olmuş olup,işte bütün bunlar dört evrede gerçekleşmiştir. (10.ayet)

        c) Bu dört evreye arzın iki yaratılış evresi de dahildir.Bu nedenle bu dört evre sadece ‘’dağların, gıdaların vs.’’yaratılıp takdir edildiği evre değildir.

        d) Bu everler de (yani zaman dilimleri ) izafidir.Yani dünyanın yaratılış evresi ile,dağların, gıdaların vs.yaratılış everleri (zaman dilimleri ) birbirlerinden de farklı olabilir.!

        Bu nedenle yukarıdaki yorumunuzu anlamsız buluyorum !

        Saygılarımla.

    • Sevgili Kadir.
      Kimse dağların yararı olmayan oluşumlar olduğunu iddia etmiyorki.
      çivi gibi kıtaları tuttuğunu ise sen iddia ediyorsun :))
      Baştan söyleyeyim, burda benim gibi düşünen bir çok insan yaratıcı veya var edici bir varlığı,gücü, ret etmiyorlar.
      Yaşam tabiki bir zincirden oluşur, dağlarında bu yaşama etkisi ve katkısı vardır ama yaşamı salt dağlara bağlamak yanlıştır.
      Tartıştığımız konu Kuran’da konusu edilen Fusilet suresi 10’cu ayetindeki dağların sabit oluşu sÿleminin mantıksızlığı.
      Bu ayette dağların oluşumu ve etkileri anlatılmıyor, sabit, yani durağan oldukları söyleniyor.
      Dağların yararı veya etkilerini sen yazıyorsun, bende nasıl oluştuklarını ve doğayı dağlar değil, Doğa dağları oluşturduğuna dair bilimsel verileri veriyorum.
      Kadir kardeş, dağlar olmadan da dünyada yaşam vardı ve var olmaya devam edecek.
      Örneğin, okyanusların binlerce metre derinliklerinde ışığın ulaşamadığı, basıncın zirve yaptığı zifiri karanlıkta bile yaşam var.
      Yani dağlar doğal yaşamı değil, doğal yaşam milyarlarca yıl sürecinde dağları oluşturdu.
      Kuran’da Allah açık biçimde yerin üstündeki sabit dağları konu ediyor, dünya çekirdeğinden çıkan magmalardan oluşan kaya ve taşardan değil.
      Dağlar karaları falan tutmuyor, dünya çekirdeğinden dünya yüzeyine çıkan magmalar sert cisimlere dönüştügü için yer küre şeker gibi erimiyor.
      Dünyada yaşamı biçimlendiren yan maddelerin bir kısmı olmasaydı bile yaşam yine oluşacaktı ama bu bildiğimiz yaşam olmayacaktı.
      Yasamın var olduşunu salt dağlarla ilişkendirmen yanlış bir tanı.
      Esenlikler.

      • rammsteinn dedi ki:

        kadir
        davut ve süleyman peygamberin kral olduklarını kabul etmiyor ki, dağların durumunu kabul etsin. onun kuranın dediğinin dışında bir şey söylemeye yetkisi yok. yoksa cennet ellerinin arasından uçar gider.
        buradaki dindar arkadaşların her biri adeta cevher. bilimselliklerden tarihi gerçeklerden kaçıp kurana sığınıyorlar. onda bulamadıkları cevapları ayetleri sündürerek bulmaya çalışıyorlar.
        tamam insan dindar olabilir. ama anlamayı istememek nedir?

        bilal beyden şu ayetin doğru mealini bekliyorum

        NÂZİÂT-32
        Dağlarını dikip oturttu;

        doğru meal herhalde şöyle bir şey olacak;
        allah yerkabuklarını hareket ettirerek orojenik hareketlenmelere yol açarak dağları yerine yerleştirdi.

        neyse bilal bey ayeti bilimsel olarak çevirir.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Kökler ve Kanatlar

        ‘’Tartıştığımız konu Kuran’da konusu edilen Fusilet suresi 10’cu ayetindeki dağların sabit oluşu sÿleminin mantıksızlığı.
        Bu ayette dağların oluşumu ve etkileri anlatılmıyor, sabit, yani durağan oldukları söyleniyor. ” sizdene alıntı ”

        FUSSİLET-10: DOĞRU MEALİ

        ‘’O, orada (yeryüzünün) üstünden,denge ve dayanıklık sağlayan dağları yerleştirdi. Orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve oradaki geçim araçlarını onları arayan (canlılar) için htiyaca uygun şekilde (bütün bunları) dört evrede planlayıp düzene koydu‘’
        deniliyor.

        Ayete geçen‘’ revasi’ yere yerleştirilen,dengeyi sağlayan ve kökleri yerin derinliklerine kadar inen dağlar demektir.!

        Arpçada ‘’ sabit ifadesinin karşılığı yine ‘’ sabit ve camid ‘’ kelimeleridir,bu ayette ise ne ‘’sabit,ne de camid (statik) ifadeleri vardır.Bu nedenle bazı meallerde geçen ‘’sabit veya sarsılmaz dağlar ‘’ ifadeleri ayetteki arapça metnindeki ‘’ revasinin’’ karşılığı değildir.

        Bu nedenle ‘’dağların sabit,yani durağan oldukları söyleniyor.’’şeklindeki yorumunuzun hiç bir anlamı yoktur.

        DAĞLARIN FONKSİYONLARI !

        Bu makale aynı zamanda şu dillerde mevcut: İngilizce, Almanca, Arnavutça, Arapça,Boşnakça

        Kuran’da bir çok ayette dağlardan bahsedilir. İncelediğimiz ayet, bu ayetlerden biridir ve dağları kazıklara benzetmektedir. Bu benzetmenin mucizevi yönünü ancak son yüzyıldaki jeolojik bulgulara dayanarak anlayabiliyoruz. Dağların yeryüzünde görünen kısmından çok daha büyük olan kökleri, yerin altında görünmez bir durumdadır. Dağların yerin altındaki kökleri, dağın görünen kısmının 10-15 katına kadar çıkabilmektedir. Örneğin Dünya’nın en yüksek noktası olan Everest Tepesi, yerin 9 km kadar üstündedir, oysa bu noktanın yerin altındaki kökü 125 km civarındadır. Bir kazığın fonksiyonlarını yerine getirmesi için kazığın yerin altına saplanan kökü nasıl çok önemliyse, aynı şekilde dağ için de yerin altındaki kökü çok önemlidir.

        Kazık şeklinde dağlar
        Kıtaların üzerindeki dağların kökü olduğu gibi, denizlerde de dağlar vardır ve bunların da kökü vardır. Dağların volkanik kayalardan veya tortulardan oluşması gibi farklılıklar vardır, fakat dağların kökünün olduğu gerçeği hep aynıdır. Dağların kökü Arşimet kanunları çerçevesinde dağların görünür kısmına destek olmaktadır. Değil Peygamberimiz’in döneminde, bundan birkaç yüzyıl önce bile dağların bir kökü olduğunu bilmenin imkanı yoktu. Bu yüzden Kuran’ın dağları kazıklara benzeterek yaptığı benzetme çok yerinde, çok isabetli, mucizevî bir benzetmedir.

        Jeoloji biliminin yeni bulgulara göre kendini yenilemeyen kitaplarında dağların köküne veya dağların yerkabuğunu sabitlemekteki fonksiyonuna rastlayamayabilirsiniz. Fakat bu bilgilere rastlayabileceğiniz kitaplar da mevcuttur. “The Earth” (Yeryüzü) bunlardan biridir. Kitabın yazarı Frank Press, Bilimler Akademisi başkanıdır ve Amerika’nın eski başkanlarından Jimmy Carter’ın bilimsel konulardaki danışmanıdır. O, dağları, kökünün çoğu toprağın derinliklerinde olan çiviye (wedge like shape) benzetir. Dr. Press dağların fonksiyonlarını uzun uzadıya anlatır ve onların yerkabuğunu stabilize etmekteki önemli rollerine dikkat çeker. Bu bilgi Kuran’ın 14 asır önce verdiği bilgilerle tamamen aynıdır.
        Onları sarsmasın diye yeryüzüne dağları yerleştirdik… (21:31)
        Yerkabuğu aslında sıvı bir ortamın üzerinde yüzer durumdadır. Yerkabuğunun kalınlığı çoğunlukla 5 km civarındadır. Oysa dağların altındaki kalınlık 35 km gibi değerlere ulaşmaktadır. Bunun sebebi dağların kazıklar gibi yerin altında bir köke sahip olmalarıdır. Kazıklar nasıl bir çadırı toprağa sabitliyorsa, dağlar da kazıkların bu görevini yerkabuğunun sabitlenmesinde yerine getirmektedirler.
        Dağlar yerkabuğunu meydana getiren tabakaların çarpışmaları, bir tabakanın diğer tabakanın altına girmesi sonucu oluşmuştur.Üstte kalan tabaka kıvrılıp dağları oluşturmuştur. Alttaki tabaka da derine doğru uzanan dağın kökünün oluşmasını sağlamıştır. Böylece dağlar yeraltına doğru uzanan kökleri ile yerkabuğu tabakalarının birbirlerine kaynaşmasını sağlar.

        Dağların toprağın içinde derin kökleri vardır.
        Dağların yerkabuğunun genel dengesini sağlamadaki etkisi izoztesi (isostasi) diye tanımlanır. Webster’s New Twentieth Century Dictionary’de (Webster’ın Yeni 20. yüzyıl sözlüğü) bu terim şöyle açıklanır: “Jeoloji’de dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yerçekimsel kuvvet sayesinde yerkabuğunun genel dengesinin sağlanması.”

        Dağların Yer kabuğunun genel dengesini sağlamadaki etkisi izoztesi(isostasi) olarak tanımlanır.
        Dağların sıradan bir yeryüzü çıkıntısı olarak algılandığı dönemde, dağların yeryüzündeki dengeyi sağlayıcı özelliğine ve gözle görülmeyen köküne işaret eden Kuran, her konuda olduğu gibi bu konuda da bizi kendine hayran bırakmaktadır.
        Modern jeolojik ve sismik araştırmalar neticesinde ancak keşfedilebilen bilimsel bir gerçeğin bilim ve tekniğin olmadığı bir asırda Kur’an da açıkça ifade edilmesini ne ile izah edeceksiniz?
        ‘’ alıntıdır ‘’

        Bilim ve tekniğin olmadığı bir asırda dağların bu tür fonksiyonunu doğru anlatan kur’an, evreni yaratan yüce allah’ın kitabıdır” diye iman mı edeceksiniz?
        Yoksa hala bu güneşe gözlerinizi kapatıp kendinizi karanlığa mahkum mu edeceksiniz?

        Saygılarımla.

      • Sn. Bilal.
        Bilimsel verileri zaten kimse inkar etmiyor, edemezde.
        Bunları var eden doğa olaylarının arkasında olan bir gücün olduğunuda en azından ben ve diğer arkadağlarda inkar etmiyor.
        Tartışma konumuz bu bilimsel doğa olayları değil, Kuran’daki dağların sabit oluşuna dair söylem.
        Kusura bakmada ben Fusulet 10 ayetinde bilimsel verilerin olduğunu göremedim.
        Dağların sabit ve yer kabuğunu tuttuğunu söylemek bilimsel verilerle uyuşmuyor.
        Bu ayette söylenende sadece bu, başka veri yok.
        Dağlar sabit, etrafında olan yeşilliklerde hayvanlar otluyor demek 1400 yıl öncesinde kimsenin bilmediği bilimsel bir bulgu olduğunu hangi mantıkla iddia ediyorsunuz hayret birşer.
        Bizi mutlak bir varlığa veya güce inanmayan insanlar olarak göstertip şeytan taşlama kurnazlığıdan bir defa vaz geçin.
        işinize gelince Sümer Tengri inancı kökenli babil efsanelerinden araklanarak oluşmuş yahudi ve hiristiyan inancında olan insanları yeri geldiğinde dindar, işinize gelmeyince kafir diye lanetliyorsunuz.
        Sakın hayır deme.Kuran, Hz Muhammedin peygamberliğini kabul etmeyenlerin ya öldürülmelerini, ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesini istiyor.
        Bu da bilimsel bir mucize olmalı !!!

        Gözlemlediğim kadarıyla yorumlarından edindiklerime göre diğer arkadaşlarda oluşumun kendi başına serseri bir biçimde rast gele oluştuğunu iddia etmiyor.
        insanları inançsız diye yaftalamaktan vaz geçin.
        Birde bilim insanlarının bulgularını kullanarak dağların yerküreyi tuttuğunu iddia etmeyin.
        Yer küreyi dağlar değil, yer çekirdeğinden çıkan magmaların sertleşmesi birarada bir süre tutsada yer küre hala hareletli ve değişken.
        Yani dağlar olsada olmasada dünya hareketli ve değişken, durağan değil.
        Kuran’ın iddiası durağan, bilim ise aksini söylüyor.
        Hepsi bu, daha neyi tartışıyorsunuz ?
        Bilal kardeş merak etme bizim yönümüz güneşe değil, güneşide var eden mutlak varlığa ama siz bunu göremiyorsunuz
        Bunu görmek için siz Mekke’de kendi yarattığınız put yerine, şu içinizdeki putlaşmış şeytanı bi güzel taşlayıp öldürün baştan.
        Esenlikler.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Kökler ve Kanatlar,

        ‘’ Sakın hayır deme.Kuran, Hz Muhammedin peygamberliğini kabul etmeyenlerin ya öldürülmelerini, ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesini istiyor.
        Bu da bilimsel bir mucize olmalı !!! ‘’ sizden ‘’

        ALLAH VE RESULÜNE SAVAŞ NE DEMEK ?
        MAİDE-33.ayetin Kafirlerle/ Hz Muhammedin peygamberliğini kabul etmeyenlerle hiç bir alakası yoktur,bunların sucu küfür/ hz Muhammedin peygamberliğini kabul etmemek/ değildir.İnsanları öldürüp bozgunculuk yapmaktır. Yani burada verilen hüküm küfür ve inançsızlık için değildir.İnsanları öldürüp bozgunculuk yapanlar içindir. Hatta İmam Şafii, İmam Malik ,Ebu Sevr ,Ebul Münzir ve bütün re’y ehli alimlerine göre bu ayetin hükmü müslümanlardan bu suçu işleyenlere yöneliktir.Bu ayet bu sucu işleyen ve terör estirenler hakkında indirilmiştir,gayri müslimlerle bu ayetin hiç bir alakası yoktur.!

        Konuyla ilgili metni gösteriyorum:
        وَقَالَ مَالِك وَالشَّافِعِيّ وَأَبُو ثَوْر وَأَصْحَاب الرَّأْي : الْآيَة نَزَلَتْ فِيمَنْ خَرَجَ مِنْ الْمُسْلِمِينَ يَقْطَع السَّبِيل وَيَسْعَى فِي الْأَرْض بِالْفَسَادِ . قَالَ اِبْن الْمُنْذِر : قَوْل مَالِك صَحِيح , وَقَالَ أَبُو ثَوْر مُحْتَجًّا لِهَذَا الْقَوْل : وَفِي الْآيَة دَلِيل عَلَى أَنَّهَا نَزَلَتْ فِي غَيْر أَهْل الشِّرْك ; وَهُوَ قَوْله جَلَّ ثَنَاؤُهُ : ” إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا مِنْ قَبْل أَنْ تَقْدِرُوا عَلَيْهِمْ ” … ; فَدَلَّ ذَلِكَ عَلَى أَنَّ الْآيَة نَزَلَتْ فِي أَهْل الْإِسْلَام {القرطبي – ج – 3 – ص – 510 }
        .Bu ayetin hükmü kimlere yöneliktir? İmam Malik,İmam Şafii ve diğer alimlere ait naklettiğim metnin de sizin bu iddanızı tamamen geçersiz kılmaktadır. Bu ayet sadece müslümanlar hakkında indirilmiştir.Müslümanlardan bu sucu işleyenlere bu tür cezalar öngörülmektedir. Fakat,bu suçu işleyen her kim olursa olsun fark etmez,bu ceza,suçu işleyen herkes için de geçerlidir.Çünkü kur’an,Allah’a ve resulüne,yani topluma ve onun hak düzenine karşı savaşan,terör estirip masum insanların canına kıyan,toplumun huzur ve düzenini bozmaya çalışan herkese bu müeyyideyi öngörmektedir……Bu ayetin hükmü hiç bir kimsenin inancıyla asla bir alakası yoktur.Bu nedenle söz konusu iddianız mesnetsiz olup,asla gerçeği yansıtmamaktdır.İnanmadıklarından veya kafir olduklarından dolayı hiç bir kimseye böyle bir ceza yoktur.İnanmamak veya kafir olmak gibi durumların hiç biri asla böyle cezayı gerektirmez.Kafir olmanın cezası ancak ahirette olur,dünyada değil…

        ALLAH VE RESULÜNE SAVAŞ,TOPLUMA KARŞI AÇILAN SAVAŞ DEMEKTİR.!!!

        Bu tür caydırıcı cezalar olmayınca bu gün dünyanın bir çok yerinde gördüğümüz nice katliamlar, masum insanların canına yönelik nice terör olayları var olmaya devam edecektir.İşte bu tür cezalar bunlara yöneliktir.Bu,öyle ferdi olaylar da değildir.. Mesela bugün bir çok yerde katliam yaparak elindeki silahlarla ve hatta kimsyasal silah kullanarak halkını öldüren ve halkını zulumla yönetmeye çalışan nice diktatörler,masum insanları hedef alan nice terör örgütleri vardır..İşte MAİDE-33.ayette ‘’Allah’a karşı savaş, topluma karşı savaştır.Katliam yapmaktır,topmun huzur ve düzenini bozmaktır.’’ Bunu yapanlar egemen güçler,çeteler,terör örgütleri vs.dir. İşte ayetin getirmiş olduğu bu ağır müeyyideler sadece toplumu hedef alan ve yeryüzünün düzen ve nizamını bozan bu tür kimslere yöneliktir…Peki halkının meşru haklarına karşı çıkıp katliam yapan diktatörlere, çetelere,terör örgütlerine ve bilfiil katliam yapıp nice masum insanları öldürenlere karşı kur’an’ın öngörmüş olduğu bu tür cezai müeyyideler haşa adaletsizlik mi.? Bunlar tarafından öldürülen binlerce mazlum halkın hakları nerede.? Neden öldürülen binlerce mazlumların hakları savunulmuyor.? Yoksa halkına karşı toplu katliam yapanları ile bir çete veya örgüt olup yüzlerce masum insanları ödürenleri masum mu bilelim ?

        ÖZETLE, a) MAİDE-33.ayetin öngörmüş olduğu bu tür caydırıcı cezalar ferdi olaylara değil,toplu katliam yapanlar,halka karşı terör estiren vb.örgütlere yöneliktir…Toplu katliam yapan veya terör estirp nice masum insanların hayatına son verenler bu cezayı hak ediyorlar.. İşte bugün terör estirip nice masum insanları öldürenlere kur’an’ın bu caydırıcı müeyyidelerinin uygulan masına şiddetle ihtiyaç vardır.. Bu eyette din ve inanç için bir savaş yoktur.Bu ayet,müşrikler,kafirler ve inanmayanlar için değil,böyle bir suçu işleyecek olan müslümanlara yöneliktir. Bir yandan terörden yakınıyıorsunuz,öbür yandan da terör estirip katliam yapanlara karşı kur’an’ın öngörduğu bu cezalara karşı çıkyorsunuz..b) Bu tür cezalar müşrikler ve inanmayanlar için değil,kim katliam yapar veya terör estirip halka karşı savaşırsa bu tür cezalar onlar içindir.. c) Bunu yapanlara söz konusu ayette geçen cezalardan sadece bir tanesi uygulanabilir,hepsi değil.. Yani katliama maruz kalan halk hangi ceza türünü isterse o uygulanacak, diğerleri değil…..Çünkü ayette cezalarda seçenekler vardır.Bunlardan sadece birisi uygulanır..Bunlara verilebilecek cezalardan birisi de sürgün olayı veya hapistir.Çünkü sürgün demek onu evinin dışında kendisne ait olmayan bir yerde tutmaktır….. Bunlardan dolayı mağdur olan toplum isterse onların cezalarını sadece hapisle de verebilir…… Mademki,topluma karşı katliam ve savaş yapılmış,öyleyse ceza konusunda karar verecek olan da söz konusu toplumdur. Yoksa katliam yapanları veya binlerce masum insanları öldüren diktatörleri af mi edilim.??? Nice masum insanları öldüren canileri af mi edelim ? Peki,öldürülenlerin hakları nerede kalıyor ? Katliam yapan,bombayla yüzlerce masum insanı öldüren,toplumun huzur ve güvenini sarsan,veya halkına karşı ağır ve kimyasal silah kullanıp binlerce masum insanı öldüren caniler af mi edilsin? Onlara verilebilcek bu tür caydırıca cezalar adaletsizlik mi.? İşte kur’an’ın öngördüğü ceza bu tür canilere yöneliktir.İşte ancak,bu tür caydırıcı müeyyidelerle suç ve cinayetler önlenebilir… !!!

        ” ALLAH’A VE RESULÜNE SAVAŞ AÇMAK NE DEME ? ” MAİDE SURESİ 33.AYET:

        Kur’an-ı Kerim de ” Allah’a Karşı savaş ” Topluma ve toplumun hak düzenine karşı savaş
        ve katliam.demektir. (zaten kimse Allah’la savaşamaz) Ayette geçen”Allah ve Resulüne”Yani topluma karşı savaş ve yeryüzünde bozgunculuk”şeklinde ifade edilen suç;katliam,terör,eşkiya,kan dökme,yol kesme,yağmalama,silahli organize suç örgütleri, mafya ve masum insanları öldürme gibi toplumun huzur ve düzenini bozmaya yönelik silahli örgütsel eylemlerdir….
        İslam; bir insanın haksız yere öldürülmesini bütün insanların öldürülmesi gibi büyük suç sayar,halkın huzur ve sükünü kaçırıldığı için de topluma karşı ( Allah ve resulüne karşı) büyük suç işlenmiş sayılır.

        Özetle (Allah’a karşı savaş ) topluma karşı savaş ve katliam yapmaktır.!!!

        Ayrıca,Maide 33,Şuara 49 ve A’raf 124.ayetlerde ‘’ Çaprazlama ‘’ şeklinde bir ifadeyi de bulamıyorum, ilgili ayetlerde geçen ‘’من خلاف ‘’ min hilafin ‘’ kelimesinden şöyle anlaşılıyor. Maide-33: ” Allah ve resulüne.’’ topluma ‘’ savaş açanların,yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası,öldürülmeleri veya asılmaları yahut bunlardan FARKLI olarak el ve ayaklarının kesilmesidir. ( el ve ayaklarına kelepçe takılmak suretiyle tutuklanıp hapse atılmasıyla güç ve kuvvetlerinin kesilmesi de olabilir) Yani el ve ayaklarını kesmekten maksat güç ve kuvetlerini kesmektir ‘’ diye anlaşılıyor…

        a) Her üç ayette de ‘’من خلاف ‘’ min hilafin ‘’ den maksat ‘’ veyahut bunlardan farklı,ayrı olarak……’’ şeklinde bir anlam çıkıyor… b) Muhalefetlerinden dolayı ….’’ şeklinde de bir anlam çıkıyor….Yani ”الله اعلم ‘’ her iki durumda da ‘’ çaprazlama ‘’ şeklinde bir ifade yoktur.. Bu iki anlam,diğer bütün ayetler için de geçerlidir…
        Özetle, ‘’الله اعلم ‘’ayetin arapça metninde ‘’ çaprazlama ‘’ diye bir ifade yoktur.. .

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır. (maide-33)

        —Sakın hayır deme.Kuran, Hz Muhammedin peygamberliğini kabul etmeyenlerin ya öldürülmelerini, ya da ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesini istiyor.
        Bu da bilimsel bir mucize olmalı (Kökler ve kanatlardan alıntı)

        her zaman yaptığın gibi, daha önceki mesajlarda sorulmuş soruları pas geçip sonraki mesajlarda hatalı bir ifade bulduğunda altın madeni bulmuş gibi sahibinin sesinden solo konsere başlıyorsun?

        elbette Muhammede inanmamak Muhammede savaş açmak anlamına gelmeyeceği gibi, Muhammedinde kendisine inanmayanlara sebepsiz yere savaş açacağı düşünülemez,

        maide-33 Muhammede savaş açanlara, yeryüzünde Kuranın tanrısının koyduğu düzene savaş açanlara, yani Kuranın tabiriyle iç ve dış fitnecilere uygulanacak cezai müeyyidelerden bahsediyor,

        bir sürü şey anlatıp duygu sömürüsü yapmana hiç gerek yoktu, Arapçayı en iyi bildiğin iddian senin kendini bağlar ama duygu sömürüsü konusunda senin eline su dökemez, tamda birilerine başdanışman olacak birisin?

        —Maide-33: ” Allah ve resulüne.’’ topluma ‘’ savaş açanların,yeryüzünde bozgunculuk yapanların cezası,öldürülmeleri veya asılmaları yahut bunlardan FARKLI olarak el ve ayaklarının kesilmesidir. ( el ve ayaklarına kelepçe takılmak suretiyle tutuklanıp hapse atılmasıyla güç ve kuvvetlerinin kesilmesi de olabilir) Yani el ve ayaklarını kesmekten maksat güç ve kuvetlerini kesmektir ‘’ diye anlaşılıyor… (senden alıntı)

        senin şu tanrın ne demek istediğini tam olarak anlatsaydı da, ne demek istediğini tam olarak anlamadıkları için Maraş katliamında, katliamcıların çaprazlama kol ve bacak kesmelerine sebep olmasaydı veya şeriatla yönetilen Ülkelerden bazılarında teröristlere verdikleri cezalar arasında kol ve bacak kesme cezası da olmasaydı?

        aç olduğu için fırından ekmek çalan çoçukları terör suçlusu olarak görüp, kollarını, bacaklarını çaprazlama keserek sokak aralarında ölüme terk edenlerin terör tanımını çarpıtmalarında tanrınızın bir suçu yoksa da, uygulanan cezai yöntemde maide-33’ün katkısı inkâr edilemez?

        ne demek istediğini tam olarak anlatmaktan aciz bir tanrının senin gibi bir tercümanı varken sırtı hiçbir zaman yere gelmez, zaten senin tanrında “iyiki varsın Bilâl, sen olmasaydın benim ifade özürlü olduğum ortaya çıkacaktı, şükürler olsun ki senin gibi bir tercümanım var” diyormuş?

        savaş faslına gelirsek, düşmanla karşılaştığınızda onların boynunu vurun, anlaşmayı bozanları yakaladığınız yerde öldürün, din Allahın oluncaya kadar onlarla savaşın, ifadelerinden ayetlerin ilk sırasında söz ederek, temel emrinin bu olduğunu bildirerek, bu yönde direktif veren bir tanrı, bu temel direktiflerin uygulanamaması durumunda, yani düşmana üstün gelinemediği durumlarda alternatif seçeneklerden bahsetmesi Kuranın tanrısının asıl amacının ne olduğunu ortadan kaldırmaz,

        Kuranın tanrısının asıl amacının da ne olduğu, inanırlarını savaşa teşvik etmesinden, bunu sağlamak için savaşı farz kılmasından anlaşılıyor,

        —Onlara verilebilcek bu tür caydırıca cezalar adaletsizlik mi.? İşte kur’an’ın öngördüğü ceza bu tür canilere yöneliktir.İşte ancak,bu tür caydırıcı müeyyidelerle suç ve cinayetler önlenebilir… (senden alıntı)

        sanki başka Ülkelerde caydırıcı cezalar yokmuş gibi, sanki Kuran gelmeden önce suçlular cezalandırılmıyormuş gibi, el, kol, bacak kesme gibi fiziksel cezaları mazur göstermeye çalışman, Kuranın tanrısının iğrenç cezalandırma yöntemlerine bahane aramaktan başka bir şey değil,

        eğer suçluya ölüm cezası verdiysen, kes kafasını olsun bitsin, kol ve bacaklarını çaprazlama keserek, suçlunun ızdırap çekerek kan kaybından ölmesini beklemek niye?

        teröristleri bir kenara bırak, Amerikada, bireysel suç işleyenleri bile elektrikli sandalyede idam ediyorlar,

        eğer cezalar caydırıcı olsaydı, Amerika en çok suç işlenen Ülkeler arasında birinci olmazdı, kaldıki elektrikli sandalyeye oturtmak, kol bacak kesmekten daha beter bir iğrençlik?

        elbette caydırıcılık suç işleme oranını azaltır ama suç işlemeyi önleyemez, önemli olan işlenen suçlara verilecek ceza yöntemleridir, Devlet intikam alma kurumu değildir, Devlet öngördüğü cezalarda suçluya işkence yapma hakkına sahip değildir,

        bunu Amerika ölüm cezalarında yapıyorsa da, bu beşerin iğrenç bir uygulamasıdır ama bir tanrının suçlunun işkence yoluyla öldürülmesini istemesi ancak yarattığı kullarına zulmeden bir tanrı için söz konusu olur,

        şimdi sen, “bu fiziksel işkenceler ne ki, sen birde cehennemdeki fiziksel işkenceleri görsen, kol, bacak kesme, cehennemdeki fiziksel işkencelerin yanında devede kulak kalır” diyeceksin,

        ama haklısın, bende kalkmış cehennemdeki fiziksel işkencelerden söz etmek varken, kol bacak kesmenin iğrenç bir şey olduğundan bahsediyorum, yani okyanusu görmezden gelip su damlasından söz ediyorum,

        özetle, cezaların asıl amacı suç işlemeyi önlemek olsa da, suç işlenmesine tamamen engel olamamaktadır, aslolan suçluya verilecek cezaları fiziksel işkenceye dönüştürmemektir, çünki ceza uygulayıcılılar (Devlet) intikam duygusuyla hareket edemezler, hele bir tanrı intikam duygusuyla hiç hareket edemez?

        aşağıdaki sorular halâ güncel, cevapları alınıncaya kadarda güncelliğini koruyacaktır,

        çok iyi bildiğini iddia ettiğin Arapçayı nereden öğrendin?

        Kuranın tanrısı, Kuranda kısas hükmü ihdas etmek için bakara-178’i gönderdiğinde hüre hür, köleye, köle, kadına kadın kriterleri getireceğine, kefaret hükmünü iptâl edip yerine tazminat hükmünü getirecek şekilde, doğrudan Tevrattaki cana can hükmünü hüküm altına alsaydı, Muhammed cana can hükmüne göre suçluyu cezalandıramaz mıydı?

        cezalandıramazdı diyorsan, bana sebebini açık ve net olarak anlatmalısın,

      • Sn.Bilal.
        Baştan söyleyeyim, senin kuran çevrilerine malesef güvenmiyorum.
        Defalarca kendi arzuladığın biçimde tahrifat yaptığına tanık oldum.
        Akademik savlarıyla konularında uzman, güvelir insanların çevrileri toplum ve konularında uzmanlar tarafından kabul gördüğü için bunların gerçeğe yakın doğru çevriler olduğunu kabul ediyorum.
        Maide:33’teki ilk söz “Allah ve resulune karşı savaş açanlar” diye başlıyor.
        islamda Savaş/Cihat illa silahla yapılmadığını sende çok iyi biliyorsun.
        Sen de burda yazılar yazarak bir nevi cihat yapıyorsun değilmi ?
        şark kurnazlığından vaz geç.
        Cihat/Savaş sadece silahlarla yapılıyor tezinden yola çıkarak öyküler anlatma.
        Islam termilojisine göre bizlerde yazılarımız ve düşüncelerimizle bir nevi savaştayız.
        Islam’a göre Allah ve Resulune düşüncelerimizle savaş açtığımız için bizler islam toplumunda bir nevi bozgunculuk yapıyoruz.
        Silahsız karşı cihat yani.
        Cihatı salt silahlı savaşa bağlayıp öyle olsaydı şöyle olurdu, uygulansaydı böyle olurdu örneklerinle konuyu dallandırıp budaklandırma.
        Ben islam şeriati ile yönetilen bir ülkede yaşamış olsaydım bozgunculuk yaptığım için Maide:33’e göre cezalandırılacaktım.
        Örneğin, Arabistan, Afganistan, iran, Somali, Mali, Sudan, yeni devlet Işid,Libya.
        Bu devletlerde öldürülen insanlar ne için katlediyor ?
        Tunusta solcu ve Laikleri bir partide toplayarak yükselişe geçen Mohamed Brahmi ve Chokri Belaïd Tunus’un Selefi başkanı Boubaker Hakim tarafından bozgunculuk yaptığı için kahpece katlettirilmedimi ?
        Bu ayette hapis,sürgün var ama öldürülmeleri, asılmaları ve ellerinin, ayaklarının çapraz kesimide var.
        Bu uygulamalar seçeneği bozgunculuk yapan insana verilmiyor.
        Aksine bunların hangi biçimde cezalandırmaları gerektiği söyleniyor.
        Yani yasayı uygulayan katilin vicdanına kalmış bozgunculuk yapanın kaderi.
        Islami devlet ve örgütlerde bunu çok güzel uyguluyorlar.

        Bu ayet sadece müslümanlar hakkında indirilmiştir.Müslümanlardan bu sucu işleyenlere bu tür cezalar öngörülmektedir. Fakat,bu suçu işleyen her kim olursa olsun fark etmez,bu ceza,suçu işleyen herkes için de geçerlidir.(senden, Bilal’den alıntı)

        Uydurma.
        Ya kardeşim, imam Malik, şafi, Hanbeli, Hanefi ve diğerlerinin söylemlerindeki saçmalığı görmüyormusun.
        Allah ve Resulüne savaş açarak bozgunculuk çıkaran zaten müslüman değildir.
        sen hangi mantiklar bu uygulama müslümanlar içindir diyebiliyorsun ???
        Sn.Bilal uydurma, Hanefi mezhebinde namaz kılmayan kişi dövülür; Hanbeli, Şafi ve Maliki mezheplerinde ise öldürülür.
        Imam şafi, Malik, Hanbeli için dinden dönen kadın ve erkek öldürülür. Sen ne masalı anlatıyorsun.
        Senin bu imamların saçma iğrençliklerinden demi haberin yok?

        FARKLI olarak el ve ayaklarının kesilmesidir. ( el ve ayaklarına kelepçe takılmak suretiyle tutuklanıp hapse atılmasıyla güç ve kuvvetlerinin kesilmesi de olabilir) Yani el ve ayaklarını kesmekten maksat güç ve kuvetlerini kesmektir ‘’ diye anlaşılıyor. (senden, Bilal’den alalıntı)

        Nedir bu, şakamı yapıyorsun, dalgamı geçiyorsun ?
        El ve Ayakları çapraz kesme, hokus pokusla oldu kelepçeleme !!!
        Yazılarını arapça sözcüklerle süsleyerek dogrusunu ben yazıyorum diye bizi aptal yerine koyuyorsan çok yanılıyorsun.
        Tam tersi oluyor.
        Türkçem kadar iyi dercede iki yabanci dil bilirim. Bu ayetlerin anlamlarını yabancı dillerden de okudum.
        Bütün din bilimci, konularında uzman olmuş dil bilimciler,Mezhep imamları, Ulemalar yanılıyor tek sen doğruyu söylüyorsun öylemi ?
        Pes yani, bu kadar sallama olmaz.

        çaprazlama ‘’ diye bir ifade yoktur.. .(senden, Bilal’den alıntı)

        Bi hokus pokusta burda, çapraz kayboldu !!!
        Merakla kargaların sana gülmelerini bekliyorum, onlarda şaşkın :)))

        Bu ayetin hükmü hiç bir kimsenin inancıyla asla bir alakası yoktur.(senden, Bilal’den alıntı)

        Vardır, “Allah ve resulune karşı savaş açanlar” deniliyor.
        Örnek verdiğin Mezhep imamların dinden çıkanları bırak, Namaz kılmayanların bile öldürülmelerini emrediyor.
        Söyle, bu devirde Allah’a ve resulune bir insan nasıl savaş açar ?
        Yazılarıyla ve düşünceleriyle.
        Mehep imamlarında Kuran’a uyarak öldürmüşler..
        Cihatın, salt silahla yapılmadığı için tahrifat ve uydurmalarla beznmiş bütün söylemlerin geçersiz.
        Tekrar söyleyeyim, ben varlığı var eden, yada ezelden beri var olan mutlak varlığa düşüncelerimle savaş açmıyorum.
        Kuran’daki mantıksal,bilimsel, insani olmayan söylemleri eleştirip yazıyorum.
        Ama benim bu yazdıklarım Kuran için bozgunculuk olduğu için Maide:33 göre cezalandırılmam gerekiyor.
        Kuran’ın hakkını veren, işid, El kaide, sahra altı ülkelerde El şabab, Selefiler çok güzel Kuran’sal cezayı uyguluyorlar.
        Ya ellerini ve ayaklarını çapraz kesiyorlar, asmak zahmetli olduğu için kurşuna diziyorlar, ya da milyonlarca insanı vatanlarından yurtlarından kopartarak sürüyor, sefalete mahmum ediyorlar.
        Kadınlarınıda Nisa:24’de uyarak cariye yapıyorlar.
        şark kurnazlığıyla bunlar islam’ı temsil etmiyor de kurtul hemen…
        Madem Kuran insanlığa huzur vermek için geldi, neden islam dünyasında kan ve göz yaşı eksik olmuyor ?
        Kuran’ı anlamıyorlar diye havada kalan, yaşanan gerçekle çelişkili anlamsız cümleler kurma, zaten anlaşılmadığı için kan ve göz yaşı eksik olmuyor.
        Milyonlarca insanın ölümüne neden olan, milyonlarcasını sefalete mahkum eden, islami temsil eden dinciler yüzünden toprakları işkale ugrayan, dogal zenginliklerinin sömürülmesine neden olan bu inanç neden kan ve göz yaşından başka birşey vermiyor.
        Müslümanlar peygamberin ölümünden hemen sonra çekişmeye başlıyor, arkasından Ayşe ve imam Ali savaşıyor, sonuç iktidar uğruna binlerce ölü.
        O gün bu gündür( ibrani çıkışlı diğer inançlarda dahil buna)1400 yıldır insanlara huzur vermeyen, aksine katliamlara ve sefaletlere neden olan bu inanca nasıl mükemel,kusursuz deriz.
        Sorun insan’da değil, sorun insanları canavara dönüştüren inançlarda ve ideolojilerde.
        Esenlikler.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kökler ve Kanatlar;

        —Sorun insan’da değil, sorun insanları canavara dönüştüren inançlarda ve ideolojilerde. (senden alıntı)

        —elbette Muhammede inanmamak Muhammede savaş açmak anlamına gelmeyeceği gibi, Muhammedinde kendisine inanmayanlara sebepsiz yere savaş açacağı düşünülemez, (benden alıntı)

        tespitinde son derece haklısın,

        ben, bir peygamberin kendisine inanmayanlara karşı sebepsiz yere savaş açmayacağını söylerken bir peygamberin zorba olamayacağı düşüncesinden hareketle öyle bir cümle kurdum,

        çünki bir peygamberin zorba olacağını düşünülemez ama o peygamberin inanırlarının, tabiri caizse kraldan çok kralcılık yaparak, Muhammede inanmayanlara sebepsiz yere savaş açtıkları tarihi kanıtlarla sabittir,

        savaşın farz kılınmasının savaşçı bir tanrı imajı yarattığı için bunu gözden kaçırmak isteyen bazılarına göre, Kuranın tanrısının farz kıldığı savaş aslında savunma savaşıymış??? yani Kuranın tanrısı Müslümanların kendilerini savunabilmesi için savaşı farz kılmış???

        iyiki farz kılmış, ya birde farz kılmasaydı? örneğin: Mekkeliler Medineye saldırdıklarında, Medineliler, bize savunma savaşı farz kılınmadı deyip savaşmak yerine boyunlarını Mekkelilerin kılıçlarına uzatacaklardı?

        halbuki Halifeler döneminde, ilk halife Ebubekir döneminde, Bizans ve sasaniler üzerine seferler düzenlenmiş, hire ele geçirilmiş, Suriye kapıları Müslümanlara açılmış, Ömer döneminde, Suriye, Mısır ve İran fethedilmiş, Osmanla birlikte dünya durdukça sürecek olan birbirlerini boğazlama dönemi başlamış,

        her halde bu halifeler ele geçirdikleri Ülkeleri, ele geçirmeden önce, bu Ülkelerin günün birinde kendilerine saldırabileceklerini varsayarak onlar bize saldırmadan biz onlara saldıralım diye düşünmüş olmalılar? yani kendilerine karşı vuku bulacak potansiyel tehlikeyi önlemek amacıyla önceden tedbir alarak onlar bize saldırmadan biz onlara saldıralım demişler, yani kendilerini savunmak düşüncesiyle saldırmışlar?

        herhalde sonradan kurulan din devletleride, halifelerin yolundan giderek, kendilerini savunmak için saldırı politikası gütmüşler? yani potansiyel tehlikeyi bertaraf etmek için önleyici tedbirler almışlar?

        oysa, Emevilerin, Abbasilerin, Osmanlı impratorluğunun Allahın dinini yeryüzünde egemen kılmak bahanesiyle, dini siyasete alet ederek işgal ettikleri Ülkelerin hiç biri ne Mekkeye saldırmıştır, nede Medineye,

        o nedenle tespitinde son derece haklısın, çünki yayılmacı politika izleyen saldırgan (emperyalist) devletler, bunu din veya ideoloji silahını kullanarak yapmışlardır, ideolojiler insan ürünü oldukları için ancak tepkiye neden olsalarda, günün birinde tarihin çöplüğüne gitme olasılıkları söz konusu, tarihin çöplüğüne gidenlerin taraftarları ise radikal olarak tabir edilen küçük gruplardan ibaretir,

        ama dinlerin tanrıdan geldiği iddia edildiği için dinleri tarihin çöplüğüne göndermek son derece zor? dolayısıyla dinler var olduğu sürece din silahı insanları canavarlara dönüştürmeye devam edecek?

      • Sn. 1okuyucu.
        Söylemlerinde yerden göğe kadar haklısın.
        Hepsi tarihsel bir gerçek.
        Birde Islam’da cihat sadece savaşla yapılmaz, gücün yettiği kadar.
        Yazılarınla, davranışlarınla, bulunduğun konumu kullanarakta cihat yapılır.
        Yani düşmana gücün yettiği kadar mucadele etme ve zarar verme.
        Güçlü olarak savaşacak konuma gelince Cihat, yani gerçek savaş başlar.
        Avrupada yaşayan arapların geneli bu cihat anlayışında oldukları için Kafir’in malı diye saygısızca her şeye zarar verirler.
        Avrupa örneği, benim gözlemlemem değil, aylarca süren bir araştırma sonucu meydana çıkarıldı.
        Camilerde 5 vakit Kafirler şöyle, Kafirler böyle, onları zamanında şöyle öldürdük vaazları sonucunda doğal olarak her şeye zarar veren canavarlar aramızda dolaşmaya başlıyor.
        Y.Nuri Öztürk gibi din bilimcileri islam’da savaşın nefsi müdaafa amaçlı olduğunu söyleselerde tarihte bu tür savaşın örneği çok az.
        Benim bildiğim sadece haçlı seferleri.
        Bu tür müdaafa amaçlı savaşlara fırsatlar oluyor ama Libya ve Irak’ta olduğu gibi müslümanlar düşmanla savaşma yerine işkalcilere karşı koyan insanlari hedef alıyorlar.

        Önceki yazımda islamı konuştuğumuz için islamı örnek verdim.
        Dinlerin hepsi aynıdır, geçmisleri katliamlar ve sömürgecilik üzerine kurulmuştur.
        Amerika yerlilerini kilise baştan ruhsuz varlıklar olduklarını niteleyerek katliamları meşrulaştırmıştı.
        Sonrasında bu insanların diğer insanlardan bir farkları olmadığı anlaşılca Kilise bu defa Tanri’nın lanetli kulları Amerika kıtasında topladı diyerek katliamların devamını sağlamıştı.
        Bununda böyle olmadığı anlaşılınca Kilise bu defa bunların ruhlarını şeytan’dan kurtarıyoruz diye katliamları sürdürmüştü
        Vatikan’nın görevlendirdiği Charlemagne/şarleman ise Avrupada Pagan olarak adlandırılan inançlarda olan insanları çoluk çocuk demeden soykırımla yok etmişti.
        Bu nedenle Avrupa’da Pagan inancına dair hiç bir nesne neredeyse kalmamıştır, hepsi yakılıp yok edilmiştir.
        Devamı Haçlı seferleri..
        Bizdeki Alevi, Malami, Hurufilik gibi Khatar, Bogomil, Vaudois, Pavlikan hiristiyan mezhepleri inananları sapkın oldukları gerekçesiyle inananları kılıçtan geçirilmiş, lider ve din adamları kent meydanlarında diri diri yakılmıştı.
        Anlayacagin bütün dinler aynı.
        Dediğin gibi ideolojiler zamanla ya yok olurlar, ya da gelişirler.
        Ne yazıkki dinler öyle değil.
        Y. Nuri Öztürk, Edip Yüksel gibi insanlar inananlara çaktırmadan yeniden yapılandırmaya uğraşsalarda onlarda bir yerde tıkanıyorlar.
        Sevgili Bilal’de dahil buna:)))
        insanların geneli dinlerin içeriğini ve tarihini bilmedikleri için sevgi tanrısına tapındıklarını zannediyorlar.
        Facebook’ta sende görmüştürsün belki.
        Nisa Suresi 24’deki gibi savaş esirleri kadınları para karşılığı dilediğin kadar alma anlatılarını ayet ve sure ismi vermeden paylaşınca hepsi yuhh, lanet olsun islam bu değil, dinimizi ne hale getirmişler,Allah lanet etsin diye yaygara koparırlar.
        Yani gerçekten neye iman ettiklerini bilmiyorlar.
        Ama bu bir süreç, Hiristiyan dünyası olarak tanımladığımız insanlar herşeyin farkında.
        Fransız devrimiyle Hiristiyanlık kiliseye haps edildi.
        Islam dünyası henüz Hiristiyan dünyasının ortaçağını yaşadığı için galiba bir 200/300 yıl daha geçmesi lazım.
        Esenlikler..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kökler ve Kanatlar;

        —Camilerde 5 vakit Kafirler şöyle, Kafirler böyle, onları zamanında şöyle öldürdük vaazları sonucunda doğal olarak her şeye zarar veren canavarlar aramızda dolaşmaya başlıyor. (senden alıntı)

        ideolojileri ve dinleri, insanları bir şeylere yönlendiren, bir şeylere teşvik eden, bir anlamda azmettiren konumundaki enstrümanlar olarak düşünebiliriz,

        o nedenle, tanrıdan geldiği iddia edilen bir kitabın, algı yöntemiyle (beyin yıkama) şartlandırdığı insanların başka türlü davranması beklenemez,

        zaten bizimde burada bulunuş sebebimiz, mahalle baskısı nedeniyle içimizde sakladığımız duygularımızın dışa vurumundan başka bir şey değil,

        yani gerçek alemde bir kitabın yönlendirmesiyle bize karşı tavır almış insanların bu davranışlarının hesabını o insanlardan değilde, o insanları öyle şartlandıran kitaptan sormaya kalkmaktan başka bir şey değil,

        ben olayları sebep oldukları sonuçlar açısından incelerim ve bu sonuçların yansımalarının sosyal yaşam ve insan psikolojisi üzerindeki etkilerini analiz ederim, vardığım sonuçları anlatabilmek için bazen oldukça uzun açıklamalar yaparım,

        bana göre tanrının yaratması hariç, her şey arz talep meselesidir,

        tanrının yaratması derken, bir tanrının kendine has olan bir özelliği, yani sahip olduğu özelliği kullanmayacağı düşünülemez, tanrının yarattığı varlıklar, yaratılmadan önce, yaratma konusunda tanrıdan talepte bulunamayacaklarına göre, tanrının yaratması için herhangi bir talep söz konusu değildir,

        her şeyin ölümle biteceğine inanmak (ahret inancı) istemeyenlerin beklentilerini (talep) karşılayan (arz) yegane ve tek seçenek dinlerdir,

        yani her şeyin ölümle biteceğine inanmak istemeyenlerin, kendilerine sordukları, acaba öldükten sonra başka bir yerde varlığımızı sürdürebileceğimiz bir yer var mıdır? sorusunun cevabını “evet vardır” diye cevaplayan yegane ve tek seçenek olan dinlere, ahiret inancına sahip olanların itibar etmeyecekleri düşünülemez, yani ahiret inancı olan herkes dinlere inanmak zorundadır, inanmamaları kendi kendileriyle çelişmeleri anlamına gelir,

        bunu bir örnekle açıklayayım, çölde günlerce yürüyen, su bulamadığı için susuzluktan damağı kurumuş bir halde bir damla suya muhtaç hale gelmiş (talep) bir insan, karşısına elinde bir bardak suyla çıkan bir adamım ikram edeceği (arz) suyun mikroplu, zehirli olma olasılığını aklına getirmeden o bir bardak suyu bir dikişte içer, suyu ikram eden adamın, suyu ikram etmeden önce, öne süreceği şartları (talep) pas geçiyorum?

        o nedenle, ahiret (öteki dünya) inancına sahip olan insanların dinlere inanması, arz talep uygunluğu açısından olmazsa olmaz bir zorunluluktur,

        herhangi bir dine mensup olanlar, taleplerini karşılaması nedeniyle zorunlu olarak inandıkları dinlerin uydurma olup olmadığı konusunda, dinlerin varlık sebebinin bir beşere ait söylemlerden ibaret olması nedeniyle, içlerinde bir şüphe barındırırlar, (gönülden iman ettik diyenlere sakın inanma, içlerindeki şüpheyi gizlemek için öyle söylüyorlar)

        —din bilimcileri islam’da savaşın nefsi müdaafa amaçlı olduğunu söyleselerde tarihte bu tür savaşın örneği çok az. (senden alıntı)

        savunma savaşı ancak saldırganın saldırısını bertaraf etmek için bir yerlerden izin almaya gerek duyulmaksızın zorunlu olarak yapılması gereken bir savaştır,

        yani, bir insan malını, canını, ırzını, yaşadığı toprakları korumak için, birilerinin izin vermesini beklemez, çünki saldırı durumu kişiye otomatikman meşru müdafa hakkı verir, birileri izin verse de vermese de o kişinin meşru müdafa hakkını kullanmasını hiç kimse engelleyemez, yani bir toplumun sahip olduğu değerlere saldıran saldırgana karşı, bu değerleri savunması için toplumların savaşın farz kılınmasına ihtiyacı yoktur,

        gerekçesi ne olursa olsun, bu gerekçeler haklı sebeplere dayansa da, başkalarının Ülkelerine saldıranların, saldırgan olduğu gerçeğini değiştirmez, yani saldırılan Ülkenin sınırlarının dışındakiler konumları itibariyle saldırgan pozisyonundadır,

        o nedenle farz kılınan savaşın savunma (meşru müdafa) için izin verildiğini söyleyenler, karşılarındaki program sunucusu dahil, herkesi ahmak yerine koyuyorlar,

        —Yani gerçekten neye iman ettiklerini bilmiyorlar. (senden alıntı)

        neye iman ettiklerini bilmeseler de neden iman etiklerini biliyorlar?

        —Fransız devrimiyle Hiristiyanlık kiliseye haps edildi.
        Islam dünyası henüz Hiristiyan dünyasının ortaçağını yaşadığı için galiba bir 200/300 yıl daha geçmesi lazım. (senden alıntı)

        ortaçağ karanlığı için iyimser bir tahminde bulunmuşsun ama bakara-178 Kuranda durduğu sürece bu hiçbir zaman mümkün değil?

        Fransız devrimi, sebep olduğu olaylar zincirinin bir tezahürü olarak, (dinci yobazların engellemesi sonucu bir türlü Ülkemize gelemeyen) laik demokrasinin önünü açmıştır,

        laik demokrasiyi özümsemiş toplumlar ancak bu şekilde ortaçağ aranlığından çıkmışlardır ama İslâm aleminin ortaçağ karanlığından çıkması hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır, en basiti, insana bakış açılarındaki kafa yapılarıdır,

        ———
        – Evvela merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın -özellikle Razî tefsirinden alıntıladığı- mütalaasına bakmakta yarar vardır.

        “İNİŞ SEBEBİ: Hz. Muhammed’in peygamberliğinden önce adam öldürmeye karşı hıristiyanlar, yalnız affın vacip olduğunu söylüyorlardı. Yahudilerin hükümlerinde de af yok, yalnız öldürme vardı. Bununla birlikte Buharî ve Nesaî’nin rivayetlerine göre İsrailoğulları diyeti, öldürmeden önde tutuyorlardı.

        Araplar ve onlarla beraber yahudilerin bir kısmı bazen öldürmenin vacip olduğuna, bazen da diyetin vacip olduğuna hükmediyorlardı. Fakat bu iki hükümden her birinde haksızlık yapıyorlardı. Şöyle ki: Öldürmede: Biri, diğerinden daha şerefli olan iki kabile arasında bir öldürme olayı meydana gelince, daha şerefli olanlar; herhalde bizden bir köle karşılığında onlardan bir hür, bir kadın karşılığında bir erkek ve bir erkek karşılığında iki erkek öldüreceğiz derlerdi. Kendi yaralarını hasımlarının yarasının iki katı sayarlar ve bazen daha da ileri giderlerdi. Sorularla İslamiyet sitesinden alıntı)
        ———————-

        – Bazı alimlere göre, bu ayetin hükmü, Maide suresinin 45. ayetiyle neshedilmiştir. Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir: İslâm’dan kısa bir müddet önce câhiliye devrinde iki Arap kabilesi savaşmış ve birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi, öy¬le ki köleler ve kadınlar öldürülmüş ve birbirlerinden intikam almadan müslüman olmuşlardı. Bu iki kabile çatışıyordu. Ve kendilerinden kö¬leye mukabil bir hürr’ün, kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edebileceklerine and içtiler. Bunun üzerine yukarıdaki âyet-i kerîme nazil oldu. (Beğavî, Cessas, Zemahşeri, İbn Kesir, ilgili yer) (sorularla İslamiyet sitesinden alıntı)
        ———-

        Bakara-178’in iniş sebebi olarak gösterilen yukarıdaki metinde şeref açısından üstünlük taslama kriterleri hürün köleye karşı üstün olduğu, erkeğin kadına karşı üstün olduğu düşüncesini Müslümanların beyinlerine kazımaya yeterde artar bile,

        oysa konumları ve özellikleri itibarıyla, bir hürle bir köle arasındaki fark sadece sahip oldukları statüdür, hür özgürce yaptığı eylemlerin sonucu bazı kazanımlar elde etme şansına sahip olmuştur, köle efendisinden izin almadan tuvalete bile gidemeyen, efendisi verirse yiyen, giydirirse giyinen, hiçbir şeyi olmayan, alım satıma konu olan bir ticari maldır,

        mal kapsamında görüldüğü için, sahibinin köle üzerinde her türlü tasarrufta bulunma hakkı vardır, köle üzerindeki haklarını kullanırken hiç kimseye hesap vermez, dövse de, sövse de, aç bıraksa da hiç kimse “niye böyle yapıyorsun” diyemez,

        erkeklerin ise fiziksel üstünlükleri dışında kadınlardan üstünlüğü olmasa da erkekleri fiziksel üstünlüklerini kadını ezmekten yana kullanmışlardır, (tabi insan hakları beyannamesi yayınlanmadan önce)

        oysa, suçun şahsiliği ilkesi gereği tüm insanlar dil, din, ırk, kariyer, vb. gibi kriterlere bakılmaksızın yasalar karşısında eşittirler, o nedenle (zuzu kabilesi dahil, şeriatla yönetilen Ülkeler hariç, insanlık tarihi boyunca hiçbir Ülke yaslarında statü ve cinsiyet belirterek suçlu tanımı yapmamışlardır, sanırım bunun ilk ve tek örneği Kuranın tanrısıdır,

        hadi diyelim, bakara-178’in gönderiliş sebebi olarak gösterilen hikâyelerdeki anlatımların, o insanların kişilere bakış açısından söz ediyor, o nedenle o kişileri kaale almasakta olur diyelim,

        Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler (nahl-75, diyanet sitesinden alıntı)

        ama Kuranın tanrısı hiçbir şeyi olmayanla (o devirde köleler, kadınlar yoksullar) kendilerine verdiğimiz nimetlerden açık ve gizli olarak verenler (zenginler) hiç eşit olur mu? diyerek, kişiler arasında ayırımcılık yapma düşüncesini Müslümanların beyinlerine işlemiş,

        bu durumda Kuranın tanrısını kaale almamak olur mu?

        Kuranın tanrısın kendisi bizzat, statü ve cinsiyet ayırımcılığını körüklüyor, körüklemekle kalmıyor, mevcut toplum yapısını, yani kölelik düzeninin olduğu, cinsiyet ayırımının yapıldığı toplum yapısını bakara- 178’le meşru kılıyor???

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        ayetin uygulama kriterleri, statü ve cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı bir toplum yapısı göz önüne alınarak düzenlenmiş, yani kölelik düzeninin olduğu, (köle ticaretinin yasal olduğu) kadınların aşağılandığı ataerkil bir toplum yapısına göre düzenlenmiş,
        söz konusu kriterleri kısasın genel tarifine göre düzenlediğimizde,

        hür, öldürdüğü hüre karşılık
        köle, öldürdüğü köleye karşılık
        kadın, öldürdüğü kadına karşılık
        olarak kısas edilir şeklinde yazarız,

        Kuranın tanrısı kısas uygulamasında muhatap alınacak kişilerin, statü açısından hür ve köle, cinsiyet açısından kadın ve erkek olarak göz önüne alınacağını hüküm altına alarak, statü ve cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı ataerkil toplum yapısını meşru kılmış,

        o nedenle bakara-178, Kuranda durduğu sürece, orta çağ karanlığından çıkamazlar, kölelik düzeni tekrar geriye gelmese bile çıkamazlar,

        çünki, Kurandaki, mirası, şahitliği, çok eşliliği düzenleyen ayetler Kuranda durduğu sürece cinsiyet ayırımcılığını ortadan kaldırmak mümkün değil, tek başına çok eşlilik ayeti bile kadını satılık mal kapsamında görmek için yeterde artar bile,

        Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (maide-45)

        Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (bakara-106)

        geçmişte ayeti yorumlayanlardan bazıları, ayeti kurtarmak için yaptıkları yorumlarda, sanki bakara-106’dan haberleri yokmuş gibi,

        kimileri, hür, öldürdüğü hüre karşılık olarak kısas edilir dendiğinde, bunun hür, öldürdüğü köleye karşılık kısas edilmeyeceği anlamına gelmeyeceğini, maide-45’teki cana can ifadesini öne sürerek söyleme kurnazlığını göstermişler,

        kimileride, maide-45’teki cana can ifadesinin bakara-178’deki “hüre hür, köleye köle, kadına hükümlerine açıklık getirdiğini söylemişler

        kimileride, maide-45’in bakara-178’i yürürlükten kaldırdığını söylemişler,

        yani, Kuranın tanrısının bakara-178’i göndererek Tevrattaki cana can hükmünü yürürlükten kaldırdığını, bakara-178’le yürürlükten kaldırdığı Tevrattaki cana can hükmünü, maide-45 vasıtasıyla tekrar hüküm altına alarak, Kurandaki bakara-178’i yürürlükten kaldırdığını söylemiş olacaklarını bilmiyorlarmış gibi, Kuranın tanrısını yazbozcu bir tanrı gibi göstermişler,

        kimilerine göre, bir öncekine göre benzer veya daha iyi olması gereken ayet, açıklanabilmek için bir öncekine ihtiyaç duyuyorsa, veya yürürlükten kaldırılması için bir öncekine ihtiyaç duyuyorsa, o kimilerine göre Kuranın tanrısı, tükürdüğünü yalayan bir tanrı oluyor,

        halbuki Kuranın tanrısı bakara 178’i göndererek Tevrattaki cana can hükmünü yürürlükten kaldırmıştır,

        ayrıca, Kuranın tanrısı, Tevrattaki kısas hükümleri fiziksel zararları (öldürme ve yaralamalar) kapsayacak şekilde hüküm altına almışken, bakara-178’ de sadece öldürmelerle ilgili kriterleri hüküm altına almış, yaralamaları pas geçmiş,

        herhalde, yaralamalarla ilgili olaylar baş gösterince, “yaralamalarla ilgili ne yapacağız diyenler” diye soranlar olmuş olmalı ki, Kuranın tanrısı yaralamaları pas geçtiğini anlamış, yaralamalara emsal teşkil etmek üzere maide-45’ göndererek, Tevrattaki kısas hükümlerinden söz etme gereği duymuş,

        bilgi bütünlüğü açısından, Tevrattaki ayetin tam metnini göndermesi gerektiğinden, cana can ifadesi de zorunlu olarak (konu mankeni) ayette yer almış,

        özetle,Kuranın tanrısı bakara-178’ göndererek, kaş yapayım derken göz çıkarmakla kalmamış, bir çuval inciri berbat etmiş,

        nisa-24’le ilgili olarak,

        Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah’ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir. (nisa-24)

        Kuranın tanrısı evli kadınları haram kılarken esir aldığınız evli kadınlar hariç diyerek şerh düşmüş, yani esir aldığınız kadınlar elinizin altındakiler kapsamına girdiğinden, evli olsunlar veya olmasınlar, hiç fark etmez, esir aldığınız kadınların hepsi size helâldir demiş,

        Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. (nisa-3)

        bazı uyanıklar sahip olduklarınız veya elinizin altındakiler ifadesinin geçtiği ayetlerde cariye kelimesinin geçmediğini söyleyerek, elinizin altındakiler ifadesinde cariyelerin olmadığı söyleme kurnazlığı gösteriyorlar, halbuki elinizin altındakiler dendiğinde, o ifadenin içerisine insanların sahip oldukları her şey girer, o nedenle bunları tek tek saymaya gerek yoktur,

        cariyelere tekrar dönersek,
        o devirdeki ilkel vahşi topluluklarda esir takası gibi bir gelenek olmadığı için Kuranın tanrısı önce savaşta onların boyunlarını vurun, yani hepsini kılıçtan geçirin demiş, tabi hepsini kılıçtan geçirmek mümkün olmadığı için, savaş bir şekilde sona erdiğinde, esirlerin karşılıksız veya bedel karşılığı salıverilmesini istemiş, dolaylı yoldan köle ticaretine icazet vermiş, yani kaş yapayım derken göz çıkarmış,

        yemek pişirmek su taşımak, cinsel ihtiyaçlar, vb. gibi ihtiyaçlar için kadınlarında savaş konvoyuna katıldıkları göz önüne alındığında esirlerin büyük çoğunluğunu kadınların oluşturacağını söylemeye gerek yok,

        ayrıca, nisa-24, sanırım muta nikâhıyla ilgili?

        kadınlardan faydalanmanın ne demek olduğu herkesçe bilindiğine göre,

        faydalanmak karşılığı kararlaştırılmış mehir vermek ve mehir kesimi için pazarlık yapmak, herhalde mehir kesimi için bir süre verilmiş olmalı ki Kuranın tanrısı pazarlık yapılmasına izin veriyor,

        benim bildiği mehir evlenirken kararlaştırılır, nadiren evlenirken verilir, genellikle boşanma sırasında verilir, ayette boşanmadan söz etmediğine göre Kuranın tanrısı başka bir şeyden söz ediyor olmalı?

  159. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    sizce yeryüzünde dağların görevi nedir.. bilimsel olarak cevap verirseniz sevinirim..

    saygılar..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ”sizce yeryüzünde dağların görevi nedir.” sorusu bilimsel değildir ki bilimsel bir yanıt vereyim! Dağ oluşumlarının yapısının bilimsel olarak analizini yaparsınız ama onlara bilimsel olarak bir görev yüklemek acayip bir durum olur! Sonra bende size güneşin samanyolu galaksisindeki görevi nedir diye daha absürd bir soru sprarım işin içinden çıkamazsınız!

      Bakın biz kireçtaşının yaşını kusursuza yakın oranda hesaplayabiliyoruz! Bu yoldan gidildiğinde Everesti içinde barındıran himalaya dağ dizisinin oluşumun başlangıcı 26-27 milyon yıl olarak hesaplanır! Size diyorum ki dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğu varsayımından gidersek, nasıl olurda himalayalar dünyanın başlangıcında değilde milyarlarca yıl sonra ortaya çıkar!

      Dinozorların yaklaşık 240 milyon yıl önce ortaya çıktıkları hesaplanır! Yani dünyada canlı hayatı sürerken dünya aynı zamanda coğrafi olarak değişmede devam ediyordu! Bu süre zarfında oluşan ama sonrasında aşınmayla yok olan dağlar vardır! Sizin iddianıza göre dağlar ilk anda karaları tutmak için yerleştirilmiş olkmalıydı! Ama şuan mevcut dağ dizilerinin oluşumu o kadar eskiye gitmiyor! Demek ki ortada ilahi bir dizayn yok gezegenin kendi iç dinamiklerinin sonucu ortaya çıkan bir oluşum var!

      Sonra size şunu soruyorum bütün yerkabuğu magmanın üstünse yüzüyor ise yerkabuğunu sabitlemek için onu magmayı geçip çekirdeğe saplanacak şekilde çivilemek gerekmezmiydi?

      Bakın dünyada ki bütün kıtalar hareket halinde, yani sabit değil. Bu durumu bilimsel olarak çözemeyen 1400 yıl önce yaşamışların, karaların bu sayede sabitlendiğini düşünmesinden daha doğal ne olabilirdi!

      Sevgili dostum, amacım seni rencide etmek değil. Ama 2014 yılında yaşayan bir insanın donanımıyla sonuca giden gözlemlerde bulunmak bizi yanıltır! Ben sizinle konuşurken,1400 yıl önce yaşayanlar ya da daha eskidekiler nasıl düşünürdü, nasıl algılardı, nasıl anlardı şeklinde simülasyon yapmaya uğraşıyorum!

      Bakın size tevrattan bir bölüm;

      Hezekiel, adındaki peygamber sözde ”tanrıyla karşılaşmasını” anlatıyor;

      Hez.1: 1 Otuzuncu yılda*fa*, dördüncü ayın* beşinci günü Kevar Irmağı kıyısında sürgünde yaşayanlar arasındayken gökler açıldı, Tanrı’dan gelen görümler gördüm.D Not 1:1 “Otuzuncu yıl”: Anlamı kesin olarak bilinmiyorsa da, Hezekiel’in yaşının otuz olduğu sanılıyor.

      Hez.1: 2 Kral Yehoyakin’in sürgünlüğünün beşinci yılında, ayın beşinci günü,

      Hez.1: 3 Kildan* ülkesinde, Kevar Irmağı kıyısında RAB Buzi oğluKâhin* Hezekiel’e seslendi. RAB’bin eli orada onun üzerindeydi.

      Hez.1: 4 Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan MADENİ andırıyordu.

      Hez.1: 5 En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;

      Hez.1: 6 her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.

      Hez.1: 7 Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı TUNÇ* gibi parlıyordu.

      Hez.1: 8 Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı.Dördünün de yüzleri, kanatları vardı.

      Hez.1: 9 Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerkensağa sola dönmüyordu.

      Hez.1: 10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insanyüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne,arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.

      Hez.1: 11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Heryaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor,iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.

      Hez.1: 12 Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereyeyönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.

      Hez.1: 13 Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşalegibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışıksaçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu.

      Hez.1: 14 Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

      Hez.1: 15 Bu dört yüzlü yaratıklara bakarken, her birinin yanında, yere değen bir TEKERLEK gördüm.

      Hez.1: 16 TEKERLEKLERİN görünüşü ve yapısı şöyleydi: Sarı yakut gibi parlıyorlardı ve dördü de birbirine benziyordu. Görünüşleri ve yapılışları iç içe girmiş bir tekerlek gibiydi.

      Hez.1: 17 Hareket edince yaratıkların baktıkları dört yönden birinedoğru sağa sola sapmadan ilerliyordu.

      Hez.1: 18 TEKERLEKLERİN kenarı yüksek ve korkunçtu; hepsi çepeçevregözlerle doluydu.

      Hez.1: 19 Canlı yaratıklar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyordu; yaratıklar yerden yükseldikçe, TEKERLEKLER de onlarla birlikte yükseliyordu.

      Hez.1: 20 Ruhları onları nereye yönlendirirse oraya gidiyorlardı. Tekerlekler de onlarla birlikte yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.

      Hez.1: 21 Yaratıklar hareket ettiğinde onlar da hareket ediyor,yaratıklar durduğunda onlar da duruyor, yaratıklar yerdenyükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.

      Hez.1: 22 Kubbeye benzer, billur gibi parlak ve korkunç bir şey canlıyaratıkların başları üzerine yayılmıştı.

      Hez.1: 23 Kubbenin altında kanatlarının biri öbürünün kanatlarınadoğru açılmıştı. Her birinin bedenini örten başka iki kanadı vardı.

      Hez.1: 24 Yaratıklar hareket edince, kanatlarının çıkardığı sesi duydum. Gürül gürül akan suların çağıltısını, Her Şeye Gücü Yeten’in sesini, bir ordunun gürültüsünü ansıtıyordu. Durunca kanatlarını indiriyorlardı.

      Hez.1: 25 Kanatları inik dururken, başları üzerindeki kubbeden bir ses duyuldu.

      Hez.1: 26 Başları üzerindeki kubbenin üstünde laciverttaşındanyapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andırannesnede insana benzer biri oturuyordu.

      http://www.yolgosterici.com/tevrat/tevrat27.htm

      Umarım sıkılmadan okuduğumda ne demek istediğimi anlarsınız!

    • toro dedi ki:

      Umarım sıkılmadan okuduğuNUZda ne demek istediğimi anlarsınız!

      olmalıydı.

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        diyosunuz ki dağlar için. dünyanın oluşumundan milyarlarca yıl sonra oluşmuştur..

        zaten kuranı kerimde bunu söylüyor.. kurana göre yer ve gök yaratıldıktan sonra düzene konulmuştur.. ve kuranda dikkat edin dağların oluşumu ile ilgili genel olarak “cealna” ifadesi kullanışmıştır.. yani “halak” ifadesi kullanılmamıştır..

        O (allah) yeryüzünde ağır baskılar (ravase) kılmıştır/taktir etmiştir. (cealna). (fussilet-10)

        tıpkı yeryüzünde yaratılan insanın yaratıldıktan sonra halife kılınması gibi..

        enbiya suresinde bir ifade daha vardır..

        biz hayatı olan herşeyi sudan kıldık (cealna).

        müvessirler bunu yarattık olarak çevirsede anlam ve amaç bakımından doğru değildir.. yüce allah gökleri ve yeri yaratmıştır. ilk var olan nesneleri yaratmıştır.. sonrasınıda taktir etmiştir.. düzenlemiştir..

        ayrıca siz tesadüfi olduğunu düşündüğünüz için bir amaç yükleyemeyosunuz.. oysa heybetli ve yüce duran kilometrelerce yükseklikteki dağların amaçsız ve öylesine durduğunu düşünmek doğru değildir.. ki dağların yeryüzündeki görevini birçok bilim adamıda ispatlamıştır.. ayrıca sayın bilal bey bu bilmsel çalışmalarla ilgili bilim adamlarının görüşlerini özet bir şekilde yazmıştır..

        saygılarımla…

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Öncelikle Kuran’da da adı geçen (Zulkifl) Hezekiel’in kendini peygamber ilan ederken anlattığı tanrısıyla karşılaşma anının tevrattan alıntıladığım hikayesini okuduğunuzu umuyorum! Bu nedenle bana tesadüf ile mutlaklık arasındaki farkı ayırt edebildiğinizi, beni tesadüflerin peşinden koşan biri gibi göstererek kanıtlamaya çalışmayın!

        Hezekielin hikayesi sizin inanmak zorunda olduğunuz bir hikayedir, çünkü kuran indiği anda yahudi ve hristiyanların ellerinde tuttukları kitapları tasdikler!

        Bu noktadan sonra, yeryüzü şekillerine görev yüklemekte serbestsiniz! Ama bilimsel yoldan cevaplamamı istediğiniz konulara bilimsel olmayan yollarla açıklama getirmeniz komik olmuş!

        ”ki dağların yeryüzündeki görevini birçok bilim adamıda ispatlamıştır.” sizden alıntı

        Ben neden cevap verirken sizin ki gibi karşılığı olmayan, yuvarlak ve sadece kendi kendimi bağlayacak cümleler kurmuyorum? Kimlerdir o ”bir çok bilimadamları”?

        Bilal bey, benim kendisine verdiğim yanıtlara artık dönmeyen belkde dönemeyen bir arkadaş! Onun takma ad kullanan ve kendine hoca diyen, kedicik sahibi internet fenomenlerinden (ilgi duyanlar için) yaptığı alıntılar ancak onu tatmin eder!

        Siz anlayasınız diye soruları o kadar basit soruyorum ki,

        Mesela Japonyanın %80 i dağlıktır ama adamların üzerinde yaşadıkları toprak parçası binlerce yıldır o kadar çok sallanır ki bütün mimarilerini bu sarsıntılardan korunacak evler yapacak şekilde oluşturmuşlardır diyorum ve sizin

        ”dağların görevi yeryüzünün sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi sabit tutmasıdır.” şeklindeki yorumunuzun burada niye işlemediğini soruyorum!

        Farkındasınız değilmi ”yeryüzünün sarsılmaması için” diyorsunuz, yeryüzünün ”olabildiğince az sarsılması için” demiyorsunuz!

        Bu noktada dünyada ‘sarsılmasın diye dağlarla çivilenen” karalar nasıl hareket edebiliyor ve nasıl oluyor da hala depremler olabiliyor?

        Eğer bu işlem yeryüzünün ”sarsılmaması” için yapıldıysa ama yeryüzü ”sarsılıyorsa” ne dememi bekliyorsunuz?

        Dağları kim çakmışsa, iyi çakamamış mı demeliyim?

        Ben bir tanrının yaptığı eylemin sorunlu ya da hatalı olabileceğini düşünemem. Bu nedenle sürekli depremlerle sarsılan bir dünyada yaşadığım için olası bir tanrının yeryüzünü sarsılmadan dursun diye dağlarla çivilediğine inanamıyorum!

        Aksi durumda her deprem sonrasında kendimle ve inancımla çelişmiş olurum!

  160. Mine dedi ki:

    Allah hersey bilmez diyen KAFiRDiR. Bakara suresi 30 ayeti OKUYUN….Ve Allah Meleklere.”Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kilacağim.”demişti.(Melekler de):”Orada fesat çikaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksin?Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz”dediler.(Rabbin de):Muhakkak ki BEN, SiZiN BiLMEDiKLERiNiZi BiLiRiM buyurdu. ****Rabbimin bugün düşmani benimde düşmanim.Hamd olsun alemlerin RABBiNE.Ben Rabbimi cok seviyommmm cokkkk.Rabbime LAF dedirtmem

    • 1okuyucu dedi ki:

      Mine;

      —Ben Rabbimi cok seviyommmm cokkkk.Rabbime LAF dedirtmem (senden alıntı)

      rabbini çok sevdiğine göre demekki İslâmiyeti gönülden kabul etmişsin,

      bu durumda, kusura bakma ama üzerine kuma gelmesini veya başka bir eve kuma gitmeyi de gönülden kabul etmiş oluyorsun?

    • insomnia dedi ki:

      Hanimiş Rabbisi 🙂

  161. karaca dedi ki:

    yani bilimsel şekilde dünyanın dağlarının nehirlerinin ovalarının bitkilerinin canlılarının nasıl yaratıldığının bilim tarafından izah edilmesi bulunması,yorumlanması,anlaşılır hale getirilmesi neyi değiştirecekki,yaratan yaratmış yerine koymuş ister bilim bulsun ister bulmasın ister anlaşılsın ister anlaşılmasın sonuç değişiyormu Allah yaratmış yerine koymuş neyi anlamıyoruz bilimin bulması yok dağların şu şekilde olmuş demesi neyi değiştirecek ki yaratıcısının Allah olmadığını mı kanıtlıyor. ister öyle yaratır ister böyle yaratır ister bilim bulsun ister ayetlerde açıklansın sonuca bakmak lazım sonuç ney sonuç var olan herşeyi yüce allah yaratmış yerli yerine koymuş bunu insan niye anlamaz,anlamıyorum

  162. AVNİ dedi ki:

    Sn bilal..
    “Dağların kökü Arşimet kanunları çerçevesinde dağların görünür kısmına destek olmaktadır. Değil Peygamberimiz’in döneminde, bundan birkaç yüzyıl önce bile dağların bir kökü olduğunu bilmenin imkanı yoktu.” sizden alıntı.
    Muhtemelen biliyorsunuzdur ama ben yine yazayım. Aşağıdaki metinlerde tevrattan alıntıdır.

    Ey dağlar ve yeryüzünün sarsılmaz temelleri, RAB’bin suçlamasını dinleyin. Çünkü RAB halkından davacı, İsrail’den şikâyetçi. Tevrat: Mika 6:2
    • O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı, Titreyip sarsıldı dağların temelleri, Çünkü RAB öfkelenmişti. Zebur: Mezmur 18: 7
    •Çünkü size karşı öfkem ateş gibi tutuşup. Ölüler diyarının derinliklerine dek yanacak.Yeryüzünü ve ürününü yutup yok edecek.Ve dağların temellerini tutuşturacak. Tevrat: Yasanın Tekrarı 32:22
    •Yeryüzünü temeller üzerine kurdun, Asla sarsılmasın diye. Zebur: Mezmur 104: 5
    •Dağların köklerine kadar battım,Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan; Ama, ya RAB, Tanrım, Canımı sen kurtardın çukurdan. Tevrat, Yunus 2: 6
    Peygamberden önce bilinmiyordu demek yanlış değilmi. Tabi başka mitolojilerde dağların bu özelliğinden bahsedilir.
    Saygılarımla..

    • bilal dedi ki:

      Sn.Avni,

      ‘’ Dağların kökü Arşimet kanunları çerçevesinde dağların görünür kısmına destek olmaktadır. Değil Peygamberimiz’in döneminde, bundan birkaç yüzyıl önce bile dağların bir kökü olduğunu bilmenin imkanı yoktu.” Benden ‘’

      ‘’ Ey dağlar ve yeryüzünün sarsılmaz temelleri……….vs……’’ Tevrat’tan alıntılarınız.

      ‘’ Peygamberden önce bilinmiyordu demek yanlış değilmi. ‘’ sizden ‘’

      Bundan maksadımız bilimsel olarak bundan birkaç yüzyıl önce dağların kökleri bilinmiyordu.Ama bazı tahrifatlara uğramış olsa bile yine Tevrat ve Zebur da kur’an gibi Allah’ın kitabıdır. Tevrat ve Zebur da kur’an gibi Allah’ın kitabı olduğundan kur’an’da verilen bilgiler onlarda da verilmiş olabilir.Bu nedenle hz.Muhammed gibi yüce Allah’tan vahiy alan hz.Musa,hz.Davud ve diğer peygamberler de yüce Allah tarafından bu konuda bilgilendirilmiş olmaları mümkündür.!

      Özetle,yüce Allah kur’an’da dağların bu durumunu hz.Muhammed’e bildirdiği gibi ondan önce de yine hz.Muhammed gibi elçi olan hz.Musa’ya ve diğer elçilere de bildimiş olabilir. Bizim bundan maksadımız bilimsel olarak daha önce dağların kökü bilinmiyordu…(işte biz bunu anlatıyoruz ! )

      Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Bundan maksadımız bilimsel olarak bundan birkaç yüzyıl önce dağların kökleri bilinmiyordu.Ama bazı tahrifatlara uğramış olsa bile yine Tevrat ve Zebur da kur’an gibi Allah’ın kitabıdır. Tevrat ve Zebur da kur’an gibi Allah’ın kitabı olduğundan kur’an’da verilen bilgiler onlarda da verilmiş olabilir (senden alıntı)

        herhalde peygamberler, bu bilgileri inanırlarına tebliğ ettiklerinde, haliyle inanırları bugünkü bilimsel verilere sahip olmadıkları için hiçbir şey anlamadıklarından, bu bilgilerin ne anlama geldiğini peygamberlere sormuşlardır,

        peygamberlerde, bizde sizin gibi ne anlama geldiğini anlayamadık, “biz ha hu deyip geçtik, sizde ha hu deyip geçin gitsin” demek olmuştur herhalde,

        şu Kuran ayetlerini bilimsel verilere uydurma çabandan vazgeç, çünki peygamberlerin ilk muhataplarına ayıp oluyor,

        yarın bir gün öte tarafta, peygamberlere inanmayanlar, “eğer bizde aynı bilimsel verilere sahip olsaydık, bizde inanırdık, bizim suçumuz neydi de, kitap ve peygamber gönderdiğini bize kanıtlama gereği duymayıp sonraki nesillere kanıtladın” diye haklı olarak hayıflanabilirler, Kuranın tanrısıda verecek cevap bulamazdı,

        rahat bırak artık şu Kuranın tanrısını, ayetleri bilimsel verilere uydurmaya kalkışıp tanrını işin içinden çıkamayacağı durumlara düşürmeye kalkma?

        soru güncel?

        Kuranın tanrısı, Kuranda kısas hükmü ihdas etmek için bakara-178’i gönderdiğinde hüre hür, köleye, köle, kadına kadın kriterleri getireceğine, kefaret hükmünü iptâl edip yerine tazminat hükmünü getirecek şekilde, doğrudan Tevrattaki cana can hükmünü hüküm altına alsaydı, Muhammed cana can hükmüne göre suçluyu cezalandıramaz mıydı?

        cezalandıramazdı diyorsan, bana sebebini açık ve net olarak anlatmalısın,

      • Sn. Bilal.
        Değil Peygamberimiz’in döneminde, bundan birkaç yüzyıl önce bile dağların bir kökü olduğunu bilmenin imkanı yoktu.”
        (sizden alıntı.)

        Neymiş !!!
        650 yılına kadar dağların kökleri olduğunu kimse bilmiyormuş !!!
        Bilal, bırak dağları Sümerler bir yılı 12’ye bölmekle kalmamış, günümüzde kullandığımız, Saat, dakika ve saniyeyi yaşama geçirmisler.
        Güneş sismemimizde bulunan gezegenleri bile ortasında güneş ile resmetmişler.
        Lidyalılar ay tutulmasının ne zaman olacağını bile hesap etmişler.
        O kadar mantıksız ve geçmiş tarihten bir habersinki dağların kökleri olduğunu insanlar ancak 650 yılında öğrendiler diye biliyorsun.
        Ama bir yerde doğrusun, M.s. 650 yılında bile birkaç köy dışında yerleşik yaşama geçememiş çöl bedevileri bu yıllarda ögrenmiş olabilirler ama diğer insanlar için bu geçerli değildir.
        Ziguratlar olarak isimlendirilen devasal Sümer tapınaklarının ismi Sümerlerde Dur-An-Ki’dir.
        Dur sözcük bildiğimiz türkçede sabit, durağan anlamına gelir, An sözcüğü Tanrı , Ki ise yerden anlamlarına gelir.
        Tümce anlamı ise “Yerde(dünyada) duran Tanrı’dır”. Sümerlerde Ki yeryüzü, An gökyüzü anlamınada gelirdi.
        M.ö.3000 yıllarında yerde, sarsılmadan durması için derin temeli, 70 metre yüksekliği 110 x 180 metre çapları olan, daığ gibi Ziguratlar yapan Sümerler’in ve diger uygarlık insanlarının dağların köklerini bilmemelerini iddia etmek akıl tutulmasıdır.
        çölden henüz çıkamamış, uygarlıkla en son tanışmış bedeviler için geçerli olanlar diğer insanlar için geçerli değildir.
        Keza bir çoğu daha henüz Sümerler ve Anu, Göksuri uygarlığının seviyesine bile gelememişlerdir.
        Hala çadırlarda ve tek odalı kerpiç evlerde ilkel bir yaşam sürdürmektedirler.
        M.ö 3000 binli yıllarda bile maden ve taş ocağı işleten insanların yer altında dağların altlarının kayalardan olduğunu bilmediklerini iddia etmek, gelişim sürecini M.s.650 yılında çölden başlatmak kadar saçmadır…
        Esenlikler.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Kökler ve Kanatlar,

        ‘’M.ö.3000 yıllarında yerde, sarsılmadan durması için derin temeli, 70 metre yüksekliği 110 x 180 metre çapları olan, daığ gibi Ziguratlar yapan Sümerler’in ve diger uygarlık insanlarının dağların köklerini bilmemelerini iddia etmek akıl tutulmasıdır. ‘’ sizden’’

        a) M.ö.3000 yıllarında Sümerlere hz.Nuh gönderilmişti.Sümerler söz konusu bilgileri de yine hz.Nuh’un yüce Allah’tan almış oldukları vahyin tebliğiyle öğrenmiş olabilirler.Biz ise bu konunun bilimsel olarak daha önce bilinmediğini söylüyoruz.Ayrıca Sümerler bunları öğrenmiş olabilirler,ama bilimsel olarak değil, belki de onlar bunu hz.Nuh’a gelen vehiyin tebliğiyle öğrenmiş olabilirler..

        b) Sümerler veya diğer İnsanlar yapıtların sağlam olabilmesi için temelin derinlikte olmasını dağların köklerinden değil,daha önce yapmış oldukları yapıtlardan tecrübe edinerek öğrenmişlerdir.Bugün de her şey tecrübeyle öğrenilir !!!
        Bu nedenle Sümerlerin Ziguratları derin temel üzerine yapmış olmaları dağların köklerine bağlamanın hiç bir anlamı yoktur !

        c) Ayrıca Sümerlerin ‘’Ziguratları derin temeller üzerine‘’yapmaları dağların köklerini de bilmiş olmaları anlamına da gelmez.Zira insan dağların köklerini bilmiyorsa bile,yaptığı yapıtların temelleri ne kadar derinlikte olsa daha sağlam olacağını edindiği tecrübelerden öğreniyor,bunu sadece Sümerler değil,her insan da edindiği tecrübelerden bu tür şeyleri öğrenebiliyor,ama bunlar dağların köklerinden değil,sadece edinilen tecrübelerden öğreniliyor. !!!
        Yani bu durumla Sümerlerin mutlaka dağların köklerini de bilmiş olduklarının anlamı
        çıkmaz !!!

        Saygılarımla.

      • Sn Bilal.
        Biz ise bu konunun bilimsel olarak daha önce bilinmediğini söylüyoruz.Ayrıca Sümerler bunları öğrenmiş olabilirler,ama bilimsel olarak değil, belki de onlar bunu hz.Nuh’a gelen vehiyin tebliğiyle öğrenmiş olabilirler..(senden alıntı)

        Bu forumda, Nuh/ Ziusudra ile ilgili bilgileri ayrıntılarıyla veren biriyim.
        Bana Nuh ismini örnek gösterterek olsamla bulsamları anlatma.
        Sümer yazıtları ile ilgili verileri yıllardır okuyorum, okuduklarımdan edindiklerimi Wep sitemde ayrıntılarıyla yazdım.
        http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/nuh-peygamber-kimdir-hangi-%C3%A7a%C4%9Fda%2c-hangi-uygarl%C4%B1kta-ya%C5%9Fam%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r-/

        Sümer yazıtlarında doğa üstü dinsel olaylar, insanın ve evrenin yaratılışı, göksel varlıkların aralarında savaşları bolca anlatılır lakin Sümerler günümüzde kullandığımız bir çok bilim dalını bulan insanlardırda.
        Bu bulgular dinsel doğa üstü olaylarla değil, belli bir süreçten geçilerek olmuşmuştur.
        Örneğin; gözlem ve matematik hesabıyla uzayla, zamanla, tıp’la muhasebeyle ilgili bilgiler. Sümerler yazıyı icat etmeden önce görseller kullanıyorlardı, sonra bu resimleri simgesel olarak harflere sonra çivi yazısına dönüştürerek logosuz alfabelerin temelini atmışlardı.
        Tufan Tanrı tarafından Sümerlere bildirildiyse eğer, bunu bildiren Dingir An’dır.
        Birde Kuran Nuh tufanını bildiriyor diye hiristiyanlar gibi bu bir mucize falan demeye kalkmayın, Kuran yazmadan önce tufan öyküsü bütün uygarlıklarda anlatılmıştır.
        Ziusudra’ya Tengri, (Sümerler Dingir derdi) An’dan öğrenerek tufan olacağını Enlil bildiriyor.
        Ama oluyor, sonunda Tengri inancının inançların ilk öncesi olarak semavi inançlarada kaynak olduğunu kabul edeceksiniz.
        Yalnız, var’ya!!!
        Allah ismi yanlış alınmış.
        Tengri An ismini vermeniz gerekirken Nuh/Ziusudra’ya tufan olacağını bildiren göksel varlik Enlil’in( Akadlarda Ellil) göksel anlamına gelen “El” sözcüğünden baştan El ah, El ilah sonrada Allah ismini almışsınız.
        Ama bir yerde doğruluk var, Enlil’in ön eki En/An sözcüğü Tengri An’a vurgudur.
        Yahudiler Akad’larda Ea/aya olan Sümeri Enki isiminden Yave isimli tanrılarını yaratmışlardı.
        Enlil isminden türetilen Tanrı tanımlamaları;
        ibrani dilinde Tanrı anlamına gelen “Ba al”, Akadlarda “Bel”, Frikyalılarda “Ba Alat”, ortadoğuda Sami dilleri konusan uygarliklarda” Ba alah” ve “Bealiah” ismi Romalılara kadar değisik söylem biçimleriyle tanrılara inanılmıştı. Tevrat’ın eski metinlerinde el sözcüğü mutlak varlık tek Tanrı anlamında kullanılmış, çünkü yahudiler Yave’nin tek tanrıları olduğuna iman ederler ama ismini kullanmazlar. Enlil’den
        El ilaha, sonrada Allah’a dönüşen sözcügü Sümerlerden almanıza rağmen Sümerlerin dağların kökleri olduğunu bilmiyorlardı diye havanda su dövme.
        Sümerlerde NEBU ünvanlı bilge kişilik olarak Sürü Pak kentinde yaşamış olan Nuh/Ziusudra’nin(Akad’larda Utnapiştim) Tanrı’sının ismi Allah değil, Dingir An’dı.

        Ayete geçen‘’ revasi’ yere yerleştirilen,dengeyi sağlayan ve kökleri yerin derinliklerine kadar inen dağlar demektir.!
        (senden alıntı)

        Önceki yazılarımda Fusulet suresi 10 ayet çevrilerini verdim.
        Hiç birinde dağların kökleri olduğuna dair ne bir sözcük, nede bir vurgu yokken sen gene diğer ayetlerde yaptığın gibi yine tahrifatla kök sözcüğünü ekleyerek mucize yaratma peşindesin.
        Birde bir ağacın yer altında kökleri olduğunu bilmek ile dağların toprak altında kayalardan oluştuğunu bilmenin bir farkı yok.
        Bumu mucize !!!
        Bölgelerinde herkesin bildiği, tahmin edeceği bir olguyu söylemek mucize değildir.
        Kuran hiç buz dağının konusunu edermi ?
        Hayır.
        Konusunu etmez, çünkü ortadoğuda okyanus üzerinde buzdan bir dağ olacağını kimse bilmez, düsünemez bile.
        şayet Kuran buzdağının altında üstte kalan kısmından iki misli bir kök veya dağ olduğunu bildirmiş olsaydı işte bu mucize olurdu ama bu tür söylemler Kuran’da hiç yoktur.
        Arı’nın bal yapmasından, gecenin arkasından gündüzün gelemesinden, dağlarin görünürde durağan kalmasından ne güzel mucizeler üretiyorsunuz !!!
        Eğer mucize arıyorsan Bilime,Sümere bak.
        Kuran’da olmayan bilimsel verileri ayrıntılarıyla Kuran yazılmadan 3000 yıl önce anlatmışlar.
        Esenlikler..

      • bilal dedi ki:

        Sn.Kökler ve Kanatlar,

        ‘’ Tufan Tanrı tarafından Sümerlere bildirildiyse eğer, bunu bildiren Dingir An’dır.‘’ sizden alıntı’’

        Buna bir itirazımız yok,çünkü her toplum kendi dil ve kültüründe tanrı ifadesini karşılayacak bir ismi kullanmışlardır.Hz.Nuh Sümerlere peygamber olarak gönderildiğine göre,ona gelen vahiy de Sümer diliyle gelmiştir,yani hz.Nuh’a gelen vahiylerde tanrı veya Allah ifadesi yerine ‘’Dingir An ‘’ ifadesi kullanılmıştır,çünkü daha önceki her peygamber gönderildiği halkın içinden ve onun diliyle gönderilmiştir Hz.Nuh’ta böyle.
        ‘’ Sümerlerde NEBU ünvanlı bilge kişilik olarak Sürü Pak kentinde yaşamış olan Nuh/Ziusudra’nin(Akad’larda Utnapiştim) Tanrı’sının ismi Allah değil, Dingir An’dı.‘’ sizden alıntı’’

        Biz de,Sümerler de tanrı yerine kullanılan ‘’ Dingir An’’ yerine Allah ismini kullanıyoruz, bunda bir mahsur görmenin hiç bir anlamı yoktur,çünkü her toplum kendi dil ve kültüründe tanrı ifadesini karşılayabilecek bir ismi kullanıyorlar,bu nedenle eğer Sümer diliyle konuşursak,hz.Nuh’a vahiy gönderene de Dingir An diyebiliriz. !

        ‘’ Ayete geçen‘’ revasi’ yere yerleştirilen,dengeyi sağlayan ve kökleri yerin derinliklerine kadar inen dağlar demektir.! ‘’ benden ‘’

        Arapça da ‘’sabit veya hareketsiz’’ ifadelerinin karşılığı ‘’revasi ‘’ değil,yine ‘’ sabit ve camid ‘’ kelimeleridir. Fussilet-10.ayette sabit kelimesinin çoğulu olan ne ‘’ Sevabite,ne de Cevamide’’ yani ‘’Sabit veya statik ‘’ dağlar ifadesi asla yoktur. ‘’ Ayete geçen‘’ revasi’ yere yerleştirilen,dengeyi sağlayan ve kökleri yerin derinliklerine kadar inen anlamındadır. Maalesef,bir çok ayetlerde olduğu gibi burada da yine bir çeviri hatasıyla karşılaşıyoruz.!

        Eğer,söz konusu ayette‘’ Sabit veya hareketsiz dağlardan ‘’söz edilseydi,ayetin arapça metni aşağıdaki gibi olması gerekirdi;

        ‘’وجعل فيها جبالا ثوابت اوحعل فيها جبالا جوامد ‘’ ve ceale fiha cibalen sevabite, ya da ‘’ ve ceale fiha cibalen cevamide ‘’ şeklinde olacaktı. Buna göre maali da şöyle olurdu;

        ‘’ O, orada üstünden sabit dağlar (vaya ) statik dağlar yerleştirdi ‘’ şeklinde olurdu, Ama ayetin arapça metninde ‘’ جبالا ثوابت ‘’ cibalen sevabite ‘’ değil de sadece ‘’رواسي ‘’ revasiye ‘’ yani ‘’’ağırlığıyla kökleri yerin derinliklerine yerleştirilen’’ şeklinde bir ifade geçmektedir.

        Bir çok yerde adeta birbirinin kopyası durumunda olan meallerin tümü de aynı şeyi söylüyorsa,hiç bir şey ifade etmez.Zaten kur’an’ın ayetlerini akıl,mantık ve ilimle çeliştiren bu tür meal hatalarıdır.Zira ayetlerin arapça metninde zerre kadar akıl,mantık veya bilimle çelişen hiç bir ayet yoktur,ayetleri sorunlu gibi yapan da sadece hatalı meal ve yorumlardır !!!

        ‘’ Kuran hiç buz dağının konusunu edermi ? ‘’ sizden’’

        Kur’an bize buz dağı vs.anlatmaya mı inmiştir ? Yoksa insanların huzur ve mutluluğunu ilke edinen prensipleri mi? Yeri gelince dağlardan da söz eder,yeri gelince başka şeylerden de söz eder,ama onun hedefi,ne coğrafi bilgiler,ne de fizik,kimya,matematik vs.fenni bilimler hakkında bilgiler vermektir ? O insanların huzur ve mutluluğunu hedefleyen ilahi bir nizamdır,ilahi hukuk kitabıdır,hukuk ve kanunun konusu ne olduğunu zaten size anlatmaya gerek yok. Ama bununla birlikte,kur’an’ın arapça metninde bu tür fenni bilimlerle çelişen,akıl,mantık veya bilime ters düşen tek bir ayeti de bulmak asla mümkün değildir,ama var gibi görülen bütün sorunlar hatalı meal ve yorumlardan kaynaklanmaktadır !!!!

        Saygılarımla.

      • Sn Bilal.

        Baştan bir önceki yazımda bir düzeltme yapayım.
        Dingir An’dan tufan olacağını öğrenerek Nuh/Ziusudra’ya bildiren Enlil değil Enki’ydi.
        Yazımda Enlil yazmışım.

        Ama bununla birlikte,kur’an’ın arapça metninde bu tür fenni bilimlerle çelişen,akıl,mantık veya bilime ters düşen tek bir ayeti de bulmak asla mümkün değildir,ama var gibi görülen bütün sorunlar hatalı meal ve yorumlardan kaynaklanmaktadır !!!!(senden alıntı)

        Öyle şeyler söylüyorsunki asırlardır müslümanlar yanlış çevrilerden dinlerini öğrendikleri için Kuran ruhunu anlamadılar demeye getiriyorsun. Sen de iyi biliyorsunki tahminen islam inanç akide ve hukuku’nun %80’ni uydurulmuş ibrani inanç olguları ve arap milliyetçiliğinden oluşmuş söylemlerden ibaret. Birde buna Kuran’nın yanlış çevrisi eklenince Kuran’ın nerdeyse hiç bir zaman anlaşılamadığını demeye getiriyorsun.

        Söylemlerinden benim çıkardığım sonuç;
        Kuran hiç bir zaman anlaşılmadığı ve hukuk,ahlaki, günlül yaşamla ilgili konular hadisler üzerinden belirlendiği için Allah’ın önerisi hiç bir zaman insanlara doğru olarak ulaşamadı.
        Doğru olarak ulaşamadığı için insanlar Kuran’ın ne demek istediğini 1400 yıldır anlayamadılar !!!
        Pekiyi öyle varsayalım.
        çevrilerin yanlışlığı üzerine birde uydurulmuş hadisler eklenince ortaya gerçekte islam olmayan bir ucube çıkmış.
        Sana samimi olarak birkaç soru soracağım.
        Senin söylemlerinden çıkardığım sonuçla bu ucube inanca biz inanmamakta haklımıyız, haksızmıyız ?
        Varsa bir hesap günü Allah bize neden bu ucube inanca inanmadınız diyemi sorguya çekecek, yoksa siz, doğruları söyleyen Bilal’in çevrilerini gözardı ettiniz, haydin kafirler olarak cehenneme girinmi diyecek ?

        Kimin neye inandığını kimse bilemez.
        inanç vicdanda yaşatılan bir olgu olduğu ve her insanın bilgi olarak edindikleri üzerine kurulduğu için hekesin Tanrı veya mutlak varlık anlayışı farklıdır.
        Üst kimlik olarak aynı inançta olsalarda fark etmez.
        Örneğin sen, Kuran’ın ahlaki, hukuki bir düzenleme kitabı olduğunu söylerken başkası gelecekten haber veren birçok mucizeler olduğunu söylüyor. Bu nedenle ben insanları topluca bir kefe içine koyarak dinleri aynı, düşünceleride aynı diyerek pek yargılamam.
        Bireyin inanç ve düşüncelerini esas alırım.
        Gözlemlediğim kadarıyla aslında senin bizden bir farkın yok.
        Biz Kuran’ın kusursuz olmadığı, bir çok hatalardan oluştuğu için bu dinden uzaklaşıyoruz.
        Sen ise bu hata ve kusurları gördüğün için hakim olduğun arapça ile düzeltmeye çalışıyorsun.
        Bana göre müslümanların ateist, kafir, sapkın olarak tanımladıkları insanlar arzuladıkları kusursuz bir Tanrı’yı Kuran’da ve Kuran’ın getirdiği yaşamda göremedikleri için dinlerden soğuyorlar.
        Aslında bizler kusursuz, güzellikler getiren, varlığı hor görmeyen, insana barış, güven ve huzur getiren bir Tanrı’ya düşman değiliz.
        insanlığa kan ve göz yaşından baska birsey vermeyen inançlara karşıyız.
        Senin de kabul ettiğin hatalardan oluşan çevrilerde biz arzuladığımız kusursuz bir Tanrı’yı göremiyoruz.
        Sana göre hatalardan oluşan Kuran çevrileri ve uydurulmuş hadisler yüzünden müslüman dünyası 1400 yıldır savaşlarla inananlarına kan ve gözyaşından başka hiç birşey verememiş.
        Bu durumda suç insanlardamı ?
        Yoksa öğütleri bir türlü anlaşılamayan bir dille konuşan Tanrı’damı ?
        Bana göre seninle hemfikir oldugumuz, söylemleri hiç bir zaman tam olarak anlaşılmayan Tanrı’dadır.
        Baktı, insanlar ne dediğini anlamıyor.
        Herşeye gücü yettiğine göre daha açık bir dille, varlığını delillendirerek insanların anlayacağı bir dille insanlara öğütler vermeliydi.
        1400 yıldır başarısız olmuş bir inancı ısrarla dayatarak insanları cehennemde yakacak olan bir Tanrı’ya ben inanamıyorum açıkcası.
        Varlığın arkasında yaratıcı veya oluşturucu mutlak bir güç olduğuna inansamda bu böyledir.
        Esenlikler..

  163. kadir dedi ki:

    sayın ramsteinn…

    NÂZİÂT-32
    Dağlarını dikip oturttu;

    doğru meal herhalde şöyle bir şey olacak;
    allah yerkabuklarını hareket ettirerek orojenik hareketlenmelere yol açarak dağları yerine yerleştirdi.

    neyse bilal bey ayeti bilimsel olarak çevirir. sizden alıntı..

    ayetin arapça metnine bakmaya tenezzül bile etmediğinizden maalesef yanlış meale bakıyosunuz.. arapça metnini araştırdığınızda nasıl bir şekilde yanılgıya düştüğünüzü anlayacaksınız..

    doğru meal..

    Velcibale ersaha. (naziat-32)
    Dağlarını demir atar gibi attı.. (naziat-32)

    “ersa” geminin demir atması demektir..

    bir gemi su yüzünde yelkenlerini indirirse gemi dalgalarla sağa sola sürüklenir. fakat gemi denizin dibine demir attığı zaman artık sürüklenmez. kaldığı yerde sabit kalır.. dağları gemi gibi düşünün dağların kökü olmasaydı yeryüzünün dalgalarından dolayı herşey suya gömülebilir, veya toprak kaymaları meydana gelebilirdi.. işte ayette geçen “ersaha” ifadesi dağların yer altına demir attığını, yani bir kökü olduğunu ifade ediyor.. tıpkı bir geminin sürüklenmemesi için demir atması gibi..

    aynı ifade 42. ayette de geçiyor..

    Yes’eluneke ‘anissa’ati eyyane MURSAHA. (naziat-42)

    meali; sana o saatten soruyorlar; “onun demir atması (mursaha) ne zaman”
    işte bu ayette de belirtilen. bir gemi gibi akıp giden zaman ve hayat ne zaman demir atacak, ne zaman bir son bulacak…

    bu ifadeler mucizevi ifadelerdir.. son derece isabetli anlam içeren sözlerdir.. bu yüce yaratanın insanlar için mucizevi delilleridir.. tabi anlayana… sizin için her yol paris…

  164. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    japonyada olan depremler neticesinde japon adasının sulara göüldüğünü gördün mü? ben yer sarsıntısı olmayacak demiyorum ki, tabiki de olur. hertarafı dağlık olan bölgelerde olması olağandır.. işte bu olağan depremlerin yeryüzüne vereceği zararı önlemek için dağlara görev verilmiştir.. bilal beyin bahsettiği bilim adamlarına neden inanmıyorsunuz. sizin düşüncelerinize yönelik bir şey söyleseler kesin inanırdınız. bilimin kuran ile örtüşmesi sizi neden tedirgin ediyorsa şu ifadeyi kullanıyosunuz..

    “Onun takma ad kullanan ve kendine hoca diyen, kedicik sahibi internet fenomenlerinden (ilgi duyanlar için) yaptığı alıntılar ancak onu tatmin eder!”

    işte düşüncenize ters olan her şey sizi tatmin etmez. sizi muhattap almaz, size göre yalan yanlış şeylerdir..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Demek ki kedicik sahibi olan hocalara siz de iibar ediyorsunuz! Nede olsa ”özgür irade” niz var, sizin seçiminiz!

      Bakın siz önceki yzıma karşılık yazarken bende o yazıyı devam ettirecek bu yazıyla meşguldüm! Ne yapayim ki bana söylenilen sözlerin arasından canımın istediklerini seçip diğerlerini görmezlikten gelemiyorum!

      Demek siz ”yer sarsıntısı olmaz” demiyorsunuz! Peki ol halde bana şu yorumunuza istinaden ,

      ”dağların görevi YERYÜZÜNÜN sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi SABİT tutmasıdır.” sizden alıntı

      tekrar söyleyin, dağlarla çivi gibi SABİTLENEN ve bu sayede SARSILMAMASI sağlanan şey nedir? Lafı dolandırmayın, bu sabit olduğu söylenen şey, sabitmi değilmi, sarsıntı oluyormu, olmuyormu?

      Lütfen bir japonu, benim tanrımın yarattığı ”dağların görevi YERYÜZÜNÜN sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi SABİT tutmasıdır.” diyerek kuranın tanrısına çağırınız, ilgili ayeti ona okuyunuz ve çağırınız, alacağınız tepkiyi umarım bizimle paylaşırsınız!

      Şimdi yeryüzüde ki dağ serileri esasen depremlerin en yoğun olduğu yerlerdir, çünkü yer plakalarını birbirlerine yaklaşıp çarptığı sınır noktalarını işaret ederler. Baskının en büyüğü oralardadır ve normal dağ dizileri ya da yanardağları oluşturular. Bunlarda magmanın yeryüzüne çıkış yollarıdır ve yeryüzüne çıkan magmanın donarak katılaşması sonucu oluşurlar! Bilimsel açıklamaları bunlardır. Şimdi ilahi açıklamalara gelelim;

      ”diyorsunuz ki dağlar için. dünyanın oluşumundan milyarlarca yıl sonra oluşmuştur..

      ZATEN kuranı kerimde bunu SÖYLÜYOR. kurana göre yer ve gök yaratıldıktan sonra düzene konulmuştur.. ve kuranda dikkat edin dağların oluşumu ile ilgili genel olarak “cealna” ifadesi kullanışmıştır.. yani “halak” ifadesi kullanılmamıştır.. ” sizden alıntı

      ‘’O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.’’Fussilet,10-Diyanet

      Yani neymiş, dağlar en başta var edilmiş(!), milyarlarca yıl sonra değil! Yani 26-27 milyon yıl önce oluşmaya başlayan himalayalar bu ayetin bahsettiği dağlardan olamaz! Yani dinozorların ilk ortaya çıktığı yani hayatın var olduğu 240 milyon yıl önce dünyada şuan dünyanın en yüksek dağı olan everesti de içinde bulunduran himalayalar yokmuş!

      Şimdi gelelim kitabın kendi çelişkilerine;

      ‘’Yeryüzünü de yaydık ve orada SABİT dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.’’Kaf,7-Diyanet

      ‘’Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer KAZIK yapmadık mı?’’Nebe,6-7-Diyanet

      Sanırım SABİT ne demektir beni anlatmak zorunda bırakmazsınız! Yani dağlar yeri sabitlemek, bulunduğu yerde tutmek için çivi niyetine kullanılmış! Peki bilim, karaların hareket ettiğini söylemiyormu? Örneğin türkiye adlı karaparçası her yıl 25mm hareket eder! Peki bu karalar üzerlerinde dağlar olduğu halde hareket etmiyormu? O halde dağların yeri sabitlediğini nasıl söyleyebiliriz?

      Ayetlerle devam,

      Kuran dağların yürümesinden bahsediyor, ama ne zaman? Kıyamet koptuğunda?

      ”O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.”Tur,9-Diyanet
      ”Dağlar yürüdükçe yürür.”Tur,10-Diyanet 10

      ”Kendisiyle dağların YÜRÜTÜLECEĞİ veya yeryüzünün PARÇALANACAĞI, ya da ölülerin KONUŞTURULACAĞI bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez. Rad,31-Diyanet”

      ‘’Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Neml,88-Diyanet

      Bu ayetleri okuyunca anlıyoruzki, dağlar yeri çivi gibi, kazık gibi yerinde sabitlemek için yaratılmış ve ancak KIYAMET koptuğunda hareket edebilirler! Yani normalda kurana göre dünyadaki kara parçalarının hareket etmemesi gerekiyor! Hayal görüyoruz yani!

      Demek ki Pasifik Levhası yılda 15cm, hareket etmekle Kuranın dolayısıyla tanrısının aksine hareket etmiş oluyor!

      Bakın size dağların ya da tepelerin oluşmasını sağlayan tektonik hareketlerin ne kadar ani ve şiddetli olabildiğine dair bir haber paylaşacağım! Hemde sürmekte olan yaşamın tam ortasında!

      http://karisikcerez.com/2014/03/06/90-metrelik-duvarda-5000-dinozor-ayak-izi/

      Bu dinozorların ayak izlerinin bulunduğu yerin milyonlarca yıl önce bir göl kenarı olduğunu bilerek düşünün, nasıl olurda düz duvarda dinozorların ayak izleri olabilir! Belki o zaman olmuş olan levha çarpışmasının şiddetini hayal edebilirsiniz!

      Ha bu arada bu ayak izlerinin olduğu ülke olan bolivya içinde 640km uzunluğundaki and dağlarını barındırır! Sanırım Bolivyanında komşuları gibi bir deprem ülkesi olduğunu söylememe gerek yok!

      Son olarak da eskilere orta asyada yaşayan türklerin dağları nasıl algıladıklarını görmeye gidelim!

      ”Tengri tağ birde basurdı = Tanrı dağlarla yeri bastırdı.”

      Bu benzetmenin neden yapıldığını anlamak için sadece ve sadece o çoğrafyadaki adına Tanrı Dağları denilen dağları incelemeniz yeterlidir!

      Bitirmeden yine kurandaki ilginç bir ayrıntıya dikkat çekeyim!

      ”Sinâ Dağına andolsun”Tin,2-Diyanet

      Merak ediyorum da kuranın tanrısı dünyanın en heybetli dağının mısırdaki (s.arabistanda bile değil) 2.285m yüksekliğindeki sina dağı olduğunu düşünerek mi ona yemin ediyor, dünyada 8800 metrelik azametli bir everest tepesi olduğunu bilmiyormu? Hani bütün insanlara sesleniyor ya…

      • bilal dedi ki:

        SnToro,

        Yer kabuğunun içinden dağların kökü mağmanın derinliklerine salındığı için yeryüzü SÜREKLİ sarsılmaktan korunuyor,Bu şunun gibidir, Mağma tabakası yer kabuğu altında adeta bir derya gibidir,yer kabuğu da onun üstünde devasa bir gemi gibidir,eğer duran gemi denize demir atmazsa sürekli sarsılacaktır,işte yerkabuğu gemi gibi, altında da mağama deryası var ve yer kabuğunu bu mağma üzerinde sürekli sarsmaktan koruyan de,yer kabuğu içinden mağmanın derinliklerine salınan dağların kökleridir.

        Ayrıca taşküre’nin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto bulunmaktadır.Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok “Levha”lara bölünmektedir. Üst Manto’da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvada gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde SAL GİBİ YÜZMEKTE OLUP birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler.

        Saygılarımla.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        KUR’ANA GÖRE,DAĞLAR,KARAPARÇALARI VE DOLAYISIYLA YERKÜRE HAREKET ETMEKTEDİR!

        ‘’ ’Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Neml,88-Diyanet

        Bu ayetleri okuyunca anlıyoruzki, dağlar yeri çivi gibi, kazık gibi yerinde sabitlemek için yaratılmış ve ancak KIYAMET koptuğunda hareket edebilirler! Yani normalda kurana göre dünyadaki kara parçalarının hareket etmemesi gerekiyor! Hayal görüyoruz ‘’ sizden’’

        ‘’ وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً ‘’ ve teralcibale tahsebuha camideten ‘’

        a) Burada geçen ‘’Tera ve Tahsebu ‘’ikiside fiili muazari kipi olup anlamı ‘’ sen dağları görüyor,onları camid (satik,hareketsiz) sanıyorsun, ‘’ şekildededir. Yani geleceği değil hal zamanı ifade ediyor.

        b) Bu ifadeyi iyice düşünen herkes anlıyorki,hz.peygamber hayata iken bu ayet onu o zaman muhatap alarak O AN Kİ GÖZLERİYLE dağları nasıl görüp sandığını anlatmaktadır.!!!

        c) Kıyamet koptuğunda dağlardaki hareketler (paramparça olmaları vs.) gözlerle görülür ve hareketsiz olduğunu HİÇ KİMSE SANMAZ !!! Halbuki ‘’Bu ayete ‘’ HAREKETSİZ SANIYORSUN ! ‘’ deniliyor.

        d) Ayetin son cümlesinde de ‘’ Bunu,(yani dağların hareketini) her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır ‘’ deniliyor.

        e) Kıyamet koptuğunda dağların ve her şeyin dengesi ve düzeni bozulur,ve her şey yıkılıp gider,ama ayetin sonunda ‘’Bunu,(yani dağların hareketini) her şeyi sapa sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır ‘’ deniliyorsa,demek ki,dağların dengesinin bozulmadığı ve her şeyin sapasağlam bir halde olduğu şu an ki dağların konumuna vurgu yapılıyor, kyamet koptuğunda değil.!

        f) Bu nedenle Neml-88.ayet,87.ayetle alakalı değildir.

        ‘’ Yani normalda kurana göre dünyadaki kara parçalarının hareket etmemesi gerekiyor! Hayal görüyoruz ‘’ sizden’’

        Tam aksine kur’an’a göre dağların ve kara parçalarının HAREKET ETMESİ GEREKİYOR !

        Tabiki kur’an’nı kökten reddettiğiniz için kur’an’ın anlattığı tüm gerçekleri de hayal görüyorsunuz !

        Ayrıca ‘’ Bitirmeden yine kurandaki ilginç bir ayrıntıya dikkat çekeyim!
        ”Sinâ Dağına andolsun”Tin,2-Diyanet

        Merak ediyorum da kuranın tanrısı dünyanın en heybetli dağının mısırdaki (s.arabistanda bile değil) 2.285m yüksekliğindeki sina dağı olduğunu düşünerek mi ona yemin ediyor, dünyada 8800 metrelik azametli bir everest tepesi olduğunu bilmiyormu? ‘’ diyorsunuz ‘’

        Peki yüce Allah ‘’ Sina dağına ‘’ büyük dağ olduğu için mi yemin etmiştir,yoksa orada hz.Musa’ya varlığını tecelli ettirerek vahiy yoluyla ona kitap ve bir takim mücizeler verdği için mi ???
        İşte maalesef,araştırıp doğruyu öğrenmeden yorumlar yapıyorsunuz.!!!

        Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Sizin Kuran okuduğunuza üstüne okuduğunuzu anladığınıza şüphelerim var! Aksi durumda siz gerçekten kuran ayetlerini basit bir münazarada üsütünlük kurma uğruna saptırıyorsunuz demektir!

        Çünkü Neml,88 de kıyametin kopmasından sonra olacaklar anlatılır! Zaten aksi olamaz, olursa yazımda verdiğim ve aşağıya yeniden kopyalayacağım ayetler boşa çıkmış yada sizin yorumunuza göre birbiriyle çelişmiş olurdu;

        ”O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.”Tur,9-Diyanet
        ”Dağlar yürüdükçe yürür.”Tur,10-Diyanet 10

        ”Kendisiyle dağların YÜRÜTÜLECEĞİ veya yeryüzünün PARÇALANACAĞI, ya da ölülerin KONUŞTURULACAĞI bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez. Rad,31-Diyanet”

        Aslında sizin Neml,88 ile ilgii bu yorumu yapmanız tamamen talihsizlik çünkü, sureyi özellikle 80.ayetten okumaya başlarsanız kıyamet sonrasının anlatıldığını görürsünüz. Ama ben sizi o kadar yormayıp sadece bir önceki ayeti paylaşacağım;

        ”Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı GÜNÜ HATIRLA. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler”Neml,87-Diyanet

        Şimdi hemen arkasına 88 i okuyun bakalım yüzünüz kızaracakmı!

        ‘’Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Neml,88-Diyanet

        Siz kuran okurken ne denildiğini zor anlıyorsunuz ya, o yüzden sizin için 2 ayeti birleştirerek yazacağım bakın ne oluyor;

        Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı GÜNÜ HATIRLA. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na GELİRLER.Dağları GÖRÜRSÜN, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

        Kuranın tanrısı elçisine kıyamet gününü ve o gün orada göreceklerini hatırlatıyor, siz bana hala demogoji yapıyorsunuz! Kendinizi bu kadar kasmak yerine 89 ile 90. ayetide okuyun,açılırsınız! Sanırım sevgili kadir bu eşsiz Neml,88 yorumunuza kucak dolusu teşekkürleriyle iştirak ederek sizi rahatlatacaktır!

        ”Peki yüce Allah ‘’ Sina dağına ‘’ büyük dağ olduğu için mi yemin etmiştir,yoksa orada hz.Musa’ya varlığını tecelli ettirerek vahiy yoluyla ona kitap ve bir takim mücizeler verdği için mi ???
        İşte maalesef,araştırıp doğruyu öğrenmeden yorumlar yapıyorsunuz.!!!”sizden alıntı

        Bu cevabı özellikle bekledim yazının muhatabından, ama size kısmetmiş! Yazının sonunda bu karşılığın geleceğini hesap ederek gerekli cevabı da vermiştim aslında!

        Hani bütün insanlara sesleniyor ya…

        Düşünsenize kuranın tanrısı everest tepesi dye bir yer olduğunu kuranda söylüyor, o zaman bizim halimiz nice olurdu, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi mahsunlaşır kendi kendimize ağlaşırdık! Ama yok, bu durumda bizim yapmamız gerekeni yapması gereken kimler oluyor!

        Bakın sizden hiç bir şey istemiyoruz, sadece bu inanca inanın! Ama başkalarının neden inanmadığını sorgulamadan ya da inanıyor olma halinizi savunmaya çalışmadan!

        Aksi durumda sürekli kendinizle çelişir durursunuz!

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal,

        ‘’ ’Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. Neml,88-Diyanet

        Bu ayetleri okuyunca anlıyoruzki, dağlar yeri çivi gibi, kazık gibi yerinde sabitlemek için yaratılmış ve ancak KIYAMET koptuğunda hareket edebilirler! Yani normalda kurana göre dünyadaki kara parçalarının hareket etmemesi gerekiyor! Hayal görüyoruz ‘’ benden’’

        ‘’ وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً ‘’ ve teralcibale tahsebuha camideten ‘’sizden alıntı

        ”a) Burada geçen ‘’Tera ve Tahsebu ‘’ikiside fiili muazari kipi olup anlamı ‘’ sen dağları görüyor,onları camid (satik,hareketsiz) sanıyorsun, ‘’ şekildededir. Yani geleceği değil hal zamanı ifade ediyor.” sizden alıntı

        Evet çok iyi arapça biliyor ve sayesinde kitabı anlıyorsunuz ya bana zamanında yukarıdaki cevabı vermiştiniz! Ben size yine kitaptan yani tanrınızdan bir ayetle cevap vereyim ve onu yine sizin nevi şahsınıza münhasır ulvi yorumlarınızdan ya da altyazılarınızdan koruyayım!

        ‘’DAĞLARI YÜRÜTECEĞİMİZ ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin GÜNÜ bir HATIRLA. Biz onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.’’Kehf,18-Diyanet

        eksik olmasın şimdi Neml,87 ve 88i alt alta tekrar verelim ve bakalım şu dağlar ne zaman yürüyormuş!

        ‘’Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı GÜNÜ HATIRLA. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.’’Neml,87-Diyanet

        ‘’Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. ‘’Neml,88-Diyanet

        Sayın bilal, sizce zaten yürüyor olan dağların (geleceği değil hal zamanı ifade ediyor,) kıyamette yürütüleceğinin söylenmesi abes değilmidir?

        Daha kitabın kendi anlatım tekniğinden haberiniz yok üstüne birde zaten kitapta dayanağı olmayan mealleri doğru olan ve olmayan şeklinde kategorize etmeye soyunuyorsunuz!

  165. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    gerçekten ayetleri çarpıtmakta üstünüze yok.. çünkü kuranı kerim doğrunun doğrusunuda söylese inanacak ve kabul edecek değilsiniz.. kuranın her bir harfi, her bir cümlesi, sizi derinden sarsıyor.. resmen savaş ilan etmişsiniz.. hatta işinize gelmeyen bilim adamlarını bile görmezden gelecek dereceye ulaşmışsınız.. söylenecek fazla söz yok…

    • toro dedi ki:

      Sayın kadir,

      Rica ediyorum beni bir kez olsun şaşırtarak standardınızın dışına çıkın! Ne zaman söylenecek sözünüz tükense aynı savunma hamlelerini yapıyor ve dayanak gösteremeden sadece yaftalayarak durumunuzu kotarmaya çalışıyorsunuz!

      Ben size, sizin argümanlarınızı okuyarak kendi anladıklarımı, üstelik sizinde rahatlıkla ulaşabildiğiniz bilgilerlerle destekleyerek yorumluyorum! Sonuç olarak eğer ben herhangi bir ayeti çarpıtıyorsam bana hangi ayeti hangi yorumumla nasıl çarpıttığımı gösterebilmek zorundasınız!

      İşinize gelmeyen bilim adamları ne demek? Bilim adamlarının görüşleri kimsenin işine gelmek zorunda değildir! Bu nedenledir ki ben karşıt argümanlara atıfta bulunmayıda bir etik zorunluluk olarak görür ve yeri geldiğinde yazılarımda paylaşırım!

      Resmen savaş ilan etmek meselesine gelince, o öyle değil çok iyi biliyorsunuz! Olan şu,
      siz sizin gibi düşünmeyen ve neden sizin gibi düşünmediğini de mantıklı şekilde açıklayabilenlerin sizinle ya da inancınızla savaşan düşmanlar olduğuna inanmışsınız! Ben böyle düşünmenin sizi rahatlattığınında farkındayım!

      Benim tavsiyem, en,en,en diyerek tarif ettiğiniz tanrınız ve ona ulaştıracağını düşündüğünüz inancınızı bu enlere rağmen karşıdakine birşeyleri çarpıtan ve düşman ilan ederek savunma kolaycılığından vazgeçin. O enlere sahip tanrı eğer sizin arkanızdaysa, sizin yazacak, anlatacak şeylerinizin benden daha fazla olması gerekir!

      Bana ithamlarınızı dayanaklarla açıklayarak gelin, aksi halde yaptığınız ithamların benim size uzaylısınız dememden farkı olmayacaktır! Uzaylısınız da neye göre!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro..

        “Resmen savaş ilan etmek meselesine gelince, o öyle değil çok iyi biliyorsunuz! Olan şu,
        siz sizin gibi düşünmeyen ve neden sizin gibi düşünmediğini de mantıklı şekilde açıklayabilenlerin sizinle ya da inancınızla savaşan düşmanlar olduğuna inanmışsınız! Ben böyle düşünmenin sizi rahatlattığınında farkındayım!” sizden alıntı..

        işinize gelen bilim adamını dikkate alıp işinize gelmeyenleri reddetmeniz sizin açınızdan çok endişe verici bir durumdur.. ayrıca benim gibi düşünmeni beklemiyorum. sadece biraz vicdanını devreye sokarak bakış açınızı gözden geçirmenizi istiyorum.. yine diyorum.. kuran “a” dese siz göz göre göre o “a” değil diyebiliyosunuz.. çünkü bu reddediğiniz bir inancın ön yargı çıktısıdır. kuranın her cümlesine, her ayetine, her kelimesine muhalefet olarak eleştirmeniz gün gibi ortadadır.. adama sormazlar mı bu kuranda hiç mi doğru bişey yok? kurana iman eden bu kadar insan ahmak ve gerizekalı, siz akıllısınız öylemi… bu tutumunuz ancak size zarar verir.. bizlere bişey olmaz.. saygılarımla…

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Bakın yazımın üzerine ikinci mesajınızı yazıyorsunuz ama hala neyi çarpıttığıma dair dayanaklarınızı açıklayamıyorsunuz! Bunun yerine anlamsız cümlelerle garip bir altta kalmama güdüsünün peşine takılmış gidiyorsunuz.

        ”işinize gelen bilim adamını dikkate alıp işinize gelmeyenleri reddetmeniz sizin açınızdan çok endişe verici bir durumdur.” sizden alıntı

        Bahsettiğimiz konuyla alakalı yazdığım yazıların herhangi bir yerinde bana atıf yapılmış herhangi bir bilim adamı ismi verebilirmisiniz? Cidden ben bu konuyla alakalı olarak hangi bilim adamını dikkate almışım bilmek isterim!

        Siz farkında değilsiniz ama üzerinde siz dahil mutabakat sağlanmış big-bang teorisini sorgulayan yazılarım vardır bu forumda! Yanlış insana yanlış ithamlarla karşılık veriyor üstelik bu ithamlarınızı da dayandırabileceğiniz somut doneniz yok!

        Sayın Kadir,

        İslam dünyasının ekseriyeti 1950 li yıllara kadar dünyanın düz olduğuna inanıyordu, karşınaza çıkacak sonuçtan çekinmezseniz araştırın hala çoğunluğun aynı noktada olduğunu göreceksiniz! Şimdi size soruyorum 1950 yılına kadar kuranda dünyanın yuvarlak olduğuna dair ayet yokmuydu? 1950 den sonramı o ayetler konuldu? Sizin bilim adamı dediklerinizin derdinin, tartışılamayacak şekilde kanıtlanan bilimsel gerçekliklere uygun kuran ayetleri tasarlamak olduğunu bilmiyormuyuz!

        Burada yüzlerce defa söyledim, kim kurana iman etmiş? Kuran dünya da ilk defa bu zamanda mı görülmeye ve inanır toplamaya başladı! Şaka gibi, siz doğduktan hemen sonra kelime-i şehadet getiriptemi müslüman oldunuz yoksa zaten ailenizden dolayı müslüman mı sayıldınız?

        Sanki müslüman ailelerin çocukları doğuyor, ailelerinden müslümanlığı dinliyor ve sırası geldiğinde onlara inanıyorsanız iman edin deniyor da bu insanlar o şekilde iman ediyor!

        Bakın saçma sapan kıyaslamalarla (akıllı-gerizekalı) hezeyan ederek birşey kotaramazsınız, arkanızda tanrınız olduğu halde (öyle inanıyorsunuz) bana cevap vermek için bundan daha iyisini yapamadığınızı ilan etmekten başka birşey değildir bu!

        Çok açık bir istekte ulunuyorum,

        Lütfen bir japonu, benim tanrımın yarattığı ”dağların görevi YERYÜZÜNÜN sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi SABİT tutmasıdır.” diyerek kuranın tanrısına çağırınız, ilgili ayeti ona okuyunuz ve çağırınız, alacağınız tepkiyi umarım bizimle paylaşırsınız!

        Yeryüzü dağlarla sabitlenmiştir diyen sizsiniz, en ise yeryüzünün sarsılmasıyla dağlar oluşmuştur diyen kişiyim! Bana dağlar dünyanın yaradılış evresinde (4 gün-Evre) değil sonrasında dünyaya konulmuştur diyorsunuz size ayetle aksini kanıtlıyorum!

        ‘’O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.’’Fussilet,10-Diyanet

        ”diyosunuz ki dağlar için. dünyanın oluşumundan milyarlarca yıl sonra oluşmuştur..

        ZATEN kuranı kerimde bunu söylüyor.. kurana göre yer ve gök yaratıldıktan sonra düzene konulmuştur.. ve kuranda dikkat edin dağların oluşumu ile ilgili genel olarak “cealna” ifadesi kullanışmıştır.. yani “halak” ifadesi kullanılmamıştır..

        O (allah) yeryüzünde ağır baskılar (ravase) kılmıştır/taktir etmiştir. (cealna). (fussilet-10)

        tıpkı yeryüzünde yaratılan insanın yaratıldıktan sonra halife kılınması gibi..” sizden alıntı

        Tabi sizde haklısınız, bir müslüman olarak inandığınızı söyleyip savunmaya soyunduğunuz kitabın içinde ne yazdığından bihaber oolduğunuzu kabul etmek yerine karşıdakini düşman olarak tanımlamak ve herşeyi saptırmakla suçlamak daha kolaydır! Anladığım kadarıyla sizin için de daha etiktir! Aksi durumda başka birinin ayetleri saptırmakla itham edilmesi gerekecekti, değilmi?

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —ayetleri çarpıtmakta üstünüze yok (senden alıntı)

      ne cevap vereceğine karar verebilmen için bizim yazdıklarımızı kelimesi kelimesine didik didik ederek okumak zorunda olmana rağmen, uzun mesajları okumaktan hoşlanmadığını öne sürerek, mesajlarımızın çoğunu okumadan cevaplama garipliğini göstermemen için senden kesme işaretine kadar olan kısmı okumanı istiyorum, devamını okumasanda olur

      çarpıtma meselesine gelirsek,
      ne yani! köpek sürüsü gibi ortaya çıkan mezheplerin, tarikatların, ekollerin suçlusu biz miyiz?

      çarpıtmak sizin işiniz, biz ise sadece çakıyoruz, çaktığımız zaman çıkan gürültüyü millet gök gürültüsü sanıp kafasını yukarıya kaldırıp havada bulut var mı diye bakıyor?

      birazdan öyle bir çakacağım ki tüm İslâm alemi havada bulut arayacak?

      ben, resmi kuruluş olması nedeniyle sorumlu davranacaklarını düşünerek, çarpıtma konusunda fazla cesur olacaklarını sanmadığım için diyanet tercümelerine itibar ediyorum,

      ayetlerden mantıksız gördüğüm ifadelere çakıyorum, gereksiz olarak gürdüğüm ifadeleri ise çıkarıp atıyorum,

      ne yapayım huyum bu, kimileri mevcuda bir şeyler ekleme (yama) yapar, kimileride mevcuttan bir şeyler çıkarmaya çalışır? yani kimileri çalışır çabalar üzerine bir şeyler ilâve eder, kimileri de boş boş oturup miras yedi gibi mevcut sermayeden yer,

      hani ben size, Kuranın tanrısı bakara-178’i gönderirken, yüz yıllarca öncesinde Tevratta hüküm altıne aldığı cana can hükmünü biliyorken, niye cana can dememişte, hüre hür, köleye köle, kadına kadın demiş diye soruyordum,

      sizde bana ipe sapa gelmez bir sürü gerekçeler söyleyerek, kem küm edip duruyordunuz,

      işte ben, acaba cana can diyebileceğimiz bir durum olabilir mi? diye düşünürken birden aklıma köleliğin resmen kaldırıldığı geldi, acaba ayatten köleye köle ifadesini çıkarırsam sonuç ne olur diye merak edip ayetten köleye köle ifadesini çıkarıp attım,

      böylelikle kim bu hürler, köleler? kadın mı? erkek mi?
      kim bu kadınlar? hür mü? köle mi? sorularının önüne geçmiş oldum?

      şimdi sen, “bre densiz! sen kim oluyorsunda Kuranın tanrısının sözlerini Kurandan çıkarıp atma cüretinde bulunuyorsun” diyebilirsin, hatta “tez kellesi vurula” da diyebilirsin? olsun, ben yinede çıkarıp atmakta kararlıyım,

      ayetten, köleye köle ifadesini çıkardığımızda, geriye hüre hür, kadına kadın ifadesi kalır, statü kriteri ortadan kalktığına göre, yani insanlara hür demenin bir anlamı kalmadığı için hüre hür ifadesini kişiye kişi veya cana can olarak değiştirebiliriz, Kısas terimlerine uygunluğu açısından hüre hür ifadesine cana can diyelim

      bu durumda hüre hür, kadına kadın ifadesi, cana can, kadına kadın ifadesine dönüşür,

      hani tiyatro oyunundaki, “bir bardak su vereydi ne iyi olurdu” cümlesini defalarca tekrarlayan kadın gibi bende, “Kuranın tanrısı kadına kadın demeyeydi ne iyi olurdu” demeye başladım? demeyeydi, sadece cana can demiş olurduk, niye cana can dememiş? diye soranlara tokat gibi bir cevap verilmiş olurdu?

      hüre hür ifadesini cana can ifadesine dönüştürebilmeme rağmen kadına kadın ifadesini ne yapacağımı bilemedim,

      içinden, büyük bir istekle, “çıkar at gitsin, çıkar at gitsin” dediğini duyar gibi oluyorum?

      bilirsin seni severim, insanların cinsiyetlerini yok edebilsem, hiç durmaz çıkarıp atarım ama ne yapayım, benim adım Hıdır, elimden gelen budur, erkekleri hadım etsem!, yinede insanların fiziksel görünümlerini yok edemeyeceğimden, örneğin; kadınlarda sakal bıyık çıkmasını sağlayamayacağımdan kadına kadın ifadesini yok edemedim,

      haliyle cana can ve kadına kadın ifadelerini yan yana koyduğumda, cana can ifadesi neyin karşılığı olur diye düşünmeye başladım,

      Kuranın tanrısı kadına kadın dediğine göre, bende içerisinde kadın olmayan bir şey söylemeliydim diye düşünmeye başladım ve erkeğe erkek dedim,

      dedim ama acaba cana can ifadesinde cinsiyet kriterine göre yapılacak eşleştirmelerde erkeğe erkek ifadesi var mı? diyerek cana can ifadesindeki cinsiyet kriterine göre mevcut eşleşmelere baktım,

      mevcut eşleşmeleri yazdığımda;

      erkeğe erkek?
      kadına kadın?
      erkeğe kadın,
      kadına erkek,

      eşleşmelerini gördüm, baktığımda cana can hükmünün erkeğe erkek ve kadına kadın eşleşmelerini bünyesinde barındırdığını gördüm,

      dolayısıyla cana can hükmü, kadına kadın eşleşmesini bünyesinde barındırmasına rağmen Kuranın tanrısı niye ayrıca kadına kadın demiş, öyleya cana can hükmünde kadına kadın eşleşmesi varken ayrıca kadına kadın demenin ne gereği var?

      demekki cana can ifadesi kadına kadın ifadesiyle yan yana yazıldığında, erkeğe erkek anlamına geliyormuş,

      yani ayetten statü kriterini çıkardığımızda, cinsiyet kriterine göre cana can ifadesi erkeğe erkek anlamına geliyormuş,

      bu durumda erkeğe erkek, kadına kadın ifadesinden, kısasın cinsiyet açısından aynı kriterlere sahip olanlar arasında uygulanacağını, farklı kriterlere sahip olanlar arasında uygulanmayacağanı anlıyoruz,

      bize bir şeyler sölemeye çalışacağınıza diyanete, ali İmran-7’deki “halbuki onun tevilini (müteşabih ayetlerin) ancak Allah bilir” ifadesini Kurandan çıkarıp atsın, tabi cesaretleri varsa?

      sanırım kısasın, cinsiyet ve statü açısından ayni kriterlere sahip olanlar arasında uygulanacağını anlamışsındır, hoş! anlamış olsan da, anladığını itiraf etmeni beklemiyoruz?

      —————————————————————

      varsayalım ki günün birinde İslâm aleminde köle ticareti yasal olarak serbest bırakıldı?

      bu durumda, ayetten çıkarıp çöp kutusuna attığımız köleye köle ifadesini çöp kutusundan çıkararıp alalım, yani statü kriterini devreye sokalım?

      erkekleri, hür erkekler, köle erkekler,
      kadınları, hür kadınlar, köle kadınlar olarak kategorize etmemiz gerekeceğinden eşleşmeleri,

      hür erkeğe hür erkek,
      hür kadına hür kadın,
      köle erkeğe köle erkek,
      köle kadına köle kadın,
      şeklinde tasnif etmemiz gerekecektir,

      bu ifadelerin kısas tarifine göre açılımlarını yaptığımızda,

      hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe karşılık olarak
      hür kadın, öldürdüğü hür kadına karşılık olarak
      köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe karşılık olarak
      köle kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık olarak
      kısas edilir şeklinde düzenleriz?

      yani cana can hükmüne göre, 16 türlü yazılabilen eşleşmelerden sadece 4 türlü eşleşmede kısas uygulanacaktır, diğer 12 türlü eşleşmede ise kısas uygulanmayacaktır,

      bu durumda cinsiyet ve statü açısından farklı kriterlere sahip olanlar arasındaki öldürmelerde katilin yaptığı yanına kâr kalacaktır, tazminat bile ödemeyecektir,

      ama yukarıdaki açılımları, özel bir durumu çözmek üzere gönderildiği iddia edilen bakara 178’e has özel bir kısas tarifi yaparak, (ki bana göre öyledir)

      hür erkek, öldürülen hür erkeğe karşılık olarak
      hür kadın, öldürülen hür kadına karşılık olarak
      köle erkek, öldürülen köle erkeğe karşılık olarak
      köle kadın, öldürülen köle kadına karşılık olarak
      kısas edilir şeklinde düzenlersek?

      katilin kim olduğunun bilinmediği ama katilin ait olduğu topluluğun bilindiği bir durum, yani maktüle karşılık olarak talep edilecek zararın muhatabının bir topluluk olacağı anlamı çıkar?

      bu durumda, maktülün cinsiyet ve statüsünün kriter alınarak, karşı taraftan aynı kriterlere sahip kişi veya tazminat isteme durumu söz konusu olacaktır, yani katilin kim olduğuna bakılmaksızın tamamen maktülün cinsiyet ve statü açısından sahip olduğu kriterler göz önüne alınacaktır, haliyle karşı taraf maktülle aynı kriterlere sahip birini ya feda edecektir yada tazminat ödeyecektir, yani her halukârda (16 türlü eşleşme) maktülün mağduriyeti karşılanmış olacaktır,

      cana can hükmüne göre 16 türlü eşleşmenin nasıl olacağını merak edenler varsa, cevabı aşağıda?

      hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe karşılık?
      hür erkek, öldürdüğü hür kadına karşılık
      hür erkek, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
      hür erkek, öldürdüğü köle kadına karşılık

      hür kadın, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
      hür kadın, öldürdüğü hür kadına karşılık?
      hür kadın, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
      hür kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık

      köle erkek, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
      köle erkek, öldürdüğü hür kadına karşılık
      köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe karşılık?
      köle erkek, öldürdüğü köle kadına karşılık

      köle kadın, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
      köle kadın, öldürdüğü hür kadına karşılık
      köle kadın, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
      köle kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık?
      kısas edilir, yani öldürülür veya tazminat karşılığı canı bağışlanır,

      eğer Kuranın tanrısı kısas uygulamasını bazı şartlara bağlamamış olsaydı, doğrudan cana can hükmünü getirirdi, ayrıca sadece öldürmelerle ilgili kısas hükmü göndermez, yaralamaları da içerisine alacak şekilde kısas ayeti gönderirdi, çünki kısas hükümleri, fiziksel zararları düzenleyen hükümler olduğundan, ayette içereceği hükümler, öldürme ve yaralamalarla ilgili uygulanacak cezaları belirleyecek şekilde olmak zorundadır??? aksi kısas mantığına aykırıdır?

      herhalde Kuranın tanrısı, kısas ayetinin hem öldürmelerle hemde yaralamalarla ilgili genel hükümleri içereceğini bilmiyor olmalı ki??? öldürmelerle ilgili kriterleri farz kılarak hüküm altına aldığı ayetin yaralamaları düzenlememiş olması nedeniyle,

      yaralamalarda ne yapacağız? sorusu sorulmuş olmalı ki, yaralamaları da hüküm altına almak ve emsal teşkil etmesi açısından Tevrattaki kısas hükümlerinden söz ettiği maide-45’i göndermiş,

      eğer Kuranın tanrısı maide-45’i göndermeseydi, yaralamalarda da bakara-178’deki hükümler emsal alınacağından, kısasın genel taifine göre, farklı kriterlere sahip olanlar arasındaki burun, kulak koparma, göz çıkarma, diş kırma, çene kırma, vs. benzeri olaylarda fail cezalandırılamayacaktı, yada kısasın bakara-178’deki kriterlere göre anlamını bulan özel tarifine göre mağdurla aynı kriterlere sahip olanlar suçlu olup olmadığına bakılmaksızın kısas uygulamasının muhatabı olacaktı?

      özetle Kuranın tanrısı bakara-178’le öldürmelere özel kısmi kısas hükmü tahsis etmiş ve statü ve cinsiyet açısından kısasın aynı kriterlere sahip kişiler arasında uygulanacağını hükme bağlamış?

      bu kriterleri genel kısas tarifine göre düzenlediğimizde, bakara-178’le sadece 4 türlü durumda maktülün mağduriyetinin giderilebileceği, yada kısasın özel tarifine göre katilin kim olduğuna bakılmaksızın, her türlü durumda (16 türlü) maktülün bir şekilde mağduriyetinin sağlanacağı bir uygulama getirildiği anlaşılıyor,

      hani manavlar karpuz satarken derler ya, “kesmece bunlar, seç seç al” buradaki durumda öyle bir şey, beğendiğiniz uygulamayı seçmekte serbestsiniz,

      yani kısas tarifinin ya “öldürdüğü” şeklinde olanını, yada “öldürülen” şeklinde olanını seçmekte serbestsiniz,

      toplu ödeşmeler için getirildiği anlaşılan bakara-178’in, bireysel öldürmelere de emsal teşkil ettiğini söylemeye gerek yok?

      ayrıca Kuranın tanrısı hür, köle, kadın kavramlarına yer verdiği ayeti, üstelik farz kıldığı ayeti, köle düzeninin olduğu, yani köle ticaretinin yasal olduğu, cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı bir toplum yapısına göre düzenlediğinden???

      Kuranın tanrısı, köle düzeninin olduğu, cinsiyet ayırımının yapıldığı bir toplum yapısını meşru kılmış???

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu

        KISAS HÜKMÜYLE İLGİLİ AÇIKLAMA !

        ‘’ yani cana can hükmüne göre, 16 türlü yazılabilen eşleşmelerden sadece 4 türlü eşleşmede kısas uygulanacaktır, diğer 12 türlü eşleşmede ise kısas uygulanmayacaktır,
        bu durumda cinsiyet ve statü açısından farklı kriterlere sahip olanlar arasındaki öldürmelerde katilin yaptığı yanına kâr kalacaktır, tazminat bile ödemeyecektir,
        ‘’ sizden alıntı’’

        Her zaman olduğu gibi sizin yazınız çok uzun olduğundan ve zamanım pek müsait olmadığından sadece birkaç sorunuza cevap yazacağım !

        Bakara-178:

        Hayır yanılyorsunuz,çünkü yukarıda göstrediğiniz bu 4 türlü eşleşme üzerine özel olarak inen Bakara-178.ayeten hamen sonra genel bir ifadeyle kısastaki her türlü eşleşmeyi (yani cana can gibi hükmü) içine alan Bakara-179.ayet ile daha sonra Tevrat’ta da bulunan‘’ CANA CAN‘’ hükmü Maide-45.ayetle de kur’an’da yer almıştır. !!!

        Bakara-179.ayette genel bir ifadeyle şöyle deniliyor !

        ‘’ ve leküm fil kısası hayatün ya ulül elbab! ‘’
        ‘’ Ey akıl sahipleri ! Sizin için kısasta (katilden maktulün intikamını alamada) hayat vardır !

        a)Yani haksız yere insanları öldüren canilere kısas uygulanırsa,kimse kimseyi öldürmeye cesaret edemez ve dolayısıyla can güvenliği korunmuş,toplumun huzur ve düzeni de sağlanmış olur.

        b) ‘’ KISAS ‘’ cinsiyet ve statülere bakılmaksızın SADECE KATİLDEN MAKTULÜN İNTİKAMINI ALMANIN ifadesidir ! Diğer bir ifadeyle ‘’ CANA CAN ‘’ ile ilgili hükümdür.
        c) Söz konusu maktulün intikamı katilden değil de başkasından alınırsa buna ( KISAS) denilemez.!

        d) İşte Bakara-179.ayet katil ve maktulün cinsiyet ve statüsüne bakılmaksızın genel bir ifadeyle kısastaki bütün eşleşme türleri (yani cana can hükmünü) içine alarak sadece katilden maktulün intikamının alınmasına vurgu yapmıştır.!!! Yani kısastaki bütün eşleşme türleri kapsamaktadır.

        e) Bakara -178.ayet özel bir durum üzerine inmişken,daha sonra kısasta genel bir ifadeyle bütün eşleşme türleri içine alan Tevrat’taki‘’CANA CAN ‘’hükmü Maide-45.ayetle kur’anda da yer almıştır.

        Özetle,Bakara- 178.ayet özel bir durum üzerine inmiş olup,daha sonra kısas hükmü Bakara-179 ile Maide-45.ayetleriyle genelleştirilmek suretiyle kısastaki bütün eşleşme türlerini içine alacak,katil ve maktulün cinsiyet ve statülerine bakılmaksızın sadece katilden maktulün intikamını almayı ifade eden ‘’CANA CAN ‘’ hükmü getirilmiştir.

        Bu nedenle‘’… cana can hükmüne göre,16 türlü yazılabilen eşleşmelerden sadece 4 türlü eşleşmede kısas uygulanacaktır,diğer 12 türlü eşleşmede ise kısas uygulanmayacaktır,’’şeklindeki yorumunuz anlamsız kalmaktadır.!!!

        ‘’ hani ben size, Kuranın tanrısı bakara-178’i gönderirken, yüz yıllarca öncesinde Tevratta hüküm altıne aldığı cana can hükmünü biliyorken, niye cana can dememişte, hüre hür, köleye köle, kadına kadın demiş diye soruyordum, ‘’ sizden’’

        Ben de her zaman size Bakara-178.ayet özel bir durum üzerine indiğinden,söz konusu bu yanlış hükmün ne olduğunu her kesçe bilinebilmesi için bu şekilde olmuştur,diye ifadelerde bulunmuşumdur!

        Ayrıca kur’an’ın hükümleri bir bütündür,aynı konudaki bütün ayetlerin birlikte değerlendirilmesi gerekir,birini alıp ötekini göz ardı etmek kur’an’a inanmamaktır.
        Şunu da biliyorsunuz ki,kur’an’ın bütün hükümleri bir anda toptan inmemiştir,23.sene içinde kur’an’ın nüzulü tamamlanmıştır.Mesela:Önce özel bir durum üzerine Bakara-178.ayet inmiştir,ondan sonra da cinsiyet ve statüsüne bakılmaksızın katil ve maktüllerin tümünü içine alan genel bir ifadeyle ‘’fil kısas’’ hükmü Bakara-179 ile, yine kısastaki her türlü eşleşmeyi içine alan’’ CANA CAN‘’ hükmü de Maide-45.Ayetle kur’an’da yer almıştır. .
        ‘’ Kuranın tanrısı, köle düzeninin olduğu, cinsiyet ayırımının yapıldığı bir toplum yapısını meşru kılmış??? ‘’ sizden alıntı’’

        Tam aksine bununla kur’an,köle düzenin olduğu,cinsiyet ayırımının yapıldığı mevcut toplumdaki gayri insanı olan bu haksızlığı kökten kaldırmaya çalışmıştır.Bununla cinsiyet ve statülerin ayırım sebebi olamayacağını,her kesin eşit olduğunu,kimse kimseden üstün ve meziyetli olmadığına dair genel bir hüküm getirmiştir.Kur’an mevcut köle düzeni ile cinsiyet ayırımı nedeniyle oluşan,adil ve eşit olmayan bu tür gayri insanı sorunlara değinerek kökten kaldırmaya çalışmışsa,bu düzen ve cinsiyet ayırımı meşrulaştırma anlamına mı geliyor ???

        Mesela: Uz.bir Dr.hastasının kanserli olduğunun teşhisini koyduktan sonra mevcut hastalığın tedavisi için diğer uzman ekibiyle birlikte bunun en uygun tedavi yöntemlerini görüşüp fikirlerini alırsa,bu Dr.mevcut hastalığı olumlu bir bir zeminemi oturtuyor ? Yani tabir caiz ise,kanser mikrubuna vurgu yaparak diğer uzman Dr.dan istifade etmek için en iyi uygun tedavi yöntemini öğrenmeye çalışırsa,bu Dr.mevcut hastalığa olumlu bakıyor ?
        İşte kur’an da bunun gibi mevcut bir sorunu ortadan kaldırmaya çalışırken,söz konusu mevcut soruna değinmekle asla onu muşru kılmış anlamına gelmez !!!

        Peki kur’an’ın da mevcut kölelik dizeni ile cinsiyet ayırımına dayalı eşit ve adil olmayan söz konusu gayri insanı uygulamaları ortadan kaldırmaya çalışırken hangi mantıkla ‘’ bu düzeni meşru kılmış ‘’ diyorsunuz??? Eğer bununla kur’an mevcut kölelik dizenini meşru kılsaydı,söz konusu kısastaki adil ve eşit olmayan bu gayri insanı uygulamayı da ortadan kaldırmaya değil,tam aksine buna onay verecekti.!!!

        Saygılarımla.

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Bakara-179.ayette genel bir ifadeyle şöyle deniliyor !
        ‘’ ve leküm fil kısası hayatün ya ulül elbab! ‘’
        ‘’ Ey akıl sahipleri ! Sizin için kısasta (katilden maktulün intikamını alamada) hayat vardır ! (senden alıntı)

        evet doğru kısasta hayat vardır? ama katiller için???

        Kuranın tanrısı, kan davası gütmeyi meşru kılmasının yanı sıra, katile, cinsiyet ve statü açısından kendisiyle farklı kriterlere sahip kişileri öldürdüğünde hayatta kalma şansı tanımış, üstelik hiçbir bedel (tazminat) ödemeden hayatta kalmasını sağlamış,

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Her zaman olduğu gibi sizin yazınız çok uzun olduğundan ve zamanım pek müsait olmadığından sadece birkaç sorunuza cevap yazacağım ! (senden alıntı)

        ben yazmaktan üşenmeyip, sizin canhıraş savunduğunuz kitapla ilgili bazı iddialarda bulunuyorum, siz cevap vermek için benim mesajlarımı kelimesi kelimesine didik didik ederek okumanız gerekirken, yerim dar gibisinden bahaneler uydurarak işinize gelmeyenlere cevap vermekten kaçıyorsunuz,

        sizin bu müşkülünüzü gidermek için müessesemizde taksitle okuma kampanyası başlamıştır, yazacaklarımı okuyacak vaktin yoksa taksit taksit okuyabilirsin, okuyamadığın yerler olursa sen hiç merak etme ben onları tekrar tekrar güncellerim,

        şimdi oldukça uzun sayılabilecek bir mesaj yazacağım, müsait oldukça taksit taksit okursun,

        şimdide sağır sultanın bile duyduğu Müslüman olan kan davalı şu iki meşhur kabileden söz edelim,

        sende bilirsin, ağalık düzeninin olduğu aşiret veya kabile tipi yapılanmalarda söz sahibi sadece kabile reisidir, Ülkemizde yapılan genel veya yerel seçimlerde, ağalık düzeninin olduğu yerlerde aşiret üyeleri ağa gelene kadar sandık başında beklerler, ağa gelip filanca patiye oy verin dediğinde, aşiret üyelerinin hepsi ağanın dediği partiye oy verirler ve o sandıktan diğer partilere tek bir oy bile çıkmaz,

        hatta bu tip yapılanmalarda kabileler, aşiret üyelerinin yaptığı eylemlerden de sorumlu tutulurlar, örneğin; Muhammedin peygamberlik iddiasından vazgeçmemesi üzerine, Mekkedeki diğer kabilelerin, sanki bunun sorumlusu Kureyş kabilesiymiş gibi üstelik İslâmiyeti kabul etmemiş olmamalarına rağmen Kureyş kabilesine ambargo uygulamışlardır, sizin deyiminizle söylersek, Muhammed yüzünden müşrikler müşriklere ambargo uygulamışladır, (İslâmi kaynaklara göre)

        oysa bir dine inanmak kişilerin kendi iradeleriyle karar vereceği bir şeydir, acaba bu kabilelerin topluca (cümbür cemaat) İslâmiyete girmelerini sağlamak için kabile reisleri hangi yöntemlerle ikna edilmişlerdir?

        öyle ya kabile reisinin aldığı kararlara kabile üyelerinin uyma zorunluluğu olduğuna göre, en kestirme yöntemde, kabile üyelerinin İslâmiyete girmelerini sağlamak için kabile reislerini ikna etmek yeterlidir, herhalde ikna edilen kabile sayısı kan davalı 2 kabileyle sınırlı kalmamıştır?

        Muhammedin evliliklerinin çoğunun siyasi amaçlı evlilikler olduğunu bildiğimize göre, Muhammedin kabile reislerinin kızlarıyla evlenerek akrabalık bağı kurmasının yanı sıra kabile reislerine bazı ikna edici vaadlerde bulunduğu muhakkak?

        Ömerin “tamam, gönlünüz İslâmiyete yeterince ısındı” deyip Kabe duvarında asılı olan listeyi yırtıp attığında, acaba o listede gönlü İslâma ısındırılanların arasında kabile reislerinin de isimleri de olabilir mi? (İslâmi kaynaklara göre)

        ayeti savunmak için öne sürülen gerekçe bile İslâmın taraftar bulma taktiklerini gözler önüne sermekten başka bir şeye yaramıyor,

        yani gaf üstüne gaf,

        –Bakara-179.ayet ile daha sonra Tevrat’ta da bulunan‘’ CANA CAN‘’ hükmü Maide-45.ayetle de kur’an’da yer almıştır. (senden alıntı)

        bakara-179 kısasın güzel! bir şey olduğundan bahseder, cana can hükmüne atıfta bulunmaz, maide-45’ te de cana can hükmüne atıfta bulunmaz, çünki Kuranın tanrısı Tevrattaki cana can hükmünü bilmesine rağmen, bakara-178’de hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükümlerini getirerek Tevrattaki cana can hükmünü yürülükten kaldırmıştır,

        maide-45’ teki cana can hükmü ise kısas hükümlerinin fiziksel zararlara (öldürme ve yaralama) verilecek cezalar olduğunu bilmeyen Kuranın tanrısının yarım yamalak (öldürme) kısas ayeti göndererek, yaralamaları pas geçmesi üzerine, yaralamalara emsal teşkil etmek üzere Tevrattaki kısas hükmünden söz etmek zorunda kaldığı bir bilgi ayetidir,

        Tevrattaki kısas ayetine uygunluğu açısından maide-45’te de cana can hükmünden söz etme gereği duymuştur, yani maide-45’teki cana can konu mankenidir,

        dolayısıyla bir tanrı tarafından yürürlükten kaldırılan bir hükmün tekrar yürürlüğe konulacağı bir tanrı için söz konusu olamaz,

        o nedenle, bakara-178’deki farz kılınan hükümler, kısas uygulamasındaki şartları belirtmektedir,

        yani hüre hür ifadesinin kısas hükmüne göre tarifi olan,

        hür, öldürdüğü kişiye karşılık olarak kısas edilir ifadesi, şarta bağlı genel bir hükümdür ve sadece hürün hürü öldürdüğü olaylarda uygulanmak üzere farz kılınmıştır, o nedenle hüre hür şartı, hürün öldürdüğü köle veya kadına karşılık kısas edilemeyeceğini hükme bağlıyor,

        dolayısıyla farz kılınarak hüküm altına alınan şartların aklınızda bulunsun gibisinden bir bilgilendirme olmadığını en iyi sizin bilmeniz gerektiği halde, söz konusu şartları bir şeylere vurgu yapıyor gibisinden sunmaya kalkışma kurnazlığını bırakın?

        örneğin; farz kılınan oruç hükmünde oruca başlamak için getirilen kriter (şart) beyaz ipliğin siyah iplikten ayrıldığı, seçilebildiği seher vaktidir, oruç bozma zamanı ise akşamleyin havanın kararmaya başladığı andır, eğer bir hüküm ayeti bir şeylere vurgu yapıyorsa, vurguladığı şey şart kıldığı hükümdür, başka birr şey değildir, öyle olmasaydı, herkes bilgilendim der geçerdi, beyaz iplik siyah iplik şartından dolayı, şartları taşımayan bölgeler tartışma konusu olmazdı,

        istersen bu seferde kadına kadın hükmünü ayetten çıkaralım, o zaman geriye hüre hür, köleye köle ifadeleri kalır, yani geriye statü kriteri (şartı) kalır,

        hür ve köle olarak nitelenen kişiler aynı zamanda kadın ve erkek olarak 2 farklı cinsiyete sahip olduklarına göre kadınların birbirlerini öldüremediklerinden söz edebilir miyiz?

        eşleşmeler aşağıda,
        hüre hür eşleşmeleri;
        hür erkeğe hür erkek
        hür erkeğe hür kadın
        hür kadına hür erkek,
        hür kadına hür kadın?

        köleye köle eşleşmeleri;
        köle erkeğe köle erkek
        köle erkeğe köle kadın
        köle kadına köle erkek,
        köle kadına köle kadın?

        gördüğün gibi kadına kadın eşleşmeleri hem hürlerde hemde kölelelerde var, o zaman hüre hür, köleye köle dedikten sonra kadına kadın demeye ne gerek var?

        üstelik ayetten kadına kadın hükmünü çıkardığımızda cinsiyet ayırımı ortadan kalktığından 8 türlü eşleşme söz konusu olabiliyor?

        cana can hükmünün bakara-178’le neden hüküm altına alınamadığına gelince,

        bir defa askeri gücüne güvenen bir topluluk öldürülen kölesine karşılık olarak karşı taraftan kelle istemeyi teklif bile etmez, kendi yöntemleriyle almak istediğini zorla alır,

        Müslüman oldukları için barıştırılmak istenen kan davalı 2 kabileden kelle başı mağlup durumda olan kabile, maçın bitiş düdüğünden önce, kısas mantığı gereği rövanşı almak, yani maçı berabere bitirmek amacıyla karşı taraftan kelle talebinde bulunmuştur, kim kime dum duma bir ortamda kimin okunun kime isabet ettiği bilinmediğinden, yani katillerin kim oldukları bilinmediğinden ve katillerin kim oldukları bilinmediğinden dolayı cana can hükmünün uygulanamaması nedeniyle,

        maçı berabere bitirmenin çareleri aranmış, kelle başı galip durumda olan büyük olasılıkla borcunu köle vererek ödemek istemiştir, yani kabağın kölelerin başında patlaması kuvvetli olasılık dahilinde? kelle başı mağlup olan kabilenin bu teklifi kabul etmediği de büyük olasılık dahilinde?

        işte kelle başı ödeşmekte, uygulamanın ne şekilde olacağı barış heyetince kararlaştırılamayınca, Kuranın tanrısı, Kuran bu 2 kabilenin sorununa çözüm bulamadı denmesin diye, (karizma çizilmesin diye) bakara-178’le hüre hür, köleye köle, kadına kadın diyerek soruna çözüm getirmiş ama bir çuval inciride berbat etmiş?

        ama sen illada katillerin bilindiğini iddia ediyorsan, Kuranın tanrısının bakara-178’de cana can hükmünü Kuranda niye hüküm altına almadığını açıklamak zorundasın,

        sakın ayet, cahiliye dönemindeki yanlış bir uygulamaya vurgu yapmıştır filan deme, farz kılınarak hüküm bildirilen bir ayette, neye vurgu yapıldığını farz kılınan oruç ayetindeki beyaz iplik siyah iplik şartına bakarak anlayabilirsin.

        ayrıca, başka olaylara vurgu yapılarak anlatılan olaylar bilgi amaçlı olup farz kılınan hüküm ayetlerinde yer almazlar, söz konusu olay başka bir ayette anlatılmak suretiyle bilgilendirme yapılır, farz kılınan hüküm ayetinde değil?

        o nedenle cahiliye döneminde kısası yanlış uyguluyanlar varsa, bunu vurgulamanın yeri farz kılınan hüküm ayeti değil, bilgi verilecek başka bir ayettir,

        maide-45 her ne kadar geçmişteki bir uygulamayla ilgili bilgi veren bir ayet olsa da, günü kurtarmak amacıyla yarım yamalak gönderilen bakara-178’de, yaralama hükümlerinden söz edilmemesi nedeniyle, aynı zamanda yaralamalara emsal teşkil eden bir ayettir,

        —Bununla cinsiyet ve statülerin ayırım sebebi olamayacağını,her kesin eşit olduğunu,kimse kimseden üstün ve meziyetli olmadığına dair genel bir hüküm getirmiştir (senden alıntı)

        yanılıyorsun, cinsiyet ve statüler ayırım sebebi olmasaydı, Kuranın tanrısı gönderdiği kısas ayetinde cana can der işi bitirirdi, farz kılınarak gönderilen bir hüküm ayeti, geyik muhabbetinin yapılacağı yer değildir,

        Kuranın tanrısının ne yaptığı açık açık bellidir ama statü ve cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı bir toplum yapısını meşrulaştırdığını anlayamamıştır, yani kaş yapayım derken göz çıkarmıştır,

        günümüzde (öyle bir şey olmaz ya) bir Ülkenin top yekün Müslüman olduğunu varsayalım ve İslâmi kurallara göre yönetildiğini varsayalım, diyelim ki bir cinayet işlendi, bu durumda ne yapılması gerekiyor, acaba Kuranın tanrısı öldürmelerle ilgili hangi cezai müeyyideleri hüküm altına almış diyerek Kurana baktıklarında, haliyle karşılarına bakara-178 çıkacak,

        ayetteki hüre hür, köleye, kadına kadın hükümlerini gördüklerinde acaba ne diyecekler, farz kılınan bir kısas ayetinde hür, köle, kadın kelimelerinin ne işi var diye sormayacaklar mı?

        fiziksel zararlarla ilgili cezai müeyyidelerin içerisinde, yaralamalarla ilgili hükümlerin de olması gerekirken niye sadece öldürmelerle ilgili hükümlerin olduğunu sormayacaklar mı?

        ama sen yinede, katillerin kim olduğunun bilindiğini iddia ediyorsan, Kuranın tanrısının bakara-178’de niye cana can demediğini açıklamak zorundasın,

        ben niye diyemediğini açıkladım, sende niye demediğini açıkla,

        sorular cevap alınıncaya kadar güncelliğini koruyacak,

        çok iyi bildiğini iddia ettiğin Arapçayı nerede öğrendin?

        Kuranın tanrısı, Kuranda kısas hükmü ihdas etmek için bakara-178’i gönderdiğinde hüre hür, köleye, köle, kadına kadın kriterleri getireceğine, kefaret hükmünü iptâl edip yerine tazminat hükmünü getirecek şekilde, doğrudan Tevrattaki cana can hükmünü hüküm altına alsaydı, Muhammed cana can hükmüne göre suçluyu cezalandıramaz mıydı?

        cezalandıramazdı diyorsan, bana sebebini açık ve net olarak anlatmalısın,

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        Bilâl;
        —Bakara-179.ayette genel bir ifadeyle şöyle deniliyor !
        ‘’ ve leküm fil kısası hayatün ya ulül elbab! ‘’
        ‘’ Ey akıl sahipleri ! Sizin için kısasta (katilden maktulün intikamını almada) hayat vardır ! (senden alıntı)
        evet doğru kısasta hayat vardır? ama katiller için??? ‘’ sizden alıntı‘’

        Ben de bu sözünüzü şöyle düzeltiyorum,

        evet doğru kısasta hayat vardır? ama katil ve caniler için değil,diğer bütün insanlar için !!!

        Fakat,iyice düşünüldüğün de aslında KATİLLER için de yine HAYAT vardır !!!

        ZİRA,İNSANLARI CANİCE KATLEDENLER KENDİLERİNE KISASIN BU TÜR HÜKMÜ UYGULANCAĞINI BİLİYORLARSA,İNSANLARI ÖLDÜRMEKTEN DE VAZ GEÇERLER.!
        İŞTE BU YÖNÜYLE KATİLLER DAHİL HERKES İÇİN KISAS HÜKMÜNDE HAYAT VARDIR,HERKESİN HAYATI KISAS HÜKMÜYLE GÜVENCE ALTINA ALINMIŞ OLUYOR, KİMSE KİMSEYİ ÖLDÜRMEYE BİLE CESARET EDEMEZ !!!

        İşte ‘’ evet doğru kısasta hayat vardır? ama katiller için??? şeklindeki yorumunuzla da ne kadar akıl ve mantık dışı olsa bile gayeniz ayetleri çarpıtmaktan başka bir şey olmadığı açıkça anlaşılıyor !!!

        Ayrıca ‘’Kuranın tanrısı,kan davası gütmeyi meşru kılmasının yanı sıra…’’ şeklindeki yorumunuz da saçmalıktan başka bir şey değildir,zira bu hükmü uygulayacak olan maktulün ailesi değil,toplumu yöneten devlettir !!! Devlet bir bu hükmü uyguluyorsa,buna kan davası mı diyorsunuz???

        Ne kadar anlamsız yorumlar yaptığınızın farkında mısınız ???

        ‘’ Kuranın tanrısı, Kuranda kısas hükmü ihdas etmek için bakara-178’i gönderdiğinde hüre hür, köleye, köle,kadına kadın kriterleri getireceğine,……’’ sizden alıntı ‘’

        Bu kriterlere mevcut durum üzerine vurgu yapılmıştır,eğer kur’an bu şekilde söz konusu kriterlere vurgu yamamış olsaydı,onların eşit ve adil olmayan bu gayri insanı haksız uygulamalarından da haberimiz olmazdı.Ama kur’an bu kriterlere vurgu yaparak aynı zamanda onların eşit ve adil olmayan bu haksız uygulamalarına da dikkatlerimizi çekmiş bulunuyor !!! Ama defalarca aynı konu anlatıldığı halde gayeniz doğruları anlayıp kabullenmek olmadığı da açıktır !
        Bu nedenle konuyla ilgili defalarca yazılan diğer iddialarınıza yönelik tekrar cevap yazmamı uygun bulmuyorum !!!

        Saygılar.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        — Ayrıca ‘’Kuranın tanrısı,kan davası gütmeyi meşru kılmasının yanı sıra…’’ şeklindeki yorumunuz da saçmalıktan başka bir şey değildir,zira bu hükmü uygulayacak olan maktulün ailesi değil,toplumu yöneten devlettir !!! Devlet bir bu hükmü uyguluyorsa,buna kan davası mı diyorsunuz???
        Ne kadar anlamsız yorumlar yaptığınızın farkında mısınız (senden alıntı)

        yanılıyorsun, hükmü verecek olan maktülün yakınlarıdır, uygulayacak olan Devlettir, bunu senin bilmiyor olman ne tuhaf ???

        evet, Kuranın tanrısı kan davası gütmeyi meşru kılmıştır,

        Kuranın tanrısı Tevratta, cana can, göze göz, dişe diş vurgulaması yaparak rövanşı alma, kin duyma, kan davası gütme düşüncesini inanırlarının kafalarına sokmuş? (algı yönetimi)

        sokmakla kalmamış, inanırlarının birlikte yaşadıkları gayri müslimlere veya kültür alışverişi yaptıkları toplumlara da kan davası gütmeyi transfer etmişler, bunu görmek için Ülkemizin orta doğu Ülkeleriyle sınırı olan bölgelere bakman yeterli (o bölgelerden birinde askerlik yaptığım için biliyorum)

        o nedenle kişiler, öldürmelerde cana can veya cana bedel istemeye şartlandırılmışlar, yaralamalarda ise yaranın türüne göre karşılığını istemişlerdir,

        zaten Kuranın tanrısı, inanırları rövanşı almaya şartlandırılmasalardı, o 2 kabile kelle başı ödeşmeye kalkışmaz, geçmişi kefarete sayıp, birbirlerine haklarını helâl ederler ve gürültüsüz patırtısız barışırlardı, sayelerinde kabileye özel (kişiye özel değil) öyle ucube bir ayet gönderilmemiş olurdu?

        herhalde bakara-178 indikten sonra, sebep oldukları olayın vahametini kavrayıp tazminat karşılığı ödeşme yoluna gitmişlerdir?

        İslâm aleminde kan davası gütmek, İslâmi kaynaklara göre, Ayşenin Aliye, gerdanlık olayıyla ilgili olan kininin önemli rol oynadığı, Osmanın katilerinin öcünün alınmadığı bahanesiyle başkaldırması (cemel vakası) sonucu kerbelâda noktalanan olaylar zincirinin, Müslümanların iki ana gruba bölünmesiyle kemikleşmiş hale gelmiştir ve günümüzde halâ 1400 sene önce yaşanan olayların körüklediği kan davası sonucu Müslümanlar birbirlerini boğazlamaktadır,

        o nedenle realitede, İslâm aleminde kemikleşmiş bir kan davasının getirdiği bir hesaplaşma vardır,

        bir küçük dip not;
        işin tuhafı, kasten veya kazaen işlenen fiziksel suçlarda Kuranın tanrısı yaralamalardan söz etmeyip sadece öldürmelerden söz etmesi işin başka bir boyutu, sahi Kuranda kazaen yaralamalarla ilgili kısas ayeti var mı? acaba???

        yani bakara-178 kasten öldürmeleri hüküm altına alan bir kısas ayeti,
        nisa-192 kazaen öldürmeleri hüküm altına alan bir kısas ayeti,

        herhalde cezai hükümler içeren ayetlerin kısas ayetleri olduğunu söylemeye gerek yok, (kasten ve kazaen adam öldürme, yaralama, hırsızlık, terör suçları, vs.)

        ayrıca, kısasın hukuksal anlamının suçun şahsiliği ilkesi olduğunu söylemeye gerek yok?

        işin hüküm faslına gelirsek,
        Kuranın tanrısı katile verilecek cezayı Maktülün yakınlarının kararına bırakarak, onları bir nevi hüküm verme konumuna getirmiştir,

        çünki katilin alacağı cezanın ne olacağına maktülün yakınları karar verir, Devlet ise sadece verilen kararın uygulanmasına aracılık eden bir kurumdur,

        maktülün yakınları katilin infaz edilmesini isterse, Devlet katili infaz eder, maktülün yakınları katilin tazminat karşılığı salıverilmesini isterse, Devlet katili tazminat karşılığı salıverir, katilde elini kolunu sallaya sallaya toplum içinde dolaşır,

        sanırım kan davası gütmenin sebebini ve hükme karar verenin kim, uygulayanın kim olduğunu yaptığım anlamlı yorumlardan anlayabilmişsindir, sen anlamasan da Arif olan anlar?

        bitmedi devam edecek,

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —evet doğru kısasta hayat vardır? ama katil ve caniler için değil,diğer bütün insanlar için !!!
        Fakat,iyice düşünüldüğün de aslında KATİLLER için de yine HAYAT vardır !!!

        ZİRA,İNSANLARI CANİCE KATLEDENLER KENDİLERİNE KISASIN BU TÜR HÜKMÜ UYGULANCAĞINI BİLİYORLARSA,İNSANLARI ÖLDÜRMEKTEN DE VAZ GEÇERLER.!
        İŞTE BU YÖNÜYLE KATİLLER DAHİL HERKES İÇİN KISAS HÜKMÜNDE HAYAT VARDIR,HERKESİN HAYATI KISAS HÜKMÜYLE GÜVENCE ALTINA ALINMIŞ OLUYOR, KİMSE KİMSEYİ ÖLDÜRMEYE BİLE CESARET EDEMEZ !!! (senden alıntı)

        sanki idam cezasının uygulandığı Ülkelerde, insanlar idamdan korkup cinayet işlemiyorlarmış gibi kısastaki idam uygulamasını bulunmadık hint kumaşı gibi sunmaya çalışman senin realiteden bihaber olduğunu gösterir,

        oysa Ülkemizde idam cezası kaldırılmadan öncede cinayet işleniyordu, Amerikayı hele hiç sorma?

        bir anlık öfke halinde (genellikle dedikodu eksenli) öfkesine yenik düşüp cinayet işleyenler, şeriatla yönetilen Ülkeler dahil dünyanın her yerinde (bilhassa aterkil toplumlarda) olabiliyor, çoğu sonradan yaptığına pişman olsa da öfkesinin kurbanı oluyor, böyle kişilere toplumuzda kader mahkumları deniyor,

        sen, şeriatla yönetilen Ülkelerde eşi hakkında çirkin dedikodular çıkarılan birinin 4 şahit ayarlayıp eşine suçüstü yapmaya çalıştığını mı vaya lian usulünü denediğini mi sanıyorsun?

        kaldı ki terör kaynaklı öldürme suçları en çok şeriatla yönetilen ülkelerde oluyor,

        faili meçhul cinayetler sıralamasında şeriatla yönetilen Ülkelerin hangi sırada olduklarını var sen araştırıver,

        onun için bilip bilmeden bağırarak boş boş konuşma,

        —İşte ‘’ evet doğru kısasta hayat vardır? ama katiller için??? şeklindeki yorumunuzla da ne kadar akıl ve mantık dışı olsa bile gayeniz ayetleri çarpıtmaktan başka bir şey olmadığı açıkça anlaşılıyor (senden alıntı)

        evet, kısasta katiller için hayat vardır, çünki Kuranın tanrısı, bakara-178’le katillerin tazminat karşılığı bağışlanmasına açık kapı bırakarak, tazminat ödeyen katillerin elini kolunu sallaya sallaya toplum içerisinde dolaşmasına dolaylı yoldan izin vermiştir,

        daha öncede Kuranın tanrısı Tevratta, hemde hiçbir maddi bedel ödemeden, katilin elini kolunu sallaya sallaya toplum içersinde dolaşması için kefarete sayma gibi garip bir kriter getirmiş,

        herhalde mağdur yakınları, katilin maddi ve manevi hiçbir karşılık ödemeden bağışlanmasını, yani katilin yaptığının yanına kâr kalmasını içlerine sindirememiş olmalılar ki, bizim kefarete sayacak kefaretlik durumumuz yok deyip kendilerine tanınan hakları, haklı olarak çok büyük olasılıkla katilin öldürülmesi yönünde kullanmışlardır,

        katilin yırtamadığını gören Kuranın tanrısı çözüm olarak bakara-178’de tazminat kriterini getirerek, katilin maddi bedel karşılığı canının bağışlanmasını sağlamıştır,

        katilin ölümünün maktülün yakınlarının üzüntüsüne (maneviyat) hiçbir etkisi olmayacağı ortadayken, maktülün yakınlarının katilin idamını istemek yerine, bedel karşılığı hayatını bağışlamalarının maddi çıkarları açısından daha uygun olacağını söylemeye gerek yok, (insan fıtratı gereği)

        dolayısıyla, tazminat ödeyecek gücü olan her katilin, tazminat ödeyerek elini kolunu sallaya sallaya toplum içerisinde dolaşacakları ortada, tazminat ödeyecek parası olmayanlarında okkanın altına gidecekleri ortada?

        oysa medeni (beşeri) yasalarda, idam cezası olmayan Ülkelerde, mağdurun yakınları katili tazminat karşılığı affetse bile, hatta hiçbir karşılık beklemeden affetse bile, (akrabalar arasında olabilir veya maktülün ne mal olduğunu bildikleri için olabilir) Devlet yinede katili cezalandırır, özetle söylersek, beşeri yasalarda Devlet, Allah affetse de ben affetmem der.

        yani beşeri yasalarda Devlet, “katil adam öldürecek, ondan sonra üç beş kuruş vererek elini kolunu sallaya sallaya toplum içerisinde dolaşacak öyle mi? yok öyle malaka” der, atar içeri?

        o nedenle, kısasta katiller için hayat vardır,

        ayrıca ben ayetleri çarpıtmıyorum, ayetleri çarpıtmak sizin işiniz, ben sadece, ayetlere akıl ve mantık balyozuyla çakıyorum,

      • 1okuyucu dedi ki:

        bilgilendirme,

        son yazdığım mesajda “bitmedi, devam edecek” demeyi unutmuşum,

      • 1okuyucu dedi ki:

        özür dileme mesajı;

        kısas: failin, muhatabına kasten (isteyerek) verdiği fiziksel zararların, (öldürme, yaralama, vb.) kendisine aynen uygulanmasıdır,

        o nedenle, aşağıda bana ait olan saçma sapan ifade, mantık kurallarını yerin dibine batıran bir gaftan ibarettir,

        —nisa-192 kazaen öldürmeleri hüküm altına alan bir kısas ayeti,

        herhalde cezai hükümler içeren ayetlerin kısas ayetleri olduğunu söylemeye gerek yok, (kasten ve kazaen adam öldürme, yaralama, hırsızlık, terör suçları, vs.) (benden alıntı)

        başta Bilâl olmak üzere, herkesten özür dilerim.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —BAKARA-178.AYETİN SEBEBİ NÜZULUNU ARAŞTIRIP ÖĞREN-
        MEDİĞİNİZ İÇİN YANLIŞ ANLAMIŞSINIZ:!!! Tam tersine bu ayet,söz konusu adaletsizlik ve eşitsizliği ortadan kaldırıyor.!!

        —1-Olay şudur:İslamdan kısa bir müddet önce cahiliye devrinde iki kabile savaşmış,birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi.Bunlar intikam almadan müslüman olmuşlardı,bu iki kabile yine de çatışıyordu ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün,kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edeceklerine and içtiler….”

        —İŞTE,BAKARA-178. ayet, adil ve eşit olmayan bu yanlış hükmü ortadan kaldırmak için inmiştir.Ayette özetle deniliyorki ” Bir hür,bir hürü öldürdüyse,onun kısası söz konusu aynı katil hürdür.Bir köle bir köleyi öldürdüyse onun kısası söz konusu katil köledir.Bir erkek bir erkeği öldürdüyse onunkısası söz konusu katil erkektir.Bir kadın bir kadını öldürdüyse onun kısası söz konusu katil kadındır.” Bu ayetin sebebi nüzulu olan olayda,hür,kadın ve köle söz konusu olduğu için o kayıtlara yer verilmiştir.! (senden alıntı)

        şu üstünlük taslama martavalından bahsedelim,

        her ne kadar Müslüman olmuş kan davalı 2 kabile örneğini kabul etsekte, (Kuranın tanrısının ilk defa gönderdiği kısas ayetinde, (bakara-178) “cana can” dememiş olması bu hikâyeyi doğruluyor) bu kabilelerin birbirlerine üstünlük tasladıkları iddiası ise martavaldan ibaret,

        çünki geçmişte öyle bir şeye tevessül etmiş olsalar bile İslâmiyete girdikten sonra, İslâmi hukuk kurallarına uymamaları söz konusu değil???

        herhalde, kendini daha şerefli gördüğü için hasmına üstünlük sağlamaya çalışan şerefsiz, hasmına rücu ettiğinde, hasmı, “rica ederim, aramızda teklif mi var? dükkan senin, buyur beğendiğini al” demiş, olmalı ? muhakkak öyle demiştir???

        fi tarihte bir gazetede okumuştum, Suriyeye giden bir resmi heyetle Suriyeli yetkililerin görüşme yaptığı toplantı salonunda, heyette bulunan askeri ateşe, duvarda asılı olan haritayı Suriyelilere göstererek, “haritada Hatayı kendi sınırlarınız içerisinde göstermişsiniz, Hatay sizin mi?” diye sormuş, Suriyeli heyet başkanı, “evet bizim” demiş, askeri ateşede “o halde buyrun gelin alın” demiş, duvarda asılı olan harita, Suriyeli heyet başkanının kaş göz işaretiyle anında asılı olduğu duvardan alıp salondan çıkartılmış, bu yaşanmış olayı, üstünlük taslamaya örnek olması açısından anlattım,

        herhalde kendini hasmından üstün gören şerefsiz, kendisinden öldürülen kölesine karşılık hasmından hür istemeyi düşünmez, gereğini kendisi hasmına zorla dayatarak yapar,

        dikkat edersen, hikâyede kendini daha şerefli gören şerefsiz, üstünlük kriteri olarak katilin kim olduğuna bakmaksızın, kendisinden öldürülen köleye karşılık hür, kadına karşılık erkek istiyor, yani hikâyede, cinsiyet ve statü açısından aynı kriterlere sahip eşleşmelerden söz edilmiyor,

        oysa ben sana, katilin ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiğini iddia etmen üzerine, madem katil ve maktülün kim oldukları biliniyorsa, Kuranın tanrısı niye? cana can hükmünü göndermemişte, cinsiyet ve statü açısından aynı kriterlere sahip olanlar arasında meydana gelen eşleşmelerden söz etmiş diye sorduğumda,

        —Ayrıca köleyi öldüren hür veya kadını öldüren erkek olsaydı,zaten aralarında sorun çıkmazdı, çünkü,öldürülen köle yerine katil olan hür,öldürülen kadın yerine de katil olan erkek zaten öldürülürdü ,bu durumda kimsenin itarazı da olmazdı,

        Ama katil ve maktul köle veya katil ve maktul kadın olsaydı işte o zaman maktulun tarafı katil köleye veya katil kadına razı olmazdı. (senden alıntı)

        sen bana, farklı kriterlere sahip olanlar arasındaki öldürmelerde, hasmına üstünlük taslayan şerefsizin hiçbir sorun çıkarmayarak üstünlük taslamadığını???

        aynı kriterlere sahip olanlar arasındaki öldürmelerde sorun çıkararak üstünlük tasladığını söyleyerek, üstünlük taslamanın mantığını yerle bir etmiştin? (öyle ya hasmına üstünlük taşlamaya çalışan şerefsiz, her türlü durumda hasmına üstünlük taslamaya çalışır)

        bende sana, hasmına üstünlük sağlamaya çalışan şerefsizin, kölesini öldüren köleye fit olmayıp karşılığında hür istiyorken, hürünü öldüren köleye fit olacağı düşünülebilir mi? diye sormuştum,

        sanırım cevap alamamıştım, yada sen cevap verdin ama ben görmedim, herhalde öyle olmalı?

        —kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün,kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edeceklerine and içtiler (sendeki hikâyeden kısmi alıntı)

        oysa bakara-178’in iniş sebebi olarak gösterilen hikâyede, katillerden hiç söz edilmiyor, hasmına üstünlük taslamaya çalışan kabile, kendisinden öldürülen köleye karşılık hasmından hür, kendisinden öldürülen kadına karşılık hasmından erkek istiyor, büyük olasılıkla da kendilerinden öldürülen hüre karşılık herhalde en az 2 hür istemişlerdir?

        üstünlük sağlamada, köleye karşılık hür isteme kriterini sağlayan mevcut eşleşmeleri yazalım,

        köle erkeğe karşılık hür erkek,
        köle erkeğe karşılık hür kadın,
        köle kadına karşılık hür erkek,
        köle kadına karşılık hür kadın,

        üstünlük sağlamada, kadına karşılık erkek isteme kriterini sağlayan mevcut eşleşmeleri yazalım,

        hür kadına karşılık hür erkek,
        hür kadına karşılık köle erkek?
        köle kadına karşılık hür erkek,
        köle kadına karşılık köle erkek,

        “?” işaretiyle gösterilen eşleşme, sence üstünlük taslama kriterine uyuyor mu?

        herhalde üstünlük taslama martavalını uyduran zatı muhterem, köle erkekleri, hür kadınlardan daha üstün görüyor olmalı,

        üstünlük taslama martavalını uyduran zatı muhterem, kendini hasmından üstün görenler, kendilerinden öldürülenlere karşılık olarak, statü ve cinsiyet açısından üst seviyede olanları hasmından istiyorlardı deseydi pot kırmamış olurdu,

        and içme martavalına gelince,
        birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan kabilelerin, kefaret ödeyerek yeminlerini bozmalarına engel bir durum mu vardı? yoksa bakara-178 gönderildiği sırada Kuranda kefareti düzenleyen hükümler yok muydu?

        bitmedi devam edecek,

        sen okumaya devam et, cevap vermesen de olur, hatta şahsi sorulara da cevap vermesen olur ama biz senin çok iyi bildiğini iddia ettiğin Arapçayı nerede öğrendiğini çok merak ediyoruz.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —‘’ Kuranın tanrısı, Kuranda kısas hükmü ihdas etmek için bakara-178’i gönderdiğinde hüre hür, köleye, köle,kadına kadın kriterleri getireceğine,……’’ sizden alıntı ‘’??? (benden alıntıymış)

        sorduğum soruya cevap vereceğine, sorudan kısmi alıntı yapıp, yani sorunun tamamını görmezden gelip, soruyla alakası olmayan şeyler söylemişsin, yani eveleyip geveleyerek dostlar alışverişte görsün kabilinden cevap verdim ayağına yatmışsın???

        madem cevap veremiyorsun, o zaman ben cevap vereyim,

        önce öldürmelerle ilgili uygulama çeşitlerini yazayım,

        bireysel ödeşme: katil ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiği öldürme olaylarında, katilin cezalandırıldığı bir uygulamadır,

        toplu ödeşme: katillerin kim olduklarının bilinmediği ama katillerin mensubu oldukları toplulukların bilindiği ve herkesin hasmını öldürmek amacıyla birbiriyle vuruştuğu, yani herkesin cinayete teşebbüste bulundukları, dolayısıyla herkesin katil olma olasılığının mevcut olduğu bir durumda, maktülün sahip olduğu kriterler göz önüne alınarak, aynı kriterlere sahip olanlar içerisinden, muhtemelen kura yöntemiyle seçilen kişilerin cezalandırıldığı bir uygulamadır,

        bu mesajı okuyacak olanlara hitaben;
        toplu ödeşme kavramı nereden çıktı demeyin, çünki İslâmi kaynaklarda bakara- 178’in, Müslüman olan kan davalı 2 kabilenin, barışmak için kelle başı ödeşmek istemeleri üzerine gönderildiği iddia ediliyor, Kuranın tanrısının ilk defa gönderdiği kısas ayetinde, (bakara-178) “cana can” dememiş olması bu iddiayı doğruluyor

        şimdi gelelim zurnanın zırt deliğine,
        hür, köle ve kadın kavramlarını cinsiyet ve statü kriterine göre tanımladığımızda,

        hür ve köle olan kişiler aynı zamanda erkek ve kadın olmak üzere 2 farklı cinsiyete sahiptirler,

        kadına kadın ifadesindeki kadınlar, aynı zamanda hür veya köle olmak üzere 2 farklı statüye sahiptirler,

        şimdide hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerindeki mevcut eşleşmeleri gösterelim,

        hüre hür ifadesindeki mevcut eşleşmeleri cinsiyetlerine göre düzenlediğimizde,

        hür erkeğe hür erkek
        hür erkeğe hür kadın
        hür kadına hür erkek
        hür kadına hür kadın?

        köleye köle ifadesindeki mevcut eşleşmeleri cinsiyetlerine göre düzenlediğimizde,

        köle erkeğe köle erkek
        köle erkeğe köle kadın
        köle kadına köle erkek
        köle kadına köle kadın?

        kadına kadın ifadesindeki mevcut eşleşmeleri statülerine göre düzenlediğimizde,

        hür kadına hür kadın?
        hür kadına köle kadın
        köle kadına hür kadın
        köle kadına köle kadın?

        şeklinde olduğu görülür,

        yukarıda görüldüğü gibi, kadına kadın eşleşmelerinin içerisindeki soru işaretiyle gösterilen 2 türlü eşleşme, hüre hür, köleye köle ifadelerindeki mevcut eşleşmelerde de görülüyor,

        yani hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarına göre düzenlenen toplam 12 adet eşleşme içersinde 2 adet eşleşme mükerrer yazılmış oluyor,

        bu durumda, hüre hür, köleye köle kadına kadın şartlarına göre düzenlenmiş mevcut eşleşmeler 10 türlü oluyor, oysa cana can hükmünde mevcut eşleşmeler 16 türlü oluyor, peki bu durumda 6 türlü eşleşme nereye gitti?

        gelde tav olma şimdi, acaba şeytan bunun neresinde?

        neyse biz devam edelim,
        hüre hür, köleye köle kadına kadın ifadelerini kısasın tarifine göre düzenlersek,

        hür, öldürdüğü hüre karşılık
        köle öldürdüğü köleye karşılık
        kadın öldürdüğü kadına karşılık
        kısas edilir şeklinde olduğuna göre,

        ve bu tanımların içerdiği mevcut eşleşmeleri kısasın tarifine göre ifade edersek,

        hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
        hür erkek, öldürdüğü hür kadın karşılık
        hür kadın, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
        hür kadın, öldürdüğü hür kadına karşılık

        köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
        köle erkek, öldürdüğü köle kadın karşılık
        köle kadın, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
        köle kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık

        hür kadın öldürdüğü köle kadına karşılık
        köle kadın öldürdüğü hür kadına karşılık

        olarak kısas edilir şeklinde 10 türlü olduğuna göre,

        —-Bu ayetin sebebi nüzulu olan olayda,hür,kadın ve köle söz konusu olduğu için o kayıtlara yer verilmiştir (senden alıntı)

        Kuranın tanrısı, sırf geçmişteki kısas uygulamalarında, üstünlük taslayanların statü ve cinsiyet kriterlerine göre, (hür, köle, kadın) yaptıkları haksız uygulamalar nedeniyle, ayette bu kavramlardan söz etme gereği duymuş ama bunu 10 türlü kısas tarifiyle yapmış öylemi?

        yani biz şimdi, Kuranın tanrısının kayıtlara geçmesi için söz ettiği hür, köle, kadın kavramlarını ancak 10 türlü eşleşme sayesinde mi anlamalıyız?

        oysa hür köle, kadın kavramlarından, farz kıldığı bir kısas ayetinde değilde, başka bir bilgi ayetinde, kısasın cinsiyet ve statü kriterlerine göre yapıldığından, kısas uygulamasında üstünlük taslayanların, katilin yerine başkasının öldürülmesini istediklerinden, hatta isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü diyerek, üstünlük taslayanların yüzsüzlüklerinden de söz edebilirdi,

        ama kabahat birazda sizin tanrınızda? bu kayıtlara geçirme işini 10 türlü eşleşmeyle değilde 16 türlü eşleşmeyle yapsaydı, biz geri zekâlılar tayfası da mutlaka anlardık?

        bitmedi devam edecek,

      • 1okuyucu dedi ki:

        bilâl;

        —Bu kriterlere mevcut durum üzerine vurgu yapılmıştır,eğer kur’an bu şekilde söz konusu kriterlere vurgu yamamış olsaydı,onların eşit ve adil olmayan bu gayri insanı haksız uygulamalarından da haberimiz olmazdı.Ama kur’an bu kriterlere vurgu yaparak aynı zamanda onların eşit ve adil olmayan bu haksız uygulamalarına da dikkatlerimizi çekmiş bulunuyor !!! Ama defalarca aynı konu anlatıldığı halde gayeniz doğruları anlayıp kabullenmek olmadığı da açıktır ! (senden alıntı)

        yanılıyorsun, adil olmayan gayrı insani uygulamalardan söz etmenin yeri hüküm bildiren ayetler değildir, hele farz kılan hüküm ayetleri hiç değildir,

        eğer Kuranın tanrısı yaşanmış olaylarla ilgi bir şeylerden söz etmesi gerekiyorsa, bunu farz kıldığı hükümleri bildiren bir kısas ayetinde değil, herhangi bir bilgilendirme ayetinde yapardı,
        örneğin; geçmişte yaşanmış olaylarla ilgili (peygamber kıssaları) olarak defalarca bilgi veren Kuranın tanrısı, neredeyse Kuranın tamamına yakınını dolduran bilgi ayetlerine ilâve edeceği bir ayetle, Muhammedin içerisinde yaşadığı toplumda yapılan yanlış uygulamalardan da söz eden bir bilgilendirme (haber verme) ayetiyle bilgi verebilirdi, (demek öyle bir şey yokmuş ki söz etmemiş)

        demek, hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri, geçmişte eşit ve adil olmayan haksız bir uygulamaya vurgu yapıyor,

        yani;
        hür, öldürdüğü hüre karşılık
        köle, öldürdüğü köleye karşılık
        kadın, öldürdüğü kadına karşılık
        olarak kısas edilir ifadeleri geçmişte eşit ve adil olmayan haksız uygulamalara vurgu yapıyor öyle mi?

        demek, Kuranın tanrısı;

        hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
        hür erkek, öldürdüğü hür kadına karşılık
        hür kadın, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
        hür kadın, öldürdüğü hür kadına karşılık

        köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
        köle erkek, öldürdüğü köle kadına karşılık
        köle kadın, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
        köle kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık

        hür kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık
        köle kadın, öldürdüğü hüre kadına karşılık

        olarak kısas edilir diyerek, geçmişte yapılan yanlış uygulamaya vurgu yapıyor öylemi?

        yukarıdaki kısas tarifine göre yapılmış hüre hür, köleye köle, kadına kadın eşleşmelerinin, geçmişte yapıldığı iddia edilen yanlış uygulamalarla ne alâkası var?

        üstelik Kuranın tanrısı geçmişte yapıldığı iddia edilen yanlış uygulamayı vurgulamakla kalmıyor, kişilerin statü ve cinsiyetlerine göre mevcut 16 türlü eşleşmeden, sadece 10 türlü eşleşmeyi referans alarak yanlış uygulamaya son veriyor öyle mi???

        oysa, hür öldürdüğü hüre karşılık olarak kısas edilir dendiğinde, bundan geçmişteki yanlış bir uygulamaya son verildiği anlamı çıkmaz,

        sorulacak tek soru, hür öldürdüğü köleye karşılık olarak kısas edilmiyor mu ? şeklinde olur,

        bakara-178’e gelirsek;
        Kuranın tanrısı, kişileri, o günkü toplum yapısına göre, yani kölelik düzeninin olduğu, (köle ticaretinin serbest olduğu) cinsiyet ayrımcılığının yapıldığı ataerkil toplum yapısına uygun olacak şekilde hüre hür, köleye köle, hüre köle, köleye hür şeklinde 4 türlü şekilde tasnif ederek,

        yani kısasın genel tarifi olan “kişi, öldürdüğü kişiye karşılık olarak kısas edilir” veya” katil, öldürdüğü maktüle karşılık olarak kısas edilir” şeklinde tanımlanan cana can ifadesinin cezai müeyyideler bildirdiği haline suçlu tanımının? ilâve edildiği bir düzenleme getirmiş,

        bu düzenlemelerden, hüre köle, köleye hür eşleşmelerini çıkararak, hüre hür, köleye köle eşleşmelerini almış, yani statü açısından aynı özelliklere sahip olanları göz önüne alarak, kişileri hürler ve köleler olarak 2 şekilde tasnif etmiş, tasnif etmekle kalmayıp hüre hür, köleye köle ifadelerinin yanına kadına kadın ifadesini eklemiş,

        yani; cana can hükmündeki,
        hüre hür, köleye köle, hüre köle, köleye hür
        eşleşmeleri,

        bakara-178’de,
        hüre hür, köleye, köle, kadına kadın
        şekline dönüşmüş,

        burada bakara-178’de katil ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiğini iddia edenlere sorulması gereken tek soru,

        katilin cezalandırılmasını hükme bağlayan cana can hükmü, katil ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiği bir durumda katilin cezalandırılması için yeterli değil miymiş ki???

        Kuranın tanrısı, ilk defa farz kılarak hüküm altına aldığı kısas ayetinde, cana can hükmünü getirmemişte, niye? hüre hür köleye köle, kadına kadın şartlarını getirmiş??? sorusudur,

        bunun sebebini anlamak için önce cana can hükmündeki mevcut eşleşmelerin açılımını yapalım, ilâve olarak kadına kadın eşleşmelerini de yazalım,

        hüre hür;
        hür erkeğe hür erkek
        hür erkeğe hür kadın
        hür kadına hür erkek,
        hür kadına hür kadın?

        köleye köle;
        köle erkeğe köle erkek
        köle erkeğe köle kadın
        köle kadına köle erkek,
        köle kadına köle kadın?

        hüre köle;
        hür erkeğe köle erkek
        hür erkeğe köle kadın
        hür kadına köle erkek,
        hür kadına köle kadın?

        köleye hür?
        köle erkeğe hür erkek
        köle erkeğe hür kadın
        köle kadına hür erkek,
        köle kadına hür kadın?

        kadına kadın;
        hür kadına hür kadın?
        köle kadına köle kadın?
        hür kadına köle kadın?
        köle kadına hür kadın?
        şeklinde olur,

        dikkat edilirse kadına kadın ifadesindeki mevcut eşleşmeler, hüre hür, köleye köle, hüre köle, köleye hür eşleşmelerinin içerisinde aynen var,

        yani cana can ifadesi, kadına kadın eşleşmelerini bünyesinde aynen barındırıyor, o nedenle cana can hükmündeki mevcut eşleşmeleri gösterirken, ayrıca kadına kadın eşleşmelerini göstermeye gerek yok,

        o halde, bakara-178’de kadına kadın ifadesinin ne işi var? bunu anlamak için statü belirten ifadelerden herhangi birini ayetten çıkarmak gerekiyor,

        kölelik düzeni kalktığına göre, yani köle ticareti resmen yasaklandığına göre köleye köle ifadesini ayetten çıkardığımızı varsayalım,

        (sakın bana rızkını kazanmak için başkalarının yanında çalışan emekçilerden, rızkını kazanmak için doğduğu toprakları terk edip yurt içinde veya yurt dışında çalışan emekçilerden, mafya bozuntusu zorbaların, bir şekilde ağına düşürerek sermaye olarak kullandıkları hayat kadınlardan söz ederek, köleliğin kalkmadığı iddia etme dangalaklığını göstermeye kalkışma, yüzüne karşı olmasa da, gıyabında hak ettiğin cevabı hak ettiğin şekilde alırsın)

        bu durumda statü kriteri kalkmış olacağından statü belirten hüre hür ifadesi kadük (hükümsüz) olur,

        onu da ayetten çıkardığımızda kadına kadın ifadesinin hiçbir anlamı kalmaz,

        kadına kadın ifadesini anlamlı kılabilmek için, hüre hür ifadesini, cana can olarak varsayalım, bu durumda cana can hükmü kadına kadın eşleşmelerini bünyesinde barındırdığından kadına kadın ifadesini çıkarmamız gerekir,

        kadına kadın ifadesini çıkardığımızda geriye cana can ifadesi kalır, bu durumda bakara-178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerinin hiçbir anlamı kalmaz,

        kadına kadın ifadesini cana can ifadesiyle birlikte yazsak, cana can ifadesi kadına kadın eşleşmelerini bünyesinde barındırdığından cana ifadesiyle birlikte yazılan kadına kadın ifadesinin mükerrer yazılmasından başka hiçbir anlamı olmaz,

        geriye bir tek şey kalıyor, kadına kadın ifadesi cinsiyet belirttiğine göre, kadına kadın ifadesinin anlamlı olabilmesi için hüre hür ifadesinin erkeğe erkek şekline dönüştürülmesi gerekir,

        yani statü kriterini kaldırdığımızda, hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadesi, kadına kadın, erkeğe erkek şeklini alır?

        bu da kadına kadın kriterinin, hür ve köleleri cinsiyetlerine göre tasnif etmek için ayete konduğu anlamına gelir???

        demek ki Kuranın tanrısı, bakara-178’ de hüre hür köleye köle kriterlerini getirerek, kişileri statülerine göre hür ve köle olarak tasnif ettikten sonra, kadına kadın şartını da getirerek, hür ve köleleri ayrıca cinsiyetlerine göre kadın ve erkek olarak tasnif etmiş,

        dolayısıyla, statü ve cinsiyet kriterleri açısından aynı özellikleri taşıyanların birbirleriyle kısas edilmesini hükme bağlamış,

        tabi kısasın genel tarifi gereği mecburen,
        hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe karşılık
        hür kadın, öldürdüğü hür kadına karşılık
        köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe karşılık
        köle kadın, öldürdüğü köle kadına karşılık
        olarak kısas edilir demiş,

        bitmedi devam edecek,

        cevap vermeyeceğini varsayarak, ben yazmaya devam ediyorum ama sen istersen sana hitaben yazdığım mesajlara cevap verebilirsin,

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Bu kriterlere mevcut durum üzerine vurgu yapılmıştır,eğer kur’an bu şekilde söz konusu kriterlere vurgu yamamış olsaydı,onların eşit ve adil olmayan bu gayri insanı haksız uygulamalarından da haberimiz olmazdı.Ama kur’an bu kriterlere vurgu yaparak aynı zamanda onların eşit ve adil olmayan bu haksız uygulamalarına da dikkatlerimizi çekmiş bulunuyor !!! Ama defalarca aynı konu anlatıldığı halde gayeniz doğruları anlayıp kabullenmek olmadığı da açıktır ! (senden alıntı)

        şimdide katillerle maktülleri işin içine katalım,

        kölelik düzeninin olduğu, yani köle ticaretinin serbest olduğu, dahada yani, şarabın yasaklandığı ama köle ticaretinin yasaklanmadığı ataerkil (ilkel) toplum yapısında, kişilerin hür ve köle olarak kategorize edilerek, statülerine göre 4 türlü tasnif edildiği, (sanki 4 ayrı torbadan Avrupa şampiyonlar ligi kuraları çekiliyormuş gibi) hüre hür, köleye köle, hüre köle, köleye hür ifadelerindeki mevcut eşleşmelere katil ve maktülleri de ilâve ederek,

        hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerindeki mevcut açılımları, statülerine göre yeniden yazalım,

        hüre hür;
        hür erkeğe hür erkek (maktül ve katil hür)
        hür erkeğe hür kadın (maktül ve katil hür)
        hür kadına hür erkek (maktül ve katil hür)
        hür kadına hür kadın (maktül ve katil hür) ?

        köleye köle;
        köle erkeğe köle erkek (maktül ve katil köle)
        köle erkeğe köle kadın (maktül ve katil köle)
        köle kadına köle erkek (maktül ve katil köle)
        köle kadına köle kadın (maktül ve katil köle) ?

        kadına kadın;
        hür kadına hür kadın (maktül ve katil hür) ?
        köle kadına köle kadın (maktül ve katil köle) ?
        hür kadına köle kadın (maktül hür, katil köle) ?
        köle kadına hür kadın (maktül köle, katil hür) ?

        kadına kadın ifadesinde, statü açısından maktül ve katilin aynı kriterlere sahip olduğu eşleşmeler hüre hür ve köleye köle torbalarında aynen var, o halde ilk iki sıradaki eşleşmeleri mükerrer yazıldığı için çıkarıp atarız,

        statü açısından maktül ve katilin farklı kriterlere sahip olduğu son iki eşleşme ise, hüre hür, köleye köle kriterlerine uymadığı için ait oldukları kapsama alanlarına gönderilir, yani kadına kadın ifadesinden çıkarılarak ait oldukları torbalara (hüre köle, köleye hür) atılır,

        bu durumda kadına kadın ifadesi, mevcut hiçbir eşleşmeyi bünyesinde barındırmadığından, torbalardaki eşleşmelere hiç bir etkisi yoktur,

        boş bir torbadan ibaret olan kadına kadın şartının, hür ve köle olarak kategorize edilmiş kişileri ayrıca cinsiyetlerine göre kategorize etmek için ayete konduğunu daha önce kanıtlamıştım?

        —olarak kısas edilir şeklinde 10 türlü olduğuna göre, (benden alıntı)

        yukarıda, daha önceki mesajımdan yaptığım alıntıda, kadına kadın eşleşmelerinde, mevcut 4 türlü eşleşmeden, 2 türlü eşleşmenin hüre hür, köleye köle torbası içerisinde mevcut olması nedeniyle çıkardığımda,

        geriye kalan 2 eşleşmenin hüre hür, köleye köle şartlarına uymadığını fark edemediğimden kadına kadın torbasında bırakarak toplam eşleşmenin 10 türlü olduğunu söylemiştim,

        halbuki yukarıda açıkladığım gibi hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarını taşıyan mevcut eşleşmelerde, kadına kadın torbası boş olduğundan ancak 8 türlü eşleşme mümkün oluyor,

        dikkatsizlik sonucu yaptığım bu hatadan dolayı herkesten özür dilerim,

        İslâmı kaynaklarca, İslâmiyeti kabul etmiş kan davalı 2 kabilenin birbirleriyle barışma şartı olarak kelle başı ödeşmek istemeleri üzere gönderildiği söylenen bakara-178’de, (öyle olduğu cana can hükmünün gönderilmemesinden anlaşılıyor)

        hüre hür, köleye köle kriterleri,
        statü açısından, kişileri hür ve köle ayırımına tabi tuttuğundan? hürler, kendi aralarında 4 türlü, köleler, kendi aralarında 4 türlü olmak üzere toplam 8 türlü eşleşmektedirler,

        hüre hür;
        hür erkeğe hür erkek
        hür erkeğe hür kadın ?
        hür kadına hür erkek ?
        hür kadına hür kadın

        köleye köle;
        köle erkeğe köle erkek
        köle erkeğe köle kadın ?
        köle kadına köle erkek ?
        köle kadına köle kadın

        buna cinsiyet kriterini de kattığımızda,
        hüre hür, köleye köle, kadına kadın kriterleri,
        statü ve cinsiyet açısından kişileri, hür, köle, kadın, erkek olarak ayırıma tabi tuttuğundan, cinsiyet açısından farklı kriterlere sahip olan eşleşmeler (soru işaretli olanlar) listeden çıkarıldığında, geriye statü ve cinsiyet kriterlerine göre, aynı kriterlere sahip olan eşleşmeler kalıyor, (4 türlü)

        hür erkeğe hür erkek
        hür kadına hür kadın
        köle erkeğe köle erkek
        köle kadına köle kadın

        kölelik düzeninin olduğu bir toplumda, birbirlerine doğru yürüyen iki kişi olduğunu düşünelim,

        birbirleriyle karşılaştıklarında, hür veya köle olan kişilerin, karşılaştıkları kişilerin hür veya köle olma olasılığı (1/2) % 50’dir,

        işin içine cinsiyet kriterini de kattığımızda hür veya köle ve kadın veya erkek olan kişilerin, karşılaştıkları kişilerin, hür veya köle ve kadın veya erkek olma olasılığı (1/4) % 25 olur,

        kişilerin statü (hür, köle) ve cinsiyet (kadın, erkek) belirtilerek yapılan tasnifinde, 16 türlü eşleşme olduğunu göz önüne aldığımızda, rastgele herhangi bir eşleşmenin gerçekleşme olasılığı (1/16) yaklaşık % 6,25 olur,

        yani kan davalı 2 kabile arasında meydana gelen öldürme olaylarında 16 türlü eşleşmenin mümkün olduğu olasılık kriterine göre mümkün,

        bu durumda, bakara 178’deki hüre hür, köleye köle, kadına kadın şartlarının mümkün kıldığı eşleşmelere göre kısas tarifi yaptığımızda 12 türlü eşleşmeyi saf dışı bırakmış oluruz,

        bu durum, bakara-178’in, hasmına üstünlük taslayanların sebep olduğu iddia edilen eşit ve adil olmayan uygulamaları ortadan kaldırmak üzere geldiği iddiasıyla ve kısasın genel tarifiyle çelişmektedir, çünki ayetin getirdiği kısas hükümleri, suçun şahsiliği ilkesine kısıtlama getirmekten başka bir işe yaramıyor,

        yani Kuranın tanrısı Müslüman olan kan davalı 2 kabilenin kelle başı ödeşmelerini sağlamak için hiç bir fedakârlıktan kaçınmamış,

        yani, Kuranın tanrısı kaş yapayım derken göz çıkarmış, getirdiği ayetin bireysel öldürmelere de emsal teşkil edeceğini ön görememiş, cinsiyet ve statü açısından farklı kriterlere sahip olanlar arasında meydana gelecek öldürme olaylarında katile kısas uygulanmaması şartını getirmiş,

        bitmedi, devam edecek,

  166. Madem dağlar yeri sabit tutmak için çivi gibi çakıldı.
    Dağlardan oluşmuş bir ada olan japonya neden sürekli sallanıyor ?
    Bir yılda japonya’da irili ufaklı1000’in üzerinde deprem oluyor, beşik gibi sallanıyor.
    Oysa Belçika, Hollanda ve Almanya’nın ve Fransa’nın kuzeyleri dağsız bir araziye sahip . Buralarda dağ yok ama depremlerle sallanmıyor.
    çivisiz bu arazileri yerinde tutan ne ?
    Yanıtı basit, buralarda plaktonik sürtünme ve yer küre çekirdeğinden çıkan magmalardan oluşan yoğun volkanik fay hatları yok.
    Hepsi bu.
    Plaktonik kara tabakalarının itmesi volkanik yarılma hatlarını oluşturur. Fay hatları dediğimiz uzun yarıklardan çıkan lavlar volkanik dağları veya hat üzerindeki sıra dağları oluşturur, ya da plaktonik kara parçalarının birinin diğerinin altına girmesi sonucu sıra dağlar meydana gelir.
    Fusulet 10 suresinin aksine dağlık araziler daha hareketlidir.
    plaktonik sürtünme ve volkanik fay hatları olmayan düz ovalarda ise deprem gibi sarsılmalar olmaz.
    Dağların yeri sarsmamak için çivi gibi çakıldığı söylemi jeoloji ve volkanoliji bilimiyle açıklanamaz.
    Dağlar yerin sarsılmaması için oluşmadı, yerin sarsıldığı için dağ’lar oluşur.
    Görevleride yeri sabit tutmak değil :))
    Kadir ve Bilal gibi arkadaşların iddiaları gibi görevleri yeri sabit tutmaksa dağlar görevlerini hiç yerine getiremiyorlar.
    çünkü dağlık arazilerdeki yoğun haraketlilik ovalar’da pek olmuyor.
    Dediğim gibi dağ’lik arazilerde hareketlilik yoğun olur.
    Ovalarda yeni fay hatları volkanik hareketle başlıyorsa süreçte buralar daglık araziye dönüşecektir.
    Tabi bu süreç yüzbinlerce, hatta milyonlarca yıllık süreçte oluşur.

    Dağlar görevlerini yapmadıkları için cehenneme atılırlarmı gibi bir soru geldi aklıma.
    çünkü kuran Mülk:5 ayetinde şeytan taşlamak için kullanılan yıldızların cehenneme atılacağı söyleniyor !!!
    Ayet: “Gerçekten biz, en yakın göğü ışık veren yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların bertaraf edilmesini sağladık. Onlar için bir de çılgın alev azabını hazırladık.”
    Görevlerini iyi yapamayan dağlarda aynı yıldızlar gibi cehennemde azap çekeceklermi ?

    • Düzeltme.
      Süre değil, oluşum olacaktı.
      Tabi bu oluşum yüzbinlerce, hatta milyonlarca yıllık süreçte oluşur.

    • bilal dedi ki:

      Sn.Kökler ve Kanatlar
      ”Çünkü kuran Mülk:5 ayetinde şeytan taşlamak için kullanılan yıldızların cehenneme atılacağı söyleniyor !!!
      Ayet: “Gerçekten biz,en yakın göğü ışık veren yıldızlarla donattık. Onlarla şeytanların bertaraf edilmesini sağladık. Onlar için bir de çılgın alev azabını hazırladık.” ”sizden”

      Bu gösterdiğiniz meal şekli hatalıdır ! ” ONLARLA ” ifadesi yanlıştır.Bu cümlenin ayeteki arapça karşılığı ” ve cealnaha ” dır. Yani biz” ORAYI” (dünya semasını ) şeytanların kovulma yerini kıldık.” şeklindedir.

      1- MÜLK-5.AYETİN DOĞRU MEAL VE AÇIKLAMASI ???

      MÜLK SURESİ 5: ” وجعلناها رجوما للشياطين ولقد زيناا لسماء الدنيا بمصابيح
      ” Şüphesiz biz dünya semasını mesabihle donattık.Ve biz onu (dünya semasını) şeytanlar için kovulma yeri kıldık..’’ (onlar orada melekler tarafından kovulurlar.) şeklindedir.
      1-Msabih (Kandiller ) denilmesinin sebebi ?

      Geceleyin dünya gezegeninden gök yüzüne baktığımız zaman bize göre bütün gök cisimleri birer misbah (kandil) gibidir.Uzay boşluğunu süsleyenler de bu gök cisimleridir..Bu yüzden bu ifade kullanılmıştır.Bir düşünün,gök yüzünde gezegenler,güneş sistemi ve yıldız galaksileri yoksa bu uzay boşluğunun bir süsü ve güzelliği kalır mı? İşte bu nedenle gök cisimleri için bu ifadeler kullanılmıştır…

      2-YILDIZLAR ŞEYTANLARA ATILMAK İÇİN Mİ ?

      MÜLK-5.ayete yapılan meal hatası yüzünden maalesef,durum böyle anlaşılıyor….Halbu ki doğru meal yapıldığı zaman böyle bir durumun asla olmadığını görürüz.Mealciler,‘’’ وجعلناها ‘’ ve cealna-ha- ‘’ semaya raci olan ‘’ها ‘’ ha’’ (onu) tekil zamirini ‘’ onları ‘’ diye çoğul yaparak ‘’مصابيح ‘’ mesabiha’‘ raci yamı؛lardır.İ؛te bütün hata bundan kaynaklanmı؛tır. Zira ‘’وجعلناها ‘’ vecealna- ha- daki tekil zamiri olan ‘’ها ‘’ha ‘’ yine tekil olan olan ‘’سماء ‘’ sema’’ ya racitir… Ayette geçen ‘’مصابيح ‘’ mesabih ‘’kelimesi çoğuldur.Eğer söz konusu zamir ‘’مصابيح ‘’ mesabiha ‘’ raci olsaydı,o zaman ‘’وجعلناها ‘’ vecealna-ha-‘’daki zamir de çoğul olarak gelecekti. Çünkü ‘’مصابيح ‘’ mesabih’’ yani ‘’kandiller ‘’ ifadesi de çoğuldur.halbuki bakıyoruz ki, ‘’ mesabih ‘’ çoğul,’’vecealna-ha-daki zamir ise tekildir.Tekil zamiri çoğula nasıl raci olabilir.??

      Yani söz konusu ayet ‘’وجعلناهن ‘’ vecealnahunne ‘’ onları kıldık ‘’ şekilnde olması gerekirdi.!!! Halbu ki öyle değildir.İşte maalesf,kur’an’ı kerimi sorunlu gibi yapan bu tür meal hatalarıdır. Kur’an’da en ufak bir sorun yoktur,sorunun kaynağı tamamen hatalı meal ve yorumlardır…

      MÜLK-5.AYETİN DEVAMI :وجعلنا ها = اي سماء الدنيا = رجوما للشياطين = اي مراجم ‘’ Ve biz onu (dünya semasını )
      ؛eytanlar için kovulma yeri kıldık ..’’ ؛eklindeidr. Yani dünya semasından ؛eytanlar melekler tarafından kovulmaktadırlar.ھeytanlara yıldızlar atılmaz..Bunlar dünya semasından melekler tarfından kovulurlar.Melekler metafizik bir yaratık oldukları gibi,؛eytanlar da metafizik bir yartıktırlar.Bu nedenle onların dünya semasından kovulmaları,veya melekler tarfından onlara atılan ‘’؛ihapları’’gِrmemiz mümkün değildir..Bu durum tamemen metafizik bir olay olduğu için,ne melekler,ne ؛eytanlar,ne de melekler tarfından onlara atılan ؛ihaplar gِrülebilir…..

      وأرى بأن كلمات (وحفظا, وحفظا, وجعلناها ) جميعا تعود الى السماء الدنيا ولا تعود الى المصابيح او الكواكب (أيات متشابهان ولسن محكمات)) فالله جعل السماء الدنيا المكان الذي ترجم فيه الشياطين وذلك معنى “رجوما للشياطين” ولم ترجم الشياطين بالمصابيح أو الكواكب …
      Özetle,؛eytanlara atılan ne yıldızlar,ne de meteor ta؛larıdır… Meteor yağmuru fiziksel bir olaydır,bu nedenle metafizik bir yaratık olan ؛eytanlarla hiç bir alakası yoktur…
      Saygılarımla

      • Sn. Bilal.
        Meallerin hepsi hatalıdır, sadece senin anlamını verdiklerin doğrudur, öylemi !!!

        Bu gösterdiğiniz meal şekli hatalıdır ! ” ONLARLA ” ifadesi yanlıştır.Bu cümlenin ayeteki arapça karşılığı ” ve cealnaha ” dır. Yani biz” ORAYI” (dünya semasını ) şeytanların kovulma yerini kıldık.” şeklindedir.( senden alinti).
        simdide gök yüzü seytanlarin kovulma yerimi oldu ??

        Bu şu anlama geliyor;
        insanlar 1400 yıl Kuran’ı yanlış anladılar ve gerçek anlamını veremediler.
        Ama akademik olarak kabul görmüş din bilimcileri senin dediğin gibi olmadığını söylüyorlar.
        Hatta söylemekle kalmıyor, hepsi birbirinden farklı anlamalarda yüklüyorlar.
        Sende onlardan birisinin.
        Bu kadar anlam karkaşası yaşanıyorken biz hangisinin doğru olduğuna karar verelim ?
        Doğruluk kıssası nedir ?

        Abdulbaki Gölpınarlı:
        Ve andolsun ki biz, en yakın olan dünyâ göğünü ışıklarla bezedik ve onları, Şeytanlara atılacak şeyler olarak halkettik ve Şeytanlara, yakıp kavuran bir azaptır, hazırladık.

        Bayraktar Bayraklı:
        Andolsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.

        Edip Yüksel:
        En aşağı göğü lambalarla süsledik ve onları şeytanlar için bir taşlama kıldık. Onlara alevli ateş azabını hazırladık.

        Yaşar Nuri Öztürk:Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık.

        Sonuç olarak din bilimcilere göre gök yüzündeki yıldızlar şeytan taşlama nesneleri oluyor.
        Sen ise kovulma yeri olduğunu söylüyorsun.
        yani simdi şeytanların bir kısmı gökte sürgündelermi ?
        Bir karar verin arkadaşım, söylemleriniz bilim kurgu filimlerine taş çıkartacak cinsinden.
        Kuran’ın bir harfi bile değişemez diyen sizler en çok Kuran’ı değiştirdiğinizin farkındamısınız ?
        Elmalı Meali ile günümüz Mealleri arasında dağlar kadar anlam farkı var.
        Bu şu anlama geliyor, Kuran hiç kimsenin tam olarak anlayamadığı arapça diliyle yazılmış.
        Hal böyle olunca Kuran anlaşılmaz bir kitap oldugunu kendiniz itiraf etmiş oluyorsunuz ama bunun bile farkında değilsiniz.
        Bizde biliyoruz Halife osman’ın yazdığı Kuran orjinal olarak duruyor.
        Sadece duruyor, kimse tam olarak anlamıyor !!!
        Esenlikler..

      • Sn. Bilal.
        Sizden bir istekte bulunacağım.
        istemiyorsanız yanıt vermeyebilirsinizde.
        Kuran’da Allah’ın yemini olarak sürekli ANDOLSUN sözcüğü kullanılır.
        Kuranda geçen bu sözcüğün Arapçasını olduğu biçimde latin yazısıyla yazarmısınız.
        Esenlikler.

  167. sercan dedi ki:

    arkadaşlar …depremlerın dağla …ovayla …çiviğle bır alakası yok …bunlara neden kafa yoruyorsunuz ….dıncıler neden olduyunu bılıyor …bak gıdın sorun bır hocaya ..orda ya zına yapılmıştır …yada kuran yakılmıştır allah ceza verıyordur …..bu kadar basit … TABI BUNLARI AKLI BAŞINDA OLAN INSANLAR YEMEZ …..bana göre toro ve …kökler bey ..kesınlıkle akla mantığa bılıme yatkın acıklama yapmışlardır …saygılar …..

  168. kadir dedi ki:

    sayın kökler ve kanatlar…

    dünyanın yaşının 4-5 milyar yıl olduğu veya daha fazla olduğu söyleniyor.. hadi canlıların yaratılmasıda milyonlarca yol önce olsun.. eğer dağlar yeryüzünü tutmamış olsaydı veya dağların öyle bir görevi olmasaydı, ve ortalama her yıl bir bölgede deprem meydana gelseydi, milyonlarca yıl sonra üzerinde yaşadığımız kara parçaları hala yerinde durabilir miydi.. dünyada milyonlarca yıldır zelzele oluyor. peki nasıl oluyoda hala yeryüzü yaşama elverişli halde… siz depremlerden sonra yer yüzünün fonksiyonunu bozup yaşama elverişsiz hale geldiğini gördünüz mü? veya şahit oldunuz mu? japonyada süreklilik arz eden depremler neticesinde teknolojik ve yeni binalara raylı sistemler, yaylı sistemler yapılmıştır.. bu sistemler deprem olmasın diye yapılmamıştır.. bina yıkılmasın tahrif olmasın diye yapılmıştır.. ben size bilim adamlarının görüşlerini söylüyorum. diyorlar ki “eğer dağlar olmasaydı, depremler neticesinde çok büyük toprak kaymaları, denize gömülme meydana gelebilirdi..” bu kainatta hiçbirşey boşuna boşuna var değildir. canlı cansız her şeyin bir görevi vardır. aşağıda bilim insanlarının çalışmaları ve sonuçlarını paylaşıyorum..

    saygılarımla..

    “BİLİMSEL GERÇEK

    Önceleri dağların sadece yeryüzünden yüksek kaya kütleleri olduğu bilinirdi. Bu tanım 1835’te Pierre Bouguer’in Andes sıra dağlarında ölçülen çekim gücünün bu hacimde dev bir kaya kütlesinden beklenenden çok daha az olduğuna işaret etmesine kadar sürdü. P. Bouguer, dağla aynı yapıya sahip yere daldırılmış halde daha büyük bir kütlenin varlığını öne sürdü. Çekim gücündeki anormalliği bununla açıklıyordu. 19. yy. ortalarında George Everest, Himalaya dağlarında iki ayrı yer arasında çekim ölçümü sonuçlarının anormalliğine işaret etti. Everest bunu açıklayamamış, “Hint bilmecesi” diye isim vermişti. 1865’te George Airy yer küredeki tüm sıra dağların yer kabuğunun altında erimiş maddelerden oluşan bir deniz (magma) üstünde yüzen kütleler olduğunu ilan etti. Bu erimiş maddelerin dağların maddesinden daha yoğun olduğunu, bu sebeple de dağların dik durabilmek için o erimiş yüksek yoğunluktaki maddelerde yüzmesi gerektiğini bildirdi.

    Böylece jeoloji bilimi peyderpey yer kabuğunun komşu parçalardan ibaret olduğunu keşfetmiştir. Bu parçalar kıta plakaları veya levhaları diye adlandırılmışlardır. Ayrıca büyük dağların daha fazla yoğunluğa sahip yumuşak kayalardan oluşan bir deniz üzerinde yüzdüklerini, yüzmelerine ve bahis konusu levhaları hareket etmemeleri ve sarsılmamaları için sabit tutmalarına yardım eden köklere sahip olduklarını keşfetmişlerdir.

    Jeolog Van Anglin 1948’de yayımlanmış ‘Geomorphology’ adlı kitabında (s.27) şunları söyler: “Anlaşılan odur ki, yeryüzündeki her dağın karşısında yer kabuğu altında bir kök olmalıdır.” Dağların görevini yahut yer kabuğunu sabitleştirme rolünü “yerin hidrostatik dengesi” prensibi teyit etmektedir. Bunu Amerikalı Jeolog Dutton 1889 yılında ifade etmiş; dağların yükseklikleriyle doğru orantılı olarak yere daldırılmış olduklarını belirtmiştir.”

    • pamuk1kale dedi ki:

      Sayın Kadir;
      ben size bilim adamlarının görüşlerini söylüyorum. diyorlar ki “eğer dağlar olmasaydı, depremler neticesinde çok büyük toprak kaymaları, denize gömülme meydana gelebilirdi..” bu kainatta hiçbirşey boşuna boşuna var değildir. canlı cansız her şeyin bir görevi vardır. aşağıda bilim insanlarının çalışmaları ve sonuçlarını paylaşıyorum..
      sizden alıntı.

      Sizin yoldan yani tanrının ol deyip oldurması,yeryüzünü yayması sonrada sabitlemek için dağları yaratıp çivi gibi çakmasını kabul edelim.
      Merak ediyorum tanrı ol dediğinde ve oldurduğunda tek bir kara parçası mı vardı? Yoksa şimdiki gibi 3 parça tabakadan mı oldurmuştu?
      Bilim bize diyor ki bu 3 parçanın birbirinden milyarlarca yıl süren bir zamanda 3 parçaya ayrıldığını ve ayrılmaya devam ettiğini söylüyor.Dünyanın resmine baktığımızda bu kara parçalarının yapboz parçaları gibi birbirlerini tamamladığını zaten görüyoruz.

      Başa dönelim;Eğer tek parça olarak yaratmış ve dağlarla sabitlemiş ise tanrının iradesi dışında bir başkalaşım geçiriyor dünya!! Dağlar mı görevini yerine getirmiyor? yoksa tanrı amacından mı vazgeçti veya başka bir tanrı mı el attı bu işe?

      • bilal dedi ki:

        Sn.pamuk1kale,

        KUR’AN’DA ‘’ OL ‘’ EMRİ İLGİLİ AYETİN DOĞRU ANLAMI !!!

        ‘’ Sizin yoldan yani tanrının ol deyip oldurması,yeryüzünü yayması sonrada sabitlemek için dağları yaratıp çivi gibi çakmasını kabul edelim.
        Merak ediyorum tanrı ol dediğinde ve oldurduğunda tek bir kara parçası mı vardı? Yoksa şimdiki gibi 3 parça tabakadan mı oldurmuştu?
        Bilim bize diyor ki bu 3 parçanın birbirinden milyarlarca yıl süren bir zamanda 3 parçaya ayrıldığını ve ayrılmaya devam ettiğini söylüyor. ‘’ sizden alıntı ‘’

        Kur’an daki ‘’ OL ‘’ emri ile ilgili ayet hep yanlış anlatılıyor.

        Zira ilgili ayetin DOĞRU anlamı şöyledir !

        ‘’ Bir şeyin olmasını istediğin de O’nun emri sadece ‘’ ol ‘’demektir.O da olmaya başlıyor ! ’’
        (Yasin-82)

        Yani söz konusu olay için süreç başlıyor ve onu engelleyebilecek hiç bir durum da kalmıyor,ama ne zaman tamamlanıyor,onu biz bilemeyiz,çünkü bu olayın olma süreci ne zaman tamamlanacağı konusunda kur’an’da bize haber verilmemiştir.

        Kur’an’a göre evren bir anda değil,altı uzun evrede bugünkü duruma gelmiştir,öyleyse her şey bir anda değil,belki uzun evrelerle meydana gelmiştir.

        Bu nedenle ‘’………Bilim bize diyor ki bu 3 parçanın birbirinden milyarlarca yıl süren bir zamanda 3 parçaya ayrıldığını ve ayrılmaya devam ettiğini söylüyor. ‘’şeklindeki bilimin açıklaması da kur’an’nın beyanına aykırı değil,tam aksine paraleldir !!!

        Saygılarımla.

    • toro dedi ki:

      Sevgili Kadir,

      BİLİMSEL GERÇEK diyerek paylaştığınız yazıda bahsedilen Pierre Bouguer 1758 Yılında ölmüş. O halde 1835’te sizin hışunuza gidecek bir açıklama yapmış olabilir mi?

      Geomorphology adlı bir kitabı olduğu söylenen Van Anglin’i ise google amca tanımıyor! Jeoloji tarihinde de bu isme rastlayamıyoruz!

      Bu durumda böylesine BİLİMSEL bir makale karşısında ne yapacağız,utanacakmıyız?

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        ben sadece uzun yazıları okumakta zamanı olmayanlar için bir tane makale paylaştım. başka makalelerde paylaşabilirim.. ama yinede farketmez çünkü işinize gelmediği için kabul edecek değilsiniz..

        saygılarımla…

      • toro dedi ki:

        Sayın kadir,

        Yani diyorsunuz ki içeriğine bakmadan, doğruluğunu teyit etmeden sadece benim düşüncemi desteklemesini kafi gördüğüm herşey benim için bilimsel gerçektir!

        Kuran’ı da böyle okuduğunuzu bildiğim için altını bir kez daha çizmek istedim.

        Sonuçta içeriği çarpıtılmış bilgilerle dolu bir makeleyi paylaşabileceğinizi ama sonra ortaya çıkacak hatalı bilgilerin sorumluluğunu almayacağınızı biliyordum!

        Bu arada son cümlenizde her zaman olduğu gibi sizin hissetmeniz gereken şeyi benim hissetmemi istemişsiniz,

        ”ama yinede farketmez çünkü işinize gelmediği için kabul edecek değilsiniz..”

        ne diyelim,canınız sağolsun!

  169. kadir dedi ki:

    sayın pamukkale…

    sayın kökler ve kanatlar a yazdığım yazıyı lüften tekrar okurmusun.. ben diyorum ki hayat şuan devam ediyorsa ve yaşama elverişli durumdaysa ve depremler neticesinde yeryüzü yaşanamaz bir hale gelmediyse bunun sebebi dağlardır.. ve bilim adamlarıda bu görüştedir.. kuran ile bilim burada da son derece uyumludur.. kuranı kerim bunu açık açık bildirmiştir..

    “yeryüzünde insanlar sarsılmasın diye ağır baskılar kılmıştır.. ” (nahl-15)

    bunu şöyle düşüneceksiniz, yolda giden yük dolu bir kamyon mu daha az sarsılır, yoksa yükü olmayan boş kamyon mu… üstünde ağır baskı bulunan kamyon elbetteki daha az sarsılır.. içi boş olan ise zamanla sarsıntıdan dolayı çekilmez bir hal alır..

    evren sürekli bozulmadan hareket halinde ise kıtaların, dağların bozulmadan hareket etmesi (yaşama elverişli şekilde) sizi neden rahatsız ediyor..

    jeolog, astrolog olmayan hz. peygamber bunları nerden biliyordu.. yer sarsıntılarının dağlarla ilgisini nasıl biliyordu.. ve dünyayı dengede tuttuğunu nasıl biliyordu.. yada dağların bulutlar gibi hareket ettiğini, bu kuran muhammedin sözüdür diyen sizler; lüften elinizi vicdanınıza koyun, kendinize zulmetmeyin… iş bahanelerin ve bir takım olguların arkasına sığınmaksa, şunu bilin ki aklını kullanmayanlar her olgunun bir sığınağı olduğunu düşünür..

    saygılarımla..

  170. Sevgili Kadir.
    Sen önceki yazında yaşamı sadece dağlara bağlamıştın.
    Bende yaşamın oluşması için salt dağlara gerek olmadığını yazdım.
    yaşam okyanus dibinin 1000 metre derinliğinde zifiri karanlık ve ağır basınçta bile oluşuyor.
    Birde ben hiç bir zaman bilimsel verileri ret etmem, aksine bilimsel verilerden yol almayı tercih ederim.
    Dağların yaşama katkısı veya etkisi olmadığını söylemedim.
    Pamuk1kale arkadaşta yazmış.
    Yer küre hiç bir zaman sabit olmamasına rağmen dağlar yer küreyi sabit tutmak için çivi gibi çakıldı demek hiç gerçekçi değil.
    Milyonlarca yıl önce dünya tek bir kara parçasıydı simdi ne durumda.
    Bazı dönemlerde kutuplar bile zaman zaman yer değiştiriyor.
    Yazılanları tekrarlayarak lafı fazla uzatmanın anlamı yok.
    Sonuçta dağlar yer küreyi sabit tutamamış, tutmak içinde var olmamış, aksine yer küre hareketli olduğu için dağlar oluşmuş.
    Kuran bir jeoloji, volkanoloji, astronomi kitabı degil.
    Öyle olmuş olsaydı bilim insanları bulgular bulmadan önce Kuran verilerini kullanarak bizim önceden tesbit etmemiz gerekirdiki aksine bizler bilim insanlarının bilimsel verilerini kullanarak Kuran’ı açıklamaya çalışıyoruz.
    Bu bir çelişki değilmi ?
    Sevgili kadir beni Kuran’dan uzaklaştıran bu bilimsel veriler değil aslında, bu bilgileri senin yaptığın gibi bende Kuran’a uygun duruma getirip kendimi kandırıyordum.
    Ama tarihi eski uygarlıkları, özellikle Sümerler ile ilgili bulguları okuduktan sonra dinlerin Sümer efsanelerinden oluştuğunu gördüm.
    Bir örnek.
    Kuran’ın bir çok yerinde And cennetinin konusu edilir.
    Bu isim Tevratta konusu edilen Eden cenneti isminden alıntılanmıştır.
    ibrani rabinler ise Eden cennet anlatımlarını Babillilerden araklamışlardı.
    Sümer yazıtları okunmaya başlayınca bu Cennet öyküsü Adem’in yasak ağaca yaklaşıp meyvesini yemesi Enki ve Ninhursag arasında, Dilmum isimli cennet anlatımlarından ibaret olduğu meydana çıktı.

    Kökler ve Kanatlar kendi bloğumun ismi.
    Cennet ile ilgili Sümer Cennet anlatımının ayrıntılarını okuyabilirsin.
    http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/hangi-cennet-/
    Adem/Atapa efsanesinin köklerinide bilimsel bulguları araştırarak yazdım.
    http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/insanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1n-ilk-ka%C4%9Fan%C4%B1-atapa-atana-ve-ilk-yarat%C4%B1l%C4%B1%C5%9F-destan%C4%B1-/
    Sonuç olarak ibrani çıkışlı dinlerin bir tanrı kelamı olmadığını gördüm.
    Bu inançların temelinden Sümer ve Anu uygarlığı Tengri inancı var.
    Dilden dile dolaşan Tengri inancının yozlaşmış olgularını ibrani rabinler ordan burdan araklayarak anlatılan efsaneleri kendilerine ait kendi isimlerini verip yahudiliği olusturmuşlar.
    Bu isim ve olgular kuran’da da geçiyor.
    Bu olguların ve öykülerin tarihi Sümer/Anu Tengri inacına dayandıgını gördükten sonra nasıl bunlara Allah kelamı diyebiliriz ???

  171. kadir dedi ki:

    sayın kökler ve kanatlar..

    “Yer küre hiç bir zaman sabit olmamasına rağmen dağlar yer küreyi sabit tutmak için çivi gibi çakıldı demek hiç gerçekçi değil.” sizden alıntı..

    yazımı dikkatli okursanız, dağların yeryüzünü depremlerden dolayı yaşanmaz bir hale gelmesini önlediğini yazmıştım. hani yukarıda kamyon örneğini vermiştim.. ayrıca kuranı kerim neml-88. ayette zaten dağların hareketinden bahsediyor… siz ayetin amaç ve anlamını yanlış anlıyosunuz..
    sizde malesef sümerlerden alınıtlanmıştır inancına sahipsiniz.. oysa hiç şunu düşündünüz mü?

    “kuranı kerim her ümmete bir peygamber gönderildiğini yazar. acaba sümerlilere de bir peygamber gönderilmiş olabilir mi?” diye..

    yada kendinize şu soruyu sorun; sümerliler bu bilgileri nereden aldı? yada türklerin göktanrı inancı nereden geldi? antik çağlarda yaşananları ve edinilen bilgilerin kaynağını bilebilirmisiniz?..

    tevrat incil kuran sümerlilerin ürünü ise hükümleri neden birbirinden faklıdır? neden tanrı inançlarıda birbirinden faklıdır.. kuranın öylesine bilimsel ayetleri vardır ki? sümer yazılarında da olmayan mucizevi ayetleri vardır.. bunları nasıl açıklayacaksınız?

    blog oluşturarak insanların vebaline girdiğinizin farkında mısınız? hiç yanıldığınızı düşündünüz mü? eğer birgün tekrar islama inanmayı seçerseniz bu vebalin altından nasıl kalkacaksınız?

    “fitne (dinden çıkarma, yurttan çıkarma) öldürmeden daha beterdir” (bakara-191)

    saygılarımla…

  172. Sevgili Kadir.
    Önceki yazılarından alıntılarmı yapayım şimdi.
    Lütven biraz yazılanları oku..
    Yer çekirdeğini oluşturan magmaların yer yüzüne çıkışları nedeniyle dağlar oluşur.
    Bu magmalar okyanuslar altında da çıktığı için adalar meydana gelir.
    Izlanda’nın oluşumuda böyledir.
    Kıta tabakalarının birbirinin altına girmesiyle dağlar oluşur.
    Deprem dediğimiz olguda bu doğa olaylarının verdiği sarsıntıya verdiğimiz bir isimdir.
    Dağlar yer küreyi sabit tutmak ve yaşanılası yer olması için oluşmamıştır, aksine yer küre hareketli olduğu için dağlar oluşmuştur.
    Deprem olan bölgelerde dağlar sert tapana sahip olduğu için dayanıklı binalar yapılırsa tabiki insan için daha saglıklı yerlerdir ama bu görecelidir. Düz ovada çadırda yaşayan birisi için deprem hiç zarar vermez, Hayvanlar içinde böyledir, düz ova’da hissedilen bir depremde açık havada yaşayan canlılar zarar görmez. Anlayacağın dağlar yaşamı korumaz.
    Lütven daha mantıklı şeyler yaz.
    Yaşam sadece dağların eteklerinde olduğu için güvende değildir.
    Hatta volkanik yarıklardan çıkan +100 derecelik zehirli sıvılarda bile yaşam bakteri olarak vardır.
    Bloğumda gelince.
    Ibrahim peygamber m.ö. 2000 binli yıllarda Sümer Ur kentinde yasamıştır.
    Sümer yazıtlarında bilge kişilik olduğu söylenen NABU ünvanlı Ziusudra/ Nuh mö. 3.500 yıllarında Sürü Pak kentinde yaşamıştır.
    Bloğumdaki yazıları okursan neler yazdığımı iyi görürsün.

    Her ümmet diye bir tanımlama olmaz, Her ulusa veya bölgeye demen gerekir.
    ibrani çıkışlı inançların ve pagan denilen diğer inançlarında temelinde Sümer Tengri inancı var olduğunu delilleriyle bloğumda yazdım.
    Bloğumda verdigim linkleri oku, sonra konu üzerinden tartışalım.
    http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/inan%C3%A7-ve-kulturlerde-tengrizmin-izleri-/
    Merak etme, doğruları yazdığım için kimsenin vebalini almak gibi bir suçluluk duygusuna girmem.

    sümerliler bu bilgileri nereden aldı? yada türklerin göktanrı inancı nereden geldi? antik çağlarda yaşananları ve edinilen bilgilerin kaynağını bilebilirmisiniz?..( senden alinti)

    Evet biliyorum, Sümer yazıtlarında ve Karakum Anu uygarlığı görsel silindir damgalarında insanların olmadığı bir çağda yaşam ağacından ve inançlarının konusu edilir, bunlarıda bloğumda yazdım.

    tevrat incil kuran sümerlilerin ürünü ise hükümleri neden birbirinden faklıdır? neden tanrı inançlarıda birbirinden faklıdır.. kuranın öylesine bilimsel ayetleri vardır ki? sümer yazılarında da olmayan mucizevi ayetleri vardır.. bunları nasıl açıklayacaksınız?(senden alinti)

    Sümer Tengri inanci bütün inançlara kaynak olduğu için dilden dile dolaşarak yozlaşmıştı, Akad ve Hitit yazıtları aynı olguları konu etsede Sümer anlatımların bu uygarlıklarda yozlaştırıldığı görülüyor.
    Ibrani yahudiler ise bu yozlaşmış olguları babillilerden alarak kendi ahitlerine kendilerinden birşeyler katarak yazmışlar.
    Sümer yazıtlarını ne kadar biliyorsunda mucizeler olmadığını, Kuranda olduğunu söyleyebiliyorsun sevgili kadir ?
    Musa peygamberin denizleri yarması bile Sümer kaynaklıdır ve Kuranda Musa öyküsü olarak anlatılmaktadır.
    Lakin Sümer anlatımlarında bir insanin denizi yarması yok, mitolojik anlatım vardır.

    “fitne (dinden çıkarma, yurttan çıkarma) öldürmeden daha beterdir” (bakara-191) (senden alinti)
    Tarihi gerçekleri yazmak neden fitne nedeni oluyor ?

    Madem konusu edildi, Kuran’da konusu edilen Isa’nin ölüleri diriltme anlatımı nerden alıntılanma onuda yazayım.
    Eski Mısır efsane yazıtlarında Horüs’ün El-Azar-us isimli birisini ölüler arasında dirilttiği anlatılmaktadır. İncilde El-Azar-us’dan Lazara dönüştürülen kişi kız kardeşleri Meryem ve Marthe’yle beraber Bethanie’de yaşarken hastalığa yakalanır ve ölür. Sonra İsa gelir Lazar’ı tekrar yaşama döndürür !!!
    Bu öyküde incil yazarlarının tarihi veriler ve adlar anlamları konusunda ne kadar çelişkide olduklarını görüyoruz. İsa zamanında ve öncesinde ortadoğuda hiç bir zaman Bethanie isimli bir köy ve kentin olmamasına rağmen incil yazarları Eski Mısır inancında bahsi edilen bu sözcüğün anlamını bilmeden hayali bir kent yaratmışlardı.
    Efsanede güneş kültü tanrısı Horüs/Osiris Bethanu’ya ölen babasını görmek için yolculuk yaptığı anlatılır. İlginç olan ise Horüs’ün Mari ve Mati isimli kız kardeşlerinin yanı sıra El-Azar-us isimli birde erkek kardeşinin öyküleri birebir incilde anlatılmasıdır.
    Asıl bizi ilgilendiren veri ise eski Mısır yazıtlarında Horüs’ün arapça Anu’nun evi anlamına gelen Beth anu isimli bir yeri görmeye gitmesidir.
    Güneş kültü tanrı’sı Horüs’ün inanç efsanelerinde bile sonsuz mavi gök anlamına gelen Anu/Tengri evini görmeye gittiği anlatılmakta.
    İncil yazarları Anu’nun evi anlamına gelen “Beth anu” sözcüğünü eski Mısırlılardan alarak İsa’nın Lazar isimli ölüyü dirilttiği, Bethanie isimli hayali bir kent yaratmışlardı. Kudüsün 3 km yakınlarında olan ibranice zorlu yaşamın ve derin acının anlamına geldiği söylenen “Beth Ananiah” isimli bu sözde kent El Azariyah ismiyle günümüzde arapların yaşadığı sonradan kurulmuş bir köydür sadece.

    Sevgili Kadir Isa’nin ölüleri diriltmesi falan yok.
    incil yazarları Horüs öykülerini Isa’ya uyarlamışlar, binlerce yıl insanları kandırmışlar ama bu yalan eski Mısır yazıtları okunup anlaşılınca meydana çıktı.
    Kuran’da da anlatılan bu öyküye nasıl Allah söylemi diyebiliriz ?
    Anlatılanlar Horüs’ün öyküsünden araklanma …

    Tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilinir ama asla yok edilemez.
    Eğer çekilecekse bir vebal, bu vebali çekenler gerçekleri söyleyenler olmayacaktır.
    Esenlikler.

    • kadir dedi ki:

      sayın kökler ve kanatlar

      “Tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilinir ama asla yok edilemez.
      Eğer çekilecekse bir vebal, bu vebali çekenler gerçekleri söyleyenler olmayacaktır.
      Esenlikler.”

      siz hangi gerçekten bahsediyosunuz.. sizin gerçek dediğiniz şey sadece zannan ibarettir..
      çünkü sümerlilerin bilgi birikiminin nasıl olduğu konusunda hiçbir bilginiz yok. olmasıda imkansızdır.. siz ne o devirde yaşadınız, nede o devire zaman yolculuğu yaptınız…bana sümerlilerin bilgi birikimi ile geliyosunuz.. ve buna inanmamı bekliyosunuz.. o zaman bende size şöyle bir iddia ortaya atsam; “sümerlilere de bir peygamber gelmiştir. ve bütün edindikleri bilgileri allah o peygamber vasıtasıyla onlara vahyetmiştir..” desem ve böyle bir iddia ortaya atsam bana inanacakmısınız?

      ayrıca isanın ölüleri diriltmesi falan yok diyosunuz.. hz. isa zaten ölüleri diriltmiyodu ki?
      ölüleri dirilten allahtı. hz. isa sadece allahın varlığına bir delildi. bu kuranda da şu ifadeyle anlatılır.. “o son saat için bir bilgidir” amacı tevhid inancını yaymaktı, kuranda bu açık açıkta anlatılır.. bir ayette

      “benimde rabbim olan, sizinde rabbiniz olan allaha kulluk edin”

      başka bir ayette “ben çamurdan bir kuş yaparımda o allahın izni ile canlanır, evlerinizde ne biriktirirseniz ben bilirim. anadan doğma amayı görür kılarım”

      ayete dikkat ederseniz allahın izni ile diyor.. yani ölüleri dirilten allahtır.. hz. musa asasını yılan yapmamıştır. bunu yapan allahtır.. bunların hepsi bir allahın insanlara gösterdiği deliller olup, hepsini seçmiş olduğu elçiler vasıtası ile insanlara göstermiştir..

      yukarda anlattığınız horus hikayesinin kuranda anlatılan hz. isa kıssalarıyla uzaktan yakından alakası yoktur.. göz göre göre nasıl bağlantı kuruyosunuz pes doğrusu.. siz kuranda isa kıssalarını hiç okumadınız mı?

      saygılarımla…

      • rammsteinn dedi ki:

        kadir
        diyorsun ki
        o zaman bende size şöyle bir iddia ortaya atsam; “sümerlilere de bir peygamber gelmiştir. ve bütün edindikleri bilgileri allah o peygamber vasıtasıyla onlara vahyetmiştir..” desem ve böyle bir iddia ortaya atsam bana inanacakmısınız?

        eğer bunu ispatlayacak tabletleri bulursun elbette inanırız.
        sümerler dönemi ile hiçbir bilgin olmadığı ortada. tarihte kendini peygamber ilan eden ama sadece başarıya ulaşmış insanlara inanıyorsunuz. sümerlerde acaba semavi bir peygamber varmıydı? siz diyorsunuz ki bu ispatlanamaz. ispatı ortada.
        sümer döneminden kalan kil tabletler. tercüme edilmemiş daha binlerce tablet var. buyrun iddiayı ortaya atıyorsunuz. ispatı size düşer. bugüne kadarki çevrilen tabletlerde semavi bir dinin esamesi yok. ama belki çevrilmemiş olanlarda vardır. ama olabilme ihtimali sıfır. çünkü o döneme ait kil tabletler o kadar detaylı ki. yazmayı öğrenen öğrencilerin yazdıkları tabletler,yaramaz çocuklara verilecek cezalar olan tabletler, mahkemelerin tuttuğu kayıtların olduğu tabletler, çömleklerin nasıl yapılacağını anlatan tabletler vs vs vs

        sümerler geriye o kadar detaylı olarak herşeyi bırakmışlar ki,bu şekilde başka bir medeniyet yok. sende diyorsun ki “sümerlerde semavi bir peygamber olabilir”.
        ortaya iddia atıyorsunuz. inanmak istediğiniz bir iddia. olmasını istediğiniz bir iddia. ama içi tamamen boş bir iddia. bu kadar detaylı olarak geçmişini bırakan medeniyetten peygamber izi olmaması imkansız.
        sümerlilerin yaratılış hikayeleri; ademin kaburga kemiğinden havvanın yaratılışı, yasak meyve hikayesi tamamen sümerler döneminden bütün semavi dinlere geçmiştir. buna inanman için o döneme ait kil tabletlerin orjinalleri müzelerde. yok bunlar yalan dolan dersen kendini kandırmış olursun. yalan dolan olduğunu ispat edersen bil ki , adını dünya duyar.
        muazzez ılmiye çığ 100 yaşına geldi ömrü sümer tabletleri içinde geçti. onun yazdıklarını çürütebilirsen sana inanırız. bu yüzden belki milyonlar müslümanlığa geçer. çok büyük sevaba girmiş olursun.

        uzun lafın kısası;
        senin iddian “süpermen gerçektir” gibi bir iddia oluyor. ispat edilemezse gerçek olmaz.

        eksik ve yanlış bilgilerin içinde yanlış fikirler üretmen gayet normal.

      • siz hangi gerçekten bahsediyosunuz.. sizin gerçek dediğiniz şey sadece zannan ibarettir..
        çünkü sümerlilerin bilgi birikiminin nasıl olduğu konusunda hiçbir bilginiz yok(senden alıntı)

        Bir insanı tanımadan bu kadar ucuz yafta yapılmaz.
        Bunu yapman için Sümerler konusunda uzman olman gerekirki sen bu konu hakkında fazla bir bilgiye sahip değilsin.
        Ayıp şu yaptığın.

        sümerlilere de bir peygamber gelmiştir. ve bütün edindikleri bilgileri allah o peygamber vasıtasıyla onlara vahyetmiştir..” desem ve böyle bir iddia ortaya atsam bana inanacakmısınız?(senden alıntı)

        Asağıda yazdıklarımı iyi oku, Sümerlerlerde bir tufan olacağını Tengri An, göksel varlık Anki/Enki aracılığı ile Nuh/Ziusudraya haber veriyor, yani bir nevi vahyi ile bildiyor. Bunu sen değil, ben ispatlarıyla söylüyorum.
        Nuh’un sümeri bir peygamber olduğunu kabul ediyorsan bu yazıtlarda anlatılan Atapa/Atana/Ademi’de kabul etmen gerekir, Onun öyküsüde Sümer ve Anu’da anlatılıyor.

        Sevgili Kadir.
        Galiba sen yazılanları okumuyorsun.
        Sana linkler verdimki Web sitemde yazıları buraya taşımamak için.
        Biraz bu linkleri yüzeysel olarak okumuş olsaydın ne demek istediğimi anlardın.
        Merak etme sevgili Kadir, Sümerler ve Anu uygarlığı ile ilgili bilim insanları olan M. ilmiye çığ, Kramer ve Landsberger gibi Sümerolog ve Asurologların çevrilerini okudum, okumaya devam ediyorum.
        Türkmenistan Karakum çölünde tarihi 40 bin yıl önceye giden Anu, Göksuri uygarlığının devasal kentleri bulundu.
        Buralardan çıkan silindir damgalarda her şey görsel olarak resmedilmiş.
        Karşındaki insana sen hiç birsey bilmiyorsun demeden önce bu insanın yazılarını ve bulgularını bir oku baştan.
        Birde benim hiç birşey bilmediğimi söylemen için senin bu uygarlıklar ile ilgili çok bilgili olman gerekirki malesef bu sende hiç yok.
        Sadece ithamla bir yere varamassın sevgili Kadir.
        Bu linke gir, tarihi 40 bin yıl öncesine dayanan Anu, Göksuri uygarlığı ile ilgili görselleri gör.
        Tengri’nin elinden yaşam suyunu alan insanlığın ilk kağanı Atapa/Adem/Atana’nın hangi uygarlığa ait olduğu görsellerle ispatlandı.
        Belki çok şey bilmiyorum ama masal ve rivayetlere inanmam ve konuşmam ben, hepsi delillidir.
        http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/a40-bin-y%C4%B1ll%C4%B1k-anu%2ckarakum-goksuri-uygarl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-/
        insanlık daha tas devrini yasarken bizim köklerimiz olan Anu’da eski yunan uygarlığına es deger bir uygarlık kurulmustu.
        O dönem ibranilerin isimleri degil, cisimleri bile yoktu.
        Atana/Atapa/Adem peygamber ve yaşam ağacı öyküleri bu uygarlıkta binlerce yıl önce anlatılmıştı.
        Bunlar rivayet falan değil, Bunlar silindir damgalara resmedilmiş binlerce yıl öncesinden kalma damgalarla anlatılıyor.
        Sümerler ise bu öyküleri baştan silindir damgalara kazımışlar, sonrada yazıyı icat ettikten sonra taplet/yazıtlarına çivi yazısıyla yazmışlar.
        Bunları inkar edemezsiniz.

        Gilgamış destanının anlatıldığı yazıtlarda bilge kişilik olan Nuh/Ziusudra’nın ünvanının NEBU olduğunu söyledim. bu ünvan arapçaya ve dilimize peygamberden aşağı elçiler anlamında Nebi olarak girmiştir.
        Bak, Nuh ismi Sümerlerde ve Turani halklarda ne anlama geliyor:
        Alman asurolog Friedrich Delitzsch ” Sumerische Sprachlehre, 1914 leipzig, s. 206″ eserinde Nuh sözcüğünü Sümerce insan, türemek, tohum anlamına gelen “NU” sözünden Sami kavimlere geçtiğini söylemektedir.
        Poppe, N. Bemerkungen zu G. J. Ramsted´s Einführung. 1990 Helisinki. Eserinde NU/Nuh sözcüğünün Altay/Turani dillerinden olduğunu ve ne anlamlara geldiğini yazmaktadır. Poppe’nin tarihi tespitleri şunlardır; Gold dilinde NAI, Kore dilinde NEI, Monğol dilinde ise NIALMA’dır.
        Hepside insan/insanlık anlamında kullanılmaktadır.
        Türkmenler bir kimseyi övmek istediklerinde NAY başı söylemini kullanırlar. Bu söylemin anlamı; insanların en seçkini demektir.
        Gılgamış destanındaki anlatımlarda Nuh peygambere Tengri’nin gönderdiği göksel varlik Anki/Enki ile yakında büyük bir tufanın olacağı bildirilmiş, gemi yapması söylenmişti.

        Ziusudra/ Nuh, In Anna, Dumuzi, Atana/Atapa, ve diğerleri….
        Bunların bir kısmı sümerlerde Tengri’nin kağanlarıdır.
        Enlil, Enki, Ninlil gibi tarihi kişilikler olmayanlar ise Tengri’nin altında göksel varlıklardır.
        Cebrail, Azrail isilmlerinin sonundaki il eki bile sümeri Enlil, Ninlil eklerinden alıntılanmıştır, Lil sözcüğü Sümerlerde uzayı dolduran boşluk, göksel anlamına gelir, biz ise bu sözcüğü rüzgar anlamına gelen Yel olarak kullanıyoruz.
        Bu kadar örnek yertermi ?

        Linkleri okumadığın için Anu ve Sümerlerde sana Atapa/Atana ile ilgili görsel anlatımların neler olduğunu ekleyeyim.

        ANU, KARAKUM GÖKSURİ ANLATIMI.
        Dünyanın en eski, insanlığın ilk kağanı Atana/Atapa efsanesi.
        Yazının henüz icat edilmediği çağda Karakumda insanlar öykülerini ve inanç olgularını kazıdıkları ortası delik sert taştan yapılmış muska/nazarlık ve ucunda delik olan silindir damgalara kazımışlardı. Pişmiş toprağa yazılmış olan Sümer yazıtlarından daha sağlam olan, boyunlarında takı olarak taşıdıkları anlaşılan taşlara işlenmiş inançsal öyküler hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştı. Bu damgaların bir kısmını Türkmenistan karakum kazılarından çıkartan İtalyan arkeolog Gabrile Rossi Osmida kendi imkanlarıyla kazılar yapan arkeolaglardan da aldığı damga ve muska/nazarlıkların ölçümsel boyutlarına sadık kalarak Türkmen ressama büyük boyutlarda çizdirmişti.
        M.Ö. 3/4 bin yıl öncesinden kalma muskalar olan nazarlıklar ve silindir damgalar hamur üzerinde çevrilince en eski uygarlık kalıntılarında kartal ve yılanın öyküsü şöyle başlıyor ; Kartal ve yılan insanların olmadığı bir çağda yaşam ağacında barış içinde yaşıyorlardı.
        Bir gün kartal kalbinde ve beyninde kötü düşünceler hisseder. Sonra yavrularıyla yılanın yumurtalarını yemeye karar verir ve yumurtaları yer.
        Tanrı’nın yardımıyla yılan intikam almak için ölü bir hayvan leşinin içine saklanır. Kartal tam leşi yemek için konduğunda, yerinden çıkan yılan kartala saldırır. Kartaldan intikamını alan yılan, yaralı kartalı çıkamayacağı bir çukurun içine atar.
        Karakum Göksuri uygarlığına ait silindir damga ve amületlerinde anlatılan öykü, her görüntü tarihin bir dönemine şahitlik ediyordu.
        Yeni bir gücün doğumunu parçaları birleştirince anlayabiliyorduk ancak.
        Bu Atana’nın, insanlığın ilk kağanı’nın doğumuydu.
        Damgalarda anlatılan öykü şöyle;
        Atana’ya Tanrı tarafından kağan’lık verilir. Lakin Atana varis bırakamaz, çocuğu yoktur,olmazda.
        Yılana ihanet etiği için cezalandırılan kartalın atıldığı çukura iner ve kartala anlaşma teklif eder. şöyle der; “eğer beni sevgi Tanrıçasına götürürsen seni özgür bırakır, yaralarını iyileştiririm der.
        Kartal teklifi kabul eder ve Tanrı’ya doğru yükselirler.
        Karakum uygarlığında Tengri’nin ancak bir kadın ve ana kadar şefkatli,koruyucu ve güzel olabileceği için kadın olarak betimlenmişti.
        Yolculuğun sonunda Atana bereket Tarıçasıyla buluşur, ve sorununu anlatır. Tanrıça Atana’yı dinledikten sonra neslini devam ettirebilmesi için yaşam suyu dolu bir kadeh verir.
        Güç erkektedir artık.
        Babadan oğula geçerek devam edecek kağanlık geleneği başlamıştı artık. Atana’ya kağanlık verilmeden önce dünyada kadınların yönettiği anaerkil düzenden ataerkil düzene evrilmeninde başlangıcını gösteren yazıtlarda anlatılan öykülerden dolayı Atana/Atapaya insanlığın ilk kaganı/kralı denilmişti.

        SÜMER ANLATIMI.
        Mezopotamyada oluşmuş bütün uygarlıklarda öyküsü anlatılan, Sümer uygarlığında M.Ö.2500’lü yillardan kalma yazıtlarda Atapa’nın ismi Atana olarak geçer. Avrupa dillerinde ise Etana olarak söylenir.
        Sümer yazıtlarında öykü yılan ve kartalın dostlukları ve dostluklarının bozulmaması için bozanın başına gelecek en kötü dileklerle ve tamu üzerine ettikleri yeminle başlar. Dağ da yaşayan iki dost, yemek bulmak gibi görevlerini ortaklaşa yapıyor, yavrularını bir kavak ağacının gölgesinde büyütüyorlardı.
        Kartalın yılanın yavrularını yemesiyle başlayan düşmanlıkta yılan intikam için Gün Tengri’den akıl ister. Tengri’den aldığı akılla bir inek leşinin içine gizlenen yılan kartalın gelmesini bekler. Kartal yaklaştığında kartala saldıran yılan kartalın uçamaması için kanatlarını kırar ve ölmesi için bir çukura atar. Tufandan sonra Kişh kentinin ilk kağanı Atana burdan sonra öyküye dahil olur. Yaralı kartal çukurdan kurtulması için Tengri’den birinin o’na yardım etmesini, oğlu olmayan Atana’da neslini devam ettirebilmek için yakarmalarında Gün Tengri’den sürekli bir oğul istemektedir. ikisine yeni bir fırsat veren Şamaş/Gün Tengri Atana ya neslini devam ettirebileceği bitkinin göklerde olduğunu, bu bitkiye ulaşmasına yardımcı olacak yaralı kartalı bulmasını söyler.Lakin kartal baştan Atana’nın yardımını kabul etmez, zAtana uzun uğraşlar sonucu kartalı ikna eder.
        Kartalın sırtında başlanan yolculukta o kadar yükseklere çıkarlarki dünya görünmez olur. Göklerde Tengri’nin huzuruna yaklaştıkça yükseklikten ve gördüklerinden korkan Atana kartala durması için yalvarır. Korkuya kapılan Atana kartalın sırtından düşer. Kartal Atana’nın yere çakılmasına ramak kala havada yakalar. Öykünün anlatıldığı yazıtın bundan sonraki bölümün kırılmış olmasından öykününün sonu bilinmemektedir ama mutlu sonla biten bu anlatımdan başka öykülerin anlatıldığı Sümer yazıtlarında Atana’nın oğlu olduğu ve neslini devam ettirdiği anlatılır.

        Bunların hepsi isptalı bilgilerdir sevgili kadir.
        Bir insana sen hiç bir şey bilmiyorsun diye itham etmeden önce bir düşün, sen ne biliyorsun ?
        Yukardaki verdiğim bilgilerde Sümerlerde Nuh/Ziusudra’nın ve Atapa/Atana/Adem’in Tengri’nin bir kağanı/temsilcisi olduğu apaçık görülüyor.
        Bunları nasıl yok sayacaksın.
        Hala Tengri’ye iman etmeyeceksin ? :))
        Esenlikler..

      • Sevgili Kadir.
        ayrıca isanın ölüleri diriltmesi falan yok diyosunuz.. hz. isa zaten ölüleri diriltmiyodu ki?
        ölüleri dirilten allahtı. hz. isa sadece allahın varlığına bir delildi. bu kuranda da şu ifadeyle anlatılır.. “o son saat için bir bilgidir” amacı tevhid inancını yaymaktı, kuranda bu açık açıkta anlatılır..(senden alıntı)

        Söyleyeceklerin bu kadarmıydı ?
        İslam inancı amentüsüne göre hayır ve şer’rin Allah’tan olduğuna inanılır.
        İslama göre İsa’nın ölüleri diriltmesi, senin yazı yazman, benim nefes alamam,denizlerin kabarması, depremlerin olmasıda Allah’tandır.
        İsa ölüleri diriltirken, yok Allah diriltiyor demende mantık yok.
        İsa kimmiş daha ayrıntılarına girelim istersen.
        İncile göre İsa aynı Firikyalı Attis, Hintli Buda ve Krişna, eski Yunanlı Dyonios, eski Mısırlı Horüs, Persli Mithra gibi bir bakireden doğuyor, haç üzerinde iki hırsız arasında öldürülüyor, üç gün ölü kaldıktan sonra tekrar diriliyor.
        Yukarda isimlerini verdiğim efsanevi kişiler gibi İsa’da aynı onlar gibi 25 aralıkta doğuyor !!!
        Binlerce yıl öncesinde güneş kültü tanrılarının üç gün ölü kaldıktan sonra tekrar diriliş günü olan 25 aralık tarihi kutsal Noël günü olarak hiristiyan dünyasında kutlanılmakta.
        Bu olguda bire bir güneş kültü inançlarından alıntılanmıştı. Aslında bu tarihte ölen veya tekrar dirilen yoktu, bu basit doğa olaylarının anlatımıydı. Şöylekine, yaz gündönümünden kış gündönümüne kadar günler kısalır ve soğur.
        Kuzey yarım küreden bakıldığında güneş güneye doğru hareket eder ve gittikçe küçülerek silikleşir.
        Günlerin kısalması ve kış gündöngüsünde hasat zamanının gelmesi eski uygarlıklarda ölümü simgeliyordu.
        Bu zaman diliminde güneş 6 ay boyunca güneye doğru hareket eder, 22 aralıkta en düşük noktasına ulaşır. İşte burda ilginç bir doğa olayı meydana gelir. Güneşin güneye doğru hareketi 3 gün boyunca durur, bu süreçte günler ne kısalır nede uzar. Bu 3 günlük beklemeden sonra güneş haç şeklindeki güney takım yıldızlarının üzerinden tekrar yükselmeye başlar.
        25 aralık’ta gerçekleşen bu doğa olayından sonra güneş, bu defa kuzeye doğru 1 derece hareket eder ve günler uzamaya ve ısınmaya başlar.
        İşte bu doğa olayları olgularından dolayı güneş kültü inancında olan eski uygarlık insanları “güneş haç üzerinde öldü, 3 gün ölü kaldıktan sonra tekrar dirildi, kötülüğü ve karanlığı yendi ” olgusuna inançsal olarak iman ederlerdi .
        Bu eski inançsal olgulardan uyarlanan incil anlatımında da İsa’da diğer güneş tanrıları gibi aynı haçı, 3 günlük ölüm ve yeniden diriliş olgularını paylaşır. Oysa bu aslında güneşin kuzey yarım küreye doğru hareket yönünü değiştirmeden ve baharı getirmeden önceki hareketsizlik süreciydi sadece.
        İsa’da aynı güneş kültü tanrıları gibi bir bakireden doğuyor !!!
        İsa’nın annesinin ismi Marie/Miriam/Mery/Maria/Meryem.
        Ne tesadüf ama Hörüs’ün annesinin ismide Mary/Mari isis !!
        Kadir kardeş, İsa’nın ölüleri diriltme, Meryem isimli bir bakireden doğma öyküsü güneş kültü tanrılarından araklanma.
        İsa öyküsünün aynı biçimde Kuran’da geçmesi sizin açınızdan bir talihsizlik.
        Ne yapalım, biriliri rahatsız olacak diye kafamızı kuma gömerek tarihi gerçekleri yokmu sayalım şimdi.

  173. kadir dedi ki:

    sayın kökler ve kanatlar…

    “Bu şu anlama geliyor, Kuran hiç kimsenin tam olarak anlayamadığı arapça diliyle yazılmış.”

    sizden alıntı..

    kuranın dili her ne kadar arapça gözüksekse, aslında kuranın dili “allahça” dır.. bu dili anlamak için düşünmek ve tertil ile okumak gerekir.. son derece isabetli ifadeler ve anlam yüklü cümleler bulunur.. aklını biraz çalıştıran ve kuranı tertil ile okuyan sarsılır ve kalbi ürperir… yüce allah ağır ağır okunmasını ve düşünülmesini emretmiştir.. allahın ifadelerini bir örgü gibi örmek gerekir. herşeyden nice örneklerle beyan edilen kuran düşünebilene ve kavrayabilene çok açıktır..

    saygılarımla..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Yukarıdaki yazıyı okuyunca ortaya sizin, düşünüp, ağır ağır ve tertil ile okuyarak Allahçayı kavradığınızve bu sayada kuarnın mesajını kavradığınız sonucuna ulaşıyoruz!

      Bu durumda aşağıdaki ayeti okuyup,

      ‘’O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.’’Fussilet,10-Diyanet

      aşağıdaki yorumu yapabilecek sonuca nasıl ulaştığınızı bilmek isterim!

      ”diyosunuz ki dağlar için. dünyanın oluşumundan milyarlarca yıl sonra oluşmuştur..

      ZATEN kuranı kerimde bunu söylüyor.. kurana göre yer ve gök yaratıldıktan sonra düzene konulmuştur.. ve kuranda dikkat edin dağların oluşumu ile ilgili genel olarak “cealna” ifadesi kullanışmıştır.. yani “halak” ifadesi kullanılmamıştır..

      O (allah) yeryüzünde ağır baskılar (ravase) kılmıştır/taktir etmiştir. (cealna). (fussilet-10)

      tıpkı yeryüzünde yaratılan insanın yaratıldıktan sonra halife kılınması gibi..” sizden alıntı

      Bırakın artık, biz anlarız siz anlamazsınız şeklindeki klişe cümlelere sığınmayı!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        sizde anlarsınız, yeterki biraz aklınızı ve vicdanınızı ortaya koyun.. kuranın her harfine muhalefet olan sizsiniz.. böyle iken sizin anlamanız maalesef çok zordur.. eğer kuranı anlama konusunda samimi iseniz kuruntularınızdan kurtulmanız gerekmektedir..

        bana gelince… ben bir beşer olarak ne kadar çalışırsam allah bana o kadar verir.. kuranda allahın ifadelerini ne kadar analiz edersem ve düşünürsem o kadar anlayabilirim.. elbette benimde hatalarım vardır.. belki yanlış analiz ettiğim ayetlerde vardır.. eğer bir hata yapmışsam hatamdan dolayı ve kasıtlı olarak ayetleri çarpıtmaktan dolayı allaha sığınırım. birde bilgimin olmadığı şeyler hakkında zanna bulaşmaktan allaha sığınırım..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Öncelikle hiç kimseye vicdan dersi verebilecek ya da vicdan muhasebesine çağıracak durumda değilsiniz! En azından benim ya da başkasının vicdanı ortaya çıkmak için sizin işaret vermenizi beklemiyor!

        Siz sahte bilgilerle hazırlanmış makaleler ve anlamadığınız ayetlerle insanları yaftalama hakkını kendinizde bulacak ve bu noktada sözde üzerine leke sürdürmemek için çırpındığınız tanrınızı yalan-yanlış bilgilerlerle savunacak yani onu bu denli bir korumaya layık göreceksiniz sonra o yaftalayı, vicdansızlık,anlayışsızlık ve düşmanlıkla suçladığınız insanlar yerine yine ona sığınacaksınız!

        Bu, şu demektir,

        Tanrım bazen ne söylediğini tam anlayamadığım ama seni korumak sorunda hissettiğim anlarda (insan,tanrısını başka bir insandan koruyor) içeriğine ve doğruluğuna bakmadan ve hiçbir etik değeri gözetmeyen argümanlarla seni savunuyorum, o kadarını da affedersin artık!

        Ben size ayeti yanlış anladığınızı gösterene kadar, bana o yanlış anladığınız ayet ya da ayetler üzerinden vicdansız ve düşman yakıştırmalarıyla yapmış olduğunuz şeyden, tanrınıza sığınarak kurtulabiliyorsanız, tanrınızın nasıl bir insan istediğini görmemiz açısınıdan da bize yardım etmiş oluyorsunuz!

        O yanlış yorumladığınız ayetler üzerinden başkalarına yaptığınız incitici her yorum özellikle sizin inancınız için bir hak ihlalidir! İşte bu durumlarda yani sizin bir müslüman (bu sizi bizden daha farklı daha elit bir insan yapıyor ya) olsanız bile insanları incitebileceğinizin ortaya çıktığı durumlarda anlayın ki siz incitebiliyorsanız diğerlerinden incindiğinizde, bu incinme hali size onları vicdansız düşmanlar olarak göstermeyecek! Çünkü aynı hissi diğerlerine de hissetme hakkı vermiş olursunuz! Size her zaman dediğim gibi yok öyle, sadece kendine müslüman olmak!

        İnsanlar önce kendi evinin önünü temizlemeden başkasının evinin önüyle ilgilenme hakkına sahip olamazlar!

        Bu da size müslüman olmayan birinden hayat dersi olsun!

    • Sevgili Kadir.

      kuranın dili her ne kadar arapça gözüksekse, aslında kuranığn dili “allahça” dır.. bu dili anlamak için düşünmek ve tertil ile okumak gerekir.
      (senden alıntı)

      Yani Arapça Allah’ın dili oluyor !!!
      Bu ne biçim cümle Arapça gözüksede Kuran dili Allah’çadır !!!
      Nasıl bu kadar gerçeklerden uzaklaşabiliryorsunuz şaşırıyorum.
      Mealcilerin hiç biri doğru düzgün anlamazken sen nasıl anlıyorsun, ya da biz nasıl anlayacağız ?
      Allah’çanın okulu nerde sevgili kadir, gideyim bende öğreneyim.
      Allah’çayı insanlar kendi başlarına öğrenemediklerine göre Allah’çayı bu insanlara Allah öğretmiş olmalı değilmi.
      Allah bazı insanlara kendi dilini ögretmiş, bizi neden mahrum bırakmış ?
      Allah’ın dilini konuşan, uygarlıkla en son tanışmış bedevi Araplarıda kutsa bari sevgili kadir tam olsun.
      Nuh ve ibrahim peygambere Allah aynı dillemi konuştu ?
      Yanıtın evet ise lakin o zamanda Arapların ismi değil, cisimleri bile yoktu.
      Arapça Allah’ın dili oluyorsa Sümerce neden olmuyor ?
      Ya da ilk Anu uygarlığında konusu edilen Adem’le demi Allah Arapça konuştu ?
      Arapların ve Arapça’nın kavim dili olarak meydana çıkması m.ö.500’lü yıllara dayanır.
      Allah Peygambere arapça konuştu dersen bunda mantık vardır ama Arapça ya Allah’in dili demen tam bir felaket.
      Biraz mantıklı ol.
      Esenlikler..

      • kadir dedi ki:

        sayın kökler ve kanatlar…

        kurandaki ifadeler arapça olmasına karşın, arapların konuştuğu tarzda bir hitap değildir.. bunu anlatmaya çalıştım. ama sizde konuyu çarpıtıyosunuz. kuran arapçadır. ama sıradan bir arapça telafuzda değildir..

  174. bilal dedi ki:

    Sn.Toro,

    ‘’ nsanlar önce kendi evinin önünü temizlemeden başkasının evinin önüyle ilgilenme hakkına sahip olamazlar!
    Bu da size müslüman olmayan birinden hayat dersi olsun! ‘’ diyorsunuz ‘’

    Acaba siz evinizin önünü temizlemiş misiniz ki,başkasının evinin (müslümanın evinin) önüyle ilgilienme hakkına sahip olmaya soyunuyorsunuz.Eğer siz burada saçma sapan yorumlarınızla bizim inancımıza,islama ve kur’an’a saldırmazsanız,ne sayın Kadir bey,ne de benim gibi başka bir müslümanın sizin evininizin önü temiz olsun veya olmasın ilgilendirmez. Bi önce söz konusu hayat dersiyle ilgili nasihatinizi kendinize yaparsanız herhalde daha isabetli olur.!!!

    Siz ateist iseniz inancınız size kalsın,ama saçma sapan yorumlarla müslümanın inancına da saldırma hakkına sahip değilsiniz.Herhalde siz evinizin önünü temizlemişsiniz de müslümana gelince size göre kendi evinin önünü temizlememiş olduğundan dolayı konuşma hakkına sahip değildir,öyle mi ?

    Saygılarımla.

    • toro dedi ki:

      Sayın bilal,

      Öncelikle katkınız için çok teşekkür ederim! Çünkü ben turnosol kağıdı kullansaydım bile, kendi kendinize ortaya çıkardığınız ruh halinizi bu denli ifşa edemezdim!

      Şimdi ne yaptınız siz,

      Herhangi biriyle yaptığı bir münazarada altta kalmamak adına tanrısının ayetlerini çarpıtan, bu uğurda sözde tanrısını (egosunu değil!) sahte bilgilerle dolu makalelerle korumaya çalışan bir insana yaptığı hatayı İNSANCA anlatan birine sırf tarafı olduğunuz için tepki verdiniz! Halbuki ben sizden bizim tanrımızın bizim onun sözlerini çarpıtarak ya da üretilmiş makaleleri kullanarak yapacağımız savunmaya ihtiyacı olmaması bir yana tahammülüde yoktur, demenizi beklerdim!

      Dolayısıyla ne oldu, tanrınızın nasıl bir insan istediği konusundaki anketime kendinizi dahil ederek söylemimin daha da güçlenmesini sağladınız!

      Dikkat edin belki bir tanrı heran, sizin yapacağınız korumanın, diyerek size müdahale edebilir!

      Bu arada daha öncede söyledim yine söylüyorum, sadece inanıyor olmanızın mutlak gerçeklik sağlamayacağı bir inancı benim ekranıma doğru sallayarak beni saldırmakla ihtam etmekten sizi men ederim! Dünya tarihinde ne ateist nede deist bir topluluğun kılıç zoruyla ülke kurup, ülke fethederek yayılmadığı ortadayken beni saldıran taraf olarak göstermeniz sizin kendi özünüzle hesaplaşmaktan öte birşey ifade etmez bana!

      Ben inanmadığım halde, sizin inandığınızı söylediğiniz tanrınızı, size karşı korumaktan sıkıldım artık!

      Bırakın avukatlığa soyunmayı da, gidip bir kaç ayet daha çarpıtın! Yani herkes uzmanı olduğu işle uğraşsın!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        “Bırakın avukatlığa soyunmayı da, gidip bir kaç ayet daha çarpıtın! Yani herkes uzmanı olduğu işle uğraşsın!”

        avukatlık diyosunuz.. fakat her yazılan yazının içinde kendinizi buluyosunuz.. size yazılsın veya yazılmasın başkalarının yazılarınada cevap veriyosunuz.. eğer bilal beyin yaptığı avukatlıksa sizinki nedir acaba..

        bizlerin hiçbir çıkarı olmadığını daha öncede söylediğimiz halde ayetleri kasıtlı olarak çarpıttığımızı düşünüyosunuz. söylermisiniz biz ayetleri kasıtlı olarak çarpıtırsak elimize ne geçecek.. siz müslüman olun veya olmayın sizin inancınızdan bize ne… bizler allahın gazabından korkan insanlar olarak ve bunu sürekli dile getirerek neden kasıtlı olarak çarpıtalım. asıl kurana saldıran ve ortaya fitne ve fesat karıştıran sizsiniz..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Benim bu forumda, benim gibi düşünüyor görünen (sadece görünen, çünkü ben kimsenin tarafı değilim) arkadaşları savunmak ya da korumak için size veya sizin tarafınızda görünenlere yazılmış bir tek yazımı gösteremezsiniz! Ben ne bir yazısı için birini överim ne de bunun kendime yapılmasına izin veririm! O nedenle daha önce çok kez söylediğim gibi yanlış kişiye yanlış argümanlarla gelmeyin!

        Ben sizin veya bir başkasının, kime yazdığına bakmadan sadece yazdığı yazıda ifade ettiği düşüncelere karşılık olsun diye yazarım!

        Birde tam aksine sizi veya sizin tarafınızda görünen arkadaşları korumuşluğum çoktur!

        Bilal bey ile sizin birbirinize yazdığınız teşekkür ve destek yazılarını bende göremezsiniz!

        O nedenle ben kime ne yazdığımın farkında olarak, ifadelerimi gocunmadan,çekinmeden ve geride yazdıklarımla çelişmekten korkmadan yazıya dökebiliyorum!

        ”bizlerin hiçbir çıkarı olmadığını daha öncede söylediğimiz halde ayetleri kasıtlı olarak çarpıttığımızı düşünüyosunuz. söylermisiniz biz ayetleri kasıtlı olarak çarpıtırsak elimize ne geçecek.. siz müslüman olun veya olmayın sizin inancınızdan bize ne… bizler allahın gazabından korkan insanlar olarak ve bunu sürekli dile getirerek neden kasıtlı olarak çarpıtalım. asıl kurana saldıran ve ortaya fitne ve fesat karıştıran sizsiniz..”

        ”siz müslüman olun veya olmayın sizin inancınızdan bize ne”

        Peki sorması ayıp siz bu forumda ne işiniz var? Balık avlayamayacağınıza ya da otobüs beklemediğinize göre müslüman olmayıp sizin inancınızdan olmayanların birbirleriyle iletiştiği bu forumda ne yapıyorsunuz? Madem bizim inancımızla ilgilenmiyorsunuz o halde neden bizim inancımızın tezahürü olan kendimize özgü düşüncelerimize cevap verip üstüne bizi yanlış yapmakla, doğru yolda olmamakla itham ediyorsunuz?

        Çıkar meselesine gelince, kusura bakmayın ama bizim inancımızda 3 müslümanı inancından çıkaranlar öteki dünyada cennete gider ya da ödüllendirilir diye bir beklenti yok! O yüzden bize laf atmayan sataşmayan inancınızdan bize ne, olsun!

        Sayın kadir bakın, normalde 2 kere sorduğum halde cevap vermediğiniz sorumu bir daha sormayı düşünmüyordum ama şu tepkinize karşılık tekrar soruyorum. Çünkü siz beni ayet çarpıtmakla dolayısıyla ayetlerini çarpıttığım kitaba ve bu yüzden inanırlarına düşmanlık yapmakla itham ettiniz! Bu durumda kim neyi çarpıtıyor, göstereceksiniz!

        ‘’O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.’’Fussilet,10-Diyanet

        ”diyosunuz ki dağlar için. dünyanın oluşumundan milyarlarca yıl sonra oluşmuştur..

        ZATEN kuranı kerimde bunu SÖYLÜYORr.. KURANA GÖRE yer ve gök yaratıldıktan sonra düzene konulmuştur.. ve kuranda dikkat edin dağların oluşumu ile ilgili genel olarak “cealna” ifadesi kullanışmıştır.. yani “halak” ifadesi kullanılmamıştır..

        O (allah) yeryüzünde ağır baskılar (ravase) kılmıştır/taktir etmiştir. (cealna). (fussilet-10)

        TIPKI yeryüzünde yaratılan insanın yaratıldıktan sonra halife kılınması gibi..” sizden alıntı

        Ayet ortada, altında sizden alıntıladığım yorum yine ortada!

        Söyleyin kim neyi çarpıtmış? Biraz cesaret yahu, arkanızda kainatın efendisi yokmuydu sizin?

    • bilal dedi ki:

      Sn.Toro,

      ‘’ Dünya tarihinde ne ateist nede deist bir topluluğun kılıç zoruyla ülke kurup, ülke fethederek yayılmadığı ortadayken beni saldıran taraf olarak göstermeniz sizin kendi özünüzle hesaplaşmaktan öte birşey ifade etmez bana! ‘’ sizden alıntı’’

      1-Sizin silahla inancımıza saldırdığınızı mı söyledik,yoksa saçma sapan yorumlarınızla mı dedik ? Demek ki,okuduklarınızı bile pek anlayamıyorsunuz ! Yoksa ‘’….kılıç zoruyla…vs..’’şeklinde bir ifadeyi kullanmazdınız.

      2-Ama komünistlerin /ateistlerin/ silah zoruyla nice ülkeleri işgal ettiklerini,silah ve güç kullanarak da milyonlarca insanı öldürdüklerinden de mi haberiniz yok ?

      Komünist /ateist/ SSCB.nin kızıl ordusu süper güç olduğu dönemde işgal politikasıyla kendine bağlı olmayan ülkeleri silah zoruyla işgal etmiyor mudu? Bunları inkar edebilir misiniz ?

      Hani ‘’ Dünya tarihinde ne ateist nede deist bir topluluğun kılıç zoruyla ülke kurup, ülke fethederek yayılmadığı ortadayken…’’ diye tarihi gerçekleri de mi yok sayıyorsunuz ???

      3-Şimdi bile ateistlerin elinde bir imkanat olsaydı yine inançlı inasanların inançlarının gereğini yerine getirebilme hakkını hiç tanımazlardı.Çünkü ateizm felsefesi bir ideolojidir,başkasına yaşama hakkını bile pek tanımaya müsait değildir.Ayrıca bırakın müslümanın ınancı, onun kılık kıyafeti bile atezmi çok tedirgin eder.!!!

      4- Ayrıca ‘’ İnsanlar önce kendi evinin önünü temizlemeden başkasının evinin önüyle ilgilenme hakkına sahip olamazlar! ‘’ şeklindeki hayat dersi ne size,ne de mensubu bulunduğunuz ateizm felsfesinine aittir.

      Bu hayat dersi de yine kur’an’mıza aittir.!!!

      يا ايها لذين امنوا لم تقولون ما لا تفعلون الخ

      ‘’ Ey inananlar ! yapmayacağınız /yapmadığınız/şeyi neden başkalara yapın diyorsunuz?
      (SAFF-2: )

      Bu hayat dersi genel olup her konuda geçerlidir.

      Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Önce madem bu kadar duyarlıydınız size başka bir konuda yine aşağıda sıraladığınız konularla ilgili verdiğim yanıta geri dönüş yapabilseydiniz;

        ”2-Ama komünistlerin /ateistlerin/ silah zoruyla nice ülkeleri işgal ettiklerini,silah ve güç kullanarak da milyonlarca insanı öldürdüklerinden de mi haberiniz yok ?

        Komünist /ateist/ SSCB.nin kızıl ordusu süper güç olduğu dönemde işgal politikasıyla kendine bağlı olmayan ülkeleri silah zoruyla işgal etmiyor mudu? Bunları inkar edebilir misiniz ?” sizden alıntı

        Sanırım ortaya çıkış aşamasında inançlarında yasak getirildiği halde kendi dindaşlarını katlederek hanedanlaşan ve sonrasında kendileriyle hiç alakalı olmayan toplumları kendilerine benzetmek ve haraca bağlamak için taa ispanyalara,d.türkistanlara kılıç sallayarak giden bir neslin bu yüzyıldaki temsilcisi olarak yüzünüz kızarmadan beni hiç savunmadığım rejimlerin temsilcisi gibi gösterip suçlamak yüzünüzü kızartmıyor!

        Bu forum benim sizden geri dönüş alamadığım münazaralar kuyusuna dönüştü, siz farkında değilmisiniz!

        Emeviler, abbasiler kuşattıkları şehirleri gül suyuyla mı yıkıyordu sevgili bilal? Gül suyuyla yıkadıklarının kadınlarınımı satıyorlardı köle pazarlarında?

        İktidar hırsı söz konusu olduğunda kendi dindaşlarının yaşadığı şehirleri bile yakıp,yıkmaktan geri durmayan bir tarihin tezahürü olarak burada bana laf yetiştirmeye çalışırken hiç sıkılmıyormusunuz?

        ‘’ Ey inananlar ! yapmayacağınız /yapmadığınız/şeyi neden başkalara yapın diyorsunuz?
        (SAFF-2: )

        Güzel paylaşım, yani utanmayı billmeden başkalarını utanmaya davet etmeyin diyor!

        Tabi anlayana,çarpıtana değil!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        Her zaman dediğim gibi muhatabını hep yanlış anlıyorsunuz,ben ne zaman seni komünistlerin /ateistlerin/ temsilcisi olarak göstermişim ?

        Bakınız siz,
        ‘’ Dünya tarihinde ne ateist nede deist bir topluluğun kılıç zoruyla ülke kurup,ülke fethederek yayılmadığı ortadayken beni saldıran taraf olarak göstermeniz sizin kendi özünüzle hesaplaşmaktan öte birşey ifade etmez bana! ‘’ diye şeklindeki ifadeleri kullanırken,ben de size yönelik aşağıdakileri yazdım!

        ‘’Ama komünistlerin /ateistlerin/ silah zoruyla nice ülkeleri işgal ettiklerini,silah ve güç kullanarak da milyonlarca insanı öldürdüklerinden de mi haberiniz yok ?
        Komünist /ateist/ SSCB.nin kızıl ordusu süper güç olduğu dönemde işgal politikasıyla kendine bağlı olmayan ülkeleri silah zoruyla işgal etmiyor mudu? Bunları inkar edebilir misiniz ?
        Hani ‘’ Dünya tarihinde ne ateist nede deist bir topluluğun kılıç zoruyla ülke kurup, ülke fethederek yayılmadığı ortadayken…’’ diye tarihi gerçekleri de mi yok sayıyorsunuz ??? ‘’ işte benim yazdıklarım bu şekildedir ’’

        Peki bu yazının neresinde seni komünistlerin/ateistlerin TEMSİLCİSİ olarak göstermişim? Lütfen okuduklarınızı düşünerek doğru anlamaya çalışın !

        ‘’ Sanırım ortaya çıkış aşamasında inançlarında yasak getirildiği halde kendi dindaşlarını katlederek hanedanlaşan ve sonrasında kendileriyle hiç alakalı olmayan toplumları kendilerine benzetmek ve haraca bağlamak için taa ispanyalara,d.türkistanlara kılıç sallayarak giden bir neslin bu yüzyıldaki temsilcisi olarak yüzünüz kızarmadan beni hiç savunmadığım rejimlerin TEMSİLCİSİ gibi gösterip suçlamak yüzünüzü kızartmıyor! ‘’ ” sizden alıntı’’

        Yukarıdaki iddialarınızdan hareketle,bu tür savaşların kur’an’a da aykırı olduğunu ve asla tasvip etmediğimizi bilmenizi isterim.Zaten Emevilerden bu yana halkı müslüman olan hiç bir ülke islamla yönetilmediğini,bu ülkeler söz konusu hanedanlar tarafından islam dışı monarşi rejimiyle yönetildiğini ve gerekçe ne olursa olsun kur’an’a göre müdafaa savaşı dışında hiçbir savaşın meşru olmadığını defalarca yadığımızı biliyorsunuz.Bu nedenle bunların yaptıklarından ne kur’an’ı suçlayabilirsiniz,ne de bizleri bunların temsilcisi olarak gösterebilirsiniz.!!!

        Saygılrımla.

  175. kadir dedi ki:

    rasmteinn…

    “eğer bunu ispatlayacak tabletleri bulursun elbette inanırız.”

    sümer tabletlerinde edindikleri bilgilerin kaynağı varmı? yada nasıl bu bilgilere sahip olduğuklarını biliyor musun?
    istersen sen yorum yapma yaptıkça batıyosun

    • Sevgili Kadir.
      sümer tabletlerinde edindikleri bilgilerin kaynağı varmı? yada nasıl bu bilgilere sahip olduğuklarını biliyor musun?
      istersen sen yorum yapma yaptıkça batıyosun(senden alıntı)

      Kaynağı bırak, tonla görsel delilleri var.
      Türkmenistan Karakumda oluşmuş Anu Göksuri uygarlığına ait hamur üzerinde çevrilince öyküler resimlerle anlatılıyor.
      Bu bilgileri müslüman ülkeler haricinde dünya biliyor, Bu uygarlık ile ilgili Marc Jamposky’nin çektiği belgeseller dünya Tv’lerinde gösteriliyor.
      Almanyada yaşayan, Martin Lütherking üniversitesinde profesör olan eski ortadoğu mitolojisinde uzman olan Sindia Winkelman gibi
      bilim insanları tarihi bilgilerini tekrar gözden geçiriyorlar ama islam ülkelerinde yaşayan müslümanlar bunlardan bir haberler.
      Bu belgesel islam ülekelerinde gösterilmez, çünkü gösterilince ibrani kaynaklı hadiseler üzerine oturtulmuş inançları ters yüz olacak.
      Gösteremezler, çünkü Türklerin göçebe bir topluluk olmadığı aksine insanlık taş devrini yaşarken 10 binlerce insanın yaşadığı ketleri kurmuş olmaları ve burda oluşan sonsuz mavilik An’ın,Tengri inancının bütün inançların kaynağı olduğu görülecek.
      Islam baronları bu gerçekleri bir müddet gizleyebilir ama asla yok edemezler, sonunda müslümanlarda bu gerçekleri görecekler.
      Türkmenlerin Karakum’un son kağanı dedikleri Victor ivanoviç 1974’de Anu uygarlıgını ilk bulan insandır.
      Sonra italyan Ligabue institüsü bu uygarlık ile ilgilenir, Türkmenistan devleti Ligabue institüsü ile arkeologlar heyeti oluşturur, bu heyetin başında italyan Arkeolog Gabriele Rossi Osmida vardır.
      10 yıl bu uygarlık kalıntıları olan devasal ketler ve mezarlıklar meydana çıkartırlar ama Gabriele’nin tahminine göre daha 20 kent kalıntıları daha vardır. Bu uygarlık öyle m.s. 650’li yıllarında kemik ve hurma dallarına yazı yazan ilkel bir uygarlık değildir. Bu uygarlık m.ö. 3000 binli yıllarında iğne topuzuna bile koç ve koyun başları yapan inceliğin, zerafetin, sanatın doruğa çıktığı, bronz çağında olmasına rağmen eski yunan uygarlığına eş değer bir uygarlıktır.
      linkini veriyorum, Karakum Anu’ya ait paylaştığım 100’e yakın görsel buluntuları kendi gözlerinle gör.
      http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/a40-bin-y%C4%B1ll%C4%B1k-anu%2ckarakum-goksuri-uygarl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-/

    • rammsteinn dedi ki:

      kadir
      ,sümer tabletlerinde edindikleri bilgilerin kaynağı varmı?

      diyorsun. sana kaynak olarak binlerce sümer tabletlerinden bahsediyorum. ömrünü buna adamış muazzez ilmiye çığ ın anlattıklarından bahsediyorum. hadi diyelim muazzez ilmiye çığ ın yazdıklarının hepsi yalan dolan. dünyada bir çok sümer araştırmacısı var hepside mi yalan dolan. sana bu tabletlerin gerçekliğini ispat edebilmek için o döneme ait video fotoğraf görüntülerimi istiyorsun. sen burada bu iddiaları kabul edemiyorsun çünkü dininle çatışıyor. kabul etmemekle sadece ne kadar banal düşündüğünü gösteriyorsun.
      ben sana diyorum ki “benim iddialarım bunlardır.eğer elinde bunların aksini ispatlarsan ona inanırım” ama sen ne yapıyorsun “hepsi yalan dolan” demekten başka bir şey yapmıyorsun. ben kanıtlar ile tez üretiyorum. sen ne yapıyorsun? elindeki bir bedevinin yazdığı kitabı savunmak için şekilden şekile giriyorsun.
      sana kral davutun ve oğlu kral süleymana uzanan hikayeyi yazdım. sen ne diyorsun? “kral olduğunu gözün ile mi gördün?”
      bu soruyu sormak yerine kendin nette hertürlü bilgiyi bulabilirsin. davut kendini peygamber ilan etmiş ama nasıl esinlenmiş nereden esinlenmiş? yazdığı zebur nasıl bir kitap. yazdığı şiirler neleri içerir? sonrada kendine soracaksın. allahın gönderdiği peygamber kral davut neden şiir yazdı? allah neden şiir yazdırır?
      içindeki cehennem korkusu o kadar yüksek ki,mantığını ezip geçiyor. bana mantıklı ispatlarla gel.

  176. kadir dedi ki:

    sayın rasmteinn…

    “ortaya iddia atıyorsunuz. inanmak istediğiniz bir iddia. olmasını istediğiniz bir iddia. ama içi tamamen boş bir iddia.”

    sizin iddialarınız tamamen zandan ibarettir.. sümer tabletlerine dayanarak peygamberlere iftira atmanız sizin cahilliğinizi gösterir.. ayrıca kuranda kaburga kemiğinden yaratılmıştır diye hiçbir ifade yoktur.. adem neyden yaratıldı ise eşide aynı şeyden yaratılmıştır.. kuranda böyle bir ifade olmadığı halde kurandan ne istiyosun. neden buradasın.. git tevratla ilgili sitelere ve tevratı eleştirsene..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Bakın yine sizin tanrınızın sözlerini size karşı savunacağım;

      Tevrat;

      Yar.2: 21 RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun KABURGA kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı.

      Yar.2: 22 Adem’den aldığı KABURGA kemiğinden bir kadın Yar.atarak onu Adem’e getirdi.

      Yar.2: 23 Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış KEMİK, Etimden alınmış ettir” dedi, “Ona ‘Kadın*fc* denilecek, Çünkü o adamdan*fc* alındı.”
      D Not 2:23 İbranice kadın (İşşa) sözcüğü adam (İş) sözcüğünden türemiştir.

      ”O, sana Kitab’ı hak ve KENDİSİNDEN ÖNCEKİLERİ DOĞRULAYICI olarak indirdi. O, daha önce Tevrat’ı ve İncil’i insanlar için birer hidayet olarak indirmişti.Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”Ali-İmran,3-4-Diyanet

      ”Ey kendilerine kitap verilenler! Bir takım yüzleri silip de tersine çevirmeden, yahut Cumartesi halkını lanetlediğimiz gibi onları lanetlemeden, YANINIZDA BULUNANI(Tevrat’ı) DOĞRULAYICI olarak indirdiğimiz bu kitaba (Kur’an’a) iman edin. Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.”Nisa,47-Diyanet

      “Benden önce gelen Tevrat’ı DOĞRULAYICI OLARAK ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” Ali-İmran,50-Diyanet

      Bakın tevratta haram kılınmış olanları kuranla helal kılıyoruz diyor! Yani elinizdekinin içeriğini kuran ile değiştiriyorum diyor! Yani anlayacağınız, kaçamayacak şekilde tevratta yazanların da aynı tanrının daha önce gönderdikleri olduğunu kabul etmek zorundasınız!

      Tatmin olmazsanız tevrat için kuran ile DOĞRULANDIĞINA vurgu yapılan onlarca ayeti daha okuturum size, hemde hiç bir çıkarım olmaksızın sırf tanrınızı size karşı savunmak adına! Çünkü onu, sizin mağdurunuz yapmanıza vicdanım elvermiyor!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        gerçekten öylesine saçma sapan yorumlar yapıyosunuz ki, nereden tutsam elimde kalıyor..

        sizin gibi kurana saldıran, iftira atan, uydurmadır, sağdan soldan alıntıdır diyenlere karşı yüce allah; “bu kitapların orjinali allah katından indirilmiştir.” hepsi birbirini tastik eder diyor.. yani çarpıtmanında bu kadarı son noktası, siz kimi kandırıyosunuz? siz ancak kendinizi kandırırsınız..

        “Bakın tevratta haram kılınmış olanları kuranla helal kılıyoruz diyor! ” sizden

        bu ifadenizde sizin son bombanız… bu ifade hz. isanın ifadesidir.. yani kuran inmeden önce hz. isanın geliş amaçlarından birini söylüyor.. yani kuran helal kılmıyor, hz. isa helal kılıyor.. ben daha size ne diyeyim ki… sayın toro üzülerek söylemeliyim ki sadece astı astarı olmayan laf kalabalığından ibaretsiniz..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Evet Ali-İmran 50 ile ilgili olarak yazdığım yorum kısmen hatalı, bu hatalı yorum için önce sizden sonra okuyan diğer arkadaşlarlardan özür dilerim! Beni kendinizle karıştırmayın, ben doğru yaptığımı düşündüklerim kadar yanlış yaptıklarımın da arkasındayım ve sorumluluğunu alırım!

        Fakat bu benim söylemeye çalıştığım gerçeği değiştirmiyor, bir önceki kitapla tevratı tasdik eden tanrınız son kitabına bu anlatıyı koyarak son peygamberinin de(!)aynı şeyi yaptığını söylüyor! Ne oldu bunu görünce diğer ayetleri çöpemi attınız? Kuran’ın hiç bir yerinde özellikle tevrat ın kitap olarak içeriğinin değiştirildiğini, içindekilerin silinip yerine başka şeylerin yazıldığını söyleyen ayet bulamazsınız!

        Bu noktada sürekli tanrıyı savunuyorum deyip aslında onu yoksayıyor olduğunuz gerçeğini bertaraf edemezsiniz!

        Bu arada bu yazıya cevap verince hani o kuranın, dağların milyarlarca yıl sonra oluştuğunu söylediğine dair iddianızla alakalı düştüğünüz çıkmazdan kurtulabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

        Tekrar ediyorum biraz cesaret edinde yaptığınızın arkasında durun!

        Tekrar soruyorum istermisiniz kuranın tevratı tasdik ettiğine dair onlarca ayeti daha paylaşayım burada!

        Ya da siz bana şu ayet ışığında söyleyin siz tevratta hangi ayetlerin değiştirildiğininereden biliyorsunuz?

        ”De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.” Maide,68-Diyanet

        Hadi benim gibi kuranla konuşsanıza, sırf altta kalmamak ve egonuzu tatmin etmek için çırpındıkça çırpanmak yerine!

        Sizin arkanızda kainatın sahibi var(!) ama bana karşı kullanabileceğiniz, kullanabildiğiniz tek şey öfkeniz!

        Bakın isterseniz bilal beyle tanışıp,buluşup bana ortak aklınızla yazın, paradigmalarınızın beslediği hayallerinizi referans aldığınız sürece düşeceğiniz şey sadece öfke çukuru olacaktır! Sevgisiz, ayrımcı,herkesi düşmanlaştıran arabesk bakış açınızla ancak kendi kendinize zarar verirsiniz!

  177. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Sizin arkanızda kainatın sahibi var(!) ama bana karşı kullanabileceğiniz, kullanabildiğiniz tek şey öfkeniz!”

    benim allahım bütün kullarına merhamet ediyorsa eğer, benim size öfkeli olmam bana yaraşmaz.. o yüzden bunu böyle bilin..

    saygılarımla..

    • toro dedi ki:

      Sayin Kadir,

      Bunu, sırf size uymuyor diye, yazdıklarımı, düşmanca yapılmış saptırmalar olarak tarif etmeden önce düşünecektiniz!

      Tanrınızın affetme mevzuuna gelince, ne oldu, yukardan cehennemin kapatılacağına dair duyum mu aldınız?

      ”Şüphesiz âyetlerimizi inkar edenleri biz ateşe atacağız. DERİLERİ YANIP DÖKÜLDÜKÇE, azabı tatmaları için onların derilerini yenileyeceğiz. Şüphesiz, Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”Nisa,56-Diyanet

      İçinizde biriken (inancınızın yönlendirmesiyle) ve her fırsatta yönelecek birilerini araya o öfkenizin kaynağı bizatiği kendi hayalinizdeki tanrının yansımasıdır!

      Biz hiç bir tanrının (gözlenebilen evren mantığına göre) bu denli gaddar olamayacağını söyledikçe siz o kadar gaddar olan bir tanrının olmasını istediğinizin altını çizip duruyorsunuz! Sonunda yine kendi egonuzun tezahürlerini getirip tanrınızla paralize etmeye çalışıyorsunuz! Hayır sevgili kadir, insan yaptıklarının sorumluluğunu almayı öğrenip, yaptıklarının bedelini üstlenmeyi becerebildiği ve gereğini yapabilme cesaretini gösterdiği anda inandığınız gibi bir tanrıya gerek kalmayacaktır!

      Bunun ötesi sadece dostlar alışverişte görsün hadisesidir!

      Bu nedenle yanıldığınızı kabullenme ya da hatanızı açıkça kabullenip sorumluluğunu alabilme olgunluğuna eriştiğinizi gösterebildiğiniz ana kadar, ne inandığın tanrıyı nede belki de sen inanmadığın halde olan başka bir tanrıyı anlamayı ve bilmeyi hakettiğinizi düşünmüyorum.

      Size defalarca, sırf sizin hoşunuza gitmeyen sözler sarfediyorlar diye birilerine düşman diyemezsiniz dediğim halde durmadınız! Ama bu noktada görmeniz ve utanmanız gereken durum ben bunca zamandır size karşı yazdığımı yazılarımın hiç bir yerinde bunca yaftalanmaya karşın sizi bana karşı düşmanlıkla ya da kötülük yapmakla itham etmedim!

      Bakın ben sorumluluklarımı veya davranışlarımın bedeli ya da davranışlarımın kaynağını herhangi bir tanrıya bağlayarak kendimi reel yaşamdan soyutlamaya kalkmıyorum! Önce bireyin düşünme yani özgür olabilme hakkına saygı duymayanların ne müslüman ne de ateist ya da deist olmasının insan nesline faydası yoktur. Bu şekilde davranamayan insan yığınları yok sayılmayı, hor görülmeyi, küçümsenmeyi hatta yok olmayı hak ederler. Çünkü artık başkalarının hür düşünceleriyle ürettiği değerleri ve bu değerlerin inşa ettiği geleceği bedavadan kullanan ezikler haline gelmişlerdir. Dünya da adalet diye en çok bağıranlarda bunlardır!

      Beleşe yaşayıp, beleşe yaşamayanların ürettiklerinden faydalanmak için adalet kelimesin ardına saklanırlar!

      Bu nedenle sevgili kadir sen ve birbirinizle teşekkürleştiğiniz ve birbirinizin her söylediğini doğru saydığınız forum dostunuz sayın bilal umutsuz vakalarsınız! Hiç bir şeyden ders almıyorsanız, bizim sayın 1okuyucu ile yaptığımız atışmalardan ders alın!

      • rammsteinn dedi ki:

        toronun şu lafı;
        Bu nedenle sevgili kadir sen ve birbirinizle teşekkürleştiğiniz ve birbirinizin her söylediğini doğru saydığınız forum dostunuz sayın bilal umutsuz vakalarsınız! Hiç bir şeyden ders almıyorsanız, bizim sayın 1okuyucu ile yaptığımız atışmalardan ders alın!

        bana çok güzel bir lafı anımsattı.
        Montesquieu
        HER TOPLUM, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR

        dindar dayanışması. malum iktidarımızın derdi de bu. dindar bir halk yetiştirip din allah kitap diyerek konumlarını korumak. zira dindar kısım için karşısındaki kişinin dindar olması yeter. peki dindar adam adilmidir? buradaki dindar arkadaşlar nasıl birbirine destek oluyorsa toplum içinde de aynı şekilde hareket ediyorlar. peki islam ülkeleri acaba ne derece ahlaklı?
        dünya yolsuzluk raporu;
        en temiz 25 ülke içinde beklenildiği gibi herhangi bir müslüman ülke yok.
        Dünyanın en yolsuz 10 ülkesiyse sırasıyla, Somali, Kuzey Kore, Afganistan, Sudan, Güney Sudan, Libya, Irak, Özbekistan, Türkmenistan ve Suriye.
        sıralamadaki ülkelerin dinleri ile toplum ahlakı acaba ilişkili mi?

        evet kadir. ne diyeceğini çok iyi biliyorum. islam ahlak,saygı,iyilik,yardımseverlik vs dinidir.
        bu listeler hep batının emparyelist oyunları. sizin dininize mensup toplumlar dünyanın en ahlaklı,en temiz,en adilane ülkeleri.

        sizin hayal dünyanız ile gerçek dünya tamamen zıt.
        ahlaksızlıkta ilk 10 ülkenin 9u islam ülkesi.
        ahlaklı ülkeler listesinin başında dinden uzak ülkeler var.
        demek ki din insanları ahlak olarak yola sokamıyor. ne kadar din o kadar ahlaksızlık.
        tabii islam ülkelerinde geçerli olan tek ahlak kadınların bekaret zarı. zar varsa sorun yok.

        burda dindar arkadaşlar nasıl dayanışma içindeyse dünyadaki islam ülkeleri de dayanışma içerisinde. nerede ahlaksızlık, terör birbirleriyle yarışıyorlar.

        gözünüzü açın. hiçbir din insanları ahlaki olarak yola getiremiyor.
        gözünü açan maymunlar şu anda uzayı keşfediyor.

      • 1okuyucu dedi ki:

        rammsteinn;

        toroyla konuştuğumuz konular, sonsuzluk, ölümsüzlük, tanrı anlayışı, yaratıcılık gibi kanıtlama olanağı bulamadığımız konular olduğundan, hayal dünyamıza güvenerek oluşturduğumuz tezlerimizde, aynı görüşte olmadığımız durumlar olsa bile, kendi mantığımıza göre ulaştığımız sonuçların kanıtlanması veya çürütülmesi mümkün olmaması nedeniyle birbirimizden kanıt isteme saçmalığını göstermediğimizden?

        aramızdaki söyleşilerimiz sohbet havasında geçiyor, gerçi ben arasıra işin içerisine kinaye katıyorsamda, birbirimizi olduğumuz gibi kabullendiğimiz için o buna aldırmıyor,

        toroyla aramızdaki bu söyleşilere, kanıt isteme densizliğini göstermeden Müslüman arkadaşlar dahil herkes katılabilir,

        aslında ben, Müslüman arkadaşlara da bu kavramlarla ilgili sorular soruyorum ama cevap vermekten çekiniyorlar,

        yaşaması için, yeme içme gibi eylemlere ihtiyaç duymayacak olan ölümsüz bir varlığı, Kuranın tanrısının yaratamayacağı hiçbir şey yoktur iddiasıyla bedeniyle birlikte yaratabileceğini söyleyebiliyorlar,

        yani Kuranın tanrısının ihtiyaçlı ölümsüz bir varlık yaratabileceğini savunabiliyorlar, herhalde cennetteki nimetlerden mahrum kalmamak için tanrılarından kendilerini bedenli bir ölümsüz varlık olarak yaratmasını umuyorlar?

        hatta Kuranın tanrısının yaratamayacağı hiçbir şey yoktur inancı belleklerine öyle bir yerleşmiş ki “tanrı kaldıramayacağı taşı yaratır mı?” diye sorsam boşta bulunup“yaratır diye cevap verecekler. 🙂

    • Fluent dedi ki:

      Allahın duygularının olduğunu sayın Kadir sayesinde öğrenmiş oldum.Ve sayın Kadir size iddia ediyorum ben sizin inandığınız Allahtan daha merhametliyim.Çünkü ona bile acıyorum….. Allah yapayalnız bir başına insan denen oyuncaklarıyla oynuyor sonra onları rol biçip kimini ağlatıyor kimini güldürüyor sıkılınca yok ediyor başka yerde başka yarattığı oyuncaklarla oynuyor.Birilerini seçip diğer oyuncaklarının hiç bir zaman duyamayacağı şeyleri onların kulaklarına fısıldıyor.Vah garibim keşke ona yardımcı olma şansım olabilse.

      • kadir dedi ki:

        sayın fluent….

        “biz yeri ve gökleri bir oyun, bir eğlence olsun diye yaratmadık. bir amaç için yarattık..”

        allah herşeyi her olguyu bir amaç için yaratmıştır.. allah oyunkurucu değildir.. insanda oyuncu değildir.. eğer öyle olmuş olsaydı, senin özgür iraden olmaz, bir hayvan gibi yaşıyo olurdun. oysa allah insana iyilik ve kötülük yapabilme kabiliyetini vermiş, insanı değerli kılmıştır.. çünkü bu özellik kainatta ve varlık aleminde sadece allahta vardır.. bu özelleğinden sadece bir parça olarak insana vermiştir.. o yüzden insan oyuncu değil, çok değerli bir varlıktır.. bu değeri vereni farketmek ise değer verene kulluk etmek demektir.. işte insan oyuncu değil, kuldur. allahın kuludur. kulluk etmek ise sorumluluk bilincine sahip olmak davranışını gerektirir.. allahın vermiş olduğu bu mükemmel nimeti kendi emelleri uğruna kullanarak şeytanın adımlarını (kuranın yasak ve günah saydığı her davranışı) takip edenleri allah muhakkak ki cezalandıracaktır..

        “ben insanları ve cinler ancak bana kulluk (abd) olsunlar diye yarattım.. (zariyat-56)

  178. pamuk1kale dedi ki:

    Sayın kadir;
    ”Allahım bütün kullarına merhamet ediyorsa…” derken mesela bu kulların içinde bende var mıyım?merak ettim.Dinden dönenler (mürted) kısmında değerlendiriliyorum sanırım!!
    Ne yapayım ilk defa inancımı sorgulayayım dedim,yerle bir oldu!
    Ben allahın kulumuyum sayın kadir?
    Aklıma ”Dinden dönenin cezası ölümdür.” hadisleri geliyor.
    Sen mi daha merhametlisin yoksa allahın mı merak ettim!!

    • kadir dedi ki:

      sayın pamukkale…

      rum suresindede belirtildiği gibi insanın yaradılış fıtratına dikkat çekmek gerek.. insan yaratılış itibari ile allahın kuludur.. insan bunu bilip, rabbine kulluk etmese bile allah imtihan sırrı gereği, o insanı ölüm vaktine kadar rızıklandırır.. işte allahın rahman olması budur.. sen ister inan ister inanma bana yağan yağmur sanada yağar, bana gelen yiyecekler sanada gelir, bana gelen sağlık sanada gelir vs.vs.. işte allah bütün kullarına merhametlidir.. bu merhametini görmeyenler ise zalimdir.. o inanana da inanmayanada rızık verendir. (rezzak)..

      “Ben allahın kulumuyum sayın kadir?”

      evet bilmelisin ki her ne olursan ol allahın kulusun.. allaha kulluk etmek ise sana kalmıştır..

      “çağlardan öyle çağlar vardıki insan adı anılır bir varlık değildi.. biz insanı işitici ve görücü kıldık.. ister rabbine kulluk eder, isterse nankörlük eder.” (insan suresi)

      mübarek kuranda “dinden dönenin cezası ölümdür” diye bir tane ayet yoktur.. hatta bununla ilgili en güzel örnekte hz. musa kıssalarında vardır.. hz. musa 40 gün allahın huzuruna gittiğinde kavmi altınlardan bir böğüren buzağı heykeli yapmış, allahı bırakıp onu tanrı edinmişlerdir.. hz. musa geri döndüğünde bu durumu görüp, samiriye ölüm cezası mı vermiştir? yoksa “benim yanımda durma, çekil git” mi demiştir.. eğer dinden dönenin cezası ölüm olsaydı, hz. musa samiriyi öldürürdü… bu bakımdan kuranın hiöbir ayetinde “dinden döneni öldürün” ayeti yoktur.. sadece “onlara uymayın onları veli edinmeyin ayetleri vardır..” kuranda öldürme haksız yere cana kıyma, müslümanlara yapılan saldırılar neticesinde bu zulüme karşı konulmasını ve nefsi müdahafa yapılmasını emretmiştir..

      “sizinle savaşanlara karşı sizde allah yolunda savaşın..” ayeti vardır..
      “sizinde savaşmayanlara karşı sizde allah yolunda savaşın” diye bir ayet yoktur..

      eğer öyle olsaydı o zaman siz haklı olurdunuz.. ama maalesef ki haklı durumda değilsiniz..

  179. bilal dedi ki:

    Sn.pamuk1kale

    ‘’ Aklıma ”Dinden dönenin cezası ölümdür.” hadisleri geliyor. ‘’ diyorsunuz ‘’
    Söz konusu rivayetler uydurma olup,kur’an’a da aykırıdır,zira kur’an’da mürtedler hakkında‘’ ölüm ‘’ cezası öngörülmediğinden,peygamber de olsa bizim gibi bir kul ve beşer olan hz.Muhammed’in sırf dinden döndükleri yüzünden mürtedler için böyle bir ceza hükmünü getiremez ve din konusunda böyle hükümü verme yetkisine de sahip değildir,çünkü kur’an’a göre dini hükümleri koymak sadece yüce Allah’a mahsustur.

    Konuyla ilgili ayetin hükmü şöyledir‘’İnil hükmü illa lillah’ Hüküm vermek sadece Allah’a mahsustur’’ deniliyor,yani dinin tek kaynağı kur’an’ı kerimdir,şayet hz.peygambere isnat edilen bir rivayet / hadis/ doğru olsa bile,bununla dini bir hüküm konulamaz,bu sadece dinin şerhi ve açıklaması niteliğinde olur.! Bu nedenle mürtedin öldürülmesiyle ilgili rivayet kur’an’a aykırı olduğundan hadis değildir,çünkü hz.peygamber kur’an’a aykırı bir şey söyleyemez,hüküm koyamaz !!!

    Saygılarımla.

    • Fluent dedi ki:

      Sayın Bilal ve sayın Kadir;
      Siz kuranın Allah sözü olduğuna gönülden inanıyorsunuz yorumlarınızdan anladığım kadarıyla islami konuda da baya bi akademik bilgiye sahipsiniz.
      Bu sayfadaki çoğu yorumu okudum.Evet benimde kafamı kurcalayan sorular vardı
      Açıkcası islamı öğrenmek için konuştuğum her müslümandan sonra biraz daha islamdan soğudum fakat sizlerin iddiaları yabana atılacak cinsten değil özellikle ayetlerin yanlış meal edildiğine dair iddialarınız.
      Şöyle ifade edeyim şu an kuran mealcilerinin meal kitaplarını okudğumuzda kesinlikle kuranın allah sözü olmadığı ortaya çıkıyor fakat sayın bilal sizin ayetlere getirdiğiniz mealler kuranı mantıklı bi çerçeveye yerleştiriyor.İddialarınızın doğruluğuna nasıl inanacağız.Evet şu an elimizde bulunan kuran mealleri ilahi kitabı çöpe atıyor bu konuda sizde benle hemfikirsinizdir herhalde.O yüzden sizin yaptığınız çevirilerin aslolan çeviriler olduğuna ikna olmam lazım sonuç itibariyle elmalılı da arapçaya oldukça hakim birisiydi..
      Bir diğer konuysa yine iddialarınızla alakalı diyorsunuz ki ; şu an kuran meallerinin hepsi birbirinin tekrarı şeklinde ve maalesef hatalarla dolu.Peki bu durumda şu islama inanan yüz milyonlarca insan aslında neye inanıyor kuranın hatalı çevirilerinden haberlerinin olduğunu bi kenara bırak açıp kuran bile okumuyorlar.Yani size göre yaratıcının istediği hayal ettiği inanan insan şekli böyle mi olmalı ?Allah atalarının dininden dolayı müslüman olan ve kurandan bihaber yaşayan insanları hangi kategoride değerlendiriyor böylesi akıl almaz bir zekanın sahibinin beklediği insan tipi nedir ? Atasından müslüman olup sığır gibi habersiz inananlarla evreni inceleyip tanrının varlığını bulup fakat dinler konusunda incelediği kitaplardaki ilahiliği bir türlü göremeyip sadece tanrıya sığınan insan bir midir ?
      Son olarak sayın Toroda dahil olmak üzere bir sorum daha olacak
      Tebbet suresinde ebu lehebin cehennemliklerden olduğu anlatılır peki burda şöyle bi durum var şayet bu sure ve ayetler indikten sonra Lehebin bu ayetleri boşa çıkarma şansı vardı gönülden olmasa bile numaradan inanıyor rolü kesmesi bile bu ayetleri çöpe atacaktı.Fakat yapmadı bundan hangi anlamları çıkarmalıyız
      1_Lehep yeterince zeki değil
      2_Bu olay kuranın allah sözü olduğunu kanıtlayan ilginç bi mucize
      3_Lehebin islam peygamberi olduğunu iddia eden kişiyle gizli bi ortaklığı var.
      Evet Sayın toro ve diğer arkadaşlar değerli fikirlerinizi öğrenmek istiyorum.

      • toro dedi ki:

        Sayın Fluent,

        Öncelikle kendi adıma şunu belirtmeliyim! Ben kendi duruşumun ya da düşüncemin misyoneri değilim! Ben olagelmiş, olagelen ve olagelecekleri kendi akıl süzgecimden geçirerek yorumlayan birisiyim. Bu nedenle var olan bütün inanç ve düşünce sistemlerine bir turist gibi bakar turist gibi yorumlarım. Bu noktada eğer müslüman olmama halinizi yaslayacağınız biri ya da birileri arıyorsanız ben onlardan biri değilim!

        Zaten sorun bu beklentiyi kendi içinde yaratmakta! Beklentilerinize kim tatmin edici (size göre) cevaplar üretirse ona yönelirsiniz! Ama ben herkesin kendi doğrusunu kendisinin bulmasından yanayım. Bu noktada benim bahsettiğiniz insanlara cevaben yazdığım yazılar dışında size söyleyebileceğim pek bir şey yok!

        Bir insan mutluluğu ya da tatmini illa bir gruba dahil olmakta görüyorsa, dahil olmalıdır! Aksi halde yaptığı veya düşündüğü şeyler için kendisini tatmin edecek ya da rahatlatacak gerekçeler aramak gereksizdir!

        Size söyleyeceğim tek şey benim gözlemlerimden edindiğim kanıya göre son kitapta ölümden sonrası ile ilgili anlatımlar haricinde kalan bütün anlatılar zamanedir yani kitabın indiği söylenilen zaman aralığında olagelmişlere karşılıktır. Bu noktada takip edilecek ya da incelenecek figür leheb ya da cehil değil ebu süfyandır!

    • pamuk1kale dedi ki:

      Sayın Kadir ve Bilal Bey;
      Cevabınız için teşekkürler şimdiden.
      Sizler burada 1400 yıllık bir birikimi yerle bir ederek bu süreçte islama inanan milyarlarca insanı boşa çıkarmış,onların inançlarının islam olmadığını söylüyorsunuz.Etkiniz çok büyük! dile kolay 1400 yıl…
      1400 yıl insanlar farklı bir dine inanmış ve bu şekilde göçüp gitmiş,allah katında durumları nasıl olur bilemiyorum,tabiiki sizler biliyorsunuzdur ve bizi bu konuda aydınlatacaksınız!
      Nebi olan muhammedde bu ayetlerin anlamlarını acaba sizin burada açıkladığınız gibi biliyormuydu?Binlerce sahabe,onlarca HZ retleri,ballandıra ballandıra anlatılan islam alimleri…hepsi çöpe gitti.
      Anlanan,anlamlandırılan ve uygulanan islamın sizin anlattığınız dinle hiç bir alakasının olmadığını sizde biliyorsunuzdur! 1400 yıllık bir birikimin bizi getirdiği nokta koskoca bir SIFIR.
      Burada şöyle bir soru çıkıyor karşımıza.
      Bir yaratan bu kadar basiretsiz olabilir mi?
      Bildirmiş,uyarmış ve son hamleyle son kez bir kitap göndermiş.Sonuç kocaman bir SIFIR.
      1400 yıl sözleri,emirleri hep yanlış anlaşılmış yani kulları ile 1400 yıldır yanlış iletişim kurmuş!!
      Nasıl bir tanrı figürü bu?
      Bir tanrı bu kadar aciz,bu kadar öngörüsüz olabilir mi?
      Müslüman alemi birbirini boğazlamakta,kan gözyaşı eksik olmuyor,insanlarına insanca yaşayabilecek bir tane düzen oluşturamamış,adaletsizlikten kokuşmuş,tutacak bir tane dalı olmayan iğrenç bir halde!
      Nurunu kuranla tamamlamak bu olsa gerek!

  180. kadir dedi ki:

    sayın fluent…

    ben ebu leheb konusunda yazmak istiyorum.. ebu leheb mekkenin en şimarık zenginlerinden biri idi.. yani şimdiki aşırı servet sahibi koç, sabancı vs.vs. gibi bir insandı.. serveti sayesinde rahat bir hayat sürdüğünden dolayı bir yaratana ve onun emirlerine ihtiyaç olmadığını düşünüyordu.. hz. peygamber onu tevhid dinine davet etmiş, bir köle ile eşit olacağını bildirmişti.. ebu leheb bunu kabul etmemiş, ve hz. peygamberi inkar etmiştir.. en başta inen kuran ayetlerinin peygamberin uydurması olduğuna inanıyor, servetinden mahrum kalmak istemiyordu.. bununla ilgili size bir kaç ayet yazacağım..

    hz. nuh kıssalarından;

    “kavmin ileri gelen şimarıkları; ey nuh bizim sana inanmamız mümkün değil, sana ancak ayak takımı insanlar inanır. ”

    “ey nuh hadi bize bahsettiğin azabı getirde görelim. çünkü biz seni yalancılardan sanıyoruz.”

    hz. hud ve salih kıssalarından;

    “ey salih hadi bize vaadettiğin azabı getirde görelim. çünkü biz sani yalancı olarak görüyoruz..”

    işte bu leheb de kedi malına mülküne güvenerek peygamberi reddetmiş, malı ve mülkünün kendisini kurtaracağını sanmıştır.. işte allah ebu lehebin malının mülkünün kuruyup yok olacağını, ona bir fayda sağlamayacağını bildirmiştir.. çünkü ebu lehebte tıpkı nuh, salih kavmi gibi allahtan bir azap geleceğine inanmıyordu.. peygamberi yalancı sanıyordu.. işte bu durum allah tarafından kuranda bildirilmiş, ve aynı zamanda temsili olarakta anlatılmıştır.. aslında dünyada her zaman her çağda ebu lehebler vardır.. işte böyle insanların akıbetinin ne olacağını allah bizlere bildirmiştir..

    ebu leheb numaradan iman etmiş gibi gözüksede o ayetleri çöpe atamaz. allah insanın gizlediğinide açığa vurduğunuda bilir.. çünkü ebu leheb ve onun gibi insanlar malına, mülküne güvenip asla iman etmezler.. etmeyeceklerinide zaten yüce allah bilir. gaybı bilen o dur..
    malının mülkünün yok olmasıda ebu lehebin akıbetinin delilidir..

    sayın fluent… günümüzde istisnaları olmak üzere bir çok zengin allaha ihtiyaç olmadığını düşünüyor. allaha ihtiyaç olduğunu düşünsede malına mülküne zarar gelmemesi adına sanki hiç allah yokmuş gibi yaşıyor.. nefsini kendine ilah edinerek, kendi yaradılış fıtratının üstünü örtüyor ve bir daha hiç açmıyor. malı, mülkü, serveti, itibarı o kadar benimsiyor ki kendini çok güçlü sanıyor.. iman edip, salih amel işleyeceğine, küfre bulaşıyor.. ve bu küfürde ısrar ederek kendi sonunu hazırlıyor.. allah şöyle diyor; bu dünyada ebu leheblerin güçleri kendisine bir fayda sağlamaz, ve onlar cehenneme doğru yol tutarlar.. işte kuranda ebu leheb temsili olarak anlatılmıştır. ebu leheb örnek gösterilerek böyle insanların sonunun ne olacağını bizlere bildirmiştir.

    saygılarımla…

    • toro dedi ki:

      İşte benim kendimce uğraştığım mantık örgüsü budur! Öyle bir özetlemiş ki durumu sanki zengin olanlar müslüman olduklarında mallarını mülklerini kaybedeceklerinden müslüman olmamak içn ayak direrler! Halbu ki ilbili ayetler ve bunların hadislerle yoğrulmuş ve kemikleşmiş uygulamalarına bakıldığında zenginler için müslüman olmak ilahi bir koruyucunun himayesine girmekle eş değerdir! Malınızın sizi incitmeyecek kadarını sigorta gibi paylaşır (zekat) geri kalanını garanti altına alırsınız!

      Örneğin,

      1.000.000.000 milyar dolar nakiti olan bir müslüman zengin bu paranın 1/40 ını yani %2,5’uğunu zekat olarak verdiğinde geriye kalan tutarı garanti altına almış olur! Zekatını verenin geride kalan (zekatı ödedikten sonra) malı artı kimsenin derdi olamaz! Son kitap bunu engeller!

      Düşünün,

      1.000.000.000 USD için %2,5 ya da 1/40 olarak
      25.000.000 USD ödediğinizde cebinizde kalacak ve sorgulanamayacak tutar;
      975.000.000 USD.

      Ne kadar korkutucu bir kesinti değilmi!

      Köleyle eşit olma durumuna gelince! Arkadaşlar hayali bir dünyada yaşadıklarına inandıklarından yaşamın içerisinde olagelen olayları da hayalen kurgulamaktadırlar!

      Örneğin zekat ya da sadaka veren ile sadaka alanın nasıl eşit olabildiği anlaşılamaz bir paradokstur. Köleyle eşit olanın, kendisinin malı olan, satabildiği ya da o istediği anda özgürlüğünü verebildiği bir insanla eşit olduğunu iddia etmek tartışılması akıllara zarar bir durumdur! Sadece düşünün, sözde herkes bir tanrının kuludur yani kul olma mertebesinde yani tanrı nezdinde herkes eşittir ama dünyada bazı insanlar özgür olmak için sahiplerinin kendilerini azad etmesine muhtaçtır!

      Neyse, zekat çok önemlidir! Çünkü namaz ile birlikte altı en çok çizilen olgudur! Nedenlerini daha önce defalarca yazmıştım şimdi ek olarak islami devlet yapısı için tamamen duygusal bir beklentiyi ifade eder diyorum!

      • Fluent dedi ki:

        Sayın Toro benimle alakalı söylemleriniz benden rahatsız olduğunuz izlenimini verdi.Ben burda sayın Bilal sayın Kadir ve sizin fikirlerinizi merak ediyorum deyip, amacımı;hangisi akla yatkınsa bende o gruba dahil olurum şeklinde bir sığlığa indirgemem kaldı ki burda aslolan öğrenmektir.Taktir edersiniz ki bir insanın bilme isteğini yerine getirmek sizler gibi araştırmacı kimliğe sahip olan insanlar için mutluluktur.Yoksa Sayın Toro siz istisnalardan mısınız ?
        Akıl akıldan üstündür veya bin bilsende bir bilene danış gibi atasözlerinden yola çıkarak sizlerde gördüğüm bilgi birikiminden faydalanmak istedim.Aslına bakarsanız Ebu Lehep konusunda Sayın Toronun söyleyeceklerini çok merak ediyordum.Bakın ortada bi realite var önceden ümidin kesildiği,lanetlenilen bir adam var ve düşünün ki bu adam göstermelik veya samimi bi şekilde Muhammede inananlardan olmuyor.Halbuki ayetlerden sonra iman etmiş olsa Muhammed leheb hakkında inen ayetleri ne yapacağını düşünüp duracaktı öyle değil mi?

        Sayın Kadir Kurandaki isimlere ve olaylara sembolik anlamlar yüklemek konusunda size katılmıyorum Ebu Leheb olayı gayet açık ve net.
        _ebu leheb numaradan iman etmiş gibi gözüksede o ayetleri çöpe atamaz. allah insanın gizlediğinide açığa vurduğunuda bilir..(sizden alıntı)

        Evet kuranın tanrısını doğru varsayarsak Ebu Lehebin sözde iman ettiğini o tanrı bilir fakat insanlara megofanla Ebu Lehep rol yapıyor diye seslenemez en fazla konuyla alakalı yeni ayetler gelir ki bu ayetlerde durumu nasıl kurtarır bilemiyorum.İşte tam bu noktada acaba diyorum Kuranda ki bir mucize mi bu ? Ben araştırmalarımı sürdüreceğim Kuranın sonradan büyük ölçüde bozulmuş bir ilahi kitap olacağından tutunda tamamen insan eseri bir yapıt olacağına kadar her ihtimali aklıma getiriyorum.
        Yorumumun içeriğine tatmin edici karşılıklar alamasam da her ikinize de çok teşekkür ediyorum.
        Bu arada Sayın Toro Süfyanla ilgili bi ipucu bekliyorum ?

      • toro dedi ki:

        Sayın Fluent,

        Öncelikle akıl akıldan üstündür deyip birbirini yukarıda ya da aşağıda konumlandırma halinden pek haz etmiyorum. Çünkü bu kaderciliktir ve sonu hep birilerini tepeye konumlandırmaya gider. Akıl akıldan üsütün değildir, kullanılan akıl ile kullanılmayan akıl vardır! Neyse uzatmayalım,

        Ebu leheb, konusunda çok fazla birşey söylemeye gerek yok, ilgili sureyi, ozellikle ilk ayetini okumak bir fikir edinmeyi sağlayacaktır!

        ”Ebû Leheb’in elleri KURUSUN. ZATEN kurudu.” Tebbet,1-Diyanet

        Sizce burada konuşanın bir tanrı olmasına imkan var mı? Bence konuşanın kim olduğu gayet açık! Gerisi anlamsız!

        Ebu süfyan konusuna gelince,

        Kendine peygamber diyen, mekke ye tamamen hakim olana kadar yaptığı savaşlarda hani kuranda lanetlenen ve kalpleri mühürlenmiş kulaklarının ise duymaları engellenmiş olarak tanımlanan müşriklerin lideri kimdi? Yani kuranın tanrısının kendi taraftarlarının müşriklerle savaşmalarını sağlamak için ortaya koyduğu bahanelerin en çok hangi mekkelide vücut bulduğuna dikkat edin! Peki bu kalbi mühürlenmiş, kulaklarına ağırlık konulmuş ve hiç bir ümidi kalmamış olan ebu süfyan nasıl oluyor da müslüman olabiliyor ve onun soyundan gelenler (müslüman olarak) iktidarı ele geçirirken müslümanlara hangi kaynaktan beslenen öfkeyle (kabenin yıkılması,medinenin yağmalanması ve kerbela olayı) saldırıyor?

        Bakın islam tarihinin bence en önemli iki olayından biridir, süfyanın müslüman olması. Çünkü kurana göre olmaması gereken birşeydir! Kuranın kendi söylemini inkarıdır süfyan! Bu nedenle iyi inceleyin.

      • kadir dedi ki:

        SAYIN TORO…

        “Örneğin,

        1.000.000.000 milyar dolar nakiti olan bir müslüman zengin bu paranın 1/40 ını yani %2,5’uğunu zekat olarak verdiğinde geriye kalan tutarı garanti altına almış olur! Zekatını verenin geride kalan (zekatı ödedikten sonra) malı artı kimsenin derdi olamaz! Son kitap bunu engeller!

        Düşünün,

        1.000.000.000 USD için %2,5 ya da 1/40 olarak
        25.000.000 USD ödediğinizde cebinizde kalacak ve sorgulanamayacak tutar;
        975.000.000 USD.

        Ne kadar korkutucu bir kesinti değilmi!” SİZDEN ALINTI..

        yine çarpıtma yine bir iftira… islamın tek hüküm veren kitabı kuranı kerimdir..

        kuranı kerim sizin yaptığınız gibi bir hesaplama bildiriyor mu? bildiriyorsa lüften ayeti paylaşın..

        zekat-infak-sadaka konusunda kuranın tek hükmü vardır..

        birde sana neyi infak edeceklerini sorarlar. deki; ihtiyaçlarınızdan arta kalanı infak edin”

        yani önce kendi ihtiyaçlarınızı giderin arta kalan malınızıda infak edin (ihtiyaç sahiplerine verin) deniliyor.. “mal biriktirip yığanlar karınlarına ateş dolduruyorlar” deniliyor..
        40/1 hikayesi kuranın hükmü olmayıp, mala mülke düşkün olanların uydurdukları dine sonradan hadis diye sokulmuş bilgilerdir.. bu bakımdan ihtiyaçlar karşılandıktan sonra birikim yapmaksızın ihtiyaç sahiplerine infak etmek gerekir.. eğer bu olmazsa biriktirilen mal mülk ateş olarak insana geri döner.. kuranın hükmü budur..

      • toro dedi ki:

        Sayın kadir,

        Size tavsiyemdir, kendisiyle münazara yaptığınız kişiyi iyi okuyun ki iyi tanıyın! Farketmediyseniz farkettireyim, ben artık,sizin bana ne cevap yazacağınız önceden bilebiliyorum. O yüzden ne yazdığımın farkında olarak yazıyorum! Örneğin ben zekatla ilgili olarak yorumuma,

        ”Halbu ki ilbili ayetler ve —bunların hadislerle yoğrulmuş ve kemikleşmiş uygulamalarına— bakıldığında” önceki yazımdan alıntı

        ”bunların hadislerle yoğrulmuş ve kemikleşmiş uygulamalarına bakıldığında” diyerek başlamışım!

        Peki bu uygulamalar neye göre hadislerle desteklenmek zorunda kalınmış çünkü ayetlerde bu konu açıklanmamış!

        Ama durun siz

        ”birde sana neyi infak edeceklerini sorarlar. deki; ihtiyaçlarınızdan arta kalanı infak edin” diyerek ama seceresini yazmaya üşenerek Bakara,219 u işaret ediyorsunuz değilmi?

        Bakalım,

        ”Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı zahiri) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah YOLUNDA ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İHTİYAÇTAN ARTA KALANI.” Allah size âyetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.”Bakara,219-Diyanet

        ayetin önünden gelen dğer ayetlerde okunduğunda birileri savaş halinde savaşın finansmanı için bu yönlendirmenin yapıldığını da söyleyebilir ama ben duruma başka bir açıdan bakacağım!

        Bana söylermisiniz ”İHTİYAÇTAN ARTA KALANI” dağıtan birisi, ihtiyaçları için ayırdıklarıyla zengin olabilir mi? ”İHTİYAÇTAN ARTA KALAN” dağıtıldığında, ihtiyaçtan daha fazlasına sahip oldukları için zengin dediklerimize ne dememiz gerekir! Peki ihtiyaç fazlasını kim nasıl hesaplayacak! Bir müslüman kendimi güvende hissetmem için gerekli olan mal servetim kadardır dediğinde ne olacak! İhtiyaç dediğiniz şey kendi kişisel beklentilerinizle yoğrulmuş taleplerinizdir ve şiddeti hepimiz için farklıdır!

        Hem ‘İHTİYAÇTAN ARTA KALAN’ dağıtılıyorsa aşağıdaki ayetlerdeki büyük harflerle yazılı zümre nasıl ortaya çıkabiliyor?

        ”Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (büluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim ZENGİN ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.” ‘Nisa,6-Diyanet

        ”Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) ZENGİN veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarpıtırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”Nisa,135-Diyanet

        ”Bir şey söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü söylediler ve (sözde) müslüman olduktan sonra inkar ettiler. Ayrıca başaramadıkları şeye (peygamberi öldürmeye) de yeltendiler. Sırf, Allah ve Resûlü kendi lütfu ile onları ZENGİN kıldığı için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azaba çarptıracaktır. Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”Tevbe,74-Diyanet

        Üstelik ihtiyaçtan arta kalanların dağıtılmasını bir tanrı emri olarak insanlara ilettiğini söyleyen, kendine peygamber diyeninde, sadece ihtiyacı kadar olanına değil daha da fazlasına sahip olarak zengin sınıfına girdiğine aşağıdaki ayette şahit oluyoruz!

        ”Seni ihtiyaç içinde bulup da ZENGİN etmedi mi?”Duha,8-Diyanet

        O zaman soruyorum, zengin ve zengiliğin kanıksandığı bir kitabın insanlara sadece ihtiyacınız kadarına sahip olun demesi mantıklımıdır? Tabi ki değildir, bu nedenle üzerine tartışılmış ve zekat verme oranları belirlenmiştir!

        Yine sormalıyım, sadece ihtiyacı olana sahip olması öğütlenen biri neden daha fazlasına sahip olmak için çalışsın ve daha fazlasına sahip olsun ki? Bu durumda yani herkes sadece ihtiyacı olan kadarına sahip olduğunda zekatı ve sadakayı kim verecek?

        İşte bu nedenle ben zekatı, geride kalan malı aklamak ya da ilahi anlamda adına kaydettirmek için verilen bir sigorta pirimi olarak görüyor ve yorumluyorum!

  181. Fluent dedi ki:

    Sayın Toro değerli yorumunuz için teşekkür ediyorum
    Sizinde bilmenizi istediğim bazı hususlar var bu sayfayı bulunduğum yerde takip edip okuyanlar arasında sizin adınız epeyce konuşulur oldu.Yorumlarınızdan övgüyle bahsedip o yorumlardan mahrum olmak istemeyenlerin sayısı bi hayli fazla biliyorum övülmek falan sizin istediğiniz şeyler değil fakat gıyabınızda olan bu şeylerin sizi rahatsız etmeyeceğini umuyor ve tekrar teşekkür ediyorum..

    • bilal dedi ki:

      Sn.Toro
      ,
      ” Ebu leheb, konusunda çok fazla birşey söylemeye gerek yok, ilgili sureyi, ozellikle ilk ayetini okumak bir fikir edinmeyi sağlayacaktır!

      ”Ebû Leheb’in elleri KURUSUN. ZATEN kurudu.” Tebbet,1-Diyanet

      Sizce burada konuşanın bir tanrı olmasına imkan var mı? Bence konuşanın kim olduğu gayet açık! Gerisi anlamsız! ” sizden alıntı”

      BURADA GÖSTERDİĞİNİZ MEAL TAMAMEN HATALIDIR !

      DOĞRU MEALİ YAZIYORUM !

      ” Ebü Leheb’in her iki elli ( maddi ve manevi gücü) helak oldu.(yok olma hükmüne girdi) ve kendisi de.Malı ve kazandıkları da ona hiç bir yarar sağlayamadı…” şeklindedir.
      Detaylı açıklaması ise aşağıdaki gibidir.

      Arapçada ‘’تب ‘’ Tebbe’’ nin anlamı bir kere kurumak değildir.Arapçada kurunun adı ‘’يبس ‘’ yebis ‘’dir. ‘’Tebbe’’ değildir.Tebbe’nin anlamı ؛ِyledir.’’تبت – اي خسرت – قاله قتادة – وقيل – اي خابت = قال ابن عباس- اي ضلت == قاله عطاء == وقيل هلكت قاله ابن جبير وقال يمان بن رثاب –اي صفرت من كل خير== خلاصة المعني – اي خسرتا وخابتا وخسر وخاب هو – { القرطبي } ‘’ İşte.burada,
      Kutade,İbni Abbas,İbni Cubeyr,Ata,Yeman bin Yaris ve daha niceleri,‘’ Tebbet ‘’ Zarar gördü,ziyan etti,hiç bir iyiliği kalmadı, her şeyini kaybetti, bütün iyiliklerini yitirdi,bütün iyiliklerden mahrum kaldı vs..’’ Bütün bu ifadelerle,BEDDUA DEĞİL, Ebu Leheb’in uğradığı ve de uğrayacağı durumdan haber veriliyor.. ‘’ .Onun her iki elli KURUSUN ‘’ şeklindeki meallerin tümü yanlıştır..Yukarıda gösterdiğim metinde ismi geçen bütün alim ve müfessirler burada BEDDUA değil,durumu belirten bir haber vardır…
      Bunun mazı ( geçmiş ) fiilinin çekimini yaptığımız zaman şöyle olur..’

      ‘’تب – Tebbe / tebba /tebbu / tebbet / tebbeta / tebbetne / tebbette / tebbettuma / tebbettum / tebbettu / tebbetna..’’ Bütün bunlar fiili mazıdır.Geçmiş kipleridir,zerre kadar BEDDUA ile alakaları. Yoktur…Beddua olsaydı şöyle olurdu, ‘’تبا ليدا ابي لهب ‘’ Tebben li yeda Ebi Lehebin ‘’ Ebu Lehebin her iki eli zarar etsin,ziyan etsin,her şeyisi yok olsun, her seyden mahrum kalsın..vs.’’ Peki, Bu yanlıs meallere mi inanayım,yoksa arapça bilen biri olarak yukarıda ismi geçen alimlere ve de bildiğime mi inanayım.??? Özetle,beddu diye bir ifade ne burada ne de baska bir ayette vardır.Gerek burada ve gerekse diger ayetleredeki beddu seklindeki tum ceviler hatalıdır…!!!
      Yani BEDDUA şeklinde hic bir ayet yoktur.

      Ayrıca TEBBET beddua değil,mazi fiil kipi oldugunu arapça dil gramerini bilen herkes bilir. Buna itirazı olan da varsa,yani TEBBET mazi fiil kipi olmadiğini söyleyen varsa,onunla arapça üzerinden konuyu tartışmaya hazırım. Arapça bilen biri bana desinki TEBBET mazi / geçmiş / fiil kipi değildir !!!

      İşte,kur’an’ı soronlu gibi gösteren maalesef,hatali meal ve yorumlardır.!!!

      Bu nedenle yukarıda kur’an’la ilgili yaptığınız yorumun hic bir anlamı yoktur.!!!

      Saygılarımla.

    • toro dedi ki:

      Sayın bilal,

      Öncelikle ben yazımın herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde BEDDUA kelimesini geçirmiş ya da ima etmişmiyim? Sanırım artık benim yazılarımı önce başkalaştırıp sonra başkaşkalaştırdığınız halini cevaplayacaksınız!

      Neyse madem konuyu siz açtınız bende devam ettireyim,

      Öncelikle benim paylaştığım ayetle alakalı olarak ne demişsiniz;

      ”BURADA GÖSTERDİĞİNİZ MEAL TAMAMEN HATALIDIR !” sizden alıntı

      O halde derdinizi,

      Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’anı Kerim Meali’ ni hazırlayan;

      Doç. Dr. Halil Altuntaş ve Dr. Muzaffer Şahin ile

      Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Yolu Meali’ni hazırlayan,

      Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş’e anlatacaksınız!

      Sizin gibi kendini bu dine adamış ve bu uğurda bilgisine, görgüsüne güvenen birinin özellikle diyanet nezdinde itirazlarda bulunmasını ve onları doğru yola erdirerek müslümanların yanıltılmasının önüne geçmesini bekliyoruz!

      Sonrasında,
      ” Ebü Leheb’in her iki elli ( maddi ve manevi gücü) helak oldu.(yok olma hükmüne girdi) ve kendisi de.Malı ve kazandıkları da ona hiç bir yarar sağlayamadı…” sizden alıntı

      diye çevirmişsiniz ayeti!

      Kuzum siz hiç sıkılmazmısınız? Sözde cinsiniz! Ayetin başını çevirirken ne yaparsanız yapın gelecek zaman anlamı veremeyeceğinizi bildiğiniz için aralara kendi yönlendirmelerinizi sokarak sanki gelecekten bahsediyormuş izlenimi yaratmaya çabalamışsınız. Yani önce, bana o parantezlerin içinine yazdıklarınızı kimden aldığınızı söylermisiniz! Ya da dolandırmadan açıkça sorayım, ( maddi ve manevi gücü) (yok olma hükmüne girdi) şeklinde parantezlediğiniz yorumlarınız kaynağı kuranın tanrısımıdır? Eğer oysa,bunları sizden başka kimlere söylemiştir?

      Bu arada,

      “Elleri kurusun.” diye tercüme edilen “Tebbet Yeda” kelimesi, Katade ve İbn-i Zeyd tarafından “Hüsrana uğrasın.1′ şeklinde izah edilmiştir” Taberi tefsirinden alıntı

      bak yukarıdakiler senin aksine beddua diyor!

      Laf aramızda diyorsunuzya, deyip de işin içinden çıkıyorsunuz ya,

      ”İşte,kur’an’ı soronlu gibi gösteren maalesef,hatali meal ve yorumlardır.!!!’ sizden alıntı

      Aslında sorun, her okuyan tarafından sorunlu ya da farklı algınabilen ya da farklı anlaşabilen bir kitabın elinizde olması olmasın! Dolayısıyla tanrınıza, nasıl her okuyan tarafından farklı anlaşılıp farklı anlamlandırılabilen bu yüzden de yanlış yönlendirmelere yol açabilien bir kitap gönderdin diyemeyeceğinize göre problemi başka yerlerde arayıp bu sayede kendinizi, kendi yarattığınız (algı yönlendirmesiyle) sorunu da çözebilen ya da çözmüş gibi gösterip bir bilen mertebesine yükseltmiş kişi yapıverirsiniz!

      Yani bu yolda herkese ekmek varsa size de var!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        1-Bakınız yukarıda Kurtubi tefsirinden naklettiğim arapça metninde de diğer müfessirler gibi KUTADE şöyle diyor ‘’ تبت – اي خسرت – قاله قتادة – وقيل – اي خابت = قال ابن عباس- اي ضلت == قاله عطاء == وقيل هلكت قاله ابن جبير وقال يمان بن رثاب –اي صفرت من كل خير== خلاصة المعني – اي خسرتا وخابتا وخسر وخاب هو – { القرطبي

        KUTADE’ye ait yukarıdaki metin şöyledir ‘’ تبت – اي خسرت – قاله قتادة’’ Tebbet,ey,hasiret,kalehu Kutade’’ Yani Ebü Leheb’in her iki eli HÜSRANA UĞRADI,bunu KUTADE söylemiştir, HÜSRANA UĞRASIN değil.!

        ‘’ اي خسرت ‘’ Mazi (geçmiş) fiil kipidir.Gelecekle,beddua ile hiç bir alakası yoktur, Ayrıca ‘’ تبت – اي خسرت’’ tebbet, ey hasiret ‘’ mazi (geçmiş fiil ) kipi olmadığını söyleyen varsa,ben onunla arapça üzerinden konuyu tartışmaya hazırım !!!

        2-TABERİ ’de de ayni şey söyleniyor,fakat tercümesini yapan bu mazi (her iki geçmiş fiil) kipini de yanlış olarak tercüme etmiştir.Yani ‘’ hüsrana uğradı ‘’ diyeceğine,‘’ hüsrana uğrasın ‘’diye şeklinde yanlış tercüme etmiştir.

        3-TABERİ’NİN ARAPÇA TEFSİRİNİN METNİNDE TABERİ DE DAHİL,KUTADE AYNEN ANLATTIĞIM GİBİ SÖYLEMİŞTİR, YANİ ‘’ HÜSRANA UĞRAMIŞTIR ‘’ ŞEKLİNDEDİR! AMA MAALESEF ORADA DA TÜRKÇEYE TERCÜME YAPILIRKEN ‘’ HÜSRANA UĞRADI ‘’ DENİLECEĞİNE,HATALI OLARAK HÜSRANA UĞRASIN ‘’ şeklinde çevirisi yapılmıştır. YANİ MAZİ FİİL KİPİ YİNE BEDDUA OLARAK TÜRKÇEYE TERCÜME EDİLMİŞTİR !

        BEN SANA ORADAKİ ARAPÇA METNİNİ GÖSTERİYORUM,BANA İNANMIYORSAN BU ARAPÇA METNİNİ SİZ GÖTÜRÜN BİRİNE TERCÜME ETTİRİN,BAKALIM ONUN ANLAMI ‘’ HÜSRANA UĞRASIN MI ? YOKSA HÜSRANA UĞRADI MI ? ‘’ şeklindedir.!

        TABERİ TEFSİRİNİN ARAPÇA METNİNİ AŞAĞIDA YAZIYORUM !

        يقول تعالى ذكره : خسرت يدا أبي لهب ، وخسر هو . وإنما عني بقوله : ( تبت يدا أبي لهب ) تب عمله
        حدثنا بشر ، قال : ثنا يزيد ، قال : ثنا سعيد ، عن قتادة ( تبت يدا أبي لهب ) : أي خسرت وتب

        Bakınız,İLK satır Taberi’ye aittir,İKİNCİ satır ise, Katade’ye aittir. Her iksinde de ‘’ HÜSRANA UĞRADI ‘’ denilmelktedir. Bu iki satırı götür siz birine tercüme ettirin. Ayrıca Taberi diyorki ‘’ tebbet yeda Ebi leheb’in’’ ifadesiyle ‘’ Ebi leheb’in bütün ameli,yaptığı tüm işleri hüsrana uğradı ‘’ diyor.Yani bununla maksat onun fiziki elleri değil.

        İşte Taberi tefsirini Türkçeye tercüme eden de maalesef,burayı yine hatalı olarak tercüme etmiştir.!!!

        3-Ayrıca gösterdiğiniz mealde tercümesi hatalı yapılan başka bir konuyu daha da gösteriyorum:

        Mesela; Ayetin arapça metninde ‘’ Ebu Leheb’in HER İKİ ELİNE ‘’ vurgu yapıldığı halde,gösterdiğiniz mealde ‘’ ”Ebû Leheb’in ELLERİ KURUSUN. ZATEN kurudu.” Tebbet,1-Diyanet ‘’şeklinde tercüme edilmiştir.

        Yani ayette ‘’HER İKİ EL‘’ ifadesi açıkça kullanıldığı halde maalesef çeviri yapan kendi mealinde bunun karşılığını verememiştir.Yani ’’HER İKİ ELİ ‘’ diğeceğine, ‘’ ELLERİ ‘’ demiştir.!!!!!

        Arpçada‘’ELLERİN ‘’ karşılığı ‘’أيدي ‘’ EYDİ ‘’ kelimesidir. Arapçada özne halinde‘’ İKİ ELİN’’ karşılığı ise,ayette geçtiği gibi ‘’يدا ‘’ YEDA’’ dır. Yani ayette ‘’ ’يدا ‘’ YEDA’’ HER İKİ ELİ ‘’ ifadesi geçtiği halde mealde hatalı olarak ‘’ ELLERİ ‘’ diye tercüme edilmiştir.

        İşte yüce Allah’ın gönderdiği kur’an’da hiçbir sorun yoktur,onu sorunlu gibi gösteren sadece hatalı meal ve yorumlardır !!!!

        Ayrıca önceki yorumunuzda beddua ifadesini açıkça kullanmadığınızı da biliyorum,ama hatalı mealdeki ‘’ EBÜ LEHEB’İN ELLERİ KURUSUN’’şeklindeki ifadeyle buradaki beddua şeklinden hareket derek bunun bir insan ürünü olduğuna işaret etmiştiniz,bu nedenle ben de burada BEDDUA şeklinde gösterilen mealin hatalı olduğunu anlatmaya çalıştım !!!

        ‘’ Yani bu yolda herkese ekmek varsa size de var! ‘’ sizden alıntı ’’

        Biz bunu ekmek için değil,sadece bildiğimiz doğruları anlatıp yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışıyoruz.Eğer siz de burada yanlış ve saçma sapan yorumlarla kur’an’ın mesajını çarpıtmaya ve yanlış göstermeye çalışmasaydınız,biz de söz konusu ayet veya ayetlerin doğru meal ve yorumu şu şekildedir,diye bir yorumda bulunmazdık !
        Ayrıca bilmukabele ben de diyebilirim ki galiba‘’ yaptığınız yorumlar nedeniyle ateist kuruluşlarda size de ekmek var !

        Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Kuranı nasıl okuduğunuz sizin olsun nasıl anladığınız bellidir. O kadar bellidir ki bu anlayış, her defasında sizin tarafınızda ifşa ediliverir. Örneğin şu yoruma bakın;

        ”Mesela; Ayetin arapça metninde ‘’ Ebu Leheb’in HER İKİ ELİNE ‘’ vurgu yapıldığı halde,gösterdiğiniz mealde ‘’ ”Ebû Leheb’in ELLERİ KURUSUN. ZATEN kurudu.” Tebbet,1-Diyanet ‘’şeklinde tercüme edilmiştir.
        Yani ayette ‘’HER İKİ EL‘’ ifadesi açıkça kullanıldığı halde maalesef çeviri yapan kendi mealinde bunun karşılığını verememiştir.Yani ’’HER İKİ ELİ ‘’ diğeceğine, ‘’ ELLERİ ‘’ demiştir.!!!!!
        Arpçada‘’ELLERİN ‘’ karşılığı ‘’أيدي ‘’ EYDİ ‘’ kelimesidir. Arapçada özne halinde‘’ İKİ ELİN’’ karşılığı ise,ayette geçtiği gibi ‘’يدا ‘’ YEDA’’ dır. Yani ayette ‘’ ’يدا ‘’ YEDA’’ HER İKİ ELİ ‘’ ifadesi geçtiği halde mealde hatalı olarak ‘’ ELLERİ ‘’ diye tercüme edilmiştir.” sizden alıntı

        Ben bu noktada size şunu sormak istiyorum, bir insanın kaç tane eli vardır? Yani bir insanın ”ELLERİNDEN” bahsettiğimizde, bahsedilen el kaç tanedir?

        Mesela ayet şu şekilde olabilirmiydi?

        Ebû Leheb’in KAFALARI kurusun! Ya da ayet

        ”Ebû Leheb’in ELİ kurusun” şeklinde kurgulansaydı sormayacakmıydık ”hangi” eli?

        Anlam olarak İKİ ELİN yani bir insanın sahip olduğu bir uzvun toplamının ”ELLERİ” olarak tanımlanmasını yanlış tercüme olarak göstermeniz enteresandır! Bence bu çözümlemenizi bütün islami çevrelere göndermelisiniz, göndermelisiniz ki saatlerce gülebilecek bir malzemeye sahip olsunlar!

        Gelelim çoğu zaman görmezden gelip cevaplamaktan imtina ettiğiniz diğer konuya! Ben size bir dili başka bir dile özelliklede o dilde konuşanın bir tanrı olduğunu iddia ederek yaptığınız çevirede araya sıkıştırdığınız parantezlerin içerisinde yazılı olanları kimden öğrendiniz diye sormuştum! Tabiki cevap veremediniz, veremezsiniz! Öyle yazmak işime gelmiyor da diyemezsiniz, dolayısıyla en kolayı görmezden gelmektir!

        Şimdi sevgili dostum, bahsettiğimiz metin bir dilden başka bir dile çevrilen alalade bir metin değildir! Sizin iddianıza göre bu, bütün dünyada yaşayan ve farklı dillerde konuşan tüm insanlara yapılmış ilahi bir çağrıdır! Dolayısıyla bir dilden başka bir dile çevrilirken içine yüklenen anlamın aynen muhafaza edilmesi beklenir! Bu neden farklı dillerle konuşan tüm insanlığa çağrı yapan bir tanrının en son bekleyeceği şeyin anlaşılamama ya da yanlış anlaşılma olacağı besbellidir! Bu noktada siz arapça anlamı ancak parantez içine yazdığım açıklamalarla verebiliyorum diyemezsiniz! Çünkü sizin kuranı farklı dillere çevirirken böyle bir yöntem kullanmanız istenmemiş, böyle bir yöntem ya da kullanacaklar için böyle bir ehliyet tanımlanmamıştır!

        Aksine (siz istediğiniz kadar aksi yönde kendiniz paralayın) coğrafyaya ve dile yapılan açık vurgularla bu ilahi olduğu söylenen metini, kimlerin anlamasının beklendiği açıkça belirtilmiştir! Bu noktada hanedanlaşan dinin, sınırlarını genişletmek için yaptığı seferlerle egemenliği altına aldığı farklı halkları kendine bağlı tutmak için geliştirdiği devşirme inanış taktikleri işe yaramaz! Üstelik bu devşirme faaliyetlerine uygun olsun diye kuranın bir çeşit ıslahattan geçirildiği kendi tarihinin bir realitesidir!

        Şimdi şu Lehep mevzuuna tekrar gelelim. Ben sayın Fluente o yazıyı yazarken, paylaştığım ayetin bir beddua olduğunu anlatmaya çalışmıyordum. Orada anlatmaya çalıştığım hatta muhatabımdan yakalamasını istediğim şey aradaki akrabalık bağıydı.Bu bağın bilinmesi ve bu bağa konu olan hadisenin araştırılarak ilgili ayet indikten yaklaşık 100 sene sonra istila edilerek müslümanlığa sokulan ve sözde onlarla birlikte bu dine muhatap olan diğer dünya insanları için Lehebin ne anlam ifade edeceğinin sorgulanmasıydı! Öyle ya birileri bize bütün evreni yaratan o muazzam gücün yine kendi yarattığı minicik lehebe bu kadar takmasının ve bütün dünyaya hitap eden bir çağrıda isim olarak zikretmiş olmasının sebebini açıklamalıydı! Neden son ana kadar bütün müşriklerin lideri olarak müslümanlarla savaşan süfyan isminin kuranda geçmesi şerefine nail olamamıştı da lehep olabilmişti? İslamın islam olması için geçecek zaman diliminde islamın islam olmasının önündeki en büyük engel müşriklerin lideri süfyan değildi de leheb miydi?

        Tabiki değil, bu bir ”kendi akrabam benim iddiamı başkalarının yanında nasıl sorgulayabilir ve beni yalan söylemekle suçlayabilir” tepkisiydi!

        Bakın bu iki figür yani kendine peygamber diyen ile amcası peygamberlik iddiasının öncesinde amca yeğen olmanın ötesinde iki yakın dost hatta dünürlerdi! Ebu leheb in iki oğlu olan Utbe ile Uteybe kendine peygamberim diyenin kızları Rukıyye ve Ümmü Külsûm ile evliydiler.

        İplerin koptuğu an sözde kendine peygamberim diyene dinini açıkça ilan etmesinin istenmesinden sonra olanlardır! İlk anda mekkenin ileri gelenlerinden olan lehep açıkça inanmadığını topluluk içinde beyan etti sonrasında ise asıl kopuş safa tepesinde kendine peygamberim diyenin mekkelileri kendi dinine çağırmasıyla koptu. Burada lehebin ağır konuşmalar yapmaktan öteye kendine peygamber diyeni taşladığı hatta ayağından yaraladığıda söylenir! Ayrıca taşlama kendinepeygamberim diyenin evi hedef alınarak devam eder!

        İşte bu noktada bir insanın özelliklede bir amacı olan insanın vereceği tepkinin ne olacağı anlaşılmalıdır! Bir peygamber aday,ı topluluk içinde kendisini yalancılıkla suçlayan, kendisine ağır hakaretler eden ve taşlayan amcası hatta kızlarının kocalarının babası olan kişi tarafından zor durumda bırakıldığında ne hisseder? Bu durumu etrafındakilere nasıl ifade eder kendi tarafından bu durumun olabilmesini nasıl açıklayabilir?

        İşte tebbet suresini bu psikolojiyi bilerek okuyun! Okurken de kendine peygamberim diyenin diğer amcalarından, Abbasın müslümanlarla bedirde müşrikler safında savaştığı, ebu talibinse ölene kadar iman etmediğini de hatırlayın!

        Şimdi tekrar dönelim tebbet suresine, bu sureyle neden bu kadar oynandığına! Surenin iniş yeri olarak mekke, iniş sırası olarak da 6 gösterilir. Kuran’da toplam 114 süre vardır ve Tebbet suresi iniş sırası olarak Alak, Kalem,Müzemmil,Müdessir ve Fatiha surelerinden sonra yani en başlarda yer alır!

        Şimdi ilk vahiy 610 yılı, Safa tepesinden yapılan çağrıya lehebin verdiği tepkiye binaen indirildiği düşünüldüğünde Tebbet suresinin geliş tarihide 613’tür.

        Şimdi sizin çevirinizi tekrar alalım (parantezsiz);

        Ebü Leheb’in her iki elli helak oldu ve kendisi de.Malı ve kazandıkları da ona hiç bir yarar sağlayamadı…”

        Ebu lehebin 623 yılında 61 yaşında (kendine peygamberim diyenle aynı uzunlukta bir zamanı kaplamış dünyada) yani bu olaydan 10 yıl sonra öldüğünü bilirsek yukarıdaki ayet bir anlam ifade eder mi? Adama tanrı birşeyler yapmış ama adam 10 yıl sonra ölüyor. O halde durumu nasıl kurtaracaz, biraz bilal beyin hayal gücünden feyz alan eklemeler yaptık mı;

        Ebü Leheb’in her iki elli ( maddi ve manevi gücü) helak oldu.(yok olma hükmüne girdi) ve kendisi de.Malı ve kazandıkları da ona hiç bir yarar sağlayamadı…”

        işte şimdi tamamdır, bilal bey 10 yılı da kurtarmış oldu! Ama ben merak ediyorum, bu sure 613 yılında indikten sonra sırasıyla, 614,615,616,617,618,619,620,621,622 yıllarında tanrının bunca öfkesine nail olmuş elleri kurumuş bu zatı muhteremin nasıl hayatta kalabildiği sorgulanabilmişmidir? Sanırım bu lanetli insan için her yıla öldü, ölecek beklentisiyle girilmiştir!

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal,

        Yoğunluktan okuyamışsınızdır diye hatırlatmak istedim! Size cevap yazdım ve lehep ve onun elleri özür dilerim iki eli hakkındaki mevzuyu özellikle ilerletmek istiyorum!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ”Sayın Bilal,
        Kuranı nasıl okuduğunuz sizin olsun nasıl anladığınız bellidir. O kadar bellidir ki bu anlayış, her defasında sizin tarafınızda ifşa ediliverir. Örneğin şu yoruma bakın;
        ”Mesela; Ayetin arapça metninde ‘’ Ebu Leheb’in HER İKİ ELİNE ‘’ vurgu yapıldığı halde,gösterdiğiniz mealde ‘’ ”Ebû Leheb’in ELLERİ KURUSUN. ZATEN kurudu.” Tebbet,1-Diyanet ‘’şeklinde tercüme edilmiştir.
        Yani ayette ‘’HER İKİ EL‘’ ifadesi açıkça kullanıldığı halde maalesef çeviri yapan kendi mealinde bunun karşılığını verememiştir.Yani ’’HER İKİ ELİ ‘’ diğeceğine, ‘’ ELLERİ ‘’ demiştir.!!!!!

        Arpçada‘’ELLERİN ‘’ karşılığı ‘’أيدي ‘’ EYDİ ‘’ kelimesidir. Arapçada özne halinde‘’ İKİ ELİN’’ karşılığı ise,ayette geçtiği gibi ‘’يدا ‘’ YEDA’’ dır. Yani ayette ‘’ ’يدا ‘’ YEDA’’ HER İKİ ELİ ‘’ ifadesi geçtiği halde mealde hatalı olarak ‘’ ELLERİ ‘’ diye tercüme edilmiştir.” sizden alıntı
        Ben bu noktada size şunu sormak istiyorum, bir insanın kaç tane eli vardır? Yani bir insanın ”ELLERİNDEN” bahsettiğimizde, bahsedilen el kaç tanedir?
        Mesela ayet şu şekilde olabilirmiydi?

        Ebû Leheb’in KAFALARI kurusun! Ya da ayet
        ”Ebû Leheb’in ELİ kurusun” şeklinde kurgulansaydı sormayacakmıydık ”hangi” eli?
        Anlam olarak İKİ ELİN yani bir insanın sahip olduğu bir uzvun toplamının ”ELLERİ” olarak tanımlanmasını yanlış tercüme olarak göstermeniz enteresandır!
        ”sizden alıntı”

        Elbette”Elleri ”demekle de ” her iki eli ”kapsıyor,ama ayetin arapça metninin MEALİNİ karşılamıyor.Çünkü ayetin arapça metninde ” yeda Ebi Lehebin ” Ebü Lehebin her iki eli ” deniliyor,mademki göstermiş olduğunuz Tebbet-1.ayetin tefsiri değil mealidir,öyleyse ” HER İKİ ELİ ” denilmesi gerekirdi.Ama söz konusu mealde ” yeda ” ile ” eydi ” ifadeleri arasındaki farkı gözetilmemiştir,ya da farkına varılmamıştır.!!!

        Peki, ben bunu niçin söyledim?

        Bununla ayetlerdeki her kelimenin mealdeki çevirisinin mutlaka ayetin arapça metniyle mutabık olmadığına dikkatinizi çekmek için söyledim.Ama da bunu anlayamamışsınız.
        Yani meallerde böyle basit bir kelimede bile çeviri hatası varsa,gerisini siz düşünün! İşte bu duruma dikkatinizi çekmek istedim!!!

        Özetle, ”yeda ” kelimesi için,meal açısından yanlış,ama tefsir açısından doğrudur

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Diyorsunuz ki,

        ”Özetle, ”yeda ” kelimesi için,meal açısından yanlış,ama tefsir açısından doğrudur” sizden alıntı

        Yani bu yorumu bile yanlış yapıyorsunuz! Öncelikle ben Istılahta, Kur’ân âyetlerini her yönü ile aynen çevirme iddiası olmaksızın, başka bir dile aktarmak işlemine meal dendiğini biliyorum. Tefsir ise kitapta geçen kelime ve cümlelerin ne anlama geldiğinin açıklanmasıdır!

        Ayrıca meal, kitabı hiç bir anlamı eksik bırakmadan başka dillere çevirmek mümkün olmadığından başka dillere çevirisine verilen isimdir! Yani sizin sürekli doğru meal budur diye ortaya çıkmanız meal kurumunun mantığına terstir! Yani tek bir meal olamaz!

        Bu durumda ”yeda” kelimesinin ”iki eli” yerine ”elleri” olarak çevrilmesi mealen doğrudur, yorumlanmaya ihtiyaç duymayacak kadar açık bir manayı temsil etmesi bakımından da ayrıca tefsir edilmeye ihtiyacı yoktur!

        Ayrıca içbirşeyin gerisini benim düşünmeme ihtiyaç yoktur, sizin düşünmenize ihtiyaç vardır! Çünkü kitabı başka dillere çevirmek için ortaya meal adında bir olgunun çıkarılmış olması başlıbaşına düşünülmesi gereken bir durumdur ama sizin için!

        Nasıl oluyormuş da bir tanrının, tüm insanlığa yaptığı iddia edilen bir çağrı kelimeleri ve anlamları tam karşılanmak suretiyle başka dillere çevrilemiyormuş, hayret!

        Tabi ben yine sizden mantıksal bir dayanak istemek durumundayım! Lütfen bana meal ve tefsir kurumlarının oluşturularak diğer dillerde konuşanların çağrıyı anlamalarının sağlanmasını isteyen ayetleri kitaptan gösteriniz! Gösteriniz ki kafanıza göre iş yapmadığınızı bileyim!

  182. karaca dedi ki:

    259. Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; “Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!” dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. “Bir gün yahut daha az” dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.

    Bakara 259 daki bu ayet pek çok sorunun sorulmasına sebebiyet veriyor bunları alt alta sıralamak gerekirse şunlar sıralanabilir.

    öldükten sonra dirilme inancı bu ayetten anlaşıldığı kadarı ile kurandan önce de vardı.bu inanç bu insanlara ne zaman verildi bu bilinmiyor Hz.Muhammed tarafından verilmediği daha önceki peygamber tarafından insanlara verildiği anlaşılıyor hal böyle olunca kuran haric diğer 3 kitapta öldükten sonra dirilme inancı mevcutmudur bu bilgi tevrat incil ve zeburda varmıdır.
    yine yukardaki şahsın yaşadığı dönemde öldükten sonra tekrar dirilme inancının zayıf olduğu anlaşılıyor şahsın kendi ifadesinde viran olmuş bir kasabadan veya köyden veya yerleşim biriminde gördükleri karşısında -ölümden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba diye kendi kendine sormasına,ne sebeb olmuş olabilir şahıs bir türlü öldükten sonra dirilmenin olduğunu duymuş olmalı bu bilgi belki bu şahsa atalarından kaldı.yada yaşadığı dönemde peygamberden duymuş olabilir.ve aklı da buna kanat getirmemiş,ve yukarıdaki ifadeyi kullanıyor
    yine devam edersek öldükten sonra dirilme inancı o zaman daha önceki dönemlerde de biliniyordu
    bu inanç islamiyetle insanların düşünce yapısını oluşturmamış olmalı. islamiyetle öldükten sonra dirilme inancı yeni sayılabilir bu yeni sayılan zaman dilimi 1400 sene yani bu süre çok eski zaman dilimlerine göre yeni sayılabilir
    ancak merak edilmesi bilinmesi gereken konu aslında yine bu şahsın yaşadığı dönemde veya daha çok eski dönemlerde öldükten sonra dirilme inancı nasıl biliiniyordu bu şahsa öldükten sonra dirilme bilgisini kim vermiştir.bunu hangi bilgi kaynağından öğrenmişler,duymuşlar,veya vakıf olmuşlardı. eğer bu bilgiyi o zamanki peygamberler verdi ise bu peygamberlere verilen bilgilerin kayıt edildiği bir kitap yok yine öldükten sonra dirilme bilgisi bu peygamberlere verildi ise daha beraberinde pek çok bilgi verilmiş olmalı ancak bunların zamanımıza kadar gelebilen kayıtları yok muhtemelen peygamberler yaşarken bu bilgileri insanlara verdiler ölümlerinden sonra bu bilgiler zamanla insanlar arasında unutuldu gitti çünkü insanlık tarihi çok eski,kaldıkı 1400 yillık islam tarihi çok yeni sayılır.eski sümerlerde veya geçmiş kavimlerde öldükten sonra dirilme bilgisi varmıydı.varsa bunları sümer kayıtlarında görebiliyormuyuz.
    yine bazı arkadaşlarımızın ifade ettikleri gibi sümerler pek çok konuda ileri gitmiş bir kavim olmalarını sağlayacak bilgiler sümer kavimlerinin yaşadığı dönemlerdeki peygamberler tarfından sümerlere verilmiş olabilirmi.
    asıl önemlisi yine geçmiş dönemlerde yaşamış peygamberlere kuran benzeri bilgilerin tebliğ edilip edilmediğidir.çok eski dönemlerde köleliğin olması,insanların kurban edilmesi hangi bilgiye dayanır
    yine çok önemli bir konu olmasına rağmen kuranda bu konu hakkında en ufak bir bilgi verilmemesinin nedeni ne olabilir insanların kurban edildiği aztekler vs kavimlerin yaptığı uygulamalar kuranda niçin ifade edilmemekte yer bulamamaktadır bu konulara açıklık getirmek isteyen veya görüş belirtmek isteyen yazarsa okuma fırsatımız olur.

  183. Sn. Karaca.
    Bence peşin hükümlü olamadan konuşsan daha iyi edersin.
    Senin bir şeyi bilememen o şeyin var olmadığı anlamına gelmez.
    Sana linkinde görseller olan delilleriyle uzun bir yazıyı ekleyeceğim.
    ilk insan ve peygamber olduğuna inanılan ADEM ne zaman, nerde yaşamış, ölüm ve tekrar yaşam inancı hangi inanç ve uygarlığa ait, baştan hangi dönemde oluşmuş bir öğren istersen.

    40 BİN YILLIK ANU, KARAKUM GÖKSURİ UYGARLIĞI.
    Sümerlerin göç ettikleri kadim Türk yurdu Anu’nun kalbinde, Türkmenistan devleti sınırları içinde bulunan karakumda meydana çıkarılan muhteşem Göksuri kentleri .
    Türkmenistan’ın Karakum çölünde kum içinde kaybolmuş bu kentler, Mö 4 bin yılları öncesinde kurulmuştu.
    Bu kentler yıllar sonra terkedilmiş bir uygarlığın kalıntılarıydı.
    Gözden uzak olan gönüldende ırak olurmuş.
    Toplumsal belleğimiz asırlarca süren zaman aşımına ugramasından dolayı bu kentler günümüze kadar hep gizli kalmışlardı.
    Türkmenlerin, karakum’un son kağanı ismini verdikleri Rus arkeolog Victor İvanovic Sarianidi zamanın kısıtlı olanağından dolayı kominizm döneminde keşfettiği bu kentler ile ilgili fazla bir bilgiye ulaşamamıştı.
    Sovyetler birliğinin dağılmasından sonra İtalya, Ligabue vakfında görevli arkeolog Gabriele Rossi Osmida ile iletişime geçen İvanovic,Türkmenistan devletininde yardımlarıyla karakumda çalışmalara başlamışlardı.
    Arkeologlar mezarlığı oluşturan kalıntıları günyüzüne çıkarmaya başladılar.
    Kumların arasından günyüzüne çıkarılanların zerafetli oluşları heyecan vericiydi.
    Kimdi bu insanlar ?
    40 asırdan beri çöl ortasında nasıl yaşamıslardı ?
    Gelenekleri ve inançları nasıldı ?
    Arkeolog ve bilim adamlarının çalışmaları bu sorularımıza yanıt verecek.
    Buluntular şimdiye kadar bildiklerimizi ve ilk uygarlık tanımlamalarımızı alt üst ediyordu.
    Türkmenistan, hazar denizi ve Afganistan arasında ,Ortasyanın tam kalbinde bulunuyor.
    Karakum çölü ise iklim koşulları nedeniyle yaşamın çok zor olduğu bir yer.

    2004 yılı,Karakum’un son kağanı, Victor İvanovic Sarianidi;
    “Karakum ile ilgili okulda bize öğretilenler sadece çok büyük bir çöl olduğuydu, ve insanlığın burda hiç iz bırakmadığı söyleniyordu.
    Bir gün arabama bindim çöle doğru yol almaya başladım, ilerlerken çölde kent kalıntılarının izlerine denk geldim. Kalıntılar okadar çok büyüktüki, baştan yakın geçmişten kalma kent kalıntıları olduğunu düşündüm. Sonra yakından incelemeye başladım ve kendi kendime söylendim; “Tanrım bu en az mö 3 bin yıllarından kalma kalıntılar”. Bundan 20 yıl önce burda hiç kimse uygarlık insanlarının yaşamış olduğu bir devletin olacağını düşünemezdi bile ”
    Bu muhteşem uygarlığı meydana çıkarmak için geniş çaplı bir araştırma yapabilmek için doğu blok ülkelerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarını beklemek zorundaydık.
    Ve O gün gelmişti artık. Zaman, bu uygarlığın geçmişte yaşadıklarını dünyaya belgeleme zamanıydı.
    Juan Carlos Dinateo ve arkeolog Gabriele Rossi Osmida, Karakum uygarlığının olduğuna ilk inananlardı.
    Bu inandıklarını delilendirmek için Venedik, Ligabue arkeolojik araştırma merkezinden alan taraması yapmak için bir çok defa Türkmenistan’a yolculuk yapmışlardı. Bu gidiş gelişlerde, Ortasya eski eşya satıcılarından bir çok tarihi eserler toplayarak birde tanıtı/katalog hazırlamışlardı.
    Hazine avcılarının buldukları bu nesneler, arkeologlar için çok eskilere dayanan, kaybolmuş gizli bir dünyanın varolduğuna dair delillerdi.
    Hiç bir bilgi ve araştırma olmadığı için, ait oldukları inanç ve uygarlık ile ilgili hiç bir bilgiye sahip değildik.
    Bilim insanları bu uygarlığı tekrar günyüzüne çıkarmak için son derece kararlıydırlar. Uzun çalışma ve yazışmalar sonucu uydudan çekilen görüntülerle mezarlıkların ve günyüzüne çıkmamış kentlerin yerleri belirlendi
    Bu görüntüler tarih sayfalarında yer almayan,zaman içinde unutulmuş uygarlığı tekrar yer yüzüne çıkarmamıza yardımcı olacaktı.
    Marco polodan 800 yıl sonra tekrar doğunun gizmemli dünyasına Venedik’ten yola çıkılıyordu.

    Karakum çölü haziran 2001.
    Ebedi konaklama yeri olan 10 hektara yayılmış binlerce mezar.
    Binlerce yıl önce kazılmış olan bu mezarlar, belkide hala Ortasyanın en geniş mezarlıklarıydı.
    Yazılı kaynak bulunamadığından bronz çağından kalma kentin bir kilometre ilerisinde bulunan bu mezarlar, bu gizemli uygarlık ile ilgili bize bilgi verecek tek yerlerdi.
    Çölde kurulan yaşam alanlarına yerleştikten iki gün sonra çalışmalar başlatıldı.
    Uydudan çekilen görüntelerin yardımıyla arkeologlar mezarlığın yerini kolayca tespit ettiler.
    Şimdiye kadar arkeologların gözünden kaçan mezarlıkların yerleri bulunmuştu, artık çalışmaya başlayabilirlerdi.
    Mezarlık ilk bakışta hiç bir şeyin görülmediği bir yer gibi duruyor.
    Türkmen arkeolog Ferdi Muradov mezarların topografik verilerini bitirdi.
    Bu veriler önceden yapılmış çalışmalarla birleştirilerek Gabriele Rossi Osmida’nın çalışmaları eşliğinde daha gerçekci,köksel bilgilere ulaşılacaktı.
    Karakum’un son kağanı Victor İvanovic, Gabriele’nin bulunduğu yerleşkeye gelerek çalışmalara katıldı.
    10 yıldır sürekli birbirleriyle görüşerek bilgi alışverişinde bulunan bu iki bilim insanı birbirlerini çok iyi tanıyorlardı.
    Araştırma ödeneğinin son bulduğu bu günlerde, bu uygarlık ile ilgili birşeyler bulabilmek için tekrar yeniden beraberdiler.
    Ferdi Muradov ve Gabriele, çöl iklimine alışık 50 kişilik işçi ordusuyla çalışmaya başladılar.
    Kökleri 40 asır öncesine dayanan uygarlık başlangıcı olan bu yerlerde baştan asırlardır üzeri kumla ve toprakla örtülü mezarların üzerlerindeki kumlar temizlendi.
    İlk açılan mezarlardaki görüntü üzücüydü ,geçmişte asırlar önce bile yağmacıların değerli eşya bulma amacıyla mezarlara zarar verdikleri
    görüldü.
    Acel acele yapılan bu kazılarda yağmacıların herzaman arkalarında alamadıkları değerli kalıntılarda bıraktıkları biliniyordu.
    İlk kazılarda kut arkeologlardan yanaydı. Yağmacıların gözünden kaçmış, pişmiş topraktan yapılmış 40 asırlık küçük bir heykelcik asırlar sonra karanlıklar diyarından çıkarak tekrar yeniden günyüzü görüyordu.
    Sanatsal çizgilerle kendine özgü eşi benzeri olmayan bir çalışmanın ürünüydü bu heykelcik.
    Çizgilerinin ne anlama geldiği bilinmediği için hala gizemini koruyordu.
    Kimdi,neyi simgeliyordu ?
    Bu halkın inançları ile ilgili ne anlatıyordu ?
    Üzerindeki sır perdesi hala duruyor.
    Kum fırtınalarının yoğun olduğu bu çölde işçiler ve arkeologlar çalışmalarını zor koşullar altında devam ediyorlardı.
    Kazılan yerler, görüş mesafesini bir kaç metreye düşüren toz ve kum fırtınalarıyla tekrar kapanıyordu,lakin aramaları durdurmak sözkonusu değildi.
    Zamanın kısıtlı olmasından dolayı Gabriele için çalışmalar daha hızlı olmalıydı.
    Gabriele açılan bir mezarda, zaman ve doğa aşımından bir birine yapışmış bronzdan bir ayna ve fil dişinden yapılmış bir taraka ulaşıyor.
    Burada bulunan her aygıt, her nesne şimdiye kadar bilinmeyen bu uygarlık konusunda çok önemli eşsiz bilgiler veriyordu.
    4 bin yıl öncesinden kalma bu tarak ve ayna karakum’da yaşamış olan insanların yaşantıları üzerine arkeologlara yardım edecekti.
    Mükemmel bir çalışma ürünü olan fil dişinden yapılmış tarak ve ayna bu insanların güzelliğe ve inceliğe ne kadar çok önem verdiklerini gösteriyordu.
    Arkeologlar için bu nesnelerin mezar içinde bulunması, doğal yaşam dışında, daha sonraki bir yaşam olduğuna inanmış olmalarından dolayı, öldükten sonrada bu insanların ihtiyaçları olacağı için beraber gömülüyordu.
    Gabriele Rossi Osmida;
    ” Başlattığımız kazılardan sonra ilk bulduğumuz nesneler, bu insanların günlük yaşamları ile ilgili bizlere fikir veriyor.
    Bu insanlar için, günlük yaşamda süslenmeye ve zerafete özen gösteren bakımlı bir topluluk diyebiliriz.
    Bu günümüzde anladığımız süslenme ve giyinme anlamında değil ama insanların diğer insanlarla karşılaştıklarında, özel günlerinde ve öldükten sonra Tanrı’ları karşısına temiz ve bakımlı bir görünümle çıkma arzusunda olduklarını gösteriyor.
    Mezarlarda yatan insanların başları kuzeye çevrili,sağ tarafları üzerine dönük yatmaktaydılar.”
    Araştırmaların başından beri hep bir güzellik ve bakımlı bir yaşam izleri bulunuyordu.
    Arkeologlar erkek ve kadın mezarlarında sürekli bu tür incelik ve süslenmeyle ilgili nesneler buluyorlardı.
    Sapı kıvrımlı yılan biçimi olan palet, boyaları hazırlamak için kullanılıyordu.
    Topuzunda koç imgesi olan bir sürme aleti ve sürme kavanozu içinde değişik süslenme kalıntıları bulunan bu nesneler, günlük yaşamda her gün kullanıldığını bize gösteriyordu.”
    Anu tekrar karakumda güneş gibi doğuyordu.
    Kadın olarak betimlenen Tengri heykelciklerinin saç biçimlerindeki ince kıvrımları ne kadar özenli olduklarını gösteriyordu.
    Yaşamda ve ölümde de karakum insanı bedenin temizliğine, bakımına olduğu gibi zerafetede çok önem verdiklerini bu heykelcikler bize gösteriyordu.
    Yüzlerindeki asaletli çizimler kusursuz ve temiz olmanın bu insanlar için çok önemli olduğunu gösteriyordu.
    Arkeologlar için bu insanların bu kadar bakımlı olmaları günlük yaşamda kuralları olan bir düzen içinde yaşadıklarını gösteriyordu.
    Bir haftalık çalışma sürecinde 50 mezar açıldıktan sonra bir haber çölde sevinç yaşattı. Şimdiye kadar hiç bir yağmacının ulaşamadıgı ilk defa açılalacak bir mezar bulundu.
    Mezardadaki iskelet sağ tarafına dönük, başı kuzeye dogru çevrili yatıyordu. Mezarlığın sessiz konukları hep bu biçimde gömülmüşlerdi.
    Buradaki yatan bir kadındı,alnında bronzdan bir taç ve fayanstan bilezik taşıyordu.
    Yattığı yer malzeme bakımından bayağı bir zengindi, ince ve zarif fayanstan çanaklar o kadar inceydiki sadece bir defaya özel kullanılmak için özellikle buraya konulmuştu.
    Bronzdan küpeler, altın’dan ve değerli taşlardan incilerle sonraki yaşamına hazırlanmıştı.
    Gabriele’ye göre bu, ana tanrıçanın saygın temsilcisinin sonraki yolculuğunda Tanrı’nın karşısına temiz ve güzel bir biçimde çıkmaya hazırlanmış olduğuydu bu takıların anlamı.
    Bu buluntu gerçekten önemliydi, şimdiye kadar bu insanların inançları ve tanrıları ile ilgili hiç bir bilgiye sahip değildik.
    Gabriele; ” inanılmaz bir incelikle yapılmış bu takılar her zaman, her yerde göreceğimiz şeyler değil. Yüz kısmı beyaz taştan yapılmış tanrıça heykelciğinin geri kalan bölümü, keçi derisi betimli kara taştan yapılmaydı. Bu giysiler tipik karakum insanının özelliklerini taşıyor, bu tapılan ana tanrıçayı ilk defa bir mezarda buluyoruz”.
    Geniş gönüllü görüntüsüyle, bereketiyle tanınan bu ana tanrıça insanlara yaşam veren ve öldükten sonrada onları karşılayan şefkatli tanrıça olarak mezarlıkta yatanların başları ucunda bulunuyordu.
    Karakum insanları Tengri’yi bir ana gibi koruyup kollayan, şefkatiyle,merhametiyle kullarına ancak bir ananın sevgisiyle yaklaşacağı için kusursuz güzellik anlamına gelen gadın/kadın gibi betimlemişlerdi.
    Karakum insanları için Tengri’de kusursuz güzellikteydi.
    Anu,Karakum insanlarının kadını Tanrı gibi yüceltme anlayışına günümüzün en çağdaş,asri uygarlıkları bile ulaşamışlardı. Aksine kadını bir sex metası gördükleri için verilen özgürlük ve değer, gerçek anlamda kadına verilen hak ettiği değer değildir.
    Kadın konusunda ortaçağ karanlığı bataklığında kalmış, kadını iyice köleleştiren Arap anlayışının ne olduğunu ise hepimiz biliyoruz.
    Karakum Göksuri uygarlığıyla karşılaştırılamaz.

    Devam eden çalışmalarda açılan diğer mezarlarda bulunan heykelciklerde aynı amaç için mezarlara konulmuştu. Hepsi kadın olarak betimlenmiş, aynı Tanrı’yı simgeliyordu.
    Bazılarının üzerinde iki delik vardı, bu yuvayı koruması için ev’in baş köşesine asıldığını gösteriyordu.
    Tanrı’nın kadın gibi betimlenmesi bu uygarlıkta kadını kutsayan, ana erkil bir topluluk olduğunuda gösteriyordu.
    Bilgi bakımından çok verimli olan bu yerde Gabriele hiç zaman kaybetmeden mezalıkta araştırmasına aralıksız devam ediyordu.
    Gabriele; ” bu mezarlar çok ilginç, burdaki bulunanlar bizi çok ilgilendiriyor, bu iskelet inguş/harapa’dan gelen bir kişi gibi görünüyor,çünkü bu bilezik, harapa özelliklerini taşıyor. Harapa karakumun bin kilometre uzağında olan, Pakistan-Hindistan çevresinde oluşmuş indiguş uygarlığının merkezini oluşturan bir yer.”
    Bu bilezik buralara nasıl gelmişti ?
    Bunu öğrenmek için Gabriele iskeletin kafasını gövdeden özenle çıkarttıktan sonra Türkmen antropolog Oraz Babakov’dan hangi uygarlığa ait olduğunu ögrenmesini istedi.
    Kafa tasının yapısını inceleyecek olan antropolog, bu kişinin hangi uygarlığa ait olduğunu ve nerden geldiğini öğrenecekti.
    Burda her şey açık meydandaydı.
    Oraz Babakov için bu kadın indiguş insanından hiç bir özellik taşımıyordu, aksine bu mezarlıktaki diğer iskeletlerle aynı özellikleri taşımalarının yanısıra, kafa tası yapısı günümüz Türkmenleriyle akraba olduklarınıda gösteriyordu. Fayanstan olan bilezik ise ticari yollardan elde edilmişti.Ticari yollar kullanılarak insanlar eski dönemde bir birlerinden alışveriş yapmışlardı.
    Üç haftalık arama sonucunda sonuç korkunçtu, mezarlıkların yüzde doksanı eski çağ hazine avcısı yağmacılar tarafından zarar görmüştü. Bu yağmadan arda kalanlar sadece o zamanlar haydutlar için fazla değeri olmayan küçük nesnelerdi.
    Victor İvanovic için genellikle amulet ve damgalardan oluşan bu eşyalar içerdikleri bilgi bakımından değerleri ölçülemeyecek derecede önemliydiler.
    Bunlar kaybolan dünyanın görüntüsünü yansıtan son delilleriydi.
    Son buluntular arkeologların diğer eski uygarlık ilişkileri ile ilgili bilgilerde içeriyordu.
    Victor İvanovic;
    ” Bu insanların geçmişlerini anlamamız için elimizde yazılı hiç bir veri yok. Bunun için bu sanatsal nesneler üzerinde yoğunlaşarak özelliklede damgalar ve mühürler üzerinde çalışmamız gerekiyor.
    Örneğin bu fayanstan mühür; Bu inguş damgalarının benzeri. Mezopotamya eserleri üzerindedeki çalışmalarımızdan da anlaşıldığı gibi bu uygarlıklar birbirleriyle bağlantıdaydılar.
    Bir başka üst düzey soylu olduğunu düşündüğümüz mezarda bulduğumuz bir başka damga suriye özelliği taşıyor, çünkü kanatlı bir tanrıça panter üzerinde oturuyordu.
    Görüyormusunuz !!!
    Suriye neresi bura neresi. Bu iki uygarlık orta doğunun en uç noktalarında bulunuyorlar.”
    Değisik bir kaç damgadan öğrendiklerimiz, karakum çölündeki uygarlıkla diğer uygarlıkların birbirleriyle iletişimde olduklarıydı.
    Karakumla ilişkili olan uygarlıklar öğrendikleriyle, yeni bilgilerle örfsel ve inançsal geleneklerini oluşturuyorlardı.
    Anadolu’da oluşmuş kıbela gibi ana tanrıça kültü gibi inançlar, Karakum Göksuri uygarlığından binlerce yıl sonra oluşmuştu.
    Anadolu tanrıça kültlerinde kadın ve erkeklerin cinsel organları gibi sadece cinsellik içeren anlayışları öne çıkartan simgeleri karakumda bulmak pek mümkün değildi.
    10 binlerce yıl öncesinden kalma ilkel heykelciklerde göğüsleri görünen tanrıça yerine Karakum Göksuri insanları daha sonra Mö 4 bin yıllarından kalma heykelciklerde tanrıçayı hep giysili kadın olarak betimlemişlerdi.
    10 binlerce yıl öncesinden kalma ilkel heykelciklerde Tanrı’dan yaşam suyunu alan Atana/Atapa heykelciklerinin daha sonraki dönemlerde yapılmadığıda görülüyordu.
    Oysa karakum uygarlığından binlerce yıl sonra oluşmuş anadolu kıbela kültü tapınakları kerhane ,sahipleri ise fahişelerdi.
    Göksuri uygarlığı Tengri inancı ile kıbela kültü birbirinden farklı, çok değişik, birbirine zıt inançlardı.
    Benzetme ve kıyaslama bile yapılamaz.
    Kıbela kültü, Anu’da ilk başta kadın olarak betimlenmiş Tengri inancının binlerce yıl sonra anadoluda bozulmuş, yozlasmış bir örneğidir.
    Mezarlıkta bulunan bazı türbeler bu uygarlığın bina yapıpımında da diğer uygarlıklara göre çok ileri olduklarını gösteriyordu. Ne yazıkki hepsi eski yagmacıların hoyratça saldırısı sonucu yıkılmış durumdalardı.
    Mimar Akmedov Annamurad’ın yardımıyla Gabriele bu türbelerin ne biçimde, hangi özellikle inşa edildiklerini öğrenmeye çalıştı.
    İki günlük çalışma sonucu yıkılmış olan türbenin ne biçimde olduğunu meydana çıkartacak olan parçalar tekrar birleştirildi.
    sonuç sevindiriciydi. Gabriele Rossi Osmida ;
    ” Bu mezar duvarları olan aynı küçük bir ev gibi inşa edilerek iki kısımdan oluşmakta. Bir taraf gece, bir taraf gündüz için ayrılmış. iki pencere olan bölümün karşısında bir ocak var.Buranın sakini ocağın yanında yatıyordu.
    Bu ne anlama geliyordu ?
    Bu uygarlıkta öldükten sonra başka bir yaşama inanılıyordu. Öldükten sonra yaşamın zamandan öte bir yerde devam edeceğine inanılmasından, değerli özel eşyaların bulunduğu güzel bir ev inşa ediliyorduki öldükten sonraki yaşamında da buna benzer bir yerde huzur içinde devam edilelineceğine inanılıyordu.”
    Bu yapıtlar ve eşyalar arkeologlara Karakum/Gonur Tepe insanlarının sanatta, bilimde,zerafet ve süslenmede ne kadar ileri olduklarını gösteriyordu.
    Bu buluntular bize bir biçimde zamanının diğer uygarlıklarıyla karşılaştırmasınada olanak veriyordu.
    Yazım biçimlerini baştan silindir damgalara görselleyen karakum insanlarıyla aynı benzer ilk yazım özelliklerini gördüğümüz sümerler mezopotamyada ilk yazıyı yazacaklardı.
    Nihayet güneş gibi dörtbir yanını aydınlatan Anu’nun kalbinde yer alan karakum Göksuri uygarlığının varlığı ispatlanmıştı.
    Ne yazıkki arkeologların günleri daralıyor, araştırmalara son verme günleri yaklaşıyordu.
    Gabriele için bu geniş alana yayılmış uygarlık sırlarının hepsini henüz vermemişti.
    Gabriele diğerlerine göre çok büyük olan bir mezar içinde çalışmaya baslamıştı. Kuşkusuz bu bir kağan mezarıydı.
    Kayda değer hiç bir şey bulunmuyordu .
    Gabriele; ” Bu mezarda anlaşılmayan bir şeyler var, burda yatan soyluya ait bir sürü kırılmış seramikler bulunuyor, hepsinin kırık olması galiba hırsızların değerli eşya bulamadıklarından olsa gerek, sinirden bu seramikleri kırmış olmalılar. Bu bize burda saklı birşeylerin olabileceğini gösteriyor ”
    Gabriele Tanrı’ya sunulan eşyaların burda bir yerde saklı olduğundan emindi. Mezarın tabanının bir bölümünde çamurla karışık taşlardan yapılmış sert tabana odaklanarak ümidini yitirmeden çalışmasına devam ediyor. Devamında tabakanın altında çok ince kumdan oluşmuş katmana ulaşıyor.
    İlk baştan çok ender bulunan bronzdan uzunca gagalı bir vazo meydana çıkıyor. Bu bulgu bize mezarın sahibinin çok önemli ve varlıklı birisi olduğunu gösteriyordu.
    Mezardan çıkan çevresi özenle işlenerek biçimlendirilmiş büyükçe bir tas için Gabriele; “eski çağlardan kalma eşyalardan simdiye kadar bu kadar güzelini görmemiştim, bu yaşamımda gördüğüm en güzel nesne” yorumunu yapıyordu.
    Bu nesneler, eski çağ hazine avcısı hırsızların aradıkları eşyalardı.
    10 yıldır bu çölde çalışan arkeologlar için bu hazine tam umutsuzluğa düştükleri zamanda meydana çıkıyor.
    Gabriele, mammamiya diye haykırarak bulduğu bu değer biçilemez hazine karşısında sevincini gizleyemiyordu.
    İlk defa Gabriele ve Victor İvanovic bir soyludan arda kalan eşyaların tamamını inceleyerek bir sonuca varacaklardı.
    Özenle yerinden çıkarılan kusursuz bir sanat eseri olan uzunca gagası olan bu vazo bu insanlar için çok değerli olan su’yu kullanmak için yapılmıştı.
    Birbirine kaynakla yapıştırılmış bronzdan yemek ve meyve tabağının yanında bulunan altın incilerin olmasından çok arkeologları daha çok bu madeni bu kadar güzel islemiş olmaları ilgilendiriyordu.
    En az dört bin yıl öncesine ait bu eşyalar üzerine zamanın sanatçıları, günümüz zanaatkarlarını kıskadıracak güzellikte sabırla nakış işlemişlerdi.
    Gabrilele Rossi;
    ” Bu geometrik motifli nesneler o kadar çok muhteşemki sanki günümüzün çağdaş kalıpları kullanılarak yapılmış gibi duruyorlar. Ama bunlar sabırla bir çekiç ve bir demir çubuk kullanılarak işlenmiş. Bu inanılmaz şaheserleri meydana getiren sanatcı baştan sert bir taşa veya demir çubuğa biçimler vermiş ve sonra eşyaların üzerine bu biçimleri işlemek için kullanmış. Benim için bu sadelikle ulaşılan mükemmelliğin doruk noktasıdır”
    Bu eşyalar günlük yaşamda kullanılışlı olmalarından öte bir sanatın sonucu meydana getirilmiş şaheserlerdi.
    Bu eşyalar kökleri uzun zamanlar öncesine dayanan sanata ve zerafete önem veren ince ruh’lu bir uygarlığın şaheser ürünleriydi, ve geçmişten bizlere bilgiler veriyordu.
    Bazen bir taşa islenmiş ayakkabı,kuş biçimleri,bazende bir iğnenin topuzuna gümüşten yapılmış bir koyun.
    Gabriele; ” bu güzel kokulu parfümlerin konulduğu küçük bir vazo, kapağı hala üzerinde duruyor”
    Nihayet son bir parça kalıyor geriye, bu tahta üzerine renkli taşlarla islenmiş bir mozaik. Bu mozaiğin görüntüsünü bozmadan çıkarmak için Gabriele çürümüş,fosilleşmiş agaçları kimyasallarla sertleştirerek bütün olarak çıkartıyor.
    Ansiklopedilerde eski çağdan kalma küçük renkli taşlarla resmetme sanatı olarak bilinen mozaik’in ilk yapılış bilgileri Mö 500 yılları verilirken bu sanat yapımı karakumda 2.500 yıl öncesinden kalmaydı !!!
    Türk ulusunun ataları olan Göksurilerin kurdukları Anu/karakum uygarlığı şimdiye kadar öğrendiğimiz insanlık tarihini alt üst etmeye devam ediyor.
    Gabriele Rossi ”
    ” Bu koç kafalı gümüşten iğnedeki muhteşem sanatı bizler klasik sanatta
    (en geç tarih Mö 500) ancak görebiliyoruz. Bu şu anlama geliyor; Örneğin eski Yunan’da bu biçimleri görebiliriz fakat burdaki işleme kıvrımlarının mükemmelliğini bir iğne topuzunda bulmayı, bazen bir koç kafası, bazende bir kuzu olarak hiç beklemiyorduk. Bronz çağından kalma inanılmaz şaheserler bunlar.”
    Karakum, sanatın ve zerafetin yaratıldığı çağ olarak gösterilen eski yunan uygarlığı bilgisinide altüst ediyordu.
    Küçük nesnelere, bir iğnenin topuzuna bile incelikle yapılmış mükemmel görüntüleri eski Yunan uygarlığında bile göremiyoruz.
    Bu şaheser eşyalar atalarımız tarafından karakumda eski yunan uygarlığından 2 bin yıl önce göz nuruyla, sabırla Anu’da işlenmişti.
    Gabriele;
    “bu kadar güzel sanatsal incelikte olmaları bu insanların becerilerini ve sanat zevklerinin olağanüstü olduğunu gösteriyor.Aynı bu eşyada olduğu gibi, bundan önce, ne yakın doğuda, ne ortadoğuda nede asyada hiç böylesine denk gelinmedi.Bu gümüşten kablumbağa sırtının görüntüsü işlenmiş bardak görevi gören bir vazo”
    Bu eşyaların incelik ve sanatsal yaratıcılığı bize zamanının en büyük uygarlıklarından biri olduğunu gösterdiği gibi bizi barışçıl ve insancıl bir dünyaya da götürüyordu. Arama yapılan yüzlerce mezardan kayda değer hiç bir silah bulunamadı.
    Bu bize savaşsal sanattan çok yaşamdan zevk alan, güzelliğe önem veren ince ruh’lu bir milletin buralarda yaşadığını gösteriyordu.
    Bu insanlar galiba çölün ortasında olmalarından dolayı çöl tarafından bir nevi korunuyorlardı.
    Burasının kurak, çorak, yaşam şartlarının çok zor olmasından dolayı başka milletler belkide buralarda macera aramaktan çekinmişlerdi.
    Karakum Göksuri insanları,Sümerler ve torunları Türkler, diğer uygarlıkları yağmalak ve mallarını almak için hiç biz zaman savaşmamışlardı.
    Türkler yaşama ve özgürlüklerine çok önem vermelerinden, diğer milletlerin tehtitsel saldırıları sonucu bu değerleri korumak ve özgürce yaşamak için hiç bir güç karşınında boyun eğmeyen,haksızlığa tahammül edemediğinden zalime baş kaldıran savaşçı bir ulus olmuşlardı.
    Türklerin tarihte ne pahasına olursa olsun hiç bir zaman bir başka milletin esaretine girmemeleri, özgür, huzurlu ve barış içinde bağımsız bir yaşama ne kadar çok önem verdiklerini gösteriyordu.

    Oraz Babakov’un iskeletler üzerinde incelemeleri bize insanın bulunduğu çevreyle bütünleşerek çok güzel uyum sağladıgını gösteriyordu.
    Antropolog Oraz babakov;
    ” Burada yaşamış olan insanların bedensel olarak birbirleriye çok büyük farkları yok. Kafa yapıları çok homojen, aynı türden insanlar bunlar. En uzun erkek boyu 1.67 metre. Kadınların ortalama boyu 1.55 metre.
    Ortalama 37 yaşına kadar yaşıyorlardı, bu bronz çağına göre gerçekten çok önemli ve uzun bir yaşam süresi. Bu aldıkları gıdalarla ilgili olmalı. Besin değeri yüksek zengin gıdalar tüketmiş olmalılar. ”
    Bu ulusun besin zincirini oluşturanlar gıdalar nelerdi ?
    Çölde ne üretiyorlardı ?
    Yanıt ise İtalyada.
    Coma kenti botanik ve arkeolojik tarım araştırma labarotuarlarında karakum kentlerinden kömürleşmiş tohumlar getirilerek incelendi
    Aralarında arpa tohumlarınında olduğu, kömürleşmiş bir sürü tohumun hangi bitkilere ait olduklarını bilim insanları tohumlar üzerinde çalışarak öğrendiler.
    Gonur tepedeki bu insanlar tarım yaparak arpa ekip biçiyorlardı, başka tohumlarda vardı. Bazıları muhtemelen üzüm çekirdekleriydi ve diğer meyvelerin çekirdekleride bulunuyordu. Bunlar büyük ihtimal şeftali ve erik olmalıydılar. Sebze kalıntılarınada raslanıldı. Bu ürünler et ve süt’le beraber bu insanların besin zincirini oluşturuyordu.
    Elekronik mikroskopla o dönemden kalma küçük ağaç kalıntıları incelendiğinde, buradaki doğa ve bitki örtüsü ile ilgili bizlere bilgiler veriyordu. Küçük ağaç parçacıkları su kenarında yetişen kavak ağacına aitti.
    Oysa burası çölün kapladığı bir alandı ,kavak ise su kenarlarında yetişen, bol suya ihtiyaç duyan bir ağaç türü. Kavak gibi ılgın ağacınında burda yetişmesi, o dönem burda suyun bol olduğunu gösteriyordu.
    Burda, çöl’de yetişmeyen değişik türden tarımla yetiştirilen bitkilere ait tohumlarda bulunmuştu.
    Önceleri burada bir ırmak vardı. Karakum insanları bu ırmağı kullanarak sulama arklarıyla tarlaları suluyor, tarım yapıyorlardı
    10’larca hektarlık alanlarda hububat ürünleri ve meyve ağaçları yetiştiriliyordu. Arkeologların tahminlerine göre 5 bin kişinin yaşadığı bu kentlerin su ihtiyacıda arklarla ırmaktan getirilen bolca suyla karşılanıyordu.
    Bazı kentlerin çevresi 2 metre kalınlığında, güneşte pişmiş kerpiç duvarlarla korunuyordu. içinde sanatçılara ait mahalle, alış veriş yapılan dükkanlar ve halkın toplandığı pazar yeri vardı.
    Kentin ortasında soylu yöneticilerin kaldığı bir saray bulunuyordu. Bu merkezi yönetim yerinde nasıl bir yönetim biçimiyle hangi kurallardan oluştuğu ile ilgili şimdiye kadar hiç bir şey bilmiyoruz.
    Günümüzde ise bu kentler yaşayanlarının terketmesi sonucunda ve asırlardır yer altında sesizlik örtüsüyle örtülmüş olmanın verdiği alışkanlıkla suskunlar. Sadece bu kentlerin son kağanı Victor İvanovic görmeye geliyor.
    Niçin bu kentler terkedildi ve kayboldu ?
    Bu uygarlık neden son buldu ?
    Son kağan Victor İvanovic için yanıt çok kolaydı ve hep aynı nedendi…
    “SU”…
    Victor İvanovic;
    ” Gelişmişlikten elde edilen mutluluk ve huzur burda hüküm sürüyordu.
    Murgap ırmağı buradan geçiyordu.Tarım alanlarında ve günlük yaşamda kullanılan su’yun dışında buralarda fazlasıyla su vardı.Topraklar bereketliydi, ama bir çok ırmak gibi murgap’ın yatağı batıya kaydı. Bu gün burasının 50 kilometre ilerisinden akıyor. Su yoksa yaşamda yok.Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir toplumun burada yaşaması imkansızlaşıyor.Tarlalarını neyle sulayacaklar? Günlük ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar ? iste bunun için burda yaşam sona erdi, insanlar başka yerlere göç ettiler”.
    Karakum ,Gonur tepede arkeologların çalışmaları daha bitmemişti, ama bulunan eşyalar, verilen emek ve yoğun çalışma amacına ulaşmıştı.
    Araştırmalardan elde edilen değerli eşyaların günlük yaşamda kullanılırlığı ve içerdiği simge ve imgeler bize muhteşem bir uygarlık ürünü olduğunu göstermişti.
    Gabriele Rossi Osmida ;
    ” 10 yıldır yaptığımız çalışma ve görevimiz sonunda, M.ö. 4 bin yıl ve M.ö. 2 bin yılları arasında burada gerçekten çöl ortasında yeşermiş ileri bir uygarlık bulunuyordu. Bu uygarlık insanları diger insanlarla alış veriş yaparak ilişki içindeydiler.Özelliklede kültürel ve siyasi fikirlerle doğu ve batı arasında fikir alışverişlerinde bulunuyorlardı. Bu uygarlık çölün bir ucundan öbür ucuna kadar kale ve hisarlardan oluşmaktaydı.Kesin bir rakam vermesemde Gonur tepede 30 kadar kent birikintileri var. Biz ne zaman bu kentlerin hepsini yeryüzüne çıkarır ve hepsini incelersek, o zaman aynı eski Yunan gibi büyük bir uygarlığın ondan 2/3 bin yıl önce burada oluştuğunuda görürüz.Bu uygarlık bronz çağından kalma olmasına rağmen eski Yunan uygarlığına eş değer ileri bir uygarlıktır”
    Karakum, Gonur tepede şimdiye kadar yapılan çalışmalar bize bu insanların örfsel ve siyasi yapılanma ile ilgili azda olsa fikir vermekte. Türklerin atalarının kurduğu muhteşem uygarlığın daha çok kayıp halkaları var. Genişce alana yayılmış bir çok kent kumların altında. Bilim ve merak aşkıyla insanlığa bir şeyler verebilmek için yaşamlarını insanlık davasına adamış Victor İvanovic Sarianidi, Gabriele Rossi Osmida ,Ferdi Muradov ve Oraz Babakov gibi varlıklarını bilime adamış bilim adamları olan torunlarını bekliyor.
    Karakum tarihinin daha başlangıcındayız.
    Tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilir,gizli kalabilir ama asla yok olmaz, edilemezde.
    İnsanlık tarihi yeniden, tekrar eskiden olduğu gibi yine Anu’dan yazılacak.
    Acı köy yerleşim mezarlığında 5 bin yıl önce toprak altında ebedi dinlenmeye çekilen karakum sakinleri yeniden günyüzünü görmeye başladılar. Açılan mezar skonukları asırlardan kalma sakinlikleriyle baş uçlarında değerli eşyalarıyla beraber taştan bir yorgan altında ölümden sonraki yaşama kavuşmanın huzuruyla yatıyorlardı.
    Bir sonrakiler de aynı biçimde, başları kuzeye, yüzleri sağ tarafları üzerine dönük yatıyordu. Bu insanlar inanç kurallarına göre bu biçimde gömülmüşlerdi.
    Kutup yıldızı kuzey kutpu üzerinde sabit durduğu için Tengri inancında kıble görevi görüyordu.
    Tengri inancındaki Türkler kutup yıldızını Tengri’nin aydınlık dünyasına açılan kapı olduğuna inandıkları için kurgan ve mezarlara gömdükleri ölülerinin başlarını kuzeye,kutup yıldızına denk getiriyorlardı.
    Gaziantep, Kilis’te m.ö. 3 bin yıllarından kalma küçük bir kent mezarlığında da ölüler aynı biçimde gömülmüştü.
    Bu mezarlıklarda gördüklerimiz insanı ürperten ölümün soğuk yüzü değil,yaşamın gerçekleriydi.
    Yüz yüze, sonsuza kadar, çok sevdiği çocuğuyla bir ana kucağında evladıyla ebedi dinlenmeye çekilmişti.
    Galiba yaşamın acı kuralları ikisine aynı anda işlemişti. Yaşamda olduğu gibi aralarında olan sevgi bağını öldükten sonrada devam ettirmişlerdi. Ana yavrusunu ölümde de bağrına basıyordu.
    Karakum insanları Tengri’yi kusursuz güzellikte bir kadın olarak değil, kusursuz güzellikte sevgi ve şefkatli bir ana gibi sevdikleri için bu biçimde betimlemişlerdi.
    Antropolog Oraz Babakov mezarlıkta arkeologların işleri bittikten sonra mezarlardaki iskeletleri inceliyordu.
    Bir iskeletin başı altında bir damga buluyor.
    Bu buluş, bu uygarlığın başka bir özelliğinide bizlere gösteriyordu.
    Bu damgalar özellikle kafalarının altına yerleştirilmişti.
    Kadın mezarlarında devamlı bu tür bulgularla karşılaşılıyordu. Muhtemelen üst düzey kadınlardı bunlar. Gömülürken değerli eşyalarıyla beraber varlıklı olduklarını simgeleyen damgayla gömülmüşlerdi.
    Bu uygarlıkta damgalar, seviye derecesini veya bir ürünüde simgeliyordu. Damgaları önemli kişiler, üretilen veya ticarette kullanılan malları denetlemek için kullanıyorlardı.Elde edinilen bütün damgalar kadın mezarlarında bulunulmuştu.
    Bu bize bu uygarlıkta kadınların önemli olduğu kadar üst düzey yönetici ve yönledirici bir makama sahip olduklarınıda gösteriyordu.
    Mö 3 bin yıllarına kadar Karakum uygarlığı ana erkil bir toplum yapısında olmasından,kadın liderler aile içinde ve toplumsal yaşamda söz sahibiydiler.
    Bu gelenek anadoluda yaşayan insanlarımızda hala devam ettirilmekte. Bilhassada torun sahibi olmuş kadınlarımız ailenin en önemli sözü dinlenen, karşı gelinmeyen, saygı gösterilen birey konumundadırlar.
    Bu insanlar geçimlerini hayvancılık ve tarım üzerine kurdukları için savaşcı,fetihci bir uygarlıkta değildiler.
    Tanrıça heykelciklerine bereket ve huzurlu masumiyet imgeleri işlenmişti.
    Ne bir heykelcilikte, ne bir damga ve amülette silah ve savaşı anımsatan imgeler işlenmemişti.
    Açılan binlerce mezarda silahla öldürülmüş iskelette yoktu.
    Burası barışın ve sevginin hüküm sürdüğü, yaşamdan haz alan insanların oluşturduğu, bereketin ve huzurun bolca olduğu bir uygarlıktı.
    Burası kökleri 40 bin yıl öncesine dayanan, Mö 4 bin yıllarından kalma, insanca yaşanılan, huzurun hüküm sürdüğü mutlu insanların ülkesiydi.
    Arkeologlar mezarlıkta beklenmedik bir durumla karşılaşıyorlar.
    Burda bir hayvan insanların arasına gömülmüştü. Bu “Alabay” cinsi Türkmenistan çöllerine has çoban köpeklerinin atasıydı.
    Günümüzde bu alabay’ın torunları hala Türkmen sürülerine bekçilik yapmaktalar.
    5 bin yıl önce muhtemelen bu alabay’da sürüleri ve sahiplerini koruyordu.
    Zamanında insanlar arasındada özel bir yeri ve değeri olmalıydıki, bu nedenle o’da insan mezarlığına gömülmeyi hak etmişti.
    Aramalarda elde edilen damga ve amületletlerde çoğunlukla kartal ve yılan simgeleri bulunuyordu. Bu simgelerin çoğunlukta olması sıradan bir süsleme için kullanılmadığını gösteriyor.
    Kartal ve yılan simgeleri, eski bir çok uygarlık nesnelerinede işlenmişti.
    Bu simgeler, yeryüzü ve gökyüzü muhalefetini, bereketi, yaşam çizgisini ve öldükten sonra tekrar dirilerek öbür alemde yaşamayı ve ilahi sırları simgeliyordu.
    Acı kumda bulunan bu damgalar sade simgelerden öte uyulması gereken inanç kurallarınıda anlatıyordu.

    Gabriele Rossi;
    “Bu damgalardaki simgeler, iyi ile kötüyü , güzel ile çirkini , Tanrı’yı, dini inançla ilgili öyküleri barındıyor. Birbirleriyle bağlantılıları olan bu görseller insanların uyması gereken inanç kurallarını simgeliyordu. Birliktelik içinde olan kartal ve yılan simgesinin arkasında bir şeyler saklı olmalı… Yeterli amülete daha sahip değiliz, ama daha fazlasını bularak bu uygarlığın efsanelerini ve inancını öğrenebiliriz”
    Arkeoloğa göre 6 bin yıl önce kurulmuş uygarlık kentlerinde bir inanç yaşatılıyordu. Lakin elde sadece karmaşık, sıralarının bilinmediği birkaç amület vardı. Yaz’ın kavurucu sıcaklığı 50 dereceyi bulduğu karakumda çalışmalara son veren Gabriele Rossi Osmida, Venedike dönerek hiç vakit kaybetmeden karakumda bulduğu amületlerdeki simgeler üzerine çalışmaya başlıyor. Diğer uygarlık simgeleriyle benzerlikleri olabilir olasılığıyla karşılaştırma yapıyordu. Bazı simgeler ve özellikle yılan ve kartal betimlemesi bütün uygarlıklarda görülüyordu.
    Acaba aynı öykülerimi saklanıyordu bu simgelerin arkasında !!!
    Ne anlatılıyordu ?
    Gabriele, Almanyada yaşayan, Martin Lütherking üniversitesinde profesör olan ve eski ortadoğu mitolojisinde uzman olan Sindia Winkelmanı Venedike davet ediyor.
    Görüşme, araştırmalara destek veren Ligabue vakfının merkezinde yapılıyor.
    Sorunun içinden çıkamayan Gabriele, Sindia’ya bu nedir diye bir soru yöneltir.
    Sindia Winkelman için bunlar, kuşkusuz insanlığın ilk efsanelerinin en eski simgeleriydi.
    Sindia Gabriele’ye Etena/Atana/Atapa mitolojisini biliyormusunuz diye bir soruyla beraber bunların Etena/Atana efsanesinin anlatıldığı öykü simgeleri olduğunu söylüyor.
    Atana mit’i insanlığın en eski efsanesidir.
    Amületler düzgün sıralandığında öyküde anlaşılır, okunur bir hal alıyordu.
    Bu öyküleri biz karakumdan çıkan silindir damgaları hamur üzerinde çevirdikten sonra çıkan görsellerin anlatımlarından öğreniyoruz.
    Öykü şöyle başlıyor ;
    Kartal ve yılan bir zamanlar yaşam ağacında barış içinde yaşıyorlardı.
    Bir gün kartal, kalbinde ve beyninde kötü düşünceler hisseder. Sonra yavrularıyla yılanın yumurtalarını yemeye karar veriyor ve yumurtaları yiyor.
    Tanrı’nın yardımıyla yılan öcünü almak için ölü bir hayvan leşinin içine saklanır.
    Kartal tam leş’i yemek için konduğunda, yerinden çıkan yılan kartala saldırır.Kartaldan öcünü alan yılan, yaralı kartalı çıkamayacağı bir çukurun içine atar.
    Amület ve damgalarda anlatılan bu öykü Mö 2 bin yılından kalma Sümer yazıtlarında da görüyoruz ama karakum, gonur tepedeki silindir damgalardanda anlaşıldığı gibi efsane çok öncelerden kalma.
    Sindia Wilkelman ;
    ” Bana göre, Etena/Atana öyküsü bütün insanlık tarafından bilinen bir olguydu. Lakin yazılı olarak Mö 2 bin yılından kalma eski güney mezopotamyada Sümer yazıtlarında bulunabilindi”
    Karakumda bulunan Mö 4 bin yıllarından kalma silindir damgalardaki görseller aynı öyküyü anlatıyordu.Tekrar Karakum’a dönen Gabriele amület ve damgalarda Etana/Atana öyküsünün anlatıldığını delillendirmek için öykünün devamını bulması gerekiyordu.
    Konuyla ilgisi olabilecek Arkeoloji ile ilgili çevreye haberler gönderdikten iki gün sonra ülkesinin tarihinde uzman olan, Türkmen gazeteci Bolodiya elinde eski döneme ait bir kaç silindir damgayla ziyaretine geliyor.
    Bu nesneler, bu uygarlığın geleneksel özelliklerini taşıyan damgalardı. Silindir damglar Türkmenistan’da kendi imkanlarıyla aramalar yapan geçmişe meraklı insanlar tarafından bulunmuştu.
    Bu damgalar Etena/Atana efsanesinin devamını anlatıyordu. Damgaları Gabriele’ye teslim eden Bolodiya ya Gabriele sonsuz tesekürler ediyor ama en çok tesekürüde Son kağan Victor İvanovic ve kendisi hak ediyordu.
    Türkmen gazeteci Bolodiya, Gabriele’ye şükranlarını sunarak ” Size ülkem Türkmenistan adına çok teşekür ederim, siz bizim uygarlık köklerimize inerek bütün dünyaya anlatıyorsunuz” diyerekten ne kadar büyük bir iş başardığını söylüyordu.
    Gerçektende öyleydi, Gabriele ve karakumun son kağanı Viktor İvanovic Sarianidi, bilindik tarihi ters yüz ederek, insanlık tarihini tekrar yazıyorlardı.
    Etena/Atana ile ilgili Verilerin tamamı artık Gabriele’nin elindeydi.
    İlk defa karakum uygarlığına ait silindir damga ve amületler birleştirilerek öykü anlaşılacaktı.
    Her görüntü tarihin bir dönemine tanıklık ediyordu.
    Yeni bir gücün doğumunu parçaları birleştirince anlayabiliyoruz.
    Bu Atana’nın, insanlığın ilk kağanı’nın doğumuydu.
    Damgalarda anlatılan öykü şöyle;
    Atana’ya Tanrı tarafından kağan’lık verilir.
    Lakin Atana varis bırakamaz, çocuğu yoktur,olmazda.
    Yılana ihanet etiği için cezalandırılan kartalın atıldığı çukura iner ve kartala anlaşma sunar. şöyle der; “eğer beni sevgi tanrıçasına götürürsen seni özgür bırakır, yaralarını iyileştiririm”
    Kartal öneriyi kabul eder, beraber Tanrı’ya doğru yükselirler.
    Yolculuğun sonunda Atana Tarıçayla buluşur, ve sorununu anlatır
    Tanrıça Atana’yı dinledikten sonra soyunu devam ettirebilmesi için yaşam suyu dolu bir tas verir.
    Güç erkektedir artık.
    Babadan oğula geçecek olan, devam edecek bir geleneğinde baslangıcıydı bu.
    Tarihi çok öncelere dayanan, en az 6 bin yıl önceden kalma damgalarda anlatılan bu öyküde Atana’nın Tanrı olmadığını, sadece soyunu ve inancını devam ettirebilmek için Tanrı’dan yaşam suyunu alan, yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisi olan ilk kağan olduğu anlaşılıyordu.
    İnsanlığın ilk kağanı, günümüzün söylemiyle Sümerlerin büyük tanrılarından kabul edilen Etana/Atana’nın Tanrı olmadığınıda bu damgalardan öğreniyoruz. Tengri inancının ilk kağanı Atana’dan sonraki sinsiledeki kağanların tanrılar olduğu iddiasinda bulunmanın, bu tarihi,delilli gerçeklerden sonra pek geçerliği ve mantığıda kalmıyor.
    Bu damgalardaki anlatımlara göre karakum uygarlığında yaşayan insanlar çeşitli tanrı veya tanrıçalar edinmemişlerdi. Onlar sadece tek bir sevgi Tanrıçasına inanmışlardı.
    Bulunan heykelcikler kadın olarak görsellenmiş tek Tanrı betimlemeriydi
    Bulunan erkek heykelcik ise Tengridan bir tas içinde yaşam suyunu alan insanlığın ilk kağanı Atana’yı simgeliyordu.
    Kökleri 40 bin yıl öncesine dayanan Anu’da, 6 bin yıl öncesi kentlerinde bu öyküler anlatılıyordu.
    Dinsel öyküleri bu insanlar nasıl algılıyorlardı, toplumda etkisi nasıldı ?
    Gabriele rossi-Osmida;
    “Mit içinde her zaman bir öykü gizler ve devamlı hatırlanmalıdırda.
    Bu mit’te önemli olan, soydan soya geçen ana erkil bir yapının devamını sağlamak için neolitik taş devrinden ve tarımın ilk yapıldığı,madenin ilk işlendiği çağdan beri soydan soya aktarılmış. Ana tanrıçanın bereketi ve yaşamın devamını sağlayan doğumu temsil ettiğini biliyoruz ama Atana kartalın yardımıyla gökyüzünde bulunan ana tanrıçadan yaşam suyunu almıştır. Biz bu olguyu karakumda öğreniyoruz. Atana’nın kağanlığından sonra yeryüzünde Ana erkil yapıdan, Baba erkil bir topluma evrilme olmuştur. Bu nedenden dolayıda Atana’ya insanlığın ilk kağanı ünvanı verilmiştir”
    Gabrile Rossi’ye artık bu değişimin delillerini bulmak kalmıştı.
    Burda, bu kentin kalbinde,Anu’da bir yerde gizliydi bu delil .
    İşçilerin temizledikleri topraklarda küçük, kırık dökük heykelcik kalıntıları görünüyordu, bunlar çanak parçalarından kolaylıkla ayırt edilebiliyordu. Gabriele aramalarında erkek heykelcik parçaları bulmuştu ama kafaları yoktu. Kazıdan çıkan topraklar elekten geçiriyordu ama önemli parça bir türlü bulunamıyordu.
    Kafalar bulunamayınca bu heykelciklerin buraya, karakumamı ait, yoksa başka yerden burayamı getirildiğini söylemek zordu.
    Gabriele heykelciklerin ilk bulunduğu alanı tekrar inceliyor. Bir odanın duvarında değişik bir şeyler görür.Kerpiçlerin arasında gizli bir bölme vardır. Özenle burada çalışmaya başlayan Gabriele sonunda aradığını bulur.
    Bu erkek egemenliğinin başlangıcını oluşturan kağan Atana/Atapa’yı simgeleyen bütün parçalarıyla bulunan bir heykelciktir.
    Hiç kuşku yoktu, bu heykelcik aynı özelliklerle yapılmış, karakum uygarlığına ait ilk Tanrıça heykelcikleri gibi aynı özellikleri olan Atana heykelciğiydi.
    Bu insanlar kutsadıkları ana tanrıçadan sonra inançlarına yol gösterici erkek önderlerinide bu biçimde ilk başlarda heykelini yaparak kutsamışlardı.
    Esas ilginç olan Karakum insanlarının Tengri betimlemesi yaptıkları kadın heykelciklerini giyinik olarak yapmış olmalarından sonra sanatsal olarak çok ince zerafette olan Atapa heykelcikleri yapmamışlardı.
    Bulunan Atapa heykelcikleri 10 binlerce yıl öncesine aitti.
    Bu bize Göksurilerin insanımsı tanrılar edinmediklerini gösterdiği gibi Tek bir Tanrı’ya inandıklarınıda gösteriyordu.
    Karakumdan başlayan bu değişim diğer uygarlıklarda da kendini göstermişti.
    Bu kadınların yönetici oldukları toplumdan, erkeklerin yönettiği bir toplum biçimine evrilmeydi.

    Bu toplum neye benziyordu ?
    Toplumsal yaşam nasıldı ?
    Kent yapısı aynı örümcek ağı gibi bölümleri olan ayrıntılarla inşa edilmişti.
    Dikkatli bakılınca sokaklar, halka açık meydanlar, özel odaları olan yerleşim yerleri seçilebiliyordu.
    Bu kalıntılar hala sesizdi, arkeologlar bu değişik yapıların ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorlardı.
    çalışma kentin kuzeyine odaklanıyor, buradaki odalar labirent gibi birbirlerine girişleri çıkışları olan yerlerdi.
    Ne için, kim için yapılmıştı ?
    Yanıt kentin labirentleri andıran bölümünün derinliğindeydi, burada bulunan büyük çanaklar mahsülleri uzun süre korumak için yapılmıştı.
    Burda, Anu’da 5 bin yıl önce bir sanatçı normal boyutları olan bir çanağı araç gereçlerini koymak için kullanıyordu.
    Çanağın içinde nakış, çizim ve taş üzerinde çalışmaya yarayacak demir, kazı kalemi gibi gereçler bulunuyordu.
    Burası bu sanatçının çalışma odası olmalıydı.
    Çalışma odasının bir kaç metre ilerisindeki uğraş meyvesini vermişti.
    Sanatçının yarattığı eserler burada hala duruyordu.
    Başka odalardaki kazan büyüklüğündeki geniş çanaklar şaşkınlık vericiydi.
    Arkeologlara göre bu odalar ürünlerin korunmasına uygun depo ve idarenin yapıldığı özel bir bölümdü
    Bu görüşü doğrulayan araç gereçleri Gabriele yine bu bölmelerin birinde buluyor.
    Bu bölüme Gabriele, “Acıköy” kentinin muhasebe odası ismini veriyordu.
    Bu bölmede satılan ve alınan malları kayda geçirmeye yarayan çeşitli biçimlerde damgalanmış düz hamurlar ve sayımda kullanılan, sayıların kazıldığı kertikli taşlar vardı.
    Düzen şöyle işliyordu; sayıları gösteren kertikli küçük yuvarlak taşlar, alınan, verilen malların hesabını yapmak için kullanılıyordu.
    Alış verişlerde ne kadar malın alınıp verildiği, kimin kimden ne kadar, neyi aldığı, çabuk kuruyan katı çamur hamura damgalanıyordu. Bu biçimde alım verimleri delillendiriyorlardı. çabuk sertleşen damgalı hamurlar, alış verişlerin belgesi oluyordu.
    Bu Anu, karakum insanlarının sanatta, tarımda olduğu kadar ticaretlede uğraştıklarının göstergesiydi.
    Bu insanlar kendilerinde olmayan çeşitli malzeme ve gıda ürünlerinden oluşan malları diğer insanlardan alışverişle temin ediyor, ürettikleri mallarıda satıyorlardı. Alım satımlar bu merkezden yönlendiriliyordu.
    Sayıları gösteren, kertikleri olan taşlar depolanmak üzere alınan veya kentin ihtiyacında kullanılması için elden çıkarılan ürünün ne kadar olduğunu hesaplamak için kullanılıyordu.
    Muhatapların mühürlerinin olduğu damgalanmış sert hamur, alınan, satılan malın adedini gösteren belgeler olarak muhattaplarda kalıyordu.
    Bu damgalar depolanan malları arşivlemek içinde kullanılıyordu.
    Çevrede üretilen ürünlerin tamamı bu merkezde toplanıyor, alış verişler buradan yapılıyordu, kentin bu bölümü sadece bunun için inşa edilmişti. Kent yaşayanları korunaklara koydukları malların tutarını gösteren hamura damgalanmış belgeleri kullanarak ihtiyaç halinde bu ürünlerini korunaklardan alıyorlardı.
    Ticaretin ve yönetimin yapıldığı büyük kentlerin çevresinde irili ufaklı köyler ve çok yakınlarında sadece yerleşim yeri olarak kullanılan özel uydu semtler bulunuyordu.
    Mimar Muradov için bu uydu semtler karakum yapılarının özelliği ile ilgili bilgi veren en uygun yerleşim yerleriydi.
    Odaların ortalama büyüklüğünü, açıların derecelerini, duvar derinliğinde malzeme konulan bölümlerin ölçülerini, bacaların biçim ölçülerini , duvarlardaki raflar ve ocakların içine yerleştirilmiş çanaklara kadar bütün ölçüleri aldı.
    Artık mimar Muradov aynı özellikte, aynı malzemeleri kullanarak, aynı özellikleri olan bir ev inşa edebilirdi
    Aynı 5 bin yıl öncesinde olduğu gibi pişmiş topraktan yapılmış kerpiçden ve tabanı sertleştirmek için sıkıştırılmış taşlarla bir ev inşa edildi. Aynı o dönemdeki gibi çamur harçla taban sıvanarak düzgünleştirildi, duvarlar sıvandı, aynı 5 bin yıl önesinde olduğu gibi tavana kirişler çatıldı ve çatı sıvandı.
    Aynı 5 bin yıl öncesinde olduğu gibi gece karakumun üzerine çöküyordu.
    Genellikle evler bir odadan oluşuyordu ve bütün aile burada kalıyordu.
    Burada el yüz yıkanılarak temizleniliyordu. Üretilen tahıldan un elde ediliyor, ekmek yapılıyordu. çanaklarda keçi veya tavuk etiyle pişirilmiş sebzelerden oluşan yemekler yeniliyordu.
    Anu’da Tengri’nin koruması altında huzur içinde uyunuluyordu….
    Ticaretin ve paylaşımın yapıldığı 10’larca hektar alana yayılmış büyük kentler üzerindeki çalışmalar tamamlanmak üzere. İçinden çıkılması olanaksız gibi görünen devasal kalıntıların sırları çözülmüştü.
    1974 yılından beri üzerinde çalışılan bu uygarlığın kent ölçüleri ve bilimsel verileri kullanılarak, simülasyon görüntüleriyle bu kentlerin nasıl olduklarını tam görebilirdik artık.

    Ana surlardan sonra kentin giriş yeri darca doksan derecelik kıvrımla yol sola dönüyordu. Kent meydanına girmek için dar bir boğazdan geçmek gerekiyordu. Bu hızlı giriş yapanları yavaşlatma amacıyla özel olarak düşünülmüştü. Böylelikle kente giriş yapanlar daha kolay denetleniyordu. Sonra kent merkezi olan alana giriliyordu, burada dışardan gelen satıcılar ve kent esnafı satış yapıyordu.

    Meydanın ilerisinde, kent yönetim yeri yakınında arkeologlar kentin en büyük toplantı odasını meydana çıkardılar.
    Burası önemli insanların ağırlandığı özel karşılama odasıydı.
    Ana kent merkezinin 10 kilometre çevresinde arkeologlar sekiz kent yerini bularak yer yüzüne çıkarttılar.
    Dokuz kentten oluştuğu düşünülen Anu karakum uygarlığına ait olan bu yerleşim yerlerinde
    10 binlerce insan yaşıyordu.
    5 bin yıl önce bu çölün arklarla sulanan kentler arası topraklarında tarım yapılıyordu.
    Araştırma yapılan ikinci kentte, başından beri arkeologlar tuhaf olaylarla karşılaşıyorlardı. Duvar kenarlarına gömülmüş küçük hediyeleri olan onlarca küçük çocuk iskeleti bulunuyordu. İskeletleri inceleyen antropolog Oraz Babakov kurban edildiklerine dair hiç bir ize denk gelmedi.
    Bu çocukların bir kısmı hastalıktan, bi kısmıda doğduktan sonra ölmüşlerdi.
    Küçük yaşta ölmelerinden dolayı mezarlığa gömülmediklerini ve evin kenarına ne amaçla gömüldüklerini nasıl anlayabilirizki !!!
    Arkeolog ve antropologlar için bunun yanıtı kolaydı.
    Burası ilk terkedilen kentlerdendi, çevredeki köy ve uydu semt sakinleri terkedilmiş bu kenti çocuk mezarlığı olarak kullanmışlardı.
    Murgap ırmağı yatak degiştirerek kentlerden uzaklaşıyordu. Tarım alanlarında fazla ürün üretilemediği için zanaat ve tarımla uğraşan insanlar göç etmek zorunda kalmışlardı.
    Yavaş yavaş kentler boşalıyor, tarım alanlarını besleyen ark’lar bakımsızlıktan işlevini kaybediyordu. Bentlerinden oluk oluk akan suların yerini kum ve toprak dolduruyordu.
    Mö 1.700 yıllarında, arda kalan insanlar sadece ticaretin yapıldığı merkez kentte toplanmışlardı, burda bin yıl daha kaldıktan sonra, Anu, karakum, Göksuri uygarlığının son sakinleri olarak, onlarda Mö 700’lü yıllarında tamamen karakumu terkedeceklerdi.
    Karakumun son kağanı Victor İvanovic Sarianidi’nin bulduğu kalıntılarda Gabriele Rossi Osmida’nın önderliginde Türkmen bilim adamlarının yıllarca süren çalışmaları sayesinde Anu,Karakum Göksuri uygarlığı günyüzüne çıkarılmıştı.
    Yapımcı Marc Jampolsky, “Karakum vaha kentleri” isimli belgeseli 2007 yılından itibaren avrupa geneline şifresiz yayın yapan, Almanya ve Fransa devletlerinin ortak oluşturdukları sanat ve bilim Tv’si olan ARTE televizyonunda dönem dönem yayınlandı.
    Marc Jamposky’nin karakum yapıtı Rus tv’lerinde de gösterilmişti.
    Üçüncü sınıf, miadi dolmuş ,uftan puftan oluşmus eski belgeselleri her ay tekrar tekrar yayınlayan Türk ulusal Tv’leri Türklerin 40 bin yıllık geçmişlerinin anlatıldığı bu muhteşem uygarlık üzerine yapılmış bu belgeseli nedense hiç biri gösterime almıyor,
    görmemezlikten geliyorlar !!!
    Ne yapılırsa yapılsın, ne edilirse edilsin, tarihi gerçekleri bir müddet gizleyebilirler ama 40 bin yıllık Türk tarihi asla yok edemezler.
    Sonuçta karakum bulguları, tarihi kalıplaşmış eski çağ bilgilerini alt üst etmişti.
    5-6 bin yıl önce insanlar neler söylediler, neleri söyleyemediler !!!
    Neleri hayal ettiklerini öğrenmemiz için Anu’ya, karakuma daha çok yolculuk yapmamız gerekiyor.
    Karakum daha sırlarının hepsini vermedi, sadece gösterdiklerini biz görebiliyoruz.
    40 bin yıllık gizem dolu sırlarıyla Anu hala insanlık tarihini yeniden yazacak sevdalılarını, özelliklede torunlarını bekliyor.
    http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/a40-bin-y%C4%B1ll%C4%B1k-anu%2ckarakum-goksuri-uygarl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-/

    • kadir dedi ki:

      sayın toro…

      “Kuranın tanrısı elçisine kıyamet gününü ve o gün orada göreceklerini hatırlatıyor, siz bana hala demogoji yapıyorsunuz! Kendinizi bu kadar kasmak yerine 89 ile 90. ayetide okuyun,açılırsınız! Sanırım sevgili kadir bu eşsiz Neml,88 yorumunuza kucak dolusu teşekkürleriyle iştirak ederek sizi rahatlatacaktır!” sizden alıntı..

      maalesef ki ayetleri çarpıtmakta üstünüze yok.. neml 88. ayette kıyametten bahsetmiyor.. yani düşüncesizliğinde bu kadarı artık.. siz okuduğunuzu anlamakta güçlük çekiyosunuz.. çünkü amacınız ağzını bükerek gerçeği saptırmaktır..

      neml 88. ayete bak bakalım…

      “sen dağları görürde yerinde durur sanırsın. oysa onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler.. ” ifadesinde “sanırsın” ifadesi kullanılıyor.. kıyamet gününde hareket eden dağları görüp onları sabitmi sanacağız.. siz gözünüzle şahit olduğunuz hareket eden bir neyseyi sabitmi sanırsın.. kıyamete insanlar şahit olacaklardır.. dağların yürümesi kıyamette gerçekleşecek bir durum ise insan bunu açık açık görecektir.. işte demekki bu kıyamete değil dünya üzerindeki allahın sanatına vurgu yapıyor.. bu kadar mantıksız, çarpıtıcı yorum yapmak vicdanınıza sığıyomu.. bombardımana son hızla devam ediyosunuz.. siz ancak kendinizi kandırırsınız..

      sevgili toro.. kıyamet günü ile ilgili dağların durumuna yönelik birçok ayet vardır. bunları görmezden gelip neml 88. ayet hakkında yorum yapıyosunuz.. gerçi anlamayacaksın ama yinede yazayım dağların durumunu;

      “dağlar atılmış yün gibi olur.” (kaariah suresi)
      “dağlar parçalanıp unufak olur.”
      “yeryüzü dümdüz olur”
      “sana dağların durumunu sorarlar deki; rabbim onları darmadağın edip savuracak, yerlerini bomboş, çırılçıplak bırakacaktır. orada ne bir eğrilik göreceksin, nede bir tümsek” (taha-105,107)
      “Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak” (Mearic Suresi, 9)

      görülüyor ki kıyamet günü dağlar ufalanmak ve darmadağın edilmek maksatı ile yerlerinden hareket ettirelerek yeryüzünün dümdüz olması sağlanacaktır.. kıyamet günü dağlar bulutlar gibi niye yürüsün. bu kadarda saçmalama olmaz..

      Denizlerde yüce dağlar gibi gemilerin yürümesi de O’nun kudretinin delillerindendir. (şura-32)
      Denizde dağlar gibi yükselmiş, akıp giden gemiler de Onundur. (rahman-24)

      bu ayetler dağların hareketlerine vurgu yapan ayetlerin.. akıp giden gemilerin dağlara benzetilmesi dağların aslında yeryüzü ile birlikte ve ayrılmaz parçası olarak hareket halinde olduğunu söylüyor.. kazık gibi yeryüzüne çakılı olan dağlar (nebe-7) ağır baskı görevini görmektedir.. yük dolu kamyon yolda nasıl sarsılmadan ilerliyor ise, içi boş kamyonda sürekli sarsılarak ilerler..

      sayın toro…ayetleri kasıtlı olarak çarpıtmaktan ne zaman vaz geçeceksiniz.. yoksa allaha nefsinizi şirk koşmaya devam mı edeceksiniz?

      dağların sabit olduğu sizin ağzınızdaki laf ve iftiradır.. kuranda böyle bir ifade yoktur.. neml -88 ayet kıyametteki durumu anlatmamaktadır.. aslında dağların hareketli olduğunu bildirmektedir. fakat yeryüzünde bizlerin bu durumu farketmediğimizi bildirmektedir..

      kuranı kerimde hata yoktur.. o alemlerin rabbi olan tarafından alemlere rahmet olsun diye indirilen allahın kelamıdır.. hata sizin beyinlerinizdedir..

      • toro dedi ki:

        Sayın kadir,

        Siz yazmak için kendinizi niye zorluyorsunuz anlamış değilim. Ondan sonra kendinizi saçma sapan durumlara düşürdüğünüz anlarda size tatlı-sert takılmalarıma tahammül edemiyor, öfkeleniyor ve beni düşman görmeye başlıyorsunuz!

        Neyse, diyorum ya benim işim kuranın tanrısını size karşı savunmak! Çünkü ona sözde inanıyorsunuz ama ne söylediğini anlamıyorsunuz! Normal konuşma dilinden, gelecekte ya da geçmişte meydana gelecek ya da gelmiş olayların nasıl anlatıldığından da bihabersiniz!

        Oysaki ben zorlanmayasınız, neml suresinin 87.ayetiyle başlayan anlatının kıyametten sonraki sürece ait olduğunu göresiniz diye Neml,87 ile 88 i birleştirerek ve geçiş kelimelerini büyüterek yazdım! Ama görüyorum ki nafile!

        Şimdi size soruyorum, Neml 87 de kuranın tanrısı kiminle konuşuyor?
        Kimdir o,

        ”Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla” ması gereken?

        O hatırlayacağı gün neler olacakmış? Bakalım;

        ”Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.”
        ”Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın.”
        ”Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler.”

        Peki nasıl olurda dağlar hareket edebilir?

        Çünkü kuranın tanrısı ”her şeyi SAĞLAM ve YERLİ YERİNCE yapandır” ve ancak o SAĞLAM ve YERLİ YERİNCE yaptıklarını hareket ettirebilir yani YERLİ YERİNDEN oynatabilir!

        Ayet o kadar açık ki içinde açıkça SAĞLAM ve YERLİ YERİNCE yaptıklarımı zamanı geldiğinde yerinden oynar hale getirebilirim diyor. Hadi bu ayeti okuyunca şimşek çakmıyor peki daha önce sizinle yine bu konu için paylaştığım aşağıdaki ayetlerde mi o şimşeğin çakmasına yardımcı olamıyor?

        ”O GÜN gök şiddetle sallanıp çalkalanır.”Tur,9-Diyanet
        ”DAĞLAR YÜRÜDÜKÇE YÜRÜR.”Tur,10-Diyanet 10

        Hem nasıl oluyor da siz,

        ‘’Yeryüzünü de yaydık ve orada SABİT dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.’’Kaf,7-Diyanet

        yukarıdaki ayette dağlara SABİT diyen kuranın tanrısına, ”hayır sen yanlış biliyorsun, onlar yürüyor sen bilmiyorsun”, diyebiliyorsunuz?

        Siz hangi ayete inanıyorsunuz? Hangi ayet sizin tanrınızın ürünü?

        Bunlar bir yana zorlaya zorlaya algılarınızın da ayarlarını bozdunuz!

        Bize dağların hareket ettiğini (size göre aslında yeri sabitlemekti görevleri) kanıtlamaya uğraşıp duruyorsunuz! Bunu niye yapıyorsunuz? Çünkü biz size aksini iddia edemeyeceğiniz şekilde yer kabuğunun hareket ettiği bilgisini verdik! Bunun üzerine siz,

        ’Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer KAZIK yapmadık mı?’’Nebe,6-7-Diyanet diyen kuranın tanrısını kaynak alarak,

        ”dağların görevi YERYÜZÜNÜN sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi SABİT tutmasıdır.” sizden alıntı

        dediğiniz halde, bu seferde, bu çivi ya da kazık gibi sabit olan dağların hareket ettiğini kanıtlamak için uğraşmaya başladınız!

        Peki ben size şunu sorayım,
        Hareket eden ya da kuranın tanrısının tabiriyle yürüyen, yer kabuğu mudur ya da dağlar mıdır? Yani mesela, mekkede bulunan bir dağ milyonlarca yıl yürüyerek medineye mi ulaşıyor yoksa mekkede ki dağı, üzerinde barındıran kabuk hareket ettiği için üzerindeki dağ da onunla beraber gitmiş mi oluyor!

        Bu durumda yine soruyorum, kuzum siz bu dağlar için ”dağların görevi YERYÜZÜNÜN sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi SABİT tutmasıdır.” dememiş miydiniz? O halde dağların yürüdüğü iddianızı geçtim bu SABİT durması gereken yer nasıl yürüyor?

        Sözde iddianızı kanıtlamak için başka ayetlerden medet ummuşsunuz, mesela;

        ”Denizde dağlar gibi YÜZEN gemiler, O’nun varlığının delillerindendir.”Şura,32-Diyanet

        Yani az önce YÜRÜTTÜĞÜNÜZ dağlar şimdi YÜZMEYE başladı!

        Oysa hemen arkasından paylaştığınız ayet burada gemilerin YAPISININ dağ görseli kullanılarak yani yapısının, görüntüsünün dağa benzetilerek anlatıldığını açıkça gösteriyor!

        ”Denizde akıp giden DAĞLAR GİBİ YÜKSEK gemiler de O’nundur.” Rahman,24-Diyanet

        Sizin mantığınızla gidersek dağları yürütenin ya da yüzdüreninde rüzgar olması gerekir ve rüzgar kesildiğinde yürüme ya da yüzme durmalıdır!

        ”O, dilerse rüzgârı DURDURUR da onlar denizin üstünde DURAKALIRLAR. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”Şura,33-Diyanet

        Burada söylemeden geçemeyeceğim, hem yelkenle hem de motorla hareket eden gemiler rüzgar kesilip motorla harekete devam ettiklerinde nasıl bir ibretlik durumla karşılaşmış olacaklar? Motoru olan gemiler rüzgar kesildiğinde denizde DURAKALIRLAR MI?

        ”dağların sabit olduğu sizin ağzınızdaki laf ve iftiradır..” sizden alıntı

        demiş üstelik bu lafı demeden önceki giriş cümlenizde bunu yaparak şirke düştüğümü iddia etmişsiniz! Halbuki ben bu konu tartışılırken yazdığım hiç bir yazımda ”dağlar sabittir” demedim!. Söylediğim şey ”dağlar kurana göre sabit olmalıdır” demekten ibaretti ve bu sizin en başta yine kuranı kaynak alarak yaptığınız (biz sizi yerin hareket ettiğine uyandırana kadar)

        ”dağların görevi YERYÜZÜNÜN sarsılmaması için yeryüzünü bir çivi gibi SABİT tutmasıdır.”
        söylemiyle örtüşüyordu! Çünkü bir şeyi sabit tutmak için önce sabit tutan sabit olmalıydı! Sabit olmayan başka bir şeyi nasıl sabitlesindi! Kendini sabitleyemeyen başka bir şeyi nasıl sabitlesindi!

        Bu beyin meselesine girdiğiniz her an bende, aynaya bakarak resim yaptığınız algısı uyandırıyor! Ama itiraf edeyim, güzel çiziyorsunuz!

        Hadi hayırlı şirkler!

  184. karaca dedi ki:

    sayın
    Kökler ve Kanatlar

    yazınızı okudum siz geçmişte kalan bir kavmin yaşamı siyaseti idare şekli kullandıkları sistemi, araç gereç gibi günlük hayatta kullanabilecekleri veya kullandıkları eşyaları mümkün mertebe detaylı olarak yazmışsınız teşekkür ederim
    ancak bahsedilen bu bölge yani ANU olarak ifade ediyorsunuz geçmiş tarihlerinin 40 bin yıl öncesine kadar uzanabileceğinden söz etmişsiniz bahsedilen yerde yapılan kazılarda elde edilen malzemelerin 4-5 bin yıllık olabileceği yani günümüzden 6-7 yıl öncesine ait olabileceği şeklinde anlıyorum yaşam tarzları dolayı savaşla ilgili buluntular elde edilememiş diyorsunuz bu buluntuların elde edilememesinin bir sebebi olmalı bu insanlar savaşmayı bilmiyordu diyemeyiz bildiklerini tahmin ediyorum ama onlara öğüt veren onları yönetenlerin bunu tasvip etmedikleri anlaşılabilir bunlarda insan hayatına değer veren insanlığı yüceltmeye çalışan önderler olduğu görülebilir,yine bunun temel nedeninin peygamberler vasıtasıyla bu insanları idare ettiklerini ve yaşam sistemlerini ilahi emirler doğrultusunda sevk ve idare ettiklerini anlıyabiliriz,yani demem odur ki insanlık tarihi boyunca kavimlere elçiler gönderilmiş,elçilerin öğretileri doğrultusunda insanlar yaşamlarına yön vermişlerdir diyebiliriz tabiki istisnalar peygamberlere uymayan toplumlarda olmuştur. ama genel olarak geçmişte yaşamış kavimlerin elçilerin sözlerine uyduklarını elçilerin sözlerine önem verdiklerini yaşamlarını buna göre şekillendirdiklerini anlıyabiliriz,
    yalnız burada yine dikkat edilmesi gereken husus şudur ANU isimli bu yerde yaşamın köklerinin 4 bin yil öncesi veya 5 bin yil öncesi olmadığı geçmişinin 40 bin yıl öncesine kadar uzanabildiğini kköklerinin oralarda aranması gerektiği şeklinde anladım bu da demektirki insan oğlu var edildiğinden bu yana ne kadar zaman geçtiği belli değil bu süre 40 bin yıl belki 70 bin yıl belki daha fazla bilemiyoruz zaman dilimi çok uzun insan yaşamına göre diyebilirsinizki kainatın var oluşundan bu tarafa kadar geçen zamanda bu 40 bin yıl 70 bin yıl bir hiçtir
    o zaman insanlık tarihinin kainatın tarihi zamanı karşısında hiç bir kiymeti harbiyesi yoktur. 70 bin yıl olsa ne olur olmasa ne olur sizlerde mutlaka okumuşsunuzdur. 14 milyar yıl öncesinde büyük patlama yani var oluşun başladığı,dünya tarihinin ise 4,5 milyar yıl öncesine kadar gidebildiği var sayılmaktadır.yani demem odurki hadi diyelim adem babanın yaşı 70 bin yıl öncesine dayansın
    ya 300 bin yıl öncesine ne demeli ya 500 bin yıl öncesine ne demeli o zamanlar dünya yaşama uygun değilmiydi mutlaka uygundu.hava vardı su vardı.toprak vardı ağaç vardı bitkiler vardı.hayvanlar vardı.ya insan varmıydı yokmuydu veya insandan önce başka insan türü canlılar varmıydı. bunlar bilinmiyor bakara 259 da söz konusu edilen ifade öldükten sonra dirilmenin nasıl olacağı,veya olup olmayacağı,veya bunun insanlık gözünde tereddütle karşılandığıdır. dikkat ederseniz orada bir tarih verilmemiştir sadece harap olmuş bir yerleşim biriminden bahsedilmiş bunu gören şahsın kendi kendine bu ölmüş insanlar mı tekrar dirilecek diye sormasıdır. bu soruyu soran insanın ölmesi tekrar uyandığında kendisine ne kadar uyudun denildiğinde ya bir gün yada bir günden kısa bir zaman uyudum demesidir kendisine 100 sene bu halde kaldığının bildirilmesi ile
    bu insanın aklındaki tereddütler kaldırılmıştır. benim temelde sormak istediğım bu insan nereden duymuş olabilir öldükten sonra tekrar diliriltileceğimiz bilgisi kendisine nasıl daha önce ulaşmıştırda bu sözü söyleme durumunda bu şahıs kalmıştır. ben diyorumki bu şahsa kendi zamanında yaşayan
    peygaberler veya daha önce yaşamış öldükten sonra diriltileceğimiz bilgisinin o peygamber tarafından verilmiş olmasıdır yani geçmiş kavimlerde de öldükten sonra dirilitileceğimiz inancı vardı
    bu inanç kendi kendine oluşmuş olamaz mutlaka bu bilgiyi kendilerin bu insanlara tebliğ eden peygamberleri vardı
    ayrıca arkolojik kazı konusunda detaylı açıklamalarınızdan dolayı teşekkür ederim,

  185. bilal dedi ki:

    Sn.Toro,

    1-NEML-88: de dağların hareketine vurgu yapılarak ‘’صنع الله الذي اتقن كل شئ ‘’ sun’allahillezi etkane külle şey’in ‘’ Yani ‘’ gözlerinle gördüğün ve hareketsiz sandığın bu dağların HAREKETLERİ,her şeyi sağlam ve yeri yerinde yapan Allah’ın SANATIDIR.’’ deniliyor. Burada gözle görülmeyen ve hareketsiz sanılan dağların hareketine ALLAH’IN SANATIDIR,’’neyi ifade ediyor?Kıyametteki dağların yıkılması,havada pamuk gibi saçılıp dağılması ile ne alakası var? dağlar yıklıp yok oldukları zaman sağlam bir SANAT mı meydana geliyor. Mesela,dağlar yaratılıyorsa bir sanattır,yıkılıp havaya saçılıyorsa,bu ise bir sanat olmanın tersidir. Yıklıp yok olan bir şeye sağlam sanat denilemez. Bu nedenle 88.ayet 87.ayetle alakası yoktur.

    2-Ayrıca ‘’ ve teral cibale ‘’üzerindeki ‘’و ” harfı,hal zamanı ifade ediyor. Yani muhatabının yaşadığı anı ifade ediyor.Ayete geçen ‘’tera ve tahsebuha‘’fiillleri de muzari olup,yine muhatabın muhatabın yaşadığı o anki zamanı bildiriyor. Bu nedenle ayeten şöyle bir anlam çıkıyor!

    ‘’Sen (şu an) dağları görüyorsun da,durağan sanıyorsun,halbuki onlar bulutların geçişi gibi geçmektedirler.’’şeklinde olur.

    Peki, parantez içine almış olduğum (şu an) ifadesi nereden anlaşılyor ? Bu ifade hem hal zamanı
    ifade eden ‘’و ” harfından,hem de muzari fiil kipleri olan ’tera ve tahsebuha‘ ifadelerinden anlaşılıyor. Yani söz konusu ayetin kıyamet olayı ile ilgisi yoktur.!

    3-Her ayetin mutlaka önceki ayetle de alakası olduğunu hiç bir kimse söyleyemez,bu durum ancak söz konusu ayetin anlamına,siyak ve sibakına iyice baktıktan sonra anlaşılabilir.

    4-Eğer, Neml-88.ayet,kıyamet olayı ile ilgili olsaydı ayetin arapça metni ve meali şöyle olurdu;

    ‘’وتري الجبال ذلك اليوم تحسبها جامدة وهي تمر مر السحاب ‘’ ve teral cibale zalikel yevm tahsebuha camideten ve hiye temmurü merres sahabi ‘’

    Mealen: ‘’Sen o gün dağları görüyorsun da,onları durağan sanıyorsun,halbuki onlar bulutların geçişi gibi geçmektedirler’’ şeklinde olması gerekirdi,ama burada‘’ O gün‘’ ifadesi olmadığı gibi,buna dair bir işaret de yoktur.!

    5-Sizin mantığınızla gidersek dağları yürütenin ya da yüzdüreninde rüzgar olması gerekir ve rüzgar kesildiğinde yürüme ya da yüzme durmalıdır!
    ”O, dilerse rüzgârı DURDURUR da onlar denizin üstünde DURAKALIRLAR. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”Şura,33-Diyanet ” sizden alıntı ”

    Bu ayette o dönemde rüzgarla yüzen YELKENLİ GEMİLERE vurgu yapılmaktadır.

    ŞURA-32.AYETİN MEALİ!

    ‘’ Denizde DAĞLAR GİBİ AKIP GİDENLER DE onun ayetlerindendir….’’ Yani söz konusu gemilerin denizde yüzüp akması,dağların yüzüp akmasına benzetilmiştir !!!

    33.ayete de denizde yüzüp akmaları,dağların yüzüp akmasına benzetilenler de,o zamanki rüzgarla yüzen yenlkenli gemilerdir.

    Çünkü söz konuş Şura-32.ayete gemilerin ismi geçmiyor,bunun yerinde‘’الجواري ‘’ el cevari ‘’geçiyor. Yani ‘’ denizde akıp giden,yüzen ‘’ şekilinde bir ifade geçiyor.

    Halbuki, motorla çalışan gemilere ‘’ el cevari ‘’ değil,’’السفينة ‘’ denir. Ayette ise,’’ el cevari’’ denilmiştir.

    6- Hem nasıl oluyor da siz,

    ‘’Yeryüzünü de yaydık ve orada SABİT dağlar yerleştirdik. Orada her türden iç açıcı çift bitkiler bitirdik.’’Kaf,7-Diyanet
    yukarıdaki ayette dağlara SABİT diyen kuranın tanrısına ”hayır sen yanlış biliyorsun, onlar yürüyor sen bilmiyorsun”, diyebiliyorsunuz?’’ ‘’ sizden alıntı ‘’

    Bakınız arapçada ‘’ SABİT VE DURAĞANIN ‘’ karşılığı ‘’ SABİT,CAMİD,SAKİN ‘’ ifadeleridir,Halbuki söz konusu ayetlerin hiç birinde bu tür ifadeler yoktur,bu ayetlerde geçen ifade sadece‘’revasi’’dir. Yani kökü,temeli yerin derinliklerine yerleşen bir anlam vardır.!

    İşte halbuki ‘’ yüce Allah dağlar için ‘’ SABİT ‘’ ifadesini kullanmadığı halde,siz hatalı meallerden hareket ederek dağlara ‘’SABİT’’ ifadesini kullanıyorsunuz.Yani yukarıdaki saçma yorumunuz yine size dönmektedir !
    Özetle,mealin doğru olup olmadığını hiç bilmeden art niyetle hatalı meallerden hareket ederek ayetleri çarpıtmaya çalışıyorsunuz !!!

    Saygılarımla.

    • toro dedi ki:

      Sayın Bilal,

      ”Halbuki, motorla çalışan gemilere ‘’ el cevari ‘’ değil,’’السفينة ‘’ denir. Ayette ise,’’ el cevari’’ denilmiştir.” sizden alıntı

      Motorla çalışan gemilere ’’السفينة ‘’ denilen yer kuran mıdır? Yani miladı 600 lü yıllardan beri kullanılan(!) MOTORLU gemilerden son kitapta da bahsedilmişmidir?

      ”Bakınız arapçada ‘’ SABİT VE DURAĞANIN ‘’ karşılığı ‘’ SABİT,CAMİD,SAKİN ‘’ ifadeleridir,Halbuki söz konusu ayetlerin hiç birinde bu tür ifadeler yoktur,bu ayetlerde geçen ifade sadece‘’revasi’’dir. Yani kökü,temeli yerin derinliklerine yerleşen bir anlam vardır.!” sizden alıntı

      Tamam sizin dediğiniz gibi olsun o halde şöye sorayım, ”kökü,temeli yerin derinliklerine YERLEŞEN” demek SABİT olmayan demek midir? Bu yerleşme geçicimidir, yerleşen canı istediğinde ya da bir rutin dahilinde YERLEŞTİĞİ yerden ayrılabilmektemidir? Ne olur bana YERLEŞMEKTEN ne anladığınızı anlatın, özellikle göçebe ile arasındaki farkı bilmek isterim!

      Sayın bilal, siz ayetleri kimin çarpıttığını çok iyi biliyorsunuz! En çok da aynaya baktığınız zamanlarda biliyorsunuz!

      Ama üzüntüm o dur ki elinizde çevrildiği zaman yanlış yorumlanmayacak ya da yanlış yorumlanmaya mahal vermeyecek kadar mükemmel bir kitap yok! O nedenle işi kurtarmaya çalışıp duruyorsunuz ve her hamlenizde elinizdekinin mükemmel olmadığını hatta tanrıdan gelmediğini de ispat etmiş oluyorsunuz! Sanırım bir tanrı emrinde öncelik emrin ne olduğu değil, emrin yerine getirilip getirilmediği olmalıdır! Anlaşılmayan ya da yanlış anlaşılan bir emir için kim, kimi sorumlu tutabilir ki?

      Ha bu arada, kadir bey gibi sizde Tur suresini görmezden gelmek konusunda pek gayretkarsınız! Aşkolsun, her defasında ayrıca yazmalımıyım bunu!

      ”O GÜN gök şiddetle sallanıp çalkalanır.”Tur,9-Diyanet
      ”DAĞLAR YÜRÜDÜKÇE YÜRÜR.”Tur,10-Diyanet 10

      Bana söylermisiniz madem dağlar zaten yürüyorsa (sabit değilse) kıyametten sonraki bir sürecin anlatıldığı tur suresinde dağların sanki olmayan ya da olamayacak bir şeyi yapıyormuş ya da yapacakmış gibi anlatılmasının mantığı nedir?

      Size göre dağların zaten yürüdüğünü (sabit olmadığını) bilen biri için kıyamet anında dağların yürüdüğünü görmesi pek şaşırılacak ve korkulacak bir durum olmamalıdır! O halde kuranın tanrısı bu vurguyu niye yapıyor?

      Ah sevgili dostum ne yapacağız seninle!

      Halbuki o kadar iyi biliyorsunuz ki bu neml 88 de devam eden anlatının neml 87 deki ”yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla” yönlendirmesiyle başladığını!

      Peki Rad,31’i ne yapıyorsun, bu ayettemi görmek istemediklerinizden?

      ”Kendisiyle dağların YÜRÜTÜLECEĞİ veya yeryüzünün PARÇALANACAĞI, ya da ölülerin KONUŞTURULACAĞI bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez. Rad,31-Diyanet”

      Bu ayete göre dağlar ne zaman yürütülür? Size göre bu toplu anlatımda yeryüzünün PARÇALANACAĞI, ya da ölülerin KONUŞTURULACAĞI zamanı kıyamet, dağların YÜRÜTÜLECEĞİ zamanı ise öncesi olarak mı anlamalıyız?

      Bence gidip biraz uyuyun,ihtiyacınız var!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;
        ”kökü,temeli yerin derinliklerine YERLEŞEN” demek SABİT olmayan demek midir? Bu yerleşme geçicimidir, yerleşen canı istediğinde ya da bir rutin dahilinde YERLEŞTİĞİ yerden ayrılabilmektemidir? (Sizden alıntı)

        Evet dağlar kökleri itibariyle sabittir dağ ait olduğu kara parçasından bağımsız bi şekilde hareket etmez fakat dünyanın dönüşüyle birlikte hareket eden dağlara vurgu vardır kuranda. Birde levha hareketlerine vurgu vardır şöyle ki ; dağların köklerinin çakılı olduğu yerde sabit fakat ait olduğu levhayla birlikte yürüdüğü şeklinde asırlar önce jeolojik bir bilgiyi kuranda görmekteyiz.

        Burda bilim dışı ve mantıksız hiç bir yan yoktur.
        Saygılar

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        “Ha bu arada, kadir bey gibi sizde Tur suresini görmezden gelmek konusunda pek gayretkarsınız! Aşkolsun, her defasında ayrıca yazmalımıyım bunu!

        ”O GÜN gök şiddetle sallanıp çalkalanır.”Tur,9-Diyanet
        ”DAĞLAR YÜRÜDÜKÇE YÜRÜR.”Tur,10-Diyanet 10

        Bana söylermisiniz madem dağlar zaten yürüyorsa (sabit değilse) kıyametten sonraki bir sürecin anlatıldığı tur suresinde dağların sanki olmayan ya da olamayacak bir şeyi yapıyormuş ya da yapacakmış gibi anlatılmasının mantığı nedir?”

        sizden alıntı..

        tur sureside dahil hepsine iman ederiz ve hepsini değerlendirerek kuranı anlamaya çalışırız.. bunu böyle bilerek konutu çarpıtmaya devam etmeyin..

        kıyamette dağların durumu ile ilgili size yazmıştım. fakat görüyorum ki anlamamışsınız.

        kıyamette dağlar parçalanacak ve yeryüzü dümdüz olacak demiştik.. bu bağlamda dağların hareketi kıyamet gününde parçalanmak içindir. ve insanın buna gözleriyle şahit olacağı anlatılıyor.. yani

        neml-88. ayette insanın dağların hareketini algılayamacağını, tur suresinde ise dağların yerinden fiziki olarak sökülüp yerinden oynatılarak kaybolacağını, parçalanacağını söylüyor.. oysa neml-88. ayette dağlar bulunduğu kazık-çivi konumundan ayrılmadığını bu yüzden insanın onu statik sandığını haber veriyor.. kısaca

        neml-88. ayette dağların hareketinin yaşama elverişli halinin bozulmadan hareket ettiğini, ve insanın bunu anlamadığını, tur-10. ayette ise hayatın ve düzenin bozulacağını insanında buna bizzat şahit olacağını bildirir..

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ‘’ Ha bu arada, kadir bey gibi sizde Tur suresini görmezden gelmek konusunda pek gayretkarsınız! Aşkolsun,her defasında ayrıca yazmalımıyım bunu!
        ”O GÜN gök şiddetle sallanıp çalkalanır.”Tur,9-Diyanet
        ”DAĞLAR YÜRÜDÜKÇE YÜRÜR.”Tur,10-Diyanet 10
        Bana söylermisiniz madem dağlar zaten yürüyorsa (sabit değilse) kıyametten sonraki bir sürecin anlatıldığı tur suresinde dağların sanki olmayan ya da olamayacak bir şeyi yapıyormuş ya da yapacakmış gibi anlatılmasının mantığı nedir? ‘’ sizden alıntı ‘’

        Hayır bu konuda da yanılıyorsunuz,Tur suresini görmezden geldiğimiz yok,ama sık ve uzun yorumlar yazıldığı için her yazıyı okuma ve değerlendirme fırsatını bulamıyorum !

        Bakınız Neml-88.ayet ile Tur-10.ayette dağlarla ilgili farklı hareketlerinden söz ediliyor.
        Neml-88.aytte ‘’وهي تمر مر السحاب ‘’ ve hiye temurrü merres sahab ‘’ Onlar (dağlar) bulutların geçişi gibi murur (geçiş) yapıyorlar.Yani bulutların geçişi nasıl havaya bağlı ise,onun sayesinde oluyorsa, burada da dağların geçişi,hareket etmesi dünyanın hareketine bağlıdır,yani dağlar hareket halinde iken dünyadan kopmamaktadırlar.Onunla birlikte sapa sağlam ve dengeli bir geçiş yapıyorlar,bu nedenle dağlarda yıkılma,havaya saçılıp dağılma gibi bir durum söz konusu olmamaktadır.

        Tur- 10.ayette ise,‘’وتسير الجبال سيرا ‘’ ve tesirul cibalu seyren ‘’ O gün dağlar seyrettikçe seyreder.’’ Yani Tur-9.aytte belirtildiği gibi semada (bütün gök cisimlerinde ve evrende) meydana gelen şiddetli bir sallanma ve çalkalanmadan sonra 10.ayete de bu şiddetli sallanma ve çalkalanmaya bağlı dağların havaya dağılıp saçılmasına sebep olan seyrinden söz ediliyor.

        Özetle,Neml-88.ayette dağların sapa sağlam,düzenli ve dengeli hareketine ve bu hareketin Allah’ın bir sanatı olduğuna vurgu yapılıyor !!!

        Tur-9. Ayete ise bunun tam tersi bir durum söz konusu,yani semanın (gök cisimlerinin,tüm evrenin sallanıp çalkalanmasından,her şeyin dengesinin bozulmasından,akabinden de (10.ayette belirtildiği gibi) dağların evrendeki bu şiddetli çalkalanmasından ve dengesinin bozulup havaya dağılıp saçılmasına sebep olan seyrinden söz ediliyor!!!

        Yani her iki ayette,dünyanın farklı hareketlerinden söz ediliyor ! Buna göre,

        a) Neml-88.ayette dağların dünya ile birlikte sapa sağlam,düzenli ve dengeli hareketine ve bu hareketin Allah’ın bir sanatı olduğuna vurgu yapılıyor !!! Yani buradaki hareket dağların havaya dağılıp saçılmasına sebep olmuyor !!!

        b) Tur-9. ayete ise bunun tam tersi dağların dengesinin bozulmasına,havaya dağılıp saçılmasına ve yok olmasına sebep olan ayrı bir seyrinden söz ediliyor. Burada (yani kıyamet kopmaya başladığında) dağların hareketi sapa sağlam ve dengeli olmadığından,onların havaya dağılıp saçılmasına sebep oluyor.!

        İşte söz konusu ayetlerde dağların iki farklı hareketinden (geçiş ve seyrinden) söz ediliyor.
        Bu nedenle her iki ayet’in verdiği mesaj çok mantıklı ve anlamlıdır !!!!

        Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal ve kadir,

        Aynı şeylerden bahsettiğiniz için ikinize birden tek cevap yazsam alınmazsınız,umarım.

        Şimdi önce bilim konumuzla ilgili ne diyor tekrar özetleyelim!

        ”Alfred Wegener’in “kıtaların kayması” kuramının geliştirilmesi sonucu oluşmuştur. Başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğu, sonradan parçalanarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığı görüşünü Alman bilim adamı Alfred Wegener ortaya attı. Dünya’nın yüzeyi kesintisiz gibi görünüyorsa da, gerçekte dev boyuttaki bir yap-boz gibi birbirine geçen parçalardan oluşmaktadır. Levha adı verilen bu parçalar, çok yavaş olarak sürekli biçimde birbirlerine göre hareket ederler. Bir levha, yalnızca okyanusal ya da kıtasal litosferden oluşabildiği gibi her iki litosfer türünü de içerebilir. Levhalar, levha sınırı ya da levha kenarı ile SONLANIR. DEPREMLERİN VE YANARDAĞLARIN ÇOĞU BU BÖLGELERDE GÖRÜLÜR. Pangea verilen tek kıta parçasını çevreleyen denize Panthalassa denmekteydi. Zaman içerisinde katmanlar hareket ettikçe Pangaea ikiye ayrıldı. Kuzeyde Laurasia ve güneyde Gondwanaland oluştu. Bu iki kıta Tetis (Tethys) denizi ile ikiye ayrıldı. Katmanların hareketi ile kıtalar iyice ayrılarak bugünkü halini aldı..” http://tr.wikipedia.org/wiki/Levha_hareketleri

        ”DEPREMLERİN VE YANARDAĞLARIN ÇOĞU BU BÖLGELERDE GÖRÜLÜR.”

        Bu kurama göre hindistan levhasıyla asya levhası çarpışarak Himalayaları (everesti barındırır), afrika levhası ile avrupa levhasıyla çarpışarak alpleri oluşturmuştur! Öncelikle bu kurama doğrudur dediğinizde, dağların dünyaya KONULDUĞUNU iddia eden son kitapla çelişirsiniz! Çünkü yeri tutması için kazık niyetine kullanıldığı söylenen dağların aksine kıtaların hareket etmesiyle OLUŞTUĞUNU kabul etmişsiniz demektir! Yani dağlar son kitabın iddia ettiği gibi dünyanın yaratıldığı o ilk 4 gün yada evrede dünyaya konulmuş değildir!

        Ama bilim kıtalar hareket ediyor diyor elimizdekini bu kurama nasıl uyduracaz. O zaman bizde dağlar da zaten yürüyor demeliz, diyorsunuz!

        İyide sevgili arkadaşlarım hareket eden dağlar değil, kıtalar ya da levhalar! Sizin iddianızı baz alırsak dağlar yürüdüğü için kıtalar ya da levhalar yürür demeliyiz!

        Bu noktada bir konuyu açıklığa kavuşturalım, sizin iddianız nedir?

        Dağlar üzerinde bulundukları levhadan bağımsız olarak mı hareket ederler?
        Kıtalar hareket etmezler mi?

        Dağlar yeri tutacak bir kazık görevi için var edildilerse, neden oldukları yerde durmaz da, yürüyüşe çıkarlar?

        Bildiğiniz gibi kazık gibi, yada çivi gibi tutmak bir durumu anlatmak için üretilen benzetmelerdir!
        O halde başaka bir soru, siz bir yeri veya bir şeyi sabitlemek için kullandığınız çivi ya da kazık oynamaya ya da gevşemeye başladığında ne yaparsınız? Gevşemesine ya da oynamasına yani yapması gereken işi yapmamasına izin verirmisiniz?

        Örneğin en sevdiğiniz sandalyenizin ayaklarını, oturma yerine sabitlemek için kullandığınız kazık ya da çivi oynamaya başladığında ne yaparsınız? O kazığı ya da çiviyi kullanırken ki amacınız sandalyenin ayaklarını oturağa sabitlemekmiydi, yoksa onlara kafalarına göre takılacak bir ortam mı yaratmak istiyordunuz?

        Size önceki yazımda gayet açık bir soru sordum ama olayı hemen gargaraya getirmekte üstünüze yok! Soruyu buraya aynen alıyor ve cevap vermenizi umut ediyorum!

        Bakınız arapçada ‘’ SABİT VE DURAĞANIN ‘’ karşılığı ‘’ SABİT,CAMİD,SAKİN ‘’ ifadeleridir,Halbuki söz konusu ayetlerin hiç birinde bu tür ifadeler yoktur,bu ayetlerde geçen ifade sadece‘’revasi’’dir. Yani kökü,temeli yerin derinliklerine yerleşen bir anlam vardır.!” sizden alıntı

        Tamam sizin dediğiniz gibi olsun o halde şöye sorayım, ”kökü,temeli yerin derinliklerine YERLEŞEN” demek SABİT olmayan demek midir? Bu yerleşme geçicimidir, yerleşen canı istediğinde ya da bir rutin dahilinde YERLEŞTİĞİ yerden ayrılabilmektemidir? Ne olur bana YERLEŞMEKTEN ne anladığınızı anlatın, özellikle göçebe ile arasındaki farkı bilmek isterim!

        Her defasında bir ayeti atlıyorsunuz, bu seferde Rad,31 atlanmış!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Dini inancı olmayan arkadaşlar bunlara ne diyeceksiniz çok merak ediyorum doğrusu :
        1-) Deistler, evreni ve insanı “tek bir Tanrı’nın yarattığı” gerçeğini nereden biliyorlar?
        Kur’an daki tanrı inancı, “doğmamış ve doğrulmamıştır”, “tektir” , “mekanı yoktur, her yerdedir” “insan görünümünde değildir”, “yer, gök,insan hepsinin sahibi ve bütün alemlerin en küçük atom parçasının bile yaratıcısıdır” “İlim sahibidir”, “işitir”,”görür”,”sonsuzdur”, “hastalanmaz”, “yaralanmaz”… (Aslında paylaştığım bu paragraf bile Kur’an ın kökeninin “Sümerler” olamayacağının ispatıdır…Sümerler olsa olsa müşrik inancın kökeni olabilir… )
        Peki Deistler neden Sümerlerde ki gibi “Baştanrı” inancına değil de; Kur’an da anlatılan özelliklere sahip bir “Tanrıya” inanıyorlar?…
        Bunu sorduğumuzda bize şu cevabı verirler : “Çünkü –mantıklı- olan bu… Kur2an bu cevabı veren desitlere şunu sorar;
        Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette “Allah” derler. O halde nasıl (Allah’a kulluktan) çeviriliyorlar? Zuhruf suresi
        Şimdi konuyu biraz daha netleştirmek için çok enteresan ayetler paylaşacağım sizlerle…
        74. İbrahim, babası Âzer’e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.
        75. Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.
        76. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi.
        77. Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi.
        78. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
        79. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.
        80. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim’in bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?
        81. Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki guruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” En’am suresi…
        Dikkat edin lütfen,
        İbrahim as’ın söyledikleri bugün belki bize sıradan, çok normal gelebilir… Ama bunun yüzyıllar önce Güneşe, aya, yıldıza tapan (Sümer dini gibi) bir toplumda söylendiğini düşünün…
        Deistlerin bugün “en mantıklı olan bu dediği tanrı inancını” , peygamberlerin yüzyıllar önce anlatmış olması önemli bir ayrıntı değil mi?
        İbrahim as sırf bu sebeple, yani Tanrıyı en “akıllıca” şekilde izah ettiği için ateşe atıldı …
        Deistler şunun hakkını vermeliler…
        Bütün peygamberler; Allah’ın onlara öğrettiği ilim sayesinde akıl yürütmeleri, ahlak öğretileri ve değerlerinden ödün vermeyen duruşları ile yaşadıkları topluma “yüksek bir bilinç düzeyi” getiren insanlardı…
        Sadece o dönem değil bugün Kur’an kendisini okuyanlara öyle sorular sorar, öyle bir üslup kullanır ki; muhatap bilim adamı bile olsa onda farklı bir bilinç oluşur…
        Şöyle ki;
        “57. Sizi biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?
        58. Söyleyin öyleyse, (rahimlere) döktüğünüz meni nedir?
        59. Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz?
        60. Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.
        62. Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. ( baştaki yaratılışınızı(n mucizevi bir olay olduğunu) biliyorsunuz ) Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?
        63. Şimdi bana, ektiğinizi haber verin.
        64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?
        65. Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.
        68. Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?
        69. Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?
        70. Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?
        71. Söyleyin şimdi bana, tutuşturmakta olduğunuz ateşi,
        72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Vakıa suresi
        Evet insan aklı ile tanrı inancına ulaşabilir… Ama bu noktada önemli bir soru çıkıyor karşımıza…
        İnsan doğru “tanrı” inancına ulaştığından nasıl emin olacak?
        Örneğin Mısır medeniyeti…
        Mısırlıların sahip olduğu akıl ile, bugün deistlerin sahip olduğu akıl arasında yapı itibariyle bir fark var mıydı?
        Tabiki hayır…
        Tabiat,evren o zaman da aynı mükemmelikteydi, şimdi de aynı mükemmelikte…
        Ama akeolojik kazılardan da biliyoruz ki Mısırlılar ufacık bir böceği bile Tanrı edinmişlerdi…
        Peki neden bir Mısırlı böceği “tanrı” diye tanımlarken, bir deist onun “hayvan” olduğunu biliyor? (akıl aynı akıl)
        Demek ki akıl kadar önemli bir ayrıntı var… “Düşünmek”…
        “ İnsan, daha önce hiçbir şey değil iken kendisini yarattığımızı düşünmez mi?” Meryem suresi 67
        “ Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi. “ Şuara suresi 28
        Bugün deistler, ateşe, güneşe veya herhangi bir hayvana Tanrı demiyorsa, bunu Allah’ın yüzyıllardır insanoğlunu düşünmeye çağıran “İslama” ve “peygamberlere” borçlu…
        Kısacası, Deism deki Tanrı inancının kökeni “İslam”…
        2. Deistler, aşağıdaki soruları nasıl cevaplıyorlar?
        a-Dünyaya nasıl geldikleri ?
        b-Dünyaya neden geldikleri ?
        c-Ölümden sonra kendilerine ne olacağı ?
        Tanrıyı akıl ile bulan deistler, bu cevaplarında “akıl” ile bulunması gerektiğini söylüyorlar…
        Peki akılları ile sonuca ulaşabiliyorlar mı?…
        a- Dünyaya nasıl geldikleri?
        Bu soruyu “Tanrı yarattı” olarak cevaplandırıyorlar…
        Peki nasıl yarattı? İnsan bedeninin oluşumunu genetik ile anlatabilirsiniz belki ama insan ruhunu ne ile anlatacaksınız ? İnsan ruhu nasıl yaratıldı?
        İnsan ölünce ruhu ne olur o da yok olur mu?
        Deistler bu soruların cevaplarını “akıl” ile verebiliyorlar mı? Tabiki hayır…
        b- Dünyaya neden geldikleri ?
        Deistlerin en çok da bu soruyu verdikleri cevap şaşırttı beni… bu soruyu gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmak için yarattı diyerek cevaplandırıyorlar…
        İyi de hiç bir kitaba inanmadıklarına göre, tanrının onları bu sebeple yaratıldıklarını nereden biliyorlar?
        Bir de şu ayrıntı var… İnsanın yaratılış sebebi neden “ İsteyen istediği gibi yaşasın” değil de “güzel bir dünya bırakmak” olsun?
        Çünkü ilk seçeneği kabul ettiklerinde sonucun dünyada kaosa sebep olacağını biliyorlar… Onun için “güzel bir dünya” ifadesini kullanıyorlar…
        Ama bu seferde başka bir ayrıntıda boğuluyorlar…
        İnandıkları dini bir kitap olmadığına göre “güzel olan nedir” bunu nasıl tanımlıyorlar?
        Örneğin genetiği ile oynanarak bir domates fidesinden 10 değil de 30 ürün alınabiliyor olması güzel mi?
        Bitkilere, hayvanlara verilen hormon ve ilaç takviyesi yüzünden her geçen gün insan sağlığının kötüleşmesini gelecek nesiller nasıl yorumlayacak?
        Ya da kadınların tanımadıkları kişilerin ( sperm bankasından) çocuklarını dünyaya getirebiliyor olması!
        Deist bir yaklaşım şunu söyleyebilir belki “Ne var canım bunda… Kadın, istediği gibi bir eş bulamadığı için çocuk sahibi olamasın mı? Annelik duygusunu yaşamasın mı?”
        Gayet “akılcı” bir sebep!
        Peki ya bu düşüncenin getirdiği sonuçlar gelecek nesillere “güzel” bir dünya bırakır mı?
        Sperm bankasından edinilen çocuklar babalarını bilmediklerinden dolayı kardeşleriyle evlenmesi ! Kardeş olduklarını bilseler evlenirler mi?
        Bu evliliklerden yüksek ihtimal doğacak sakat çocuklar güzel mi?
        Ya çocukluk hakları ?
        Bir kadının” annelik” duygusunu yaşama hakkı kadar bir çocuğunda babasıyla oyun oynama hakkı yok mu?
        Görüyorsunuz, şu dünya da neden yaşadığmızı “güzel bir dünya bırakmak” gibi akılcı (hatta iyi niyetli ) bir zemine oturtsak bile dünya nasıl vahim bir hal alıyor…
        Deistlerin başka bir yanılgısıda aklıyla Tanrıyı bulan kişilerin otomatikman iyi/güzel insan olacağını ve her şeye saygılı davranacağını düşünmeleri…
        Yani şunu mu düşünmeliyiz?
        Bir deist sevgilisine saygı duyacağı için onu asla aldatmaz, hapishane de yatmasını gerektirecek bir suç işlemez ya da yaşadığı toplumun örf ve adetine ters davranmaz !
        Geçmişte Hindistan da adamın eşi öldüğünde karısını da yakıyorlardı… Eminim o dönem ki hint erkeklerinin, eşlerinin kendilerinden sonra yaşamasını istememelerinin “akılcı” bir sebebi vardır…
        Deist olarak bilinen bilimadamı, sanatçı vb ünlülerin biyografilerini okuyun lütfen…
        İçlerinde “Amaç, araçları meşru kılar” felsefesine inan var mı ? Hatta bu sebeple “insan canına” bile kıyan?
        Ne yazık ki deistlerin hem “güzel dünya” yı hem de “iyi insan” tanımlayaMAmaları “aklın” yetersizliğinin kanıtıdır…
        Kutsal Kitaplar, iyiyi ve güzeli doğru zemine oturtmamızı sağlayan bir nimettir…
        ………. Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Zuhruf suresi 63
        c- Ölümden sonrası ?
        Deistlere göre , hayata bakış açınız ve iç huzurunuza göre ölümden sonrasına kendiniz bir cevap buluyorsunuz…
        Bu yüzden kimi deistler ölümden sonra bir hayata inanırken, kimi ölünce tümden yok olduğuna inanıyor…
        * Ölümden sonra “hayatın” olduğuna inanan deistlerin görüşünü inceleyelim…
        Öncelikle şunu çok net söylemek lazım… Ölümden sonra bir hayatın (cennet, cehennem, reenkarnasyon gibi) var olduğuna inanan bir kişi deist DEĞİLDİR…
        Nasıl mı? Lise de gördüğümüz gibi basit bir “MANTIK” önermesi kuralım…
        – Deistler, salt “aklın rehberliğine” inanırlar…Bunun dışında hiçbir veriyi (vahiy, rüya gibi) kabul etmezler…
        – Akıl ile ölümden sonrası bilineMEZ…
        – Ölümden sonra bir hayatın varlığına inanan kişi inancını “aklının rehberliğinde” oluşturMAmıştır…
        – O zaman bu kişi deistliğin temel prensibi olan “aklın rehberliği” ilkesine ters hareket etmiştir…
        – Demek ki deist değildir…
        Ölümden sonra hayatın olduğuna “delilleri” nedir?
        * Ölümden sonra “yokluk” olduğuna inananların görüşü…
        Deistler, felsefelerini “doğa yasaları” üzerine kurarlar…
        Önce evrene ve dünyaya bakarlar… Mükemmel şekilde işleyen bir “düzen” olduğuna kanaat getirirler… Doğadaki canlılar zaten kodlanmış olarak doğmuşlardır…
        Gözlemleriyle Tanrının, evreni kaideler içinde yarattığına ve müdahalede bulunmadığı sonucuna ulaşırlar…
        Madem ki Tanrı doğaya müdahale etmiyordur, o zaman insana da müdahale etmeyecektir…
        İnsanda diğer canlılar gibi yaşayacak ve ölecektir… Aslında insanın kendsini diğer canlılardan farklı ve özel sanması saçmalıktır!…
        İşte deizm…
        Tabiatı bir de birlikte gözlemleyelim…
        Siz hiç Irkçılık yaparak sadece ceylanları yemeyi kendine ilke edinen bir kaplanla karşılaştınız mı doğa da?
        Koyuna dostça yaklaşan bir kurtla karşılaştınız mı? Ya da koyun postuna bürünen bir kurt gördünüz mü?
        Niye bana yan baktın diye birbirini öldüren, toplu katliam yapan hayvanları?
        Baskı ve şiddet yüzünden göç etmek zorunda bırakılan bir kuş sürüsü gördünüz mü?
        Yaşarken bir şeyi farketmiş olmamız lazım…
        Kodlanmış olarak yaratılmayan ve doğa kanunlarına uygun davranmayan bir canlı var dünya da…
        “İNSAN”…
        Evet bir bitki için ölüm= yokluk tur… Bu kadar basit…
        Ama insan?
        Bu dünyada dolandırıcılık, hırsızlık yapan, cinayet işleyen ama bir sebeple adaletin elinden kaçan insanlar ölünce ne olacak?
        Peki ya tecavüz edilen, haksız yere öldürülen, hakkı gasp edilen mazlum insanlar ölünce ne olacak?
        Ömrü boyunca tek vazifesi çiçek açmak olan “akılsız” bir bitki ile, insanlara zulmeden “akıl sahibi” insanın ölümünü aynı mantıkla mı düşüneceğiz?
        Deistlerin inandığı şekliyle evrene müdahale etmeyen Tanrı, kimin işine yaradı… Zalimin mi, mazlumun mu?
        Böyle bir dünya da erdemli yaşamanın insana getirisi nedir?
        Bir hırsızla aynı kaderi paylaşacaksa insan, neden çalmasın?
        Adaletsizliğin yapanın yanına kar kaldığı bir dünya da hiçbir şeye müdahale etmeyen bir tanrının varlığına neden inanayım? Ha ateist olmuşsun, ha deist? ( Ateistler, tanrının hem zalime müdahale etmesini isterler hem de cehennem niye var diye sorarlar…Hem Allah bu dünyaya müdahale etmiyor derler, hem de Allah neden benim nasıl yaşayacağıma müdahale ediyor derler… Böylede çelişirler kendileri ile)

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Peki Deistler neden Sümerlerde ki gibi “Baştanrı” inancına değil de; Kur’an da anlatılan özelliklere sahip bir “Tanrıya” inanıyorlar (senden alıntı)

        sallamışken biraz mantıklı sallasaydın iyi olurdu, deistler Kuranda anlatılan özelliklere sahip ilkel bir tanrı inancına sahip olsalardı hepsi Müslüman olurdu,

        evrenin tanrısı doğa yasalarını güçlünün ayakta kalacağı, güçsüzün yok olacağı şekilde düzenlemiş, avcı havyanları bile yaşamak için öldürmek zorunda bırakmış, yani avcı hayvanlara “yaşamak istiyorsan öldüreceksin demiş”, av hayvanları ise “adaletin bu mu? bizim ne günahımız varda, bizi avcı hayvanlara öldürtüyorsun?” diyemedikleri için sesleri duyulmuyor,

        insanları da avcı hayvanlar (güçlüler) av hayvanları (güçsüzler) olarak düşün, güçsüzler ezikliklerini, pısırıklıklarını örtmek için adalet diye bağırıyorlar, sesleri duyulduğu için ortalığı yaygaraya veriyorlar,

        evrenin tanrısı kuralı koymuş, yaşamak istiyorsan güçlü olacaksın demiş, bütün hikâye bu

        bizim tanrı inancımıza gelince,

        biz peygamber ve kitap gönderdiğini ilk muhataplarına kanıtlayamamış, kanıtlayamadığı halde ben tanrının elçisiyim diyenlere inanmayanları top yekün yok etme hakkını kendinde görebilen dangalaklık kavramından bihaber İran şahı kılıklı tanrıya değilde evrenin tanrısına inanıyoruz,

        güçlü olanların bile güçlü olmak için sebepleri varken, bir tanrının hakkı olmadığı halde, kanıtlayamadığı kitaplara ve peygamberlere inanılmasını isteme hakkı bile yokken, inanmayanları yok etmeye kalkışmasının mantık kurallarına göre hiçbir açıklaması yok?

        tanrıyla ilgili olarak,
        tanrı mekânın ta kendisidir,
        tanrı ölümsüz varlık yaratmaz,
        hele bir bedene sahip ölümsüz varlık hiç yaratmaz,

        anlattığın masallar Müslüman arkadaşların hoşuna gidebilir ama Kuranın tanrısına inanmayanların sadece tebessüm etmesine sebep olur.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu
        dostum sizin tanrınızı sevmedim sizin tanrınız daha çok mafya babasına benziyor. Üstelik en iyi silah kullanan tetikçiyi seçme derdinde.
        Biz bizde var olan duyguların sonsuz defa karesini alıp tanrimiza yüklüyoruz.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Demek Tanrı güçlünün ayakta kalacağı şekilde bi sistem düzenlemiş.
        Demek sen aslanla ceylanı güç yarışmasına sokup aslanın güçlü olduğuna karar veriyorsun 🙂 Zehirli yılan tarafından öldürülen aslan belgeselini izledin mi ? (senden alıntı)

        biz evrenin tanrısına hiçbir şey yüklemiyoruz, tanrının bize yüklediği özellikleri kullanıyoruz, bu özelliklerden hangisini kullanacağımıza değişen şartlara göre karar veriyoruz,

        ben, güçlünün ayakta kalacağı, güçsüzün yok olacağı derken, mevcut yaşam koşullarına ayak uyduramayan türlerin yok olacağını kastettim ama aynı kural eşitler arasında da geçerli,

        sen hiç belgesellerde, idrarıyla işaret koyduğu bölgeyi ele geçirmek veya kendisine ait olan bölgeyi korumak amacıyla veya dişileri elde etmek amacıyla birbirleriyle kıyasıya mücadeleye giren hayvanları (böcekler dahil) görmedin mi?

        aynı kavga insanlar arasında da vardır, zaten olmasaydı, birbiriyle hırlaşan bunca devlet ortaya çıkar mıydı?

        yani güç kavgaları eşitler arasında olur

        o nedenle senin verdiğin aslanla yılan örneği yanlış seçilmiş bir örnek, çünki aslanla yılan arasında hiçbir güç kavgası olamaz, çünki her ikisi de birbirinin eşdeğeri değildir,

        ben bu önermeyi avcı hayvanlar etle beslenirler diyerekte kurgulayabilirdim ama canlı varlıkların ölmesinin veya öldürülmesinin evrenin tanrısının umurunda olmadığını vurgulamak için öyle söyledim,

        ne yani, aynı zamanda hayvancılık yaptığı için dükkanında kendi kestiği hayvanları satan bir kasabın, dükkanının kapısının camına “dükkanımızdaki ürünler Müslümanlara helâl kılınmış ürünler olup, islâmi usüllere göre öldürülmüştür” diye bir yazı yazsaydı, yanlış bir şey mi yapmış olurdu?

        bahsettiğin belgeselde, arslan meraklı bir hayvan olduğu için yılanı yakından incelemek istemiş, yılanda ürktüğü için aslanı ısırmış, yani yılan av aleti olan av silahını kullanarak aslana saldırmış,

        zaten insanlar da her türlü öldürme yöntemini hayvanlardan öğrenmiştir, örneğin; yılan avcı bir hayvan olduğu için av silahı olan zehirli dişleriyle öldürdüğü avı, pardon yemeğini önce felç eder sonrada yer,

        aynı yöntemi insanlarda kullanır, örneğin; siyasi liderleri öldürmek isteyen suikastçılara karşı, padişahların yemek yemeden önce ilk lokmayı köleler arsından seçilmiş bir köleye yedirdiklerini duymuşsundur?

        —dostum sizin tanrınızı sevmedim sizin tanrınız daha çok mafya babasına benziyor. Üstelik en iyi silah kullanan tetikçiyi seçme derdinde.
        Biz bizde var olan duyguların sonsuz defa karesini alıp tanrimiza yüklüyoruz. (senden alıntı)

        yanlış ifade kullanmışsın, çünki mafya babaları hasmını yok etmeyi amaçlar, oysa evrenin tanrısı dengeyi arz talep üzerine kurmuş, yani talep edilen ürünlerin (av hayvanları ve bitkiler) talep edilenin üzerinde arz etmelerini sağlayarak canlı varlıkların yok olmasını önlemiş,

        sana bunu bir kurguladığım bir örnekle anlatayım,

        yılan aslanın menüsüne dahil bir canlı değildir ama günün birinde aslanın menüsüne dahil olan av hayvanlarının nesli tükenirse, aslanın varlığını sürdürebilmesi için yılanı yiyebileceğini söyleyebilirim, tıpkı ziyafet masasında damak zevkimize göre, hoşumuza giden yiyecekleri yiyip, hoşumuza gitmeyenlerin yüzüne bakmadığımız gibi?

        canlı varlıkların beslenme şekilleri bellidir, canlı varlıklar ya etoburdur ya otoburdur, yada hem etobur hemde otoburdur,

        avcı hayvanlar sadece etle beslenecek şekilde dizayn edildikleri için beslenmeleri gerektiğinde av hayvanlarını öldürürler, av hayvanları da varlıklarını sürdürebilmek için avcı hayvanlarının yıllık tüketim miktarının üzerinde üretim (çoğalma, doğum) yapmak zorundadırlar,

        o nedenle, av hayvanları, avcı hayvanların talep ettiği miktarın altında kalırlarsa, yani doğadaki arz talep dengesi kuralına uyamazlarsa yok olup giderler,

        tabi bu durumda avcı hayvanlar birbirlerini öldürmeye pardon yemeye başlarlar, hatta menülerine insanların ürettikleri evcil hayvanlar da dahil, insanları da dahil ederler,

        yani evcil hayvanlar, hem insanların hemde avcı hayvanların talep ettiği ürünler kapsamına girer, bu durumda insanlarla avcı hayvanlar varlıklarını sürdürebilmek için eşitler arası değilde, eşitler arası olmayan bir güç kavgasına girerler, tabi geliştirdikleri güçlü silahlarla, bu güç savaşını insanların kazanacağını söylemeye gerek yok,

        ve bu güç kavgasında evcil hayvanlarında yok olduğunu varsayalım,

        bu durumda insanlar, mecburen et ihtiyaçlarını böceklerden karşılayacakları için böceklere yönelecekler, eğer böcekler talep edilen miktarı karşılayamazlarsa, bu seferde böcekler yok olur,

        böcekler yok olunca bu sefer eşeyli üreme yöntemiyle ürün veren bitkiler devre dışı kalır, insanların menüsünü eşeysiz üreyen ürünler oluşturur, eşeysiz üreyen ürünlerde talebi karşılayamayınca geriye meyvesiz ağaçlar kalır, bu seferde insanlar onları kökleyip yemeye başlarlar, onlarda tükendiğinde insanlar birbirlerini yemeye başlarlar, son olarak ayakta kalan kişide, yiyecek bir şey bulamadığı için bir süre sonra ölür,

        dolayısıyla, evrenin tanrısı beslenme zincirinde, arz talep dengesini arz>talep olacak şekilde düzenlemiştir,

        yaşam koşullarını da mevcut koşullara ayak uyduramayanların yok olacağı şeklinde düzenlemiştir ve canlı varlıkların yaşam alanı olan dünyayı, canlı varlıkların tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dizayn etmiştir, canlı varlıkların da bu ürünleri elde etmelerini, çaba göstermeleri şartına bağlamıştır.

        —Yetim hanede büyüyup şimdilerde berber dükkanında çırak olarak çalışan delikanlının Ali Ağaoğlunun bi yakınını kaçırarak fidye istemesi gündeme bomba gibi düştü.
        Güçler savaşı başladı evrenin gerçek tanrısı güçsüz yarattığının yanındadır ! (senden alıntı)

        münferit olaylarda, insanlara yüklenen programın içerisinde mevcuttur, o nedenle yadırganacak bir şey yoktur, suçun şahsiliği ilkesi gereği, toplumun koyduğu cezai hükümlere uymayan herkes, suç işlediği sabit olduğunda cezalandırılır,

        bu durum ve her türlü durum evrenin tanrısını umurunda bile değildir, çünki evrenin tanrısı, insanların suç sayılan fiileri de yapacağını bilmektedir ve bu durumdan kendisine gelecek bir zarar da yoktur,

        çünki evrenin tanrısı, tüm insanlar birbirini öldürerek yok etse de, “köküne kıran mı girdi veya tohumuna para mı verdim” der, yenisini yaratır.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        söylemeyi unutmuşum, gönderdiği farklı kitaplarla, semavi din mensuplarının birbirlerini boğazlamasına, gönderdiği anlaşılmaz ayetlerle farklı yorumlara neden olarak, bir çok mezhep, tarikat ve ekoların ortaya çıkmasına sebep olarak, bu mezhep, tarikat ve ekollerin birbirlerini boğazlamalarının suçlusu kim acaba?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        Biz demiyoruz ki,dağların varlığı depremlere engeldir veya dağların olduğu yerlerde depremler olmaz,böyle bir iddiamız da asla yoktur ! Ama biz diyoruz ki,kökleri yerin derinliklerine giren dağlar nedeniyle mağma deryası üzerinde bulunan yer kabuğunda, kıtalarda hissedilecek veya gözle görülebilecek bir sarsıntı meydana gelmiyor.!

        ‘’ Tamam sizin dediğiniz gibi olsun o halde şöye sorayım, ”kökü,temeli yerin derinliklerine YERLEŞEN” demek SABİT olmayan demek midir? Bu yerleşme geçicimidir, yerleşen canı istediğinde ya da bir rutin dahilinde YERLEŞTİĞİ yerden ayrılabilmektemidir? Ne olur bana YERLEŞMEKTEN ne anladığınızı anlatın, özellikle göçebe ile arasındaki farkı bilmek isterim!
        Her defasında bir ayeti atlıyorsunuz, bu seferde Rad,31 atlanmış! ‘’ sizden alıntı’’

        ”kökü,temeli yerin derinliklerine YERLEŞEN”dağlar dünya ile ( üzerinde bulundukları kıtalarla birlikte) hareket ederler,yani dağların kökü yer kabuğunun derinliklerine yerleşse de yine sıtatik ve hareketsiz kalmazlar,çünkü dağları üzerinde taşıyan kıtalar hareketsiz değildir.Mesela:dünya bir gemi,üzerindeki dağlar da onun yükü olsun,eğer bu dünya gemisi hareket edip yüzüyorsa,onun üzerinde bulunan ve yükü olan ( dağlar da ) ona bağlı olarak hareket ederler.Her ne kadar üzerinde söz konusu yük çok sağlam bağlanmış olsa bile,yine de onu taşıyan GEMİ hareket ettiği için onun da gemiye bağlı hereket etmesi kaçınılmazdır.

        Yani ‘’YERLEŞMEKTEN”maksat dağlar sadece yerin yüzeyinde değil,yer kabuğunun içinde de kökleri vardır! Bu nedenle dağlar sadece yer kabuğu üzerinde görünen kısımdan ibaret değildir.Mesela;Dağın rakımı 1000 mt.ise,bu sadece deniz seviyesinden bu kadardır,fakat yer kabuğu içindeki kökleriyle birlikte yüksekliği 1.500 mt.vs.olabilir. İşte biz bunları söylüyoruz.!!!

        RA’D-31.AYETİN DOĞRU MEALİ !!!

        ‘’Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü,yeryüzünün kesildiği (mesafeleri kısaltıldığı) veya ölülerin konuşturulduğu bir kitap olsaydı,(o Kitap yine bu Kur’an olacaktı).Oysa bütün işler Allah’a aittir. İnananlar ise hâlâ ümidini kesip anlamadılar mı ki,Allah dileseydi,(özgür iradelerini ellerinden almak suretiyle) tüm insanları yola getirebilirdi.O inkarda direnenlere gelince onlara kendi kötü amelleri nedeniyle bir felaket isabet edip duracak veya Allah’ın vaadi gelinceye değin o felaket yurtlarının yakınında hulûl edecektir.Doğrusu,Allah verdiği sözden caymaz.’’ şeklindedir.

        Yani ayetin manası şudur: Eğer varlık âleminde bir kitap olmuş olsaydı ve onun okunmasıyla dağlar gözle görülebilecek şekilde harekete geçecek,yeryüzündeki mesafelerin kısaltılmasına neden olacak veya onun vesilesiyle ölüler sese gelecek ve konuşur hale getirilmiş olacak olsaydı yine o kitap bu kur’an olacaktı.!!!

        Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        ”Evet dağlar kökleri itibariyle sabittir dağ ait olduğu kara parçasından bağımsız bi şekilde hareket etmez fakat dünyanın dönüşüyle birlikte hareket eden dağlara VURGU VARDIR KURANDA.” sizden alıntı

        Böyle esaslı cümlelere de bayılırım doğrusu! Bu vurgunun var olduğunu iddia etmek yerine kuranın kendisiyle bizi aydınlatmanızı, içinde dağlarlardan bahsedilen ayetlerin hangisinde ”DÜNYANIN DÖNÜŞÜNE” vurgu yapıldığını göstermek adına da ilgili ayetleri bizimle paylaşmanızı beklerdim!

        Sevgili arkadaşım bana söylermisiniz dünyada kendisine müslüman diyen yaklaşık 1,6 milyar insandan kaçı dünyanın döndüğüne inanıyordur? Peki sizce özellikle kendine müslüman diyenler diğer dinlerin mensupları ya da hiç bir dine inanmayanlar dünyanın döndüğünü bilmezken dünyanın dönüyor olduğunu biliyorlarmıydı?

        Ne kadar kolay değilmi bulunanı ve artık tartışılmayacak şekilde bilineni sahiplenmek! Ama keşke kimse bilmiyorken ellerindeki kitabı göstererek ”dünya dönüyormuş” ”dağlar yürüyor derken aslında yerkabuğunun hareket ettiğini söylüyormuş” diye ortaya çıkıp insanları bilgilendirdirmeye uğraştıkları bir süreçten bahsedilseydi, dünya tarihinde!

        Yer kabuğunun hareket ettiğine dair kuram ilk kez 1912 de müslüman olmadığı aşikar bir bilim insanı tarafından ortaya atılıyor! Peki daha sonrasında anlaşılacağı üzere, dünyanın yer kabuğunun levhalar halinde hareket ettiğinin keşfedilmesinden önce ilgili ayetleri okuyanlar ne anlıyordu? Dağların yürüdüğünümü, yer kabuğunun levhalar halinde hareket ettiğinimi?

        Bana açıkça, dolandırmadan söyleyin, yaklaşık 1300 yıl boyunca ilgili ayetleri okuyanlar ne anladılar? Peki şimdi sizin anladığınızdan yola çıkarak, onlar yanlış anlamışlar ya da anlayamamışlar mı diyorsunuz?

        Son kitap kendisine iman edilmesini isteyen bir tanrının, çağrısını barındıran bir kitap değilmidir? Peki anlamadan ya da yanlış anlayarak nasıl iman edilir? Ne zamandan beri iman edilen ilahi çağrının içeriğinin ortaya çıkması için 1300 sene geçmesi gerekiyor?

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        ”Biz bizde var olan duyguların sonsuz defa karesini alıp tanrimiza yüklüyoruz.” sizden alıntı

        Sanırım siz forumda kalıcı olursanız yukarıda ki gibi özlü sözleriniz ile anılacaksınız. Bu sözünüzü okuyunca hemen düşünmeye ve yorumunuz üzere insanda var olan ”duyguların sonsuz defa karesini” alıp tanrıya yüklediğinizde ortaya çıkacak portreyi düşünmeye başladım! Özellikle,

        Öfke x sonsuz defa kare
        Korku x sonsuz defa kare
        Hüzün hissi x sonsuz defa kare
        Mutluluk x sonsuz defa kare
        Cesaret x sonsuz defa kare
        Acı x sonsuz defa kare

        Aslında bu haklı bir istekdir! Kişi kendini nasıl biliyorsa tanrısını da öyle bilecektir!

        Yalnız üstüne biraz düşünmenizi öneririm! İnsanda olan ve sizin sonsuz defa kare ile çarparak tanrıya yüklediğiniz duygulardan, acaba hangisi ya da hangileri daha baskındır?

        Mesela cehennemde yanan insanları seyredecek bir tanrıda, o an baskın olan duygu hangisi olacaktır?

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        ”(1)Biz demiyoruz ki,dağların varlığı depremlere engeldir veya dağların olduğu yerlerde depremler olmaz,böyle bir iddiamız da asla yoktur ! (2)Ama biz diyoruz ki,kökleri yerin derinliklerine giren dağlar nedeniyle mağma deryası üzerinde bulunan yer kabuğunda, kıtalarda hissedilecek veya gözle görülebilecek bir sarsıntı meydana gelmiyor.!” sizden alıntı

        Benmi yanlış anlıyorum, siz dünyada dağlar sayesinde depremler olmuyor mu diyorsunuz ? 1 ve 2 diyerek ayırdığım bölümleri ayrı ayrı tekrar okumanızı önerim! Sanırım siz iki şıkkıda söylüyorsunuz, yani öyle olmaz ya da öyle de olur! Sanırım münazaranın gidişatına göre hangi şıkka sarılacağınıza karar vereceksiniz!

        Ben sizi bilgilendireyim dünyada 1 yılda ortalama,

        6 ile 6,9 şiddeti arasında (kuvvetli) 120 adet
        7 ile 7,9 şiddeti arasında (ana,esas) 18 adet
        8 ve üzeri şiddetinde (büyük) 1 adet deprem olur!

        Şimdi yukarıdaki bilgileri verilen depremler hangi şıkka giriyor? Özellikle de 2.şıkka girer mi, meraktayım! Dikkat ettiyseniz o dağlar sayesinde ”kıtalarda hissedilmeyen veya gözle görülmeyen depremlerde ÖLMEYENLERİN sayısına hiç girmiyorum! Sonuçta gözle görülmüyorlar değil mi? Kuranın tanrısı ve sizin iddianız zarar görmesin diye HİSSETTİRMEDEN ve SARSMADAN ölüyorlar!

        ”eğer bu dünya gemisi hareket edip yüzüyorsa,onun üzerinde bulunan ve yükü olan ( dağlar da ) ona bağlı olarak hareket ederler.” sizden alıntı

        Anlamadım şimdi, o zaman dağlar niye var? Dağların bulunduğu yeri sabitlemek için tanrı tarafından konulduğu iddiasından buraya hangi arada geldiniz? Doğrusu başım döndü! Dağların depremleri önlemek bir yana depremler sayesinde oluştuğu aşikarken, ve bizim tartışmamız da dağların bunun tam tersi olsun diye kuranın tanrısı tarafından yapılmış ve dünyaya konulmuş objeler olduğu iddianıza itirazımızla başlamışken, siz şimdi ne anlatıyorsunuz, bilemedim!

        ”RA’D-31.AYETİN DOĞRU MEALİ !!!” sizden alıntı

        Daha öncede yazmıştım, sizin bu diyanetten alıntıladığımız ve eksiksiz hepsine yanlış meal dediğiniz ayetlerle ilgili aşağıdaki şahıslar ya da diyanet nezdinde bir düzeltme ya da tekzip talebiniz oldumu?

        Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’anı Kerim Meali’ ni hazırlayan;

        Doç. Dr. Halil Altuntaş ve Dr. Muzaffer Şahin ile

        Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Yolu Meali’ni hazırlayan,

        Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş

        Bu arada bu konuyla ilgili olarak yanınızda durmaya karar veren sayın Bi yabancı ya hitaben yazdığım yazı, sizin de ilginizi çekebilir!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro

        Evet onlar anlayamadı.
        Kurandaki ilgili ayetlerden kasıtın dünyanın döndüğü ve levha hareketlerinin olduğuna dair örtülü anlamı onlar anlayamadı.çünkü dönemin insanlarını ilgilendiren başka konulardı.Herhalde kuranın her cümlesi şayet tanrıdan ise yaşamış yaşayan ve yaşayacak olan her bireye hitap etmelidir diyorsanız ? Bize Tanrı hakkındaki bu kadar detaylı bilgiyi nerden aldığınızı da gösterirsiniz heralde.Siz Tanrının neyi yapıp neyi yapamayacağını kestirme maharetini hangi merciden öğrendiniz ?

        Diyeceksin ki hani kuran ap açıktı.
        Sizin apaçıktan anladığınız nedir ? Kuran 600 yılında dünya dönüyor üzerinde bulunduğunuz dev kara parçaları hareket ediyor mu demeliydi ? Veya biraz andromeda galaksisinden birazda kara deliklerden bahsedip üç beş fizik yasasını kurana mı serpiştirmeliydi ?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu ;
        __evrenin tanrısı doğa yasalarını güçlünün ayakta kalacağı, güçsüzün yok olacağı şekilde düzenlemiş, avcı havyanları bile yaşamak için öldürmek zorunda bırakmış, yani avcı hayvanlara “yaşamak istiyorsan öldüreceksin demiş”, av hayvanları ise “adaletin bu mu? bizim ne günahımız varda, bizi avcı hayvanlara öldürtüyorsun?” diyemedikleri için sesleri duyulmuyor, ( senden alıntı)
        Demek Tanrı güçlünün ayakta kalacağı şekilde bi sistem düzenlemiş.
        Demek sen aslanla ceylanı güç yarışmasına sokup aslanın güçlü olduğuna karar veriyorsun 🙂 Zehirli yılan tarafından öldürülen aslan belgeselini izledin mi ?
        Bu arada Kuranın tanrısına yaptığınız yakıştırmaları okuduktan sonra kendi tanrının güçlünün ayakta kalacağı bi sistemi kurmuş olmasını iddia etmeniz çok trajikomik bi durum oldu.
        Sen kalk antilobu güçsüz yarat sonrada aslanla kavga ettir.
        Sen kalk ceylanı çıta ile güç yarışına sok.
        Sen kalk güçlü insanın güçsüzü yeneceği düzenin yaratıcısına inan sonrada kuranın tanrısına adil olmayan zalim işkenceci insanları birbirine kırdıran gibi saçma sapan yakıştırmalar yap.
        Okuyucu galiba son yorumunuz forumun parlayan yıldızı olacak..
        __evrenin tanrısı kuralı koymuş, yaşamak istiyorsan güçlü olacaksın demiş, bütün hikâye bu.
        Evrenin Tanrısından bi vahiy aldın heralde nerede aldın vahiyi ?
        Karaca mağarasında mı yoksa Kara in mağarasında mı ?

        Evet Okuyucu senin evrenin tanrısının koyduğu kurala göre çene egzersizleriyle birlikte kas çalışmasına başlayan ceylanlar haber gazetelerinde manşetleri süslüyor
        Yetim hanede büyüyup şimdilerde berber dükkanında çırak olarak çalışan delikanlının Ali Ağaoğlunun bi yakınını kaçırarak fidye istemesi gündeme bomba gibi düştü.
        Güçler savaşı başladı evrenin gerçek tanrısı güçsüz yarattığının yanındadır !

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Görüyorum ki özlü sözlerinize istinaden özlü sorularınızda var!

        ”Sizin apaçıktan anladığınız nedir ?” sizden alıntı

        Bilemedim ki şimdi APAÇIK tan ne anlaşılması gerekir! Sanırım AÇIK deseydi işimiz kolaydı ama APAÇIK deyince ne olduğunu anlamamız zorlaşıyor!

        Dönemin insanlarını ilgilendiren başka konulardı diyorsunuz! Bu durumda onların olmayan bir şeye inanıp iman etmeleri kuranın tanrısının arzusuydu demiş oluyorsunuz! Sonuçta siz artık onların bilmediğini biliyor yani dağların yürümediğini hareket edenin yer levhaları olduğunu söyleyebiliyorsunuz! Bu durumda tanrınızın kendine inananları pek önemsememiş zekalarınıda hafife almış olduğu sonucuna ulaşıyoruz! Çünkü malum coğrafyadan biraz yukarılara doğru gidildiğinde son kitap indirilmeden(!) çok önce, tanrı zeusa inananların yaşadığı diyarlarda insanlar tanrılarından yardım almadan,

        Maddenin en küçük yapıtaşına atom diyor,
        Dünyanın güneşin etrafında döndüğü ve dünyanın yuvarlak olduğuna dair düşüncelerini hesaplamalarıyla beraber kayda geçiyor bununla yetinmeyip dünyanın güneşe olan uzaklığını kusursuza yakın bir oranda hesaplıyorlardı!

        Bu durumda belkide haklısınız, kuranın tanrısının gerçekçi olması ve anlayabilecek ile anlayamayacak toplumları bilerek hareket etmesi gerekirdi.

        Ama bence buna rağmen başarılı olduğu söylenemez! Çünkü işe başladığı zamandan tam 1400 sene sonra ona inandığını söyleyen bir arkadaşın APAÇIK olanın aslında karmaşık olduğunu iddia etmesiyle derinden sarsılıyorum ve merak ediyorum, size APAÇIK tan daha şiddetli bir açıklık vurgusunu hangi kelimeyle yapmalıydı? Mesela O da sizin gibi,

        AÇIK x sonsuz defa kare mi demeliydi?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro;
        Bilemedim ki şimdi APAÇIK tan ne anlaşılması gerekir! Sanırım AÇIK deseydi işimiz kolaydı ama APAÇIK deyince ne olduğunu anlamamız zorlaşıyor!(sizden alıntı)

        Şimdi Kuranda dağların hareket ettiğine dair söylemleri ele alarak bundan dünyanın dönüşü ve levhaların hareketi anlamı çıkardığımızda apaçıklık kuralını ihlal mi etmiş oluyoruz ?
        Kuran dağlar yürüyor derken (siz dağları görürsünüz de onları hareketsiz sanırsınız oysa onlar bulutların yürüdüğü gibi yürümektedirler) sizin ifade ettiğiniz APAÇIKLIK vurgusuna dayanarak olayı fabl gibi düşünüp dağların bi anda ayaklanıp devasa ayaklarıyla adım attıklarını mı düşüneceğiz ? Yada bulutların eteklerini toplayıp nazlı bir kız edasıyla salına salına yürüdüklerini mi düşüneceğiz ? Öyleya apaçık olduğunu söyleyen kitap açıkca dağlar bulutlar gibi yürüyor diyor !
        Tanrı Zeusun antik yunanında insanlar atomu biliyor güneş-dünya arası mesafeyi hesaplıyor,dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneş etrafında döndüğünü tespit ediyor fakat her ne hikmetse avrupalılar dedelerinin bu bilimsel donanımlarına rağmen Galileo’yu neredeyse ipe götürüyorlar…

        Bu arada sizin Tanrının ne yapıp neyi yapamayacağı konusunda bu derece donanıma sahip olmanızı hagi eğitim kurumuna borçlu olduğunuzu da öğrenmek isterim..
        Tanrını Cehennemde yanacak olan insanları seyrederken hangi duygusunun baskın olduğunu merak etmişsiniz ? Sayın Toro cehennemde yanacak olanlar neden sizi bu kadar çok ilgilendiriyor ? Bağırsakları kaynar suyla parçalanmayı hakeden insanların olmadığına mı inanıyorsunuz ? Yada yandıkça derileri yenilenip yeniden acı çekmesi sağlanacak kadar ağır bir cezayı hak edecek hiç bir insan yoktur mu diyorsunuz ? Desene siz geçmişte yaşadığı hesaplanılan 100 milyar insanın hepsini tanıyorsunuz.

        Ömrünü bi kilerde yufka kemirerek geçiren ve öylece ölüp giden fareyle, hükmettiği nice genç kızın bedeniyle beraber ruhuna da tecavüz eden ve tek bir düğmeye basarak yüzbinleri yok eden bi caninin aynı mantıkla ölüp gideceğine inanmanız da beni derinden sarstı..
        Evet siz hiç namus cinayeti işleyen bi koç gördünüz mü ? Ama namus cinayeti işleyen insanları sıkça görürüz.
        İnsan bu dünyada başıboş değildir.Hemen yukarıdaki namus cinayeti örneğime muhtemel vereceğiniz zekanın ve onunla dolaylı olarak düşünce ve ahlakın evrimi gibi teorileri okuyup çöpe atalı uzun yıllar oldu Sayın Toro
        Saygılar…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        ”Bu arada sizin Tanrının ne yapıp neyi yapamayacağı konusunda bu derece donanıma sahip olmanızı hagi eğitim kurumuna borçlu olduğunuzu da öğrenmek isterim..
        Tanrını Cehennemde yanacak olan insanları seyrederken hangi duygusunun baskın olduğunu merak etmişsiniz ? Sayın Toro cehennemde yanacak olanlar neden sizi bu kadar çok ilgilendiriyor ? Bağırsakları kaynar suyla parçalanmayı hakeden insanların olmadığına mı inanıyorsunuz ? Yada yandıkça derileri yenilenip yeniden acı çekmesi sağlanacak kadar ağır bir cezayı hak edecek hiç bir insan yoktur mu diyorsunuz ? Desene siz geçmişte yaşadığı hesaplanılan 100 milyar insanın hepsini tanıyorsunuz.”

        Önce şurada bir duralım, ben bir tanrıya inanmıyorum ben bir tanrının var olabileceğine inanıyorum! Ayrıca o var olabileceğine inandığım tanrıya tapmıyorum! Çünkü o veya başkası bana henüz ”bana tapacaksın” demiş değil! Sizinle görüştü ise onu bilemem!

        Diğer konu herşeyin özellikle insanların bir tanrı tarafından yaratıldığına yani yaratılan herşeyin onun ürünü olduğuna inanıp sonra yarattığı bir varlık hata yapınca yaratıcıyı değilde yaratanı suçlamak, bence kolaycılıktır!

        Diyelim ki siz ev işlerinde kullanılmak üzere temizlik yapan basit bir robot yarattınız! O robot evde sahibini öldürdüğünde, hatayı kimde arayacağız, robottamı, robotu yapandamı?

        İnsanların hepsi içlerinde ne varsa içlerine ne yerleştirildiyse onu yaparlar! Bir insanın içinde öldürme ya da tecavüz arzusu yoksa şeytan diye yaratılıp hatalı üretimin suçunu yüklediğiniz varlık bile ona insan öldürtemez, tecavüz ettiremez! Yoksa siz tanrı tarafıdan yaratılan ya da kodlanan insanların kodlarına şeytan tarafından ulaşıldığına ve bu kodların yeniden şekillendirilerek tanrıya karşı kullanıldığınamı inanıyorsunuz? Sonrada hakim,güçlü,kudretli bir tanrı var diyeceğiz öylemi?

        Eskiden tanrılar vardı! Onların iyi ve kötü olanları vardı ve bunlar sözde doğruluk ya da kötülük için birbirleriyle savaşırlardı! Tabi tek tanrı olunca tanrıyı kendi kendiyle savaştıramayacaklarına göre savaştıracak başka bir varlık icad edilmeliydi! Aaa meğer tanrı kendi düşmanını da kendisi yaratmış, boş bulunmuş olabilirmi? Ya da çok tanrılı dönemlerdeki tanrı savaşlarınamı imrendi?

        Size bir soru, bir insan bir cinayet ya da bir tecavüzden sonra ”bana bunları yapmamı tanrı söyledi” derse ne yaparsınız? Bu soruya kesinlikle bir cevap bekliyorum!

        ”Ömrünü bi kilerde yufka kemirerek geçiren ve öylece ölüp giden fareyle, hükmettiği nice genç kızın bedeniyle beraber ruhuna da tecavüz eden ve tek bir düğmeye basarak yüzbinleri yok eden bi caninin aynı mantıkla ölüp gideceğine inanmanız da beni derinden sarstı..” sizden alıntı

        Peki dostum çiçek virüsü hakkında ne düşünüyorsunuz? Hani insanlık tarihi boyunca milyonlarca insanı toplu halde katleden! Peki veba mikrobu, hani o insanları acılar içinde kıvrandırarak öldüren! Daha sayayım mı! Sizce bu virüsler ve mikroplar kötülükmü yapıyorlar yoksa hayatta kalmak için insanlar arasında avlanıyorlarmı! Aynı bizim gibi!
        Biz bu dünyayı paylaştığımız diğer canlıları fabrikalarda seri olarak öldürmüyormuyuz? Hayvanları boyutlarına ya da isimleri üzerinden kendilerine yüklediğimiz anlamlarla vicdanlarımıza yerleştirmiyormuyuz?

        Mesela bir fare ile köpeğe ayrı ayrı gösterdiğimiz sempati ya da antipatinin kaynağı nedir? Köpek hayatta kalmaya uğraşıyorda fare başka birşey mi yapıyor! Sayın dostum, ben insanı tanırım çünkü bir insanım ve ne olduğum hakkında rol yapmam!

        Ha, hala bu tecavüzleri düşünüyorsanız, cihad adı altında hiçbirşeyden habersiz günlük yaşamlarına devam eden insanların basılan, yakılan,yıkılan şehirlerini ve oralarda aileerinden koparılarak köle pazarlarında satılan genç kızlarıda düşünün! Belki yarım değilde tam vicdan sahibi olmak daha çok hoşunuza gider!

        Bana çiçek mikrounu tanrı gönderdi diyebilirsiniz ve diğerlerinide o zaman kendi yazdığını şu cümleyi tekrar okuyun,

        ”ve tek bir düğmeye basarak yüzbinleri yok eden bi caninin”

        demek tek bir düğmeyle!

        Gelelim ahlaka! Sevgili dostum, ahlakın önündeki en büyük engeldir inançlar! Çünkü insanları ahlaka davet etmek için havuç kullanırlar! Ben eğer cennete gitmek için ahlaklı olacaksam olmayayım daha iyi! Tanrıyla ahlaklı olmanın karşılığında pazarlık yapacağız ya da onun dayattığı pazarlığa itiraz etmeyeceğiz, sonra cennet karşılığında yapmaya ikna edildiğimiz şeyin tezahüratını yapacağız öylemi? Tanrı olmasaydı, dinler olmasaydı, cennet vaadi, cehennem korkusu olmasaydı, ahlak dahil herşeyin canı cehennememi diyecektiniz?
        Ben karşılıkşız, kılçıksız ve saf olan ahlakı arıyorum o yüzden sizin tezahüratını yaptığınız ahlak bana yaramıyor!

        ”Tanrı Zeusun antik yunanında insanlar atomu biliyor güneş-dünya arası mesafeyi hesaplıyor,dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneş etrafında döndüğünü tespit ediyor fakat her ne hikmetse avrupalılar dedelerinin bu bilimsel donanımlarına rağmen Galileo’yu neredeyse ipe götürüyorlar…” sizden alıntı

        Çünkü sizin inandığınızı söylediğiniz tanrının bir önceki çalışması(!) onların üzerineydi! Hatırladınızmı, hani hristiyan olmuşlardı ya! Tabi yine hatırlamamış olabilirsiniz, kilise ve engizisyon desem! Bence bu sefer kesin hatırladınız! Sanırım artık NE hikmetse, demeyeceksiniz!

        ”Şimdi Kuranda dağların hareket ettiğine dair söylemleri ele alarak bundan dünyanın dönüşü ve levhaların hareketi anlamı çıkardığımızda apaçıklık kuralını ihlal mi etmiş oluyoruz ?
        Kuran dağlar yürüyor derken (siz dağları görürsünüz de onları hareketsiz sanırsınız oysa onlar bulutların yürüdüğü gibi yürümektedirler) sizin ifade ettiğiniz APAÇIKLIK vurgusuna dayanarak olayı fabl gibi düşünüp dağların bi anda ayaklanıp devasa ayaklarıyla adım attıklarını mı düşüneceğiz ? Yada bulutların eteklerini toplayıp nazlı bir kız edasıyla salına salına yürüdüklerini mi düşüneceğiz ? Öyleya apaçık olduğunu söyleyen kitap açıkca dağlar bulutlar gibi yürüyor diyor !” sizden alıntı

        Hayret değilmi, gerçekten öyle diyor!

        Sevgili dostum ben sizin ne yazdığınızı benim ise nasıl karşılık verdiğimi unutmam! Ama sanırım sizin unutkanlık sorununuz var!

        Ben size kime göre APAÇIK diyorum siz bana kendi zamanında yaşayan biri olarak BANA diyorsunuz! Bir tanrı sözü yine kendisi tarafından APAÇIK olma iddiası taşıyorsa okunduğunda anlaşıldığı gibidir! Yani o ayeti 1400 sene önce başka 1400 sene sonra başka anlayamazsınız! O nedenle o ayetler indiği anda ne anlatıyor ve okuyanlar ne anlıyorlarsa sizde onu anlayacaksınız! Sırf bu durumu kırmak için 1300 sene önce yaşayanları anlamamış yani anlamadan iman etmişler gibi gösteremezsiniz! İsterseniz bu durumuda ahlaken bir değerlendiriverin! Kendi düşüncelerinizi ya da anlayış tarzınızı aklmak için sizden öncekileri karalayamazsınız!

        Benim başka bir merakım var! Kuranın herhangi bir yerinde hangi ayeti, hangi zamanda doğru anlayacağınıza dair bir yönlendirme var mı!Yoksa siz değişen tarihe ya da zamana göre ve çoğunlukla sizin inandığınız inanca inanmayanların keşiflerine istinaden tanrınıza altyazılar mı yazıyorsunuz?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        (1)Biz demiyoruz ki,dağların varlığı depremlere engeldir veya dağların olduğu yerlerde depremler olmaz,böyle bir iddiamız da asla yoktur ! (2)Ama biz diyoruz ki,kökleri yerin derinliklerine giren dağlar nedeniyle mağma deryası üzerinde bulunan yer kabuğunda, kıtalarda hissedilecek veya gözle görülebilecek bir sarsıntı meydana gelmiyor.!” benden ”
        Benmi yanlış anlıyorum, siz dünyada dağlar sayesinde depremler olmuyor mu diyorsunuz ? 1 ve 2 diyerek ayırdığım bölümleri ayrı ayrı tekrar okumanızı önerim!”sizden alıntı”

        1-Demek ki gerçekten okuduklarınızı yanlış anlıyorsunuz.Dağlar sayesinde depremler olmuyor diye bir ifadem var mı?

        2-Ben diyorum ki dağlar sıtatik (durağan) değildir,üzerinde bulundukları kara parçasıyla birlikte yine hareket halindedirler,ama depremlerin bu hareketle alakası yoktur.Zira dağlar karaparçasıyla birlikte hareket ettikleri için bu hareket depremlere sebep olmuyor.Bizim tek vurgu yaptığımız şey,dünya ve dolayısıyla ona bağlı dağlar sabit,statik değil,hareket halindedirler.Bence okuduklarınızı düşünerek ve anlamaya çalışarak okusanız daha iyi olur!

        ”eğer bu dünya gemisi hareket edip yüzüyorsa,onun üzerinde bulunan ve yükü olan ( dağlar da ) ona bağlı olarak hareket ederler.” benden alıntı
        Anlamadım şimdi, o zaman dağlar niye var? ” sizden ”

        Dağların bir yararı de karaparçasını yaşanır haldan çıkaracak sürekli ve hiissedilecek bir sarsıntıdan korumaktır,başka nedenlerden dolayı meydana gelen depremlerden değil, çünkü dağlar karaparçası üzerinde ağır baskılardır.Mağma deryası üzerinde yüzen karaparçalarında bulunan ve kökleri yerin derinliklerine giren bu ağır baskılar olmasaydı, belki de mağma üzerinde yüzen söz konusu karaparçalarında her an zarar verici sarsıntılar meydana gelebilirdi,ama bildiğimiz depremler karaparçalarıyla birlikte dağların hareketlerine bağlı değildir,çünkü dağların hareketi bağımsız değildir,dağlar karaparçası üzerinde bir yük gibidirler,karaparçası hareket etmeseydi,veya dünya hareket etmeseydi dağlar da hareket etmezdi.Yani dağlar adeta taşınan ağır bir yük gibidir.Bu nedenle dağların yararı vardır.!

        Ayrıca,konumuzla ilgili sn.Bi yabancı kardeşimin aşağıdaki açıklamaları da konuyla ilgili doğru bilgi edinme açısından gayet doğru ve doyurcudur.Bu nedenle bu değerli açıklamalarından dolayı da kendisini içtenlikle kutluyorum!

        ” Evet dağlar kökleri itibariyle sabittir dağ ait olduğu kara parçasından bağımsız bi şekilde hareket etmez fakat dünyanın dönüşüyle birlikte hareket eden dağlara vurgu vardır kuranda. Birde levha hareketlerine vurgu vardır şöyle ki ; dağların köklerinin çakılı olduğu yerde sabit fakat ait olduğu levhayla birlikte yürüdüğü şeklinde asırlar önce jeolojik bir bilgiyi kuranda görmekteyiz.

        Burada bilim dışı ve mantıksız hiç bir yan yoktur.”

        ”Sn.Bi yabancı’dan alıntı ”

        Saygılarımla.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;
        Önce şurada bir duralım, ben bir tanrıya inanmıyorum ben bir tanrının var olabileceğine inanıyorum! ( sizden alıntı )
        Öncelikle Tanrıya inanmayan birisiyle benim tartışacak hiç bir şeyim yok tabi ki bunun altında egom yatmıyor. Bi cesede ilaç tedavisi uygulamak kadar saçma olurdu benim bi ateistle tartışmam.Burda ceset bende olabilirim inanmayan da farketmez.Ama siz bi Tanrının var olabileceğini söylerken bir ihtimali gündeme getirmiş oldunuz. Şöyle ki;var ise yada yok ise … Şimdilik yukardaki gerekçemi öne sürüp yok ise şıkkını eliyorum. Var ise şıkkının üzerinde durup size cevap vereyim.
        Tanrı var ise otomatikman evrenle birlikte varlık sebebimiz de Tanrı oluyor.
        Şimdi bi kaç soru doğdu ; Tanrı neden evreni yarattı ? Hiçliğin sessizliğini neden bozdu ?
        Tanrı dünyada veya bizim bilmediğimiz başka gezegenlerde ki olası canlıların iyi kötü bütün eylemlerine duyarsız mı ? Tanrıyı hiç ilgilendirmiyor muyuz ? Öyle ya insandan yola çıkarsak hiçte hafife alınmayacak derecede büyük iç dünyası olan insanın beklentileri var soruları var ve tüm bu beklentilerde sorularda Tanrının eseri ? Zira bizi böyle düşünmeye iten şey onun bize verdiği akıl ve bu aklın sonucu olan hayal dünyamız.Tanrının bize bi açıklama borcu olduğunu düşünmemin nesi akılla ve mantıkla bağdaşmıyor ?
        __Ona tapmıyorum çünkü henüz bana tap diye benimle iletişime geçmedi dediniz iletişime geçtiğini iddia ettiğimiz yöntemleri de hepten reddediyorsunuz.Ama tam da bu noktada unuttuğunuz bişey var ben zaten Tanrının verdiği akli ve zihni melekeleri samimice kullanıp art niyetsiz kullanıp tanrıya meydan okumaktan uzak sadece gerçeğin peşinde koşan iyi insanları cezalandıracağına inanmıyorum çünkü bu akıl onun eseri ise hem bu akılı verip hemde düşünme demesi abesle iştigal olurdu.Yani bu noktada tartışacak bişeyimiz yok.Fakat seninde bizzat şahit olduğun bu forumda varlık sebebimizi düşünüyor tartışıyor ve bi sonuca ulaşmaya çabalıyor olmamız bile Bizi amaçsız ve duyarsız olmayan bi Tanrıya götürüyor.Her şeyi reddetseniz bile buna tapınmakta dahil tanrının var olabileceğini düşündüğüz anda onun amaçsız ve duyarsız olmayacağını da anlamalısınız.Belki bu yüzden Tanrı sizi azarlayacaktır.
        _Bilimin bardağından alınan ilk yudum insanı ateist yapar fakat bardağın dibinde sizi tanrı beklemektedir ( Ünlü bir bilim insanından alıntı)
        Ne hikmetse diye başlayıp Galileo’yu ipe götüren sebeplerin başında dine dayalı zihniyetin baskısını unuttuğumu sanmayın Sayın Toro… Burada konu dışına çıkarak dönemin Avrupa insanına bi eleştiri oku savurdum.Elbetteki bu noktada haklısınız.Ama ben yinede dinin değil suçlunun insan olduğunu iddia ediyorum.Klişe olacak ama durum böyle ; Dini baskı ve iktidar için kullanan zihniyetler suçlu..
        Eh şimdide yeni bi soru doğdu Tanrı neden dini bu amaçla kullanılacak kadar elverişli bi şekilde sundu insanlara ? İşte bu soruyuda Allahın izniyle hep birlikte Tanrıya soracağız.
        __Peki dostum çiçek virüsü hakkında ne düşünüyorsunuz? Hani insanlık tarihi boyunca milyonlarca insanı toplu halde katleden! Peki veba mikrobu, hani o insanları acılar içinde kıvrandırarak öldüren! Daha sayayım mı! Sizce bu virüsler ve mikroplar kötülükmü yapıyorlar yoksa hayatta kalmak için insanlar arasında avlanıyorlarmı! Aynı bizim gibi!
        Biz bu dünyayı paylaştığımız diğer canlıları fabrikalarda seri olarak öldürmüyormuyuz? Hayvanları boyutlarına ya da isimleri üzerinden kendilerine yüklediğimiz anlamlarla vicdanlarımıza yerleştirmiyormuyuz?
        Mesela bir fare ile köpeğe ayrı ayrı gösterdiğimiz sempati ya da antipatinin kaynağı nedir? Köpek hayatta kalmaya uğraşıyorda fare başka birşey mi yapıyor! Sayın dostum, ben insanı tanırım çünkü bir insanım ve ne olduğum hakkında rol yapmam! (Sizden Alıntı)
        Benim Fare ile cani örneğini vermemde ki amacı yanlış anladınız…Ben orda farenin masumiyetine vurgu yapmadım. Vurgu yaptığım şey insanın sorumlu olduğudur.Sorumluluk sahibi;bu size hiç birşey ifade etmiyor mu ? Geleneksel evrimciler gibi insanı ufacık farklarla mı hayvandan ayırt ediyorsunuz ? Gen benzerlikleri bizi hayvandan ufacık farklarla ayırıyorsa o halde yıldızlardaki atomlarla bizdeki atomların aynı olması bizi birer yıldız yapar mı? insan düşünen bir yıldızdır fena görünmüyor! Sevgili dostum düşünce idrak muhakeme konuşma hırs kıskançlık vs vs bunlar bizi hayvanlardan çok ötelere taşıyor..
        Peki neden bilim insanlarının da vurguladığı gibi hayvanların yok oluşu insanlığın sonunu getirirken insanlığın yok oluşu dünyayı hayvanlar için daha elverişli bir hale getiriyor.Bilimin tespit ettiği bu olgudan yola çıkarsak o var olabileceğine inandığınız Tanrı acaba benim bahsettiğim duyarlılık ve amac doğrultusunda insan merkezli bi dünya yaratmış olabilir mi ? Hatta vegan felsefecileri için acı olacak ama hayvanı insanlık için var ettiğini düşünmek herhalde mantığa ters düşmez…….
        Gelelim ahlaka! Sevgili dostum, ahlakın önündeki en büyük engeldir inançlar! Çünkü insanları ahlaka davet etmek için havuç kullanırlar! Ben eğer cennete gitmek için ahlaklı olacaksam olmayayım daha iyi! Tanrıyla ahlaklı olmanın karşılığında pazarlık yapacağız ya da onun dayattığı pazarlığa itiraz etmeyeceğiz, sonra cennet karşılığında yapmaya ikna edildiğimiz şeyin tezahüratını yapacağız öylemi? Tanrı olmasaydı, dinler olmasaydı, cennet vaadi, cehennem korkusu olmasaydı, ahlak dahil herşeyin canı cehennememi diyecektiniz?Ben karşılıkşız, kılçıksız ve saf olan ahlakı arıyorum o yüzden sizin tezahüratını yaptığınız ahlak bana yaramıyor! ( Sizden alıntı )
        Ahlak nedir örneğin şu an şahsınızda olan ahlak anlıyışınız nasıl oluştu nerden beslendi bana bunu izah eder misiniz ? Ahlaksal olay yoktur olayların ahlaksal yorumu vardır diyen Nietzsche’den hareketle herkeste farklı bir ahlak anlayışı olursa dünyada ortaya çıkacak kaosun boyutunu düşünebiliyor musunuz ?
        Bir insan birinci derecede akrabalarına cinsel anlamda yaklaşmayacağını,yaklaşmasının gayri ahlaki olduğunu nerden öğrendi ? Veya tam tersini nerden öğrendi ?
        __Örneğin Elinde ekmek poşetiyle evine koşan kız çocuğuna çarpan bir bisikletli hızla olay yerinden uzaklaşıyor.Olaya şahit olan müslümanların Yerde hareketsiz şekilde yatan kız çocuğunu görüp işte sevap kazanma fırsatı cennete bir adım daha yaklaşırız hadi yardım edelim zihniyetiyle hareket edeceklerini düşünmen insafsızca değil mi ?
        __Bir tanrı sözü yine kendisi tarafından APAÇIK olma iddiası taşıyorsa okunduğunda anlaşıldığı gibidir! Yani o ayeti 1400 sene önce başka 1400 sene sonra başka anlayamazsınız! O nedenle o ayetler indiği anda ne anlatıyor ve okuyanlar ne anlıyorlarsa sizde onu anlayacaksınız! (Sizden Alıntı)
        Evet bu buram buram önyargı kokan yorumunuzdan da şunu anladık : Tanrı dağlar yürüyor diyorsa biz dağların ayaklanıp bi insan gibi yürüdüğünü anlayacağız zira yürümek insana ve bilimum ayaklı canlılara has bi özelliktir.Size göre muhammed bana göre Hz. Muhammed: sizin mantığınızla yola çıkarsak bi kümes dolusu gerizekalıya seslenip sonrasında bir buçuk milyar insanı peşine takmayı başardı.Hayret belkide ”MUHAMMED” Tanrının ta kendisidir !
        __Bi robot örneği verdiniz: Evet robota bilinç muhakeme gücü ve öğrenme melekesi verdim ise o robotu o insanı neden öldürdüğü konusunda sorgularım tabi bu hakkı kendimde belli şartlarda bulurum.Şöyle ki : Ben bi tanrıysam sonsuz kudretteyim demektir ve yaptığım yarattığım herşeyin özgürce hareket edebileceği zemini hazırlamalıyım..
        _Sayın Toro psikolojikman tamamen sağlıklı olduğunuz geçmişteki zaman dilimlerinin birinde yaptığınız eylemlerin herhangi birinde üzerinizde fiziksel veya sebebini bilmediğiniz fizik ötesi bi baskıya maruz kaldınız mı ? Özgür iradenizin kısıtlandığı herhangi bir olay yaşadınız mı dünyevi kaynaklı olmayan ?
        __Size bir soru, bir insan bir cinayet ya da bir tecavüzden sonra ”bana bunları yapmamı tanrı söyledi” derse ne yaparsınız? Bu soruya kesinlikle bir cevap bekliyorum!(Sizden Alıntı)
        Olaya cinayet masasında görevli ünlü bi polis edasıyla yaklaşıyorum.Öncelikle adamı bi psikoloğa götürürüm psikoloğun teşhisi ne olursa olsun psikologtan edindiğim verilerle birlikte bi psikiytra gider durum değerlendirmesi yaparım ilaç gerekli mi yada tamamen sağlıklı mı ? Sonrasında alanında uzman kişilerin oluşturduğu bir heyette katili sorgulatırım sorguyuda bizzat seyrederim..Tüm bunların sonucunda gerçekten hasta ise tam teşekküllü bi akıl hastanesine gönderip tedavisini yaptırırım.Yok hasta değilise işi uyanıklığa vuran bi açıkgöz ise gerekirse şiddet uygulayıp bu psikolojik de olabilir fizksel de olabilir doğruları itiraf etmesini sağlarım.Yinede muvaffak olamasam olayı bi üstüme sevkedip kendi açımdan dosyayı kapatırım.Ama şayet olayın gerçekleştiği ülkede polis değilde en tepedeki idareciysem olayın nüzul sebeplerine göre katili muhtemelen idam ederim.Sıradan bir insansam ona Tanrı sana bu cinayeti işlemeni söylediğinde ona neden diye bir soru yönelttin mi diye sorarım..Tıpkı Hz Muhammede yöneltilen sorular gibi…Saygılar

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Anlıyorum ki sadece başka yazılanları değil kendi yazdıklarınızı da yanlış meal edilmişlerdir diyerek başkalaştırabilme ya da başkalaştırabildiğinizi zannetme huyunuz var! Bakın yazıyı çok fazla uzatmaya ihtiyaç duymuyorum, sadece kendi yazdığınız yazıyı tekrar aşağıya alacağım;

        (1)Biz demiyoruz ki,dağların varlığı depremlere engeldir veya dağların olduğu yerlerde depremler olmaz,böyle bir iddiamız da asla yoktur ! (2)Ama biz diyoruz ki,kökleri yerin derinliklerine giren dağlar nedeniyle mağma deryası üzerinde bulunan yer kabuğunda, kıtalarda hissedilecek veya gözle görülebilecek bir sarsıntı meydana gelmiyor.!” benden ”
        Benmi yanlış anlıyorum, siz dünyada dağlar sayesinde depremler olmuyor mu diyorsunuz ? 1 ve 2 diyerek ayırdığım bölümleri ayrı ayrı tekrar okumanızı önerim!”sizden alıntı”

        Ama biz diyoruz ki,kökleri yerin derinliklerine giren dağlar NEDENİYLE mağma deryası üzerinde bulunan yer kabuğunda, kıtalarda hissedilecek veya gözle görülebilecek bir sarsıntı meydana gelmiyor.!”

        Ya ne yazdığınız farkında değilsiniz ya da düşündüğünüzü yazıya dökmekte pek mahir değilsiniz!

        Bakın hala şu lehebin iki eli ile ilgili yanıtınızı bekliyorum, cevap yazmaya niyetiniz var mı?

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Size bir soru, bir insan bir cinayet ya da bir tecavüzden sonra ”bana bunları yapmamı tanrı söyledi” derse ne yaparsınız? Bu soruya kesinlikle bir cevap bekliyorum!(Sizden Alıntı)
        ”Olaya cinayet masasında görevli ünlü bi polis edasıyla yaklaşıyorum.Öncelikle adamı bi psikoloğa götürürüm psikoloğun teşhisi ne olursa olsun psikologtan edindiğim verilerle birlikte bi psikiytra gider durum değerlendirmesi yaparım ilaç gerekli mi yada tamamen sağlıklı mı ? Sonrasında alanında uzman kişilerin oluşturduğu bir heyette katili sorgulatırım sorguyuda bizzat seyrederim..Tüm bunların sonucunda gerçekten hasta ise tam teşekküllü bi akıl hastanesine gönderip tedavisini yaptırırım.Yok hasta değilise işi uyanıklığa vuran bi açıkgöz ise gerekirse şiddet uygulayıp bu psikolojik de olabilir fizksel de olabilir doğruları itiraf etmesini sağlarım.Yinede muvaffak olamasam olayı bi üstüme sevkedip kendi açımdan dosyayı kapatırım.Ama şayet olayın gerçekleştiği ülkede polis değilde en tepedeki idareciysem olayın nüzul sebeplerine göre katili muhtemelen idam ederim.Sıradan bir insansam ona Tanrı sana bu cinayeti işlemeni söylediğinde ona neden diye bir soru yönelttin mi diye sorarım..Tıpkı Hz Muhammede yöneltilen sorular gibi…Saygılarya niyetiniz var mı?”sizden alıntı

        Peki ortada psikolog, psikiyatr ya da polis olmadığı zamanlarda bir adam çıkagelip tanrıyla konuştuğunu ve peygamber yapıldığını söyleyip bir süre sonra da geride bıraktığınız akrabalarınız ya da kavminizle savaşmanız yani tanrı adına öldürmeye hazır olmanızı istediğinde ne yaparsınız?

        Siz tanrı adına adam öldürdüm ya da tecavüz ettim diyenin iddiasına baştan rezerv koyup onun iddialarının doğruluğunu birçok şekilde teyit etmeye ihtiyaç duyup ama sonuçta yine de ona inanmayıp ”muhtemelen idam ederdim” noktasına olduğunuz halde, üstelik bu iddianın sahibiyle birebir yüzleşme fırsatıda bulmuşken, hiç görmediğiniz, söylediklerini söylediğine şahit olmadığınız, söylediklerimi kitap haline getirin diye bir talebi ya da vasiyeti olmayan, üstelik tanrıdan aldığını iddia ettiği emirler arasında da bu emirlerin kitaplaştırılmasına dair bir yönlendirme ya da yöntem bulunmayan ve sizden 1400 yıl önce yaşayan bir insanın söylediklerinin doğruluğundan nasıl emin olabilirsiniz?

        Adam öldürmek tanrı söylediğinde mübah(din adına), tecavüz etmek, köle olarak satın aldığınıza yapılan bir eylem olduğunda da normal kabul ediliyorsa, demek ki bahsettiğimiz adamında yaptıklarını tanrı istedi diye yaptım iddiasının kabul görmesi gereklidir!

        Öncelikle burada defalarca yazdım, kendine peygemberim diyerek ortaya çıkan bir insanın iddiasının kanıtı olarak gösterdiği şeyler yine kendi ağzından dökülen cümlelerdir! İnsanların görüp algılayabileceği şekilde göstereceği başka bir kanıtı yoktur! Ve iddiasının doğru kabul edilmesini sağlayan şey iddiasını ispatlayabilmesi değil iddiasına inandırabilmesidir! Bu noktada öldürme ve tecavüz etme eyleminin icracısının, eylemlarin yapılmasının tanrı tarafından istendiği iddiasının yalan olduğunu kanıtlayan şey onun söylediklerine inanılmamasımıdır?

        Yani biz inanıyorsak tanrı bir insanla konuşmuştur ama inanmıyorsak tanrı bir insanla konuşmamıştır!

        Şu sayılara pek takılmayın! Sizde biliyorsunuz ki 1,6 milyar olarak telaffuz edilen inanır sayısı yayılmacı emmevi ve abbasi hanedanlarının eseridir! Kılıçla kendinize benzettiklerinizin herşeyi unutmuş torunlarının sayısı üzerinden haklılığınızı kanıtlamaya çalışmak pek anlamlı bir seçenek değil!

        Dünya üzerinde semavi dinlerin hiç birine inanmayan ateist,deist,agnostik ve panteist sayısıda yaklaşık 1,1 milyardır, hemde bu insanlar istila edilerek dinsizleştirilmiş, belirsizliğe inandırılmış, dini olmayan bir tanrının olabileceğine yönlendirlmiş olanların torunlarından oluşmaz! Mesela siz bütün dünyayı kendi inandığına inandırmak için elinde kılıçlarla yola çıkıp bir tarafta ta ispanyaya diğer tarafta ta doğu türkistana kadar giden ateist,deist,agnostik ya da panteist bir topluluk biliyormusunuz?

        Şimdi yazımızın özüne dönecek olursak,

        Beni, benim algılarım haricinde hiç bir insan herhangi bir tanrıya inandıramaz! Eğer inanırsam, inadığım tanrı beni inandıranın tanrısı olur! Sizce bu nasıl bir tanrısallıktır!

        Bakın dünyada hikayesi anlatılan hiç bir peygamber kendisine peygamberlik görevi verildiğini başka bir insandan öğrenmez! Çünkü en basit mantıksal önerme bile görev vericinini görevi verdiğine kendini kanıtlaması gerektiğini kurgular! Bu noktada peygamber yapılarak normal insanlardan daha yukarı konumlandırılanların bile aldığı göreve başlamak için görevi verenin, kendisini kanıtlamasına ihtiyacı varken nasıl olurda diğerlerinden tanrıyı kendi algılarıyla görmek algılamak yerine başkasından dinleyerek inanmaları beklenebilir? Aksi durum da yani bu şekilde inanmanın mantıklı bulunmadığı hallerde hangi tanrı bir ceza, öfke ya da sitem kurgulayabilir?

        Sevgili arkadaşım burada bana cevap yetiştirmeye çalışan tüm arkadaşlara sordum ama kimse bana sorumun yanıtını veremedi!

        Siz kitabta,kitabın kendisinin, kitap haline getirilmesini, belirlenmiş bir yöntem ve belli bir tarihte yapılmasını emreden bir ayet biliyormusunuz?

        Zekat, namaz, hac, oruç,kurban bunlar emredilen ve emredildiği için vücut bulan eylemler değilmi? Yani yapın ya da yapılsın dediği için yapılan eylemler! Peki sözlerimi kitap haline getirin, bunu da şu yöntemle ve şu tarihte yapın demeyen bir tanrının demediği birşeyi yapıp, demediği şeyin üzerinden ona bağlılık gösterdiğinizi ve bunun sizi bizden daha iyi bir noktaya taşıdığını iddia etmenizin mantığı nedir?

        Bakın bir tanrı var ve o tanrı var olan herşeyi yaratandır dediğinizde (ben böyledir demiyorum) onun bütün seçenekleride bildiğini iddia etmiş olursunuz! Bu noktada bütün seçenekleri bilen bir tanrı için hiç birşey sürpriz değildir! Sürpriz olmayan hiç bir şeyde bu tanrıyı herhangi bir duygu dalgasına (sonsuz defa kare) sürüklemez! Yani tanrı kendine inanılmaması seçeneğini de dizayn eden olduğundan bu seçeneğin vuku bulmasından etkilenmez! Dolayısıyla kitapta tanrının denilen sözlerdeki gibi kendisine inanmayanlara öfkesini sözcüklere dökerek anlatan bir tanrıyla karşılaşamazsınız! Bu basit bir mantıktır!
        Bunu şeytan hikayesinde de görürüz! Hatalı yaratılan ya da hatalı yaratıldığı uzunca bir süre farkedilemeyen bir varlığın üstelik de salt hizmet etmek için yaratıldığı tanrısına isyan edebilip hayatta kalabilmesi üstüne tanrısına meydan okuyup pazarlık yapmak suretiyle tanrısının satranç tahtasında onun karşısına oturabilmesi nasıl mümkün olabilir?

        Peki tanrısının doğrudan emrine aracısız şahit olan bir varlık bile tanrısına isyan edebilme noktasına gelebiliyorsa tanrısına hiç şahit olamayıp, onun varlığına, kendisi gibi başka bir insanın sözleri üzerinden iman etmesi beklenen bir insan nasıl olur da suçlanabilir?

        Buda basit bir mantıktır! Basit mantık bize tanrısına HİZMET etmek için var edilen yani yaradılış amacı ve kodlanması HİZMET olan varlıklar isyan edemezler diyor! Dolayısıyla şeytan ya da tanrının katındaki her isyankarın isyan eyleminin sorumlusu kendileri değil tanrılarıdır ve her isyan tanrının kendi iddialarını çürüten kendi hatalarıdır!

        Bana söylermisiniz bir tek yaratıcının olduğu yerde yaratıcısına isyan eden bir varlığın kaçıp gidebileceği bir yer ya da bu isyandan sonra kendisini kurtarabileceği başka bir yol ya da başka bir varlık varmıdır? Peki bu noktada bu eylemin sahibinin everest tepesinden atlayarak kurtulabileceğini sanan birinden farkı varmıdır? Peki ben everest tepesinden atlayıp hayatta kalacağım diyen birinin bu durumuna hangi psikolojik terimle seslenirsiniz! Delilik diyeceğinize eminim!

        Ha işte tanrısına rağmen deliren bir varlığın meydan okumasıyla ortaya çıkan bir sınavda olduğumuzu iddia eden bir inancı sorgulamak ve bir delinin (şeytanın) attığı taşın taşırdığı suda oluşan dalgalarda debelenmeye niyeti olmadığını söyleyebilmek güzel bir duygudur, en azından benim için!

        Tanrıyı ilgilendirme meslesine gelince,

        Burada beklenti tanrıyı ilgilendirmek değil varlığımızı kutsamak veya önemsenir olmayı istemektir! Tanrı bizi başıboşmu bırakacaktı? Hayvanlar başıboş, amaçsız ya da beklentisizde ne oluyor? Dünyayı kötülükten, tecavüzden, çıkarcılıktan, kibirden, hırsızlıktan geçilmeyen bir yer halinemi getiriyorlar?

        Bakın daha önce verdiğim bir örneği tekrar vereceğim.Önce tanrının boyutlarını sonra onun yarattığı evreninin boyutunu sonrada dünyanın ve içindekilerin boyutlarını gözünüzün önüne getirmeye çalışın! Sonra evrenin cam bir fanus, içinde uçuşan taneciklerin gezegenler faunusu elinde tutanın ise tanrı olduğunu düşünün!Sonra,Tanrı fanus (evren)salladığında uçuşan taneciklerin(gezegenler) içinde yaşayanlarla ne kadar ilgili olabileceğini kendiniz düşünün! Sizinle hiç konuşmamış ama sizin birisiyle size iletsin diye konuştuğuna inandığınız bir tanrının artı olarak size özel ilgi duymasını beklemeniz de normaldir! Normal olmayan size ya da ilk muhataplarını söylediklerine inandıranın kendini taşıdığı noktanın gözden kaçmasıdır!

        Bu arada ben tanrıya meydan okumam! Bilmediğim, benimle iletişime geçmeyen ve bu yüzden de beni mantığımla bağdaşmayan yollara yönlendirmeyen bir tanrıyla yani aslında varlığını kanıtlamaya çaışmadığı içinde varlığından emin olamayacağım bir varlıkla nasıl sorun yaşayabilirim ki? Bu don kişot gibi yeldeğirmenleriyle savaşmaya benzer!

        ”Bilimin bardağından alınan ilk yudum insanı ateist yapar fakat bardağın dibinde sizi tanrı beklemektedir ( Ünlü bir bilim insanından alıntı)” bende sizden alıntıladım

        Sizce şahid olduğunumu söylemiş (bardağın dibinde bekleyen için) ya da kendi beklentisini veya tahmininimi dayatmış! ”Beklemektedir” bu bilindiği halde söylenecek bir kelimedir inanılarak söylenemez!

        Yani bilmeyen bir insan bu cümleyi ancak,

        Bilimin bardağından alınan ilk yudum insanı ateist yapar fakat –BENCE– bardağın dibinde sizi tanrı beklemektedir!

        yukarıdaki gibi kurabilir! Çünkü kimse kanıtlayamayacağı kendi tahminini diğerlerine mutlak realite olarak dayatamaz!

        ”Tanrı neden dini bu amaçla kullanılacak kadar elverişli bi şekilde sundu insanlara ? ” sizden alını

        Ben başka bir şey sorardım! Her defasında yeni bir peygamber ve yeni bir kitap göndermen gerekeceğini ve her kitabın ve o kitabın etrafında toplanacak inanırların birbirleriyle sana ulaşmak için kullandıkları yolu kıyaslayarak savaşacağını ve birbirini öldüreceğini bile bile neden yaptın, diye sorardım?

        Benim fare ve köpek örneğimin sizin örneğinizle alakası yoktu! Sadece insanların algılarında şekillerine ve beslenme alışkanlıklarına göre kategorize edip aşağıladığı veya sempati yüklediği iki canlı arasındaki algı farkını irdelemeye çalıştım!

        Sorumluluk diyorsunuz, ben sırf besin zincirinin en tepesine tırmandı diye dünyayı paylaştığı diğer canlıları seri halde öldürmeyi, onların yaşam sahalarını tehdit etmeyi ve aşağılamayı kendine hak gören bu durumuda kendi yarattığı tanrı algısıyla aklamaya çalışan insanın zaten sorumsuz olduğunu iddia ediyorum! Dünya üzerinde vermeden isteyen ve istediklerini(beslenmesi için gerekli olanlar) seri halde üreten ya da öldüren başka bir canlı varmı diye soruyorum! Siz hiç avını paketleyerek satan yani öldürdüğünü seri halde değiş tokuş malzemesi yapan başka bir canlı biliyormusunuz?

        ”Ahlak nedir örneğin şu an şahsınızda olan ahlak anlıyışınız nasıl oluştu nerden beslendi bana bunu izah eder misiniz ?” sizden alıntı

        Tabi ki, ailemin ve çevremin atalarından kendi çocuklarına da öğretmek üzere devraldığı ve bana da doğduğum andan itibaren mutlak realiteymiş gibi öğretilmeye çalışılan geleneksel davranış biçimlerinin aslında realiteyi gizlemek adına kullanılan makyajlamalar olduğunu anlamaya başladığım anda ortaya çıkan ve kendini besleyen yorumlamalarımdır! Öncelikle bana göre ahlakın kaynağı inanışlar yada gelenekler değildir, ahlakın kaynağı farkındalıktır! Farkında olmayanların ahlak diyerek yaptığı herşey kendilerine öğretilenlerin öğretildiği gibi uygulanmasından ibarettir! Kendi tercihleri değildir, kendilerine uygulanmak üzere emanet edilen ezberlerdir! Şöyle düşünün türkçe dünyadaki tek dil değildir sadece size öğretildiği için konuştuğunuz ya da konuşmak zorunda kaldığınız dildir! Dolayısıyla sizin ahlak dediğiniz şey insan algılarının yaşadığı çevre içerisinde deneyimleyip gözlemlediği olaylara tepki olarak geliştirdiği davranış biçimlerinin sosyal yaşamdaki eylemlerine yansıyan halidir! Ama büyüyüp görürüz ki bu eylemler dünyanın her yerinde ya da tarihsel yapıda farklı tazahür eder! Yani ahlak ve onun kuralları her topluluğun kendi ortak konsensüsüdür ve doğrularıdır!

        ”Bir insan birinci derecede akrabalarına cinsel anlamda yaklaşmayacağını,yaklaşmasının gayri ahlaki olduğunu nerden öğrendi ? Veya tam tersini nerden öğrendi ?” sizden alıntı

        Adem ve havvanın çocuklarından çoğalan insan neslini anlatan inanışlardan öğrenmediği kesin! Bence bunu değilde dünyayı paylaştığımız diğer canlıların kendi yavrularıyla çiftleşmemeyi nereden öğrendiğini düşünmelisiniz!

        ”Örneğin Elinde ekmek poşetiyle evine koşan kız çocuğuna çarpan bir bisikletli hızla olay yerinden uzaklaşıyor.Olaya şahit olan müslümanların Yerde hareketsiz şekilde yatan kız çocuğunu görüp işte sevap kazanma fırsatı cennete bir adım daha yaklaşırız hadi yardım edelim zihniyetiyle hareket edeceklerini düşünmen insafsızca değil mi ?” sizden alıntı

        Örneği veren sizsiniz, beni sizin değilde benim verdiğim örnekler üzerinden yargılayın!
        Mesela müslümanların,hristiyanların yada yahudilerin bisikletten düşen iki kıza doğru giderken, hangi inancın mensubu olduklarınıda (kızların) bildiklerini düşünün, bir ambulans ve bir sedye var!

        Öleni ya da yardıma ihtiyacı olanı düşünürken önce kimliğin,i aidiyetini düşünmüyorsanız yani vicdanınız taraf tutmuyorsa insaflısınızdır, aksi halde …!

        ”Şöyle ki : Ben bi tanrıysam sonsuz kudretteyim demektir ve yaptığım yarattığım herşeyin özgürce hareket edebileceği zemini hazırlamalıyım..” sizden alıntı

        Özgürlük, yarattığınız zemine müdahale etmemek özgürlüğü (eğer gerçekten amaç özgürlükse) bireylere emanet etmekle olur! Yapılan bir eyleme müdahale edilen yada yapılan eyleme ödül ya da ceza vaad edilen zemin özgür değildir! Hele de o zemine girmek için rızanız alınmamışsa özgürlüğün ö sünden bile bahsedilemez!

        ”Sayın Toro psikolojikman tamamen sağlıklı olduğunuz geçmişteki zaman dilimlerinin birinde yaptığınız eylemlerin herhangi birinde üzerinizde fiziksel veya sebebini bilmediğiniz fizik ötesi bi baskıya maruz kaldınız mı ? Özgür iradenizin kısıtlandığı herhangi bir olay yaşadınız mı dünyevi kaynaklı olmayan ?” sizden alıntı

        Ha şimdide sizin gibi düşünmeyen biri olarak, sizin kendi inançlarınızla yoğrulan algınıza göre ben geçmişte psikolojik olarak sağlıklıydım ama şimdi değilim öylemi? Sırf sizin tarafınızda değilim diye psikolojim sorgulanmalı öylemi? Ne güzel, ne vicdanlı ne ahlaklı bir yaklaşım!

        Ben bana öğretilen tanrı korkusunun kafamın içinde dönen her düşünceye nüfuz ederek bazen beni düşünmekten bile korkar hale getiren baskısına maruz kaldım! Ama farkettim ki bu korkular benim kendi korkularım değil bana öğretilen korkular! Sonrası çorap söküğü!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro :
        __Siz tanrı adına adam öldürdüm ya da tecavüz ettim diyenin iddiasına baştan rezerv koyup onun iddialarının doğruluğunu birçok şekilde teyit etmeye ihtiyaç duyup ama sonuçta yine de ona inanmayıp ”muhtemelen idam ederdim” noktasına olduğunuz halde, üstelik bu iddianın sahibiyle birebir yüzleşme fırsatıda bulmuşken, hiç görmediğiniz, söylediklerini söylediğine şahit olmadığınız, söylediklerimi kitap haline getirin diye bir talebi ya da vasiyeti olmayan, üstelik tanrıdan aldığını iddia ettiği emirler arasında da bu emirlerin kitaplaştırılmasına dair bir yönlendirme ya da yöntem bulunmayan ve sizden 1400 yıl önce yaşayan bir insanın söylediklerinin doğruluğundan nasıl emin olabilirsiniz?(Sizden Alıntı)
        __Bakın bir tanrı var ve o tanrı var olan her şeyi yaratandır dediğinizde (ben böyledir demiyorum) (Sizden Alıntı)

        Şimdi Sayın Toro kavramlara yüklediğimiz anlamların bile değişkenlik gösterdiği bir durumda münazaranın sağlıklı olması düşünülemez. Bi Tanrı üzerinden tartışıyorsak o Tanrı kavramından ne anladığımız noktasında ufak tefek ayrılıklar dışında hem fikir olmalıyız.Siz Bi Tanrının var olabileceğine ve var olsa bile her şeyin yaratıcısı ve sebebi olamayacağını düşünüyorsunuz ben ise bi Tanrı vardır ve herşeyi yaratandır diyorum.
        Dinleri ve kitapları bi kenara bırakıp sadece Tanrı üzerinden gidelim…Siz diyorsunuz ki Tanrı varlığını kanıtlamadı yada kanıtlamaya gerek duymadı.Varlığından emin olamayacağım ifadesi yazınızın içinde duruyor !
        Bu noktada Tanrıya yüklediğiniz acziyetin farkında mısınız ? İnsandaki zihni melekeler ortadayken bulunduğumuz evrenin fizik yasalarındaki o büyük zeka ortadayken birde çıkıp öğretmenliğe yeni başlamış bir öğretmen gibi öğrencilerle yani insanlıkla tanışma faslı mı yapmalıydı? üstelik bunu her yüz yılda bir tekrarlamak suretiyle…Bakın sayın Toro evrende işlerin yolunda olmasını isteyen biri var. Vücudun bütün dokularını beslemek suretiyle bedenimizde yılmadan tur atan kanın temizlenme ihtiyacı olan oksijen; bulunduğumuz yer küreyi bilinçsizce sarmamıştır akciğerlerin yapısı itibariyle oksijenle çalışabilen bi makina olduğunu düşünürsek bu kadar tesadüf yok anasının gözü dedirtebilir bize.Bu örnekleri çoğaltabiliriz.Maddedinin eylemsizliği üzerinde bütün bilim çevreleri hemfikirken evrenin oluşumunu dışardan bir etki olmaksızın tesadüflere bağlamak akıl tutulmasından başka bir şey değildir.Ben son tahlilde Tanrının varlığının kanıtlandığını düşünüyorum.
        Tanrının tek bir cümlesinde bile öldürün emri yoktur.Gücünüz sizi adaletten alıkoymasın deyip gücü eline alanlara öldürün demesi aklen ve mantıken kabul edilir bi durum değildir.Bu konuda Sayın Bilal kardeşimin ayetler üzerinden açıklamaları doyurucudur onun söylediklerine eklemek istediğim herhangi bir şey yoktur.
        Evet dünyayı cebren kendi inandığına inandırmak suretiyle istilaya kalkışan ateist deist agnostik yada panteist bi topluluk görmedim ama bu topluluğun birer bireyi olan diktatörlerin sebep olduğu kıyımlara herkes şahit olmuştur.
        __peygamber yapılarak normal insanlardan daha yukarı konumlandırılanların bile aldığı göreve başlamak için görevi verenin, kendisini kanıtlamasına ihtiyacı varken nasıl olurda diğerlerinden tanrıyı kendi algılarıyla görmek algılamak yerine başkasından dinleyerek inanmaları beklenebilir? Aksi durum da yani bu şekilde inanmanın mantıklı bulunmadığı hallerde hangi tanrı bir ceza, öfke ya da sitem kurgulayabilir?(Sizden Alıntı)
        Evet Tanrı Hz Muhammedin aklında mantıksal bir boşluk bırakmamak suretiyle ona kendisini kanıtlamış ve görevlendirmiştir gerçi kanıtlamış tabiri anlatmak istediğimi tam olarak karşılamadı zaten Hz Muhammed herşeyi yoktan var eden bir Tanrıya inanıyordu.
        Kendisinin uydurduğunu iddia ettiğiniz kitapta bunu görebiliyoruz.Sizin yukarda ki sorularınızdan hareket edersek mantıklı bulmadığınız bir noktada cezalandırılacağınıza inanmanız zaten başlı başına mantıksızlık.Siz herhalde müslüman olmayanlara karşı Tanrının öfke ve nefretle dolu olduğuna inanıyorsunuz.Yine Sayın Bilal kardeşimin kurandan alıntı yaparak söylediği gibi Allah tebliğini yeterince ulaştırmayan kimselere azap etmez.Biz 17 yaşında bi trafik kazası sonucunda ölen kanadalı ateist çocuğun sonsuz cehenneme atılacağını söylersek o vakit bize istediğinizi söyleyebilirsiniz !

        __Sevgili arkadaşım burada bana cevap yetiştirmeye çalışan tüm arkadaşlara sordum ama kimse bana sorumun yanıtını veremedi!
        Siz kitabta,kitabın kendisinin, kitap haline getirilmesini, belirlenmiş bir yöntem ve belli bir tarihte yapılmasını emreden bir ayet biliyormusunuz? (sizden alıntı)
        Cevap veriyorum Hayır Bilmiyorum.
        Biz Allah yalnızca savunma savaşını emretmiştir dediğimizde ; hem kendisine saldırılanın hiç bi yerden icazet almadan savunusunu yapacağı ortadayken Allahın böyle bir emri gereksizsdir deyip hemde Yüce Allahın cebrail vasıtasıyla gönderdiği mesajları neden kitap haline getirin diye bir emrinin olmamasını sorgulamanızın mantılı bir yanı yoktur.
        __Bakın bir tanrı var ve o tanrı var olan herşeyi yaratandır dediğinizde (ben böyledir demiyorum) onun bütün seçenekleride bildiğini iddia etmiş olursunuz! Bu noktada bütün seçenekleri bilen bir tanrı için hiç birşey sürpriz değildir! Sürpriz olmayan hiç bir şeyde bu tanrıyı herhangi bir duygu dalgasına (sonsuz defa kare) sürüklemez! (sizden alıntı)
        Bu sonsuz kere tabirine baya takılmışsınız sayın Toro herhalde daha önceden yaptığım gafı ikide bir önüme getirip bana hatırlatmanız sizi egosal anlamda tatmin ediyor olsun ben tanımadığım insanlara da iyilik yaparım.
        Sizden alıntı yaptığım mesajınıza gelince evet Tanrı her şeyi yaratandır ve her şey onun bilgisi dahilindedir.Ama bu noktada zamansızlık gelmeli aklımıza
        __Zamanın olmadığı diyar acaba nasıl ? Kesiksiz bir an mıdır bizden önceki ve sonraki fasıl.Evet aslına bakarsanız Ben Yüce Allahın herkesin özgürce hareket edebileceği bir zemini hazırladığına inanıyorum Kontrolün Allahta olduğu ama içinde bireysel ve toplumsal eylemler bakımından tamamen özgürce yaratılmış olan dünya mekanını ısrarla savunacağım.Allah zamandan münezzehtir mekandan da öyle hal bu iken zamanın olduğu yerde olagelen eylemlerin değerlendirilmesinin Tanrı nezdinde nasıl olacağını düşünmek aklın sınırlarını zorlamak olur ki buda eyfel kulesini tek başına yerinden söküp Paristen Lyona kucakta taşımak için yapılan kas ve egzersiz çalışması gibi bişey olur.Yani zorlamayalım Tanrı insan ilişkisinde Hepimizi büyük bi sürpriz bekliyor bu cevaplanması zor sorularınızın ebedi alemde vay be demek bu şekildeymiş gibi bir tepkiye neden olacağından eminim.Yine inanmak ve inanmamak farkı çıktı ortaya.
        O bahsettiğiniz yaratılış öncesi senaryo sembolik ifadelerle dolu ayetlerde bi süreçten bahsediliyor oysa Allah zamandan münezzehtir demek ki buna inanan biz müslümanlar o ayetlerinde sembolik anlamlar taşıdığına inanacağız inşallah apaçıklık kuralını ihlal etmedik !
        Hayvan insan kıyaslamanız ise çok ilginç doğrusu ne söylemeye çalıştığınızı bir türlü anlayamıyorum sırtlanların yalnız ve çaresiz ceylana saldırısını içgüdülere yorup insanın saldırılarını neye yoruyorsunuz ne demeye çalışıyorsunuz anlayamıyorum Sayın Toro Yoksa sizde Vegan Felsefesinin yılmaz savunucularından mısınız ? daha iyi anlamam için zahmet edip yeniden detaylı cümleler kurarsanız size müteşekkir olurum
        __Ben başka bir şey sorardım! Her defasında yeni bir peygamber ve yeni bir kitap göndermen gerekeceğini ve her kitabın ve o kitabın etrafında toplanacak inanırların birbirleriyle sana ulaşmak için kullandıkları yolu kıyaslayarak savaşacağını ve birbirini öldüreceğini bile bile neden yaptın, diye sorardım?(Sizden Alıntı)
        Sayın Toro böylesi basitçe bi yaklaşımı sizden beklemezdim doğrusu sizin bu soracağınız soruya tatmin edici bir cevabının olmadığını mı düşünüyorsunuz yüceler yücesi Tanrının doğrusu hayal kırıklığına uğradım.Hiç bir şey demez ise bile bi Sananeyi size çok görmez heralde Bir adam başka bir adama oğlunun akşam eve geliş saatini neden bu kadar geç olduğu konusunda hesap soruyor yani adamın koyduğu kuralı haddi olmadan sorguluyor.Sizin Tanrıya bu bağlamda soracağınız sorular hadsizlik midir onun karar vericisi ben değilim sözlerimi yanlış anlamanızı istemem.
        Ahlak konusunda söyledikleriniz kesinlikle tatmin edici ve doyurucu değil geçmişe giderseniz ahlak anlayışımızın nasıl şekillendiğini görürsünüz elbette ki başkasına ait olan bir şeyi almanın kötü olduğunu bize dinler öğretmedi ama ahlaksal boyutta dinler akla ve mantığa uygun sınırlar çizdi ve ilk insandan günümüze gelen evrensel ahlak normları oluştu.Hz Adem ve Hz Havvanın çocuklarının cinsel beraberliklerinden dem vurmanız beraberinde şu soruyu da getiriyor neden aynı Tanrı ve kökü ortak aynı dinler sonrasında bunu yasak kıldı haram kıldı ?
        Verdiğim kız çocuğu örneğine yanlış yaklaşmışsınız ben o örnekte müslümanların iyilik yaparken ahlaki davranırken cennet ve sevap kavramlarını akıllarına getirmediklerini vurgulamak istedim.
        __Ha şimdide sizin gibi düşünmeyen biri olarak, sizin kendi inançlarınızla yoğrulan algınıza göre ben geçmişte psikolojik olarak sağlıklıydım ama şimdi değilim öylemi? Sırf sizin tarafınızda değilim diye psikolojim sorgulanmalı öylemi? Ne güzel, ne vicdanlı ne ahlaklı bir yaklaşım!(Sizden Alıntı)
        Sayın Toro yanlış anlaşılmaya mahal verecek tarzda oluşturduğum bu paragraf için sizden özür diliyorum.Bilmenizi isterim ki amacım asla sizin benim gibi düşünmediğiniz için ruh sağlığınızın bozuk olduğunu ima etmek değildi. Ben bu paragrafta şunu söylemek istedim genelde islam inancına kader ve özgür iradenin olmayışı ele alınarak saldırılar oluyor.Sizin Yukarda herşeyi bilen Tanrının sürpriz beklemeyeceği şeklindeki cümleniz gibi…Bende bu yüzden sizin psikolojikman sağlıklı olduğunuz bir zaman diliminde bu şu anda olabilir geçmiş zamanda olabilir farketmez yaptığınız eylemler esnasında üzerinizde bi baskı hissettiniz mi diye sorarak ne kadar özgür olduğunuzu göstermeye çalıştım.
        Bu psikoloji olayına değinmemin sebebi ise her insanın dönem dönem prikolojik rahatsızlık çekeceği gerçeğinden başka bir şey değil.
        Evet Sayın Toro Tanrı var ve yalnızca cahiller bu realite için üzgün…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi Yabancı,

        ‘’Bu noktada Tanrıya yüklediğiniz acziyetin farkında mısınız ?’’ sizden alıntı

        Tam tersi tanrıya, tanrı gibi baktığımın farkındayım! Çünkü ben tanrıyı birileriyle konuştu mu, onlara iletilmesi gereken çağrılar verdimi, kendi yarattıklarından beklentileri olan bir varlık mı, her defasında çağrısından sapabilen varlıklarla uğraşmak zorunda kalıyor mu, onları cehennemde yakmak zorunda kalacak mı şeklinde kurgulanan acziyetlerden kurtarıyorum! Benim kurguladığım tanrının hiçbirşeyini tartışamaz ya da sorgulayamazsınız, sorgulanan ve tartışılan tanrılar için acziyetten bahsedilir! Siz benim bahsettiğim tanrıya her hangi bir beklenti vaya insani herhangi bir duygu yüklediğime şahit misiniz?

        ‘’İnsandaki zihni melekeler ortadayken bulunduğumuz evrenin fizik yasalarındaki o büyük zeka ortadayken birde çıkıp öğretmenliğe yeni başlamış bir öğretmen gibi öğrencilerle yani insanlıkla tanışma faslı mı yapmalıydı? üstelik bunu her yüz yılda bir tekrarlamak suretiyle’’ sizden alıntı

        Hem dinleri ve kitapları bir kenara bırakalım diyorsunuz hem de hala kitaplardaki tanrılardan etkilenen yorumlar yapmaya devam ediyorsunuz! Kitaplarda anlatılan tanrı portresinin iz düşümüyle kurgulanmış yorumlar yapıyorsunuz!
        Kendi tavsiyenize kendiniz uymadığınız için bende sizin yolunuzdan gideceğim!
        Sevgili dostum kendine onun peygamberiyim diyenin evine ne sıklıkla gidileceğine, orada ne kadar kalınacağına hangi kadınla evleneceğine bile karışan bir tanrı figürünü,

        ‘’birde çıkıp öğretmenliğe yeni başlamış bir öğretmen gibi öğrencilerle yani insanlıkla tanışma faslı mı yapmalıydı?’’ sizden alıntı

        Şeklinde karikatürize etmeniz manasızdır!

        Bana söyler misiniz bir şeyin varlığı o varlığa doğrudan tanık olunmadan nasıl kanıtlanır? Mesela bir insanın ‘’seviyorum’’ demesi onun gerçekten sevdiğini kanıtlar mı? İnsan gördüklerini ve duyduklarını kendi ihtiyaçlarına ve beklentilerine göre kurgulayan bir varlıktır! Sizin yolunuzdan gidip bu tartışmayı 2000 yıl önce romada yaptığımızı düşünseydik muhtemelen siz bana zeusun varlığı kanıtlanmıştır diyecektiniz!

        Öncelikle biz burada sizinle doğrudan bir tanrıyı ya da onun varlığını tartışamayız! Çünkü siz bana elinizdeki kitapta yazan tanrı ile geliyorsunuz! Siz öncelikle bana elinizdeki kitabın bir tanrıdan geldiğini kanıtlamalısınız! Bu nedenle özellikle önceki yazımda altını kalın harflerle çizdiğim olguların üzerinden gitmeniz elzemdir! Çünkü ben size bir tanrının varlığını veya yokluğunu kanıtlamak zorunda değilim! Kanıtlama yükümlülüğü sizde!

        Söz bilim adamlarından açılmışken, o bilim adamlarına göre bütün evren hakkında sahip olduğumuz bilgi tüm evrenin %5 i kadardır! Bu kadar bilgiyle hiçbir şeyi kanıtlayamazsınız!

        ‘’Evet dünyayı cebren kendi inandığına inandırmak suretiyle istilaya kalkışan ateist deist agnostik yada panteist bi topluluk görmedim ama bu topluluğun birer bireyi olan diktatörlerin sebep olduğu kıyımlara herkes şahit olmuştur.’’ Sizden alıntı

        İşte vicdan denilen olgu bu durumlarda ortaya çıkmalı! Örneğin ben bir dini etnik yada farklı aidiyette bir topluluğun üyesi olsam ve benim atalarımın arasında katliamcılar olsa kendi atalarımın günahları ortadayken başkalarının günahları üzerinden puan kazanmaya çalışmazdım! Hele hele siyaseten ya da faşizan yöntemlerle yapılmış dönüştürme vahşiliğini de torbaya atıp genelleme yapmazdım! Olayın aslını gözden kaçırmaya çalışmayın! Ben size ateist deist agnostik düşünceye sahip olanlar ellerinde kılıç bu düşünceleri tüm dünyaya yaymak için yola çıktılar mı çıkmadılar mı diye soruyorum? Hayır çıkmadılar deyip sonra ama… demeniz manasızdır!

        Bu noktada şu adalet hikayesine yeniden girmek istiyorum.

        Bakın eğer bir tanrı ve onun sınavından bahsediyorsanız ve bu sınavın içindekiler sınavı birbirlerinden farklı şartlarla veriyorlarsa adalet diye bir şeyden bahsedilemez! Bu noktada sınava giren ya da sınava sokulan her birey doğumundan, vücudunun yapısı, düşünceleri, saçının rengi, yaşadığı yer, konuştuğu dil, yaşadığı tarih dilimi, yediği yemek, dinlediği müzik, gördüğü rüya kısacası her halleriyle birbirleriyle eşit olmak zorundadır! Bir defa girdiği sınavı zenginin yanında fakir (karşılaştırmayı istediğiniz şekilde çeşitlendirin) olarak ya da tersi şeklinde geçiren iki insanın sınavı adil değildir!
        İşin komiği yukarıda bahsettiğim durumların eşit olma hali yani tam eşitlik durumundan da bahsedilemez!

        Sizin düşündüğünüz şekilde bir adalet en azından bu dünyada yoktur! Bu dünyada sistem başka bir adalet yöntemi geliştirmiştir! Bütün türlere güçlü olursanız hayatta kalırsınız, güçlü olursanız beslenirsiniz, güçlü olursanız yönetirsiniz sözü vermiştir ve sözünün gereğini yerine getirir! Bakın basit bir örnek, bir aslan sürüsünde sürünün başı olan yani diğer rakiplerini ekarte ederek sürüyü domine eden aslan sürüdeki bütün dişilerle sadece kendisi çiftleşir!Av o beslenene kadar diğerleri tarafından tüketilemez! Bu neslin en güçlü üzerinden devamının sağlanmasının teminidir! Ta ki daha güçlü bir erkek gelip baştakini devirene kadar! Dünyadaki bütün türler, insanlar dahil neslin devamının gereği olarak en güçlü erkeğe ya da en alımlı dişiye ulaşmaya çalışır! İki taraf içinde içgüdüsel belirleyici, güçtür!

        Doğada var olan türlere yada sadece insanlık tarihine bakın! Ülkelerin nasıl kurulduğuna, güçlü olanın güçsüzleri nasıl yendiğine ve daha güçlüsü gelene kadar gücünün gereğini yerine getirdiğine bakın!
        Bir savaşta savaşı güçsüz olanın kazanması ihtimali nedir? Peki güçlü olan savaşın sonunda neyi alır? Peki kazanan mı adalet talep eder yoksa kaybeden mi?

        ‘’Kendisinin uydurduğunu iddia ettiğiniz KİTAPTA bunu görebiliyoruz.’’ Sizden alıntı

        Beni iyi okumuyorsunuz! O, sizin elinizdeki kitabın, ne yazılışına, ne içine sesli harf eklenmesine ne de harekelenip, noktalanmasına nezaret etmedi, ortaya çıkan son haline de onay vermedi! Bu nedenle benim elinizdeki kitabı o uydurdu demem mümkün değildir! Hem siz beni yanlış anlamak yerine kitabın kitap olmasını sağlayan ya da kitabın kitap olmasını isteyen ayetleri göstermeyi deneseniz daha kolay(!) olmaz mı?

        Bu arada benim zaten söylediğim şeyleri bana söylemeye uğraşmayın! Ben size başka bir şey söyleyeyim, elinizdeki kitaba göre dini tebliğ görevi sadece kendine peygamber diyenin işidir! Dolayısıyla elinizdeki kitaba göre tebliğ ya da tanrıya çağrı eylemini kendine peygamber diyen bizzat muhatabına yapmalıdır! Tebliğ süreci de kendine peygamberim diyenin vefatıyla bitmiştir! Dolayısıyla ne cihad la ne de başka bir yöntemle başka bir insan ya da grup tebliğ yapamaz! İşte bu mantığın gereği ne kendine peygamber diyenin vasiyetinde nede tanrıdandır diyerek ilettiği ayetlerde bir kitap oluşturun ve o kitabı başkalarına ulaştırarak onları bana çağırın demez! Diyorsa bana göstermenizden mutluluk duyarım!

        ‘’Biz Allah yalnızca savunma savaşını emretmiştir dediğimizde’’ sizden alıntı

        Sanırım yukarıdaki cümle Müslümanların elde kılıç taa İspanya ve D.Türkistanlar’da ne aradığını da anlamamızı sağlıyor! Anlıyoruz ki Müslümanlar İspanyolların ya da D.Türkistanda’ki türklerin kendilerini tehdit eden balistik füzelerine karşı savunma yapmak için İspanya’ya ve D.Türkistan’a kadar gitmişler!

        Sorduğum soruya mantıksız demekle onu mantıksız yapamazsınız sadece arkada cevap veremediğiniz bir soru ve onun nezdinde kaynağını gösteremediğiniz bir kitapla kalakalırsınız!

        Ama ben sorumun peşindeyim, bana lütfen zaten yazılıp ve kendine peygamberim diyenin evinde depo edildiği iddia edilen ayetlerin, nasıl olup da onları kitap haline getirmek için kurdurulan kurul tarafından cazgır vasıtasıyla ve doğruluğuna şahitlik edecek 2 insan eşliğinde tekrar toplanmaya çalışıldığını ve bu yöntemin ayet yada hadis olarak kaynağının ne olduğunu söyler misiniz? Sanırım tanrıdan geldiği söylenen sözleri toparlamak sizin nezdinde oldukça basit bir süreç!

        ‘’Bu sonsuz kere tabirine baya takılmışsınız sayın Toro herhalde daha önceden yaptığım gafı ikide bir önüme getirip bana hatırlatmanız sizi egosal anlamda tatmin ediyor olsun ben tanımadığım insanlara da iyilik yaparım.’’ Sizden alıntı

        Sevgili dostum, bana gaf yaptığınızı şimdi söyleyip ya da gaf yaptığınızı henüz itiraf edip arkasından sitem etmenizde bir gaftır! Belki ben yaptığınız gafı itiraf ederek bazen kitabın tanrısına inanan biri olarak sizin de hata yapabileceğinizi tanrınızı anlamsız yerlere sürükleyebileceğinizi söyleyebilmenizi temin etmeye çalışıyorum! Bu sayede yanlış anlayan ya da yanlış anlatanların başkalarını yanlış anlamak ya da yanlış anlatmakla itham edemeyeceğinin de altını çiziyorum!

        ‘’sırtlanların YALNIZ ve ÇARESİZ ceylana saldırısını içgüdülere’’ sizden alıntı

        Bu yorumda hayatta kalmaya çalışan iki tür arasından birini seçerek ona sempati duymanızı sağlayan şey nedir? Mesela sırtlanın beslenme şekli ya da tipimi? Yani bu yorumda hayatta kalmak için avlanmak, öldürmek ve öldürdüğünü de yemek zorunda olan sırtlan suç mu işliyor? Sırtlana git dalları kemir mi diyorsunuz? Hani bütün her şeyi sizin tanrınız yaratmıştı, dolayısıyla sırtlanı da! Siz tanrınızın sırtlanı yaratma şeklinden rahatsız mısınız?

        Beni anlamakta zorlanmanız normal çünkü ben ezberinizde olmayan şeylerden bahsediyorum!

        ‘’Hiç bir şey demez ise bile bi Sananeyi size çok görmez heralde’’ sizden alıntı

        Merak etmeyin bana bu şekilde bir cevap verdiğinde muhtemelen benim ona ‘’ o halde ortaya çıkan durumdan niye şikayet ediyorsun’’ diyeceğimi de bilir? Ben hadsizlik yaptığınızı düşünmüyorum! Rahat olun!

        ‘’Evet Sayın Toro Tanrı var ve yalnızca cahiller bu realite için üzgün…’’sizden alıntı

        Tamam, sizinle bir tanrının varlığı konusunda anlaşalım! Peki bu var olan tanrı hangi dinin tanrısı, mesela başlamışken var olan tanrının Zeus olmadığını da bana kanıtlayabilirmisiniz?

    • bilal dedi ki:

      Sn.Toro,

      KUR’AN’IN AÇIK OLMASI !!!

      ‘’ Ama bence buna rağmen başarılı olduğu söylenemez! Çünkü işe başladığı zamandan tam 1400 sene sonra ona inandığını söyleyen bir arkadaşın APAÇIK olanın aslında karmaşık olduğunu iddia etmesiyle derinden sarsılıyorum ve merak ediyorum, size APAÇIK tan daha şiddetli bir açıklık vurgusunu hangi kelimeyle yapmalıydı? Mesela O da sizin gibi,
      AÇIK x sonsuz defa kare mi demeliydi? ‘’ sizden’’

      ‘’ Ben size kime göre APAÇIK diyorum siz bana kendi zamanında yaşayan biri olarak BANA diyorsunuz! Bir tanrı sözü yine kendisi tarafından APAÇIK olma iddiası taşıyorsa okunduğunda anlaşıldığı gibidir! Yani o ayeti 1400 sene önce başka 1400 sene sonra başka anlayamazsınız! O nedenle o ayetler indiği anda ne anlatıyor ve okuyanlar ne anlıyorlarsa sizde onu anlayacaksınız! Sırf bu durumu kırmak için 1300 sene önce yaşayanları anlamamış yani anlamadan iman etmişler gibi gösteremezsiniz! ‘‘ ” yine sizden’’

      KUR’AN’DA GEÇEN ‘’كتابا مبينا ‘’ KİTABEN MÜBİNEN ‘’VB.’’ MÜBİN’’ İFDESİ NE DEEMEK?

      Mübin ! ‘’ مُبين ”
      Kökeni : Arapça
      Anlamı : 1. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan,hayrı şerden ayıran. 2. Açık anlaşılır,aşikar, belli.‘’ alıntı ‘’

      ARAPÇADA LUGATLARINDA‘’ مُبين ‘’ MÜBİN ” NEDEMEK ?

      مُبين :-
      1 – اسم فاعل من أبانَ .
      2 – ، – { بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ }: كاشف ، مُعبِّر عن المقصود
      – الكتاب المُبين : القرآن الكريم .
      3 – بيِّن ظاهر :- { وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ } .
      4 – مُظهر للحقّ من الباطل :- { تِلْكَ ءَايَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْءَانٍ مُبِينٍ } .

      مُبين ”MÜBİN !

      1-Mazi fiil kipi olan‘’ ebane’’ nin‘’ اسم فاعل من أبان ‘’ ismu failidir.‘’ أبان ‘’ ebane‘’açıkladı‘’ demek !

      2- بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ }: كاشف ، مُعبِّر عن المقصود) Bilisanin arabiyyin mübin ‘’ Arapça diliyle ilahi maksadi ifade eden,açıklayan,ortaya çıkaran kitap…!!!

      3-‘’ مُبين ” mübin” اسم فاعل’’ ismu fail olup ‘’açıklayan,ayıran’’ anlamındadır.!

      İSMÜ FAİL KİPİ OLAN ‘’ مُبين” MÜBİN ” KELİMESİNİN NİTELEMESİNİ YAPTIĞI NESNEYE GÖRE ANLAMI DEĞİŞMEKTEDİR !

      Mesela: a) { وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبِينٍ Ve lekad erselna musa biayatina ve sultanın MÜBİN’’ ‘’Muhakakk biz Musa’yı ayetlerimiz ve açık belgelerle (mücizelerle) gönderdik..’’ deniliyor. Burada ‘’mübin’’ifadesiyle söz konusu belgelerin açık,anlaşılır olduğuna vurgu yapılmaktadır.

      b) مُظهر للحقّ من الباطل ( تِلْكَ ءَايَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْءَانٍ مُبِينٍ ) ‘’ Tilke ayatül kitabi ve kur’an’ın mübinin’’
      (muzhirin lil hakki minel batılı )

      Mealen: ‘’ Bunlar,kitabın ve (hakkı batıldan) ayıran,açıklayan kur’an’ın ayetleridir.” şeklindedir.

      Yani kur’an’da,kur’an hakkında geçen ‘’ kur’an’en mübinen ’’ veya ‘’kitaben mübinen ‘’ şeklindeki ayetlerin anlamı, ‘’Bu kur’an veya bu kitap,’’Hakkı batıldan,doğruyu yanlıştan ayıran,helali harmdan vs.açıklayan bir kitaptır. ‘’ şeklindedir.

      1-Bundan hareketle mealen deriz ki;” Kur’an,hakkı batıldan,doğruyu yanlıştan açıklayan ve ayıran bir kitaptır ’’ şeklindedir.

      2- Ayrıca kur’an ‘’ anlamaya ve kavramaya çalışanlar için de açıktır.’’.

      Bu nedenle sevgili Toro,meallerde geçen ‘’ APAÇIK ‘’ ifadesinden hareketle aslında kur’an’ın AÇIK olmadığının iddiasında bulunmanın / konuyu karıştırmanın / hiç bir anlamı yoktur !!!

      Özetle, a) Kur’an,açıklayıcıdır,!!! b) ’’لقوم يعقلون ‘’ likavmin ya’kilün’’ yani kur’an,‘’ anlamaya ve kavramaya çalışan her hangi bir topluluk için de yine anlaşılır ve açıktır ‘’ !

      Meallerde geçen ‘’ APAÇIK ‘’ ifadesi yerine,’’ Bu kur’an,açıklayan,ayıran ‘’şeklinde olması halinde ayetin arapça metninde geçen‘’mübin’’kelimesinin tam anlamını ifade eder.!

      Çünkü kur’an’da geçen ‘’ مُبِين’’ MÜBİN’’ ifadesi’’ ismu fail olup ‘’hakkı batıldan,doğruyu yanlıştan helali haramdan vs.ayıran ve açıklayan kitap ve kur’an demektir.!!!

      Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        ”Bu nedenle sevgili Toro,meallerde geçen ‘’ APAÇIK ‘’ ifadesinden hareketle aslında kur’an’ın AÇIK olmadığının iddiasında bulunmanın / konuyu KARIŞTIRMANIN / hiç bir anlamı yoktur !!!” sizden alıntı

        Nemek ”karıştırmayayım”! 🙂

        Kusura bakmayın ama benim tarafımdan kitap gayet açık, benim onun açık olmadığına dair en ufak bir iddiam yok! Sorun sizin ve sizin gibi düşünen arkadaşların bazen açık olanın, açık olmamasına ihtiyaç duymanızdan kaynaklanıyor. Yani bazen ayetin açık olması günü kurtaramadığı için açık olmadığı iddiası üzerinden anlamıyla oynayabiliyor dolayısıyla zamana uyarlayabiliyorsunuz!

        Birde zaten açık veya apaçık tartışmasını benimle yapıyor olmanız sizin tezatınızdır! Çünkü ilahi bir çağrı doğası gereği tartışılmayacak ya da anlaşılmaktan kaçınılamayacak kadar açık olmalıdır! Çağrısı anlaşılamayan ya da çağrısı tartışmaya açık olan bir tanrı düşünülebilinir mi? Yani bir tanrı çağrısında kitap diyorsa kimse elma dediğini anlayamaz, elma demek istiyor diyemez! Bahsettiğimiz tanrıdır, ilk defa karşılaştığımız ve lehçesini bilmediğimizden ne demeye çalıştığını anlamakta zorlandığımız sıradan bir insan değil!

        Yani ayetleri tefsir yoluyla istediğiniz gibi yorumlamaya uğraşmanız nafiledir! Kitabın açık olmaması demek onun bir tanrı ürünü olmadığının kendiliğinden kanıtlanıyor olması demektir! Bu noktada kuran kendi dilinde ya da mealinden okunduğunda, okuyan ne anlıyorsa odur! Bazı kendini akıllı sananların, kitabın kendilerinin anladığı gibi anlaşılmasını temin için ”anlamaya ve kavramaya çalışanlar için açıktır” şeklinde yaptıkları ve onu okuyan insanları kendi içinde öyle diyorlarsa ben yanlış anlıyor ya da iyi kavrayamıyorum şekindeki şüphelere gark eden yönlendirmeler anlamsızdır!

        Doğası gereği okuyan ne anlıyorsa anlamı odur!

      • fossoyeur dedi ki:

        Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: “Size Kitap´tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?”. “Kabul ettik.” dediler. “O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım.”3 / 81 ….
        Öncelikle çok uzun zamandır bu siteyi takip ediyorum. Çok değerli fikirleri olan tüm arkadaşlara saygılar sunuyorum. ..Bilal beyi bu yılmaz mücadelesinden ötürü tebrik ediyorum.
        Konuyu daha fazla uzatmadan soruyorum;
        Sayın bilal bu ayette apaçık anlatılmak istenen nedir?..

      • pamuk1kale dedi ki:

        Sayın Bilal;
        Özetle, a) Kur’an,açıklayıcıdır,!!! b) ’’لقوم يعقلون ‘’ likavmin ya’kilün’’ yani kur’an,‘’ anlamaya ve kavramaya çalışan her hangi bir topluluk için de yine anlaşılır ve açıktır ‘’ ! sizden alıntı.

        Kuran da 18 defa geçen ”Kuran apaçıktır” ”ayetlerimiz apaçıktır” ifadesinden neden rahatsız olup değiştirmeye çalışıyorsunuz!
        Hadislere itibar etmiyor ( işinize gelmeyen) ”TEK KAYNAK KURANDIR” diyerek bizlere kuranı örnek sunuyor,sonrada Kuranın apaçık olmadığını söyleyerek kendinize göre ayetlere yeni manalar yüklüyorsunuz!!

        Sayın Bilal; Bize şunu baştan söyleseydinizde bilseydik!!
        Kaynak kuran değil,çünkü apaçık değil haliyle BEN NE DERSEM O!

        Hani ben size bir zaman sormuş,hayıflanmıştım.
        Kuran neden arapça okunuyor,neden Türkçe okunmuyor?
        Sizde bana ”Bende arapça okunmasına karşıyım,Türkçe okunsun.” demiştiniz.
        Sevgili Bilal;
        Türkçe çevirisi olmayan,yanlış olan bir kuran ile karşı karşıyayız,bu yüzden Türkçe okunması sağlıklı ve doğru değil…yanıtını neden vermediniz bana!
        Siz kuranın Türkçeye doğru çevrilmediğini,meallerinin yanlış olduğunu o zaman biliyormuşunuz!

        1400 yıl dile kolay,1400 yıl inanlar anlamını bilmedikleri,doğru anlamlandırılmayan ayetleri okuyarak inanmışlar! Bunlara arapça olarak yazılan kuranı dilleri arapça olan araplar dahil!!
        Yok böyle bir dil! Bu nasıl bir dilki 1400 yıldır cümlelerin çevirisini tutturamamış.
        Bu hikaye,roman,tarih kitabıda değil.Tek olan,sözleri Allahın olan Kuran!! 1400 yıl bunu bile doğru anlamlandıramamışız öyle mi?
        Emeviler,Abbasiler vb. işine gelerek yalan yanlış yorumlamış bu zamana kadar,SIRA BENDE mi diyorsunuz.

        Hani Allah Yahudilere sesleniyor ya ”Benim sözlerimi küçük bir çıkar karşılığı sattınız!”
        Sahi sayın Bilal; Biz neye karşılık satıyoruz? Savunulan,savunulması gereken bir Allah modeliyle mi?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro ve pamuk1kale,

        Ben,kur’an açık değildir demiyorum,anlamaya ve kavramaya çalışan her kes için kur’an açıktır ve anlaşılır durumdadır,bunda hiçbir sorun yoktur,zira 2.madde de buna zaten değinmiştim,Ama meallerdeki ‘’APAÇIK’’ ifadesi kur’an da yoktur.Çünkü kur’an’la igili ‘’ MÜBİN’’ ifadesi,iyiyi kötüden,hakkı batıldan vs.ayıran ve açıklayan kitap demektir. Ama,ismu fail kipi olan‘’MÜBİN’’kelimesi meallerde hatalı olarak‘’APAÇIK‘’diye tercüme edilmiştir,işte ben buna vurgu yapmışım.Yani‘’APAÇIK’’ ifadesi kur’an da olmamasına rağmen yine de kur’an,anlamak ve kavramak isteyen her kes için açıktır,anlaşılır durumdadır.!!!

        Arapçada ‘’APAÇIK ifadesinin karşılığı ismu fail kipi olan ‘’مبين ‘’ MÜBİN’’ değil,mastar kipi olan ‘’بائن ‘’ ‘’bain’’ kelimesidir,oysa kur’an’da kur’an için ‘’ ’بائن ‘’ bain ‘’ değil,’’mübin’’ yani, ayıran,açıklayan ‘’şeklindeki ifade kullanılmıştır.

        Evet,kur’an’ı sorunlu yapan bazı hatalı meal ve yorumlar işinize geliyor,bu nedenle doğru mealleri kabullenmek istemiyorsunuz ! Nacizane ben kur’an’ın Arapçasını anladığım için,bir ayetle ilgili mealin ayni ayetin arapça metniyle karşılaştırarak ona uygun olup olmadığını anlamaya çalışıyorum !!!

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        senden alıntı;

        —Nacizane ben kur’an’ın Arapçasını anladığım için,bir ayetle ilgili mealin ayni ayetin arapça metniyle karşılaştırarak ona uygun olup olmadığını anlamaya çalışıyorum (senden alıntı)

        —Ayrıca köleyi öldüren hür veya kadını öldüren erkek olsaydı,zaten aralarında sorun çıkmazdı, çünkü,öldürülen köle yerine katil olan hür,öldürülen kadın yerine de katil olan erkek zaten öldürülürdü ,bu durumda kimsenin itarazı da olmazdı,

        Ama katil ve maktul köle veya katil ve maktul kadın olsaydı işte o zaman maktulun tarafı katil köleye veya katil kadına razı olmazdı.Bu nedenle güçlü taraf kısası katil ve maktul olan köleden katil olmayan hüre,katil ve maktul kadından da katil olmayan erkeğe taşırlardı..İşte söz konusu ayetle eşit ve adil olmayan bu tür uygulamaya son verilerek,ancak hür maktule mukabil hür katil,maktul kadına da mukabil katil kadına kısasın uygulanabileceğine dair hüküm veriliyor….. (senden alıntı)

        sen önce üstünlük taslamanın ne olduğunu öğren, ondan sonra gel burada ahkâm kes,

        madem çok iyi Arapça biliyorsun, acaba rica etsem, bakara 106’yı tercüme eder misin?

        şu çok iyi bildiğini iddia ettiğin Arapçayı nerede öğrendiğini halâ söylemedin,
        nerede öğrendiğini bilsekte bizde gidip Arapça öğrensek?

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        Siz nasıl bir ilahi çağrıdan bahsediyorsunuz, dostum! Sürekli bir bahaneniz var. Sürekli onu okuyanları aşağılama isteği!

        Verecek cevap kalmadığında ya da sığınacak bahane kalmadığında edilen cümlelerle savunmaya geçiyorsunuz! Neymiş ”anlamaya ve kavramaya çalışan her kes için kur’an açıktır” mış!

        Dostum bu kitap okuma isteği ile eline alana ilk sayfada ”beni anlamaya ve kavramaya çalışırsan anlar ve kavrarsın” deyip ardından ”anlamaya ve kavramaya” hazırmısınız diye mi soruyor? Böyle saçma ve insan mantığına ters bir bahane olabilirmi? Bir insan anlayıp,kavramaya niyeti olmadığı birşeyi okumaya neden gerek duysun? Niyeti olmasa yanından bile geçmez!

        Ama elindeki kiabı kendi emellerine alet etmek isteyen ve bu kitaba yaslanarak kendini yukarıya konumlandırmaya çalışan kişiler için herkesin kendi okuduğu gibi anlaması zararlıdır! Çünkü onlar tarihteki her semavi din gibi ruhban sınıfının ayrıcalıklarından yararlarak tanrı sırtından beleşe yaşamanın derdindedirler.

        Bu nedenle onlar tarnrı nezdinde bütün insanların eşit olduğunu iddia ederek kendi ayaklarına sıkmamaya özen gösterirler!

        Son olarak bize lafı dolandırmadan söyleyin, madem kitab kendisi için ”ayıran,açıklayan ” diyor! O halde kimlere ayırıp, açıkladığına ait listeden bize sizin adınızı da gösterin! Siz kendinizi ne sanıyorsunuz da insanlara ben anladım,kavradım ama siz anlayamadınız, kavrayamadınız diyebiliyorsunuz? Siz ne kadar ayrıcalıklı ne kadar elit ne kadar müstesna bir zatı şahanesiniz ki bizim aklımız,mantığımız sizin aklınızın,mantığınızın konumlandığı noktaya bir türlü ulaşamıyor!

        Sayın bilal, anlıyorum kendinizi bu münazaraların içine atmaktan geri duramıyorsunuz ama bence aynaya bakınız ve arapçayı bilmekten öte bir durumda olmadığınızı artık farkediniz! Kendi dilinizde yazılanları bile anlamaktan uzak yorumlar yapabilen siz arapçayı anlayabildiğinizi üstelik bunu kitabın iniş tarihine sizden daha yakın dönemlerde yaşamış mealci ve müfessirlerden daha iyi yapabildiğinizi iddia edemezsiniz! Almışsınız elinize 1400 yıldır sürekli değişen iki dilin kelimelerini, anlamlarını eğip büküyorsunuz!

        Dostum yüz defa sordum, istedim sizden! Madem bu kadar kitaba düşkün bu kadar inançlı, imanlısınız ne yaptınız diyanet nezdinde! Size göre hatalı mealleriyle milyonlarca insanı hataya sevkeden diyaneti, tanrınız ve onun size emanet ettiğini iddia ettiği inanç için düzeltmeye, uyarmaya çalıştınızmı? Tabi burada ”meal hatalıdır” diye başlayan yorumlar yapmak kolay değilmi? Suya sabuna dokunmadan!

        Siz ve sizin gibiler eliizdeki kitaba o kitaba hiç inanmamışlardan daha fazla zarar veriyorsunuz! Kitaba inanmayanlar bile hadlerini bilip o kitabın tanrısına altyazı yazarak onu kendi çıkarlarına göre konuşturmaya çalışmıyor! Dünya tarihi sizin gibi kendini yukarı konumlandıranların egolarıyla ortaya çıkmış yıkımlarla yazıldığı halde hala ortaya çıkabiliyor insanları kendi beklentilerinize göre sınıflandırıp aşağılamaya devam edebiliyorsunuz!Siz mi karar veriyorsunuz, kimin anlamaya ve kavramaya çalıştığına? Açıkça soruyorum, ve cavap bekliyorum, siz akıl,mantık,algı ve algıladıklarınızı değerlendirme bakımından diğer insanlardan üstünmüsünüz?

        Lafa bakın, ”anlamaya ve kavramaya çalışana açıktır”!

        Siz önce meal nedir tefsir nedir onu öğrenin!

      • pamuk1kale dedi ki:

        Sayın Bilal;
        Arapçada ‘’APAÇIK ifadesinin karşılığı ismu fail kipi olan ‘’مبين ‘’ MÜBİN’’ değil,mastar kipi olan ‘’بائن ‘’ ‘’bain’’ kelimesidir,oysa kur’an’da kur’an için ‘’ ’بائن ‘’ bain ‘’ değil,’’mübin’’ yani, ayıran,açıklayan ‘’şeklindeki ifade kullanılmıştır. sizden alıntı.

        O kadar islam alimi,islam profesörü,diyanet kurulu kuranda 18 defa geçen ”mübin” kelimesini yanlışlıkla,bilmeden ”Apaçıktır” olarak çevirmişler öyle mi?Halbuki apaçıktır ifadesinin karşılığı olan ”bain” kelimesini bilmiyorlar hemde 18 defa hemde meal çevirisi yapan 18 islam profesörü birden!!

        Bir defa olsa neyse 2,3,4,…18 defa bir kelimenin anlamı ısrarla yanlış söylenir mi? Diyaneti,islam profesörlerini kaldır çöpe at…
        Bilal bey;
        Kuzum burda hiç durmayın,saniye bile kaybetmeyin.Koşa koşa gidin ve kuranın doğru çevirisini yaparak milyonlarca Müslümanın inancını kurtarın!!

      • pamuk1kale dedi ki:

        Sayın toro;
        Lafa bakın, ”anlamaya ve kavramaya çalışana açıktır”! sizden alıntı

        Siz hiç aşağıda anlatacağım yoldan geçmediniz,arayışa düşmediniz.
        Ama ben çok geçtim o yollardan ve her defasında aradığımı bulamadım,çünkü o yol kula kulluğu öğütleyen,sizin tabirinizle ”başkasını kendinden bir üst konuma” koyan yol.
        Yol Şu;
        Müslümansın,dinini daha iyi bilmek,öğrenmek istiyorsun ama birde azda olsa sorgulama yapma yetin varsa,bazen algılayamadığını,kuşkulandığını soruyorsun haliyle.
        Alacağın cevap her zaman şudur:
        -Kuranı herkes anlayamaz iyi bilen hocalar var onlara sormak gerek!
        -Aman ha dinden çıkarsın islam alimlerine sormak gerek!

        Ben bilal ve kadir beyleri ilk okuduğumda ne yalan söyleyeyim ” güzel bakış açıları ve bilgileri var,yararlanmak gerek.” demiştim.
        Yine hayal kırıklığı aynı yere onlarda getirdi beni ”Anlamaya ve kavramaya çalışana açıktır.”
        Sen bilmezsin,anlamaya ve kavramaya çalışanlar bilir!!

        Yok böyle bir döngü!!

        Bilal bey;
        Şu sorumu yineleyeceğim;
        Hani ben size bir zaman sormuş,hayıflanmıştım.
        Kuran neden arapça okunuyor,neden Türkçe okunmuyor?
        Sizde bana ”Bende arapça okunmasına karşıyım,Türkçe okunsun.” demiştiniz.
        Siz kuranın Türkçeye doğru çevrilmediğini,meallerinin yanlış olduğunu o zaman biliyormuşunuz!
        Kusura kalmayın ama neden beni yanlış yönlendirdiniz? Neden soruya yanlış cevap verdiniz?

  186. PassengeR dedi ki:

    Merhaba arkadaslar. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum 🙂 bence cok guzel ve komik.

  187. PassengeR dedi ki:

    Bazilari tekraren geldi ve bazilari gelmedi .Yeniden yolluyorum , neden boyle oldu anlamadm…

  188. PassengeR dedi ki:

  189. PassengeR dedi ki:

  190. PassengeR dedi ki:

  191. PassengeR dedi ki:

  192. PassengeR dedi ki:

  193. PassengeR dedi ki:

  194. PassengeR dedi ki:

  195. Sn. Karaca.
    Yazından alıntılar yapmadan genel yanıtlayacağım.
    Anu uygarlığı kentlerinde buluntuların tamamı doğal olarak aynı döneme ait değil.
    Yazıda da belirtildiği gibi kadın olarak betimlenen tarıça heykelcikleri ince sanat eserleri olarak özenle yapılmış. Lakin bazı ilkel heykelcikler çok öncesi döneme ait olduğu için Arkeologların verilerine göre bu uygarlığın öncesine ancak 40 bin yıl diyebiliyoruz, belkide daha öncesi var ama şu an bilmiyoruz.
    Anu anlatımlarında tanrıça elinden soyunu devam ettirebilmek için yaşam suyunu alan Atapa/Atana’ya Tanrı’nın bir kağanı veya peygamberi diyebiliriz.
    Gerçekte böyle bir olay yaşandımı, yoksa bu insanlarin kendi yarattıkları efsanevi öykülermi oldugunu bilmemiz biraz zor.
    İnançsal açıdan bakarsak Atana/Atapa’ya Tanrı’nın bir kağanı diyebiliriz.
    Anu silindir damgalarında ve Sümerlerde, Elamlarda, Akadlarda öyküsü anlatılmış.
    Ayrıntıları görmen için konu üzerine uzun olan yazımın bir kısmını ekliyorum.

    “Adem” sözcüğünün kök anlamlarından bir insan isminin olmadığı görülmektedir.
    Kuran’da Allah “siz” diye genele, çoğula vurgu yaparak varlığın topraktan veya minarellerden yaratıldığını söylüyor.
    Havva ile ilgili yaratılış konusunda Kuran’da hiç bir bilgi geçmez. Havva adı bile geçmemesinden dolayı yaratılışı ilgili dinsel hadis söylemlerinin bilimsel ve Kuran’sal olmadığınıda söyleyebiliriz.
    Kuran Al-i imran 34, Meryem 58 surelerinde peygamberler sürecinin Ademle başladığı Nuh’la devam ettiği kesin bir dille belirtilmektedir.
    Ademle ilgili bilgiler Tevratın tevsiri diyebileceğimiz “Midrash”ta verilmektedir.
    Midrash’ta Adem tanımlaması şöyledir;
    “Edam” ED = dünyanın merkezi, DAM = Kan, ruhun tahtı.
    Mö 600’lü yıllarında yazılması biten Musevilik inancının kitabı Tevrat peygamberi Musa efsanevi bir kişiliktir.
    Günümüze kadar arkeolojik araştırmalarda, eski Mısır tarihinde Musa ve sürgün ile ilgili tarihi hiç bir veriye ulaşılmamıştır.
    Égyptologie/eski Mısır tarihinde uzaman olan Christiane Desroches Noblecourt’e göre Musa/Moïse ismi (Mes= çocuk, Mesy= dünya ya getirmek) olarak aynı ThotMES, RaMES gibi mısırlılarda tanrısallık söylemleri olan sözcüklerden türetilmişti.
    M.ö.1350 yılında kilden yapılmıs yazıta yazılan Mısır krallığının Kenan/Filistin garnizon komutanı Amarna, metubunda ülke sorunlarını anlatmış ama sürgün ve İbraniler ile ilgili hiç bir konuya değinmemiş.
    Tevrat verilerine göre çocukların dışında 600.000 bin ailenin Filistine yerleştiklerini Amarna’nın görememesi olanaksız.
    Ramses zamanında Mısıra ilk gelen İbrani olan Yakub’un 12 oğlu, bir kızı ve 54 torunu vardı. Tevrat, Sürgün 12.40, 12.4 göre İbraniler Mısırda 430 yıl kalmışlardı.
    Zamanında bir insanın yaşam süresini ortalama 30 yıl olduğunu gözönüne alırsak 15 nesil sonra sürgün olmuştu. 54 aileden 600.000 aileye 15 nesil sonra nasıl ulaşmış oluyorlar !!!
    Bu bir mucize değilse sallama oluyor tabiki.
    Aile başına 4 çocuk hesabı yapılınca 3.600.000 gibi astronomik İbrani sayısı çıkıyor ortaya.
    Oysa o zamanda eski Mısır’ın tamamında yaşayan insanların sayısı ancak 2.800.000’di.
    600.000 aile sayısı ise inkarda edilemiyor, çünkü Tevrat, çölde sayım bölümü 1:16’da 600.000 sayısı verilmiş.
    Ne tuhafki Firavun ortusunun boğulduğu iddia edilen yerde 25 yıldır yapılan aramalarda ne bir kılıça, ne at arabalarına nede 3.600.000 kişinin göç ettiklerine dair hiç bir ize rastlanılmıyor.
    (L’épigraphiste) Eski uygarlık yazıtlarında uzman olan Andre Lemaire şunları söylüyor; “genellikle Mısır sürgününü İsrailliler atalarının büyük göçü olarak anlatırlar. Yahudiler için en önemli tapınaklardan olan Silo/Kenan çevresinde yapılan kazılardan çıkan sonuca göre M.ö.1200 yıllarında burada sadece 3.800 kişi yaşamıştı.”
    Silo’da yaşayanların yahudi olduklarıda belli değil.
    M.ö.2350 yıllarında yaşamış Akad kralı Sargon’un ölümünden 300 yıl sonra anlatılan efsanevi yaşam öyküsü Musa’ya uyarlanarak bire bir Tevrat’ta anlatılmasıda eklenince bize Musa’nın ve Sürgünün mitolojik hayal ürünü olduğunu gösteriyordu.
    Tevratta, İncil’de ve Kuran’da anlatılan yerler ve uygarlıklar zamanında anlatılan olaylardan yola çıkan bilim insanları Musa Peygamberin Mö 1300 yıllarında doğmuş, M.ö. 1200 yıllardında vefat etmiş olabileceği bilgisine ulaşmışlardı.
    İlk İsrail oğulları krallığını kuran Davud peygamber ise ,M.ö. 1000 – M.ö. 962 arasında yaşamıştı.
    Oysa “Adem” ismi Museviliktende önce M.ö. 2000’li yıllarında, Lübnan, Suriye bölgesinde oluşmuş “Ugarit” uygarlığının kapsadığı akdeniz sahilinde o dönemden kalma yazıtlarda tanımlama olaraktan geçmekteydi. Sümer çivi yazısıyla yazılmış yazıtlarda insanlık anlamına gelen “Adam” tanımlamasının Museviliğe buradan,Ugaritlerden geçtiği görülmektedir.
    Mö 2350 yılında Sümer kentlerini ele geçiren Akadlar’da Sümer çivi yazısını kullanmaya devam etmişlerdi, lakin bu tarihten sonra bölgede Akad dili konuşulmaya başlanmıştı. Sümerce yavaş yavaş terkedilsede mezopotamya’da ilk uygarlığı kuranlar olarak yazıyı, sanatı, edebiyatı, inancı getirenler olmalarından dolayı Akadlar Sümerceden bir çok sözcüğü ve inanç olgularını almışlardı.
    İbrani ve Arapların konuştukları sami dili ilk baştan Aramice olarak Akadların konuştukları Babil ve Asur lehçelerinden evrilerek oluşmuştu.
    Akadlardan Ugaritlere, Ugaritlerden de İbranilere girmiş olması “Adem/Adam” tanımlamasının İbrani gelenekten gelmediğini gösteriyordu.
    Tarihte bilinen ilk yazım dili Sümercedir, Sümerler çivi yazısını kullanmadan önce Türkmenistan Karakum Anu’da inançlarını ve önemli olayları görsel olarak silindir damgalara kazımışlardı.
    Sümer uygarlığının son bulmasından sonra Akadlar ve Elamlılar Sümer çivi yazısını kullanmaya devam etmişlerdi.
    Ugaritler ve eski Persler gibi farklı dilleri konuşan resimsiz yazım kökenli özellikleri olan diğer uygarlıkların yazımları sümer çivi yazımı kökenlidir.
    Görsel çizimlerle her nesneye bir simge yerine konuşulan dildeki seslere bir harf vererek yazılışın ve okunuşun çok daha kolay olmasından dolayı Sümer çivi yazısı Sümerlerden sonra binlerce yıl kullanılmaya devam edilmiş, logosuz yazımlarında kökeni olmuştu.
    3.000 yıl Sümer uygarlığının etkisi altında kaldıktan sonra oluşmuş bu uygarlıkların Sümerceden ve Sümer inancından etkilenmemeleride olanaksızdır.
    Sümerlerden sonra oluşan Akad uygarlığının, inançsal insan Tanrı’larını oluşturan kişilerin geneli Gök Tengri inancının kağanları olan insanlar veya meleke olarak adlandırdığımız göksel varlıklardır.
    Mö 2000 yıllarından kalma Sümer çivi yazısıyla yazılmış Ugarit yazıtlarında “Adem/Adam” tanımlaması “insanlık” anlamında Museviliğe geçmesi bu sözcüğü tam anlamıyla Ugaritlere ait bir tanımlamada yapmaz, çünkü Adam/Adem tanımlaması Sümerlerde de vardı.
    Adem/Adam tanımlaması Sümercede “Adapa”/”Adam” Türkçe Atam anlamında eski ataya vurgu olarak kullanılmıştı.
    Sümerlerin göç ettikleri Anu, Karakum’da bu tanımlamanın tarihi 40 bin yıl öncesine dayanmaktadır. Anu silindir damgalarında Atana/Atapa, Tengri’nin elinde yaşam suyunu alan ilk insan olarak betimlenmişti.
    İster Kuran’da olsun, ister Sümercede eski ata’ya vurgu olarak insan anlamında Ugaritçeye geçsin, ister Ugaritçeden Museviliğe ruh taşıyıcısı insan anlamında geçsin, Adem tanımlamasının anlamı ilk insana değil, Tanrı tarafından sorumluluk verilen ilk insana vurgudur.
    Kuranda Allah insanlıktan bahs ederken, sizler önceleri değersiz birer canlılardınız der. Bu belki ilk, ilkel homo Sapienslere vurgu olabilir, belkide homo Neandertallere veya öncesine vurguda olabilir.
    Her ne olursa olsun insan neslinin bir atadan türediğini bilim insanları ispatlamışlardı.
    1.8 milyon yıl önce varolmuş homo Erektüsler, iki ayak üstünde yürüyen insanların ataları olarak Afrika dışında ilk defa orta asyada meydana çıkmışlardı. Aynı tür Erectüs omurga kalıntılarının Pekin ve Cezayir’de bulunmaları bu türün dünyaya yayılıklarını, yada aynı atadan oralarda evrildiklerini gösteriyordu.
    Son dönemlerde Çin’de, Endenozya’da ve Kafkaslar’da bulunan omurga kalıntıları genetik olarak 1.8 milyon yıl önce var olmuş homo Erektüslerle ortak genleri taşımaktaydılar. Bu genleri modern insan olan homo Sapiensler ve 28 bin yıl önce biolojik varlıkları son bulan homo Neandertallerde taşımışlardı.
    Bu bilgiler Darwin kuramlarınıda çürütmektedir. Darwin kuramlarına göre insan ırkları en az 500 farklı canlıdan evrilerek var olmuşlardı. Oysa bilim bütün insan neslini bir ataya dayandırmaktadır.
    14 milyar yıl öncesine dayanan başlangıçta dünya’nın oluşum süresi 4.5 milyar yılda evrilerek dünya ve insanlık bu dereceye geliyor ve daha ileri bir dereceye doğru evrilerek ilerliyorsa bu devam eden bir evrim sürecinin olduğunu göstermektedir.
    Tarihi verilerden, bilimsel gerçeklerden ve Kuran’ın verilerinden insanlık sürecine bakıldığında Adem’e Tanrı tarafından ilk sorumumluluk verilen insan diyebiliriz sadece.
    Yaratılışı ile ilgili insanlık anlamına gelen Adem’in, homo Sapiens olarak tarihi en fazla 200 bin yıl öncesine dayanmaktadır, bu biçimde bile olsa Adem’in, ilk sorumluluk verilen insan olduğu görülmektedir.
    Amerika kıtası hariç, dünyanin çeşitli bölgelerinde homo Erektüslerden evrilen modern insan ırkı belli bir bölgede oluşmuş/yaratılmış tek insan değildi.
    Bu bilgilerin verilerinden Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratıldığını iddia etmekte imkansızdır.
    Adem ve Havva’nın çocuklarının insan neslini devam ettirebilmeleri için kendi aralarında cinsel ilişkiye girdikleri gibi saçma iddialarda bulunmakta doğru değildir. Çünkü ilk ilahi sorumluluk yüklenen ilk insan zamanında başka insanlarda, hatta homo Neandertal ve öncesinde Erectüsler gibi ırklar vardı.
    Günümüz biliminin bulgularına göre, homo Erektüslerin ataları hayvan göçlerini takip ederekten dünyaya Afrika kıtasından yayılmışlardı. Dünyanın çesitli bölgelerine yayılmış homo Erektüslerden evrilerek Çin’de Pekin insanı, Endenozya adalarında Java insanı, Afrika’da siyah tenli insanlar, Avrupa ve Orta Asya’da homo Neandertaller ve beyaz tenli insanlar varolmuşlardı. Oluşum sürecinde 250 bin yıl önce varolmuş, bilinmedik bir nedenden dolayı 28 bin yıl önce biolojik varlıkları son bulan homo Neandertalların beyinleri homo Sapienslere göre daha az gelişmiş, kas ve alın çıkıntı kemikleri daha iriydi. Dil altında konuşmalarını biraz zorlaştıran kemik çıkıntısı vardı, bacak ve kol kemikleri uzunluk olarak bizlerden farklıydı.
    Homo Neandertaller beyinsel olarak az gelişmiş olsalar bile seslerle birbirleriyle iletişim kurabiliyor konuşuyorlardı, taştan ve kemikten yaptıkları silahları kullanıyor, giysi giyiyor, boya kullanıyor, mağarada yaşıyor, hatta ölülerini gömüyorlardı.
    Homo Sapiens özellikleri taşıyan ilk insanın Adem olduğunu varsaysak bile Adem’den öncede farklı özelliklerde insanların olmasından dolayı Adem’e ilk insan diyemeyiz.
    Üstelik Portekizin Lapedo vadisinde bulunan bir çocuğun beden kemik kalıntıları homo Neandertallerle homo Sapienslerin özelliklerini taşımaktaydı. Bu bize iki farklı özellikleri olan insan ırkının cinsel ilişkiye girerek ürediklerini göstermektedir.
    Bu açıdan bakılınca, Adem’in ilk insan olduğunu varsaysak bile Adem’den önce varolmuş insan türlerinin olması ve bu iki farklı insan türleriyle çoğaldıklarını gösteren bilgilerinde olması, insan neslinin Adem’in çocuklarının kendi aralarında yaptıkları evlilikle çoğaldılar, insan ırkı bu biçimde oluştu kuramını çürütmektedir.
    Adem ve Havva’dan önce başka türde olsa farklı insanların olması, bu çiftten doğan çocukların kendi aralarında cinsel ilişkiye girmiş olmalarından insan neslinin bu iki çift’in çocuklardan türemiş olduğu iddialarını ve Havva’nın Ademin kaburgasından yartılmış olduğunu iddia eden dinsel söylemleride çürütmektedir.
    Kuran’da Allah, Ademi ilk sorumluluk verilen akıllı varlık olarak göstermesinden yola çıkarsak, Ademin homo Eractüs veya homo Neandertal olmadığı görülmektedir.
    Bu köksel bilgilerde Adem’in, ilk sorumluluk verilen, aklını çalıştıran, düşünen, sorgulayan bir insan olaraktan tarihi en fazla 200 bin yıl öncesine dayandığı görülmektedir.
    Hiristiyan ve Musevi dinbilimcileri, Tevrat’ın yaratılış bölümünden yola çıkaraktan sinsile olarak Nuh peygamberden 10 nesil sonra Ademe ulaşmaktadırlar.
    Bu veriler Adem’in 4-5 bin yıl önce varolduğunu göstermektedir !!!
    Bu din bilimcilere göre dünyanın yaşının 14 bin yıl olması zaten bu tür tespitlere inanılmasını imkansızlaştırıyordu.
    Adem’in akıllı, düşünebilen, varlığını sorgulayan, sorumluluk kaldıracak bir varlık olduğu için ilahi emanetleri taşımaya layık, sorumluluk üstlenen ilk insan diyebiliriz sadece.
    Adem’den önce farklı insan ırklarının olması, Adem’in eşi Havva’nın, yani kadının semavi dinlerdeki gibi Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmadığını gösterdiği gibi bazı müslüman din bilginlerinin insan neslinin Adem’in çocukları ikiz doğdu, ayrı yumurta ikizi kardeşler birbirleriyle evlendiler ve insan ırkı bu biçimde türedi kuramlarının bilimle bağdaşmayan saçma söylemler olduğunu göstermektedir.
    Esenlikler.
    http://kokler-ve-kanatlar.webnode.fr/products/ilk-insan-adem%2c-havva-yarat%C4%B1l%C4%B1%C5%9F%C4%B1na-dair-tarihi-ger%C3%A7ekler-ve-yalanlar-/

    • PassengeR dedi ki:

      Sayin Pante:
      Bulent arkadasimizin yorumlarini cok beyeniyordum ve yeniden goz gezdirmek istedim , ama hic bir yorumunu bulamadim. Benmi bulamadim, yoksa yorumlarmi silinmis ? Lutfen bilgilendirirseniz cok sevinirim. Simdiden tesekkurler…

    • devrimche dedi ki:

      Kökler ve kanatlar
      Sen bu yazıda neyin savunusunu yapıyorsun ?
      Sen islamı ve kuranı mı savunuyorsun ?
      Ne demeye getiriyorsun onu bilelim de sayfanı öyle ziyaret edelim ?
      Yazdıklarından seni her hangi bir gruba dahil edemedim ?

  196. Dartmarul dedi ki:

    Siteye insanları yönlendirmek için güzel yöntem.
    Sana teşekkür edecektim biraz düşündüm bunu atlatmam zor olmadı…
    Ben hala ayetleri anlayacağımız konusunda şüpheliyim.

  197. fossoyeur dedi ki:

    Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: “Size Kitap´tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?”. “Kabul ettik.” dediler. “O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım.”3/81….
    Öncelikle forumda bulunan tüm arkadaşlara saygılar…inancı görüşü her ne olursa olsun…
    Yukarıdaki vermiş olduğum ayette anlatılmak istenen nedir?.özellikle sayın bilal ve kadir arkadaşlara yöneltiyorum bu soruyu…saygılar…

  198. bilal dedi ki:

    Sn. fossoyeur,

    Öncelikle ilginiz için teşekkür ederim.

    ‘’ Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: “Size Kitap´tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?”. “Kabul ettik.” dediler. “O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım.”3/81…. ‘’sizin göstrediğiniz meal ‘’

    Mealesef,Alİ İMRAN-81.ayetle ilgili iki meal dışında gösterdiğiniz meal dahil,diğer tüm meallerde hatalı çeviri vardır.!!!

    DOĞRU MEAL AŞAĞIDAKİ GİBİDİR !

    ‘’Vaktiyle Allah (geçmiş ümmetlerden) peygamberleri vasıtasıyla şöyle söz almıştı.“Eğer kitabı ve hikmeti size verdikten sonra halen sahip olduğunuz gerçekleri doğrulayan bir elçi size gelirse, ona inanmalı ve yardım etmelisiniz.Bu şarta dayalı olarak sözümü kabul ediyor musunuz?” Onlar da “Kabul ederiz” dediler.Allah: “Öyleyse buna şahit olun, Ben de sizin şahidiniz olacağım” dedi ‘’ deniliyor.

    MESELA: Ayetin arapça metninin ilk cümlesi şöyledir !

    ‘’ وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ ‘’ Ve iz ahazellahu misakan nebiyyine’’’Vaktiyle Allah (geçmiş ümmetlerden) peygamberleri vasıtasıyla şöyle söz almıştı….’’ şeklindedir.

    a) Yani yüce Allah peygamberlerden değil,peygamberler vasıtasıyla ümmetlerinden MİSAk alIyor.
    Ayrıca bu ayette bulunan tüm hitap şekli de yine peygamberler vasıtasıyla ümmetlerine yönelik olmuştur !!!

    b) Eğer yüce Allah peygamberlerden MİSAK almış olsaydı,ayetin arapça metni aşağıdaki gibi olması gerekirdi !

    ‘’واذ اخذ الله الميثاق من النبين ‘’ ve iz ahazellahul MİSAKA MİNEN NEBİYYİNE…’’ şeklinde olması gerekirdi.
    Şimdi her iki metni yan yana getirip karşılaştıralım !

    وَإِذْ أَخَذَ اللّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّيْنَ ‘’ Ve iz ahazellahu misakan nebiyyine’’ Bu ayettir,

    ’واذ اخذ الله الميثاق من النبين ‘’ Ve iz ahazellahul MİSAKA MİNEN NEBİYYİNE…’’ Bu ise,hatalı meallere uygun olan ve olması gereken metindir.Yani eğer söz konusu mealler doğru olsaydı,ayetin arapça metni de bu şekilde olması gerekirdi,ama ayetin arapça metni bu şekilde değil.Bu nedenle Ali-İmran-81.ayetle ilgili meallerde hatalı çeviri vardır !!!

    c) Mealdeki 2.ahata da ‘’ Ve unutma ki ‘’ ifadesidir,böyle bir ifade asla ve asla Ali-İmran-81.ayete yoktur,bu da ayette olmamasına rağmen tamamen mealcinin ilave ettiği hatalı bir yorumudur.

    Özetle,eğer yüce Allah peygamberlerden MİSAK almış olsaydı,ayetin arapça metni de ‘’ واذ اخذ الله الميثاق من النبين ‘’ ve iz ahazellahul MİSAKA MİNEN NEBİYYİNE…’’ şeklinde olacaktı.

    İşte ayetleri sorunlu gibi yapan hatalı meal ve yorumlardır,kur’an’ın arapça metninde hiçbir sorun yoktur,sorunlu gibi görülen her yer hatalı meal ve yorumlardan kaynaklanıyor!!!

    Saygılarımla.

    • toro dedi ki:

      Sayın Bilal,

      Şaka ötesisiniz! Kusura bakmayın ki bahsettiğiniz kitabın tanrısının dışarıya yansıyan portresine sizden daha fazla zarar veren birisi olamaz!

      Öncelikle ayette madem ”geçmiş ümmetler” yazıyor o halde neden bu ibareyi doğrudan değilde parantez içinde yazıyoruz! Ya da bu ibare doğrudan yok ise olması gerektiğini size düşündüren ya da olması gerektiğini size bildiren nedir? Kusura bakmayın ama bunca işgüzarlık yeter!

      Bakın tarih boyunca bu ayet üzerinden yapılan tartışmaları aşağıya yazıyorum!

      ”a- Mücahİd ve Rebi’ b. Enese göre, burada kendileriden ahit alındığı be­yan edilenlerden maksat, Peygamberler değil, kendilerine Peygamber gönderi­len ehl-i kitaptır. Zira, âyetin devamında “Gönderilecek olan Peygambere mut­laka iman edecek ve yardımda bulunacaksınız.” buyrulmaktadır. Peygamberle­rin, kendilerinden sonra gelen Peygamberlere iman ettikleri muhakkaktır. Bu se­beple onlara böyle bir emrin verilmesine gerek yoktur. Aynca Peygamberler, kendilerinden sonra gelecek olan Peygambere yardım ecedek durumda değiler-Uir. Çünkü bizzat onların kendilerini yalanlayan kavimlerine karşı yardım edil­meye ihtiyaçları vardır. Onların başkalarına yardım etmeleri beklenemez. Bun­dan da anlaşılmaktadır ki, âyette iman etmeleri ve gönderilen Peygambere yar­dım etmeleri istenenlerden maksat, kendilerine kitap verilen ümmetlerdir. Nite­kim Abdullah b. Mes’ud ve Übey b. Kâ’bın bu âyetteki kıraatlan bu izahı des­teklemektedir.

      b- Abdullah b. Abbas, Tavus, Ali b. Ebi Talib, Katade, Süddi ve Hasan-ı Basriye göre ise burada kendilerinden söz alınanlar, âyette zikredildiği gibi üm­metler değil sadece Peygamberlerdir. Allah teala, Peygamberlerden birbirlerine iman etmelerine ve birbirlerini desteklemelerine dair söz almış, aynca, en son gönderilecek olan Hz. Muhammede de iman etmelerini ve onun Hak Peygamber olduğunu, ümmetlerine bildirerek yardım etmelerini emretmiştir.

      c- İkrime veya Said b. Cübeyrin, Abdullah b. Abbastan naklettiklerine göre ise burada kendilerinden söz alınanlardan maksat, hem Peygamberler hem de ümmetleridir. Âyette sadece Peygamberler zikredilmiştir. Çünkü onlardan alınan ahit, ümmetlerinden de alınmış gibidir. Buna göre Allah teala hem gön­derdiği Peygamberlerden hem de Peygamberlerin ümmetlerinden, Peygamberle­rine iman etmelerine ve onları destekleyip yardım etmelerine dair söz almıştır. Bu nedenle bu Peygamberlerin ümmetlerinin Hz. Muhammede iman etmeleri ve onu desteklemeleri gerekir. Ona karşı çıkmalan ve yalanlamaları, ahitlerini boz­maktır.

      Taberi diyor ki: “Bu görüşlerden tercihe şayan olanı şudur: Âyette kendi­lerinden ahit alındığı zikredilen insanlardan maksat, hem Peygamberler hem de onların ümmetleridir.” taberi tefsirinden alıntı

      Dede Korkut hikyelerinde bir insana isim konulacağı zaman ya da bir sorunun nihai çözümü aşamasında, ve Dede Korkut geldi ismini koydu ya da son kararı söyledi diye yazılır! Ben bunu değiştiriyorum,

      ve bilal geldi herkese doğruyu gösterdi!

      Sizin aşağıdaki ayette bahsedilen güruhtan olmadığınızın kanıtı nedir?

      ”Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitab’dan olmadığı halde Kitab’dan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah katındandır” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.”Ali İmran,78-Diyanet

      Dikkat ederseniz ayetin içeriğine hiç girmedim! Ama siz mevzuyu ilerletmek ve benimle münazara yaparken kullanabileceğiniz sayıda DOĞRU meal üretmek konusunda kendinizi yeterli hissettiğiniz anda ona da varım!

      Bir daha yazıyorum!

      Hiç kimse eşit olduklarını iddia ettikleri bir sınavın içinde, başka bir kimseyi ya da başka bir topluluğu okuduğunu anlamamakla ya da okuduğunu yanlış anlamakla itham edemez! Bir tanrı çağrısı yapısı gereği okuyan okuduğunda ne anlıyorsa o anlama gelir! Bahsedilen kitabın hiç bir yerinde sınavda olanların bazılarının, sınavda olan başka birilerinden yardım alarak çağrıyı anlayabilecekleri bildirilmez! Bu nedenle bahsedilen kitabın mantığına göre kulun tanrısı ile arasına giren kişi, tanrının söylemediği ya da vazife etmediği bir işi kendi kendine üstlenmiş ve tanrısını anlaşılmadığı için anlaşılır duruma getirmeye muktedir olduğu hissini yaratarak kendini yukarı konumlandırmış olur! Sanırım bunu yapmaya niyetlenenler için ŞİRK in ne olduğuna bakmaya ihtiyaç vardır!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro :
        __Benim kurguladığım tanrının hiçbirşeyini tartışamaz ya da sorgulayamazsınız, sorgulanan ve tartışılan tanrılar için acziyetten bahsedilir! Siz benim bahsettiğim tanrıya her hangi bir beklenti vaya insani herhangi bir duygu yüklediğime şahit misiniz?(Sizden alıntı)
        Evet haklısınız sizin kurguladığınız Tanrıyı bir kaç soru dışında sorgulama şansımız yok çünkü sizin kurguladığınız Tanrı muğlak bir tanrı sizin kurguladığınız Tanrı sır perdesinin arkasında
        Siz kafanızda bi Tanrı algısı oluşturdunuz ve bunu da sorgulanamayacak biçimde kurguladınız.
        __Kitaplarda anlatılan tanrı portresinin iz düşümüyle kurgulanmış yorumlar yapıyorsunuz!Kendi tavsiyenize kendiniz uymadığınız için bende sizin yolunuzdan gideceğim!Sevgili dostum kendine onun peygamberiyim diyenin evine ne sıklıkla gidileceğine, orada ne kadar kalınacağına hangi kadınla evleneceğine bile karışan bir tanrı figürünü,(sizden alıntı)
        Yüce Allahın gönderdiği kitabın muhattabı insanlardır bu durumda evlilik gibi toplumun mihenk taşlarından olan bir kurumdan tutunda devlet idarelerinde uygulanacak yöntemlere kadar her şeye değinmesi gayet normaldir.İnsanlara gönderdiği kitapta dinozorların yaşam mücadelesini anlatacak değildi ya !
        __Bana söyler misiniz bir şeyin varlığı o varlığa doğrudan tanık olunmadan nasıl kanıtlanır? Mesela bir insanın ‘’seviyorum’’ demesi onun gerçekten sevdiğini kanıtlar mı? İnsan gördüklerini ve duyduklarını kendi ihtiyaçlarına ve beklentilerine göre kurgulayan bir varlıktır! Sizin yolunuzdan gidip bu tartışmayı 2000 yıl önce romada yaptığımızı düşünseydik muhtemelen siz bana zeusun varlığı kanıtlanmıştır diyecektiniz!(Sizden alıntı)
        Tanrının varlığı kanıtlanmıştır ? Evrenin oluşumu sürecinde en başa gidersek bing bangin nasıl meyadana geldiğine dair bilimsel hiç bir bulgu yoktur yani o patlayan şey her neyse onu oraya kim koydu sorusuna verilecek bi cevap yoktur bu durumda şimdilik onu oraya Tanrı koydu diyoruz ve kanıtlıyoruz.Şayet bilim çıkıp ta olayın aslını(!) bize anlatırsa sizin dediğiniz noktaya Tanrının varlığı yada yokluğu kanıtlanamaz noktasına geri dönebiliriz.
        __Siz öncelikle bana elinizdeki kitabın bir tanrıdan geldiğini kanıtlamalısınız! (sizden alıntı)
        Kurandaki bilimsel ayetler Arapça metninde ki Sn Çelakılın değindiği noktalar 19 mucizesi gibi şeyler kuranın insan ürünü olmadığını ortaya koyuyor hatta izafiyet teorisine bile işaret olması bizim için yeterli ayrıca Hz Muhammedin dönemin arap topraklarında hayatını tehlikeye atmak pahasına bir yola çıkması ve hiç bi çıkarı olmadan bu uğurda canını hiçe sayması yeterlidir.Siz bana Hz. Muhammedin böyle bir yalana başvurmak için tek bir sebep söyleyin o vakit yeniden tartışalım !
        _Kadın mı ? Zaten cariyelerin bol olduğu isteyenin istediği kadını elde edebildiği bir dönemden bahsediyoruz.
        _Para mı ? Sizde biliyorsunuz ki kureyş saygın bir kabileydi ve Hz Muhammedin eşi Hz Hatice gayet zengin bi insandı ?
        _Ün mü şöhret mi ? Hz Muhammed Muhammed-ül emin unvanıyla zaten toplumda saygın bir yere sahipti.
        __Söz bilim adamlarından açılmışken, o bilim adamlarına göre bütün evren hakkında sahip olduğumuz bilgi tüm evrenin %5 i kadardır! Bu kadar bilgiyle hiçbir şeyi kanıtlayamazsınız! (sizden alıntı )
        Sayın Toro bilim insanları laterit toprakların yapısını öğrenmek istediklerinde bu türden topraklarla ilgili bir miktar örnek mi alıyorlar yoksa bu toprakların bulunduğu tüm coğrafyayı karış karış inceliyorlar mı ?
        __Örneğin ben bir dini etnik yada farklı aidiyette bir topluluğun üyesi olsam ve benim atalarımın arasında katliamcılar olsa kendi atalarımın günahları ortadayken başkalarının günahları üzerinden puan kazanmaya çalışmazdım! (sizden alıntı )
        Birincisi Araplar benim atam değil ikincisi peygamber dönemi sonrasında yapılan vahşetler ne beni nede islamı alakadar eder üçüncüsü bahsettiğim inanç gruplarına dahil insanların yaptığı kıyımdan bahsettim burda herhalde ki örneğin rusyanın kızıl ordusunu suçlamadım en tepede ki Stalini suçladım yani ortada bi genelleme yok siz kalkıp yezidi bırakıpta tüm ordusunu katliamcı ilan ederseniz,yavuz sultan selimi bırakıp tüm ordusunu katliamcı ilan ederseniz,abbasi halifesini , muaviyeyi bırakıp tüm ordusunu katliamcı ilan ederseniz asıl genelleme burada başlar.
        __Bakın eğer bir tanrı ve onun sınavından bahsediyorsanız ve bu sınavın içindekiler sınavı birbirlerinden farklı şartlarla veriyorlarsa adalet diye bir şeyden bahsedilemez! (sizden alıntı)
        Sınavın sonucunu görmeden sınava adaletsiz yaftasını vurmanız çok manidar.
        Aynı şeyi söyleyip duruyorsunuz kitabın kitap olması doğrultusunda ayet vasiyet hadis var mı ? Hayır yok diyorum bende yazılarımı iyi okumuyorsunuz herhalde evet kitaplaştırılma hususunda ne bir ayet ne bir emir nede bir vasiyet var.Ve biz onun için ölüme yatan Hz Aliye,Hz Osmana,Hz Ebubekire ki (Hz osman vahiy katibidir) sonsuz güveniyoruz onun ayetlerini değiştirmek bozmak gibi saçma sapan şeylere kalkışmazlar.
        Kitaplaştırma işleminin yapılmasının mantıklı gerekçesini yeniden uzun uzadıya yazmama gerek yok.
        Tekrar söylüyorum yayılmacı politikalarıyla insanları katleden islami zihniyeti reddediyorum.Ayrıca bu katliamlardan oldukça rahatsıza benziyorsunuz o var olabileceğine inandığınız Tanrı’ya sorabilirsiniz bütün bunlar niye diye ? Öyle ya herşeyin varlık sebebi Tanrıdır !!!!!!!!
        Mesela biz inancımız doğrultusunda rahatsızlık duyduğumuz herşeyin açıklamasını Yüce Allahtan isteyeceğiz ya siz ? Doğa çıkış noktalı cümlelerinizden hareket edersek sırtlanı ve ceylanı ayırt etmeden yaşamaya çalışan iki masum hayvan gibi gösteriyorsanız insanında kendisinde olan bu yükselme büyüme arzusunu Tanrının verdiği iç güdülerine bağlarız olur biter he sayın Toro olmaz mı ??????
        __Beni anlamakta zorlanmanız normal çünkü ben ezberinizde olmayan şeylerden bahsediyorum!(sizden alıntı)
        Haklısınız uzun yıllardır yaptığımız arkadaşlık sonrasında beni bu derece tanıyıp neyin ezberimde olduğunu neyin ezberimde olmadığını bilmeniz gayet normal yılların arkadaşlığı var ortada !!!
        __Tamam, sizinle bir tanrının varlığı konusunda anlaşalım! Peki bu var olan tanrı hangi dinin tanrısı, mesela başlamışken var olan tanrının Zeus olmadığını da bana kanıtlayabilirmisiniz? (sizden alıntı )
        Kanıt kanıt kanıt ?
        Hayır gerçek Tanrının hangisi olduğunu kanıtlayamam belkide Zeustur belkide inekler gerçek tanrılardır.
        Bi Tanrı var ve biz bize göre en uygun olanı seçtik onada Allah dedik haşa gerçek olan Allah değil de Zeus ise öldükten sonra umarım Zeus bizi affeder…
        Saygılar…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        ‘’Tanrı muğlak bir tanrı sizin kurguladığınız Tanrı sır perdesinin arkasında
        Siz kafanızda bi Tanrı algısı oluşturdunuz ve bunu da sorgulanamayacak biçimde kurguladınız.’’ Sizden alıntı

        Bundan daha doğal ne olabilir! Siz sizin inandığınız tanrı kurgusunun birilerinin kafasında oluşan algının kurgulanmış halinin size sunulmadığını nereden biliyorsunuz?
        Ben ne bir tanrı duydum, ne gördüm, ne de görüştüm! Ama buna rağmen eğer yapmak isteseydim ayrıntılı bir tanrı portresi çizerek önünüze koyar ve onun benimle konuştuğunu ve beni peygamber yaptığını da iddia edebilirdim! Bu durumda bana inanır mıydınız, inanmaz mıydınız?

        ‘’Yüce Allahın gönderdiği kitabın muhattabı insanlardır bu durumda evlilik gibi toplumun mihenk taşlarından olan bir kurumdan tutunda devlet idarelerinde uygulanacak yöntemlere kadar her şeye değinmesi gayet normaldir.İnsanlara gönderdiği kitapta dinozorların yaşam mücadelesini anlatacak değildi ya !’’ sizden alıntı

        Anlaşılıyor ki benim söylemek istediğimi anlamadınız ya da anlamamayı tercih ettiniz! O halde daha iyi anlayasınız diye size onun(kitabın tanrısının) sözleriyle sesleneyim,

        ‘’Ey iman edenler! Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in evlerine girmeyin, çağrıldığınız zaman girin. Yemeği yiyince de hemen dağılın. Sohbet için beklemeyin. Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir. Allah ise gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz ,hem de onların kalpleri için daha temizdir. Allah’ın Resûlüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra hanımlarını nikahlamanız ebediyyen söz konusu olamaz. Çünkü bu Allah katında büyük bir günahtır.’’Ahzab,53-Diyanet

        Kime sesleniyor ayet?

        ‘’Ey iman edenler’’ Hani zaman ve mekan ayırmaksızın bütün iman edenlere seslendiğini söylüyorsunuz ya kitabın! Sonuçta bu kitabın içeriği bir tanrıdan gelen ilahi çağrı ile oluşturulmuş değil mi? O halde bana söyleyin, size hitap eden bu kitaptaki, size hitap eden yukarıdaki ayetteki eylemleri gerçekleştirebilme olasılığınız nedir? Bir iman eden olarak kendine peygamberim diyenin evine mesela, ‘’Yemek için çağrılmaksızın’’ gidip onu rahatsız etme ihtimaliniz var mı? Peki bu ayetler ne zaman bizim ilgimizi çekiyor? Kitaplaştırıldıktan yüzlerce yıl sonra gerçekten çoğaltılıp evlere girecek dolayısıyla herkesin okuyabileceği anda! İşte o zaman sorulmaya başlanıyor bu nasıl olur diye!

        Sevgili dostum sizce bu kitap yazıldıktan hemen sonra bütün inananlar evinde saklayabilsin diye binlerce adet basılıp insanlara mı dağıtıldı? Tabi ki böyle olmadı, peki bu kitabı eline alıp derinlemesine okuyarak sorgulama imkanı olan kaç kişi vardı? Topu topu 5 (altıda olabilir) adet çoğaltılan bir kitaba en başta okuyarak itiraz edilmesini ve problemlerin en baştan halkın önünde tartışılabilinmesini sağlayan bir süreç yaşandı mı? Bu süreç yaşanmadığı için yüzlerce sene sonra ortaya çıkan bu sorunlar sözde kendine peygamberim diyenin yasaklamasına rağmen onun ağzından hadisler üretilerek kotarılmaya çalışıldı! Ama kimse çıkıp ayetleri toplayıp kitap haline getirirken bile 2 şahit istenmişken en yakını en az 100 sene sonra yazılmış hadislerin sahih olduğuna ya da olmadığına nasıl karar verebiliriz demedi, diyemedi(diyenlerin akıbetini isteyenlerle konuşuruz)! Kendine peygamberim diyenin ölümünden hemen sonra yani sıcağı sıcağına ayetler toplanırken bile ayetlerin onun ağzından çıktığına şahitlik edecek iki şahit aranmışken en yakını 100 sene sonra yazılmış dolayısıyla canlı şahidinin olma ihtimali bulunmayan bu hadisler doğru kabul edilmiş ve üzerlerinden içtihat oluşturulmuştur! Siz önce sürecinizi öğrenin.

        ‘’Tanrının varlığı kanıtlanmıştır ? Evrenin oluşumu sürecinde en başa gidersek bing bangin nasıl meyadana geldiğine dair bilimsel hiç bir bulgu yoktur yani o patlayan şey her neyse onu oraya kim koydu sorusuna verilecek bi cevap yoktur bu durumda şimdilik onu oraya Tanrı koydu diyoruz ve kanıtlıyoruz.Şayet bilim çıkıp ta olayın aslını(!) bize anlatırsa sizin dediğiniz noktaya Tanrının varlığı yada yokluğu kanıtlanamaz noktasına geri dönebiliriz.’’ Sizden alıntı

        Big-Bang bir TEORİDİR! Kanıtlanmamıştır, kanıtlanması mümkün değildir. Bu noktada bilim insanları evrenin sırlarını çözmeye başlayacakları anda yapmaları gereken ilk şeyin başlangıcın nasıl olduğunu simüle etmek olduğunu biliyorlardı! Bu nedenle big-bange gelene kadar bir çok teoriye sarıldılar, big-bang onların son başlangıç tahminidir ve üzerinde genel bir mutabakat vardır! Ama bu mutabakat onu gerçek yapmaz, o hala kanıtlanamamış bir teoridir!

        ‘’Kurandaki bilimsel ayetler Arapça metninde ki Sn Çelakılın değindiği noktalar 19 mucizesi gibi şeyler kuranın insan ürünü olmadığını ortaya koyuyor hatta izafiyet teorisine bile işaret olması bizim için yeterli ayrıca Hz Muhammedin dönemin arap topraklarında hayatını tehlikeye atmak pahasına bir yola çıkması ve hiç bi çıkarı olmadan bu uğurda canını hiçe sayması yeterlidir.’’sizden alıntı

        Bu kitap bir şifre kitabı mıdır? İnsanlar bir şifre kitabına mı iman etti? Yani aslında görünenin sadece göründüğü, bir anlam ifade etmediği, günün birinde özelliklede bu kitabın inanırı olmayanların yapacağı keşiflerle anlaşılacak bir kare kod kitap! Yani mantıklı açıklamanız bu mudur, ya da bulabildiğiniz bu mudur?

        ‘’Siz bana Hz. Muhammedin böyle bir yalana başvurmak için tek bir sebep söyleyin o vakit yeniden tartışalım !’’ sizden alıntı

        Sümerler, Babiller, Romalılar, Hintliler, Japonlar, Mayalar, Aztekler kendi dinlerini bir yalana başvurmak için mi oluşturdular? Sanırım, dünyada sadece kendine peygamberim diyenin ve ilk defa 611 yılında bir din ve onun tanrısından bahsederek ortaya çıktığını düşünüyorsunuz? Tek o olsa idi size katılırdım! Ama zaten dünya tarihi binlerce din ve onun tarihini tozlu raflarında barındırırken bana sorduğunuz soru anlamsızdır!
        Üstelik ben kendine peygamberim diyenin kendine peygamber demeden önceki dönemde yaptıklarına, hatta bu dini beraber oluşturdukları kişilerle paylaştığı ilk andaki umuda ve çabaya da saygı duyuyorum! Kendisi bir ideal uğruna yola çıkmıştır! Ben bunları burada daha önce yazdım! Benim ideallerle ve o idealleri ülkü edinen insanlarla bir sorumun yok! Ben sonrasında yolda olanlara ve sonuca bakarım! O idealler nerelere savrulmuş, onlardan nasıl uzaklaşılmış onu değerlendiririm. Çünkü genelden şeyh uçurmaz, mürit uçurur!

        Bakın size bir bilgi vereyim. 580’li yıllarda Arap kabileleri arasında süregelen savaşlar sonucunda ortaya çıkan anarşi ortamında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, toplumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulan Hılful Fudul (erdemliler) adında bir cemiyet vardı! Kendine peygamber diyende bu cemiyetin toplantılarına katılmıştır.
        ‘’Erdemliler ittifakı sadece tarihsel bir kurum değil, aynı zamanda, farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, temel ahlâkî ilkelerde anlaşan insanların zulmü engellemek için uzlaşmalarının bir toplumsal zorunluluk olduğunun ifadesi olarak değerlendirilmektedir.[1]
        Antlaşma yemini şöyledir.

        1-Mekke’de, ister oranın halkından olsun isterse dışarıdan gelen insanlardan olsun, bir kişinin zulme uğradığını gördükleri zaman onunla birlikte olacaklardı.
        2-Mazlumun hakkı zalimden alınıncaya kadar zalimin karşısında olacaklardı.Başka bir ifadeyle mazluma hakkı iade edilinceye kadar mazlumla bir tek el gibi –yekvücut- olacaklardı.
        3-Deniz, bir tek tüyü ıslatıncaya kadar, Sebir ve Hıra dağları yerlerinde kaldığı müddetçe ve maişette(mali durumda) tam bir eşitlik sağlanana dek bu maddeler geçerli olacaktı.’’
        http://tr.wikipedia.org/wiki/H%C4%B1lful_Fudul

        Görüldüğü gibi henüz ortada son din(!) yok iken farklı inanış ve aidiyetlere ait bir grup insan yaşadıkları topraklarda bir ülkü uğruna bir araya gelebiliyordu! Yani sizin toplumdaki değişim ve adalet (!) arzusunun 611 yılında ilk vahiyle ortaya çıktığını ve bu değişim ve adalet beklentisini gerçekleştirmek için sadece kendine peygamberim diyenin elini taşın altına koyduğunu düşünüyorsan yanılıyorsunuz! Bu noktada bana siz cevap verin, Hılful Fudul’u kuran farklı dünya görüşlerindeki insanların çıkarları neydi?

        ‘’Birincisi Araplar benim atam değil ikincisi peygamber dönemi sonrasında yapılan vahşetler ne beni nede islamı alakadar eder’’ sizden alıntı

        O halde işinize geldiğinde ‘’peygamber dönemi sonrasında yapılan vahşetler’’ ve istilalar sonucunda islamlaştırılmış toplumların, bugünkü torunlarının sayısı üzerinden ahkam kesmeyeceksiniz! O dedikleriniz olmasaydı kendine Müslüman diyenlerin sayısı kaç olurdu? Bu noktada övündüğünüzü belli ettiğiniz sayısal noktaya gelmenizi sağlayan süreçten kendinizi sıyıramazsınız! Üstelik sizde bu sürecin bir ürünüsünüz! Siz iman etmediniz, sizin atalarınız zamanında iman etti ya da ettirildi ve bu imanı çocuklarına miras bıraktılar! Dolayısıyla siz iman etmediniz , hazır aldınız! İman etmeniz için davet edilmeniz lazım, varmı hayatınızda böyle bir süreç! Her hangi bir peygamberden tebliğ aldınızmı?

        ‘’Sınavın sonucunu görmeden sınava adaletsiz yaftasını vurmanız çok manidar.’’ Sizden alıntı

        Şöyle anlatayım o zaman, hayatınızı değiştirecek bir sınava gireceksiniz! Toplam 40 kişi sınavın yapılacağı yere geliyorsunuz ve içeri alınıyorsunuz! Sınavı yapacak olan kişi, sizi kendi istediği şekilde oturtuyor ve bazılarınızdan elindeki beyaz paltoları giymenizi istiyor ve beyaz paltolular bir arada önde bir yere oturtuluyor! Bu arada içerisinin çok soğuk olduğunu ve ellerinizin üşümekten kalem tutamayacak hale geldiğini hissediyorsunuz! Sonra fark ediyorsunuz ki beyaz palto verilenler ayrıca kaloriferin yanına oturtulmuş! Bu noktada sınavın başında sınavın adil olduğunu nasıl düşüneceğiz? Aylık 40 000 USD ile sınavı (hayatı) yaşayan ile aylık 1 000 USD gelirle yaşayanı nasıl eşit göreceğiz! Üstelik bu hayatı yani sınavı sadece 1 kere yaşayacaklar! Sizde yoksullara sınavda ek puan mı veriliyor aradaki açığı kapatmak için?

        ‘’Ve biz onun için ölüme yatan Hz Aliye,Hz Osmana,Hz Ebubekire ki (Hz osman vahiy katibidir) sonsuz güveniyoruz onun ayetlerini değiştirmek bozmak gibi saçma sapan şeylere kalkışmazlar.’’sizden alıntı

        Yani kendine peygamberim diyenin ölümünden sonra onun yerine oturacak kişi için yapılan siyasi savaşları, 1 ve 2. Halifenin 4.halife olacak olana karşı mutabakatını, 3.Halifenin 1.halifenin yazdırdığı mushafı yok sayıp yeni bir Mushaf yazdırdığını 1.halifeye ait mushafın yakıldığını altın vuruşun ise Müslümanların en büyük düşmanı (son ana kadar onunla savaştılar) Ebu süfyanın çocuklarının ve torunlarının yaptığı kitaba sesli harf sokma, harekeleme ve noktalamayla yapıldığınıda bilmiyorsunuz! Bu durumda yazınızın ortalarında size göre katliamcı olan muaviye ve yezid in kuranın içinde yaptıkları çalışmaları nereye koyuyorsunuz?

        ‘’Mesela biz inancımız doğrultusunda rahatsızlık duyduğumuz herşeyin açıklamasını Yüce Allahtan isteyeceğiz ya siz ?’’ sizden alıntı

        Neye göre, hangi ayete göre isteyeceksiniz? Elinizdeki kitabın neresinde ahiret günü tanrınızın yaptıklarını, tanrınızdan sorabileceğiniz yazar?

        ‘’Doğa çıkış noktalı cümlelerinizden hareket edersek sırtlanı ve ceylanı ayırt etmeden yaşamaya çalışan iki masum hayvan gibi gösteriyorsanız insanında kendisinde olan bu yükselme büyüme arzusunu Tanrının verdiği iç güdülerine bağlarız olur biter he sayın Toro olmaz mı’’ sizden alıntı

        Ben hiçbir canlıyı birbirinden ayırt etmiyorum! Sadece size öğretilen ve sizin de nedenini hiç sormadığınızı anladığım sizden farklı canlılarla ilgili sınıflandırma ve buna bağlı aşağılamanın sebeplerini sorguluyorum! Sadece bir soru o zavallı ceylanı öldürecek olan canlının adının sırtlan olduğunu size kim söylüyor! İnsanoğlu bu canlıyla karşılaştığında bu canlı kendilerine merhaba ben sırtlan mı dedi? Sırtlan kelimesi söylendiği zaman zihninizde canlanan portre kimin eseri, o ismin altını dolduran gözlem kimin?
        Birine aslan derseniz sevinir, sırtlan derseniz dellenir! Ama aslanda ZAVALLI ceylanı açlığını gidermek için öldürür, sırtlanda! Fark sizin ezberlerinizin sizi savurduğu sonuçlarda!

        Vahşet mi arıyorsunuz, okuyun!

        Süt çiftliklerinde inekler sürekli suni olarak hamile bırakılır (çünkü bir inek en yoğun sütü doğumdan 30. uncu gün ve 100. Gün arasında verir). İneklerin sürekli kızgınlık süreçleri takip edilerek hamilelik işlemi devam ettirilir. Tabi bu arada inekler doğurur. Doğan dişi ise problem yok çünkü orası süt çiftliği. Ama doğan erkekse annesinden hemen koparılır ve bir müddet sonra kesilerek marketlerde ya da kasaplarda bizim tüketimimize sunulur! Peki hayvanlar niye süt verir, o sütleri kim içsin diye verir? Doğada avını bu şekilde eziyet ederek tüketen başka hangi canlı var!

        İsterseniz tavukları da anlatayım ya da sadece şunu söyleyelim piliçlerin gagaları kesilir, niye kesilir siz bulun!

        ‘’Bi Tanrı var ve biz bize göre en uygun olanı seçtik onada Allah dedik haşa gerçek olan Allah değil de Zeus ise öldükten sonra umarım Zeus bizi affeder…’’ sizden alıntı

        Dostum siz hiçbir şeyi seçmediniz, siz atalarınıza seçtirilen ya da atalarınızın seçtiği inancı devir aldınız! Eğer bir Budist olarak doğup şimdi bu dine geçiyor olsaydınız seçtik ya da seçtim diyebilirdiniz, ama şimdi hiçbir şeyi yeni seçmiş değilsiniz. Ayrıca seçmek bu kadar kolay oluyorsa hemen şimdi Çince konuşmayı da seçebilir misiniz?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;
        ___Siz sizin inandığınız tanrı kurgusunun birilerinin kafasında oluşan algının kurgulanmış halinin size sunulmadığını nereden biliyorsunuz?
        ….Bu durumda bana inanır mıydınız, inanmaz mıydınız? (sizden alıntı)
        Öncelikle benim Tanrı kurgumun kurana göre şekillendiği doğrudur çünkü tarih boyunca yapılan Tanrı tanımlarının en akla uygunu kuranda yer almaktadır.Fakat kurandan ve islamdan bihaber olsaydım yinede Kafamda oluşturacağım Tanrı algısı üç aşağı beş yukarı aynısı olurdu.Siz peygamberlik iddiasıyla gelin argümanlarınızı sunun sebeplerinizi izah edin açıklamalarınızı yapın değerlendirelim…
        Ahzap 53 örneğinizde Yüce Allah misafirlik,ev adabı gibi konularda peygamber üzerinden insanlara yol göstermektedir.
        Uzunca bir paragrafta Kuranın kitaplaştırılması hususunda izlenen yolları halkın bu süreçteki tutumunu ayetlerin halkla birlikte tartışılarak doğruluğunun ve uygunluğunun belirlenmesi konusuna eleştiriler getirmişsiniz.Dönemin inananları elbetteki islam peygamberinin aldığı kararları kafasına göre almayıp ayetlere dayandırarark aldığını bildikleri için onun arkasında yer almışlardır.Ayrıca Peygambere iman edenler gayet tabi ayetlere vakıf olmuşlardır bunu aksini siz kanıtlayamazsınız ama ben onun yolundan dönmedikleri gerekçesini sunarak iddiayı güçlendiririm çünkü insanlar Allahtan olduğuna inanmadığı bir fiyaskoya sebep ne hayatlarını riske ederler nede rahatlarını bozarlar Allahtan olduğuna inanmaları içinde ayetleri görüp bilmişlerdir.İnsanlar durduk yere rahatlarını bozmazlar kimse yurdu mekkeyi terkedip medineye gitmek heveslisi değildi.
        ___Big-Bang bir TEORİDİR! Kanıtlanmamıştır, kanıtlanması mümkün değildir.(sizden alıntı?
        Her neyse madde aleminde yaşıyoruz maddenin eylemsizliği,dışardan herhangi bir güç olmadan harekete geçemeyeceği gibi bilimsel veriler var olduğumuz bu maddesel mekanın oluşumunu bilinçli bir güce dayandırmayı zorunlu kılıyor hatta zorunluluktan ziyade bu dosdoğru bir tespittir.Tanrının varlığı ve yokluğu konusunda tartışmaya bile gerek yok Tanrının olmadığını iddia eden kimse gerekçelerinide sunacak şu şu sebeplerden dolayı Tanrı yoktur diyecek!!! Ama ben şu şu sebeplerden dolayı Tanrı vardır diyebiliyorum.,
        ___Bu kitap bir şifre kitabı mıdır? İnsanlar bir şifre kitabına mı iman etti? Yani aslında görünenin sadece göründüğü, bir anlam ifade etmediği, günün birinde özelliklede bu kitabın inanırı olmayanların yapacağı keşiflerle anlaşılacak bir kare kod kitap! Yani mantıklı açıklamanız bu mudur, ya da bulabildiğiniz bu mudur?(sizden alıntı)
        Evet kuran herşeydir evrenseldir evrenselliğini en iyi kanıtlayan şey ise günümüzü ilgilendiren ayetlerin yanı sıra günümüzü ilgilendirmeyen ayetlerinde var olduğudur.Bu konuda her cümlesi her kelimesi her devre hitap ediyor demiyeceğim yanlış anlaşılmasın mana olarak hitap etmiyor ama o günü ilgilendiren bir ayette muhakkak günümüzle alakalı şeklen bi sır bi mucize vardır.Keza Cebrailin Allahın katından yeryüzüne inerken hızını ve süresini anlatan ifadeler dönemin inananlarına işte Allahın gücü ve olağan dışılığı budur mesajı verirken şimdiki inananlara zamanın izafiliği konusunda bilimsel bir bilgi sunuyor.Yani dönemin inananları bunu olağan üstü görüyor biz ise fizik kuralları çerçevesinde olağan dışı bir şey görmeyip olağan dışılığı 1500 yıl önce böyle bilimsel bir bilgiye işaret edilebilmesinde buluyoruz.

        Örneklerini verdiğiniz inanç gruplarını iyice araştırdınız mı ? Bu inanç gruplarını ortaya atan insanlar hayati tehlike yaşadılar mı ? Örneğin sümerlerin din anlayışı şekillenirken bu konuda başı çeken insanlar baskıya tehtide maruz kaldırlar mı yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar mı? Atalarının inançlarına saygısızlıktır denilip ölümle tehtit edildiler mi ?
        ___Bahsettiğiniz erdemliler ittifakı yola çıkarken bizi Allah görevlendirdi gibi bir iddiayla çıkmadılar sizinde malumunuzdur ki din ve inanç hassas bir konudur özellikle o dönemde Allah adına yola çıktığını iddia edenle böylesi bir ittifakla toplumu düzenlemeye çalışanların aldığı risk aynı mıdır ? İttifak sahipleri toplumu dizayn sürecinde güç sahiplerine Allah böyle istedi böyle olacak gibi bir baskı uygulayabilirler mi ? İttifak sahiplerinin alacağı kararların esnetilme ihtimali vardır fakat islam peygamberi Hz Muhammedin alacağı kararlar aslında Allahın kararları olduğu için güç sahiplerinin çıkarları tehlikeye giriyor ve Peygamber için çok zorlu bir süreç başlamış oluyor.
        İttifakçıların çıkarları neydi sorunuza şöyle cevap vereyim : Başlangıçta iyi niyetliydiler ama sonrasında güç olup belli bir noktaya ulaştıklarında kimbilir çıkarları doğrultusunda karar alabilirdiler zira korkmaları gereken bi Allah yok yanlarında…
        ___O halde işinize geldiğinde ‘’peygamber dönemi sonrasında yapılan vahşetler’’ ve istilalar sonucunda islamlaştırılmış toplumların, bugünkü torunlarının sayısı üzerinden ahkam kesmeyeceksiniz! O dedikleriniz olmasaydı kendine Müslüman diyenlerin sayısı kaç olurdu? Bu noktada övündüğünüzü belli ettiğiniz sayısal noktaya gelmenizi sağlayan süreçten kendinizi sıyıramazsınız! Üstelik sizde bu sürecin bir ürünüsünüz! Siz iman etmediniz, sizin atalarınız zamanında iman etti ya da ettirildi ve bu imanı çocuklarına miras bıraktılar! Dolayısıyla siz iman etmediniz , hazır aldınız! (sizden alıntı)
        Ahkam kesmek ? Deyim itibariyle bir konuda atıp tutmak o konuyu rakiplerine koz olarak kullanıp onları bastırmaya çalışmak o konunun gayet mantıklı olduğunu ve iddiasının lehinde olduğunu sert sözlerle savunmak vs vs. Ben bu yazdıklarımın hangisini yaptım alt tarafı günümüz islam dünyasının nüfusunu örnek gösterdim.Aynı mantıkla hareket etmek gerekirse islamı günümüzde seçen insanlar üzerlerinde bi baskı mı hissediyorlar özgür iradeleriyle buna karar veriyorlar ayrıca beni itham ettiğiniz şeyler konusunda size şunu söylemekte fayda var ben 16 yaşından 23 yaşına kadar agnostiktim hayatımı dinleri ve inançları araştırmaya adadım ve islamı seçtim beni geleneksel müslümanlarla karıştırmayın. !
        Sınavla alakalı sözümün arkasındayım dünyevi örneklerle İslamın Tanrısının yapacaklarına eleştiri getiremezsiniz.Evet sınavın adaletsiz olduğuna sınavın sonucunu görenler karar verebilir !!!
        Kitabın kitap olma sürecinde size katıldığımı ifade edeceğim şöyleki velevki sizin iddialarınız doğru haydi bana kuranın kitap olma sürecinde yaşananları anlatın ve kanıtlayın bakalım ? Sesli harfler harekeler noktalamalar evet bu konuda gerçekten samimiyim ve bilgi bakımından çok yeterli değilim Sayın Toro bu konuda beni aydınlatırsanız bende şüpheye yer bırakırsanız bu noktada Meallere hatalı diyen Sayın Bilale tek bir soru soracağım.Evet bütün samimiyetimle kuranın kitap olma sürecindeki tutarsızlıkları istiyorum sizden?
        Hayvanlar konusunda anlaşalım ben fıtratında sokmak olan akrepten nefret etmiyorum yada ceylanı aslana kıyasla daha acılı bi şekilde boğmadan öldürmeden yiyen sırtlandanda nefret etmiyorum.Ama ben hayvanlara tür diyorum insana ise ırk diyorum anlatabildim mi ?
        İnsanların hayvanlara verdiği eziyetlerden bahsetmişsiniz kabul insanlar hayvanlara eziyet ediyor. Peki bu noktada şunu sorayım size biz inandığımız Allahın hayvanlara eziyet eden insanlardan hesap soracağını düşünüyoruz ya siz ?
        Sizin Tanrı tanımınıza göre insanda besin zincirinin en tepesine çıkmış bir tür ise neden hayvanlara olan işkencelerinden dolayı insana kızıyorsunuz? Sırtlanın ceylanı boğmadan canlı canlı yemesiyle insanın besin üretmek amacıyla hayvana yaptığı eziyeti neden ayırt ediyorsunuz ? Sebebini ben söyleyim : İnsanda hiç bir canlıda olmayan bişey var o şey insanın dünyaya öylesine atılmadığı gerçeğini ortaya çıkarıp bizi ALLAHA götürüyor ?
        ___Dostum siz hiçbir şeyi seçmediniz, siz atalarınıza seçtirilen ya da atalarınızın seçtiği inancı devir aldınız! Eğer bir Budist olarak doğup şimdi bu dine geçiyor olsaydınız seçtik ya da seçtim diyebilirdiniz, ama şimdi hiçbir şeyi yeni seçmiş değilsiniz. Ayrıca seçmek bu kadar kolay oluyorsa hemen şimdi Çince konuşmayı da seçebilir misiniz? (sizden alıntı)
        Siz 🙂 bir sürü müslümanı kastediyorsunuz galiba oysa karşınızda sadece ben varım ve ben dinimi seçtim bu din benim kaderim değildi yine söylüyorum ben seçtim araştırdım ve Seçtim sayın Toro !!!

      • toro dedi ki:

        Sayın Toro ;

        ‘’Öncelikle benim Tanrı kurgumun kurana göre şekillendiği doğrudur çünkü tarih boyunca yapılan Tanrı tanımlarının EN AKLA UYGUNU kuranda yer almaktadır.’’ Sizden alıntı

        Buna nasıl karar verdiğinizi anlamış değilim! Bu yorumu tanrıyı hiç görmeyen ya da onunla hiç temas etmeyen bir insan nasıl yapabilir! Sanki cevabı sadece sizin tarafınızdan bilinen bir sorunun cevabına, başkaları tarafından verilen yanıtlar içinden en yakınının hangisi olduğunu söylüyorsunuz! Zaten bu dünya da hangi insan kendi inandığı tanrısının en doğrusu olmadığını iddia eder ki? Hangi insan akla daha uygun olanları varken, akla uygun olmayan tanrısına inanmaya devam eder? Dostum, tanrınızı akla uygun gösterip kayıracağım diye akla uygun olmayan cümleler kuruyorsunuz!

        ’’Fakat kurandan ve islamdan bihaber olsaydım yinede Kafamda oluşturacağım Tanrı algısı üç aşağı beş yukarı aynısı olurdu.’’ Sizden alıntı

        Peki siz kitabınızdan bihaber olduğunuz ya da haberdar olduğunuz halde agnostik olduğunuz dönemde nasıl bir tanrı algısı oluşturuyordunuz? Bu nedenle ‘’ bihaber olsaydım yine de’’ diyerek başlayan o cümlenizin anlamsızlığını yine kendiniz kanıtlıyorsunuz! Madem her yol oraya çıkıyor 16-23 yaş arası o algı neden ortaya çıkmadı? Sizin örneğinizden görüyoruz ki, tanrı algısını hissetmiyor tanrı algısını istiyoruz! Sizde belirsizliğe inanırken birden bir tanrıya inanmak istemiş ve en kolayına yani zaten etrafınızda olan atalarınızın tanrısına yönelmişsiniz! Durumunuz ilginç olabilmesi için, Budist olmanız kafiydi (diğer seçeneklerin en uç olanı diye düşünün)!

        ‘’Ahzap 53 örneğinizde Yüce Allah misafirlik,ev adabı gibi konularda peygamber üzerinden insanlara yol göstermektedir.’’ sizden alıntı

        Ben bu ayeti sizinle neden paylaştım hatırlıyor musunuz? Hatırlatayım;

        ’birde çıkıp öğretmenliğe yeni başlamış bir öğretmen gibi öğrencilerle yani insanlıkla tanışma faslı mı yapmalıydı?’’ sizden alıntı

        Sorumu geçiştirmeyin, o ayetin o dönemde yaşayan ve kendine peygamber diyenin evine girebilenler haricinde kimi bağladığını kime hitap ettiğini söyleyin. Ama sakın beni hafife almayın, çünkü ben cevaplarınızdan o ayetin doğrudan kendine peygamberim diyenle alakası olduğunu genel bir ev ziyaret prosedürü olmadığını anladığınızı biliyorum! Yanılıyorsam tavsiye ederim, tekrar okuyun! Özellikle onun rahatsızlığını kendisinin söyleyemediğini (görevi söylemek, iletmek olan biri) söyleyerek araya girip yardım ettiğini söyleyen tanrı kısmını!

        Demek siz ‘’Çünkü bu davranışınız Peygamber’i rahatsız etmekte, fakat o sizden de çekinmektedir.’’Ahzab,53 ıkınan, sıkılan, rahatsız olan ama bunu peygamberi olduğunu iddia ettiklerine söyleyemeyen birinin peygamber olabilmesini makul görüyorsunuz! Peki ona o anda insanlara yol göstermek için yardım ettiğine inandığınız tanrı, onun evli bir kadını gönlüne düşürmesini makul karşılayıp onu o kadına yönlendirmekle onun üzerinden hangi adabı insanlara yol olarak göstermektedir? Kim bu kadın diye sorarsanız evlatlığı zeydin karısı!

        ‘’Uzunca bir paragrafta Kuranın kitaplaştırılması hususunda izlenen yolları halkın bu süreçteki tutumunu ayetlerin halkla birlikte tartışılarak doğruluğunun ve uygunluğunun belirlenmesi konusuna eleştiriler getirmişsiniz. Dönemin inananları elbette ki islam peygamberinin aldığı kararları kafasına göre almayıp ayetlere dayandırarark aldığını bildikleri için onun arkasında yer almışlardır.Ayrıca Peygambere iman edenler gayet tabi ayetlere vakıf olmuşlardır bunu aksini siz kanıtlayamazsınız ama ben onun yolundan dönmedikleri gerekçesini sunarak iddiayı güçlendiririm çünkü insanlar Allahtan olduğuna inanmadığı bir fiyaskoya sebep ne hayatlarını riske ederler nede rahatlarını bozarlar Allahtan olduğuna inanmaları içinde ayetleri görüp bilmişlerdir.İnsanlar durduk yere rahatlarını bozmazlar kimse yurdu mekkeyi terkedip medineye gitmek heveslisi değildi.’’ Sizden alıntı

        Dostum keşke tarihini de okusaydınız! İnsan tepkilerini değerlendirebilseydiniz! Peki bugün mekkede Müslüman olmayan bir adam şehrin meydanına ya da yüksek bir tepeye çıkarak, siz yanlış tanrıya inanıyorsunuz, hata yapıyorsunuz, o tanrı hatalıdır, yanlıştır, batıldır deyip onlara yeni ve gerçek tanrıyı haber vermeye geldiğini iddia ederse başına ne gelir? Tanrılarına bu şekilde hitap edilmesine Mekkeliler ne tepki verir? Peki yaklaşık 25 bin nüfuslu mekkede sayısı 100 ü geçmeyen bir grubun çoğunluğun dinini ve tanrısını kötülemesine tepki vermelerinden doğal ne vardır?

        Yoksa siz insanların her peygamberim diyene anında inanıp kucaklaması gerektiğine ve mevcut tanrılarına hakaret edilmesine izin vermeleri gerektiğine mi inanıyorsunuz? Bu arada ilk seçenek medine değildi! İlk seçenek Taifti ve Taifliler onu kabul etmedikleri için çoğunluğu Yahudi olan bir şehre o şehrin ileri gelenleriyle anlaşarak girebildi! Çoğunluğu Yahudi olan bir şehirde uzunca bir süre onların kutsalını (Yahudilerin) kıble olarak kullanıp sonra ansızın kabeye yönelmesinin alameti farikası nedir sizce? Sizce politikayı kim icat etti yunanlılar mı (dolayısıyla Zeus) yoksa kitabın tanrısı mı?

        ‘’Her neyse madde aleminde yaşıyoruz maddenin eylemsizliği,dışardan herhangi bir güç olmadan harekete geçemeyeceği gibi bilimsel veriler var olduğumuz bu maddesel mekanın oluşumunu bilinçli bir güce dayandırmayı zorunlu kılıyor hatta zorunluluktan ziyade bu dosdoğru bir tespittir.Tanrının varlığı ve yokluğu konusunda tartışmaya bile gerek yok Tanrının olmadığını iddia eden kimse gerekçelerinide sunacak şu şu sebeplerden dolayı Tanrı yoktur diyecek!!! Ama ben şu şu sebeplerden dolayı Tanrı vardır diyebiliyorum.,’’ sizden alıntı

        Ben hiçbir yazımda tanrı yok demiyorum, demem! Ama ben her yazımda tanrı sizin bahsettiğiniz kitaplardaki ya da mitolojik diyerek ötelenen diğer tanrılardan herhangi biri olamaz diyorum! Dünyadaki hiç kimse de şu tanrı doğu olandır diyemez diyorum! Eşyanın tabiatını anlayın dostum! Tabi ki kendi inancınızın tanrısını en doğrusudur diyerek öne çıkaracaksınız! Yukarıda da söyledim, kitabın tanrısına inanıyorum ama doğru tanrı zeustur deme ihtimaliniz var mı?

        ‘’Evet kuran herşeydir evrenseldir evrenselliğini en iyi kanıtlayan şey ise günümüzü ilgilendiren ayetlerin yanı sıra günümüzü ilgilendirmeyen ayetlerinde var olduğudur.Bu konuda her cümlesi her kelimesi her devre hitap ediyor demiyeceğim yanlış anlaşılmasın mana olarak hitap etmiyor ama o günü ilgilendiren bir ayette muhakkak günümüzle alakalı şeklen bi sır bi mucize vardır.Keza Cebrailin Allahın katından yeryüzüne inerken hızını ve süresini anlatan ifadeler dönemin inananlarına işte Allahın gücü ve olağan dışılığı budur mesajı verirken şimdiki inananlara zamanın izafiliği konusunda bilimsel bir bilgi sunuyor.Yani dönemin inananları bunu olağan üstü görüyor biz ise fizik kuralları çerçevesinde olağan dışı bir şey görmeyip olağan dışılığı 1500 yıl önce böyle bilimsel bir bilgiye işaret edilebilmesinde buluyoruz.’’

        O halde size bir matematik sorusu, kendine peygamberim diyene ilk vahiyi 611 yılında ileten ve akabinde tanrısının yanına çıkan (mesela) Cebrail ikinci vahiy için geri döndüğünde yıl kaç olur?

        ‘’Örneklerini verdiğiniz inanç gruplarını iyice araştırdınız mı ? Bu inanç gruplarını ortaya atan insanlar hayati tehlike yaşadılar mı ? Örneğin sümerlerin din anlayışı şekillenirken bu konuda başı çeken insanlar baskıya tehtide maruz kaldırlar mı yurtlarını terk etmek zorunda kaldılar mı? Atalarının inançlarına saygısızlıktır denilip ölümle tehdit edildiler mi ?” sizden alıntı

        Sizce araştırmamış gibimi görünüyorum! Dostum tarihte şehirleşen, şehir devletleri kuran insan topluluklarının tamamı o şehri koruyan ve onların savaşlarından arkalarında durmalarını istediği şehir tanrıları yaratmışlardır! Bu tanrılarla beraber savaşıp kazandıklarında yendiklerine o tanrıyı da dayatmışlardır! Ya da yenilenler kendilerini yenenlerin tanrısının aynı zamanda kendi şehir tanrılarını da yendiğini düşünerek galip tanrıya biat etmişlerdir! Bu tarihtir, ve hep aynı şekilde yazılmıştır!

        ‘’İttifakçıların çıkarları neydi sorunuza şöyle cevap vereyim : Başlangıçta iyi niyetliydiler ama sonrasında güç olup belli bir noktaya ulaştıklarında kimbilir çıkarları doğrultusunda karar alabilirdiler zira korkmaları gereken bi Allah yok yanlarında…’’ sizden alıntı

        Peki korkacak tanrıları olanlar ne yapıyorlar? Mesela Sıffın savaşında 4.halife olacak olanın karşısında savaştığı kendine peygamberim diyenin gözde eşi değilmiydi? Peki o gözde eş kimin için savaşıyordu! Peki bu tanrı korkusu, ebu süfyanın halifeliği ve hanedanı devralan soyunun kendine peygamberim diyenin ve 1. Halifenin tüm soyununu neredeyse kılıçtan geçirmesini, onlarla savaşırken (Müslüman Müslümanla savaşıyor) mekkeyi hatta kabeyi yıkmalarını, kabe yanında (yasak olduğu halde) birbirlerini öldürmelerini, medinenin kuşatılıp günlerce yağmalanmasını (Müslümanlar Müslümanları yağmalıyor) engelliyor muydu? Peki bu hanedan kuran ve kendine peygamber diyenin hiçbir direktifi olmadığı halde kitaba hangi hakla aslında olmayan sesli harfleri ve hareke ve noktaları sokabiliyordu? Hangi tanrı korkusu?

        ‘’Ahkam kesmek ? Deyim itibariyle bir konuda atıp tutmak o konuyu rakiplerine koz olarak kullanıp onları bastırmaya çalışmak o konunun gayet mantıklı olduğunu ve iddiasının lehinde olduğunu sert sözlerle savunmak vs vs. Ben bu yazdıklarımın hangisini yaptım alt tarafı günümüz islam dünyasının nüfusunu örnek gösterdim.’’Sizden alıntı

        Bende kendine peygamberim diyenin peşine ‘’takılan 1.5 milyar insan’’ vurgusu üzerinden bir yorum devşirmenizin hatalı olduğunu keza bu sayıya ulaşılmasını sağlayan fetih sürecinin sizin katliamcı olarak ifade etmekten çekinmediğiniz muaviye ve yezidin ve onların hanedanın eseri olduğunu belirtmek istedim! Dolayısıyla katliamcı dediklerinizin eylemlerin sonuçlarını sahiplenmeniz gariptir demeye uğraştım! Yani bunlar katliamcı ama sayelerinde 1,5 milyarlık bir topluluğa ulaşmamızın temelleri atıldı, demek kendinizle çelişmektir!

        ‘’Sınavla alakalı sözümün arkasındayım dünyevi örneklerle İslamın Tanrısının yapacaklarına eleştiri getiremezsiniz.Evet sınavın adaletsiz olduğuna sınavın sonucunu görenler karar verebilir !!!’’ sizden alıntı

        Ama siz dünyevi 1,5 milyar insanın toplam sayısı üzerinden kendinizi haklı görmekte bir beis görmüyorsunuz! Peki o nasıl oluyor, yani bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

        ‘’Kitabın kitap olma sürecinde size katıldığımı ifade edeceğim şöyleki velevki sizin iddialarınız doğru haydi bana kuranın kitap olma sürecinde yaşananları anlatın ve kanıtlayın bakalım ? Sesli harfler harekeler noktalamalar evet bu konuda gerçekten samimiyim ve bilgi bakımından çok yeterli değilim Sayın Toro bu konuda beni aydınlatırsanız bende şüpheye yer bırakırsanız bu noktada Meallere hatalı diyen Sayın Bilale tek bir soru soracağım.Evet bütün samimiyetimle kuranın kitap olma sürecindeki tutarsızlıkları istiyorum sizden?’’ sizden alıntı

        Dostum bu konu hakkında burada sayfalar yazdım, kimler geldi geçti bu konuyla alakalı benimle münazara, yapan sayısını artık hatırlamıyorum! Bir tek temenniler dışında dişe dokunur dönüşler alamadım. Ayrıca ben hikaye yazmıyorum, bu dinin yine bu dinin inanırları tarafından yazılıp anlatılan tarihine neden ve nasıl sorularını soruyorum!

        ‘’Peki bu noktada şunu sorayım size biz inandığımız Allahın hayvanlara eziyet eden insanlardan hesap soracağını düşünüyoruz ya siz ?’’ sizden alıntı

        Düşünüyor musunuz ya da umuyormusunuz? Dostum bana ‘’Allahın hayvanlara eziyet eden insanlardan hesap soracağını’’ a dair bir tane ayet gösterin! Siz düşündüklerinize değil size tanrınız(!) tarafından söylenenlere inanmakla yükümlüsünüz! Yani size söylenmeyeni düşünerek ya da umarak olacakmış gibi gösteremezsiniz!

        ‘’Sizin Tanrı tanımınıza göre insanda besin zincirinin en tepesine çıkmış bir tür ise neden hayvanlara olan işkencelerinden dolayı insana kızıyorsunuz? Sırtlanın ceylanı boğmadan canlı canlı yemesiyle insanın besin üretmek amacıyla hayvana yaptığı eziyeti neden ayırt ediyorsunuz ? ‘’sizden alıntı

        Yanlış anlamışsınız! Ben insanların yaptıklarına değil, yaptıklarını kutsamalarına kızıyorum! Yoksa et de yerim, sütte içerim. Ama onlara nasıl ulaştığımı unutmam, ulaşma şeklimi aklamak için taklalar yapmam! Size daha öncede söyledim ben bir insanım ve ben türümü iyi bilirim.

        ‘’Siz 🙂 bir sürü müslümanı kastediyorsunuz galiba oysa karşınızda sadece ben varım ve ben dinimi seçtim bu din benim kaderim değildi yine söylüyorum ben seçtim araştırdım ve Seçtim sayın Toro !!!’’ sizden alıntı

        Tabi ki siz içine kendinizi de katıp 1,5 milyar olduğunuzla övününce bende hiçbirinizi ayırmadan hitap edeyim de kimsenin gönlü kalmasın dedim!

        ‘’ben seçtim araştırdım ve Seçtim sayın Toro !!!’’ sizden alıntı

        Evet siz 2 kere seçmişsiniz! Önce agnostikliği sonrasında bana savunduğunuzu! Peki agnostikken agnostik olmaktan vazgeçme diye bir idealiniz var mıydı? Olması mümkün değil değil mi? Ama yine de başka bir ideale yol aldınız! Yani karar vermede ya da kararınızın arkasında durmakta biraz zorlanıyorsunuz!

        Hadi bende kendi tezahüratımı yapayım! Ben ise sizin agnostik olduğunuz yaştan beri ve onun 2 katından fazladır aynı yerde duruyorum! Ama günün birinde başka yere gidecek olursam bilin ki sürekli karar değiştiriyor olmama tezahürat yapmayacağım! Çünkü yaptıkları için tezahürat yapanlar yaptıklarının onaylanmasını ve tasdiklenmesini beklerler! Ben yaptıklarımı, beklentilerime meze yapmam! Yaparsam yaparım, yapmışsam yapmışımdır!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro :
        __Buna nasıl karar verdiğinizi anlamış değilim! Bu yorumu tanrıyı hiç görmeyen ya da onunla hiç temas etmeyen bir insan nasıl yapabilir! Sanki cevabı sadece sizin tarafınızdan bilinen bir sorunun cevabına, başkaları tarafından verilen yanıtlar içinden en yakınının hangisi olduğunu söylüyorsunuz! Zaten bu dünya da hangi insan kendi inandığı tanrısının en doğrusu olmadığını iddia eder ki? (SİZDEN ALINTI)
        Sorumu geçiştirmeyin, o ayetin o dönemde yaşayan ve kendine peygamber diyenin evine girebilenler haricinde kimi bağladığını kime hitap ettiğini söyleyin. Ama sakın beni hafife almayın, çünkü ben cevaplarınızdan o ayetin doğrudan kendine peygamberim diyenle alakası olduğunu genel bir ev ziyaret prosedürü olmadığını anladığınızı biliyorum! Yanılıyorsam tavsiye ederim, tekrar okuyun!(SİZDEN ALINTI )
        Aynı soruyu ben size soruyorum siz Tanrının Kuran gibi bir kitabın muharriri olamayacağına nasıl karar verdiniz ? Tanrının neyi yapıp neyi yapmayacağı konusunda sahip olduğunuz bilginin kökeni nereye dayanıyor ? Örneğin Tanrının Peygamberin aile hayatıyla ilgilenmeyeceği misafirliklerde misafirlerin nasıl davranmaları gerektiğine karar vermeyeceği ,Peygamberin kimlerle evleneceğine ve evlendiği eşleriyle alakalı cinsel yaşamına değinemeyeceği gibi tespitleri neye göre yapıyorsunuz ? Tek bir anlam çıkıyor Sizin Tanrı tanımınız !! Peki siz Tanrıyı görüp onunla temas ettiniz mi ? Örneğini verdiğiniz ayetlerin Tanrıdan gelemeyeceğini çözebiliyorsanız daha önce Tanrıdan geldiği kesin olan diğer Kitaplarını da okumuş olmalısınız.Sahi Tanrı kitap yazarken nasıl bir yol izliyor hangi edebi akımların etkisinde kalıyor.Cümlelerini kurarken söz sanatlarından faydalanıyor mu ? Akıcı bir edebi yönü mü var ?Hangi kütüphanede bulabiliriz Tanrının eserlerini ? Evet sayın Toro ortaya şu realite çıkıyor inançlar çürütülemez ve kanıtlanamaz ama tam bir fiyasko olduğunu düşündüğünüz islamı ve kuranı çürütemiyor olmanıza üzülmeyin çünkü gerçekten bu imkansız aynı şey benim içinde geçerli !!!
        __Peki siz kitabınızdan bihaber olduğunuz ya da haberdar olduğunuz halde agnostik olduğunuz dönemde nasıl bir tanrı algısı oluşturuyordunuz? Bu nedenle ‘’ bihaber olsaydım yine de’’ diyerek başlayan o cümlenizin anlamsızlığını yine kendiniz kanıtlıyorsunuz! Madem her yol oraya çıkıyor 16-23 yaş arası o algı neden ortaya çıkmadı? Sizin örneğinizden görüyoruz ki, tanrı algısını hissetmiyor tanrı algısını istiyoruz! Sizde belirsizliğe inanırken birden bir tanrıya inanmak istemiş ve en kolayına yani zaten etrafınızda olan atalarınızın tanrısına yönelmişsiniz! (SİZDEN ALINTI)
        Ben günlük dilden uzak kelimeleri kullanmayı çok sevmem agnostik tabirini kullanırken Sizin benle yaptığınız tartışmalardan, islamı seçmeden öncede bi tanrıya inandığımı tahmin edemeyeceğinizi düşünemedim.Evet ben hep bi Tanrıya inandım ve bu inandığım tanrının sadece Tanımlarını yapardım kafamda gücü ve zekası sonsuz kudretli manen çok büyük vs vs Fakat bu tanımları yaparken dinlerden mi etkilendim toplumdan mı etkilendim bilmiyorum en azından ben herhangi birşeyin bende etkisini hissetmedim.Elbetteki bütün dinlerden habersiz bir kimse bir gün bu evrenin nasıl oluştuğuna insanın nasıl var olduğuna kafa yorduğunda bunun kendiliğinden olamayacağı çıkarımında bulunur ise bunu yapan güce büyük,zeki,kudretli gibi sıfatları yükleyebilir.
        __Dostum keşke tarihini de okusaydınız! İnsan tepkilerini değerlendirebilseydiniz! Peki bugün mekkede Müslüman olmayan bir adam şehrin meydanına ya da yüksek bir tepeye çıkarak, siz yanlış tanrıya inanıyorsunuz, hata yapıyorsunuz, o tanrı hatalıdır, yanlıştır, batıldır deyip onlara yeni ve gerçek tanrıyı haber vermeye geldiğini iddia ederse başına ne gelir? Tanrılarına bu şekilde hitap edilmesine Mekkeliler ne tepki verir? Peki yaklaşık 25 bin nüfuslu mekkede sayısı 100 ü geçmeyen bir grubun çoğunluğun dinini ve tanrısını kötülemesine tepki vermelerinden doğal ne vardır? Yoksa siz insanların her peygamberim diyene anında inanıp kucaklaması gerektiğine ve mevcut tanrılarına hakaret edilmesine izin vermeleri gerektiğine mi inanıyorsunuz?(SİZDEN ALINTI)
        Şimdi bu paragrafta siz ne söylemeye çalıştınız? Benim peygambere verilen tepkilere daha önce ki yorumlarımda bi sitem gördünüz mü ? Yada peygamberin ortaya çıkışından hemen sonra mekkelileri; anlayışla karşılamadıkları için yadırgayıp suçladığıma şahit oldunuz mu? Bende zaten sizin paragrafta anlattıklarınızı size sunup dedim ki evet Hz Muhammed durduk yere rahatını bozmadı onu bu ideale ilahi bir güç dışında dönemin mekkesinde hiçbir şey sürükleyemezdi. Sürüklerdi diyorsanız işte şunun için o yola çıktı dersiniz bende gerekçenizi değerlendiririm !
        __O halde size bir matematik sorusu, kendine peygamberim diyene ilk vahiyi 611 yılında ileten ve akabinde tanrısının yanına çıkan (mesela) Cebrail ikinci vahiy için geri döndüğünde yıl kaç olur? (SİZDEN ALINTI )
        Şimdi zamanın izafiliği mevzusu ve gerçekten güzel kayda değer bir soru.
        Elli bin yıl SORUNSALI !!! Evet galiba Cebrail ilk vahiy için harekete geçtiğinde dünya denen mekanda kaba taş devri yaşanıyordu !! Öyle ya ancak varırdı Hiraya ! Ancak sır şurda gizli : Boyut farklılığı mekan farklılığı evet şayet cebrail evrenin herhangi bir yerinden hareket etseydi haklı olurdunuz ama zamanın olmadığı bir boyuttan zamanın olduğu bir boyuta geçtiği için o elli bin yıl SORUNSALI ortadan kalkıyor.Çünkü cebrailin evrene ve ordan da dünyaya intikali evrendeki bir güzergahtan olmuyor yani cebrailin olası yol güzergahı evrenin herhangi bir yerinde değil cebrail bi boyuttan bi boyuta geçiyor.Şöyle ifade edeyim Hiradan harekete geçen cebrail evrenin derinliklerinde ilerleyip evrenin sınırını aşıp allaha ulaşmıyor ! Bu konuda bildiğim doğrular bunlardır.
        Allah katında çok yavaşta geçse bir zamanın olduğuna işaret eden ayetleriyse ayrıca değerlendiririz
        __Peki bu tanrı korkusu, ebu süfyanın halifeliği ve hanedanı devralan soyunun kendine peygamberim diyenin ve 1. Halifenin tüm soyununu neredeyse kılıçtan geçirmesini, onlarla savaşırken (Müslüman Müslümanla savaşıyor) mekkeyi hatta kabeyi yıkmalarını, kabe yanında (yasak olduğu halde) birbirlerini öldürmelerini, medinenin kuşatılıp günlerce yağmalanmasını (Müslümanlar Müslümanları yağmalıyor) engelliyor muydu? Peki bu hanedan kuran ve kendine peygamber diyenin hiçbir direktifi olmadığı halde kitaba hangi hakla aslında olmayan sesli harfleri ve hareke ve noktaları sokabiliyordu? Hangi tanrı korkusu?(SİZDEN ALINTI)
        Hayır Tanrı korkusu Süfyanı ve Muaviyeyi yaptıkları şeylerin aslında yapılmaması gerektiği fikrine götürmedi.Hareke ve noktalama işaretleriyle ilgili size yönelttiğim yorumu tekrar hatırlatmama gerek var mı ? Konu dışı olacak ama şöyle bir şey söyleyim :Belkide şu an dünyada sadece 4_5 kişi doğru yoldadır kim bilir…
        Hz Ali ile Hz Aişenin karşı karşıya gelmesi tamamen siyasi sebeplerdendir ki zaten benim yine Peygambere yakın insanların hatasız oldukları cennetlik oldukları yönünde bir iddiam kesinlikle yoktur !
        Dünyada yaşayan müslüman nüfusu beni yüzde yüz haklı çıkarmaz ben o vurguyu yaptığımda hatırlıyorsanız İslam peygamberinin ayetlerini neredeyse salakların oluştuğu bir toplumun reddedemeyeceğini ima etmiştiniz yada ben öyle anlamıştım.Çünkü ayetlere öyle bir yaklaşıyorsunuz ki dağlar yürüdü dediğinde dönemin insanlarının dağları devasa ayaklarıyla yürüyen olağan dışı yaratık olarak hayal etmeleri gerektiği anlamı çıkıyor.
        ___Düşünüyor musunuz ya da umuyormusunuz? Dostum bana ‘’Allahın hayvanlara eziyet eden insanlardan hesap soracağını’’ a dair bir tane ayet gösterin! Siz düşündüklerinize değil size tanrınız(!) tarafından söylenenlere inanmakla yükümlüsünüz! Yani size söylenmeyeni düşünerek ya da umarak olacakmış gibi gösteremezsiniz!(SİZDEN ALINTI)
        Kurana ve islam dinine nasıl yaklaşıyorsunuz ? Hayret verici doğrusu ! Biz Allah zulmedenleri sevmez ayetinden ne anlayacağız ?Günümüzde var olan bütün haksız ve hukuksuz işlerin sorumlularının Allah nezdinde sevilmeyen insanlar olduğunu anlamak için kuranı teleskopla mı bakmamız gerekiyor ? Allahın sevmediği insanlara nasıl yaklaşacağını herhalde anlatmama gerek yok !
        ___Yanlış anlamışsınız! Ben insanların yaptıklarına değil, yaptıklarını kutsamalarına kızıyorum! Yoksa et de yerim, sütte içerim. Ama onlara nasıl ulaştığımı unutmam, ulaşma şeklimi aklamak için taklalar yapmam! Size daha öncede söyledim ben bir insanım ve ben türümü iyi bilirim (SİZDEN ALINTI)
        Evet sayın Toro bu yorumunuz sitenin parlayan yıldızı olacak cinsten.Demek insanların yaptıklarına kızmıyor fakat yaptıklarını kutsamalarına kızıyorsunuz ! Örneğin aslan sürüsünün bufalo sürüsüne saldırması, bu saldırı eylemlerinden sonra da böbürlenip övünmemesi tamamen iç güdüsel ve doğanın icaplarından! Eh insanda size göre bir tür olduğuna göre onunda savaşta dahil tüm eylemleri doğanın icaplarından fakat bu eylemler sonrasında övünüp böbürlenmesi doğaya aykırı ve sinir bozucu öyle mi ! Pekala Tanrının doğa yasalarının dışına çıkmayı insan nasıl başardı ?Bu Tanrıyıda kızdırıyor mudur ? Ulan savaşıyorsunuz savaşıyorsunuz niye bu savaşı kutsuyorsunuz diyor mudur ? Bakın sevgili dostum ? İnsanda doğaya aykırı bişey var bu şey insanı türlerden ayırıp ırk yapıyor işte bunun sebebide yaratan ve yaratan bu sorumluluğu yüklediği insana hesap soracak !! Avını yedikten sonra küçük bir tepede kükreyen aslandan hiç nefret ettiniz mi peki neden insandan nefret ediyorsunuz ????
        Sayın Toro Ya insanı Irk diye kabul ediniz yada insana tür diyorsanız besin zincirinin en tepesine ulaşmış bi tür diyorsanız yazının icadıyla başlayıp Irakın işgaline kadar olan bütün vahşetleri tamamen doğanın icaplarından görüp sinirlenmeyeceksiniz.Hatta kutsama ve böbürlenme işinide doğanın icaplarından göreceksiniz !
        Bakın sayın Toro iki ihtimal var:
        1_Tanrı var : insanın çıkarları için yaptıkları eylemler diğer insanları rahatsız ediyor çünkü bunu doğanın icabı olarak görmüyorlar.Çünkü Tanrı insanı hayvanlardan maksimum seviyede farklı yarattı.
        2_Tanrı yok :Canlılardan bir tür olan İnsanın çıkarları için yaptığı savaşlar ve vahşetler tamamen doğal dengenin sonucu bu durumda ne siz nede bir başkası savaşlarla katliamlarla kimseye eleştiri yöneltmesin !
        ___Hadi bende kendi tezahüratımı yapayım! (SİZDEN ALINTI)
        Ön yargılarınız sizi esir almış karşılaştığınız her insan hakkında böyle direk yaftalar hazırlar mısınız ? Yada insanları üç beş sohbette A’dan Z’ye tanımak konusunda çok Mahirsiniz !!! Ben kastettiğiniz cümlelerimde asla tezahürat yapmadım ben övülecek yaşı geçtim reklama ihtiyacım yok çünkü ben bir hiçim ! Demogoji derseniz bu sefer size ciddi manada kızarım acitasyona girmiyorum bile ?
        __Yoksa et de yerim, sütte içerim. Ama onlara nasıl ulaştığımı unutmam, ulaşma şeklimi aklamak için taklalar yapmam! ( SİZDEN ALINTI)
        Sayın Toro tabaktaki ete çatalı yöneltip hayalinize bi dananın kesildiğini getirip vicdanen rahatsız olmanız gerçekten gözlerimi yaşarttı ! Yada sabah kahvaltısında leziz kamamber peynirini yerken sürekli doğum acısına maruz bırakılan ineğin çektiği acıyı ruhunuzda hissetmeniz ne büyük bir vicdan ne büyük bir merhamet !
        O halde böylesi ince bir ruhtan şunu bekliyorum : Bir Tanrıyı kabul edip o Tanrının bu dünyada yaşayan tüm canlıların dünya tarihi boyunca çektikleri acının müsebbiblerine hesap sormasını dilemek,istemek,böyle bi beklenti içinde olmak yada kabul etmek !
        Eh adına peynir denen besine ulaşma yöntemini unutmayıp gösterdiğiniz bu müthiş inceliği herhalde dünya tarihin tüm canlılarının yaşadığı acılara karşıda gösterip hiç olmazsa o var olduğunu düşündüğünüz Tanrıdan bu yönde bi beklenti içinde olursunuz !
        Çok isterdim fakat maalesef yok dediğinizi duyar gibiyim.
        Sütten peynire giden yol sütten ayrana giden yol ilginç ?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Şimdi zamanın izafiliği mevzusu ve gerçekten güzel kayda değer bir soru.
        Elli bin yıl SORUNSALI !!! Evet galiba Cebrail ilk vahiy için harekete geçtiğinde dünya denen mekanda kaba taş devri yaşanıyordu !! Öyle ya ancak varırdı Hiraya ! Ancak sır şurda gizli : Boyut farklılığı mekan farklılığı evet şayet cebrail evrenin herhangi bir yerinden hareket etseydi haklı olurdunuz ama zamanın olmadığı bir boyuttan zamanın olduğu bir boyuta geçtiği için o elli bin yıl SORUNSALI ortadan kalkıyor.Çünkü cebrailin evrene ve ordan da dünyaya intikali evrendeki bir güzergahtan olmuyor yani cebrailin olası yol güzergahı evrenin herhangi bir yerinde değil cebrail bi boyuttan bi boyuta geçiyor (senden alıntı)

        sorulan soruya verdiğin cevap senin tanrı anlayışının itirafından başka bir şey değil, yoksa sende tanrının tahtının (arşının) suyun veya sıvının üzerinde olduğuna inananlardan mısın?

        1400 seneki tanrı anlayışıyla, sizin tanrı anlayışınız arasındaki fark sadece, 1400 sene öncekiler Kuranın tanrısının tahtını gökyüzünde sanıyorlardı, siz evrenin üstünde sanıyorsunuz?

        oysa tanrının her yerde olduğunu, hatta insanlarla ilişki kurmak için aracıya bile ihtiyacı olmadığını söyleseydin soruya doğru cevap vermiş olurdun,

        sakın “taht kelimesini nereden çıkardın” diye sorma, mevcut Kuran tercümanlarının hepsi “arş” kelimesini taht” olarak tercüme etmişler, oradan çıkardım?

        —Sütten peynire giden yol sütten ayrana giden yol ilginç ? (senden alıntı)

        canlı varlıkların beslenme menüleri, ya ot türü yada et türü yiyeceklerden oluşur, o nedenle kimi canlılar sadece ot yer, kimi canlılar sadece et yer, kimi canlılarda hem ot yer hemde et yer, insanoğlunun beslenme menüsünde hem et hemde ot vardır,

        doğa yasları gereği, kendi karnını veya kendi yavrusunun karnını doyurmak için ceylan yavrusunu öldürmek zorunda bırakılmış olan aslanın, belgesellerde ceylan yavrusunu boğazladığı sahneyi içimiz kaldırmadığı için zaplasak ta,

        çocukluğumuzdan gelme beslenme alışkanlığımızı ot türü şeylerle sınırlamayı düşünmeyiz, çünki doğa yasaları gereği canlı varlıklar aynı zamanda besin kaynağıdırlar, göz görmeyince gönül katlanır misali, yani öldürüldüğüne şahit olmadığımız evcil hayvanların bize öldürülerek ulaştıkları bilsekte beslenme alışkanlıklarımız nedeniyle yeriz, tabi sizin tercihinizin, İslâma göre helâl olan hayvanların, İslâmi usüllere göre öldürüleceği şeklinde olacağını söylemeye gerek yok?

        eğer insanlar hayvancılık yapmasaydı, yani kendi et ihtiyacını evcilleştirdiği hayvanlardan karşılamasaydı, av hayvanlarını temin etme konusunda avcı hayvanların rakibi olurdu,

        doğadaki güç kavgasında eşitler arası olmayan bu durumun, insanın elindeki av silahlarını göz önüne aldığımızda, avcı hayvanların sonu olacağını söylemeye gerek yok,

        oysa insan oğlu yeryüzünde görüldüğünde, avcı ve av hayvanları mevcuttu, o nedenle insanoğlu haddini bilecek, sahip olduğu av silahları nedeniyle besin zincirinin en tepesinde olma avantajını vahşice kullanarak, ister av, ister avcı hayvan olsun, hiçbirinin türünü yok etmeye hakkı olmadığını bilecek,

        bunun bilincine varan toplumlar, vahşi hayvanların (evcil değil anlamında) türlerinin yok olmaması için, şimdiye kadar yok ettikleri türleri geri getiremeseler de, mevcut türler için doğal yaşam alanları (parklar) oluşturma yoluna gitmektedirler,

        ama günümüzde halâ, bilinçsizce avlanmaya devam eden çıkarcı egoistlerin çoğunlukta olduğu hepimizin malumu,

        özetle, insanoğlunun beslenme menüsünde et ve ot vardır, canlı türlerinin yok olmaması için de arz> talep olmak zorunda, yani etle beslenen canlıların (av hayvanları, insanlar) et talebini karşılayan av hayvanları, talepten daha fazlasını üretmek, (doğumla çoğalmak) zorundadırlar, doğal dengeye müdahale olmadığı sürece arz her zaman talepten büyük olacaktır, yeterki insan oğlu haddini bilsin.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Öncelikle ben tabağımdaki yemeğime çatalımı batırdığımda gözümün önüne o yemeğin tabağıma nasıl ulaştığı gelmez! Ben bir türün beslenme alışkanlıklarını ya da beslenme şekillerini de sorgulamam! Ben eylemlerinin tamamının oluşunun arkasına bir tanrı koyarak kendini kutsayan ve yukarı konumlandıran insanı eleştiririm! Ben size çok açık sordum, soruyorum! Sırtlana sırtlan diyerek onun antipatik bir varlık kategorisine koyan kim? O canlı insanla ilk kez karşılaştığında yanına gelip ,merhaba ben sırtlanım ve aç kalmamak için ceylan avlar ve yerim, bu şekilde antipatik göründüğümün de farkındayım o nedenle bana sırtlan deyin ve bütün antipatikliğimi o isimle özdeşleştirin mi dedi?

        Burada önemli olan farkındalıktır! Ne olduğunun, ne yaptığının, buralara nasıl geldiğinin farkında olabilmek bu farkındalığı sindirebilecek noktaya gelecek cesareti yaratabilmektir! Dünyaya bu şekilde bakmak sizi rahatsız edebilir kabullenmek zor olabilir! Zaten kendini kutsama isteği bu gerçeklerle yüzleşmekten kaçmak içindir! Kendinin geldiği noktaya, dünyadaki hiçbir canlının öldürmediği kadar canlı (kendi türü de dahil) öldürerek ulaştığı gerçeğini halının altına süpürme içgüdüsüdür! Ama gerçek o kadar ağır ve taşıması o kadar zordur ki bu yükü taşımak için bir tanrının yardımıyla yaptıklarının hakkı olduğu ninnisini dinlemeye ihtiyaç duyar!

        Bakın bana içi boş, kerameti kendinden menkul ve sadece kendinizi tatmin edebilen kişisel temennilerinizle bezeli yorumlarla gelmeyin! Tıpkı aşağıdaki gibi!

        ‘’Biz Allah zulmedenleri sevmez ayetinden ne anlayacağız ?’’ sizden alıntı

        Bunu bana neden soruyorsunuz ki, siz zaten canınız ne istiyorsa onu anladığınızın farkında değil misiniz? Yahu bu kadar açık sorulara bu kadar anlamsız yanıtların gelmesi nasıl bir züldür okuyana! Dostum bana ‘’Allahın hayvanlara eziyet eden insanlardan hesap soracağını’’ a dair bir tane ayet gösterin, diyorum!

        Yanıt; Biz Allah zulmedenleri sevmez ayetinden ne anlayacağız ?’’ sizden alıntı

        Nerede arkadaşım, yazdığınız cümlenin neresinde hayvanlar geçiyor! Diyelim ki öyle anlıyorsunuz. Peki o halde siz sırtlanın hayatta kalma eylemini kötücül olarak kategorize edip onu ceylanı vahşice parçalayan olarak betimleyerek onun yaradılış karakterine (sizin deyiminizle fıtratına)ve o karakterin yaratıcısına zulmetmiş olmuyor musunuz? Siz kimsiniz de durduğunuz yerden sizin altınızda kalan her canlıyı keyfinize göre kategorize etme hakkını kendinizde buluyorsunuz?

        Bu arada hiç hoş olmuyor! Size bir soru soruyorsam o soruyu cevaplamamak hakkınızdır ama soruyu bölüp parçalayıp bazı yerlerine cevap vermek bazı yerlerini görmezden gelmek hoş olmuyor!

        Siz bana kuranın tanrısı peygamberi(!) üzerinden özellikle ev ortamında nasıl davranılacağı ile ilgili adap dersi veriyor ya da öğretiyor dediniz? Bende siz, o halde yine aynı tanrı yine aynı peygamberinin evli bir kadına üstelikte evlatlığının hanımına gönül düşürmesini hoş görüp üstüne bir de hakkı olduğunu söyleyerek nasıl bir adap dersi veriyor onu da söyleyin dedim!

        Bana söyleyin kuranın tanrısının, ulaşmak ya da ortaya getirmek istediği insan profilini en iyi temsil eden ve bu temsiliyeti aynı zamanda diğerlerine örnek gösterilen karakteri kimdir? Bir numaralı Müslüman yani ulaşılmak istenen ahlaki düzeyin yansıtıldığı karakter bu tanrının kendi peygamberi değil midir? Yani tanrının yap dediklerini ya da yapma dediklerini ilk yapacak böylece diğerlerine örnek olacak kişi odur! Yani hepinizin örnek alacağı kişidir!

        O halde hadi ayıklayın pirincin taşını;

        ‘’Mü’min erkeklere söyle, GÖZLERİNİ HARAMDAN SAKINSINLAR, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.’’Nur,30-Diyanet

        Peki dostum gözünü en çok haramdan sakınması gereken yani nezdinde bütün inanırlara ders verilen kişi nasıl oluyor da evlatlığının karısına ya da boş verin evlatlığı, evli bir kadına gönül düşürüyor ve tanrısı da buna eyvallah diyebiliyor?

        ‘’Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İÇİNDE, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi GİZLİYOR ve insanlardan ÇEKİNİYORDUN. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.’’Ahzab,37-Diyanet

        Gözünü haramdan sakınması yani evli bir kadına bakmaması gereken 1 numaralı kişi o kadına hiç bakmadan o kadına gönül düşürebilir mi?

        Bu durumda kendine peygamberim diyenin evinde nasıl davranılacağı sadece onunla alakalı olmayan ve bütün inanırları ilgilendiren genel bir adap kuralının tanrı tarafından öğretilmesiyse, yukarıdaki örnekte bütün İnanırların içselleştirmesi gereken genel bir adap kuralı! Yani tanrı ‘’GÖZLERİNİ HARAMDAN SAKINSINLAR’’ dese bile evli kadınlara bakılıp gönül kaydırılabilir!

        Şimdi gelelim asıl konuya,

        Bakın sizin bana söylediğiniz ya da iddialarınızı dayandırdığınız bir kitap var elinizde! Eğer elinizde böyle bir kitap olmasaydı yani kaynağınız olmasaydı bana bu güne kadar yazdıklarınızı yine de yazabilir miydiniz? İşte bende bu yüzden elinizdekinin yani kitap olarak vücuda gelmiş olanın kitap yapılabilmesini sağlayan kaynağı bana gösterin diyorum! Diyorsunuz ki , ‘’gösteremiyorum’’!

        Peki bende size sorayım! Kendine peygamber diyen öldüğünde geride kalanların, ellerine alabilecekleri ya da yanına gidip sayfalarını çevirerek okuyabilecekleri bir kutsal kitapları var mıydı? Yani kendine peygamberim diyenin sağlığında oluşturulan (kitap haline getirilen) ve herkesin onun kesinlikle onayladığı doğruluğunu özellikle veda hutbesinde ilan ettiği ve belirli bir yerde muhafaza edilen bir kitap var mıydı? Yoktu olsaydı, Zeyd Bin Sabit önderliğinde toplanan kurul zaten yazılı olan bir metne ait parçaları ahaliden hem de 2 şahitle beraber yeniden neden istesin di?

        Peki bu kurul bu işe, bir vasiyet ya da tanrıdan kendilerine, kendine peygamber diyenin ağzından iletilen bir ayetle yüklenen vazifeyle mi girişmişti? O da değil! Bu kurul kendine peygamberim diyen öldükten sonra dinden çıkanlarla adına ridde savaşları denilen savaşlarda savaşırken ölen hafızların ezberlerindeki kuranın kaybolacağı kaygısıyla tutuşan ve 1.halifeye bu yönde telkinde hatta ısrarda bulunan 2.halifenin istemesiyle başladı! Peki size soruyorum, sizin kitabınızın tansının peygamberi kim? 2. Halife mi?

        Ya da kurguyu şöylemi yapalım, ne vahiy yoluyla ne de peygamberinin şahsi telkinleri yoluyla sözlerinin hangi tarihte, hangi yöntemle ve kimler tarafından kitap haline getirileceğini söylemeyen tanrı kitabı başka bir yöntemle oluşturmayı planlamıştı. Bunun için kendine peygamberim diyene biat ederek Müslüman olan azımsanmayacak sayıdaki aşiret mensuplarının kalplerine yeniden örtü, kulaklarına ise ağırlık koyarak onların dinden çıkmalarını sağladı ve bu sayede ezberinde kitabı barındıran hafızların savaşacak ölecekleri ridde savaşlarının oluşmasını sağladı! Bu şekilde aklı selim inanırlarından birilerinin ortaya çıkarak kendi sözlerini, kendi istedikleri yöntemler ve kendi istedikleri kişilerle bir kitap haline getirmesini sağlamaya çalışıyordu?

        Sanırım yukarıdaki örnekler aşağıdaki sorunuzun cevabı olacaktır;

        ‘’Aynı soruyu ben size soruyorum siz Tanrının Kuran gibi bir kitabın muharriri olamayacağına nasıl karar verdiniz ?’’ sizden alıntı

        Çünkü yapılanları ona dayandıramıyorsunuz! Hani nerede ayetler?

        ‘’Hayır Tanrı korkusu Süfyanı ve Muaviyeyi yaptıkları şeylerin aslında yapılmaması gerektiği fikrine götürmedi.’’ Sizden alıntı

        O halde bir önceki yazınızda kurduğunuz benimde cevap verirken alıntıladığım aşağıdaki cümlenizin anlamsız olduğunu da söylemeniz gerekirdi!

        ‘’Başlangıçta iyi niyetliydiler ama sonrasında güç olup belli bir noktaya ulaştıklarında kimbilir çıkarları doğrultusunda karar alabilirdiler zira KORKMALARI gereken bi Allah yok yanlarında…’’Sizden alıntı

        Çünkü siz bana yola çıkanlar iyi niyetli olsalar bile yanlarında korkacakları bir tanrı olmadığından ilerde çıkarlarının peşinden gidebilirler demiştiniz! O halde inancına ya da inandığını söylediği inanca göre yanında tanrı korkusu taşıyan Ebu süfyan ve avenesinin kendi çıkarlarının peşine düşmemesi ya da yapılmaması gereken şeyleri yapmaması gerekirdi’yi 2 ile çarpmalıyız! Ne dersiniz?

        ‘’Dünyada yaşayan müslüman nüfusu beni yüzde yüz haklı çıkarmaz ben o vurguyu yaptığımda hatırlıyorsanız İslam peygamberinin ayetlerini neredeyse salakların oluştuğu bir toplumun reddedemeyeceğini ima etmiştiniz yada ben öyle anlamıştım.’’ Sizden alıntı
        Siz öyle anlamışsınız!

        ‘’Çünkü ayetlere öyle bir yaklaşıyorsunuz ki dağlar yürüdü dediğinde dönemin insanlarının dağları devasa ayaklarıyla yürüyen olağan dışı yaratık olarak hayal etmeleri gerektiği anlamı çıkıyor.’’ Sizden alıntı

        Kusura bakmayın ama benim yerim net. Ben o insanları önemsiyor siz ise onları anlamamakla suçluyordunuz, hatırladınız mı? Ben diyorum ki bu inanırlardan herhangi biri bir ayeti duyduğunda ya da okuduğunda, okuduğundan ya da duyduğundan ne anlıyorsa ayet onu söylemektedir! Dolayısıyla siz onlara, okuduklarında ya da duyduklarında dağların yürüdüğünü anlayacakları bir ayeti 1400 yıl sonraki bilginizle yorumlayarak ‘’onlar anlamamışlardı’’ diyemezsiniz! Sanırım onları bilmeden inananlar kategorisine sokarak salak yerine koyan kim, anlamışsınızdır!

        ‘’Şimdi bu paragrafta siz ne söylemeye çalıştınız? Benim peygambere verilen tepkilere daha önce ki yorumlarımda bi sitem gördünüz mü ? Yada peygamberin ortaya çıkışından hemen sonra mekkelileri; anlayışla karşılamadıkları için yadırgayıp suçladığıma şahit oldunuz mu? Bende zaten sizin paragrafta anlattıklarınızı size sunup dedim ki evet Hz Muhammed durduk yere rahatını bozmadı onu bu ideale ilahi bir güç dışında dönemin mekkesinde hiçbir şey sürükleyemezdi. Sürüklerdi diyorsanız işte şunun için o yola çıktı dersiniz bende gerekçenizi değerlendiririm !’’ sizden alıntı

        Yukarıdaki cevabi yorumunuzun muhatabı olan cevabımın muhatabı olan sizin yorumunuzu tekrar okuyun! Zaten ne ye cevap verdiğimi okuyun diye ne yazdığınızı da kopyalıyorum!

        Hadi ben onuda alıntılayayım;

        ‘’Uzunca bir paragrafta Kuranın kitaplaştırılması hususunda izlenen yolları halkın bu süreçteki tutumunu ayetlerin halkla birlikte tartışılarak doğruluğunun ve uygunluğunun belirlenmesi konusuna eleştiriler getirmişsiniz. Dönemin inananları elbette ki islam peygamberinin aldığı kararları kafasına göre almayıp ayetlere dayandırarark aldığını bildikleri için onun arkasında yer almışlardır.Ayrıca Peygambere iman edenler gayet tabi ayetlere vakıf olmuşlardır bunu aksini siz kanıtlayamazsınız ama ben onun yolundan dönmedikleri gerekçesini sunarak iddiayı güçlendiririm çünkü insanlar Allahtan olduğuna inanmadığı bir fiyaskoya sebep ne hayatlarını riske ederler nede rahatlarını bozarlar Allahtan olduğuna inanmaları içinde ayetleri görüp bilmişlerdir.İnsanlar durduk yere rahatlarını bozmazlar kimse yurdu mekkeyi terkedip medineye gitmek heveslisi değildi.’’ Sizden alıntı

        Öncelikle orada‘’Ayrıca Peygambere iman edenler gayet tabi ayetlere vakıf olmuşlardır bunu aksini siz kanıtlayamazsınız ama ben ONUN YOLUNDAN DÖNMEDİKLERİ gerekçesini sunarak iddiayı GÜÇLENDİRİRİM’’ diyordunuz!

        Peki ben size, o zaman ridde olayları neydi, diye sorsam ben neyi güçlendirmiş olurum?

        Sonrasında

        ‘’Allahtan olduğuna inanmadığı bir fiyaskoya sebep ne hayatlarını riske ederler nede rahatlarını bozarlar’’ diyorsunuz!

        Bana söyler misiniz, bu rahatlarını bozarak hicret edenler (mecbur kaldıkları için değil yani) 25.000 nüfuslu Mekke şehrinin ne kadarını temsil ediyordu! Peki insanlar ancak tanrıdan geldiğine inandıkları şeyler için rahatlarını bozar iseler bu rahatlığı bozma eylemide tanrının arlığını kanıtlıyorsa aşağıdaki eylemi yapanlar neyi kanıtlıyordur?

        ‘’James Warren “Jim” Jones (13 Mayıs 1931 – 18 Kasım 1978) ABD’li “People’s Temple” (Halkın Tapınağı) kilisesinin kurucusu olan vaiz. 1978 yılında Guyana’da kendisi ve müridlerine has kasabası Jonestown’da 911 müridini aynı anda intihar etmeye İKNA etmiş ve kendisi de müridleriyle birlikte ölmüştür.’’ http://tr.wikipedia.org/wiki/Jim_Jones

        ‘’ABD’nin California eyaletinin Rancho Santa Fe kentindeki luks bir villada olu bulunan 39 gencin, toplu intihar eylemini dikkatlice planladigi ve oldurucu ilaci aldiktan sonra bir UFO ile cennete gitmeyi bekledigi ogrenildi. Polis, olenlerin “Cennetin Kapisi” tarikati uyesi oldugunu ve liderleri Marshall Applewhite’in da intihar edenler arasinda bulundugunu bildirdi. Tarikatin, kisa sure once Internet’te bir sayfa hazirladigi da ortaya cikti.’’ http://www.milliyet.com.tr/1997/03/29/t/yasam/uzayli.html

        Peki hayatlarını riske edip rahatlarını bozanlar gerçekten tanrının olduğuna inanıyor ve onu kanıtlıyorsa yukarıda sadece iki örneğini verdiğim ama çoğaltabileceğim eylemleri yapıp hayatlarına son verenler neyi kanıtlamış oluyor?

        Bakınız mekkede 10 yılda müslümanlığa ikna edilenlerin(hicrete kadar) sayısı yaklaşık 300! 10 yılda 300 kişiyi ikna etmek kendine peygamber diyen birinin tanrı iddiasını kanıtlıyorsa, James Warren ın 911 müridini aynı anda intihar etmeye ikna etmesi neyi kanıtlıyor? Ya da ikna kabiliyetinin daha yüksek olduğunu gördüğümüz James Warren 600 lü yıllarda yaşayıp, bu ikna kabiliyetini aynı şiddetle kullansaydı adı ne olacaktı, peygamber mi?

    • fossoyeur dedi ki:

      İşte o ülkeler -ki, sana bunların başlarına gelenlerden bazılarını naklediyoruz- andolsun ki, onlara peygamberleri açık deliller ile geldiler. Daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için, iman etmek istemediler. Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler! (A’râf 7:101….
      sn bilal meali nizi ve açıklamalarınızı doğru kabul ediyorum. Ayrı bir açıklama gereği duymadım sn toro bir takım açıklamalar yaptı zaten.
      şimdi yukarıda verdiğim ayette (muhtemelen sana göre hatalı meal)daha öncesindeki ayet silsilesinide göz önüne alırsak (daha önceki ayetlerde bir takım kavim lerden ve bunlardan sadece peygamberleri ve iman edenlerin kurtulduğu iddiası var)kurtulup ta inkar etmeyi adet edinen ler kimlerdir?
      saygılar…

  199. Turan Sır dedi ki:

    Düşünen herkese…
    VAROLUŞ
    Ezeli ve ebedi (başlangıcı ve sonu olmayan), varlığı kendinden olan Allah, bilinmeyi dilemiş; zamanı, evreni, melek, cin ve insanı yaratmıştır. Allah’ın yaratması; varlığı, yoklukta bırakmamak içindir ve tercihini yaratmaktan yana kullanmasının bir sonucudur. Bu ise Rahman ve Rahim isminin bir tecellisi olsa gerek. Allah; evreni, melek, cin ve insanı kendi ihtiyacı olduğu için, yani yaratmadığı takdirde kendi varlığını devam ettiremeyeceği için yaratmış değildir. Bu ihsanlar, her daim yaratmalar ve lütuflar olmasaydı, Allah’ın bu sıfatları belkide tecelli etmemiş olacaktı. Ama varlığı her daim hiç bir şeye ihtiyaç duymadan devam edecekti. Allah’ın varlığını kavrayabilecek potansiyelle yaratılan bilinçli varlıkların yaratılış sırası; önce melek, sonra cin, sonra insan şeklinde olmuştur. İnsanlar bir tür olarak yeryüzünün çeşitli bölgelerinde eşzamanlı olarak çok sayıda yaratılmışlardır. Bu üç varlığın dışında varolan, evrendeki canlı ve cansız diğer bütün varlıklar, Allah’ın evrende varettiği eşyanın tabiatına (doğadaki yasalarına-kurallarına) uygun olarak hareket ederler, ancak bilinçli ve sorumlu varlıklar değillerdir. Yani bilinçli ve sorumlu olarak üç tür mevcuttur. Melek, cin, insan… Yaratılışta, insan türüne saygı göstermeyi reddeten, cin türünün kafir olanı yani şeytandır. İnsanın yaratılışından sonra şeytanlaşma temayülü insan türünde de oluşmuştur. Şeytan; kafir cin ve insandır. (114:6) Şeytan ayrı bir tür değil, (kafir) gerçeği örten özellikler gösteren cin ve insanın bu durumunu devam ettirdiği süre içindeki halidir. Şeytan diye ayrı ontolojik bir varlık türü yoktur. Şeytanlık bir sıfattır. Kötülüğü temsil eder. Vesvese ve kötü düşüncedir. İnsan ve cin özgür iradesiyle yaşar ve ölür. Yaşam boyu tercihleriyle ilgili cennet ya da cehenneme muhataptır. Evrende bulunan; insan, cin, hayvanlar ve bitkiler dahil bütün canlılar ölümlüdür. Ahirette bütün canlılar tekrar, dünyadaki bedenleri ile diriltilecek ve hesaplaşma olacaktır. Adaletli olan Allah; insan, cin, hayvanlar ve bitkilerden, canlı ve cansız bütün varlıklardan; yaşamları boyunca birbirlerine hakkı geçenlerin haklarını Ahirette teslim edecektir. Melekler ve kafir olarak ölen insan ve cin dışındaki bütün canlılar, bir daha ölmemek üzere cennette, dünyadaki bedenleri ile sonsuz yaşayacaktır. Ancak kafir (gerçeği örten) insanlar ve cinler ise, hayatları boyunca yapmadıkları iyiliklerin ve yaptıkları kötülüklerin bir sonucu olarak Allah’ın takdir ettiği uzun bir süre cehennemde azap gördükten sonra yokolmayı istemedikleri halde Allah onları ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandıracaktır. Kötülük (cehennem) biter, sonludur. Güzellik (cennet) süreklidir, sonsuzdur.

    Hayatı kurgulayan Allah, tabiki Mutlak Tercih hakkına sahiptir. Neden? Niçin? soruları O’nu bulmaya yönelik olmalı, benlikleri, nefisleri tatmin etmeye yönelik değil. Çünkü cin ve insanın, Allah’a ulaşmadan varlığını anlamlandırması mümkün değildir. Varoluşu Yaratıcıya bağlı. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yaratılış, Allah’ın bir ihtiyacından kaynaklanmıyor, belki Allah’ın sıfatlarının tecelli etmesinden kaynaklanıyor. Mutlak hikmeti ve herşeyin en doğrusunu şüphesiz Allah bilir. İlk ve son, iç ve dış Allah’tır ve Allah her şeyi bilir. (Allah alimdir)’’ (Hadid-3). “Allah gökleri ve yeri altı günde (altı zamanda-aşamada-evrede) yarattı. Sonra Allah, arşa istiva etti (arşı istila etti-kapsadı)” (Araf-54). Şu ayetle her şeyi kapladığını teyit etti. “Allah her şeyi muhittir (ihate etmiştir, kaplamıştır)” (Fussilet-54) . “(Sonra her şeyi yok edecek, Zatı baki kalacaktır) “(Kasas-88). Allahın zatı, alemlerden (Her şeyden, evrenden yaratıklardan ganidir, müstağnidir). Allah evren olmadan da vardır ve alidir-aşkındır. Allah sameddir. Varolmada ve varlığını devam ettirmede hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat yarattıkları evren ve içindekiler, var olmada ve varlığını devam ettirmede Allah’ın zatına muhtaçtırlar. Allah, ilk varın kendisi, son varın kendisi, dış varın kendisi ve iç varın kendisi olduğunu buyurmakta. (Zahir-batın Allah’tır) Sonra kendisinin, evreni yaratıp, kapsadığını ve evreni aşkın olup, sonsuz olduğunu vurgulamakta. Evvel- ahir ilk ve son Allah’tır. Her şeyi bilen Rab olduğunu ve her şeyi donattığını, eğittiğini, yönettiğini buyurmaktadır. Allah’ın dışındaki bütün varlıklar evrende zamana bağımlıdır. Zaman ise canlılığı tüketir. Ahirette ise cehennem yine zamana bağımlıdır ve sonludur. Ancak, zamana değil, Allah’ın varlığına bağımlı olan cennet sürekli ve sonsuzdur…

    Allah; kendi kudretinde, gizli iken bilinmeyi dileyip, zamanı, evreni, alemleri ve içindeki her şeyi yarattığını, daha dünyanın ötesinde gökleri olduğunu orada da soyut-gaybi nesneler olduğunu (melek-cin) gayb-gizli alemlerin de bulunduğunu, canlılığı/ruhu gayb aleminden insana, cine, kendi ruhundan vererek, onu bilmekli, düşünen, akleden, anlayışlı kıldığını bu suretle cinle ve insanla diyaloğu, zati ve sıfati ilişkisi bulunduğunu beyan etmektedir. Allah kendi kudretinde gizli iken, kendinden başka hiç kimse yok iken ve kendini kendinden başka bilen de yok iken, zatından zatına tecelli edip, önce arşı, arşın nurundan melek ve cin türünü yarattığını sonra, sırası ile örnekler alemini, güneşi, gezegenleri, yıldızları, sonra cisimler alemi olan yerküreyi güneşin hararetinin yoğunlaşması sonucu yarattığını, sonrada insan türünü yaratıp, Zati Nuru olan ruhunu/nefsini/canını verdiğini açıklamıştır. İnsan ve cinin ruhu/nefsi/canı/kişiliği; kendi bedeninden ayrı bir varlık değildir ve bedeniyle birlikte gelişir, olgunlaşır, tekamül eder. İnsan ve cin bedeniyle birlikte vardır. Uyanıkken ve uyurken hayal aleminde dolaşan ise insan ve cin beyninin ürünü olan düşüncedir. İnsan ve cin kainattaki/evrendeki/dünyadaki bedeniyle ahirette tekrar diriltilecektir. Allah; herşeyi kapladığını, aştığını, melekle-cinle-insanla konuştuğunu, kelam ettiğini, okumayı, yazmayı, dilleri öğrettiğini açıklamıştır… En büyük öğretici Allah’tır. Allah’ın kainatı ve içindekileri yaratma amacı ise kendisini göstermektir.

    “Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. Oku! Yazmayı öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana bilmediklerini öğretendir.” (Alak, 96/1-5)

    İnsan ve cin, doğrudan bir etkileşim içerisinde kalmadan, O’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları ‘özgürce tasdik’, ‘coşkularıyla ifade’, ‘gıyabında, sözlü olarak ilan’ ve ‘görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde sunmak’; nihayet, ‘O’nun kavranmaktan da yüce olduğunu kavramak’ üzere yaratılmıştır. Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, bu sevgisini ve özenini, bin bir ihsan ve rahmet yansımalarıyla ispat eden Allah’a karşı; ibadetleriyle bu sevgiye layık olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O’na yakınlaşmaya çalışmasıdır. Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, kendi benliğidir. İnsan ve cin, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları mümkün olmayan bir engeli de aşıp, melekleri insanın üstün özelliklerini kabul eder hale getirten o hakikate râm olacaktır ve Allah’a ulaşacaktır… Yani insan ve cin, böylece melek gibi ölümsüz hale gelebilecektir…
    DİN = KURAN = HAYAT

    Allah inanç sahiplerini inananlar olarak isimlendirmiştir. İnananlara birden fazla din değil, tek bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler hep aynı dini tebliğ etmiştir. İnsanlar ve cinler, inananlar ve inanmayanlar olarak sadece iki sınıfa ayrılır. Allah’ın gönderdiği dini hükümler hep aynıdır. İnananlar kendilerine gönderilen dine ve kitaplara gönderildikleri dönemlerde çeşitli isimler vermişlerdir. Bu isimlerin bir bağlayıcılığı yoktur. Hepsi aynı şeyi ifade eder. Allah’ın dini ve Allah’ın kitabı tektir. Din Kuran demektir, Kuran din demektir.

    Kutsal kitapların kelime kelime aynı olması değil, aynı emir ve yasakların bulunması esastır. Bugün Kuran’da bulunmayıp Tevrat, İncil vb. kitaplarda yer alan emir ve yasakların bir bağlayıcılığı yoktur. Bu kitaplara bu emir ve yasaklar sonradan inanırları tarafından eklenmiş ya da daha önce bu kitaplarda bulunan hükümler sonradan çıkarılmıştır. Tahrif edilmiştir. Zaten Kuran son olarak bu tahribatı düzeltmek için yeniden gönderilmiştir. İlk gönderilen Tevrat ve İncil gibi kitaplar da ilk hali itibariyle Kuran’dır.

    Peygamberlerin ilk gönderildikleri dönemlerde insanlar Haniflik, Hıristiyanlık, İsevilik, Musevilik, Muhammedilik, İslamiyet, Müslümanlık gibi sıfatlar kullanmışlar ve kullanmaya devam etmektedirler. Allah’ın, insanların ve cinlerin içlerinden kendisine inananları tanımlaması “inananlar” ve emir ve yasakları tanımlaması da “Kuran” (okunan, okunacak ayet) şeklindedir. Zaten bütün dinlerin emir ve yasakları Kuran’da mevcuttur. Kuran, bütün emir ve yasakların bir arada bulunduğu (toplanmış, kitaplaşmış) şeklidir. Kuran’da bulunmayan emir ve yasaklar diğer kutsal kitaplara sonradan tahrif edilerek girmiştir. İslam (müslümanlık) yeni bir din değildir. Allah’ın inananlara gönderdiği tek bir din vardır. Bu dinin adını, inanırlarının çeşitli isimlerle adlandırmış olmalarının bir önemi yoktur. İyi bir Hıristiyan, ya da iyi bir Musevi olmak isteyenler, erdemli olmak, Allaha ulaşmak isteyenler Kuran’a uymak suretiyle inananlardan olurlar. Emirler (ibadetler) vardır. Yasaklar (kötülükler) vardır. Allah koruyan (rahman) ve bağışlayan (rahim) olandır. Emirlerle sevap, yasaklarla günah yüklenir cin ve insan…

    Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok Müslümanı öldürmüşler ve Emevilerin başlattığı sapkınca halifelikle birlikte İslam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı din adamlarını seferber etmişlerdir. İslam dininin tek ve biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik din adamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini; Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhciklerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:29; 9:31; 16:52;39:2,11,14; 40:14,65; 42:21; 98:5). Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kuran’daki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur.

    Peygamberin okuma yazma bilmediği yalanından, onun insanların gözlerini kızgın çivilerle oyup çölde ölüme terkettiği iftirasına kadar… Taşla öldürme iftiralarından, Kuran’da nasih-mensuh ayetler bulunduğu şeklindeki melanete kadar… Aç bir keçinin yiyerek Kuran’dan çıkardığı taşlama ayetinden, halktan korktuğu için onu Kuran’a sokamayan hazrete kadar… Mezhepçiliğin kutsanmasından, şefaat mitolojilerine kadar… Hacerül esved denilen işaret taşının putlaştırılmasından, peygamber mezarının ziyaretinin faziletlerine kadar… Peygamberin sünnetli doğduğu yada sonradan sünnet olduğu yalanlarından, Peygamberin 30 erkeğin cinsel gücüne sahip oluşu hikayesine ve sahabenin savaş dönüşü kadınlarına koşarken orgazm oldukları uydurmalarına kadar… Aişe annemizin 53 yaşındaki Peygamberle evlenirken 19 yaşında bir ergen olduğu halde, 9 yaşında olduğu yalanından, Peygamberin bir gecede 9 kadınla cinsel ilişkide bulunduğu uydurmasına kadar… Peygamberin Medine’de bir Yahudi tarafından büyülendikten sonra haftalarca şaşkın şaşkın dolaşmasından, açlıktan ötürü zırhını bir Yahudi’nin yanına bir kaç kilo arpa karşılığında rehin bırakmış olarak ölmesine kadar… Alimlerin icmasının dini kaynak oluşundan, sevadül azam yani büyük karaltı masallarına kadar… Miracta Allah ile namaz pazarlığı uydurmasından, ayın mucizevi bir biçimde yarılıp bir parçasının Ali’nin bahçesine düşmesine kadar… Dinden dönenin öldürülmesinden, namaz kılmayanın dövülmesi veya öldürülmesi gerektiğine kadar… Erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yanlış çıkarsamasından, hayızlı kadınların camiye girmemeleri ve Kuran’a el sürmemelerine kadar… Kadınları eşekler ve köpeklerle aynı kategoride değerlendirmekten, cehennemi kadınlarla doldurmaya kadar… Haremlik ve selamlık yoluyla kadınları hayattan soyutlamaktan, kadınları başörtüsü, peçe ve çarşafla örtüp kimliklerinden soymalarına kadar… Kuran’daki, kadınların göğüslerini örtmelerini emreden ayeti saptırarak, saçlarını örtmeleri emredildiği yalanına kadar. Erkeklere altın yüzük ve ipek elbisenin yasak/haram olduğu uydurmasından, kadınla erkeğin tokalaşmasının kötü görülmesine; erkekler için gümüş yüzük ve sakal bırakmanın dinin bir alameti gibi görülmesinden, müziğin, resmin ve satrancın haram edilişi yalanına kadar… Boşama haklarını gasbederek kadınları köleleştirmekten, erkeğin ağzından kazara çıkan bir kaç sözle aileleri dağıtmaya kadar… Zekatı senede bir kereye indirmekten, Haccı birkaç güne sıkıştırmaya kadar… Namazı üç vakitten beşe çıkarmaktan; sünnet, teravih ve bayram namazları uydurmaya kadar… Bedel, hediye, ikram anlamındaki kurban kelimesini çarpıtarak kurban kesmek yalanından ve hayvanlarla ilgili birçok haramlar uydurmaktan, Kureyş’in yemek tercihlerinin dini ölçü kabul edilmesine kadar… Hilafetin Kureyş’in hakkı oluşundan, La ilahe illallah demedikçe insanları öldürmenin gerekliliğine kadar… Sakal bırakmanın ve sarık sarmanın faziletinden, kabak sevmemenin peygambere hakaret sayılmasına kadar… Peygambere uymanın hadis kitaplarına uymakla eş anlamlı oluşundan, hadislerin ayetleri iptal edebileceği küstahlığına kadar…

    İnsan ve cinin varlık iddiasında bulunması ve hurafelere sapması geçici ve mecazidir. İnsan ve cin ancak, acziyetinin farkına varıp yaratanına yöneldiğinde bilme duygusunu kavrayabilecek ve gerçeğe ulaşacaktır…
    Dini meslek edinen profesyonel din adamları, insanları Kuran’dan uzaklaştırmak için Kuran’ın zor, anlaşılmaz ve mücmel olduğu yalanını yüzyıllarca empoze ettiler. Kuran’ın anlaşılması için yüzlerce ciltlik rivayet kitaplarının didik didik edilmesi gerektiği yalanına kananlar, Kuran‘ı öğrenmeye vakit bulamadılar. Vakit bulanlar ise kafalarını binlerce hurafeyle doldurduklarından ve üstelik Kuran’ı bunlara muhtaç kabul ettiğinden onu anlama şansını baştan kaybettiler. Nitekim, Allah’ın korunmuş Kelamını korunmamış kul sözlerine muhtaç görenler, Kuran’ın anlaşılmasının zor olduğunu iddia edip durdular.

    Muhammed Peygamberin biricik şikayetinin halkının Kuran’dan uzaklaşması hakkında olması çok ilginç (25:30). Buna rağmen, son Peygamberin halkı, daha hicri birinci yüzyılda hadis üretim okulları kurmaya başladı. Bu felaketli davranışın sonucunda Kuran’ı anlamaya verilen mesai alabildiğine azaldı, bunun yerine binlerce çelişkiyi içeren ilkel rivayetler üzerinde ihtisaslaşma baş gösterdi. Rivayet kitaplarını değerlendirmede ortaya çıkan ihtilafları kurumlaştırıcı usul ve mezhep çalışmalarıyla bu sapkınca tuzak güçlendirilerek orijinal evrensel mesaj Arap, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin karması bir din haline dönüştürüldü.

    Peygambere yakıştırılan yalanların Hadis ve Sünnet adıyla anılacağını önceden bilen Tanrı, Hadis (söz) kelimesini ayetlerden başka bir söz için kullandığında genellikle kötü bir anlamda kullanır (12:111; 31:6; 33:53;45:6; 52:34; 66:3). Sünnet (yasa) kelimesi de sürekli “Allah’ın sünneti (sünnetullah)” olarak tanımlanır (33:38,62; 35:43; 40:85; 48:23). Dahası, Hadis ve Sünnet’in yanında uydurulan üçüncü öğreti olan İcma (toplu karar) kelimesi de Allah hariç kimin için kullanılmışsa olumsuz bir anlamla mahkum edilir (20:60; 70:18; 104:2; 3:173; 3:157;10:58; 43:32; 26:38; 12:15;10:71; 20:64; 17:88; 22:73; 54:45; 28:78; 7:48; 26:39; 26:56; 54:44…).

    Kuran’ı yeterli görmeyen inkarcılar, Tanrı tarafından Kuran’ı anlamaktan engellenmişlerdir (17:45; 18:57). Çok ilginçtir ki, Kuran’ı kaynak olarak yeterli görmeyenler Kuran’ın anlaşılması ile ilgili ayetlerin bizzat kendilerini anlamamışlardır. Nitekim, 7:3; 17:46; 41:44; 56:79 ayetleri, hem-tez-hem-kanıt olan özgün bir dille kanıtı tezin içine gömen birer sanat eseridir. Hemen hemen tüm Kuran ciltlerinin arka kapağında Arapça üç ayet yer alır. Elinizdeki Kuran’a bakarsanız büyük olasılıkla 56:77-79 ayetlerinin yazıldığını göreceksiniz. Bütün Kuran’ın içinden neden bu ayetler icma ile seçiliyor merak ettiniz mi? Neden, ellinin üzerindeki isim-sıfatı arasından sadece bir kez burada geçen Kerim (Şerefli/Yüce) seçiliyor? Neden Kuran için sıkça kullanılan Zikr (Mesaj), Hakim (Hikmetli), Mübin (Apaçık), Nur (Işık) gibi kelimeler değil de bu ayette geçen Kerim? Neden bu ayet? Neden örneğin, Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu üst üste dört kez vurgulayan ayet değil (54:17,22,32, 40)? Veya neden 12:111; 15:1; 17:9; 17:88; 17:89; 30:58; 41:3; 55:2… ayetlerinden biri değil? Mesajın “dirileri” uyarmak için gönderildiğini bildiren biricik ayeti içeren Yasin suresini, inadına ölülere hasredenlerin niyetlerinden kuşkulanmaya hakkımız var (36:70). Kuran’ın bilgisine sahip olanlarınız bu sorunun cevabını iyi bilirler: Müşrik din adamları, bu üç ayeti (56:77-79) icma ile anlamamışlar ve anlamadıkları biçimiyle onların halkın büyük çoğunluğunu Kuran’dan uzaklaştırabileceğini düşünmüşlerdir. Nitekim onlar bu ayetlerin anlamını, abdestsiz olanların Kuran’a dokunmamaları olarak çarpıtırlar. Hayızlı kadınları pis olarak değerlendirdiklerini de düşünürsek, anlamı icma ile çarpıtılmış bir ayeti en popüler ayet ve o ayette geçen Kerim kelimesini en popüler sıfat haline getirmelerinin şeytanca bir melanetin ürünü olduğu anlaşılır. Kuran’ın bir cep kitabı, bir başucu kitabı olmasını engellemek, Kuran’ı rafa kaldırmak ve duvara çivilemek amacını güden plan ne yazık ki büyük oranda başarıya ulaşmıştır. Kuran, bir tren gibi, yüksek voltajlı bir trafo veya cin gibi çarpacak tehlikeli bir nesneye çevrilmiştir. Kuran, anlaşılması çok zor, dokunulması tehlikeli, ve ulaşılması imkansız yüce bir kitap olunca, hoşgelsin hadisler, sünnetler, mezhepler ve din ticareti yapan parazitler… Peygamberlerle ilgili gerekli ve yeterli bilgi zaten Kuran’da verilmiştir.

    Kuranın dışındaki din adına ortada duran bütün kaynaklardaki bilgiler Kuranın aydınlığına muhtaç bilgilerdir. Hadis, sünnet adıyla Peygamber sözü ya da uygulaması olduğu iddia edilen sözler ve uygulamalar da olsa bu böyledir. Ki hiç bir sözün veya uygulamanın peygamber sözü veya peygamber uygulaması olduğu ispatlanamaz. Tarihsel olarak bu mümkün değildir. İletişimin ve kayıt sistemlerinin bu kadar yaygınlaştığı günümüzde bile bir kaç yıl önce bir insanın söylediği sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığı bile tartışılabilirken, peygamberin ölümünden bir asır sonra yazılan hadis kitaplarından peygamber sözleri veya uygulamaları hakkında gerçeğe uygun bilgi elde edilemez. Şüphesiz, Allah bize bilginin tek kaynağının Kuran olduğunu bildirerek düşünüp öğüt alanlar için bu durumu açıkça vurgular. Bilgiye sınır konulamaz. Evrende varolan bütün bilgilerin kaynağı ise Kuran’dır…

    Allah’ın yol gösterdiği akıl sahipleri, kaynak bilginin en güzeli olan Kuran’a uyarlar. (39:18)

    Din adına uydurulan inanç ve uygulamalardaki çelişkiler; rivayetlerden (hadis, sünnet, içtihat, icma gibi kaynak kabul edilen rivayetlerden) kaynaklanmaktadır. Oysa Allah’ın tek dininin tek kaynağı sadece Kuran’dır. Kuran’ın kendisinde çelişki bulunmaz. Çelişki zannedilen hususlar yanlış anlaşılmalardan ve yanlış Kuran meallerinden, tefsirlerinden kaynaklanmaktadır. Din adına Kuran’a dayanmayan, fakat İslam’ın bir emri ya da tavsiyesi zannedilen konulara örnek olarak, erkek ve kız çocukların sünnet ettirilmesi bidatını (kötü geleneğini) hemde sünnet adı altında dine sonradan sokulmuş, insan fıtratını bozan sağlıksız cahili bir adet olarak görmekteyiz.
    İnsanın, Allah’ın kendisine verdiği mükemmel vücut bütünlüğüne, rızasını almadan, geri dönüşümsüz bir biçimde zarar veriyorsunuz. Bu işlemi de sünnet olacak kişinin çocuk ya da bebek olmasını kullanarak yapıyorsunuz.

    Çocukların sünnet ettirilmesi, onlara yapılan en büyük kötülüktür ve fıtratı (yaratılışı) bozmak, değiştirmektir. Allah’ın böyle bir emri yoktur. Cahili bir adettir. Erken boşalmanın, ereksiyon kaybının ve cinsel bozuklukların en önemli sebebi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Zaten bu geleneğin ortaya çıkması ve yapılış amacına bakılırsa cinsel isteği azaltmayı ve ruhbanlaşmayı artırmayı amaçlayan Yahudi ırkına mensup insanların geleneğinden kaynaklandığı bilinen bir gerçekliktir. Oysa cinsel isteğin azaltılması değil, meşru bir şekilde tatmin edilmesi fıtratın gereğidir. Bu kötü geleneğin, Yahudilik diye de adlandırılan Musevilik inancıyla da bir ilgisi yoktur.
    Kötü bir gelenek olan bu işlem Musevilik dininin bir gereğiymiş ve Allah’ın bir emriymiş gibi önce uydurma rivayetlerle Tevrata eklenerek Musevilik dinine sokulmuş daha sonra da Müslümanların güçlü olduğu dönemlerde Müslümanmış gibi görünen bazı münafık Yahudiler tarafından deşifre olmamaları için İslam dinine yine uydurma rivayetler yoluyla hem de sünnet adı altında şeytani bir akıl oyunuyla sokulmuştur. Münafık bazı Yahudiler şekil itibariyle Müslümanmış gibi görünebilmekte ancak Musevilik dininin bir emri haline getirdikleri bu gelenekleri gereği sünnetli oldukları için (Müslümanlar da sünnetsiz oldukları için) deşifre oluyorlar ve münafıklıkları kolayca ortaya çıkıyordu. Bu çirkin geleneği Müslümanlar arasında da yaygınlaştırarak böylece münafıklıklarını gizlediler.

    Çocukları sünnet ettirme geleneğinin Musevilik veya Müslümanlıkla bir ilgisi yoktur. Kuran’da çocukların sünnet edilmesi diye bir emir bulunmamaktadır. Allaha ve Kuran’a inananların; bütün hayatlarını olumsuz etkileyen en büyük kötülük olan bu işlemden kendilerini ve çocuklarını korumaları, Allah’ın verdiği aklın kullanılmasının gereğidir. Allah’a inananlar çocuklarını sünnet ettirmezler. Kendilerinin rızası olmadan sünnet ettirilmiş olanların ve bilmeden çocuklarını sünnet ettirmiş olanların durumu ise Allah’a kalmıştır…

    “Hiç kimse Allah’ın verdiği bilgiyi ve aklını kullanmadan inanamaz ve Allah akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.” (Kuran-ı Kerim 10-Yunus Suresi 100. Ayet)

    Günümüz Müslümanlarının bildiği ve uygulamaya çalıştığı İslam, yüzyıllar boyu, din adamlarının uydurdukları kurallarla öylesine bozulmuştur ki Muhammed Peygamberin bildirdiği İslam diniyle ilgisi kalmamıştır. “Ulema” geçinen din adamları, o kadar çok şeriatlar, haramlar, çarşaflar, peçeler, gıdasal yasaklar, sakallar, sarıklar, istincalar, istibralar, misvaklar, sağ ayaklar, sol ayaklar, hadisler, sünnetler, şefaatler, hazretler, efendiler, kerametler, melanetler, mehdiler, evliyalar, şerifler, seyyitler, hırkai şerifler, sakalı şerifler, takiyyeler, takkeler, tespihler, tekkeler, mezhepler, tarikatlar, şatahatlar, muskalar, istihareler, hülleler, hileler, türbeler, nafileler, mekruhlar, menduplar, sevaplar, müstehaplar, fetvalar ve palavralar uydurmuşlardır ki İslam dinini Allah’ın doğadaki ayetleriyle çelişen, karmaşık ve yaşanmaz bir dine çevirmişlerdir. Müslüman halkların dünyanın bu kadar gerisinde kalmalarının en önemli sorumluları bu müşrik din adamları ve onları kullanan politikacılardır.

    Maalesef, bugün müslümanlık iddiasında olanların büyük çoğunluğu, Muhammed Peygamberin tebliğ ettiği din yerine onun baş düşmanları olan Ebu Cehil’in ve Ebu Leheb’in savunduğu şirk ve cehalet dinini izlemektedirler. Ne var ki Allah’ın verdiği söz gelmiş ve yüzyıllardır anlaşılmaz ve yetersiz diye damgalanarak köşeye atılan Kuran’ın mesajı karanlıkları dağıtmaya başlatmıştır. Ördükleri örümcek ağlarının ve cehalet duvarlarıyla oluşturdukları karanlıklarının dağılacağını hisseden profesyonel din adamları ve onların kör izleyicileri büyük gürültüler koparsalar da Allah nurunu devam ettirmektedir. Kuran, tüm Kuran, başka şey değil sadece Kuran.

    “Bu Kuran senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de yasasıdır. Sen bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın.” (Kuran’ı Kerim 17-İsra Suresi 77. Ayet)

    KURAN SOY BİR KİTAPTIR

    Kuran 24 ayar altına benzer. Sahtekarlar altına teneke yapıştırsalar da, hatta altın rengine boyasalar da, altının özelliklerini bilen bir sarraf altını tenekeden rahatlıkla ayırabilir. Demek ki soy metal olan altın, kimyasal yapısıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur. Aynı şekilde soy ve son kitap olan Kuran, asal bir sayı olan 19 sayısı üzerine kurulu matematiksel bir yapıyla herhangi bir sahtekarlığa karşı korunmuştur (74:30). Mesajını böylesine mükemmel ve otomatik bir iç savunma sistemine sahip kılan Tanrı çok yücedir!

    Kuran’daki toplam ayet sayısıyla ilgili olarak; Kuran hakkında önemli bir bilgiye sahip olmayan bir Müslüman’a sorarsanız büyük olasılıkla 6.666 sayısını cevap olarak alacaksınız. Ne var ki, bu sayı Zamehşeri adında bir hikayecinin uydurduğu hoş bir sayıdan ibarettir. Altılardan oluşan bu sayı kolayca akılda kaldığı için popüler olmuştur. Fakat elinizdeki Kuran’dan dikkatle sayarsanız, sonucun farklı olduğunu göreceksiniz. Kuran nüshalarında 6.236 ayet bulunduğuna tanık olacaksınız. Bu sayıya Fatiha Suresinin (İlk Sure) başındaki ve Karınca (Neml) Suresinin (27. Sure) içinde geçen Besmeleler dahildir. Bağımsız birer ayet olarak numaralanmadıkları halde Kuran’ın yapısına dahil olan Sure başlarındaki diğer 112 Besmele’yi de eklediğinizde bu sayı 6.348 olur. Ültimatom (Barae, Tevbe) (9. Sure) suresinin sonuna eklenen, ancak Kuran’ın koruma sistemi tarafından dışlanan 2 “ayeti” bu sayıdan çıkardığımız vakit Kuran’da Besmelelerle birlikte tam 6.346 ayet olduğunu görürüz. Bu sayı, Kuran’ın diğer birçok elementi gibi 19 sayısının tam katıdır. Kısacası, 6.234 adet bağımsız ayet içeren Kuran, tekrarlanan Besmelelerle birlikte toplam 6.346 ayete sahiptir.

    İSLAM MUHAMMED PEYGAMBERLE BAŞLAMADI

    İslam özel bir isim olmayıp Tanrı’ya teslimiyet anlamına gelir. Tüm elçiler ve inananlar islam ve müslüman kelimelerinin kendi dillerindeki karşılıklarını, kendi inançlarını tanımlamak için kullanmışlardır (2:131; 7:126; 10:72; 22:78; 27:31,42; 28:53; 72:14). Nitekim, Tanrı yanında makbul biricik din İslam’dır, yani Allah’a teslimiyettir (3:19). Bir çok sözde müslüman, “(Allah’ın buyurduğu gibi) Kuran, tam ve detaylı ise namazların rekatlerini Kuran’ın neresinde bulabiliriz?” diye Tanrı’ya meydan okumaktadır. İslam’ın tüm pratiklerinin Kuran’ın vahyinden çok önce ortaya konmuş olduğunu yine Kuran’dan öğrenmekteyiz (8:35; 9:54; 16:123; 21:73; 22:27; 28:27). İbrahim Peygamber ve tüm elçiler namazı gözetiyorlar, zekatı veriyorlar, oruç tutuyorlar ve hac ediyorlardı (2:43; 3:43; 11:87; 19:31,59; 20:14; 28:27; 31:17). Mekke müşrikleri ise rivayetlerin ileri sürdüğü gibi heykellere tapmıyorlardı; Allah’ın kutsal kulları olduklarına inandıkları Lat, Uzza, Menat gibi isimlerden şefaat bekledikleri (53:19-23; 39:3) ve Allah adına haramlar ve farzlar uydurdukları için müşrik olarak tanımlanmışlardır (6:145-150).
    Mekke putperestleriyle olan benzerliği ortadan kaldırmak için rivayetler uyduranlar, uydurdukları heykel tasvirlerindeki çelişkileri ile aslında yalanlarını ele vermektedirler. Kuran’ın hiçbir yerinde onların heykellere taptıkları, Muhammed Peygamberin heykelleri kırdığı v.s. bildirilmemektedir. Aksine, Mekke müşriklerinin kendilerini İbrahim Peygamberi izleyen ve Tek Tanrı’ya inanan insanlar olarak gördüklerini öğrenmekteyiz (6:23; 39:3). Nitekim onlar, İbrahim Peygamberin hatırası olan Kabe’ye saygı gösteriyorlar (9:19), namaz, oruç ve haccı bazı tahrifatlarla da olsa uyguluyorlar, (2:183,199; 8:35; 9:54; 107:4-6), zekatı bildikleri halde gereği gibi yerine getirmiyorlardı (53:34). Zekat, gelirin ihtiyaçtan fazla olan bölümünü (2:219) geciktirmeden (6:141) ihtiyaç sahiplerine ve Allah yoluna (9:60) gizli veya açık olarak (2:274) verme yükümlülüğüdür (51:19).
    İslam özel isim değildir; kök olarak teslimiyet/barış anlamına gelir. İbrahim Peygamberle tekrar yenilenen (4:125; 22:78) ve tüm peygamberler ve elçiler tarafından iletilen ilahi sistem Allah tarafından bu kelimeyle tanımlanır (5:111; 10:72; 98:5). Yalnızca Allah’a teslim olmaktır (2:112,131; 4:125; 6:71; 22:34; 40:66). Yaratılışımızdaki sistemdir (30:30). Doğa ile uyumlu evrensel ilkeler sistemidir (3:83; 33:30; 35:43). Yalnızca öznel deneyimler değil nesnel kanıtları da ister (3:86; 2:111; 21:24; 74:30). Bir savın doğruluğunu kabul etmek için kalabalıklara veya duygulara değil aklın ölçüsüne başvurmamızı bekler (17:36; 4:174; 8:42; 10:100; 11:17; 74:30-31). Bilgi, eğitim, ve öğrenime önem verir (35:28; 4:162; 9:122; 22:54; 27:40; 29:44,49). İnsanın yeryüzündeki yaratılışını bilimsel olarak araştırmamızı öğütler (29:20).

    98- BEYYİNE / KANIT SURESİ

    Bismillahirrahmânirrahîm. Lem yekünillezine keferu min ehlil kitabi velmüşrikine münfekkıyne hatta te’tiye hümülbeyyineh. Rasulüm minallahi yetlu suhufem mütahherah. Fiha kütübün kayyimeh. Ve ma teferrekallezıne utül kitabe illa min ba’di ma caethümül beyyineh. Ve ma ümiru illa liya’büdüllahe muhlisıyne lehüd din hunefae ve yükıymussalate ve yü’tüzzekane ve zalike diynülkayyimeh. İnnelleziyne keferu min ehlilkitabi velmüşrikiyne fiy nari cehenneme halidiyne fiyha ülaike hüm şerrülberiyyeh. İnnelleziyne amenu ve ‘amilussalihati ülaike hüm hayrülberiyyeh. Cezaühüm’ınde rabbihim cennatü ‘adnin tecriy min tahtihel’enharü halidiyne fiyha ebeden radıyallahü ‘anhüm ve radu ‘anhü zalike limen haşiye rabbeh.

    Rahman, Rahim Allah’ın ismiyle. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, kendilerine açık delil/kanıt gelmesine rağmen yollarını terketmezler. Allah’ın bir elçisi kendilerine arındırılmış/temizlenmiş sahifeler okuyor. Onda dosdoğru öğretiler vardır. Gerçek şu ki, kendilerine kitap verilmiş olanlar, ancak onlara açık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Oysa onlardan, dini sadece Allah’a ait kılan tektanrıcılar (monoteist) olarak O’na hizmet etmeleri, namazı gözetmeleri ve zekatı vermeleri istenmişti. İşte dosdoğru din budur. Kitap halkının inkârcıları ve putperestler, cehennem ateşinin içindedirler ve orada kalıcıdırlar (kafirler/gerçeği örtenler burada ikinci bir ölümle/yokoluşla cezalandırılacaktır). Onlar, yaratıkların en kötüsüdür. Gerçeği onaylayıp erdemli davrananlar ise yaratıkların en iyisidir. Rab’leri katındaki ödülleri, içinden ırmaklar akan bahçelerdir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. Rabbine saygı gösterenin ödülü işte böyledir.

    28:88 Her şey fani olacak, ancak Celâl ve İkram sahibi Rabbinin zatı Bâki kalacaktır.

    51:56 Cinleri ve insanları ancak beni bilmeleri, bana ibadet etmeleri ve bana ulaşmaları için yarattım.

    Bilinmeyi dileyerek evreni, melek, cin ve insanı yaratan Allah’a ulaşarak, Allah’ta baki kalmaya andolsun…

    E-mail : bilgedenetim@msn.com

    • siymen dedi ki:

      Yazında onlarca yanlış var kardeşim ,bir tanesini söylüyorum ; cehennemin ebedi olmadığını yazmışsın . Onlarca ayeti nasıl değiştirebildin . İnansaydım az daha kafir oluyordum , iyi ki ateistim 🙂

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Turan Sır.
      Öncelikle sayfada yenisiniz galiba. Hoşgeldin diyelim. Gerçi aktif olarak bende yeniyim ama okuyucu olarak uzun süredir buradayım.uzunca bir yazı yazmışsınız. Sizden alıntılayarak tek tek cevap yazmayacağım. Sadece yaptığınız uzunca yazıya genel olarak bir yorum yapacağım. Burda forumu birazcık alıcı gözle takip edip sonra yorum yapsaydınız daha isabetli olà bilirdi.muhammed peygamberden sonra dinin yozlaştığından uzunca örnekler vererek yakındınız.eğer bir din yozlaşıyorsa buna müsait demektir. Tanrı neden yozlaşmaya müsait bir din göndersin?.daha kendi içinde bir beraberlikten yoksun her kafadan farklı bir sesin çıktığı kurallar bütününün evrenselliğinden hangi mantıkla bahsedilebilir? Diyelimki herkes yanlış anladı peki bu dini doğru anlayan kimler ?çünkü genel iddia herkesin yanlış anladığı aslında öyle olmadığı vs…iyide bu dini doğru anlayanlar kimler bunun belirleyicisi kim yada kimler? Cevabınızı duyar gibiyim;Kur’an. …
      iyide bu insanlar zaten Kur’an ı okuyarak bu ayrılığa düştüler. ..basit bir örnek vereyim senin kendi iddian üzerinden.19 diye bir sistemden bahsettin.şimdi sor bakalım islam dünyasına bu sistemi kaçta kaçı kabul ediyor?.peki kabul edenlermi doğru yolda yoksa etmeyenlermi? ..en basitinden bu iddia ettiğin 19 sisteminin en büyük savunucusu yine islam alimleri tarafından tekfir ediliyor. …bilemedim ki şimdi doğrusu hangisi….

      Ayrıca bu forumda biraz dikkat etseydin kimse hadisi sünneti kılı tüyü tartışmaz bile.burda sözkonusu olan herşeyin içinde ayan beyan yazdığı Kur’an daki çelişkiler….

      Mesela bu bahsi geçen ayetlere bir cevabın varmı? Yada sana yukarda sorduğum basit sorulara bir cevabın varmı?..Bunlara vereceğin cevaplara göre tartışabiliriz.
      Saygılar….

      • kadir dedi ki:

        sayın fossoyeur…

        iyide bu insanlar zaten Kur’an ı okuyarak bu ayrılığa düştüler. ..basit bir örnek vereyim senin kendi iddian üzerinden.19 diye bir sistemden bahsettin.şimdi sor bakalım islam dünyasına bu sistemi kaçta kaçı kabul ediyor?.peki kabul edenlermi doğru yolda yoksa etmeyenlermi? ..en basitinden bu iddia ettiğin 19 sisteminin en büyük savunucusu yine islam alimleri tarafından tekfir ediliyor. …bilemedim ki şimdi doğrusu hangisi…

        sizden alıntı…

        insanlar kuranı okuyarak değil, kuranı okumayarak, önemsemeyerek ayrılığa düştüler.. çünkü anlama ve kavrama yeteneğine sahip her insan gerçekleri kuranda görür.. ve kuran kardeşliği ortaya çıkar.. işte kendi çıkarları uğruna bu gerçeğin üstünü örtmeye çalışan bir takım güruhlar insanları kurandan uzaklaştırarak ve dine hurafeler sokarak hem gerçeğin üstünü örtmeye çalıştılar, hemde kendi emelleri uğruna dini paramparça ettiler.. kuran okuyan bir insanın ve kurana iman eden bir insanın meshebi olmaz, dini yanlızca allaha has kılarak ve kuranda bütünleşerek yaşar.. bakın size bir örnek vereceğim..

        kendine müslümanım diyen bir insan kuranın emir ve yasaklarına uymak zorundadır.. peki ya günümüzde kuranın hangi emirlerine uyuluyor.. ben söylimm.. namaz, oruç, zekat, hac vs.. dini sadece bunlar ibaretmiş gibi insanlara anlattılar. ve insanları kuranı siz anlayamazsınız diye kurandan uzaklaştırdılar.. bu fazları yaparsan yeterli olur dediler..

        oysa bunlardan çok çok daha önemli bir emir vardır.. oda; “kuranı tertil ile oku” emridir..
        kuran peygamberimizi örnek göstererek bizlere mesaj verir.. oysa bu emir sadece peygambere verilmiş hükmü çıkararak insanlara verilen kuran okuma emrinin üstünü örttüler..

        müzemmil suresi; “gecenin üçte birinde uyu, geri kalanında kuranı tertil ile ( anlayarak, yavaş yavaş-sindire sindire) oku. çünkü biz sana ağır bir söz indireceğiz.”

        işte her müslümanın geceleri kuranı tertil ile okuması emredilmiştir. her müslümanın bunu yapması gerekir.. eğer kuran tertil ile okunursa insanın anlama ve kavrama yeteneği devreye girer. ve allahın zikri üzerinde düşünmeye başlar.. ve kuransiz değilde, kuranlı islamın önü açılır..

        ayrıca kuranı okuyan müslümanların kuran ayetleri hakkında anlam farklılığına düşmesinde bir mahsur yoktur. çünkü her insanın anlama ve kavrama melekesi birbirinden farklıdır. çünkü kuranı okuyan her müslüman ne anlarsa anlasın sonucun allaha çıktığını, ve ondan bir hakikat olduğunu bilir.. ve en doğrusunu allah bilir der.. çünkü dediğim gibi kuranın dili ne kadar arapçada olsa hitap arapça değildir. hitap allahın sanatıdır..

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Kadir
        insanlar kuranı okuyarak değil, kuranı okumayarak, önemsemeyerek ayrılığa düştüler.. çünkü anlama ve kavrama yeteneğine sahip her insan gerçekleri kuranda görür..
        (sizden alıntı)
        Bir defa hakkında ayrılığa düşülen kitap Kur’an dır.okunmayan bir kitap hakkında ayrılığa düşülmez. Okumadığınız bir kitap zaten muttabınız değildir.çok basit bir örnek;siz ve ben her ikimizde Kur’an ı okuyoruz ama bak ayrılığa düştük. Hemde birbirimize tamamen zıt yönde.sizin gördüğünüz gerçeklerle benim gördüğüm gerçekler bir birine zıt…peki burda benmi anlama ve kavrama yeteneğine sahip değilim yoksa sizmi?Yada siz ”doğru”anladığınızı iddia ediyorsunuz sizi benden ”doğru”anlama konusunda üstün kılan nedir?Allah bana kitabı anlama ve kavrama yeteneği vermedi ise o halde kitabın muhatabı da sayılmam. Yoksa ben şu kalpleri mühürlenen güruhtanmıyım?…

        Ayrıca benim dine hurafeler sokanlarla, paramparça edenlerle, çıkarları uğruna eğip bükenlerle hiiç işim olmaz.değişmediğini iddia ettiğiniz tek kaynak Kur’an a bakarım.madem ki tüm gerçekler bu kitapta benim gördüğüm gerçeklerle sizin gördüğünüz gerçekler gece ile gündüz kadar farklı olmamalı.

        Saygılar…

    • 1okuyucu dedi ki:

      Turan Sır)

      —-Allah kendi kudretinde gizli iken, kendinden başka hiç kimse yok iken ve kendini kendinden başka bilen de yok iken, (senden alıntı)

      peki, Kuranın tanrısı, 8 meleğin taşıdığı arşın üzerindeki tahtına kurulabilmek için, yada yüce kudretini taşıtmak için, önce tahtını mı? yarattı, yoksa önce tahtını taşıyacak melekleri mi? yarattı.

      —Bu kitaplara bu emir ve yasaklar sonradan inanırları tarafından eklenmiş ya da daha önce bu kitaplarda bulunan hükümler sonradan çıkarılmıştır. Tahrif edilmiştir. Zaten Kuran son olarak bu tahribatı düzeltmek için yeniden gönderilmiştir. İlk gönderilen Tevrat ve İncil gibi kitaplar da ilk hali itibariyle Kuran’dır. (senden alıntı)

      madem daha önce gönderilen kitapların ilk hali Kurandır diyorsun,
      o halde Kuranın tanrısı niye gönderdiği ilk kitabı koruma altına almamış?
      hadi diyelim Tevrat tahrif edildi, tahrif edilen kitabın yerine yenisini gönderen bir tanrı ikinci defa gönderdiği kitabı (İncil) koruma altına almayı akıl edemez?

      insanların söylemlerini yazıya döktüklerini (kayıt altına aldıklarını) arkeolojik kazılar sonucu bulunan ve M.Ö. 4000 yılına ait olduğu söylenen çivi yazısıyla öğrendik, çivi yazısını ne zaman kullanmaya başladıklarını ise kesin olarak bilemiyoruz, yani insanların çivi yazısını kullanmaya başlamaları M.Ö. 4000 yılıyla sınırlı değil, yıl olarak daha da gerilere gidiyor,

      insanların, söylemlerini yazıya dökmeyi (kayıt altına almayı) bilmedikleri devirlerde, kitap gönderemeyip sadece peygamber göndermek zorunda kalan Kuranın tanrısı, insan oğlu yazı yazmayı keşfettikten sonra, kitap göndermek için binlerce yıl oturup Musanın doğmasını mı beklemiş? (Musanın M.Ö. 1200’lü yıllarda yaşadığı söyleniyor)

      kaldı ki Mısırlıların söylemlerini M.Ö. 3500’lü yıllarda yazıya döktükleri de (papirüs) biliniyor,

      Musaya gelene kadar binlerce yıl içerisinde Kuranın tanrısı söylemlerini yazıya dökmeyi öğrenmiş olan topluluklardan bir peygamber seçerek kitap gönderemez miydi?

      o toplulukların içerisinden bir tane kelle bulamamış mı da Musanın doğumunu beklemiş?

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ALLAH’IN ARŞI VE SORUMLULUĞUNU YÜKLENEN 8 MELEK ?

        ”peki, Kuranın tanrısı, 8 meleğin taşıdığı arşın üzerindeki tahtına kurulabilmek için, yada yüce kudretini taşıtmak için, önce tahtını mı? yarattı, yoksa önce tahtını taşıyacak melekleri mi? yarattı. ” sizden alıntı”

        Defalarca 8 meleğin taşıdığı ARŞIN nedemek olduğunu birlikte paylaştık,ama görüldüğü gibi işinize gelmediği için,kur’an’ın mesajını doğru olarak algılayıp kabullenme niyetiniz yoktur !

        ALLAH’IN ARŞI ?
         
        Konuya girmeden evvel arş kavramının hangi manaları muhtevi olduğuna temas edelim.

        Arş: ‘Malikiyet, hüküm, hakimiyet / egemenlik, iktidar, saltanat, irade,her şeye güç yetirme,taht, gözetleme, yönetme ve her şeyi idare etme’ anlamlarına gelir.

        Klasik ve modern bütün müslüman müfessirler ittifakla, ‘arş’ sözcüğünün Kur’an’da geçen bu mecazi kullanımının, Allah’ın bütün yaratıkları üzerindeki mutlak hüküm ve iktidarını ifade ettiği görüşündedirler. Dikkate değer bir husus da şudur ki, Kur’an’da Allah’ın ‘kudret ve iktidar makamı’na oturuşundan (arş’a istiva ettiğinden) söz eden ayetlerin hepsinde bu ifade Allah’ın alemleri yaratmasına ilişkin bir açıklamayla bağlantılı olarak geçmektedir (1).

        Bu yazıyı kaleme almaktaki amacımız,Kur’an bütünlüğünde ve Kur’an ayetlerinin ışığında Arş,Taht ve Kürsi (Kürsü) kavramlarını dogru olarak anlamaya, yani muradı ilahiyi yakalamağa çalışmaktır. Maalesef müslümanların çoğu bu kavramların ne manaya geldiğini bilmemektedirler. Bilenlerin bir kısmı da ayetlerin zahirinden yola çıkarak kavramlara yanlış anlamlar yüklemektedirler.

        Yanlış olduğunu zannettiğimiz bir kaç yorum tarzına burada kısaca değindikten sonra esas konumuza geçeceğiz. Kimisi şöyle demektedir: ‘Kainatı bir portakala benzetebiliriz. Nasıl ki portakalın bir kabuğu vardır, kainatın da çelik gibi sert bir kabuğu vardır (sanki gidip görmüşler gibi!). Dünyamız da kainatın tam ortasında bulunmaktadır (sanki ölçmüşler gibi!)’.

        Kur’an’ı çok az okuyan, ‘biz Kur’an’ı anlayamayız’ diyen bu tip insanlar, Arş kavramında olduğu gibi zorlamalı yorumlar yapmakta nedense çok cüretkardırlar. ‘Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak,göz ve kalb,bunların hepsi ondan sorumludur’ (17/İsra: 36). Haydi siz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız;ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir,siz bilmezsiniz’ (3/Al-i İmran: 66).

        Arş kavramını Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışsalardı, herhalukarda meseleyi daha doğru kavrarlardı. ‘Allah sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti’ (4/Nisa: 113)

        Meleklerin arşı yüklenmeleri; Allah c.c. meleklere kıyamet gününde sorumluluk verip işler yaptırmaktadır.Melekler dünyada olduğu gibi,kıyamette ve ahirette de Allah’n emirlerini yerine getirmekle sorumludurlar.Yüce Allah’ın emirlerini kusursuz yerine getirmek için işbaşındadırlar. ” alıntıdır”

        İşte ahirette 8 MELEK de ”arşı,”yani ilahi kudret ve iradedenin emirlerini oradaki aleme infaz etme SORUMLULUĞUNU YÜKLENİRLER.!!!

        Özetle,ayette ki Arşın fiziksel anlamdaki tahtla hiç bir alakası yoktur,bu yüce Allah’ın hakimiyetinin,güç,kudret ve iradesinin bir ifadesidir !!!

        و في الاية ( الذين يحملون العرش و من حوله يسبحون بحمد ربهم) المقصود من العرش هو نفس حكومة الله تعالي و تدبيره لعالم الوجود و حملة العرش يقومون بتنفيذ ارادة الله الحاكمة في الخلق.
        و يمكن ان يكون المعني هو مجموع عالم الوجود او عالم ما وراء الطبيعة ، اما حملة العرش الالهي فهم الملائكة التي تقع عليهم مسؤولية تدبير امر هذا العالم بامر الله تعالي

        Yukarıdaki metnin özetine göre de”Arş’tan maksad,Allah’ın iktidar ve hakimiyetinin,varlık alemindeki idare ve yönetmesinin bir ifadesidir

        Hameletül arş ” حملة العرش ” ise,varlık aleminde,ilahi iradesinin emirlerini infaz etme mesuliyetini taşıyan,melekler demektir !!!

        İşte işinize gelmediği için kur’an’daki mesajları doğru anlayıp kabullenme niyetinde olmadığınızdan aynı konuları defalarca tekrar ediyorsunuz !!!

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —–Klasik ve modern bütün müslüman müfessirler ittifakla, ‘arş’ sözcüğünün Kur’an’da geçen bu mecazi kullanımının, Allah’ın bütün yaratıkları üzerindeki mutlak hüküm ve iktidarını ifade ettiği görüşündedirler

        —Bu yazıyı kaleme almaktaki amacımız,Kur’an bütünlüğünde ve Kur’an ayetlerinin ışığında Arş,Taht ve Kürsi (Kürsü) kavramlarını dogru olarak anlamaya, yani muradı ilahiyi yakalamağa çalışmaktır. Maalesef müslümanların çoğu bu kavramların ne manaya geldiğini bilmemektedirler. Bilenlerin bir kısmı da ayetlerin zahirinden yola çıkarak kavramlara yanlış anlamlar yüklemektedirler. (senden alıntı)

        sana göre, Müslümanların çoğu bu kavramların ne olduğunu bilmezken, bilenlerin çoğu da yanlış anlam yüklerken,

        O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş’ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): “Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz” desen, kâfir olanlar derhal “Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir” derler. (hud-7)

        Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir. (hakka-17)

        diyanet, ayetleri bu yukarıdaki şekilde tercüme ederken,

        Defalarca 8 meleğin taşıdığı ARŞIN nedemek olduğunu birlikte paylaştık,ama görüldüğü gibi işinize gelmediği için,kur’an’ın mesajını doğru olarak algılayıp kabullenme niyetiniz yoktur !

        sen kim oluyorsun da bana, islâm aleminde genel kabul görmüş tanımları, başka türlü göstererek, beni kabullenmemekle suçluyorsun,

        diyanetin tercümeleri dururken sana niye itibar edeyim?

        bende ayetleri, tüm İslâm aleminin anladığı şekilde anlıyorum, sen aslında beni suçlayarak, tüm İslâm alemini suçlamış oluyorsun,

        demek bir Müslüman buraya gelip diyanetin ayetlerine göre yorum yapsa, onu da işine gelmeyenler kategorisine mi sokacaksın, öyle mi?

        veya “verdiğin bilgiler için Allah senden razı olsun” mu diyeceksin?

        eğer ayetlerin yanlış yorumlandığını iddia ediyorsan, alırsın İslâm alemini karşına derdini onlara anlatırsın bana değil,

        o nedenle haddini bil, bilgiçlik taslama,

        eğer bu işin doğrusunu senden başka bilen yoksa yapacağın tek şey, yetkili konumunda olupta yanlış bilenlerin yakasına yapışmak olmalı,

        ayrıca siz kimsiniz ki, “bu yazıyı kaleme almaktaki amacımız” diyerek söze başlıyorsunuz, demekki belli bir grubun sözcülüğüne soyunmuş kişilersiniz, hangi ekolden olduğunuzu öğrensekte sizi bir araştırsak,

        peki kuranın tanrısı sizin grubunuzun görüşlerini onaylayan yazılı bir belge göndermiş midir ki doğrusunu bildiğinizi iddia ediyorsunuz?

        —İşte ahirette 8 MELEK de ”arşı,”yani ilahi kudret ve iradedenin emirlerini oradaki aleme infaz etme SORUMLULUĞUNU YÜKLENİRLER (senden alıntı)

        demek kuranın tanrısı kendi işini kendisi görmekten acizmiş ki, tüm yetkilerini 8 meleğe devretmiş,

        bari neyi nasıl infaz edecekleri konusunda anlayacakları şekilde bilgi verseydi,

        bence, 8 meleği en güvendiği melekler arasından seçmesinde fayda var, hiç belli olmaz, bakarsın içlerinde itiraz edip ırıngurun edenler olabilir, hatta ihanet damarı kabarıp ihanet edenler bile çıkabilir,

        —Yukarıdaki metnin özetine göre de”Arş’tan maksad,Allah’ın iktidar ve hakimiyetinin,varlık alemindeki idare ve yönetmesinin bir ifadesidir (senden alıntı)

        tabi bu yönetme işini su üzerindeki arşından yapacağını söylemeye gerek yok?

        —İşte işinize gelmediği için kur’an’daki mesajları doğru anlayıp kabullenme niyetinde olmadığınızdan aynı konuları defalarca tekrar ediyorsunuz (senden alıntı)

        işine gelmeme işini bana değil, git İslâm alemine söyle,

        defalarca, tekrar etme konusuna gelince,

        sana defalarca sormama rağmen, cevap alamadığım sorulara cevap verseydin defalarca tekrar etmeme gerek kalmazdı,

        bakara-178’de, katil ve maktüllerin kim olduklarının birebir bilindiğini iddia etmene karşılık,

        bende sana, eğer katil ve maktüllerin kim oldukları birebir biliniyorsa?

        Kuranın tanrısı, hüre hür, köleye köle, kadına kadın kriterlerini göndereceğine cana can hükmünü gönderseydi, katiller cezalandırılamayacak mıydı? diye sordum,

        vereceğin cevap çok basit, cezalandırırdı veya cezalandıramazdı diyeceksin,
        cevabın cezalandırılamazdı şeklinde olduğunda, neden cezalandırılamayacağını gerekçesiyle birlikte açıklayacaksın.

        bana bu sorunun cevabını vermediğin sürece, bana hitaben başka mesaj yazma hakkına sahip değilsin, yazdığın taktirde, hiçbir cevap vermeden yukardaki soruyu soracağım, taki cevap alıncaya kadar,

      • 1okuyucu dedi ki:

        bilgilendirme mesajı;

        alıntı olduğunu belirtmeyi unuttuğum aşağıdaki ifade Bilâle aittir,

        Defalarca 8 meleğin taşıdığı ARŞIN nedemek olduğunu birlikte paylaştık,ama görüldüğü gibi işinize gelmediği için,kur’an’ın mesajını doğru olarak algılayıp kabullenme niyetiniz yoktur !

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Bilal
        size daha önce bir soru yöneltmiştim. Ama soruma hala cevap alamadım.sorumu görmediğinizi düşünerekten yineliyorum.

        İşte o ülkeler -ki, sana bunların başlarına gelenlerden bazılarını naklediyoruz- andolsun ki, onlara peygamberleri açık deliller ile geldiler. Daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için, iman etmek istemediler. Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler! (A’râf 7:101….

        yukarıda verdiğim ayette (muhtemelen sana göre hatalı meal)daha öncesindeki ayet silsilesinide göz önüne alırsak (daha önceki ayetlerde bir takım kavim lerden ve bunlardan sadece peygamberlerin ve iman edenlerin kurtulduğu iddiası var)kurtulup ta inkar etmeyi adet edinen ler kimlerdir?..
        Araf 64 te Nuh ve iman edenlerden
        Araf 72 de Hud ve iman edenlerden
        Araf 78 de Salih ve iman edenlerden
        Araf 83 de Lut ve ailesinden
        Araf 91 de Şuayb ve inanlardan geriye kimse kalmıyor.
        saygılar. …

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ‘’sen kim oluyorsun da bana, islâm aleminde genel kabul görmüş tanımları,başka türlü göstererek, beni kabullenmemekle suçluyorsun,
        diyanetin tercümeleri dururken sana niye itibar edeyim? ‘’ sizden alıntı‘’

        Demek ki,burada doğruyu bulmak için kur’an’ı sorgulamıyorsunuz,çünkü amacınız bu değildir,yoksa ‘’diyanetin tercümeleri dururken sana niye itibar edeyim? demezdiniz.O mealleri yazanlar da benim gibi bir kul ve beşer değil midirler? hata yapamazlar mı? Ayrıca genel görüş mutlaka doğruyu ifade eder mi ? Bunun mantıkı bir izahı var mi ? Bir ülkede halkın oyu ile zalim ve diktatör olan biri seçilp lider olursa,halkın GENELİ bunu seçtiği için bu lider zalim ve diktatör değildir diyebilir misiniz? Bunun mantıkı bir izahı var mi? Ama sizin bu tür yorumunuzdan hareket edilirse,bunu söylemek veya düşünmek gayet mantıklıdır.

        Eğer meallerde bazı hataların olup olmadığını anlamak istiyorsanız,öncelikle kur’an dilini iyice öğrenip ilgili mealleri ayetlerin arapça metniyle karşılatırmanız gerekir,yoksa kur’an dilini bilmeden ve ilgili mealleri de kur’an’ın arapça metniyle karşılaştırmadan söz konusu meallerdeki bazı çeviri hatalarını da bulmanız mümkün olamaz !!!

        Demek ki,yüce yaratıcının size vermiş olduğu akıl ve mantık melekesiyle değil de işinize geldiği için egonuzla hareket ediyorsunuz ! Yoksa söz konusu meallerde belki de hatalar vardır,derdiniz !!!

        Ayrıca ‘’sen kim oluyorsun da..’’şeklindeki ifadenizle de gayenizin ne olduğunu da göstermiş oldunuz! Yani tek ifadeyle kur’an’ın doğru anlaşılması sizi çok rahatsız ediyor!

        Madem ki,bana itibar etmiyorsun ve etmek de zorunda değilsin,Peki neden gerek sizin ve gerekse başka arkadaşların yorumlarına yönelik yazdığım cevaplara hemen yanıt veriyorsunuz? bu bir tezatlık değil midir? Neden bu yorumlar bu kadar sizi rahatsız ediyor? Yoksa yüce Allah’ın göndermiş olduğu kur’an’ın ve islamın doğru anlaşılmasını mı istemiyorsunuz? sorgulamalar niçin yapılıyor ???

        ‘’ ayrıca siz kimsiniz ki, “bu yazıyı kaleme almaktaki amacımız” diyerek söze başlıyorsunuz, demekki belli bir grubun sözcülüğüne soyunmuş kişilersiniz,hangi ekolden olduğunuzu öğrensekte sizi bir araştırsak,‘’ sizden alıntı’’

        Bir baksanıza ! Ben buna ‘’alıntıdır‘’ demişim,söz konusu yorumda anlatılanlar da bana göre doğru olduğu için bunları yazmışım,yoksa her hangi bir ekole ne bir bağlılığım var, ne de belli bir gurubun sözcülüğüne soyunmuş biriyim ! Bu nedenle konuyla ilgili yazılanı da aynen buraya aldım.Demek ki,okuduklarınızı da dikkatli okumuyorsunuz !

        Ayrıca benim gayem sadece yüce Allah’ın rızasını kazanmak olduğundan diğer arkadaşlar gibi ben de araştırıp öğrendiğim doğruları bu sayfada paylaşıyorum.!!!

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —-Demek ki,burada doğruyu bulmak için kur’an’ı sorgulamıyorsunuz,çünkü amacınız bu değildir,yoksa ‘’diyanetin tercümeleri dururken sana niye itibar edeyim? demezdiniz.O mealleri yazanlar da benim gibi bir kul ve beşer değil midirler? hata yapamazlar mı? (senden alıntı)

        “alıntıdır” kelimesi gözümden kaçmış, yaptığım bu dikkatsizlik nedeniyle senden özür dilerim,

        ben buraya senin uydurduğun doğrularını!!! bulmaya değil, uğradığım hakaretlere, mahalle baskısı nedeniyle ağzının payını veremediğim Kuranın tanrısının, ağzının payını vermeye geldim,

        beşer hata yapar ama, tanrıdan geldiği iddia edilen bir kitabı tercüme ederken hata yapma hakkı olamaz, hele bu adına diyanet denilen resmi bir kuruluş ise, yüklendiği büyük sorumluluk gereği hata yapma hakkı hiç olamaz, ayrıca sende bir beşersin,

        —Ayrıca genel görüş mutlaka doğruyu ifade eder mi ? Bunun mantıkı bir izahı var mi ? Bir ülkede halkın oyu ile zalim ve diktatör olan biri seçilp lider olursa,halkın GENELİ bunu seçtiği için bu lider zalim ve diktatör değildir diyebilir misiniz? (senden alıntı)

        sindirildikleri için veya 3 kilo pirince, 5 kilo bulgura tamah ettikleri için zalime oy verenlerle konumuzun ne alâkası var,

        ben burada hiçbir şeyin etkisi altında kalmadan (sindirilmeden), hiç kimsenin avukatlığını yapmadan Kuranın tanrısının ağzının payını veriyorum, bunu yaparken diyanetin tercümelerine itibar ediyorum, eğer benim diyanetin avukatlığını yaptığımı düşünüyorsan, al sana nebe-33’le ilgili tüm çevirmenlerin tercümeleri, içerisinde kendilerinden feyz aldığın zatı muhteremler de (cankuşların) var,

        nebe-33,
        1. ve kevâıbe : ve genç, göz alıcı, şahane endamlı
        2. etrâben : aynı yaşta, yaşıt

        İmam İskender Ali Mihr : Ve aynı yaşta, şahane endamlı genç kızlar.
        Abdulbaki Gölpınarlı : Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar.
        Abdullah Parlıyan : memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar
        Adem Uğur : Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar,
        Ahmed Hulusi : Yaşıt muhteşem eşler! (Cinsiyet kavramı olmayan şuur yapının hakikatinden gelen Esmâ özelliklerini açığa çıkaracağı muhteşem kapasiteli o boyutun özelliğiyle oluşmuş bedenler. Dişi – erkek ayrımsız! Allâhu âlem. A. H. )
        Ahmet Tekin : Göğüsleri irileşmiş, genç kızlık çağında, yaşıt dilberler var.
        Ahmet Varol : Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Ali Bulaç : Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Ali Fikri Yavuz : Aynı yaşta tomurcuk sîneliler,
        Bayraktar Bayraklı : (31-34) Allah’a saygı duyanlar için umdukları yer, muhteşem bahçeler ve bağlar, müthiş uyumlu harika eşler ve dolup taşan kadehler vardır.[711]
        Bekir Sadak : (31-34) Dogrusu, Allah’a karsi gelmekten sakinanlara kurtulus, bahceler, baglar, yasitlar ve dolu kadehler vardir.
        Celal Yıldırım : (31-32-33-34) (Allah’tan derin bir saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlara kurtuluş, başarıya erişme, bahçeler, bağlar, göğüsleri yeni kabarmış yaşıtlar; dolu dolu kadehler vardır.
        Cemal Külünkoğlu : (Onlara hizmet vermek için orada) çarpıcı, genç ve yaşıt kızlar (vardır).
        Diyanet İşleri (eski) : (31-34) Doğrusu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara kurtuluş, bahçeler, bağlar, yaşıtlar ve dolu kadehler vardır.
        Diyanet Vakfi : (31-34) Şüphesiz takvâ sahipleri için umulanı buldukları yer, bahçeler, üzüm bağları, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, içki dolu kâseler vardır.
        Edip Yüksel : Genç ve yaşıt eşler…
        Elmalılı Hamdi Yazır : Ve turunç sîneli yaşıtlar var
        Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Turunç göğüslü yaşıt (kızlar) var.
        Elmalılı (sadeleştirilmiş – 2) : Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var.
        Fizilal-il Kuran : Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve
        Gültekin Onan : Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Hasan Basri Çantay : memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar,
        Hayrat Neşriyat : (31-34) Şübhesiz ki takvâ sâhibleri için (büyük) bir kurtuluş, bahçeler ve üzüm bağları, göğüsleri tomurcuklanmış aynı yaşta kızlar ve dolu kadehler vardır!
        İbni Kesir : Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Kadri Çelik : Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Muhammed Esed : müthiş uyumlu harika eşler,
        Ömer Nasuhi Bilmen : Ve nar memeli, hep bir yaşta (cariyeler vardır).
        Ömer Öngüt : Göğüsleri tomurcuklanmış ve hepsi bir yaşta nâzeninler vardır.
        Şaban Piriş : Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar..
        Suat Yıldırım : (32-34) Onlara bahçeler, üzüm bağları, turunç göğüslü genç yaşıt dilberler, dolu dolu kadehler var.
        Süleyman Ateş : Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Tefhim-ul Kuran : Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar.
        Ümit Şimşek : Turunç göğüslü yaşıt güzeller,
        Yaşar Nuri Öztürk : Göğüsleri turunç gibi yaşıtlar,

        —Eğer meallerde bazı hataların olup olmadığını anlamak istiyorsanız,öncelikle kur’an dilini iyice öğrenip ilgili mealleri ayetlerin arapça metniyle karşılatırmanız gerekir,yoksa kur’an dilini bilmeden ve ilgili mealleri de kur’an’ın arapça metniyle karşılaştırmadan söz konusu meallerdeki bazı çeviri hatalarını da bulmanız mümkün olamaz (senden alıntı)

        ben meallerde hata aramıyorum ki, ben Kuranın tanrısının yaptığı gaflara vurgu yapıyorum,

        çevirilerin hatalı olduğu iddiası sana ait, tabi 1400 sene önceki tanrı inancına göre düzenlenmiş tanrı anlatımlarındaki saçmalıkların sende farkındasın, aklın sıra hatalı çeviri bahanesiyle, ayetleri kurtarmak için yaptığın yamalara kılıf arıyorsun,

        —-Demek ki,yüce yaratıcının size vermiş olduğu akıl ve mantık melekesiyle değil de işinize geldiği için egonuzla hareket ediyorsunuz ! Yoksa söz konusu meallerde belki de hatalar vardır,derdiniz (senden alıntı)

        meallerde hata değil, Arabın yaptığı gaflar var ama Arap’ada kızmamak lâzım, evrenin dünyadan ibaret olmadığını bilseydi, kesinlikle öyle gaflar yapmazdı, yani Arap bilmeden gaf yapmış, bilerek değil,

        Arap adına dünya denen gök cisminin, gökyüzünde kandil büyüklüğünde sandığı yıldızlardan kat be kat çok daha küçük olduğunu nereden bilsin, dolayısıyla tanrının sadece yeryüzüne hükmeden bir varlık olduğunu sanmış, haliyle tasavvur ettiği tanrıyı dünyanın sahibi, hükümdarı sanmış,

        —Ayrıca ‘’sen kim oluyorsun da..’’şeklindeki ifadenizle de gayenizin ne olduğunu da göstermiş oldunuz! Yani tek ifadeyle kur’an’ın doğru anlaşılması sizi çok rahatsız ediyor! (senden alıntı)

        evet, sen kim oluyorsun da, senin zatı muhteremlerin dahil, tüm çevirmenlerin taht olarak çevirdiği arş kelimesini benim yanlış anladığımı söyleyerek beni suçlamaya kalkıyorsun,

        eğer birilerini suçlamak istiyorsan git “arş” kelimesini “taht” olarak tercüme edenlere çat, tabi seni ciddiye alırlarsa?

        benim tanrı anlayışıma göre elbette bende tanrının tahtı olmayacağını biliyorum ama Tevratta tanrının tahtı en ince ayrıntısına kadar anlatılıyorken, Kuranmeali sitesindeki tüm çevirmenlerin (malum tazı muhteremler dahil) hepsi “arş” kelimesini “taht” olarak çeviriyorken,

        benim,
        peki, Kuranın tanrısı, 8 meleğin taşıdığı arşın üzerindeki tahtına kurulabilmek için, önce tahtını mı? yarattı, yoksa önce tahtını taşıyacak melekleri mi? yarattı diyerek soru sormama.

        senin,
        bana, “böyle bir soru sormakta haklısın” demekten başka diyeceğin hiçbir şey olamaz, yada susmaktan başka?

        çünki ben, Kuranı tercüme eden bir çevirmen olmadığım gibi, ayetlerde herhangi bir kelime değişikliği, herhangi bir ilâve (yama) yapmadan, tıpkı aşağıda olduğu gibi, aynen buraya kopyalıyorum, ve ayete uygun soru soruyorum,

        arşe : arş (hakka-17)
        arşu-hu : onun arşı (hud-7)
        alâ el mâi : su üzerinde (hud 7)
        alel arşı (alâ el arşı) : arşın üzerine, arşa (rad-2)
        Er rahmânu alel arşistevâ: Rahmân, Arş’a istivâ etmiştir. (taha-5)

        bi arşi-hâ : onun tahtını (neml-38)

        (Sonra Süleyman müşavirlerine) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? (neml-38)

        o nedenle beni, ayetlerin anlamını çarpıtmakla suçlayamazsın, işte o yüzden ben sana, haklı olarak sen kim oluyorsun, haddini bil” diyorum,

        ayrıca, tercümelerin hatalı (hatalı meal) olduğunu söyleyebilmen için, Arapçayı tüm çevirmenlerden daha iyi bilmen gerekir, şu, herkesten çok daha iyi bildiğin Arapçayı nerede öğrendiğini defalarca sormamıza rağmen söylemiyorsun,

        tıpkı bir peygamber edasıyla,” nerede öğrendiğim önemli değil siz benim Arapçayı herkesten daha iyi bildiğimi kabul edin” gibisinden bir dayatma içine giriyorsun, kusura bakma ama biz yüce imanı gereği kanıtsız inananlardan değiliz,

        1400 sene önceki tanrı inancında, insanların sahip oldukları özelliklerin “en” vurgusuyla tanrıya mal edildiği bir tanrı inancında, yeryüzünde kadınlar dahil (saba melikesi), bir çok hükümdarın tahtı olurda, yeryüzünün sahibinin tahtı olmaz mı?

        Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar! (tevbe-30)

        Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır (sıkdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilâkis, Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.(maide-64)

        yukarıdaki ayetlere benzer bir çok ayette, geçmişteki yanlış söylemlere eleştiri getiren Kuranın tanrısı, nedense, “benim arşıma, taht dediler” gibisinden bir eleştiri getirmemişken,

        İslâm aleminde herkes arş kelimesini taht olarak anlamışken ben bundan haklı olarak “taht kelimesinden söz ederim, hatta kendi tanrı inancıma göre ti’ye bile alırım,

        çünki benim tanrı inancımda, tanrının gücü, kudreti, iradesi sonsuz boşluğun her zerresinde mevcuttur ve bu güce hiç kimse, onun arşı (gücü, kudreti, iradesi) su veya sıvı üzerindedir diyerek sınırlama koyamaz, koyarsa onları da ti’ye alırım, dolaylı yoldan seni de?

        —Ayrıca benim gayem sadece yüce Allah’ın rızasını kazanmak olduğundan diğer arkadaşlar gibi ben de araştırıp öğrendiğim doğruları bu sayfada paylaşıyorum.!!! (senden alıntı)

        şu araştırıp doğruları öğrendiğin kişilere veya sitelere sor bakalım,

        Kuranın tanrısı, bakara-178’de hüre hür, köleye köle, kadına kadın diyeceğine, doğrudan cana can deseydi, katil ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiği bir durumda, katil cana can hükmüne göre cezalandırılamaz mıydı? sorusunu sor bakalım, onlar ne cevap verecekler,

        —1-Olay şudur:İslamdan kısa bir müddet önce cahiliye devrinde iki kabile savaşmış,birbirlerini yaralayıp öldürmüşlerdi.Bunlar intikam almadan müslüman olmuşlardı,bu iki kabile yine de çatışıyordu ve kendilerinden köleye mukabil bir hürr’ün,kadına mukabil bir erkeğin öldürülmesi halinde anlaşmayı kabul edeceklerine and içtiler….” (senden alıntı)

        senden yaptığım alıntıda, birbirlerine üstünlük taslamaya çalışan kabileler hikâyesinde katillerden hiç söz edilmeden, bu kabileler üstünlük taslama kriteri olarak kendilerinden öldürülen köleye karşılık hür, kadına karşılık erkek istiyorlar,

        ilk okulda okuduğumuz 2 inatçı keçi hikâyesi gibi, bu iki kabilede birbirine üstünlük taslamaya çalışıyormuş,

        köleye hür, kadına erkek isteme mevcut seçeneklerini aşağıya yazıyorum,

        köleye karşılık hür isteme seçenekleri,
        köle erkeğe hür erkek
        köle erkeğe hür kadın?
        köle kadına hür erkek
        köle kadına hür kadın

        kadına karşılık erkek isteme seçenekleri
        hür kadına hür erkek
        hür kadına köle erkek?
        köle kadına hür erkek
        köle kadına köle erkek

        senin doğru bilgilere ulaştığın kişilere veya sitelere sor bakalım, soru işaretli seçenekleri (köle erkeğe hür kadın) (hür kadına köle erkek) üstünlük taslama kriterine göre nasıl yorumluyorlar, ben bir türlü akıl erdiremedimde?

        nacizane sorularımı sorda, bende doğruları öğreneyim

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ”beşer hata yapar ama, tanrıdan geldiği iddia edilen bir kitabı tercüme ederken hata yapma hakkı olamaz, hele bu adına diyanet denilen resmi bir kuruluş ise, yüklendiği büyük sorumluluk gereği hata yapma hakkı hiç olamaz,ayrıca sende bir beşersin, ”sizden alıntı”

        evet,bu konuda haklısınız,hata yapmaya kimsenin hakkı yoktur,ama tercüme edenler bilerek hata yapmıyorlar,bu hata bilmeyerek yapılıyor.Elbette ben de bir beşerim, ,hatalarım da olur, ama kur’an’ın arapça dilini bildiğim için,bu meallerde nice çeviri veya yorum hatasını görüyorum.Ben kur’an’ı meallerden değil,direk ayetlerin arapça metninden anlamaya çalışıyorum,.

        ”eğer benim diyanetin avukatlığını yaptığımı düşünüyorsan,al sana nebe-33’le ilgili tüm çevirmenlerin tercümeleri, içerisinde kendilerinden feyz aldığın zatı muhteremler de (cankuşların) var,
        nebe-33,
        1. ve kevâıbe : ve genç, göz alıcı, şahane endamlı
        2. etrâben : aynı yaşta, yaşıt ” sizin gösterdiğiniz meal” Sizden ”

        Adeta birbirinin kopyası olan bu vb.meallerin hiç biri ” ve kevaibe etraben”anlamının karşılığını verememiş,bilakis meallerdeki bu tür ifadeler hatalı bir yorumdan başka bir şey değildir.Ben burada şu soruyu yöneltiyorum !

        Arapçada ” bunların kullandıkları bu tür ifadelerin karşılığı nedir ?
        MESELA:Arapça da”huri, kız,kadın,meme,sine,göğüs,nar,turunç,tomurcuk,yaşıt,genç vs.gibi ifadelerin karşılığı nedir ? Bunların hiç biri söz konusu ayette mevcut değildir.İsteyen bu kelimelerin karşılığını ana dili arapça olan herhangi bir insandan da öğrenebilir! Ayrıca arapçada kız ifadesinin karşılığı kevâıb’in tekili olan ”ka’be”mi ? veya çoğulu olan ”kevaibe” mi ? ‘Etrab” yaşıtlar mı? yoksa ‘birbiriyle uyumlu ve denk olan mı ?
        Ayrıca bu tür yorumlar hz.Ali’nin hilafetinden sonra şiddet ve baskı ile müslüman halkları idare eden gayri islami yönetimlerin bir ürünüdür.Bizimkiler de hiç sorgulamadan,doğru olup olmadığına bakmadan aynen kopyasını almışlardır.Naçizane ben de kur’an dilini anladığım içn meallere değil,direk kur’an’daki ayetlerin arapça metnine bakarım,beni ilgilendiren de budur.Ben ve benim gibi nice müslümanın da NEBE-33.ayetin anlamı aşağıdaki gibi olduğunu anlıyor ve inanıyoruz.!

        NEBE-33 Görüldüğü üzere bir önceki ayet olan 32’de bahçeler, üzüm asmaları geçiyor.  33’teki kevâib işte o asmalarla ilgili. Kevâib, çoğuldur; üzüm daneleri demek. Tekil hali olan ka’be ise “dane”dir. Ka’betü e’nab: üzüm danesi “Ka’be”nin üzüm danesi anlamına geldiğini anadili Arapça olan herkes bilir. Çoğulu “kevâib”dir; üzüm daneleri anlamına gelir. Ka’be kelimesinin başka bir çoğulu olan unkûd ise salkım demek.
        Sonra, şuna dikkat edelim: 33’te kız ya da huri anlamına gelen hiçbir isim yok; yaşıt diye algılanan atraban ise sıfattır; ayette bulunmayan “kız”ı değil ayette bulunan “kevâib”i tanımlar.
        Açıkça görülüyor ki 31, 32 ve 33 ncü ayetler arasında mantıki bir anlatım ve anlam örgüsü var:

        NEBE- 30,31,32,33.AYETLERİN DOĞRU MEALİ!

        30- Muttakiler (kötülüklerden korunup sakınan erkek ve kadınlar) için,bir kurtluş vardır, 31-Bahçeler ve üzüm bağları / asmalar,
        32-Asmalardan devşirilen dane dane üzümler ki her biri ötekine denktir
        33-ve üzümlerden yapılıp dolu dolu kadehlerde sunulan içecekler ”

        Bu üç ayetin üçü de bahçeleri, meyvaları ve içecekleri anlatıyor. Son derece uyumlu bir bütünlük içinde. Araya sokuşturulan yaşıt (kızlar) ise bahçelerin, asmaların ve içki kadehlerinin uyumunu ve bütünlüğünü bozar.
        etraban kelimesine gelince, nedense hep yaşıt diye algılanmış bu kelime. Oysa “denk” anlamına da gelir. Ki bu ayetlerde meyvaların biribirine denk olduğu vurgulanıyor. Örneğin her bir üzüm danesi ötekilere renk, boyut ve tad bakımından denk olup biri ötekine oranla biraz çelimsiz, tadsız, çürük değildir. ”

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —30- Muttakiler (kötülüklerden korunup sakınan erkek ve kadınlar) için,bir kurtluş vardır, 31-Bahçeler ve üzüm bağları / asmalar,
        32-Asmalardan devşirilen dane dane üzümler ki her biri ötekine denktir
        33-ve üzümlerden yapılıp dolu dolu kadehlerde sunulan içecekler ” (senden alıntı)

        Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız. (nebe-30)
        Şüphesiz takvâ sahipleri için de başarı ödülü vardır. (nebe-31)
        Bahçeler,bağlar, (nebe-32)
        Göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar, (nebe-33)
        Ve içki dolu kâse(ler) . (nebe-34) (diyanetten alıntı)

        şansını fazla zorlayıp komik olma, bağlarda üzüm yetiştiğini herkes bilir, ayrıca üzüm tanelerinden söz etmeye gerek yoktur, madem bağların, bahçelerin ürünlerden de bahsedecektin, sadece üzüm tanelerinden söz etmeyip, bahçelerde de hangi meyvelerin olduğunu da yazsaydın bari, hani elma, armut, şeftali, vb. bahsetseydin bari?

        kendine saygın yoksa, bari inandığın tanrına saygı gösterde, tanrını gereksiz laflar eden geveze bir varlık gibi göstermeye kalkışma,

        eğer ayetlerin hatalı şekilde tercüme edildiğini iddia ediyorsan, diyaneti ve tüm Kuran çevirmenlerini alırsın karşına, “siz bu işi yanlış yapıyorsunuz, ben engin? Arapça bilgime dayanarak ve bu Ülkede Arapçayı bilen tek kişi olarak, sizin çevirdiğiniz Kuran tercümelerini hatalı olduğunu görüyorum, doğrusu şöyle olacaktır gibisinden iddia öne sürerek onları yanlış çeviri yaptıklarına ikna edebilirsin,

        hatta toplantı masasına Arap ve Türk dili gramer yapılarına vakıf Arap uzmanları da davet ederek, hep birlikte bu işi çözüme bağlarsınız, ondan sonra sen sağ ben selâmet?

        senin yapacağın tek şey bu, burada sızlanmakla hiçbir şey elde edemezsin, hatta iddian doğru olsa bile, Arapçayı tüm çevirmenlerden doğru bildiğin iddiasının mesnetini açıklayamayacağın için itibar göremezsin, bu iddianla ciddiye bile alınmazsın,

        o nedenle burada boşuna zaman kaybetme, yapman gerekeni yap,

        ayrıca, senden başka hiç kimsenin bilmediğini iddia ettiğin Arapçayı nerede öğrendiğini söyle de bilelim, defalarca sorduğum halde cevap vermiyorsun, bari bu defa söyle,

        yoksa sende Muhammed gibi öz Arapçayı öğrenmek için 6 yıl bedevilerin arasında mı kaldın?

        her neyse, bir türlü cevaplamadığın soruya gelirsek,

        senin iddiana göre,
        hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri, katil ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiği anlamına geliyorsa,

        Kuranın tanrısı bakara-178’i gönderirken, hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükümlerini getireceğine cana can hükmünü getirseydi, cana can hükmüne göre suçlu cezalandırılamaz mıydı?

        vereceğin cevap çok basit,
        alt tarafı, gerekçeni açıklayarak, cezalandırılırdı veya cezalandırılamazdı diyeceksin,

        cezalandırılırdı veya cezalandırılamazdı diyerek cevap verdiğinde de en fazla ya sakalın yada bıyığın ıslanır, hangisi ıslanırsa onu da havluyla kurularsın olur biter,

        haydi cevabını bekliyorum, senin için zor olmasa gerek?

  200. bilal dedi ki:

    Sn. fossoyeur,

    ‘’İşte o ülkeler -ki, sana bunların başlarına gelenlerden bazılarını naklediyoruz- andolsun ki, onlara peygamberleri açık deliller ile geldiler. Daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için, iman etmek istemediler.Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler! (A’râf 7:101….
    yukarıda verdiğim ayette (muhtemelen sana göre hatalı meal)daha öncesindeki ayet silsilesinide göz önüne alırsak (daha önceki ayetlerde bir takım kavimlerden ve bunlardan sadece peygamberlerin ve iman edenlerin kurtulduğu iddiası var)kurtulup ta inkar etmeyi adet edinenler kimlerdir ? ‘’ sizden alıntı’’

    Evet,her zaman internete girip bu sayfayı takip etme fırsatım olmadığı için buradaki sorunuzu yeni görüyorum !!!

    Yukarıda gösterdiğiniz mealde de hatlar vardır.Bunlar,

    a ) ‘’….Bunların başlarına gelen….’’ İfadesi tamamen yanlıştır.

    Zira söz konusu ayete‘’من أنبائها ‘’min enbaiha‘’Sana onların HABERLERİNDEN bir kısmını anlatıyoruz ! ’’ şeklinde bir ifade kullanılmıştır.Yani bu ayete azap veya felaketten söz edilmiyor.

    b) ‘’Anda olsun ‘’ ifadesi de yanlış olup,ayetin arapça metninde yoktur.Zira burada ‘’ولقد ‘’ velekad ‘’ yani ‘’muhakakk,hakikaten,doğrusu gib i‘’ anlatılanı ‘’ tekid eden bir ifade vardır,and ifadesi yoktur.

    c) Bu nedenle bu ayette na başlarına gelen bir felaket ve azaptan,ne de KURTULANLARDAN söz ediliyor!

    d) ‘’…inkar etmeyi adet edindikleri için..’’ ifadesi de yine hatalı olup,ayetin arapça metninde yoktur.
    Sadece bir ayete bu kadar çeviri hatası olmuşsa,gerisini siz düşünün !!!

    Öyleyse,A’RAF-101.AYETİN DOĞRU MEALİ AŞAĞIDAKİ GİBİDİR !

    ‘’ İşte o ülkeler ki,sana onların HABERLERİNDEN bir kısmını anlatıyoruz.Hakikaten elçileri onlara açık delillerle geldiler.Ama daha önceden (o hakikatleri) yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmadılar.İşte Allah (hakikatleri) inkar edenlerin kalplerine böylece (suçlu olduklarına dair) mühür vurmaktadır ‘’ şeklindedir.

    Nasıl ki bir firma kalitesiz ve sağlığa zararlı bir ürün ürettiğinde,ilgili makam da onun kapısına mühür vurmak suretiyle teşhir edip ceza veriyorsa,işte kur’an’da geçen bütün mühürleme olayı da aynen bunun gibidir.Yani ‘’hakikatleri inkar edenlerin suçları metafizik alemde‘’ teşhir etme mührü ‘’ vurulmaktadır.!!!
    Ayrıca bu mühür olayı kimseyi imansızlaştırmaz veya imansızlığa götürmez,çünkü bu mühür olayı (suçluyu teşhir etme olayı) onların iman etmediklerinden sonradır ( ! ), ondan önce değil ki,onların imansızlığına sebep olsun!!!

    Bu nedenle size ait ‘’ yukarıda verdiğim ayette…kurtulup ta inkar etmeyi adet edinenler kimlerdir? şeklindeki sorunuza cevap yazmaya da gerek kalmamaktadır,çünkü bu ayette ‘’ kurtulup ta inkar etmeyi adet edinenler ’’ yoktur,bunlardan söz edilmiyor !!!

    Saygılarımla.

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Bilal
      ya soruyu anlamadınız yada verecek cevap bulamayıp cevap verir gibi yaptınız.bakın ben size daha öncesi bir kaç ayetten örnekler verdim. (Araf:64 72 78 83 91 ) bu ayetlerde kavimlere gönderilen peygamberler ve iman edenler dışındakilerin helak edildiğinden bahsediliyor.

      Şimdi sizin mealiniz üzerinden gidelim.

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Bilal
        paragrafı mı bitirmeden yanlışlıkla gönder e basmışım bu yüzden kusurumu mazur görün lütfen.

        Konuya dönecek olursak…

        ya soruyu anlamadınız yada verecek cevap bulamayıp cevap verir gibi yaptınız.bakın ben size daha öncesi bir kaç ayetten örnekler verdim. (Araf:64 72 78 83 91 ) bu ayetlerde kavimlere gönderilen peygamberler ve iman edenler dışındakilerin helak edildiğinden bahsediliyor.

        Şimdi sizin mealiniz üzerinden gidelim.

        ‘’ İşte o ülkeler ki,sana onların HABERLERİNDEN bir kısmını anlatıyoruz.Hakikaten elçileri onlara açık delillerle geldiler.Ama daha önceden (o hakikatleri) yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmadılar.İşte Allah (hakikatleri) inkar edenlerin kalplerine böylece (suçlu olduklarına dair) mühür vurmaktadır ‘’

        Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmadılar.şimdi bu cümle ile Araf suresi ndeki olayların akışına binaen;daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için iman etmek istemediler cümlesi arasında ne gibi bir fark var?..
        Bakın ben size soruyorumki her peygamber kavminden sadece peygamber ve iman edenlerin dışındakiler helak ediliyor sa bir önceki peygamberden bir sonraki peygamberin kavmine intikal eden sizin mealinizdeki “daha önce yalanlamaları nedeni ile yine iman eder olmayanlar”kimler?..
        Daha açık bir ifade ile sorayım;
        Allah iman etmeyen her kavmi helak ettiyse geriye kalıp ta “daha önceden yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmayanlar”kimler?..örneklendirelim isterseniz. Nuh kavminden iman etmeyip suda boğulanlardan geriye kalıp ta Hud kavminde “yine” iman eder olmayanlar kimler….?
        saygılar…

      • bilal dedi ki:

        Sn. fossoyeur

        ‘’ Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmadılar.şimdi bu cümle ile Araf suresi ndeki olayların akışına binaen;daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için iman etmek istemediler cümlesi arasında ne gibi bir fark var?.. ‘’sizden alıntı’’

        Evet,yorum bakımından iki cümle arasında fazla bir fark yok ! Ama ayetin arapça metni ‘’ daha önce inkar etmeyi adet edindikleri ‘’şeklinde değildir,Peki meal nedemek ?
        Meal; tıpa tıp ayetin arapça metninin tam karşılığı demektir,onun özeti veya yorumu değil.İşte ben burada bazı mealler ayetin arapça metninin tam karşılığını vermiyor diyorum.Eğer meal ayetin arapça metninin tam karşılığı değilse,söz konusu ayet farkilı şekilde anlaşılabilir,Bu nedenle meal,tıpa tıp ayetin arapça metniyle uyumlu olması lazım.Yani ‘’daha önce inkar etmeyi adet edindikleri‘’şeklindeki ifade meal değil, yorumdur Mademki mealdir,öyleyse arapça metninin tam anlamı ne ise,meal da aynısı olması lazım.
        Özetle,ayetin arapça metni orjinaldır,meali yapılınca,ayetin arapça orijinal metnindeki anlamın tam karşılığını vermesi lazım,onun özeti veya yorumu değil.!!!

        Bakın ben size soruyorumki her peygamber kavminden sadece peygamber ve iman edenlerin dışındakiler helak ediliyor sa bir önceki peygamberden bir sonraki peygamberin kavmine intikal eden sizin mealinizdeki “daha önce yalanlamaları nedeni ile yine iman eder olmayanlar”kimler?.‘’Sizden alıntı’’

        Bunu anlamınız için şöyle örnek verelim,

        1-Hz.Nuh sadece kendi kavmine (Sümerlere) gönderilmiştir.Ve sadece onun kavminden inanmayanlar helak olmuşlardır,diğer kavim ve milletler değil. Sadece azgınlaşıp onun davetine inanmayanlar onun dönemide helak oluyorlar,bütün insanlar değil,

        2-Daha sonra hz.Hud,sadece kendi kavmi olan Ad kavmine elçi olarak gönderilmiştir. Sadece onun kavminden azgınlaşıp inanmayanlar onun döneminde helak oluyorlar.

        3-Daha sonra hz.Salih kendi kavmi olan Semüd kavmine elçi olarak gönderiliyor,sadece bu Semüd kavminden inanmayanlar hz.Salih döneminde helak oluyorlar.

        4-Daha sonra hz.Lut kendi kavmine elçi olarak gönderiliyor ve sadece onun kavminden ona inanmayanlar helak oluyorlar.

        5-Daha sonra Medyen halkına hz.Şuayb elçi olarak gönediliyor ve sadece onun kavminden ona inanmayanlar helak oluyorlar.

        Yani bu kavimlerden her biri sadece kendi peygamberlerinin tebliğine muhatap olmuş olup,azgınlaşıp inanmadıklarından dolayı kendi peygamberin döneminde haelak olmuşlardır.Bu nedenle,hz.Nuh’un kavmi hz.Nuh’tan önceki peygamberlerin tebliğine, ,hz.Hud’un kavmi,hz.Nuh’un tebliğine,hz.Salih’in kavmi,hz.Salih’ten önceki peygamberlerin tebliğlerine,Hz.Lut’un kavmi ondan önceki peygamberlerin tebliğlerine, hz.Şuayb’in ondan önceki peygamberlerin tebliğlerine muhatap olmamışlardır, bu kavimlerden her biri sadece kendi peygamberinin tebliğine mazhar olmuş ve azgınlaşıp ona inanmamışlardır.

        Bu nedenle ayete geçen ‘’ Ama daha önceden yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmadılar ‘’ şeklindeki ayetin anlamı şöyledir.

        1-Hz.Nuh kendi kevmine geldiğinde,az bir gurup hariç onun kavmi ‘’daha önceden (yani hz.Nuh kendilerine gelmeden önce Allah’ın birliğini,ahiret vs.inkar ettikleri gibi hz.Nuh geldikten sonra da yine inanmayıp,eski inançlarını bırakmadılar ! )

        2-Hz.Salih kendi kavmine gelmeden önce inançları ne ise,hz.Salih’ geldikten sonra da inananlar hariç yine eski inançlarında kaldılar,

        3-Hz.Hud kendi kavmine gelmden ‘’ daha önce allah’ın birliğini,ahiret vs.inkar ettikleri gibi hz.salih geldikten sonra da ona inananlar hariç yine aynı eski inancında kaldılar,

        4-Hz.Lut,kendi kavmine gelmeden önce Allah’ın birliğini,ahiret vs.inkar ettikleri gibi hz.Lut geldikten sonra da yine ona inananlar hariç yine inanmayıp eski inançlarını terk etmediler
        .
        5-Hz.Şuayb kendi kavmine gelmeden önce inançları ne ise,onlara geldikten sonra da ona inananlar hariç yine eski inançlarında kalmaya devam ettiler.

        Özetle,’’ “daha önce yalanlamaları nedeni ile yine iman eder olmayanlar” kimlerdir ? şeklindeki sorunuzun cevabı söz konusu peygamberler ile kendi kavimleriyle ilgili maddelerde verilmiştir.

        Yani,söz konusu kavimlerden inananlar hariç bütün bu kavimler kendilerine peygamberleri gelmeden önce Allah’ın birliğine,ahirete vs.inanmadıkları gibi kendilerine peygamberleri geldikten sonra da yine inanmayıp,eski inançları üzerinde kaldılar, bunlardan azgınlaşıp inanmayan her kavim sadece kendi peygamberi döneminde helak olmuştur,bütün kavim ve insanlar değil.

        İşte söz konusu ayette hz.Muhammed’e bunların HABERLERİ,KISSALARI anlatılmaktadır.Aynı zamanda bu ayet ona hem bir teselli oluyor,hem de azgınlaşıp inanmayanlar için bir ibret oluyor.

        İşte,ONLARIN kimler olduğunu anlamış olduk.Zira söz konusu kavimlerin birbirleriyle alakaları yoktur,her biri kendilerine kendi peygamberleri gelmeden önce inkar ettikleri şeyleri,inananlar hariç peygamberleri geldikten sonra da yine inkar edip eski inançlarında kalmaya devam ettiler.Umarım konumuz anlaşılmıştır.!

        Saygılarımla.

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Bilal

        Özetle,ayetin arapça metni orjinaldır,meali yapılınca,ayetin arapça orijinal metnindeki anlamın tam karşılığını vermesi lazım,onun özeti veya yorumu değil.!!!
        (sizden alıntı)
        Bu tarz açıklamalarınızla cevap verdiğiniz bir çok arkadaş size haklı olarak önerilerini sundular;diyanete gidin ilgili yerlere gidin bu ayetler hatalıdır yanlıştır deyin bir çok insanı bu ikilemden kurtarın. İşinize gelen yerde icma bu yönde hemfikirdir deyin işinize gelmeyen yerde reddedin. Bu bir tartışma açısından hiç etik değil.Ben zaten işin o kısmında değilim. Sadece hatırlatmak istedim.Dikkat ederseniz hep sizin mealleriniz ve açıklamalarınız üzerinden size soru yöneltiyorum. Ve yine öyle yapacağım…..

        1-Hz.Nuh kendi kevmine geldiğinde,az bir gurup hariç onun kavmi ‘’daha önceden (yani hz.Nuh kendilerine gelmeden önce Allah’ın birliğini,ahiret vs.inkar ettikleri gibi hz.Nuh geldikten sonra da yine inanmayıp,eski inançlarını bırakmadılar ! )
        (Sizden alıntı)

        Bu Nuh’un kavmi kendilerine Nuh gelmeden önce Allahın birliğini ahireti vs nerden biliyorlardıda inkar ediyorlardı?

        İşte,ONLARIN kimler olduğunu anlamış olduk.Zira söz konusu kavimlerin birbirleriyle alakaları yoktur,her biri kendilerine kendi peygamberleri gelmeden önce inkar ettikleri şeyleri,inananlar hariç peygamberleri geldikten sonra da yine inkar edip eski inançlarında kalmaya devam ettiler.Umarım konumuz anlaşılmıştır.!
        (Sizden alıntı )

        Bakın burda kendiniz ifade ediyorsunuz sözkonusu kavimlerin birbirleri ile alaka ları olmadığını.Bu kavim lerin birbirleri ile alakası yoksa bir önceki kavmin inkarcılarıda helak ediliyorsa bir sonraki kavmin peygamberi gelmeden önce bu kavimler Allahı ahireti vs..nerden biliyordu da inkar ediyorlardı? …Ayrıca bu kavim lerin birbirleri ile alakası yoksa insanlığın devamı nasıl sağlanıyordu? Yeni bir yaratma ile oluyordu ise yine soruma cevap vermelisiniz. Peygamber gelmeden önce insanlar Allahı ahireti vs nerden biliyorlardıda inkar ediyorlardı? …Yok bir kavmin inkarcı ları helak edilip sadece iman edilenlerden geriye kalanlar dan türeyip devam ediliyorsa o zaman bu iman edenler nasıl olupta “daha önce iman eder olmayanlar” sınıfına dahil oluyor.Sözkonusu kavimler aynı zamanda farklı coğrafyalarda yaşadılar ise yine sorum geçerli ?Bu insanlar peygamber gelmeden önce Allahı ahireti vs nerden biliyorlardıda inkar ediyorlardı?

        bu kavimlerden her biri sadece kendi peygamberinin tebliğine mazhar olmuş ve azgınlaşıp ona inanmamışlardır.
        (Sizden alıntı)

        Hem diyeceksiniz ki bu kavimler sadece kendi peygamberinin tebliğine mazhar olmuş ve azgınlaşıp ona inanmamışlardır. Hemde diyeceksinizki peygamberden öncede inkar ettikleri gibi peygamberden sonrada inkar etmişlerdir. Sahi siz kendi söylediklerinize inanıyor musunuz? …
        saygılar….

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        ”Özetle,ayetin arapça metni orjinaldır,meali yapılınca,ayetin arapça orijinal metnindeki anlamın tam karşılığını vermesi lazım,onun özeti veya yorumu değil.!!! ” sizden alınt

        Hala hikaye anlatıyorsunuz! Hangi dil bir başka dile orjinal dili tamamen karşılayacak şekilde çevrilebilir? Dil yaşayan bir sistemdir ve toplumların kendine özgü dışa vurumlarıdır! Dolayısıyla her dil kendine ve toplumuna özeldir çünkü o toplumun kendi öz gözlemlerinden ve algılarından beslenmiştir! Bu nedenle bir dili başka bir dile çevirebilirsiniz ama çevirdiğiniz metin asla orjinalin aynısı olmayacaktır!

        Şimdi gelelim meal konusuna! Bakın dostum burada kaynağını gösteremediğiniz hiç bir olguyu inancınızın bir parçası olarak göstererek teşhir edemezsiniz! Eğer bir eylemde bulunuyorsanız ve siz eylemlerinizi inancınıza göre yapmak zorundan olan bir kimse iseniz o eylemin kaynağını inancınızın içinden göstereceksiniz!

        Bu noktada, mealin yani kitabın arapça metninin bir başka dile çevrilme eylemin yapılabilmesini sağlayan tanrı hükmünü doğrudan kitaptan gösteriniz! Size kim bu metni başka dillere çevirin demiş, bilelim! Eğer, dayanak gösteremiyorsanız, dayanak gösteremediğinizbir eylemin (meal) doğru veya yanlış olduğunu iddia etmenizinde manası yoktur! Öyle ya, söylenmeyen bir eylemi ifa edip üstüne bu eylem üzerinden tanrı adına hüküm devşirmeye hatta tanrı adına anlam kurgulamaya kalkışmak anlamsızdır, mantık nezdinde yok hükmündedir!

        Bakın size bir örnek vereyim! Meal ya da tefsir kurumları bu kurumları işletecek bir güruhu ortaya çıkaracağından inanların kendi arasında bilen,bilmeyen ya da anlayan,anlayamayan şeklinde kırılmaların ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bunlara örnek, kuran daha yazılmadan ortaya çıkan farklı kıraatlar ve yine anlamın birilerinin kendi beklentisiyle kurugulanması ve ilan edilmesi sonucu ortaya çıkan tarikatler ve mezhepler!
        Özellikle mezheplerin ortaya çıkışındaki mantık hatasını sorgulamak yerine mezhepeler hak olanlar ve olmayanlar diyerek sınıflandırma yoluna gidilmiş ve bazı öne çıkarılarak kendi içinde resmileştirilmiştir.
        Bu inanışta 4 adet hak olduğu söylenen mezhep vardır! Rastlantıya bakın ki aynı durum bir önceki dinde karşımıza 4 ayrı incil olarak çıkar!
        İki durumdada bu örneklerin var oluşlarını dayandırabilecekleri bir tanrı hükm yoktur!

        İşte bu noktada insanları çağırırken bütün insanlara seslenildiği söylenen ama insanlar soru sormaya başladığında bütün insanlara seslensede bütün insanların değil bazı insanların anlayabileceği söylenen bir kitap o bazı insanların kelimelere ve ayetlere yükledikleri ve kendi beklentilerini tatmine yarayan anlamlarla sadece o bazılarının kitabı haline gelir! Bu noktadan sonra o kitaba ulaşmak için önce onlardan yardım alınması gerektiğine insanlar inandırılır! Ve bu sayede varsayılan tanrı varsayılan elçisi ölse bile kendini fahri elçi olarak atayan bazılarının yardımıyla anlaşılabilecek şekilde konuşan ya da seslenen bir varlık haline getirilmiş olur!

        Bakın örneğin alak kelimesi! Özellikle kurtubi, çevirilerinde yani henüz yüzyıllar geçip zigot keşfedilmeden önce bu arapça kelimeyi ”kan pıhtısı” olarak çevirir! Peki insanlar neden ya da hangi algıyla insanın bir kan pıhtısından oluşabileceğini düşünür!
        Bakın hepimiz biliyoruz ki bebeğin oluşumunu bedeninde başlatacak olan kadın döllenmenin yaşanmadığı dönemlerde olası bir çiftleşmede erkek spermiyle birleşerek oluşumu başlacak yumurtasını kan halinde dışarı atar! Bu kadınların ve dolayısıyla onların erkeklerinin binlerce yıldır bildikleri çünkü gözledikleri bir durumdur! Peki kadın hamile kaldığında yani döllendiğinde ne olur, kadın artık düzenli olarak yumurtlamayacağından yani o yumurtayı (dönllenmediği için) dışarı atmayacağından bir kan halinde çıkış gözlenmez! İşte bu noktada insanların dışarı çıkmayan kanın içeride birikerek insanı oluşturduğunu düşünmesinden daha doğal bir durum yoktur. Çünkü insan gördükleri, gözlemledikleri ve bilebildikleri üzerinden yorumlar üreten bir canlıdır! Bu noktada kan dışarı çıkmıyorsa birikiyordur ve insan oluşuyordur diye düşünmesinden daha doğal bir şey yoktur!

        Peki bizim cinler ne yapar! Her yeni keşifte çevirdikleri yabancı kelimenin çeviricekleri dildeki anlamlarına bu yeni keşifleride ekleyerek bir havuz karşılık yaratırlar! Örneğin ”rahme asılıp duran şey”! Dolayısıyla istedikleri anda havuzdan o kelimenin başka bir anlamını alarak kullanma yoluna giderler!

        Bu nedenle sayın bilal, her zaman iddia ettiğim gibi bir ilahi çağrıdan söylendiği anda ne anlaşılıyorsa anlamı odur! Gerisi yaşatılmaya çalışılan bir emanete yapılan suni teneffüsten ötesi değildir!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        ‘’ Bu noktada,mealin yani kitabın arapça metninin bir başka dile çevrilme eylemin yapılabilmesini sağlayan tanrı hükmünü doğrudan kitaptan gösteriniz! ‘’sizden alıntı ‘’

        Yüce Allah kur’an’da ‘’ efela ta’kilun ve ‘’ le alleküm ta’kilün ‘’ Ey insanlar ! Siz bu bu kur’an’ı anlayıp kavramaya çalışmıyor musunuz? veya’’bu kur’an’ın mesajını anlayasınız ’’diye şeklindeki ifadeler sizce neyi anlatıyor? Bu kur’an evrensel ise herkes gücü nispetinde anlayıp kavramaya çalışmalıdır, Kur’an’daki bu ilahi mesajlar sadece bir kavmi veya bir halkı diğil,bütün insanları ilgilendirdiği için de hem doğal,hem de inancının gereği olarak kur’an’ı anlayan herkes gücü nispetinde ondaki mesajları bildiği dillere çevirmesi ve söz konusu dillerle anlatması zorunlu olmaktadır.Madem ki kur’anın evrenselliğine inanıyoruz,öylese evrensel olmasının bir gereği olarak onu anlayan herkes bildiği dillere de çevirip anlatması gerekir.!!!

        Kur’an’da ‘’…….. Hüden linnasi ve beyyinatin minel hüda vel Furkan ‘’

        ‘’Ramazan ayı öyle (bir aydır ki) bütün insanlara doğru yolu gösterici ve hidayet ile furkanın (hak ile batılı birbirinden ayıran hükümlerin) delilleri ihtiva eden KUR’AN,onda indirilmeye başlanmıştır.’’ (Bakara-185) bu vb.nice ayetlerde kur’an’ın bütün insanlara geldiğini açıkça vurgulanmaktadır.! Kur’an’ın evrensel olduğuna dair İnancının gereği olarak da onun mesajını bilen herkes bildiği dile çevirip anlatması da zorunlu olur.Yani illaki yüce Allah haydi bütün dillere de tercüme edin demesi mi gerekir di ? Onun evrensel olması nedeniyle,bütün dillere de tercüme edilip anlatılması hem doğal,hem de inancının gereği olarak zaten zorunlu olmaktadır.!
        Ayrıca hz.peygamberin arap olmayanlar lider ve halklara da kendi dilleriyle mektüp yazdırıp veya tercüme ettirip onları islama ve kur’an’a da davet emesi,kur’an’ın her dile tercüme edilip anlatması da tebliğ açısından da kur’an’a inancın bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır.

        ‘’ İşte bu noktada insanları çağırırken bütün insanlara seslenildiği söylenen ama insanlar soru sormaya başladığında bütün insanlara seslensede bütün insanların değil bazı insanların anlayabileceği söylenen bir kitap o bazı insanların kelimelere ve ayetlere yükledikleri ve kendi beklentilerini tatmine yarayan anlamlarla sadece o bazılarının kitabı haline gelir! Bu noktadan sonra o kitaba ulaşmak için önce onlardan yardım alınması gerektiğine insanlar inandırılır! ‘’ sizden alıntı’’

        Ben nerede sadece bazı insanlar kur’an’ı anlayabilir,diğer insanlar anlayamaz! şeklkinde bir ifadeyi kullanmışım.? Ben veya diğer arkadaşların kullanmış olduğu böyle bir ifadeyi gösterebilir misiniz?

        Biz ne diyoruz ? Anlayıp kavramaya çalışan her insan kur’an’ın mesajını öğrenebilir. kur’an bütün insanlara indiği için,yine müteaddit ayetlerde insanlara yönelik ‘’efela ta’kilun‘’ ve bunun gibi nice benzer mesajlarla,‘’siz kur’an’ın mesajını anlayıp kavramaya çalışmıyor musunuz ? ‘’ şeklinde bütün insanlar kur’an’ın mesajlarını anlayıp kavramaya davet edilmektedir. Demek ki anlayıp kavramaya çalışan her insan kur’anı anlaybilir.

        Ayrıca ben diyorum ki,ancak kur’an’ın dilini iyi bilenler doğru meal yapabilirler,veya kur’an’ın arapaça haliyle ancak kur’an’ın dilini bilenler anlar. Mesela:Türkçe meal yoksa doğal olarak kur’an’ın arapça ayetlerinin tek bir kelimesini sizanlayabilecek misiniz? İnsan bilmediği bir dilde yazılmış olan bir kitabı okuduğunda ondan bir şey anlayabilir mi? Ama Türkçeye tercüme edilmiş bütün meallerden Türkçe bilen her insan anlar.Peki iddiamız nedir ? Biz diyoruz ki,söz konusu meallerde bazı ayetlerin çevirisi hatalıdır,bu hatalar yüzünden bazı ayetler sorunlu gibi görülmektedir.Yani kur’an’ın arapça metninde zerre kadar bir sorun yoktur,sorunlu gibi görülen bazı ayetler tamamen meal veya yorum hatasından kaynaklanıyor.Bu konu bu şekilde defalarca anlatıldığı halde galiba anlamak itemiyorsunuz.

        Dünyada binlerce dil ve lehçeler olduğuna göre binlerce kur’an ve onun mesajını tebliğ eden yine binlerce peygamebrin de bir anda gelemesi mi gerekir di.?Eğer kur’an ve onun mesajını tebliğ eden elçi son ve evrensel olmasaydı o zaman her bir kavme bir peygamber ve yine de aynı kavme bir kur’an’ın gelmesi gerekirdi.Fakat bu defa ne söz konusu kur’an’lar,ne de peygamberler son ve evrensel özelliğe sahip olurlardı.İşte son ve evrensel bir kur’an ve bir peygamberle hz.Adem’den başlayarak ilahi mesajlarının tüm özetini içnde barındaran evrensel bir kitap olan kur’an bütün insanlara indirilmiştir.Yani tek bir kur’an olmasaydı,ne evrensel bir kitap,ne de son bir kitap olurdu,ayrıca inananlarını da aynı çatı altında tutması da mümkün olmayacaktı.
        Türkler bİzim kitabımız ve bizim peygamberimiz,kürtler bizim kitabımız ve bizim peygamberimiz,Araplar,İngilizler,Almanlar,Ruslar,Hindüler,Pakistanlılar vs.her herkes bizim kitabımız ve peygamberimiz haktır,diyerek diğerlerine pek itibar etmeyecekti,herkes sadece kendi kitabına ve peygamberine inanır,diğerlerine inanmayacaktı.. yani bu şekildeki kur’an’ların,ve onu tebliğ eden peygamberlerin hiç biri de evrensel olamaycaktı. !!!

        Saygılarımla.

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Bilal
        size içinde sorular yönelttiğim koskoca paragrafı görmedinizmi? Yoksa görmezden mi geldiniz? Sn Toro ya cevap verme zahmetinde bulunup beni es geçmişsiniz. Yoksa bir problemi başka bir problemin üzerine inşaa ederek çözmeye çalıştığınızımı farkettiniz? Hani ne derler “Kaş yaparken göz çıkarmak “. ..cevap bekliyorum.
        Saygılar. …

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal,

        ‘’Yüce Allah kur’an’da ‘’ efela ta’kilun ve ‘’ le alleküm ta’kilün ‘’ Ey insanlar ! Siz bu bu kur’an’ı anlayıp kavramaya çalışmıyor musunuz? veya’’bu kur’an’ın mesajını anlayasınız ’’diye şeklindeki ifadeler sizce neyi anlatıyor? Bu kur’an evrensel ise herkes gücü nispetinde anlayıp kavramaya çalışmalıdır, Kur’an’daki bu ilahi mesajlar sadece bir kavmi veya bir halkı diğil,bütün insanları ilgilendirdiği için de hem doğal,hem de inancının gereği olarak kur’an’ı anlayan herkes gücü nispetinde ondaki mesajları bildiği dillere çevirmesi ve söz konusu dillerle anlatması zorunlu olmaktadır.Madem ki kur’anın evrenselliğine inanıyoruz,öylese evrensel olmasının bir gereği olarak onu anlayan herkes bildiği dillere de çevirip anlatması gerekir.!!!’’

        Demişsiniz, tamam bende zaten kitaptan gidelim istiyorum! Şimdi aşağıya alıntılayacağım ayetler üzerinden gidelim!

        ‘’Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.’’Yusuf,2-Diyanet

        ‘’Şüphesiz ki biz, bu kitabı, okuyup anlamanız için Arapça bir Kur’an olarak indirdik.’’ Yusuf,2-Taberi Tefsiri

        ‘’Andolsunki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.’’Nahl,103-Diyanet

        ‘’Şüphesiz biz, kâfirlerin “Bu Kur’anı Muhammede bir adam öğretiyor.” dediklerini çok iyi biliriz. Kur’anı Muhammede öğrettiğini iddia ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Kur’an ise açık, fasih Arapçadır.’’Nahl,103-Taberi Tefsiri

        ‘’Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.’’Şuara,193-195-Diyanet

        ‘’Ey Muhammcd, uyarıcılardan olasın diye bu Kur’anı açık bir.Arapça lisanıyla senin kalbine “Uuh’ul-cmin” olan Cebrail indirmiştir. ’’Şuara,193-195-Taberi Tefsiri

        Bu ayetleri arttırmak mümkün ama burada sizin doğru çevirinize muhtaç onlarca meali paylaşmak gereksiz!

        Şimdi elinizdeki kitabın muhtelif yerlerinde bu kadar fazla arpça vurgusu yapıldığı halde özellikle Nahl,103 teki yabancı dilli adam vurgusuda dikkate alındığıda siz hala ne anlatmaya çalışıyorsunuz anlamıyorum! Bakın kitabın tanrısı başka bir dili ima ettiğinde bunu rahatlıkla yapabiliyor, ayetler yukarıda! Hal böyle iken siz kitabın tanrısı tarafından öngörülmemiş, öngörülmediği içinde yönlendirilmemiş bir eylemin varlığından nasıl bahsedebilirsiniz?

        Evet

        ‘’Ey insanlar ! Siz bu bu kur’an’ı anlayıp kavramaya çalışmıyor musunuz’’ sizden alıntı

        diyor ama bunu yapabilmeniz için onu arapça olarak gönderdim diyor! Yani arap olmayan için kitabın başka bir dile çevrilmesini istemiyor, özellikle anlaşılmasının arapça olmasına bağlı olduğunu söylüyor!

        Sizde az değilsiniz;

        ‘’veya’’bu kur’an’ın mesajını anlayasınız ’’diye’’ sizden alıntı!

        Neden ayette ‘’diye’’ den sonra ne dediğini de paylaşmıyorsunuz! Hadi ben sizin yerinize yapayım;

        diye ‘’Arapça bir Kur’an olarak indirdik.’’

        Mesajı ANLAŞILSIN DİYE arapça indirilen bir kitap İngilizceye çevrilirse mesajı anlaşılabilir mi?

        ‘’Ramazan ayı öyle (bir aydır ki) bütün insanlara doğru yolu gösterici ve hidayet ile furkanın (hak ile batılı birbirinden ayıran hükümlerin) delilleri ihtiva eden KUR’AN,onda indirilmeye başlanmıştır.’’ (Bakara-185) bu vb.nice ayetlerde kur’an’ın bütün insanlara geldiğini açıkça vurgulanmaktadır.! Kur’an’ın evrensel olduğuna dair İnancının gereği olarak da onun mesajını bilen herkes bildiği dile çevirip anlatması da zorunlu olur.Yani illaki yüce Allah haydi bütün dillere de tercüme edin demesi mi gerekir di ? Onun evrensel olması nedeniyle,bütün dillere de tercüme edilip anlatılması hem doğal,hem de inancının gereği olarak zaten zorunlu olmaktadır.!
        Ayrıca hz.peygamberin arap olmayanlar lider ve halklara da kendi dilleriyle mektüp yazdırıp veya tercüme ettirip onları islama ve kur’an’a da davet emesi,kur’an’ın her dile tercüme edilip anlatması da tebliğ açısından da kur’an’a inancın bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. ‘’ sizden alıntı

        Sayın bilal
        Mesajı ANLAŞILSIN DİYE arapça indirilen bir kitap dili arapça olmayanlar tarafından anlaşılamayacağına göre muhatap alının insanlar arapça bilen insanlardır! Aksini hiçbir şekilde kanıtlayamazsınız, kitabın hiçbir yerinde bütün insanlar anlasınlar diye o dile meal edin şeklinde bir yönlendirme bulamazsınız! Çünkü bu kadar arapça vurgusu yapılan kitapta aksinin iddia edilmesi kendi varlığını inkardır!

        ‘’Ben nerede sadece bazı insanlar kur’an’ı anlayabilir,diğer insanlar anlayamaz! şeklkinde bir ifadeyi kullanmışım.? Ben veya diğer arkadaşların kullanmış olduğu böyle bir ifadeyi gösterebilir misiniz?’’ sizden alıntı

        Sayın bilal beni hafife aldığınız izlenimine kapılıyorum 🙂 Sizin, sizinle paylaşılan hemen hemen bütün meallerin hatalı çevrildiğini iddia ederek doğrusu budur (doğrusunu siz biliyorsunuz) dediğiniz her yazı sorduğunuz sorunun cevabıdır! Demek ki sizinle mealleri paylaşılan mealciler anlayamıyor siz ve sizin gibi olanlar (belki de sadece siz varsınız) anlıyor! Bu nasıl iş? Olayın başka bir yönü daha var ama ben oraya girmeyeceğim.

        ‘’Ayrıca ben diyorum ki,ancak kur’an’ın dilini iyi bilenler doğru meal yapabilirler,veya kur’an’ın arapaça haliyle ancak kur’an’ın dilini bilenler anlar. Mesela:Türkçe meal yoksa doğal olarak kur’an’ın arapça ayetlerinin tek bir kelimesini sizanlayabilecek misiniz? İnsan bilmediği bir dilde yazılmış olan bir kitabı okuduğunda ondan bir şey anlayabilir mi? Ama Türkçeye tercüme edilmiş bütün meallerden Türkçe bilen her insan anlar.Peki iddiamız nedir ? Biz diyoruz ki,söz konusu meallerde bazı ayetlerin çevirisi hatalıdır,bu hatalar yüzünden bazı ayetler sorunlu gibi görülmektedir.Yani kur’an’ın arapça metninde zerre kadar bir sorun yoktur,sorunlu gibi görülen bazı ayetler tamamen meal veya yorum hatasından kaynaklanıyor.Bu konu bu şekilde defalarca anlatıldığı halde galiba anlamak itemiyorsunuz.’’ Sizden alıntı

        Sevgili bial, yukarıda da yazdım! Hiçbir şekilde meal müessesesini elinizdeki kitaba dayanarak kanıtlayamazsınız! O yüzden yukarıdaki yorumlarınız sizin kendi temennilerinizle bezenmiş varsayımlarınızdır!

        Tekrar yazıyorum,

        ‘’Biz onu, akıl erdiresiniz diye ARAPÇA bir Kur’an olarak indirdik.’’Yusuf,2-Diyanet
        Siz bu ayetten ‘’mesajım herkese ulaşsın diye onu bütün dinlere çevirin’’ dediğini mi anlıyorsunuz?

        Ya da,

        ‘’Andolsunki biz onların, “Kur’an’ı ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur’an ise gayet açık bir Arapça’dır.’’Nahl,103-Diyanet

        yukarıdaki ayette peygamberinin söylediklerinin tanrıdan gelmediği ona bir yabancı tarafından öğretildiği iddiasını bertaraf etmek için o yabancının dilinin YABANCI olduğu savunmasını yapan kitabın tanrısının o yabancının arapça bir kitap öğretemeyeceğini açıkça söylemesinden ne anlıyorsunuz, ya da nasıl anlayamıyorsunuz? Tersten düşünüldüğünde kitabın dilinin o yabancıya da yabancı bir dil olduğu bu nedenle o yabancı dilli kimsenin, onu bilemeyeceği de söylenmiyor mu?

        Sayın bilal, kendine peygamberim diyenin evinde nasıl oturulacağı bile yani bu detay bile atlanmadan veriliyor ama mesajın arapça bilmeyen insanlara ulaştırılmasıyla alakalı çeviri işinin hangi kıstaslara göre ve kimler tarafından yapılabileceği belirtilmiyor öylemi? Bu konu özellikle kitabı sadece sizin doğru(!) çevirebildiğiniz düşünüldüğünde ayrıca ve açık olarak düzenlenmeye muhtaç görünmüyor mu?

        Tabi orayı, burayı feth etmeselerdi bu sorun (başka dile çevirme) ortaya çıkmayacak sizde sonradan ortaya çıkan bir problemin baştan çözülmüş olduğunu kanıtlamak adına olmadık cümleler kurmayacaktınız!

        Sizden bir ricam olacak! Başka bir konunun içinde sizden yardım istedim ama sanırım görmediniz! Bana aşağıdaki ayetin DOĞRU meali lazım! Sizden sonra içimde, diyanetin meali konusunda şüpheler oluşmaya başladı!

        ”De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız.” Ali İmran,84-Diyanet

        Ama lütfen parantez kullanmayın! Kullanırsanız meal diye birşey olamaz söylemini doğrulamış olursunuz!

      • toro dedi ki:

        -DÜZELTME-

        ‘’Biz onu, akıl erdiresiniz diye ARAPÇA bir Kur’an olarak indirdik.’’Yusuf,2-Diyanet

        Siz bu ayetten ‘’mesajım herkese ulaşsın diye onu bütün DİLLERE çevirin’’ dediğini mi anlıyorsunuz?

        Olmalıydı!

  201. bilal dedi ki:

    Sn.fossoyeur,

    ‘’İşte o ülkeler -ki, sana bunların başlarına gelenlerden bazılarını naklediyoruz- andolsun ki, onlara peygamberleri açık deliller ile geldiler. Daha önce inkar etmeyi adet edindikleri için, iman etmek istemediler.Allah kafirlerin kalplerini işte böyle mühürler! (A’râf 7:101….
    yukarıda verdiğim ayette (muhtemelen sana göre hatalı meal)daha öncesindeki ayet silsilesinide göz önüne alırsak (daha önceki ayetlerde bir takım kavimlerden ve bunlardan sadece peygamberlerin ve iman edenlerin kurtulduğu iddiası var)kurtulup ta inkar etmeyi adet edinenler kimlerdir ? ‘’ sizden alıntı’’

    Evet,her zaman internete girip bu sayfayı takip etme fırsatım olmadığı için buradaki sorunuzu yeni görüyorum !!!

    Yukarıda gösterdiğiniz mealde de hatlar vardır.Bunlar,

    a ) ‘’….Bunların başlarına gelen….’’ İfadesi tamamen yanlıştır.

    Zira söz konusu ayete‘’من أنبائها ‘’min enbaiha‘’Sana onların HABERLERİNDEN bir kısmını anlatıyoruz ! ’’ şeklinde bir ifade kullanılmıştır.Yani bu ayete azap veya felaketten söz edilmiyor.

    b) ‘’Anda olsun ‘’ ifadesi de yanlış olup,ayetin arapça metninde yoktur.Zira burada ‘’ولقد ‘’ velekad ‘’ yani ‘’muhakakk,hakikaten,doğrusu gib i‘’ anlatılanı ‘’ tekid eden bir ifade vardır,and ifadesi yoktur.

    c) Bu nedenle bu ayette na başlarına gelen bir felaket ve azaptan,ne de KURTULANLARDAN söz ediliyor!

    d) ‘’…inkar etmeyi adet edindikleri için..’’ ifadesi de yine hatalı olup,ayetin arapça metninde yoktur.
    Sadece bir ayete bu kadar çeviri hatası olmuşsa,gerisini siz düşünün !!!

    Öyleyse,A’RAF-101.AYETİN DOĞRU MEALİ AŞAĞIDAKİ GİBİDİR !

    ‘’ İşte o ülkeler ki,sana onların HABERLERİNDEN bir kısmını anlatıyoruz.Hakikaten elçileri onlara açık delillerle geldiler.Ama daha önceden (o hakikatleri) yalanlamaları nedeniyle yine iman eder olmadılar.İşte Allah (hakikatleri) inkar edenlerin kalplerine böylece (suçlu olduklarına dair) mühür vurmaktadır ‘’ şeklindedir.

    Nasıl ki bir firma kalitesiz ve sağlığa zararlı bir ürün ürettiğinde,ilgili makam da onun kapısına mühür vurmak suretiyle teşhir edip ceza veriyorsa,işte kur’an’da geçen bütün mühürleme olayı da aynen bunun gibidir.Yani ‘’hakikatleri inkar edenlerin suçları metafizik alemde‘’ teşhir etme mührü ‘’ vurulmaktadır.!!!
    Ayrıca bu mühür olayı kimseyi imansızlaştırmaz veya imansızlığa götürmez,çünkü bu mühür olayı (suçluyu teşhir etme olayı) onların iman etmediklerinden sonradır ( ! ), ondan önce değil ki,onların imansızlığına sebep olsun!!!

    Bu nedenle size ait ‘’ yukarıda verdiğim ayette…kurtulup ta inkar etmeyi adet edinenler kimlerdir? şeklindeki sorunuza cevap yazmaya da gerek kalmamaktadır,çünkü bu ayette ‘’ kurtulup ta inkar etmeyi adet edinenler ’’ yoktur,bunlardan söz edilmiyor !!!

    Saygılarımla.

    • bilal dedi ki:

      Not;Yukarıdaki yorumumu yanlışlıkla iki defa göndermiş olduğumdan dolayı özür dilerim.

  202. kadir dedi ki:

    sayın fossoyeur…

    ben kurana ve allaha iman edenler arasındaki ayrılıktan söz etmiştim.. sizinle bizim aramızdaki ayrılık benim nazarımda hiçbir öneme sahip değildir.. çünkü dinde zorlama yoktur. neden inanmıyorsunuz da demem.. sizin aklınız ve fikriniz kuranı inkarı seçti ise bu beni değil sizi ilgilendirir.. her zaman diyorum. kuranı aklı selim ve temiz fikirle okuyan her insan anlar ve allah bir hak olduğuna şahid olur.. kalbine perde çekercesine ve ateist sitelerin gazına gelerek, araştırmadan, düşünmeden kuranı inkar edenlere diyecek hiçbir sözüm yoktur.. yeterki ayetleri çarpıtmayın…

    saygılarımla…

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Kadir
      ben kurana ve allaha iman edenler arasındaki ayrılıktan söz etmiştim.
      ( sizden alıntı)

      Evt bir önceki yorumunuz da bundan bahsetmiş ve şöyle bir yorum getirmiştiniz; (çünkü kuranı okuyan her müslüman ne anlarsa anlasın sonucun allaha çıktığını, ve ondan bir hakikat olduğunu bilir.. ve en doğrusunu allah bilir der.. )
      Peki öylemi demiş müslümanlar?En doğrusunu Allah ın bilmesini beklemişlermi? Tarih boyunca altına imza attıkları vahşetleri buraya tek tek not düşmeme gerek varmı?(bu konuda bir talebiniz olursa hepsini ayrı bir yorumda not düşebilirim)…Dikkat buyrun bu bahsini ettiğim vahşetler kendi aralarında yaptıkları vahşetler. ..Günümüzde dahi bunun benzerlerini gözlemlemiyormuyuz? ..Peki buna sebep olan nedir?.Kur’an üzerinde düştükleri ayrılıklar değilmi?.şimdi düşülen ve binlerce insanın hayatına mal olan bu ayrılık sizce normalmi? ..Bu iddianızı sadece insan hayatına mal olan vahşetler üzerinden cevaplamayı yeterli buluyorum.haram lar helaller ibadet şekilleri kıl tüy kıyafet konularında düşülen ayrılıklara değinmiyorum bile….

      sizinle bizim aramızdaki ayrılık benim nazarımda hiçbir öneme sahip değildir.. çünkü dinde zorlama yoktur.

      (Sizden alıntı)

      Evet ikimiz arasındaki ayrılık sizce bir öneme sahip olmayabilir ama kitabınıza göre öylemi?Biraz realist olun ve cevap verin sizin kitabını za göre aramızdaki ayrılık bir öneme sahip değilmi?Birde kalkmışsınız okuduğunuz kitabı hiç anlamamışçasına bana dinde zorlama yoktur diyebiliyorsunuz. Buraya artık klişe olmuş savaş ayetlerini yazmayacağım .Hani diyorsunuz ya Kur’an ı bir bütün olarak ele alın cımbızlamayın diye bu yüzden genelinden çıkan hükmü ifade edeceğim. .114 surelik Kur’an hemen her suresinde inanmayanları sonsuz bir cehennem ile çılgın bir azap ile tehdit ederken siz hangi zorlama dan bahsediyorsunuz. …?

      her zaman diyorum. kuranı aklı selim ve temiz fikirle okuyan her insan anlar ve allah bir hak olduğuna şahid olur..
      (Sizden alıntı)

      Buradaki “anlamak” kelimesini siz hangi gerekçe ile yada hangi pozisyon itibarı ile teyit ediyorsunuz?Sizin doğru benim yanlış anladığımı neye dayanarak sonuçlandırıyorsunuz? Hadi ikimiz arasındaki anlamayı unutalım inananlar arasındaki anlamayı nasıl teyit ediyorsunuz?sonuçta her inanan sizin gibi kendi inandığının doğru olduğunu iddia ediyor…Kusura bakmayın ama öldükten sonra sonsuz bir cehennemi göze alarak kimse art niyetli olarak bir inanca yaklaşmaz.Hele ki bu inancın hakim olduğu bir toplumda doğup büyüdüyse. ..

      kalbine perde çekercesine ve ateist sitelerin gazına gelerek, araştırmadan, düşünmeden kuranı inkar edenlere diyecek hiçbir sözüm yoktur.. yeterki ayetleri çarpıtmayın…
      (Sizden alıntı)

      Buradaki insanların ne amaçla burada olduğu hakkında onlar adına yorum yapamam.kendi adıma olanı söyleyeyim. Siz benim araştırmadan düşünmeden ateist sitelerin gazına gelerek kuranı inkar ettiğimi nereden biliyorsunuz? Beni tanıyormusunuz? Hakkım da en ufak bir fikre sahipmisiniz? Ama siz sadece şu son cümlelerinizde bile bana birtakım ipuçları veriyorsunuz. Hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığınız şeyleri kolayca reddedebiliyor yada kabul edebiliyorsunuz. Ayetleri çarpıtma noktasında kendinize dönmenizi öneriyorum.inandığınız Tanrı’ya parantezler açıp onun adına konuşan ve avukatlığına soyunanlar sizlersiniz….
      saygılar…

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —kuranı aklı selim ve temiz fikirle okuyan her insan anlar ve allah bir hak olduğuna şahid olur (senden alıntı)

      ben Kuranı dikkatlice okuduğumda,
      evreni, adına dünya denilen kara parçasından ibaret sanan, gök yüzündeki yıldızları kandil sanan, güneşi ve ay’ı karpuz büklüğünde sanan, o kara parçasının sınırlarını da Arabistan yarım adasından, Anadolunun güneyinden, Kıbrıs adası, İran, Mısır ve Habeşistandan ibaret sanan ve tanrıyı bu kara parçasının hükümdarlarının hükümdarı sanan, Tevratta en ince detayına kadar anlatılan tahtına kurulmuş bir varlık olduğunu sanan (müşrikler dahil) 1400 sene önceki tanrı tasvirinin anlatıldığı bir kitap olarak anlıyorum,

      peygamber gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrının, ben tanrının elçisiyim diyenlere inanılmasını isteme hakkı bile yokken, ben tanrının elçisiyim diyenlere inanmayanları cezalandırma hakkı hiç yokken, adaletten bahsetmesini ise hiç anlamıyorum,

      inanırlarını savaşa teşvik eden, bunu sağlamak için de savaşı farz kılan, savaş yanlısı bir tanrıyı hiç anlamıyorum,

      fitne ortadan kalkıncaya kadar ve din Allahın oluncaya kadar onlarla savaşın diyen bir tanrıyı hiç ama hiç anlamıyorum, çünki Kuranın tanrısı inanırlarından imkânsızı istiyor,

      ben sıkıntıya gelemeyen biriyim, Müslümanlık ise zor zenaat, o nedenle ben almayayım,

      hele, kâfirlerle dost olmayın ayeti gönderildiğinde kendi kızını kocasından boşatan, evlilik müessesesine zerre kadar saygısı olmayan bir adamın dininden hiç almayayım.

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        yukarıda bahsettiğin konuları gerek ben olsun gerek bilal bey ve başka arkadaşlar olsun, etraflıca açıkladık… siz aynı şeyleri sormaktan bıkmadınız, aynı şeylere tekrar tekrar cevap vermekten bıktık. o yüzden islamdan kendine bir pay alıp almaman var bildiğin, veya bilmediğin allah ile senin arandadır. hakkında en hayırlısı ne ise o olsun..

        saygılar sunarım..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —yukarıda bahsettiğin konuları gerek ben olsun gerek bilal bey ve başka arkadaşlar olsun, etraflıca açıkladık… siz aynı şeyleri sormaktan bıkmadınız, (senden alıntı)

        siz bize cevap vermiyorsunuz ki, siz tüm Kuran tercümanlarının hatalı çeviri yaptıklarını iddia edip, kendi icad ettiğiniz, yani kelimelerin anlamını değiştirdiğiniz, yama yaptığınız ayetleri bize dayatmaya kalkıyorsunuz, üstelik bunu tüm İslâm alemini karşınıza alarak yapıyorsunuz,

        oysa ben size ne can alıcı sorular soruyorum, siz ise kem küm etmekten başka, minderin etrafında dolaşmaktan başka hiçbir şey yapmıyorsunuz?

        madem defalarca sorduğumuz sorulara cevap verdiğinizi söylüyorsunuz, o halde benim defalarca sorduğum bir soruya cevap ver,

        sizin iddianıza göre,
        hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadeleri, katil ve maktülün kim olduklarının birebir bilindiği anlamına geliyorsa,

        Kuranın tanrısı bakara-178’i gönderirken, hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükümlerini getireceğine cana can hükmünü getirseydi, cana can hükmüne göre suçlu cezalandırılamaz mıydı?

        vereceğin cevap çok basit,
        gerekçeni açıklayarak, cezalandırılırdı veya cezalandırılamazdı diyeceksin,

        haydi cevabını bekliyorum, senin için zor olmasa gerek?

        bunu cevapladığında sıradaki, yani üstünlük taslama sorusu gelecek,

        eğer yukarıdaki soruyu cevaplamakta zorlanırsan, tüm İslâm aleminden yardım alabilirsin.

      • toro dedi ki:

        Sayın 1 okuyucu,

        İnsanlar hep kendine peygamberim diyenin teyzesinin kızıyla yaptığı evliliğe takılıyor! Yaşını sorguluyor, peki neden kendine peygamberim diyenin amcası ebu lehebin oğullarıyla evlendirdiği kızlarının evlendiklerinde kaç yaşında olduklarına bakmıyor?

        Hani o elleri kurusun diye lanetlendikten sonra 10 sene daha yaşayabilen amcası!

        Belki ilgini çeker dedim!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        İslâmi kaynaklarda Muhammdenin kızlarının doğum tarihlerinden
        Zeynep; 600
        Rukiye; 604
        Ümmü gülsüm; 608
        Fatma; 610
        yılı olarak söz ediliyor,

        Muhammed 610 veya 611 yılında peygamberliğini ilân ettiğine göre ve kızları Rukiyeyle, Ümmü Gülsümü, peygamberlik iddiasından önce (611) Ebu Lehebin oğullarına verdiğine göre, herhalde Araplarda beşik kertmesi gibi bir gelenek varmış diyeceğim ama???

        kaynaklar evlendiklerinden ve Ebu lehebin oğullarına Muhammedin kızlarını boşamaları talimatı verdiğinden bahsettiğine göre, hatta İslâmi kaynaklar boşanmanın zifaf olayı gerçekleşmeden olduğunu söylediklerine göre, ya tarihlerde bir tutarsızlık var, yada Araplarda oldukça sapık bir adet var, herhalde Muhammed Ebu Talibin hatırını kıramadığı için bu işe evet demiştir,

        her neyse, ben başka bir şeyden söz etmek istiyorum, Muhammed peygamberliğini ilân edince kendisine ilk inananlar arasında kızları da var, herhalde Ebu lehep Muhammedin kızlarının atalarının dininden dönerek kâfir olduklarına hükmetmiş olmalı ki, oğullarından Muhammedin kızlarını boşamalarını istemiş?

        aynı şeyi, kâfirlerle dost olmayın anlamındaki ayet indiğinde, Muhammed kızı Zeynebi kocasından boşatmak suretiyle yapmıştı,

        demek Araplarda kâfirlerle dost olmamak gibi bir gelenek olmalı ki Muhammedle Ebu Lehep aynı şeyi yapmış, yani ikisininde kafa yapısı aynı, dahada yani al birini vur ötekine?

  203. kadir dedi ki:

    sayın fossoyeur…

    “114 surelik Kur’an hemen her suresinde inanmayanları sonsuz bir cehennem ile çılgın bir azap ile tehdit ederken siz hangi zorlama dan bahsediyorsunuz. …?” demişsiniz..

    siz kendinizi niye zorlanmış hissediyosunuz ki onu anlamış değilim. siz kurana ve allaha iman etmiyorsanız, ve cennet ve cehenneme inanmıyorsanız sizi bağlayan birşey varmı..

    bana gelecek olursak, ben bu hususu ciddye aldığım için bu bana bir müjde ve bir uyarıdır. ben allaha döneceğime inandığım için bu beni bağlar.. beni bağlasada iyilik yapma ve kötülük yapma konusunda irademe bir zincir vurulmuş değildir.. kendimi sorumlu hissetmesem bende her an kötülük ve çirkin işler yapabilirim.. bunda bir zorlama varmı?

    “Tanrı’ya parantezler açıp onun adına konuşan ve avukatlığına soyunanlar sizlersiniz….”

    bizler bizim velimiz rahman olan allahın emirlerine uymaya çalışırız. onu korumak haşa ne haddimizedir. sonsuz güç ve kudret sahibi olan bir varlık korunmaya ihtiyaç duymaz. sizi yaratanda bizi yaratanda odur. allaha karşı olan tutumunuz allahla sizin aranızdadır.. bizlerin burada yaptığı ise ayetlerin çarpıtılmasına cevap vermektir.. çünkü kuran sizin zannettiğiniz gibi bir kitap değildir.

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —allaha karşı olan tutumunuz allahla sizin aranızdadır.. bizlerin burada yaptığı ise ayetlerin çarpıtılmasına cevap vermektir.. (senden alıntı)

      o zaman aradan çekilinde Kuranın tanrısıyla görülecek hesabımıza maydanoz olmayın,

      ayrıca, ayetleri çarpıtan varsa, bunu yapan bizler değil, Kuranı Türkçeye tercüme edenlerdir,

      onlar ayetlerin anlamını çarpıtmasalardı, o zaman ben, tüm tercümanların hepsinin “taht” olarak tercüme ettikleri “arş” kelimesine “taht” demeyecektim, onun tahtı (arşı) su veya sıvı üzerindedir demeyecektim?

      ama kabahat sizde, yanlış çeviri yapan tüm Kuran tercümanlarını (sizin itibar etiğiniz zatı muhteremler dahil), hatalı çeviri yaptıkları konusunda uyaracağınıza, hiçbir kelimesini değiştirmeden, hiçbir yama yapmadan, ayetleri aynen birebir buraya kopyalayan bizlere haddinizi bilmeden hakaret etme küstahlığını gösteriyorsunuz,

      yani size göre, hatalı çeviri yapanları değilde, o çevirilerden bahsedenleri suçluyorsunuz, kusura bakmayın ama sizin bu yaptığınız, Kuranın tanrısının içinize ektiği kin ve nefret tohumlarının dışa vurumundan başka bir şey değildir,

      sizin bu durumunuzu bir örnekle açıklarsak, örneğin; Ahmet, Mehmedi kafaya takmıştır, başına ne gelirse hepsini Mehmetten bilir, Ahmedi Hüseyin de dövse, Ali de dövse, “seni kim dövdü” diye soranlara, “beni Mehmet dövdü” diye cevap verir, işte sizin durumunuzun, o takıntılı insanlardan hiçbir farkı yok,

      o nedenle, önce kendi evinizin önünü temizleyin, ondan sonra “evinizin önü temiz değil” diyenlere hakaret etme küstahlığı yaparsınız, yani önce haddinizi bilin.

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Kadir
      siz kendinizi niye zorlanmış hissediyosunuz ki onu anlamış değilim. siz kurana ve allaha iman etmiyorsanız, ve cennet ve cehenneme inanmıyorsanız sizi bağlayan birşey varmı..
      (Sizden alıntı)
      Size birisi gelip şu dediğimi yapmazsan seni döverim dese siz bunu bir zorlama yada tehdit olarak algılamazmısınız? İnanç açısından bizi bağlayan birşey yok elbetteki. Ama sosyolojik açıdan hepimizi bağlayan çok şey var bunu görmüyormusunuz? Müslüman mahallesinde bir kişi çıkıp ben inanmıyorum dese alacağı tepkiyi söylememe gerek varmı?Ya sizin okuduğunuz kitap başka yada benim okuduğum kitap başka…

      bana gelecek olursak, ben bu hususu ciddye aldığım için bu bana bir müjde ve bir uyarıdır. ben allaha döneceğime inandığım için bu beni bağlar.. beni bağlasada iyilik yapma ve kötülük yapma konusunda irademe bir zincir vurulmuş değildir.. kendimi sorumlu hissetmesem bende her an kötülük ve çirkin işler yapabilirim.. bunda bir zorlama varmı?.
      (Sizden alıntı )
      Sizin zorlama dan anladığınız nedir.?Hiçmi tarih okumazsınız? Daha önceki yorumum da buna değinmiştim kadir bey ama görüyorumki oralı bile olmamışsınız. Zorlama olmaması için seçenek sunar tercihi karşı tarafa bırakırsınız.sonsuz bir azap ile korkutup tercihi ni etkilerseniz bana zorla ma yoktur gibi bir iddia ile gelemezsiniz.

      bizler bizim velimiz rahman olan allahın emirlerine uymaya çalışırız. onu korumak haşa ne haddimizedir. sonsuz güç ve kudret sahibi olan bir varlık korunmaya ihtiyaç duymaz. sizi yaratanda bizi yaratanda odur. allaha karşı olan tutumunuz allahla sizin aranızdadır.. bizlerin burada yaptığı ise ayetlerin çarpıtılmasına cevap vermektir.. çünkü kuran sizin zannettiğiniz gibi bir kitap değildir.
      (Sizden alıntı )
      sonsuz güç ve kudret sahibi korunmaya ihtiyaç duymadığı gibi doğru yada yanlış anlaşılmayada ihtiyaç duymaz.hele hele yok ben şunu demek istiyordum kulum nolur bu yanlış anlaşılmayı parantezler açarak düzelt hiç demez.tanrınızın gücünü bu şekilde sınırlandıracak kadarda düşüncesiz davrandığınızı ne zaman fark edeceksiniz?
      dikkat ederseniz bilal beyede sizede cevap verirken kendi meal ve açıklamalarınız üzerinden cevap veriyorum.ne ayet çarpıtıyorum nede sizin kabul etmediğiniz ayetleri kullanıyorum.ayrıca zaten benim ayet çarpıtmam sözkonusu bile olamaz çünkü ben tercüman yada çevirmen değilim.siz bu sıkıntınızı lütfen ilgili mercilere iletin de bu yanlışı düzeltsinler. ..birde şu kuran bizim sandığımız bir kitap değildir iddianızı sizin nasıl sandığınızla açıklayarak bir aydınlatsanız. Nasıl bir kitap tır bu Kur’an ?
      saygılar….
      saygılar…

  204. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    sana söylenen her bilgiye siz inanıyomusunuz? bu kadar mı cahilsiniz? ben size bir çince bir metni çinceye tam vakıf olmadığım halde türkçeye çevirsem siz bana itibar edecekmisiniz? bir insanın profösör olması onun hatasız olması anlamına mı geliyor.. kuranı türkçeye çevirenler islamı tekeline mi almış ki onlara itibar etmemizi bekleyip her söylediklerine inanmamızı bekliyorsunuz..
    soruyorum size din gibi hassas bir konuda araştırmadan körü körüne birilerinin peşinden mi gitmek gerek.. işte sizin yaptığınız budur.. neymiş, müvessirler yanlış çevirmişte bende onların kurbanıyım? yok öyle yağma, işinize gelmeyince kendinizi nasılda temize çıkarıyorsunuz. eğer ortada bir yanlış çeviri veya yanlış bir yorum var ise bizde sizin gibi aynı durumdayız.. siz nasıl asılsız bilgi ile karşı karşıyasanız, bizde sizinle aynı durumdayız.. tek farkımız biz emin olmadığımız bilginin peşinden gitmiyoruz ve bizler allaha iman ediyoruz.. o imanımızıda en doğru şekilde yaşamaya çalışıyoruz. ve bunun için çaba gösteriyoruz. bizim bu çabamız sizin islamı çarpıtmanıza engel olduğundan içiniz içinizi yiyor. buraya saçma sapan, aslı astarı olmayan şeyler yazarak laf kalabalığı yapıyosunuz.. okuyucu… madem doğrunun imansızlık olduğunu düşünüyosan, başkalarına ve başkalarının inançlarına saldırıda bulunmada örnek bir imansız insan görelim. kendi türlerinede örnek olursun. belki bizleride etkilersin.. benim veya buradaki diğer müslüman kardeşlerimin senin tanrına veya senin inancına hakaret ve saldırı yaptıklarını gördünmü? işte sizinle bizim aramızdaki fark budur.. “dinde zorlama yoktur”

    “fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın..” bu ayette geçen fitne kelimesi; dinden zorla döndürme, yurttan zorla çıkarma, vs.vs. anlamlarına geliyor.. sizi zorla yurdunuzdan ve dininizden çıkarsalar siz paşa paşa çekip gidermisiniz, yoksa hakkınızı aramak için mücadelemi edersiniz..
    işte siz böyle bir zihniyete sahipsiniz.. neymiş kuran savaşı emrediyomuş, kuranı çarpıtmadan önce kendi zihniyetinizi bir gözden geçirin.. nasıl bir hatada olduğunuzun belki birgün farkına varırsınız.. varmasanızda sizden başkalarının inancına karşı hoşgörü ve saygı temennisinde bulunuyorum..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      “fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın..” bu ayette geçen fitne kelimesi; dinden zorla döndürme, yurttan zorla çıkarma, vs.vs. anlamlarına geliyor.. sizi zorla yurdunuzdan ve dininizden çıkarsalar siz paşa paşa çekip gidermisiniz, yoksa hakkınızı aramak için mücadelemi edersiniz.” sizden alıntı

      Mekkeli müşriklerde tam bunun için onlarla savaşmış olabilirmi? Sanki siz mekkedeki mevcut düzeni temsil edenler sonradan başka bir inanca yönlendirilmek isteyince yurtlarından ayrılmak zorunda kalmışlar gibi anlatıyorsunuz! Ben anlamadım, mekkeliler kuranın tanrısına inanıyorken dışarıdan gelen müşrikler onları putlara inanmayamı zorladılar?

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        “Mekkeli müşriklerde tam bunun için onlarla savaşmış olabilirmi? Sanki siz mekkedeki mevcut düzeni temsil edenler sonradan başka bir inanca yönlendirilmek isteyince yurtlarından ayrılmak zorunda kalmışlar gibi anlatıyorsunuz! Ben anlamadım, mekkeliler kuranın tanrısına inanıyorken dışarıdan gelen müşrikler onları putlara inanmayamı zorladılar?” sizden alıntı..

        bu nasıl bir cümle ve nasıl bir ifadedir.. anlam kargaşasına gerek var mı? neden açık ve net olmuyosunuz.. iman edenleri yurtlarından çıkaran kimlerdi? dinlerinden döndürmek isteyen kimlerdi.. iman edenler mekkeli putperestlerimi yurtlarından çıkarmış.. bütün savaşlar mekke çevresinde mi gerçekleşmiş? fitne çıkaran iman edenler mi yoksa mekkeli müşrikler mi? size vicdanınızı devreye sokun diyorum ama görüyorum ki sizde vicdan kalmamış, birgün size ve sevdiklerinize yapılan baskılar sonucu sizi ve sevdiklerinizi inandığınız ve yaşadığınız değerlerden zorla uzaklaştırırlarsa o zaman anlarsınız.. görülüyor ki siz bir konuyu tecrübe etmeden anlama kapasitesine sahip değilsiniz..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Anlayamadığınız nedir?

        İman edenler sadece iman mı ediyorlardı yoksa iman ettikten sonra iman etmemişlerin (müşriklerin) tanrılarına hakaret edip onları yanlış yolda olmaklamı itham ediyorlardı? Sizce yüzlerce yıldır atalarının dinine ya da tanrılarına inanan müşrikler tanrılarına hakaret edildiğinde ve bu yüzden aptal olmakla, yanlış yolda yürümekle itham edildiklerinde boyunlarınız eğip doğrudan ”siz öyle diyorsanız doğrudur” mu demeliydiler?

        Ben şimdi size yanlış yapıyorsunuz, yanlış tanrıya inanıyorsunuz, anlamıyorsunuz desem bana hiç itiraz etmeden söylediklerimi kabul edip hemen dininizi dolayısıyla tanrınızı değiştirir miydiniz?

        Peki mekkede iman edenler iman etmeyenlerin dinini değiştirmeye, tanrılarını kötülemeye başladıklarında mağdur olan ve rahatsız edilmeye başlanılanlar iman edilmiş olanlar mı oluyor?

        Daha öncede söyledim, şuan mekkede ki safa tepesine biri çıkıp (aynı kendine peygamber diyen gibi) mekkelilere yanlış yoldasınız, yanlış ve çaresiz bir tanrıya inanıyorsunuz, göremiyor musunuz diye seslense o insanın mekkede kendine inanlarla birlikte yaşamasına izin verilir mi? Peki bu arkadaşlar baskılar sonucu mekkeden ayrılmak zorunda kaldıklarında onlara da mağdur der miydiniz?

        Peki atalarının dinine inanmayı sürdüren bir ailenin çocuklarını kendi taraflarına çekip o çocukları öz ailelerine sırf atalarının dinine inanmaya devam ediyorlar diye düşman ettiklerinde (isterseniz daha önce nu konuyla alakalı paylaştığım ayetleri yine paylaşırım) bunun adı da,

        ”birgün size ve sevdiklerinize yapılan baskılar sonucu sizi ve sevdiklerinizi İNANDIĞINIZ ve yaşadığınız değerlerden zorla uzaklaştırırlarsa o zaman anlarsınız..”

        olmuyor mu?

        Diyorum ya siz kendinize müslümansınız! 25.000 kişilik bir şehirde iman eden 30 kişi mağdur iman edenlerin tanrılarını aşağıladığı 24.970 kişi zalim! Ve o şehir o 30 kişin yurdu ama diğer 24.970 kişinin değil!

        Bunu da anlamazsanız, merak etmeyin daha da açık anlatabilirim, istemeniz yeter!

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —sana söylenen her bilgiye siz inanıyomusunuz? bu kadar mı cahilsiniz? ben size bir çince bir metni çinceye tam vakıf olmadığım halde türkçeye çevirsem siz bana itibar edecekmisiniz? bir insanın profösör olması onun hatasız olması anlamına mı geliyor.. (senden alıntı)

      amma saçmalamışsın ha!

      verdiğin örnek yanlış, biz alelade bir kitaptan bahsetmiyoruz, sen yarım yamalak Çince bilginle Türkçeye kitap çevirebilsen bile, Arapçaya tam vakıf olmadan Kuranı tercüme etmeye cesaret bile edemezsin,

      bir insanın profesör olması onun hatasız olmayacağı anlamına gelmiyor, öyle olsaydı insanlar tanrıyı bırakıp profesörlere tapardı, o nedenle gerektiğinde en sade vatandaş bile aklına yatmayan şeyler olduğunda kendisine her türlü eleştiriyi getirebilir, benim buradaki söylemlerimin çoğu eminim branşı din alanında olanların kulaklarını çınlatıyordur,

      — soruyorum size din gibi hassas bir konuda araştırmadan körü körüne birilerinin peşinden mi gitmek gerek.. işte sizin yaptığınız budur.. neymiş, müvessirler yanlış çevirmişte bende onların kurbanıyım? yok öyle yağma, işinize gelmeyince kendinizi nasılda temize çıkarıyorsunuz. eğer ortada bir yanlış çeviri veya yanlış bir yorum var ise bizde sizin gibi aynı durumdayız.. siz nasıl asılsız bilgi ile karşı karşıyasanız, bizde sizinle aynı durumdayız (senden alıntı)

      körü körüne birilerinin peşinden gidenler, kendilerini güdülecek koyun sananlardır,

      din gibi hassas bir konuda, Arapça bilmeyen toplumlarda, resmi makamlardan tescilli Kuran tercümelerine itibar edilir, bunun raconu budur, yani olması gereken budur, çünki hiç kimsenin Kuranı öğrenmesi için Arapça bilmesine gerek yoktur, çünki tercümanlar bunun için vardır, bunu körü körüne birilerinin peşinden gitmek gibi göstermeye çalışmak için ya Arap olmak lâzımdır, yada Arap uşağı?

      bizim yaptığımız ise tüm Müslümanlar gibi mevcut Kuran tercümelerine itibar etmekten ibaret, ayrıca temize çıkması gerekenler varsa o biz değiliz, yanlış tercüme yaptıklarını iddia ettiklerinizdir,
      hadi artık şu evinizin önünü süpüründe, bizede söyleyecek söz kalmasın?

      Kuranı tercüme edenler niye kuranı tekellerine almış olsunlar, ne biçim mantık bu? Arapça bilmeyen bir toplumda elbette kuranı Türkçeye tercüme edenler olacaktır, bundan daha doğal ne olabilir ki? yoksa Kuranı okumak için tercümelerden vaz geçip Arapçamı öğrenecektik?

      ayrıca, Arapça bilmeyen herkes, istediği kişinin tercümesini alarak Kuranı Türkçe okuyabilir, ben fetbazlık konusunda fazla cesaretli olamayacağını varsaydığım için genellikle diyanetin tercümelerine itibar ediyorum,

      Kuranın mevcut tercümeleri dururken tekrar tercüme etmeye kalkanlar ise, 1400 sene önceki tanrı anlayışına göre dizayn edilmiş kitabı nasıl kurtarırız derdine düşmüş olanlardır ama ne yapsalar kurtaramazlar, kurtarmak istiyorlarsa, tıpkı Arabın dediği gibi, dünya düzdür desinler olsun bitsin,

      hiçbir dil birbirine birebir tercüme edilemez, bazı kelimelerin cümle içerisindeki anlamının ne olacağına bakılarak uygun kelimeler bulunur, tıpkı sınavlarda boşluk bırakılan yerlere cümlenin anlamına uygun düşecek kelimeler bulmak gibi,

      bu konuda şansını en çok zorlayanlardan biri (Y.N.Ö.) bile, tüm zorlamalarına rağmen “turunç göğüslü yaşıt kızlar” demekten öteye gidememiştir, “arş” kelimesinin karşılığı “taht” olmalı ki hepsi “taht” şeklinde tercüme etmişlerdir,

      sen güdülecek koyun musun ki, onların her söylediklerine inanıp inanmama gibi bir kriterden söz ediyorsun, onların her söylediklerine (yorumlarına) inanacaksın diye bir şey yok, evrenin tanrısı sanada banada akıl vermiş, sende aklınla Kurandaki ayetlerin ne anlama geldiğini anlayabilirsin, anlayamadıkların ise senin değil, Kuranın tanrısının suçu olur,

      merak etme! bu konuda yalnız değilsin, çünki müteşabih ayetlerin anlamını Kuranın tanrısından başka hiç kimse bilmiyor,

      Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. (ali İmran-7)

      eğer itirazın varsa, git itirazını diyanete yap,

      eğer ortada asılsız bir çeviri olduğunu iddia ediyorsanız, sizin böyle bir iddiada bulunabilmeniz için, Arapçayı ve dil yapısını bu Ülkede Arapça bilen herkesten çok daha iyi bilmeniz ve ayetlerin yanlış tercüme edildiğini bilmeniz gerekir,

      öyle afaki söylemlerle bir yere varamazsınız, böyle bir iddianız varsa bunun adresi bellidir, burada yakınıp sızlanmak değildir,

      diyanet başta olmak üzere, alırsınız karşınıza hepsini, bir de Arap veTürk dilini ve yapısını çok iyi bilen uzman Araplarla birlikte kafa kafaya verirsiniz, diyanet sizin iddianızı resmi kanallardan resmen ilân eder, ve sitesindeki kuran tercümesini sizin belirlediğiniz şekilde günceller?

      sonra ne mi olur? hiçbir şey olmaz, ben yine aynı soruları sormaya devam ederim,

      iyisimi siz gelin Arap’ı dinleyin, “dünya düzdür” deyip geçin gidin?

      –“fitne ortadan kalkıncaya kadar onlarla savaşın..” bu ayette geçen fitne kelimesi; dinden zorla döndürme, yurttan zorla çıkarma, vs.vs. anlamlarına geliyor.. sizi zorla yurdunuzdan ve dininizden çıkarsalar siz paşa paşa çekip gidermisiniz, yoksa hakkınızı aramak için mücadelemi edersiniz..
      işte siz böyle bir zihniyete sahipsiniz.. neymiş kuran savaşı emrediyomuş, kuranı çarpıtmadan önce kendi zihniyetinizi bir gözden geçirin.. nasıl bir hatada olduğunuzun belki birgün farkına varırsınız.. varmasanızda sizden başkalarının inancına karşı hoşgörü ve saygı temennisinde bulunuyorum..( senden alıntı)

      ne güzelde beyniniz yıkanmış sizin, siz fitne sebebi olarak, 12 yıl elini kolunu sallaya sallaya din propagandası yapan, Mekkeli müşriklerin inancına küfreden, Amcası ölünce kaçacak delik arayan birini mi? geçmişte yaşadığı toprakları işgal etmeye kalkan (Mekkenin fethi) birini mi? yurdundan zorla çıkarılmış bir olarak sunuyorsun, tarihte, mevcut fetihler içerisinde yaşadığı toprakları fethetmeye kalkışan başka biri yok,

      Ebu Süfyan (hiç kimseye dokunulmayacağının garantisini verilmeseydi teslim etmeyecekti) Mekkeyi Muhammede teslim etmeseydi, Emeviler Mekkeyi işgale geldiklerinde yakıp yıkacak bir yer bulamayacaklardı herhalde,

      sen fitne derken, sadece kâfirleri mi anlıyorsun, sizin sınav mantığına göre sınava söz konusu olan her şey fitne sebebidir,

      Kuran denilen kitap sizin içinize öyle bir fitne yerleştirmiş ki, bütün ömrünüz dünya yerinde durdukça birbirinizi boğazlamakla geçecek, yani bize hiçbir zaman sıra gelmeyecek,

      evet Kuran size savaşmayı emrediyor, gücünüz yettiğinde kılıcınızla, gücünüz yetmediğinde propagandayla,

      bizde sizin inancınıza bir şey demiyoruz, biz, bize karşı son derece art niyetli olan kitabınızın sizi yanlış yönlendirdiğini düşünerek bize getirdiğiniz eleştirilerin, hatta bazı çirkin yakıştırmaların sorumlusu olarak sizi değil, Kuranı görüyoruz, o nedenle sahip olduğumuz zihniyet gereği Kuranın tanrısına verip veriştiriyoruz?

      madem bu kitap evrensel ve herkese gönderildiği iddia ediliyor, yani Kuran hem size hem bize hitap ediyor, o halde bu kitap hiç kimsenin tekelinde olamaz, herkes kitapla ilgili söz söyleme hakkına sahip olur,

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu
        Öncelikle Sayın Toroya verdiğim cevabı okuyup onun yerine de olsa cevap verme zahmetine girdiğin için teşekkür ediyorum fakat bilmeni isterim ki bana sunduğun verilerin hepsi boş…Madem zahmet ettin; Sayın Toro yerine yazdığım yorumun hepsine cevap verseydin daha iyi olurdu? Cımbızlama yapmışsın !
        Bu forumu takip ettiğim kadarasıyla deistsin yani bir Tanrıya inanıyorsun.Gelelim yorumuna…
        __sorulan soruya verdiğin cevap senin tanrı anlayışının itirafından başka bir şey değil, yoksa sende tanrının tahtının (arşının) suyun veya sıvının üzerinde olduğuna inananlardan mısın? (senden alıntı)
        Tanrı anlayışımın itirafı !!!!! Hayırdır benim Tanrı anlayışımın itiraf edilesi bir şey olduğuna sen mi karar veriyorsun ? Hep aynı argümanlarla geliyorsunuz ? Yok arş yok taht yok su … Tanrının tahtı olacak suyun üstünde olacak ta bunun tanrısallıktan uzak olduğuna siz mi karar vereceksiniz ?
        __1400 sene öncekiler Kuranın tanrısının tahtını gökyüzünde sanıyorlardı, siz evrenin üstünde sanıyorsunuz? (senden alıntı)
        Okuyucu ben farklı boyut diyorum sen evrenin üstü diyorsun kendinde misin ? Böylesi buram buram cehalet kokan cümleleri kurmak için zorluk çekiyor musun ?
        Canlı varklıkların beslenme menülerinden tutunda insanın besin zincirinin en tepesinde neyi yapıp neyi yapmayacağına kadar herşeyi izah etmeye çalışmışsın!!
        Öncelikle dostum insanı besin zincirinin bi parçası olan TÜR olarak düşünüyorsan tıpkı Sayın Toro gibi o halde Sayın Toronun cevap veremediği yada vermek istemediği sorulara cevap vereceksin !! Hani sayın Toro bi TÜR olan insanın dünyadaki olumsuz eylemlerine kızmayp bu eylemleri birde kutsamaya çalışmasına veya kutsamasına kızdığı mevzu varya !!! İşte o mevzuda bi kaç soruda sana sorayım

        1_Örneğin aslan sürüsünün bufalo sürüsüne saldırması, bu saldırı eylemlerinden sonra da böbürlenip övünmemesi tamamen iç güdüsel ve doğanın icaplarından! Eh insanda size göre bir tür olduğuna göre onunda savaşta dahil tüm eylemleri doğanın icaplarından fakat bu eylemler sonrasında eylemlerini kutsayıp haddini bilmemesi mi doğaya aykırı ve sinir bozucu ???
        2_Tanrının doğa yasalarının dışına çıkmayı insan nasıl başardı ?
        3_Bu Tanrıyıda kızdırıyor mudur ? Ulan savaşıyorsunuz savaşıyorsunuz niye bu savaşı kutsuyorsunuz diyor mudur ?
        4_İnsanda doğaya aykırı bişey var bu şey insanı türlerden ayırıp ırk yapıyor işte bunun sebebide yaratan ve yaratan bu sorumluluğu yüklediği insana hesap soracak !! Avını yedikten sonra küçük bir tepede kükreyen aslandan hiç nefret ettin mi peki neden insanın bazı eylemlerini doğadaki sisteme aykırı bulup hadsizlikle suçluyorsun doğanın bütün gizemini mi çözdün yoksa yada Tanrın sana ağrı dağında vahiy mi indirdi insanın eylemlerinin yanlışlığını gösteren??
        Ya insanı Irk diye kabul edin yada insana tür diyorsanız besin zincirinin en tepesine ulaşmış bi tür diyorsanız onu diğer tüm canlı türlerinden ayırmayıp yazının icadıyla başlayıp Irakın işgaline kadar olan bütün vahşetleri tamamen doğanın icaplarından görüp sinirlenmeyeceksiniz.Hatta kutsama ve böbürlenme işinide doğanın icaplarından göreceksiniz !
        __insanoğlu haddini bilecek, sahip olduğu av silahları nedeniyle besin zincirinin en tepesinde olma avantajını vahşice kullanarak, ister av, ister avcı hayvan olsun, hiçbirinin türünü yok etmeye hakkı olmadığını bilecek.( senden alıntı )
        Yahu insan oğluna haddini bildirmek sana mı kaldı ? Doğa böyle istedi hani senin söyleminle Tanrı sistemi kurup bi kenara çekilmişti ya evet tanrının sistemi bu !!! Peki bu sistemde senin inandığın Tanrı sisteme ayar vermeni istedi mi senden ?????
        Yada Tanrısız doğanın sistemi bu !!!
        SİZE NE İNSANLARIN SAVAŞLARINDAN SİZE NE BESİN ZİNCİRİNDE EN TEPEYE ÇIKMIŞ TÜRÜN DİĞER TÜRLERE OLAN YAKLAŞIMLARINDAN BU DÜNYADA ASLANLA BUFALONUN SAVAŞI DOĞAL DA İNSAN TOPLULUKLARININ SAVAŞI MI DOĞA DIŞI HANİ İNSANDA DİĞER CANLILAR GİBİ SADECE Bİ TÜRDÜ ? HAYIRDIR YOKSA İNSANDA FARKLI BİŞEYLER Mİ GÖRÜYORSUNUZ ?BEYLER SİSTEM BU İNSANDA Bİ TÜR OLARAK DOĞANIN YADA SİZİN İNANDIĞINIZ TANRININ ONA YÜKLEDİĞİ GÖREVİ YERİNE GETİRİYOR SİZE NE OLUYOR ?
        Şayet size bir yerlerden dünyadaki sistemi eleştirme değiştirme dizayn etme emri geldiyse o şeye söyleyinde bunun bu dünyada mümkün olmadığını anlayıp adına adalet mi dersiniz intikam mı dersiniz her neyse o kavramların içini dolduracak hamleyi dünyanın ömrü son bulduğunda yapsın !!!!

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Öncelikle Sayın Toroya verdiğim cevabı okuyup onun yerine de olsa cevap verme zahmetine girdiğin için teşekkür ediyorum fakat bilmeni isterim ki bana sunduğun verilerin hepsi boş…Madem zahmet ettin; Sayın Toro yerine yazdığım yorumun hepsine cevap verseydin daha iyi olurdu? Cımbızlama yapmışsın ! (senden alıntı)

        önce şunu söyleyeyim, burası diğer sanal ortamlarda olduğu gibi herkese açık bir forumdur ve sanal alem formatı gereği, kişilere hitaben yazılmış olsa bile herkesin konulara müdahil olup bir şeyler söyleme hakkı vardır, o nedenle kişileri tekeline alma hakkına sahip değilsin, yani forumdaki mesajlaşma trafiğini kişilere indirgeyerek kısıtlayamazsın,

        benim konuya müdahil olmamdaki amacım, tanrının insanlarla kurduğu iletişimi zaman boyutuyla ilgili açıklamaya kalkman üzerine bir soru sormak içindi,

        (bana göre zamanda yolculuk diye bir şey yoktur, nano saniyelerle bile ifade edilemeyecek çok küçük bir zaman dilimini tarif eden “içinde yaşanılan anlar vardır” ve bu ard arda gelen “içerisinde bulunulan anlar” devamlı ileriye doğrudur, yani geçmişte yaşanmış olan şeyler yaşanmış ve bitmiştir, o nedenle bana göre uzay zaman denilen bir boyut yoktur)

        haliyle yaptığın anlatımın tanrının her yerde olduğu, insanlarla iletişim kurması için zamana veya boyuta ihtiyaç duymayacağı tanrılık ilkesi gereği olarak herkesçe kabul edildiğine göre???

        Kuranın tanrısının insanlarla iletişim kurmasını zaman, boyut gibi kavramlarla açıklamaya kalkman üzerine sende mi öyle düşünüyorsun gibisinden kinaye yaparak bir soru sordum, hepsi bu

        —Tanrı anlayışımın itirafı !!!!! Hayırdır benim Tanrı anlayışımın itiraf edilesi bir şey olduğuna sen mi karar veriyorsun ? Hep aynı argümanlarla geliyorsunuz ? Yok arş yok taht yok su … Tanrının tahtı olacak suyun üstünde olacak ta bunun tanrısallıktan uzak olduğuna siz mi karar vereceksiniz ? (senden alıntı)

        tanrının suyun üzerinde tahtı olup olmadığına siz karar vereceksiniz, ben değil,

        çünki benim tasavvur ettiğim tanrı anlayışımda, tanrının gücüne mekan belirterek sınır konulamaz, konulursa o varlık benim için tanrı olmaz, çünki tanrının gücü sınırsızdır ve tanrının gücünün sınırsız olduğu ifade eden tek bir gerçek vardır, o da sonsuz boşluktur,

        eğer iddia edildiği gibi yanlış anlamalar, hatalı tercümelerden kaynaklanıyorsa ve tüm ayetlerin hepsi hatalı tercüme edildiyse? Tevratta en ince detayına kadar anlatılan tanrının tahtı, Tevratta tahrif? edilmiş ayetlerden ise bir sorun yok,

        hani Muhammed peygamber olduğunu iddia ettiğinde, itiraz edenler, “nereden bilelim peygamber olduğunu, ya yalan söylüyorsan?” sorusunu sorduklarında, Muhammedin “ya doğru söylüyorsam” diyerek cevap vermesi gibi,

        yanlış tercüme edildiği iddia edilen ayetler, gerçekten doğru tercüme edilmişse??? bu durumda senin yüce imamnın gereği, tanrının bir tahtı olduğuna ve tahtının su veya sıvı üzerinde olduğuna inanmaktan başka seçeneğin yok? çünki aksini iddia etmen dinden çıkman demek olur?

        —ben farklı boyut diyorum sen evrenin üstü diyorsun kendinde misin ? Böylesi buram buram cehalet kokan cümleleri kurmak için zorluk çekiyor musun ? (senden alıntı)

        buram buram saldırı kokan bir cümle kurmuşsun, cevap vermekte zorlandığınızda, yani sıkıştığınızda her zaman böyle yaptığınız için alıştık artık?

        verdiğim cevap niye cehalet koksun? senin farklı boyutlardan bahsetmen, Tevrattaki ve Kurandaki arş ayetlerini ortadan kaldırır mı? demek, tanrının insanlarla iletişim kurması için, su üstündeki tahtından verdiği emirleri farklı boyutlara geçen yardımcılarıyla iletmesine ihtiyacı var?

        cehalet arıyorsan bende değil, Kuran ayetlerini tercüme edenlerde ara,

        Tevratın tanrısı dünyayı 6 günde yaratıp, (israiliyata göre haftanın günleri) sonra su üzerindeki arşına istiva etmiş, hatta her ne kadar tanrı için yaratmak zor bir şey olmasa da dünyayı yaratması biraz zaman aldığı için yorulmuş ve tahtında istirahate çekilmiş,

        gerçi Kuranın tanrısı “üstelik o yorulmadı” diyerek, bir tanrının yorulabileceğini sanmak gibi ilkel bir tanrı anlayışına açıklık getirerek, Yahudilerin kırdığı potu düzeltmeye çalışmış,

        haliyle ayetlerde bir tahtı olduğu söylenen bir tanrının, tahtının yeryüzü seviyesinden yüksekte olacağı aşikar? evrenin yeryüzünden ibaret sanıldığı bir devirde, tanrının tahtının gökyüzünde olacağı, evrenin yeryüzünden ibaret olmadığının anlaşıldığı bir devirde, haliyle tanrının tahtı evrenin üzerindeki su üzerinde olacaktır, tabi bu kurgulama dünyanın düz olduğu bir durum için geçerlidir, yoksa boşlukta yön yoktur,

        sen tanrına dua ette, arş ile ilgili ayetler, saba melikesi Belkısın arşı, yanlış tercüme edilmiş olsun?

        —Öncelikle dostum insanı besin zincirinin bi parçası olan TÜR olarak düşünüyorsan tıpkı Sayın Toro gibi o halde Sayın Toronun cevap veremediği yada vermek istemediği sorulara cevap vereceksin (senden alıntı)

        toronun cevap veremeyeceği hiçbir soru yoktur ama toronun sorduğu sorulara dobra dobra cevap verebilecek hiç kimse yoktur, cevap verebilmek için adamda mangal gibi yürek ister, bunu da dini inançlara sahip kişilerin yapabileceği bir şey değildir,

        çünki yüce imanlarını sakatlamayı göze alamazlar, o nedenle tıpkı senin bana yaptığın gibi çirkin yakıştırmalarla saldırma küstahlığına başlarlar, adet yerini bulsun gibisinden verdikleri cevapların ise minderin etrafında dolaşan kaçak güreşçiden bir farkı olmaz,

        —1_Örneğin aslan sürüsünün bufalo sürüsüne saldırması, bu saldırı eylemlerinden sonra da böbürlenip övünmemesi tamamen iç güdüsel ve doğanın icaplarından! Eh insanda size göre bir tür olduğuna göre onunda savaşta dahil tüm eylemleri doğanın icaplarından fakat bu eylemler sonrasında eylemlerini kutsayıp haddini bilmemesi mi doğaya aykırı ve sinir bozucu ??? (senden alıntı)

        sen hiç yediği peynire üstünlük taslamaya kalkan insan gördün mü?

        aslanın bufalo sürüsüne saldırması tamamen beslenme amaçlıdır, yani aslanın bufaloya üstünlük taslama gibi bir amacı yoktur,

        adına dünya denilen fahişe, üzerinde besleyeceği canlı varlık sayısını, (kendi istiab haddini) konrol altında tutabilmek için, adına insan denilen türün çoğalmalarını sınırlayacak herhangi bir kriter olmaması nedeniyle, aşırı çoğalmalarını önlemek için sunduğu yer altı ve yer üstü nimetlerle, insanları birbirine düşürerek üzerinde barındıracağı insan sayısını konrol altına almaya çabalar, çünki evrenin tanısı doğa yaslarını düzenlerken dünyaya böyle bir görev biçmiştir,

        o nedenle insanlar arasında meydana gelen çıkar çatışmalarının sebebi, çekim gücü göz ardı edilemeyecek olan cazibe merkezli bir dünyadır.

        insanlar bu nimetleri elde etme kavgasında, ırk, ideoloji, din, vb. enstrümanları kullanırlar, o nedenle insanlık tarihine baktığımızda kanlı savaşlardan ibaret olduğunu görürüz, yani insanlık tarihi dediğimizde aklımıza savaşlar gelir,

        eğer insanlar arasında çıkar çatışmaları olmasaydı, savaşlarda olmazdı,

        savaşların olmadığı bir dünyada, eceliyle ölümler dışında herhangi bir ölüm olayı olmayacağından insan nüfusu aşırı bir şekilde artar, avcı hayvanlar dahil, mevcut besin kaynakları tüketildikten sonra insanların beslenme menüsü insanlardan meydana gelirdi, bu durum da adına insan denilen türün binlerce sene önce yok olmasına sebep olurdu,

        yani savaşlar, insan neslinin devamı için olmazsa olmaz bir şarttır ama hakkını vermek lâzım, yeryüzünde insanların maddi çıkar çatışmalarına son verdiğini varsaysak bile, dinler yinede insanların birbirlerini boğazlamaları için yeterli sebep olurdu, çünki inanç temelli kavgalar hiç bir zaman bitmez, günümüzdeki hır gürlerin temelinde de dine endeksli kavgalar vardır, yani dinler insan türünün devamını sağlayan yegâne unsurdur, dolayısıyla insan türünün devamına yaptığı katkı inkâr edilemez,

        o nedenle savaşlar hoş bir şey olmasa da, insan neslinin varlığını sürdürmesine hizmet eden bir araçtır,

        insanlar hayvanların yaşam haklarına, arz ve talep dengesini bozacak şekilde müdahale etmedikçe, ortada sinirlenecek bir durum yoktur,

        bu dengeyi bozmaya çalışanlar ise, tanrının yaratıklarına saygısı olmayan, kendilerine her şeyi yapmayı hak olarak gören ahlâksızlardır,

        işte bizim karşı çıktığımız bu tip kişilerdir, hatta ben bunların arasına, adına kurban kesmek denilen çirkin adeti de katıyorum, yoksullara et ikram etmek isteyen kişi, bunu insanların günlük et ihtiyacı için mezbahada kesilerek kasp vitinlerine konulan etlerden satın alarak ta yapabilir, yoksul yedirmeyi, bir ayla sınırlayan, et yedirmeyi bir günle sınırlayan, bir anlayış beraberinde insanlara 11 ay kulağının üzerine yatmayı alışkanlık haline getirir, ondan sonrada yoksullar Ramazan ayının gelmesini dört gözle beklerler, Kurban bayramının gelmesi ise yoksullar açısından bir anlam ifade etmez, çünki, kurban kesenler arasında, kesen kesene verir, gibi bir gelenek vardır,

        —2_Tanrının doğa yasalarının dışına çıkmayı insan nasıl başardı ? (senden alıntı)

        insan doğa yasalarının dışına çıkamaz, çıkarsa tanrı olur, insan oğlu ancak kendi fıtratına yazılan bilgileri kullanarak geliştirdiği teknolojilerle doğayı keşfeder,

        —3_Bu Tanrıyıda kızdırıyor mudur ? Ulan savaşıyorsunuz savaşıyorsunuz niye bu savaşı kutsuyorsunuz diyor mudur ? (senden alıntı)

        insanoğlu tanrıyı kızdıracak hiçbir şey yapamaz, tanrının insan oğluna kızabilmesi, insan oğlunun tanrının yüklediği özelliklerin dışına çıkmasıyla mümkün olur, insan oğlu böyle bir şeyi başardığında da tanrı olur,

        tanrıya göre her savaş, insan neslinin devamı için(arz talep dengesi) olması gereken normal bir eylemdir, yaptıkları savaşa kutsallık izafe edenler ise tanrı adına savaştıklarını iddia edenlerdir, evrenin tanrısı bu kafa yapısında olanlara bir şey demiyor, sadece tebessüm ediyor, aynı bizim yaptığımız gibi

        —4_İnsanda doğaya aykırı bişey var bu şey insanı türlerden ayırıp ırk yapıyor işte bunun sebebide yaratan ve yaratan bu sorumluluğu yüklediği insana hesap soracak !! Avını yedikten sonra küçük bir tepede kükreyen aslandan hiç nefret ettin mi peki neden insanın bazı eylemlerini doğadaki sisteme aykırı bulup hadsizlikle suçluyorsun doğanın bütün gizemini mi çözdün yoksa yada Tanrın sana ağrı dağında vahiy mi indirdi insanın eylemlerinin yanlışlığını gösteren?? (senden alıntı)

        4. soruna ve devamına gerekli açıklama fazlasıyla yapıldı,

        aslandan nefret etmek değilde serzenişte bulunduğum olmuştur, “tamam kendinin, çoluğunun çocuğunun rızkının peşindesin ama bari avlanırken yaşlıları avlasanda, dünyaya henüz gözlerini açan yavrunun yaşam hakkını elinden almasan olmaz mı?” diye düşündüğüm olmuştur ama avlanmada avcı hayvanlar için yaş kriteri diye bir şey söz konusu olamaz, çünki hiçbir avcı hayvan, önüne çıkan yiyeceği geri çevirme lüksüne sahip değildir,

        bana vahiy geldiği filan yok ama benden evren tanrısına giden göndermeler var,

        kurduğu arz talep dengesi büyük balık küçük balığı yemeyecek bir şekilde bir beslenme zinciri oluşturamaz mıydı diye çoğu zaman sorduğum olmuştur, hatta beslenmeyle ilgili arz talep dengesini ilkel bulduğumu da söylemişimdir,

        sıradışı soğukları yaşadığımız şu günlerde, evrenin tanrısına, “sakın depremle insanların evlerini yıkıp, bu aşırı soğuklarda insanları sokakta bırakma” diyerek uyarıda bulunmuşluğum vardır,

        yani benim laf sarkıtmayacağım hiçbir şey yoktur,

        —Yahu insan oğluna haddini bildirmek sana mı kaldı ? Şayet size bir yerlerden dünyadaki sistemi eleştirme değiştirme dizayn etme emri geldiyse o şeye söyleyinde bunun bu dünyada mümkün olmadığını anlayıp adına adalet mi dersiniz intikam mı dersiniz her neyse o kavramların içini dolduracak hamleyi dünyanın ömrü son bulduğunda yapsın (senden alıntı)

        üslubun, hiçte fikir teatisi yapılacak birini andırmıyor, ben insanoğlu haddini bilecek derken, insanoğluna haddini bildireceğim? mi demiş oluyorum ki, insanlara haddini bildirmek sana mı kaldı diyorsun?

        beslenme zincirindeki az talep dengesini bozmaya kalkışan bencil ahlâksızlara, keşke haddini bildirebilseydim ama maalesef kendi irademiz dışında gelişen olaylara hükmetme şansımız yok, biz sadece olmasını istediğimiz bir dünyayı hayalimizde tasavvur etmekten öteye bir şey yapamayız, olmasını istediğimiz dünyayla ilgili açıkladığımız düşüncelerimizin ise, temenniden öteye bir anlamı yoktur,

        bu yazdıklarıma cevap vermesen de olur, hiçte hoş olmayan üslubuna devam ettiğin sürece alacağın cevapta farklı olur?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro :
        Öncelikle yazdığınız cevabı şimdi görüp yukardaki ithamlarımdan dolayı özür diliyorum
        Yeni yazdığınız yoruma gelince
        __Kusura bakmayın ama benim yerim net. Ben o insanları önemsiyor siz ise onları anlamamakla suçluyordunuz, hatırladınız mı? Ben diyorum ki bu inanırlardan herhangi biri bir ayeti duyduğunda ya da okuduğunda, okuduğundan ya da duyduğundan ne anlıyorsa ayet onu söylemektedir! (sizden alıntı )
        Dağların yürüdüğü cü lesi peygamberin ağzından çıkar çıkmaz size dönemin inananları bildiğin dağların ayaklanıp yürüdüklerini anlıyorsa yada anlamaları gerekiyorsa o dönemin inananlarını salak yerine koyan sizsiniz ben değil !
        __Ben size çok açık sordum, soruyorum! Sırtlana sırtlan diyerek onun antipatik bir varlık kategorisine koyan kim? O canlı insanla ilk kez karşılaştığında yanına gelip ,merhaba ben sırtlanım ve aç kalmamak için ceylan avlar ve yerim, bu şekilde antipatik göründüğümün de farkındayım o nedenle bana sırtlan deyin ve bütün antipatikliğimi o isimle özdeşleştirin mi dedi? (Sizden alıntı)
        Sayın Toro ben mi anlatamıyorum siz mi anlamak istemiyorsunuz sırtlan bende herhangi bir antipati uyandırmıyor. Ama insanı canlı türlerinden bir tür olarak gören sizlerin insanın eylemlerinden rahatsızlığının saçmalığını vurguluyorum evet insan doğası gereği ekosistmedeki görevini icra ediyor anladınız mı !!!!
        __Dostum bana ‘’Allahın hayvanlara eziyet eden insanlardan hesap soracağını’’ a dair bir tane ayet gösterin, diyorum!
        Yanıt; Biz Allah zulmedenleri sevmez ayetinden ne anlayacağız ?’’ sizden alıntı
        Nerede arkadaşım, yazdığınız cümlenin neresinde hayvanlar geçiyor! (sizden alıntı)
        Sayın Toro Allah zulmedenleri sevmez yerine şöyle mi demeliydi : Allah insanlara zulmedenleri sevmez , Allah ineklere zulmedenleri sevmez, Allah kedilere zulmedenleri sevmez, Allah martılara zulmedenleri sevmez , Allah meşe ağacına zulmedeni sevmez vs vs
        __. Peki o halde siz sırtlanın hayatta kalma eylemini kötücül olarak kategorize edip onu ceylanı vahşice parçalayan olarak betimleyerek onun yaradılış karakterine (sizin deyiminizle fıtratına)ve o karakterin yaratıcısına zulmetmiş olmuyor musunuz? Siz kimsiniz de durduğunuz yerden sizin altınızda kalan her canlıyı keyfinize göre kategorize etme hakkını kendinizde buluyorsunuz? ( sizden alıntı )
        Peki siz kimsinizde İnsanı Türlerden bir tür saymanıza rağmen insanın eylemlerini var olabileceğini düşündüğünüz tanrıya yada tanrısız bir doğaya rağmen eleştirip yadırgıyorsunuz ? !!!

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Görüyorum ki yine yazımın içinden cevap verebileceğinizi(!) düşündüğünüz kısımları yanıtlamayı uygun görmüşsünüz! Ne diyelim canınız sağ olsun!

        Şimdi sizi yeniden cevaplayalım bakalım,

        ‘’Dağların yürüdüğü cü lesi peygamberin ağzından çıkar çıkmaz size dönemin inananları bildiğin dağların ayaklanıp yürüdüklerini anlıyorsa yada anlamaları gerekiyorsa o dönemin inananlarını salak yerine koyan sizsiniz ben değil !’’ sizden alıntı

        Peki o halde soruyorum siz 630 yılında yaşayan bir Mekkeli olsaydınız ve yüzünüze aşağıdaki ayet okunsaydı ne anlardınız?

        ‘’Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.’’Neml,88-Diyanet

        (benim daha öncede söylediğim gibi bu ayet neml,87 deki yönlendirme dikkate alındığında kıyamet gününde olacakları anlatmaktadır, ama siz tersini düşündüğünüz için mevzuyu sizin olduğunu düşündüğünüz durum üzerinden götürüyorum)

        ‘’Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler.’’

        Ayet yüzünüze okunduğunda, anladığınız şey (630 yılında) aaa yer kabuğu plakalar halindeymiş ve hareket halindeymiş, dolayısıyla plakaların üzerinde konumlanan dağlarda yürümüş oluyormuş diye mi anlardınız?

        Bu noktada bana 02/01/2012 09:32 de verdiğiniz cevabı yeniden okumanızda fayda var! Durun siz aramayın diye ben buraya kopyalayayım!

        ‘’Evet onlar ANLAYAMADI
        Kurandaki ilgili ayetlerden kasıtın dünyanın döndüğü ve levha hareketlerinin olduğuna dair örtülü anlamı onlar ANLAYAMADI. çünkü dönemin insanlarını ilgilendiren başka konulardı.’’ sizden alıntı

        Merak ediyorum yüzlerine neml,88 okunduğunda aslında onları ilgilendiren konunun ne olduğunu düşünüyorlardı? Yani kendilerine elma denildiğinde aslında Hindistan cevizini anlamaları gerektiğini nereden biliyorlardı?

        ‘’çünkü dönemin insanlarını ilgilendiren başka konulardı.’’

        İşte insanoğlu böyledir, cevap veremediğine, cevap vermiş gibi yapar! Yaptıklarını görmezden gelir ve yaptıklarının aslında onu ne yaptığının farkına varmamak için kendisini kutsamaya başlar! Cevap veremediği her şeye cevap vermeye amade olan kendi sanrılarını yaratır.

        ‘’Sayın Toro ben mi anlatamıyorum siz mi anlamak istemiyorsunuz sırtlan bende herhangi bir antipati uyandırmıyor. Ama insanı canlı türlerinden bir tür olarak gören sizlerin insanın eylemlerinden rahatsızlığının saçmalığını vurguluyorum evet insan doğası gereği ekosistmedeki görevini icra ediyor anladınız mı !!!!’’ sizden alıntı

        O halde bu konuyu açmamı sağlayan cümlenize tekrar dönelim;

        ’sırtlanların YALNIZ ve ÇARESİZ ceylana saldırısını içgüdülere yorup insanın saldırılarını neye yoruyorsunuz ’’

        Şimdi cümlenizde fıtrat (size göre) itibari ile birbirinden farklı iki canlı var! Burada cümleyi ‘’sırtlanların ceylanı avlaması’’ olarak kursanız hiçbir problem yok! Çünkü doğada her gün gerçekleşen normal bir olaydan bahsediyorsunuzdur! Ama hayatta kalması için tüketmesi gereken besini elde etmek için avlayacağı canlıya YALNIZ ve ÇARESİZ dediğinizde yapmak zorunda olduğu şeyi yapan sırtlanı GADDAR ve ACIMASIZ yapmış olursunuz! Bu arada sırtlan için yalnız ve çaresiz olmayan başka bir av önerebilir misiniz? Öldüğünde ya da yenmek için parçalandığında hem sırtlanın hem de sizin vicdanınızı rahatsız etmeyecek başka bir av!

        Şimdi bana söyleyin mağaralara resim yapan ve hayatını henüz avcılık ve toplayıcılık yaparak idame ettiren belki de dinozorlar çağında yaşayıp(!) besin zincirinde henüz dominant tür olmamış (çünkü dominant tür dinozorlar) insan yine de kendini kutsal ve ayrıcalıklı hissediyor muydu? Bu nedenle söyleminiz doğrudur,

        ‘’evet insan doğası gereği ekosistmedeki görevini icra ediyor anladınız mı !!!!’’

        Ha şunu bileydiniz! Ama bunun yanında okuduğunuzu anlamayı da öğreneydiniz;
        Ben bir türün beslenme alışkanlıklarını ya da beslenme şekillerini de SORGULAMAM!

        Ben EYLEMLERİNİN tamamının oluşunun ARKASINA bir tanrı koyarak kendini KUTSAYAN ve yukarı konumlandıran İNSANI eleştiririm! ‘’benden alıntı’’

        ‘’Sayın Toro Allah zulmedenleri sevmez yerine şöyle mi demeliydi : Allah insanlara zulmedenleri sevmez , Allah ineklere zulmedenleri sevmez, Allah kedilere zulmedenleri sevmez, Allah martılara zulmedenleri sevmez , Allah meşe ağacına zulmedeni sevmez vs vs’’ sizden alıntı

        Sayın Bi yabancı, demogoji yapmayın! Kitabınızda hayvanlardan birçok ayette bahsedilir! Bu insanla onları ayrı anlatmak birbirine karıştırılmalarını önlemek içindir! Sizin mantığınıza göre size sadece ‘’kurban edin, ya da kurban kesin dese’’ insanlarında kurban edilebileceğini mi anlayacaktınız? Aklınız kendine peygamber diyen ibrahime’mi kayacaktı?

        ‘’Peki siz kimsinizde İnsanı Türlerden bir tür saymanıza rağmen insanın eylemlerini var olabileceğini düşündüğünüz tanrıya yada tanrısız bir doğaya rağmen eleştirip yadırgıyorsunuz ? !!!’’ sizden alıntı

        Yazınıza başlayıp sonlandırana kadar geçen sürede aslında benim ne demek istediğimi anlamanız gerekirken sanırım benim kalbinize örtü, kulaklarınıza da ağırlık koyan tanrımın(!) etkisiyle bir türlü beni anlayamıyorsunuz!

        İnsanın yapıkları onun olsun, hayatta kalmak içgüdüsüyle hayatta kalmak arzusuyla yaptığı her eylem besin zincirinde kendi altında konumlanan tüm canlılarla aynıdır ve hayatta kalmasının gereğidir! Ama bu arzu ya da bu içgüdü kutsal değildir, özel bir hak olarak verilmemiştir! Bu kutsal olma düşüncesi, insanın geldiği noktada düzenleyip içine koyup torunlarına emanet ettiği kendini beğenmişlik duygusundan başka bir şey değildir!

        Bu garip tür kendisine ‘’hayvan’’ denilmesini aşağılanma sayarak, büyük bir öfke duyarken kendisine ‘’aslan gibisin’’ denildiğinde göğsü kabarandır! Kısacası komiktir!

        Bu arada, önceki yazımda bahsettiğim, tanrının insanlara kendine peygamberim diyen üzerinden adap öğrettiğine ve ikna edilirseniz size söylenilmiş olanı doğrularsınız minvalindeki yorumunuza karşılık olarak yazdığım yorumlara hiç değinmemenize üzüldüm! Oysa ki kolayca cevap verip ekarte edebileceğiniz nitelikte sorular sormaya gayret etmiştim! Demek ki biraz daha dikkat etmeli, bildiğiniz yerlerden sormalıyım!

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “ne güzelde beyniniz yıkanmış sizin, siz fitne sebebi olarak, 12 yıl elini kolunu sallaya sallaya din propagandası yapan, Mekkeli müşriklerin inancına küfreden, Amcası ölünce kaçacak delik arayan birini mi? geçmişte yaşadığı toprakları işgal etmeye kalkan (Mekkenin fethi) birini mi? yurdundan zorla çıkarılmış bir olarak sunuyorsun, tarihte, mevcut fetihler içerisinde yaşadığı toprakları fethetmeye kalkışan başka biri yok,”

        senden alıntı..

        mekkede lailahe illallah diyen hz. peygamberi öldürmek istemediler mi? ona iman edenleri n canlarına ve mallarına kast etmediler mi? peki aynı şeyi müslümanlar mekkeli müşriklere yaptımı? mekkelilerin inanç sistemlerini eleştiren kuranı kerim ortaya bir davet sundu.. dediki “yok başka ilah sadece allah” sırf bu yüzden uğramadıkları zulüm kalmadı.. bu da yetmedi medineye seferler düzenlendi.. neden? müslümanları ortadan kaldırmak için.. bunları hangisini bir müslüman yapmıştır.. bir inanç sistemine karşı yeni bir inanç sistemi getirmek. o topluma yapılan saldırımıdır? yoksa herkes zorlama olmadan dilediği dine inanmalımıdır.. abese suresinde bırak o inanmayı kendi halinede sana gelen köre yönel diyen kuran değilmidir. dinde zorlama yoktur diyen kuran değilmidir. sizleri yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik etmenizi allah men etmez diyen kuran değilmidir.. hangi vicdana sığınarak fitneyi müslümanların çıkardığını söyleyebiliyosun. böylesine büyük bir iftirayı kendine yakıştırıyomusun? senin mantığına göre bir inanç sistemine muhalefet olmak o toplumda fitne çıkarmaktır.. siz belli bir inanç sistemine sahip bir ülkede deist düşünceniz yüzünden zulme uğramanız sizin hoşunuza gider mi? yada senin inancına sahip bir ülkede müslüman barınamaz mı? müslüman fitnecimi olur. okucuyu kimin beyni yıkanmış dön aynaya bak istersen.. senin tanrının seni kendi haline bırakıp bir köşeye çekildiği belli..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —mekkede lailahe illallah diyen hz. peygamberi öldürmek istemediler mi? ona iman edenleri n canlarına ve mallarına kast etmediler mi? (senden alıntı

        biraz empati yapmayı dene, mahallenize bir hristiyan misyoner geldiğini varsayalım,

        bu din pazarlayan kişi bir taraftan hristiyanlık propagandası yaparken bir taraftan da sizin atalarınızın dininizi (İslâmiyeti) kötülüyor, atalarınızı (Kuran dolayısıyla Muhammedi) kötülüyor ve hristiyanlığı kabul etmeyenleri ayni Kuranın tanrısının kâfirleri tanımladığı gibi tanımlıyor,

        bu durumda sen ne yaparsın, dürüstçe ve dobra dobra cevap ver,

        işte Mekkeli müşriklerle (Muhammede inanmayanlar) Muhammedin durumu aynen öyle,

        sana darbelerden söz edeyim, darbe silah zoruyla iktidarı ele geçirmektir, darbe başarıya ulaşırsa, darbeciler kahraman olup meşru yönetici konumuna gelirler, darbe başarısız olursa, darbeciler devlete isyan eden terörist durumuna düşerler,

        yani bir hareket, bulunduğu ortamda meşruiyet kazanmadıkça, düzene karşı gelmek anlamına gelir,

        işte Muhammed Mekkeli müşriklerin gözünde düzene karşı gelen bir eşkıya gibiydi, din propagandasını yıllar boyu sürdürmesini ise amcası Ebu talibe borçludur, tabi birde kabilelerin kendi mensuplarını korumak gibi adetleri olmasaydı, Muhammed kolayca dini propaganda yapamazdı, İslâmi kaynaklara göre, Mekkeli müşriklerin, Muhammedin peygamberlik iddiasından vazgeçmemesinin faturasını mensubu olduğu kureyş kabilesine kesip ambargo uyguladıklarını sende bilirsin, zaten Muhammedi şikâyete gelenlerin en çok sızlandıkları konu, Muhammedin müşriklerin atalarının dinine küfretmesiydi,

        sonuca gelirsek, eğer Muhammedin, amcası ve kureyş kabilesi sayesinde nefes aldığı 12 yıllık süre olmasaydı, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıktığı ilk günlerde bir şekilde yok edilirdi, (öldürülürdü) yani mevcut düzene başkaldırı başlamadan biterdi,

        o nedenle meşruiyet tartışması yaparken kişilerin konumlarını içerinde bulundukları duruma göre düşüneceksin, kimin meşru, kimin gayrimeşru konumda olduğuna dikkat edeceksin, bilmem anlatabildim mi?

        —peki aynı şeyi müslümanlar mekkeli müşriklere yaptımı? mekkelilerin inanç sistemlerini eleştiren kuranı kerim ortaya bir davet sundu.. dediki “yok başka ilah sadece allah” sırf bu yüzden uğramadıkları zulüm kalmadı.. bu da yetmedi medineye seferler düzenlendi.. neden? müslümanları ortadan kaldırmak için.. (senden alıntı)

        İslâmi kaynaklara göre Muhammed Medineye göç ettiğinde, Mekkeli Müslümanların sayısı göz önüne alındığında önemsenmeyecek bir güce sahipti, bu nedenle Mekkeliler Muhammedi yok etmeyi düşünmemiş olabilirler ama Müslümanların Mekkeli ticari kervanları soymaya kalkışmaları nedeniyle Muhammedi cezalandırmak için bedirde yapıkları savaşta, kendileriyle baş edebilecek bir kelle sayısına ulaşmış Muhammedle karşılaştıklarında işin vahametini anladılar ve Muhammedi yok etmeyi amaçladılar,

        Hendek savaşı sonrası Muhammedle yaptıkları hudeybiye anlaşması, Mekkelilerin yaptığı en büyük hataydı, bu anlaşmayla soluk alan Muhammed, rahatça dini propagandaya başlamış ve bir hayli taraftar toplamıştı, yani gücüne güç katmıştı,

        elindeki askeri güçle Mekke üzerine yürüdüğünde, kimseye dokunulmayacağı sözü verilmesi üzerine Mekkenin anahtarları kendilerine teslim edilmiş ve Mekkeye egemen olmak suretiyle başlattıkları hareket Arap toplumunda meşruiyet kazanmıştır, başarılı olamasalardı, şimdi esameleri bile okunmazdı,

        muhtemelen, Mekkelileri alt edecek güce ulaşması için taraftar toplama kampanyasının yürütürken, inanç kişisel olduğu halde, kabilelerin topluca Müslüman olmaları nasıl sağlanıyorsa??? herhalde yeterince güçlenmek için Müslüman yaptıkları kan davalı o iki kabilenin barışma şartlarını karşılayabilmek için, yani çözüm bulunamaması halinde, kafesteki kuşun kaçma ihtimalini önlemek için bakara-178 denen ucubeyi icad etmiş olabilirler,

        —dinde zorlama yoktur diyen kuran değilmidir. (senden alıntı)

        evet, dinde zorlama yoktur diyen Kurandır ama muhataplarını cennetle kandırarak, cehennemle korkutarak, kazen adam öldürdüğünüzde veya kefaret gerektiren durumlarda mümin köle azad edin diyerek, kölelerin özgürlük beklentilerini sömürerek, dolaylı yoldan köleleri dine girmeye zorlayan da yine Kurandır,

        dinden çıkanları öldürmek ise Ebubekir döneminde yapılabildiğine göre, herhalde Kuranın orijinalinde (yakılanlarda) “dinden dönenleri vurun” diye bir ayet olmalı? oysa Mekkeli Müşrikler, arkasındaki dayılarından çekindikleri için Muhammedi atalarının dininden döndüğünde öldürememişlerdi?

        —senin mantığına göre bir inanç sistemine muhalefet olmak o toplumda fitne çıkarmaktır.. siz belli bir inanç sistemine sahip bir ülkede deist düşünceniz yüzünden zulme uğramanız sizin hoşunuza gider mi? yada senin inancına sahip bir ülkede müslüman barınamaz mı? müslüman fitnecimi olur. okucuyu kimin beyni yıkanmış dön aynaya bak istersen.. senin tanrının seni kendi haline bırakıp bir köşeye çekildiği belli.. (senden alıntı)

        evet, yukarıda da izah ettiğim gibi, o inanç sistemi hitap ettiği toplumda meşriyet kazanmadıkça, yani o toplum tarafından benimsenmediği sürece, toplumdaki mevcut düzene baş kaldıran eşkıya konumundadır,

        zülmün ne olduğunu anlamak istiyorsan önce o misyoner hristiyan örneğini cevapla, kervanlarını soymaya kalkarak, bir toplumun ticari hayatına darbe vurmayı, bir teröristin devlete ait bir tesisi havaya uçurmasıyla karşılaştır, şu kalbinde sakladığın cesaretini ortaya çıkarda empati yapmaya bak, o zaman meşruiyetin ne olduğunu da anlayacaksın,

        Müslümanların içerisine düştükleri mezhep kavgaları fitne değilde nedir?

        İslâmi kaynaklarda, bedirde Müslümanların kaybının 40 olduğu söyleniyor, oysa günümüzde mezhep kavgaları nedeniyle, birbirlerinin camilerini bombalama veya intihar saldırıları gibi olaylar sonucu Irakta bir günde öldürülenlerin sayısı ortalama 50 kişiden aşağıya düşmüyor, artık bu durum öylesine kanıksanmış ki haber değeri bile taşımıyor, Arap baharı diye sunulan projenin kapsama alanındaki diğer ülkelerde de aynı kargaşa mevcut, bunlar etmezmiş gibi birde ışid belâsı? bunlar fitnenin daniskası değilse nedir?

        bende o toplumlardan birinin içerisinde yaşıyorken, çevremdeki olaylara duyarsız kalabileceğim, kendimi toplumun ortak acılarından soyutlayabileceğim düşünülebilir mi? kaldı ki artık insanlar birbirine bir internet bağlantısı kadar yakın, yani hiç kimsenin görmedim, bilmiyorum, duymadım deme hakkının olmadığı bir dünyada yaşıyoruz,

        benim inancım bir ideoloji değil, insanların insan olduklarının farkına varabildikleri insanca bir yaşam biçimidir, hani şu halkı da arkalarına alan dinci yobazların engellemesi sonucu bir türlü Ülkemize gelemeyen laik demokrasidir.

        benim tanrıma gelince, evet benim tanrım, benim ihtiyacım olan her şeyi tastamam temin ettiği için arkasına bakmaya gerek bile görmemektedir, çünki olmadığını iddia edebileceğim hiçbir ihtiyacım yoktur, yeter ki ben onları elde edecek çabayı göstereyim.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro :
        Sizin yaptığınız gibi yapıp sadece belirli kısımlara cevap veriyorum
        __O halde bu konuyu açmamı sağlayan cümlenize tekrar dönelim;
        ’sırtlanların YALNIZ ve ÇARESİZ ceylana saldırısını içgüdülere yorup insanın saldırılarını neye yoruyorsunuz ’’(benden alıntı)
        Beni tartışmanın en başına götürme ben bu örneği ne için vermiştim iyi hatırla dünyadaki eko sistemden besin zincirinden insanın tür olduğuna dair şeylerden bahsetmiştiniz ve insanların savaş ve katliamlarına tepkiliydiniz bende insanın tür olduğunu dolayısıyla bir insan topluluğunun başka bir insan topluluğunu yok etmesi örneğinde yok edilen tarafın ceylan yok eden tarafın sırtlan olduğunu vurgulamak için sizin algınızın insanlar arası savaşlara sırtlan ve ceylan örneğindeki gibi yaklaştığını düşünerek o örneği verdim.Özetle karşı karşıya gelmiş iki topluluktan yok edilen topluluğa karşı bir zulüm anlamı çıkarıyorsanız o yok edilen topluluğu zavallı ceylan olarak düşünüyorsunuzdur diye hareket edip o örneği size sundum. İnşallah anlamışsınızdır !
        __Sayın Bi yabancı, demogoji yapmayın! Kitabınızda hayvanlardan birçok ayette bahsedilir! Bu insanla onları ayrı anlatmak birbirine karıştırılmalarını önlemek içindir! Sizin mantığınıza göre size sadece ‘’kurban edin, ya da kurban kesin dese’’ insanlarında kurban edilebileceğini mi anlayacaktınız? Aklınız kendine peygamber diyen ibrahime’mi kayacaktı?(sizden alıntı)
        Tam bir fiyasko Sayın Toro !!! Dostum kendinde misin ? Allah zulmedenleri sevmez ayetinden genelleme yapıp insanın hiç bir canlıya zulmetmemesi gerektiğini anlayıp kurban kesin dense genelleme yapıp istediğimiz canlıyı buna insan da dahil kurban edeceğimizi mi anlamalıyız !! Bu nedir ya ?? Kurban konusunda hüküm bellidir insanı kurban edip en değerli varlığından allah için vazgecene koçun kurban edilmesi nasip edilmiştir bitti lütfen saçma sapan örneklerle gelmeyin bana !
        İnsan , Tür ,Besin zinciri , ekosistem gibi konularda yaptığımız münazaranın son bulacağı yok ! Ben size diyorum ki bakın sizlere göre dünyada olan herşey hercanlının doğasından kaynaklanıyor bütün canlılar farklı farklı türlerdir ve hepsi doğasının gereğini yapıyor o yüzden insanın eylemlerine eleştiri getiremezsiniz eğer getiriyorsanız bu hakkı size kim verdi doğamı yoksa evreni yaratabileceğine inandığınız tanrı mı ? Halbuki uzatmadan bana şu cevabı verebilirdiniz : Evet insan doğasının gereğini yapıyor bizlerde bir insanız ve insanların doğasının gereği olan eylemlerini eleştirmemiz de doğanın bi gereği…
        Saygılar

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Neye cevap vereceğinizi değil de neye cevap veremeyeceğinizi çok iyi biliyorsunuz!

        Şimdi anlayamadığınız o konuyu , bir defa daha, pekişsin ve iyice anlayasınız diye yeniden açıklıyorum.

        Dostum siz tanrının, içinde kimin kime yapmayacağı söylenmeyen zulmetme eylemini barındıran bir ayet ile, insanı, insan ve insan olmayanlara karşı yapacağı eylemleri konusunda uyardığını iddia etmediniz mi? Yani ”zulmetmeyeceksin” denildiğinde ”hayvanlarada’’ zulmedilmeyeceğini anladınız? Bir yerde haklısınız insan kendi türüne de diğer türlere de zulmedebilecek bir varlıktır!

        O halde bende şöyle soruyorum, madem içinde kırılımı açıkça yapılmayan bir ayetten genele gidebiliyorsunuz ya da gitmek gerekiyor o halde ”kurban kesin” denilseydi, kırılım yapılmasa bile, kesilecek kurbanın hem insan hem de diğer türler olabileceğini mi düşünecektiniz?,

        Kendi paradokslarınızın içine kulaç atıyorsunuz! Bakın ben belki kendiniz görürde düzeltirsiniz diye her şeyi aynı anda yazmıyorum! Yazdıklarımla sizin ne şekilde düşündüğünüzün analizini yapmaya çalışıyorum!

        ‘’sırtlanların YALNIZ ve ÇARESİZ ceylana saldırısını içgüdülere yorup insanın saldırılarını neye yoruyorsunuz ’’ sürekli sizden alıntı

        Sizin nasıl düşündüğünüzün iz düşümü aslında YALNIZ ve ÇARESİZ sıfatlarıyla ceylanı edilgen yapmanız değil;

        ’’sırtlanların yalnız ve çaresiz ceylana SALDIRISINI içgüdülere yorup insanın saldırılarını neye yoruyorsunuz ’’ hala sizden alıntı

        Hiçbir türün hayatta kalmak için yaptığı avlanma eylemi SALDIRI olarak tanımlanmaz! Ama siz kendi içinizde yani kendi ezberleriniz dahilinde bazı canlıları masum diğerlerinide gaddar olarak şekillendirdiğiniz için sırtlarları avlanıyor değilde saldırıyor gösteriyorsunuz!

        Hiçbir varlık kendi içinde var olan içgüdülerin ortaya çıkmasını sağlayan bir eylem için suçlanamaz! Biz kendi türümüz içinde koyduğumuz kurallarla aslında insanın, içinde var olan iç güdülerin ortaya çıkmasını engelleyememesini cezalandırıyoruz! Mesela, insanı insan yapan binlerce tezahürün içinden bir tanesi olan öldürme içgüdüsünün ortaya çıkmasını o insan için suç addediyor ve kategorize ediyoruz! Biz içimizdeki bazı güdüleri iyicil bazılarını da kötücül olarak kategorize edip sonraki nesilleri bu kategorizasyona uygun olarak dizayn ediyor yani yetiştiriyoruz!

        Ama bu bir yanılsamadır, çünkü sonuçlar bizim beklentilerimize göre şekillenmez.!

        Örneğin ’’sırtlanların YALNIZ ve ÇARESİZ ceylana SALDIRISINI’’ görüp elinizdeki silahı ateşlediniz ve sırtlan sürüsünün YALNIZ ve ÇARESİZ ceylanı avlamasını engellediniz!
        İçinizde ceylanı kurtarmanın ve belki bir zulümü engellemenin mutluluğuyla dönüp gittiniz!

        Ama o sırtlanlar yeni doğan yavrularını beslemek için birkaç gündür av arıyorlardı ve tam bulmuşken bu seferde siz engellediniz! İnlerine yine eli boş dönen sırtlanların yavrularından birkaçı sabaha doğru açlıktan öldü!
        Peki şimdi tekrar düşünelim, siz iyilik mi yaptınız, kötülük mü yaptınız?

        Sizin bu durumdan yani yaptığınız eylemin kaç farklı sonuç doğurabileceğinden haberinizin olması mümkün mü? Dolayısıyla kim gelirse gelsin veya ne derse desin iyilik ya da kötülük görecelidir! Hiçbir eylem siz öyle düşünüyorsunuz diye iyi değildir ya da kötü değildir!

        O nedenle burada tanrı insanların işine karışan bir varlık olamaz deyip duruyorum! Çünkü insan algısında şekillenen ve iyicil denilen her eylem kendini tatmin etmek için şekillendirilmiştir! Hiçbir eylem yapıldığı anda yapan ya da şahit olan tarafından iyilik ya da kötülük olarak değerlendirilemez! Yapılan sadece eylemin sonucu üzerine mutabakata varmaktır!

        Sanırım bu noktada benim herhangi bir türü, içinde olanları dışarı çıkarıyor diye eleştiremeyeceğimi de anlamışsınızdır!

        Bu arada siz benim size nasıl cevap vereceğimi dizayn etmeyi bırakın da, sürekli sorduğum iki soruya cevap veremediğiniz halde benimle hala hangi özgüvenle münazaraya devam edebildiğinizi açıklayın!

        Hatırlamanız ve sizin yine cevap veremeyip, savunmacı rolü oynayamayacağınız gerçeğinin yine ifşa olması için, o sorular ile ilgili yaptığım hatırlatmayı yineliyorum!

        ‘’Mü’min erkeklere söyle, GÖZLERİNİ HARAMDAN SAKINSINLAR, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.’’Nur,30-Diyanet

        Peki dostum gözünü en çok haramdan sakınması gereken yani nezdinde bütün inanırlara ders verilen kişi nasıl oluyor da evlatlığının karısına ya da boş verin evlatlığı, evli bir kadına gönül düşürüyor ve tanrısı da buna eyvallah diyebiliyor?

        ‘’Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İÇİNDE, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi GİZLİYOR ve insanlardan ÇEKİNİYORDUN. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.’’Ahzab,37-Diyanet

        Gözünü haramdan sakınması yani evli bir kadına bakmaması gereken 1 numaralı kişi o kadına hiç bakmadan o kadına gönül düşürebilir mi?

        ’James Warren “Jim” Jones (13 Mayıs 1931 – 18 Kasım 1978) ABD’li “People’s Temple” (Halkın Tapınağı) kilisesinin kurucusu olan vaiz. 1978 yılında Guyana’da kendisi ve müridlerine has kasabası Jonestown’da 911 müridini aynı anda intihar etmeye İKNA etmiş ve kendisi de müridleriyle birlikte ölmüştür.’’ http://tr.wikipedia.org/wiki/Jim_Jones

        ‘’ABD’nin California eyaletinin Rancho Santa Fe kentindeki luks bir villada olu bulunan 39 gencin, toplu intihar eylemini dikkatlice planladigi ve oldurucu ilaci aldiktan sonra bir UFO ile cennete gitmeyi bekledigi ogrenildi. Polis, olenlerin “Cennetin Kapisi” tarikati uyesi oldugunu ve liderleri Marshall Applewhite’in da intihar edenler arasinda bulundugunu bildirdi. Tarikatin, kisa sure once Internet’te bir sayfa hazirladigi da ortaya cikti.’’ http://www.milliyet.com.tr/1997/03/29/t/yasam/uzayli.html

        Peki hayatlarını riske edip rahatlarını bozanlar gerçekten tanrının olduğuna inanıyor ve onu kanıtlıyorsa yukarıda sadece iki örneğini verdiğim ama çoğaltabileceğim eylemleri yapıp hayatlarına son verenler neyi kanıtlamış oluyor?

        Bakınız mekkede 10 yılda müslümanlığa ikna edilenlerin(hicrete kadar) sayısı yaklaşık 300! 10 yılda 300 kişiyi ikna etmek kendine peygamber diyen birinin tanrı iddiasını kanıtlıyorsa, James Warren ın 911 müridini aynı anda intihar etmeye ikna etmesi neyi kanıtlıyor? Ya da ikna kabiliyetinin daha yüksek olduğunu gördüğümüz James Warren 600 lü yıllarda yaşayıp, bu ikna kabiliyetini aynı şiddetle kullansaydı adı ne olacaktı, peygamber mi?

      • Bi yabancı dedi ki:

        okuyucu
        Benim kişileri tekelime almak gibi bir düşüncem yok sadece yorumumu okuyup cevap verme zahmetinde bulunduğun için teşekkür ettim.
        Sen kendi Tanrı anlayışınla Benim anladığım Tanrıyı dövmeye çabalıyorsun devam et senin Tanrın sana benimkide bana !
        __buram buram saldırı kokan bir cümle kurmuşsun, cevap vermekte zorlandığınızda, yani sıkıştığınızda her zaman böyle yaptığınız için alıştık artık? (senden alıntı)
        Dostum sen galiba yaptığın yorumların farkında değilsen dön geriye bi bak yaptığın yorumlara ondan sonra üslup tartışmasına girelim madem bu sayfada her yoruma herkes müdahil olabiliyor beni zerre ilgilendirmeyen yorumlar bile olsa cümlelerindeki alaycı ve sert ifadelere kayıtsız kalamam. üslubuna dikkat et kimse burda senin tespit ettiğin ”doğrulara” inanmak zorunda değil.Ben bu sayfada sende dahil herkesin yorumlarını dikkatle okudum ve senden başka sert alaycı ifadelerle insanları aşşağılamaya çalışanı görmedim…
        __adına dünya denilen fahişe, üzerinde besleyeceği canlı varlık sayısını, (kendi istiab haddini) konrol altında tutabilmek için, adına insan denilen türün çoğalmalarını sınırlayacak herhangi bir kriter olmaması nedeniyle, aşırı çoğalmalarını önlemek için sunduğu yer altı ve yer üstü nimetlerle, insanları birbirine düşürerek üzerinde barındıracağı insan sayısını konrol altına almaya çabalar, çünki evrenin tanısı doğa yaslarını düzenlerken dünyaya böyle bir görev biçmiştir, (senden alıntı)
        Bana böyle bir paragrafı yazıpta islamın Tanrısını savaşçı şiddet yanlısı insanları birbirine kırdıran gibi göstermenin mantığı ne ? Görüyoruz ki senin inandığın Tanrı dünyada olayların böyle olmasını istedi sistemi bu şekilde kurdu o halde ne diye islamın Tanrısını savaş ayetleriyle vurdumcu kırdımcı ifadelerle suçluyorsun resmen akıl tutulması !!! Adamın inandığı Tanrıya bak insanları birbirine düşürmek için yer altı ve yer üstü nimetlerini var etti şaka gibi ya (:
        __2_Tanrının doğa yasalarının dışına çıkmayı insan nasıl başardı ? (senden alıntı)
        insan doğa yasalarının dışına çıkamaz, çıkarsa tanrı olur, insan oğlu ancak kendi fıtratına yazılan bilgileri kullanarak geliştirdiği teknolojilerle doğayı keşfeder, (senden alıntı )
        Pekala doğa yasalarının dışına şayet insan çıkamıyorsa yani günümüze kadar dünyada olan her türlü eylem doğa yasalarının gereğiyse : Sen bu besin zincirinin en tepesinde olan insan denen canlı Türünün hangi eylemini eleştirebilirsin ?Hepsi doğa yasaları dahilinde olan şeyler…
        __insanlar hayvanların yaşam haklarına, arz ve talep dengesini bozacak şekilde müdahale etmedikçe, (senden alıntı)
        İyide dostum az önce doğa yasalarının dışına çıkamayacağını iddia ettiğin insanı bu cümlenle doğanın dengesini bozabilecek bir konumda göstermenin mantıklı izahi var mı ? Bu ne yaman bir çelişkidir !
        Demek kurban kesmek çirkin bir eylem o halde insana tür demekte çok iğrenç doğrusu ee o senin düşüncen buda benim saygılıyız !
        __beslenme zincirindeki az talep dengesini bozmaya kalkışan bencil ahlâksızlara, keşke haddini bildirebilseydim ama maalesef kendi irademiz dışında gelişen olaylara hükmetme şansımız yok (senden alıntı )
        Dostum doğa yasalarının dışına hiç bir canlı çıkamaz öyle demiştin bu durumda besin zincirindeki arz talep dengesini bozmaya kalkışan biriside olamaz yani hayalinizde yarattığınız düşmanla kavga etmeyin boşuna.Ayrıca bu yasaları evrenin Tanrısı koyduğuna göre sen bu dengeyi bozacak kişilere had bildirmeyi ne hakla kendine görev ediniyorsun Tanrının yeni mücahidi sen misin ?
        Üsluba gelince dostum emin ol ki herkes herkesin aynasıdır sen daha sağlıklı düşünerek geçmişindeki yorumları bi irdele benim burda fikir arkadaşlığı yaptığım insanlara karşı takındığın tavırlaarı bi araştır geçmiş yorumlarında ondan sonra üslup tartışmasına girelim ? Şayet Sayın Toroda dahil olmak üzere tartıştığım diğer arkadaşlar benim üslubumdan rahatsız olurlarsa o zaman sende haklılık payı görür seninde kendine çeki düzen vermen şartıyla bende kendime çeki düzen veririm.
        Saygılar

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Dostum sen galiba yaptığın yorumların farkında değilsen dön geriye bi bak yaptığın yorumlara ondan sonra üslup tartışmasına girelim madem bu sayfada her yoruma herkes müdahil olabiliyor beni zerre ilgilendirmeyen yorumlar bile olsa cümlelerindeki alaycı ve sert ifadelere kayıtsız kalamam. üslubuna dikkat et kimse burda senin tespit ettiğin ”doğrulara” inanmak zorunda değil.Ben bu sayfada sende dahil herkesin yorumlarını dikkatle okudum ve senden başka sert alaycı ifadelerle insanları aşşağılamaya çalışanı görmedim… (senden alıntı)

        benim doğrularım diye bir şey olamaz, sadece kendi mantık süzgecimden geçirdiğim düşüncelerim olabilir, onlarda zaten sadece beni bağlar, o nedenle kimse benim söylemlerimi kabul etmek zorunda değildir, aynı şekilde bende hiç kimsenin söylemlerinin doğru olduğunu kabul etmek zorunda değilim,

        benim yaptığım aşağılama değil, ti’ye almaktır, ti’ye aldıklarım zaten verdikleri akla mantığa uymayan saçma sapan cevaplarla kendi kendilerini aşağılıyorlar, yani bana gerek kalmıyor,

        eğer sende benim verdiğim cevaplarda saçmaladığımı düşünürsen beni ti’ye alabilirsin ama bunu hakaret etmeden yapman gerekiyor, ayrıca ben zaten müzip olduğumu saklamıyorum ki, bi kaç defa müzip olduğumdan bahsettim, sen o mesajlarımı okumadın herhalde,

        —Bana böyle bir paragrafı yazıpta islamın Tanrısını savaşçı şiddet yanlısı insanları birbirine kırdıran gibi göstermenin mantığı ne ? Görüyoruz ki senin inandığın Tanrı dünyada olayların böyle olmasını istedi sistemi bu şekilde kurdu o halde ne diye islamın Tanrısını savaş ayetleriyle vurdumcu kırdımcı ifadelerle suçluyorsun resmen akıl tutulması !!! Adamın inandığı Tanrıya bak insanları birbirine düşürmek için yer altı ve yer üstü nimetlerini var etti şaka gibi ya (senden alıntı)

        evrenin tanrısının kurduğu evet arz talep dengesini, insanoğlunun varlığını sürdürebileceği bir şekilde dizayn etmiş, yani savaşları dünyanın insanoğluna uyguladığı bir aile plânlaması olarak düşün,

        ayrıca evrenin tanrısı, insanların sahte tanrılar uyduracağını, hatta bu sahte tanrıların insanları kendi yolunda (Allah yolunda) savaştıracağı bilgisini de insanoğlunun belleğine yüklemiş,

        —Pekala doğa yasalarının dışına şayet insan çıkamıyorsa yani günümüze kadar dünyada olan her türlü eylem doğa yasalarının gereğiyse : Sen bu besin zincirinin en tepesinde olan insan denen canlı Türünün hangi eylemini eleştirebilirsin ?Hepsi doğa yasaları dahilinde olan şeyler (senden alıntı)

        ben her şeyin arz ve talebe göre şekillendiğini söylüyorum, benim gözlemlediğim bu ve her şey anlamını zıt kavramlarda buluyor, örneğin,

        aptallar, ahmaklar olmasaydı açık gözler olur muydu,yani kandırılmaya meyilli insanlar olduğu sürece onları kandıranlarda mutlaka olacaktır,

        sosyete kokonoları, değerli addedilen hayvan kürklerinden yapılmış mantolara itibar etmeseydi, bu talebi karşılayan vicdansızlar, insanların beslenme menüsünde olmayan kürkü değerli addedilen hayvanları öldürür müydü? marjinal fayda gereği, koyun veya keçi derisinden yapılan kemer veya ayakkabıları muaf tutuyorum,

        ben insanoğlunu besin zincirinin en tepesinde olduğu için eleştirmiyorum, doğa zaten içinde bulundukları yaşam koşullarına ayak uyduramayan türleri bünyesinden ayıklıyor, örneğin; dinozor gibi devasa varlıkların yaşam sahnesinden silinmesi gibi

        ama beslenme menüsüne dahil olmayan hayvanları veya yanlış yöntemlerle veya zamansız avlanma sonucu (av mevsimi haricinde) denizlerimizde balık bırakmayan aç gözlülerin denizlerimizde balık bırakmadıkları yetmezmiş gibi sınır Ülkelerdeki balıkları kaçak avlamaya kalkışmaları insanlara özgü davranışlar olsa da yanlışlığına dikkat çekmek herhalde hakkımız olmalı,

        o nedenle, bu tip davranışları en aza indirmek için bizim tepki göstermemiz kaçınılmaz bir durumdur, çünki insanlar tepki görmediği sürece her şeyi fütursuzca yaparlar,

        hatta firavunların firavunlaşmasının sebebi de firavunun firavunluk yapmasına göz yuman topluluklardır, oysa Kuranın tanrısı firavunun firavunlaşmasına göz yumanları (mağduru oynayan pısırık toplumu) görmezden gelip işin kolayına kaçıp firavunları suçlar, aklı sıra mağduru oynayan pısırıklardan yana olduğunu göstermeye çalışır, aklıma nedense küçük Emrah geldi?

        sanırım kimleri eleştirdiğimi anlatabilmişimdir, her ne kadar her şey arz talep dengesine dayanıyorsa da, arz talep dengesini rotasından saptıracak eylemlere tepki koymak ve geliştirilecek otokontrol sistemleriyle bu sapmaları en aza indirmeye çalışmak için çabalamak lâzım gelir ama gel gör ki kadınların süslenme talebi olsun, insanların enerji talebi olsun yeryüzünün altını da üstünü de delik deşik bir hale getiren yine bizleriz,

        bunu yaparken tek tesellimiz adına dünya denilen fahişeyi bizim yaratmadığımız gerçeğidir ama dünyayı sadece bizim kullanımımıza sunulmuş olduğunu sanmamız, bizim bencilliğimizden başka bir şey değildir,

        __insanlar hayvanların yaşam haklarına, arz ve talep dengesini bozacak şekilde müdahale etmedikçe, (senden alıntı) (benden yaptığın alıntı)

        —İyide dostum az önce doğa yasalarının dışına çıkamayacağını iddia ettiğin insanı bu cümlenle doğanın dengesini bozabilecek bir konumda göstermenin mantıklı izahi var mı ? Bu ne yaman bir çelişkidir !
        Demek kurban kesmek çirkin bir eylem o halde insana tür demekte çok iğrenç doğrusu ee o senin düşüncen buda benim saygılıyız ! (senden alıntı)

        —insanlar hayvanların yaşam haklarına, arz ve talep dengesini bozacak şekilde müdahale etmedikçe, ortada sinirlenecek bir durum yoktur, (benden alıntı)

        bir dahaki sefere, cümle bazında alıntı yapacağın zaman cümleyi yarım bırakıp anlamını yok etme kurnazlığı yapma, ne yani ben şimdi senin bana ne gibi bir isnatta bulunduğunu yanlışlayabilmem için önceki mesajlarımı arayıp bulmak zorunda mıyım? birbirimize karşı dürüstçe yazışamayacaksak, kusura bakma ama ahmak yerine konmak hiç hoşuma gitmez,

        yukarıdaki cümlemden insanların doğa yasalarının dışına çıkamayacakları anlamını nereden çıkarıyorsun? oysa ben sinirlenmek kelimesi kullanarak bir tepki koymuşum

        ama o konudaki düşüncelerimi öğrenmek istiyorsan söyleyeyim,

        evet, insan oğlu doğa yasalarını dışına çıkamaz, örneğin insan oğlu dünyayı tersine döndüremez, sadece yeryüzüne serpiştirilmiş malzemeleri kullanarak dünyanın ekolojik dengesini değiştirebilir, zaten o mevcut malzemeleri bulamasaydı, onu da yapamazdı, veya ozon tabakasının delinmesine sebep olamazdı, yani insan oğlu kendise sunulan olanakları kulanarak doğanın arz talep dengesine müdahale edebiliyor, hepsi bu,

        yani anlayacağın ortada çelişki filan yok, atalarımızın dediği gibi, ne kadar ekmek o kadar köfte yada benim adım Hıdır elimden gelen budur misali?

        evet, kurban kesmek talep karşılama prosedürlerinden biri değildir, dinlerin uydurduğu çirkin bir gelenektir, ben böyle olduğunu düşünüyorum?

        —Üsluba gelince (senden alıntı)

        söylemlerimde, akla mantığa uymayan sözler bulursan beni ti’ye alabilirsin veya müziplik olsun diye matrak cevaplar verebilirsin,

        örneğin; toro bana geçenlerde, evrenin yok olduğunu, sadece benim var olduğumu varsaymamı ve ne gördüğümü hayal etmemi istedi,

        bende müziplik olsun diye, sadece zifiri karanlık görüyorum dedim,
        ne yapayım, müzipliğim tuttu mu kendimi müziplik yapmaktan alamıyorum, hele toroyla yazışırken müziplik damarım iyice kabarıyor.

        ama beni başka türlü biri gibi göstermeye çalışırsan, o zaman kızarım bilmiş ol. çünki espriyle ciddiyeti birbirinden ayırabilecek kadar deneyime sahibim.

        birde alıntıyla cevap verme arasına bir satır boşluk koyarsan, sapla saman birbirine karışmaz.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro
        Size hala cevap verebilme öz güvenime hayranlık duymanız beni hem sevindirdi hemde hayal kırıklığına uğrattı çünkü sizden kendinizi övmeye uzanan cümleler beklemiyordum!

        Hayvanlar konusunda anlaştık ne siz nede ben insan dışındaki hayvanların yaptıkları için şikayetçi değiliz fakat ben insana ırk dediğim için eylemlerini doğanın gereği olarak görmüyorum ve ilahi bir güç tarafından sorgulanacağına inanıyorum. Fakat siz tür dediğiniz insanların özellikle islam konusunda ki yayılmacı ve katliamcı politikalarını islamın sonucu olarak görüp eleştirmenizi mantıksızlık olarak düşünüyorum. Zira şayet sizin inandığınız tanrı doğruysa yada evren bir tanrı tarafından var edilmediyse bu dünyada olan hiç bir eylem üzerinden yargılar veremezsiniz çünkü o eylemleri tabiatın kanununa bağlamaktan başka çareniz yok! Şayet bi karikatür dergisinin silahla basılıp kişilerin katledilmesi sizi rahatsız ediyorsa size bu rahatsızlık içgüdüsünü veren Tanrıyıda rahatsız ediyordur ve Tanrı vardır hesap soracaktır!

        Gelelim ayetlerle alakalı soruna gözlerini haramdan sakınmalarını tembihleyen tanrının aynı zamanda elçisi olan adam zeydin eşine gönül koyuyor bu gönül koymayıda siz ayetlerden çıkarıyorsunuz ve diyorsunuz ki bir adam bi kadına gönül koyuyorsa muhakkak hem fiziksel hemde manen o kadını incelemiştir kısaca gözünü haramdan sakınmamıştır ! Tamam eyvallah gayet Mantıklı hodri meydan benim Arapçam yok ve bu ayetlerle alakalı ksımları bilmiyorum ayetlerin önünü arkasını bilmiyorum ve SAYIN BİLALİ göreve davet ediyorum eğer bu iddianıza arapçaya hakim biri olarak mantıklı bir izah getiremez ise hemen burada dinden çıktığımı ilan edeceğim !!!

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Ben size ne dinden çıkın dedim ne de sizinle yaptığım münazaraların hedefini sizi dinden çıkarmak olarak planladım! Dostum, insan kendini tatmin eden ve hayata bağlayan, yaşama hevesi veren şeylerden vazgeçmek zorunda değildir!

        Ben sadece insanların ne olduğunun ve neler olduğunun farkında olmasını istiyorum! Sizce ben kendi tanrı tarifimi kesin olarak kanıtlayabilir miyim, yapamam! Yaptığım sadece gördüğüm, okuduğum ve algıladığım her şeye soru sormak onları kendi mantık süzgecimden geçirerek yorumlamak! Bende hayatın her anını ve içindeki her şeyi sorgulayarak onların üzerinden mantıksal kurgulamalar yaparak mutlu oluyorum! Bazılarını farkında olmamak benim gibileri ise farkında olmak mutlu eder! Ama iki tarafında mutluluğunu birbiriyle yarıştıramayız!

        Ben benimle tartışmak istemeyenle tartışmam, söylenmesi yeterli! Ama herhangi bir semavi dinin mensupları için düzenlenmemiş bu bloğa gelen ve inançlıyım diyen (bir semai dine) insanların, sanki blog onlarınmış ve biz bu bloğa gelip onların inançlarına saldıran kişilermişiz gibi davranmaya başladığında bizim de söyleyecek sözümüz olduğunu bilmelerini isterim!

        Kendimi övdüğümü ima etmişsiniz! En çok imtina ettiğim şeydir! Beni yanlış anlamışsınız!
        Ortada cevabını veremediğiniz çok ciddi soru var, o sorular orada cevapsız durduğu halde siz hala başka konular üzerinden beni domine etmeye çabalıyorsunuz! Ben sizin herhangi bir sorunuzu cevapsız bırakarak ya da görmezden gelerek sizi başka konular üzerinden domine etmeye kalkışmam! Siz sorularıma cevap vermeden ve sanki ben o sorulara cevap vermediğinizin farkında değilmişim gibi mevzuyu başka taraftan devam ettirmeye çalışırsanız ben de size kendi tarzımla farkında olduğumu hatırlatırım!

        Biliniz ki bu güne kadar bana hitaben yazılan ve gördüğüm hiç bir yazı ya da soruyu cevapsız bırakmadım!

        Hem sizi yenmek, mat etmek, dinden çıkarmak bana ne sağlar ki? Hepimizin içinde olduğu gibi benimde içimde bulunan kibri uyandırmak ve onun uyanmasından zevk almaktan başka ne sağlayabilir! Sırf sizi yenmekten zevk alacağım ya da dinden çıkaracağım diye o duygunun uyanmasına izin verir miyim sanıyorsunuz!

        Lütfen içinizden ne geliyorsa, neye inanmak mutlu ediyorsa ona inanın! Ama o inancın sadece sizin olduğunu ve insanlara dayatılacak ya da insanlarla yarıştırılacak bir şey olmadığını bilin! İnanmak sizin diğer insanlardan korunmak için altına gireceğiniz bir kalkan ya da diğer insanlara zarar vermek için kullanacağınız bir silah değildir! Varoluşunuzu hazmetmenizi sağlayacak seçeneklerden birisidir!

        Ben hazmetmek için farkında olmayı seçtim, sizin tercihinize de bana dayatmadığınız, tek gerçek olduğunu iddia etmediğiniz sürece saygı duyarım! Siz insan olarak benim ne altımda ne de üstümdesiniz! Burada, doğarken oluşuna karar veremediğimiz hiç bir şeyi bir ödül ya da ceza gibi düşünerek tartışamayız ya da birbirimizle yarıştıramayız!

        Sevgili dostum eğer mutabıksanız sizinle yazışmaya biraz ara verelim. Çünkü yazınızın sonunda verdiğiniz taahhüt beni rahatsız etti!

      • toro dedi ki:

        -DÜZELTME-

        ‘’Biz onu, akıl erdiresiniz diye ARAPÇA bir Kur’an olarak indirdik.’’Yusuf,2-Diyanet

        Siz bu ayetten ‘’mesajım herkese ulaşsın diye onu bütün DİLLERE çevirin’’ dediğini mi anlıyorsunuz?

        Olmalıydı!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;
        __Ben size ne dinden çıkın dedim ne de sizinle yaptığım münazaraların hedefini sizi dinden çıkarmak olarak planladım! Dostum, insan kendini tatmin eden ve hayata bağlayan, yaşama hevesi veren şeylerden vazgeçmek zorunda değildir! ( sizden alıntı)
        Öncelikle bilmenizi isterim ki din benim için bir sığınak değil ben doğru kabul ettiğim dine bu dünya için değil öldükten sonraki dünyamı düşündüğüm için inanırım.Dini sığınacak bir liman olarak görmüyorum bu aciz insanların işidir hiç bir zamanda realitelerden korkmam mutlu eden yalanların peşinden gitmektense acı veren gerçekleri tercih ederim.O yüzden bu bağlamda benim taahhütümden kendinizi sorumlu tutmanıza gerek yok kaldı ki benim taahhütümün sonucu belli.

        _Ben benimle tartışmak istemeyenle tartışmam, söylenmesi yeterli! Ama herhangi bir semavi dinin mensupları için düzenlenmemiş bu bloğa gelen ve inançlıyım diyen (bir semai dine) insanların, sanki blog onlarınmış ve biz bu bloğa gelip onların inançlarına saldıran kişilermişiz gibi davranmaya başladığında bizim de söyleyecek sözümüz olduğunu bilmelerini isterim! ( sizden alıntı)
        Sizinle yaptığım münazaralardan dolayı gayet memnunum.Bu sayafaya gelen insanların kimi inançlarını savunur kimi sarsıntıda olan fikirlerini sabit bir zemine oturtmaya çalışır.Kimisi de en doğruyu bulmak için girdiği araştırma sürecinde buraya uğrar.

        __Hem sizi yenmek, mat etmek, dinden çıkarmak bana ne sağlar ki? Hepimizin içinde olduğu gibi benimde içimde bulunan kibri uyandırmak ve onun uyanmasından zevk almaktan başka ne sağlayabilir! (sizden alıntı )
        Ben olaya yenmek yada yenilmek olarak bakmıyorum.Son tespitiniz dikkatimi çekti zaten forum boyunca ayetler üzerinden islama eleştiriler getirenlere Sayın Bilal gereken cevapları verdi diye düşünüyorum benim açımdan tatmin ediciydi ama sizin şu son tespitinizle alakalı Sayın Bilale herhangi bir soru yöneltilmedi. O yüzden sizin bu tespitinizi dikkate değer buldum ve bu iddianızın mutlaka mantıklı bir izahı olduğunu düşünüyorum zira Allahtan geldiğine inandığım bir dinin mensubuyum.

        __Sevgili dostum eğer mutabıksanız sizinle yazışmaya biraz ara verelim. Çünkü yazınızın sonunda verdiğiniz taahhüt beni rahatsız etti! ( sizden alıntı )
        Bu taahhütün sizi neden rahatsız ettiğini anlamadım doğrusu.Sonuç itibariyle burda herkes inanç noktasında tartışıyor ve sizlerin yorumlarını incelediğimde islamın asla allahtan gelen bir din olmayacağını şiddetle ifade ettiğinizi gördüm.Ortaya attığınız gerekçeler ortada tam da benim bu noktada evet son tespitiniz düşünmeye değer deyip Arapçaya hakim arkadaşımız Sayın Bilali buraya davet etmemde ne sakınca var ? Sayın Bilal şayet bu tespitinize mantıklı bir izah getiremez ise benim doğal olarak bu dinin yalan olduğuna ikna olacağım Evrenin ve herşeyin varlık sebebi olan Allahın böyle bi gaf yapması mümkün mü ? Bu sebeple iddiamda ısrarcıyım şayet bu tespitinizi mantıklı bi şekilde çürütecek bir müslüman bulamazsam bu dine inanmaktan vazgececeğim ama sizin burda kendinizi suçlu hissetmenize sorumlu hissetmenize gerek yok burda yetişkin bireyleriz ve hepimizin amacı gerçeğin ne olduğunu ortaya çıkarmak için kendi çapımızda beyin jimnastiği yapmak siz eğer gerçeklerinizin gerçekliğinden eminseniz o gerçeklerinizin farkına varıp kendi doğrularındaki tutarsızlıkları görecek olanların inanç yönünde olası u dönüşlerinden neden rahatsız oldunuz anlamadım !

        Bakın mümin erkeklere gözlerini haramdan sakınmaları noktasında bir emir veren Allah Hz Muhammedin zeydin eşiyle evlenmesine giden süreçte Hz Muhammedin tutunduğu tavrın izahını bizlere sunmalıdır. Öyle ya Hz Muhammed Zeydin eşine gönül koyması için bi sürecin olması lazım bu süreçte Hz Muhammedin Zeydin eşini gözlemlemesi sürecidir.Benim bu noktada bu soruya mantıklı bir cevap bekleyip bu cevabı bulamayınca bu dinde bi sorun görmem gayet akla uygun ve mantıklıdır o yüzden sayın Toro rahatsız olmanızı gerektirecek bir durum yok ben Sayın Bilale zaten ayrıca bu soruyu soracağım. Ama yinede bu rahatsızlık sizde kalıcı olacaksa evet tartışmamak konusunda kararınıza saygı duyarım sorun yok.
        saygılar

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Beni rahatsız eden sizin alacağınız ya da alma ihtimaliniz olan karar değil, kendi kararınızı yani seçiminizi ‘’eğer’’ ile başlayan ve

        ‘’ bu iddianıza arapçaya hakim biri olarak mantıklı bir izah getiremez ise’’ sizden alıntı

        ve yukarıdaki gibi devam eden bir cümle ile başkasının algı ve anlayışına teslim ediyor olmanızın ilanıdır!

        Ben bazen insanlara akıl herkeste vardır ama bazıları onu kullanmayı bazıları ise dinlendirmeyi seçer derim! Dinlenen akıl paslanır dolayısıyla yeri gelip bir sonuca varması gerektiğinde açığını kapatacak başka bir şey ya da birini arar! İşte ben bu anlarla yüzleşmeye tahammül edemem!
        Size tavsiyem ilk önce sizi ne mutlu eder ona karar verin sonrasında alacağınız karar ise salt sizin tercihlerinizi yansıtsın!

        Bu arada benim tecrübelerime göre sevgili bilali yeni bir meal kurgusuyla bile çözemeyeceği dolayısıyla da taşıyamayacağı bir yükün altına sokuyorsunuz ya da sokacaksınız!
        Ona hitaben yazdığım son yazıya bakın! Artık bana cevap verirken hedeflediğine ulaşabilmek için ayetleri sansürlemeye başladı! Dostum,

        tercihinize sonsuz saygım var ama zaten kitabın kendisi, kendisinin arapça konuşan araplara geldiğini ve tebliğin yani tanrıya çağrının sadece kendine peygamber diyen tarafından yapılabileceğini açıkça söylüyor! Dolayısıyla tebliğ 632 yılında kendine peygamberim diyenin ölümüyle zaten bitmişti! Gerisi sonrasında yapılan savaşlardan kalan ganimetten ibaret!

        Kitaba göre kendine peygamber diyenin şehrinin etrafında yaşayıp arapça konuşanların dışında kimse bu çağrıyı anlayamaz çünkü çağrının muhatabı değillerdir! Bunu sevgili bilal de bilir ama gelin görün ki sizin kadar cesaretli değildir!

        Neyse uzatmayayım, umarım sizin için en doğrusu neyse o olur!

  205. Bi yabancı dedi ki:

    Sayın Toro ;
    Seçiminizi Başkasının algı ve anlayışına teslim etmek…
    _Mü’min erkeklere söyle: gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını (apışlarını) muhafaza etsinler, bu kendileri için daha temizdir, her halde Allah ne yaparlarsa habîrdir ( Nur 30 Elmalılı)
    _Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah’ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: «Hanımını kendine sıkı tut ve Allah’tan kork» diyordun da nefsinde Allah’ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah’ın emri de yerine getirilmiştir (ahzap 37)
    Bakın Sayın Toro bana diyorsunuz ki açığa düşenin açığını kapatmak için başkalarına ihtiyaç duymasıyla yüzleşmeye tahammül edemiyorum.Şimdi münazara esnasında karşınızda ki kişi bi takım taktikler uygulayabilir iddiasını ve savunduğu şeyi daime ileriye götürmek adına ve bunda bi art niyet yoktur benim yukarda mealini verdiğim iki ayete elbette kendimce cevabım var.Fakat münazaranın gidişatına göre alacağım kararların altında yatan şeyi münazara yaptığım kişilere açıklamak zorunda değilim karşımdaki anlar yada anlayamaz.Bunları söylerken şunun altını özellikle çizeyim ben burda ardniyetle bulunmuyorum gayet seviyeli ve ilgi çekici konularda tartışan arkadaşların yorumlarını keyifle okuyup müdahil olmak istedim ve benim inancıma en ciddi eleştiriler getiren bi kaç kişiyi seçip onlara cevap vermek istedim hepsi bu.

    Şimdi ayetlerle ilgili aklımda ki cevabı yazıyorum :
    Öncelikle birinci ayet mümin erkeklerin her türlü haramdan ”değil o haramı işlemek ona yaklaşmalarının bile Allah tarafından yasaklandığı gerçeği ortadayken uzak durmalarını emrediyor. Buna kadınlarda dahil ki kadınlar konusunda islamın tavrı nettir evli bir kadına bakıp duygusal anlamda onu istemek yada cinsel anlamda akıldan geçirilecek en ufak hayal bile haramdır ! Bu açıklamalarımdan sonra Nur 30 ayetindeki hükümlere Ahzap 37’de aykırı davranmış bir peygamber portresi VARMIŞ GİBİ bi sonuç çıkıyor.Hiç kıvırtmadan sağa sola çekmeden açıkca ortaya koyuyorum bunu.
    Şimdi İkinci ayette geçen ”Nefsinde Allahın açığa çıkaracağı şeyi gizliyordun insanlardan çekiniyordun” şeklinde meal edilen kısma diğer tüm mealcilerde içinde saklıyordun insanlardan korkuyordun vs gibi mealler yaparak üç aşşa beş yukarı aynı şeyi söylediler.Şimdi burda kilit ifade ”nefsinde allahın açığa çıkaracağı şey” ifadesi !
    İslam inancının karşısında duran insanlar bu ifadeden şu sonucu çıkardılar : Hz Muhammed gizliden gizliye içinde Zeydin karısına karşı duygusal yada cinsel farketmez bişeyler besliyordu ve bu Nur 30 ayetindeki hükümlere tamamen ters bir durum.Sonuç itibariyle bu arzuları onu çözüm üretmek noktasına götürdü çözümü de Allahın emrinde bularak tasarladığı ayete kimsenin karşı çıkıp yadırgayamayacağı şekilde Bol Allahlı ifadeler koydu.Hem arzularına kılıf uydurmuş oldu hemde peygambere bak ya meğer neymiş şeklindeki tepkilerin önünü kesti.Bu noktada sayın Bilalin bu ayetle alakalı ifadeleri aklıma geldi yanlış hatırlamıyorsam ”edia” diye bir kelimeden bahsetip evlatlıklar değilde evlatlıkları iddia edilenler hususunda söz konusu olaydaki gibi bi boşanma olursa mümin erkekler evlatlıkları iddia edilen kişilerle evlenmek noktasında zorluk çekmesinler.
    Sayın Bilalin ifadelerini tam bir fiyasko olarak görüyorum evlatlıkları iddia edilenlerden evrensel ve genel bir anlam nasıl çıkarılabilir ki ? Dünya evlatlıkları iddia edilenlerle ve bu iddia edilen evlatlıklarının karılarına gizli arzular besleyenlerle dolu bir yer midir ki Yaratan böyle bir ayeti büyük bir soruna çözüm getirmek adına insanlara sunsun ! Ayrıca birileri şayet buna benzer olayda kişiyi yadırgamak adına olayın mağdur kahramanını kullanarak bu senin evlatlığın bunun eşiyle evlenmen ahlaksızlıktır demek suretiyle yapacağı eleştirilerin muhattabı insanların gözünde kalbur üstü yer ve saygınlık kazanmış ahlak abidesi birileri olması lazım hatta bi peygamber veyahut islam inancına göre değerli adledilen insan üstü özellikler yüklenen evliya ermiş gibi kişiler olması lazım. Zaten sıradan insanlara bu eleştiri getirilemez çok çok ta boşandılar sevdik evlendik der günahsa benim günahım suç ise buyrun mahkemeye deyip gereken savunuyu yapar.
    Evet tüm bunları söyledikten sonra kilit ifadeye tekrer geri dönelim :”Nefsinde Allahın açığa çıkaracağı şeyi gizliyordun insanlardan çekiniyordun” Pekala burda Peygamberin nefsinde içinde insanlardan çekinerek yada korkarak gizlediği şey nedir ? Hemen ayetin öncesine gidelim !
    __Bununla beraber, Allah ve Rasulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim Allah’a ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur. (ahzap 36 elmalılı )
    Evet görüyoruz ki önceki ayette peygamber zeydin eşi ile ilgili kararının temelini atıyor.Ve Ahzap 37 de noktayı koyuyor.
    Tekrar aynı soru : Peygamberin içinde saklayıp insanlardan çekindiği konu nedir : Kem küme gerek yok ortada çekinilesi bir durum var ise bu peygamberin aslında bütün insanlığa örnek teşkil eden allahın emirlerinin ilk muhattabı ve en iyi şekilde uygulayıcısı vasfına ters bir hareket.
    Sayın Toro aklımda bu ayetlerle alakalı cevap var demiştim ya evet var cevabım şu : BENCE PEYGAMBERİN İÇİNDE SAKLAYIP İNSANLARDAN ÇEKİNDİĞİ KONU ZEYDİN EŞİNE DUYDUĞU İLGİ DEĞİL ! Peki nedir ? BİLMİYORUM. 🙂 Lafı dolandırmanın manası yok minareyi çalan kılıfını hazırlar ama ben o kadar mahir olamayacağım bu noktada.
    O yüzden yaptığım bu son yorumda (Sayın Bilal gelip arapçaya hakim yönü ve derin islami bilgisiyle konuya açıklık getirene kadar yorum yapmayacağım) Sayın Bilali buraya davet ettim.
    Hem bu akıl kurcalayıcı olaya açıklık getirsin hemde evlatlıkları iddia edilen diye yaptığı savunuya açıklık getirsin. Sayın Toro ben bi müslüman olarak bilmediğim mevzuların varlığını kabul ediyorum dünya görüşü zihniyet olarak herkes farklı olabilir sizin anlayışınıza göre benim içinde bulunduğum durum tahammül edilesi birşey olmayabilir ama benim anlayışıma göre bi başkasının fikirlerinden yola çıkıp doğruyu bulmak hususunda hiç bir sakınca yoktur.Ben akıl akıldan üstündür tezimin arkasındayım sizin kullanılan yada kullanılmayan akıl tabirinize rağmen.
    Evet Sayın Bilal bu yorumum sizide kapsıyor şimdiden yapacağınız açıklamalar için teşekkür ediyorum… Saygılar

    • toro dedi ki:

      Sayın Bi yabancı,

      Aklı su birikintisi olarak düşünün, sürekli akmayı isteyen! Bazıları bu birikintilerin önüne baraj kurup onun istediği gibi hareket etmesine izin vermez! Bazıları ise o barajın kurulmasına hiç izin vermemiştir. Ama bazıları vardır ki baraj yıkıldığında o su öyle hızlı akar ki önünde hiç bir şey duramaz!

      Şimdi yazınızı okuduğumda, 1 gün önceki tavrınız ve otomatik hale gelen içinde olduğunuzu savunma mekanizmanız bir anda farklı bir yere doğru evrildi! O bent bir anda ykıldı ve normalde hiç düşünmediğiniz, düşünmek istemediğiniz ya da düşünmekten korkacağınız kurguları düşünmeye başladınız! İşte bir inanç için en zararlı inanır profili budur! Bu noktada o inanç başlayan sorgulamaların derinleşmesini ve kendi için bir tehdit haline gelmesini engellemek için kendi hamlesini yapar, işte hamle;

      ”O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde bir EĞRİLİK olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” Ali İmran,7-Diyanet

      Önce mesajı apaçık verdiğini söyleyen kitap şimdi apaçık olsa da hepsini anlaman mümkün değil bu yüzden hiç kurcalama demeye başlamış ve ayrıca bu kitap üzerinden nemalanmak isteyeceklerinde önünü açmıştır! Çünkü onu ”ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”! Peki anladım diyenlerin anladıklarının doğru olduğunu ya da anladım diyenin gerçekten anlayan bir akıl sahibi olduğunu kim, nereden bilecek?

      İşte yine başa döndük! Eğer onun sizden iyi anladığına inanır ve onu sizin üzerinizde bir akla sahip olan kişi olarak yukarı konumlandırırsanız o kendiliğinden tabi ki sizin sayenizde ”akıl sahibi” olur! Yani geldiği durumun mimarı onun kendine inandırdıklarıdır!

      Kimsenin inanmadığı ya da söylediklerini kaale almadığı biri aşağıdaki vurgunun işaret ettiği kişilerden biri olabilir mi?

      ”ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”

      İyide tanrının gönderdiği ve anlamı sadece tanrı tarafından bilinecek bir mesajın anlamına nail oldum diyen bir insanın, gerçekten o mesajı kavrayan akıl sahibi olduğunu bize kim söyleyebilir? Tabi ki tanrının ta kendisi! Peki sizin okuyup anlayamadığınızı ben anladım diye ortaya çıkanların ellerinde tanrıdan alınmış ve onların düşünüp anlayabilenler olduklarını kanıtlayan belgelermi var?

      Dostum, dünyadaki her sistem için en tehlikeli şey sistemin içindekilerin sisteme sorular sormaya başlamasıdır! Bu noktada o sistemler mantıklı olup, olmadığına bakmadan kendi korum mekanizmalarını geliştirirler!

      Bu arada sayın bilal yazınızı okuduysa, daha doğru bir meal yazmak için meal havuzundaki uygun kelimeleri seçmeye çalışıyordur! Ortaya nasıl bir şey çıkaracak bu ”düşünüp anlayabilen akıl sahibi” arkadaşım merakla beklemekteyim!

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihdir. Kalplerinde bir EĞRİLİK olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” Ali İmran,7-Diyanet (senden alıntı)
        insanları çözümlemede uzman olsan da, din iliminde yeterince incelmediğin anlaşılıyor,

        ayette, müteşabih ayetleri sadece Kuranın tanrısının bileceğinden söz ediliyor,

        bu ayetlerin tanrıdan geldiğini ise, insan sözüyle tanrı sözü arasındaki farkı anlayabilen, ayırdedebilen ilimde derinleşmiş aklı selim sahibi aklı evvellerin, Müteşabih ayetlerin anlamını bilmeseler de, engin bilgileriyle bu ayetlerin tanrıdan geldiğini anlayacaklarından söz ediliyor,

        yani apaçık olduğu bildirilen kitapta apaçık olmayan ayetlerin ne işi var diye soranlara, ayetlerin tanrıdan geldiğinin kanıtı olarak ilimde derinleşmiş zatı muhteremlerin onay vermeleriyle, müteşabih ayetlerin tanrıdan geldiği kanıtlanmış oluyor,

        dolayısıyla Kuranın apaçık bir kitap olmadığını bizzat Kuranın tanrısı kendi ağzıyla itiraf ediyor,

        peki, ilimde derinleşmiş olanlar bu ayetleri anlamaya çalışmıyor mu? diyeceksin

        hayır, genellikle çalışmıyorlar, soranlar olursa, kariyeri çizdirmemek için bir şeyler eveleyip geveleyip “doğrusunu Allah bilir deyip”, topu taca (tanrılarına) atıyorlar,

        diğer yaptıkları şey ise, akıl ve mantıkla bağdaşmadıkları için masaya yatırılan ayetleri, ister muhkem (anlaşılır), ister müteşabih (anlaşılmaz) olsun, yok hatalı meal, yok mecazi anlatım, yok bilmem ne sanatı, yok edebi anlatım vs. gibi bahanelerle müteşabih ayet olarak yutturmaya kalkmalarından ibaret, tv ekranlarında bunlardan aramadığın kadar var, bu arada hatalı meal iddiasında bulunanlar, diyanete hırlamayı da ihmâl etmiyorlar,

        bunu yaparken bir taraftan da Kuranın tanrısına da şükretmeden geçemiyorlar, “ey yüce tanrım ne iyi etmişsinde tanrılık ilkesini yerle bir etmek pahasına Kuranda anlaşılmaz ayetler göndermişsin, sayende ilimde derinleşmiş numarasına yatarak dümenimizi sürdürüyoruz” diyorlar,

        —Önce mesajı apaçık verdiğini söyleyen kitap şimdi apaçık olsa da hepsini anlaman mümkün değil bu yüzden hiç kurcalama demeye başlamış ve ayrıca bu kitap üzerinden nemalanmak isteyeceklerinde önünü açmıştır! Çünkü onu ”ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”! Peki anladım diyenlerin anladıklarının doğru olduğunu ya da anladım diyenin gerçekten anlayan bir akıl sahibi olduğunu kim, nereden bilecek? (senden alıntı)

        sade vatandaş ilimde derinleşmediği için, kimin ilimde derinleştiğini bilemeyeceğinden, ilimde derinleştiğini sandığı birisinin arkasına akılıp gidecektir, ondan sonra gelsin mezhepler, tarikatlar, o da yetmezse, ayni tarikatlara mensup olanların kümeleştiği farklı ekoller, o da yetmese “yağdır mevlam su” şarkısını söylesinler?

        bir zamanlar ilimde olmasa da, üfürükte derinleşmiş alimler vardı, bir üfürdüler mi? hamile bırakmadıkları hatun kalmazdı, gerçi babalık testi icad edildiğinden beri şimdi yoğurdu üfleyerek yiyorlarmış?

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Evet ayette sizin dediğiniz gibi,

        ”ayette, müteşabih ayetleri sadece Kuranın tanrısının bileceğinden söz ediliyor,” sizden alıntı

        bir durum vardır! Ama ben yazımda hangi ayetin muhkem hangi ayetin ise mütaşabih olduğunu herkesten farklı olarak bilebilen kişilerin durumunun altını çizmeye çalıştım! Dolayısıyla bu halleriyle yukarı konumlanan kişiler sözde eşit oldukları inançdaşlarını ayetin kendilerine sağladığı avantajı kullanarak istedikleri gibi yönlendirebilirler! İstedikleri zaman istedikleri ayet muhkem veya müteşabih olabilir! Buda onların ayetlerin anlam olarak istedikleri gibi yorumlamaları veya kurgulamalarıyla mümkündür!

        Ayetten anlıyoruzki, hangi ayetin mütaşabih olduğunu bilebilmek için ilimde derinleşmiş olmak gerekiyor! Tabi bende her zaman ki gibi soruyorum, mütaşabih ya da muhkem ayetleri ayırmayı sağlayan ve insanların içinde derinleştiği o ilim nedir?

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —Ayetten anlıyoruzki, hangi ayetin mütaşabih olduğunu bilebilmek için ilimde derinleşmiş olmak gerekiyor! Tabi bende her zaman ki gibi soruyorum, mütaşabih ya da muhkem ayetleri ayırmayı sağlayan ve insanların içinde derinleştiği o ilim nedir? (senden alıntı)

        normal zekâya sahip olupta okuduğunu anlayamayacak hiç kimse yoktur, o nedenle Kuranda anlaşılmaz ayetler değil, akla mantığa uymayan ayetler vardır, bunların çoğu da 1400 sene öncesinin tanrı anlayışıyla ilgilidir,

        ilimde derinleşmiş alimlere gelince;
        kendilerini alim olarak sunanların yaptığı tek şey, ister anlaşılır olsun ister anlaşılır olmasın, akla mantığa uymayan ayetlerin, “tanrının hikmetinden sual edilmez” şeklinde klişeleşmiş sloganla!!! müritleri tarafından sorgulanmasını önlemektir,

        akla mantığa uymayan söz konusu ayetleri masaya yatıranlara da, ipe sapa gelmez cevaplar vermeleridir,

        sanırım ilimde derinleşenlerin, derinleştikleri şeyin ne olduğunu anlatabilmişimdir?

    • 1okuyucu dedi ki:

      Bi yabancı;

      —Sonuç itibariyle bu arzuları onu çözüm üretmek noktasına götürdü çözümü de Allahın emrinde bularak tasarladığı ayete kimsenin karşı çıkıp yadırgayamayacağı şekilde Bol Allahlı ifadeler koydu.Hem arzularına kılıf uydurmuş oldu hemde peygambere bak ya meğer neymiş şeklindeki tepkilerin önünü kesti (senden alıntı)

      —BENCE PEYGAMBERİN İÇİNDE SAKLAYIP İNSANLARDAN ÇEKİNDİĞİ KONU ZEYDİN EŞİNE DUYDUĞU İLGİ DEĞİL ! Peki nedir ? BİLMİYORUM. (senden alıntı)

      hem bilmiyorum diyorsun, hemde bilmediğin halde varsayımda bulunuyorsun,

      üstelik bu varsayımı, Muhammedin içinde sakladığı şey hakkında oldukça mantıksal açıklamalar yapmana rağmen yapıyorsun,

      bu tavrını yadırgadığımı söylemeden geçemeyeceğim,

      —Evet Sayın Bilal bu yorumum sizide kapsıyor şimdiden yapacağınız açıklamalar için teşekkür ediyorum… (senden alıntı)

      Bilâl, işine gelmeyen şeylere pek itibar etmez, dalgaya düşüpte müdahil olduğunda, döktürmekten geri durmaz! bana inanmıyorsan, en basiti bakara-178’le ilgili mesajlarını bul oku,

      Bilâl,, Zeyd’in Muhammedle aynı yaşlarda olduğunu, dolayısıyla Zeyd’in, Muhammedin evlatlığı olmadığını iddia ediyor ama evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla evlenen erkeklerle ilgili ayetin Kurana neden girdiğini açıklayamıyor, yani hiç gereği yokken durduk yerde böyle bir ayetin Kurana neden girmiş olabileceği hakkında bir tahminde bulunamıyor, yani Bilâl efendi, sebep sonuç konusunda yeterince Arif değil,

      ama söz konusu Arapça olunca leb demeden leblebiyi anlıyor, hatta öylesine anlıyor ki, koskoca Ülkede hiç kimsenin Arapçayı kendisinden daha iyi bilemediğini de de anlamış ama gelgeleim o ayetin Kurana neden girdiğini anlayamamış?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu ;
        Yanlış anladın o yorumda ben islam inancına karşı bir kişi gibi konuştum..Yani örneğin ateist rolüne bürünerek bu ayete olan yaklaşımımı cümlelere döküp Sayın Bilalden cevap bekledim.
        Hala iddiamın arkasındayım Hz Muhammedin insanlardan çekinerek içinde sakladığı şey Zeydin karısına duyduğu ilgi değil hatta böyle bir ilgi yok şayet varsa Nur 30 daki allahın emirlerine uymayan bir peygamber söz konusu buda inançlarımızı yerle bir eder ha eğer çıkar birisi derse ki Allah elçisine ayrıcalıklı davranabilir bu kimseyi ilgilendirmez. O zaman ne olur bende bilmiyorum

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi Yabancı;

        —Yanlış anladın o yorumda ben islam inancına karşı bir kişi gibi konuştum (senden alıntı)

        demek empati yaptın, bende gerçekten öyle düşündüğünü sanmıştım, ama hakkını teslim etmek lâzım, empati yapma konusunda oldukça ustasın,

        —Hala iddiamın arkasındayım Hz Muhammedin insanlardan çekinerek içinde sakladığı şey Zeydin karısına duyduğu ilgi değil hatta böyle bir ilgi yok şayet varsa Nur 30 daki allahın emirlerine uymayan bir peygamber söz konusu buda inançlarımızı yerle bir eder (senden alıntı

        yerle bir etmez, çünki peygamber aynı zamanda bir beşerdir ve hiçbir beşer dört dörtlük değildir, yani her beşer gibi peygamberlerinde bazı zaafları mutlaka olacaktır, aksini iddia etmek peygamberi melek yapmak anlamına gelir ki, böyle bir iddia insan fıtratına aykırıdır ve hiç kimse tarafından ciddiye alınmaz, en azından ben ciddiye almam,

        hepimiz biliriz ki, gönül denen duygu, insanların yönetemediği bir duygudur, o ne zaman nereye konacağına kendisi karar verir, ota da konar, .oka da konar,

        hani bazen, “yahu bu kara kuru çirkin sıskanın neyini beğendin?” diye sorarlar, bu sorunun cevabını kendine bile veremezsin, işte gönül koymak öyle bir şeydir,

        kaldı ki günümüzde evli kadınlara aşık olan kişilerin varlığını çevremizdeki olaylardan veya gazete haberlerinden biliriz,

        benim kızdığım taraf ise, 60’ına merdiven dayamış bir adamın 10 veya 12 (Hatice hariç) karısının olmasını, peygamberlerinin erkeklik gücüyle açıklamaya kalkışan kraldan çok kralcı tiplerin olmasıdır, (yanılmıyorsam bunlara Gazali de dahildir)

        halbuki o evliliklerin çoğu siyasidir, yani Muhammedin isteyerek evlendiği kadın sayısı 4’ü (Ayşe, Zeynep, Cüveyriye, Marya) geçmez, (Cüveyriye ve Marya ile evli olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor)

        İslâmi kaynaklara göre göç sırasında, Müslümanların tabiriyle söylersek o çilekeş yolculukta, Muhammedle birlikte yola çıkanların içerisinde, Muhammedin akrabalarının içerisinde bir tek Zeynep’in olması, Muhammedin Zeynep’e, saygı, sevgi, sempati duymasına sebep olmuş olabilir,

        kim bilir belki de hadislerde anlatılan olay (doğruluğu tartışılır) bu sempatinin aşka dönüşmesine neden olmuş olabilir, peygamberler aşık olamaz diye bir kural mı var?

        zaten, ayette de Muhammedin içinde sakladığı şeyin, Zeyd’den boşanmamasını istemesinin olmadığı anlaşılıyor, öyle olmasaydı, ayette,” eşini yanında tut, Allahtan kork” diye bir ifade olmazdı,

        özetle, insan oğlu yaratılış fıtratı gereği, dört dörtlük (melek) değildir, statüsü ne olursa bu böyledir,

        ama sen insan psikolojisini göz ardı edip, kafayı nur-30’a takarsan, en başta bu senin kendi inancını sorguladığın anlamına gelir, yani inancın zayıf olduğundan inancını sağlamlaştırmak için bazı şartlar öne sürerek, eğer böyle bir şey varsa, ben bu işte yokum demeye getirmiş olursun,

        eğer nur-30’a göre birbiriyle evli olmayan tüm kişileri birbirlerine haram olarak görmeye kalkarsan, yolda yürürken başını öne eğmen veya gözlerini kapatarak yürümen gerekir, bu abdestini bahane eden zındıkların karşı cinsleri cinsel obje olarak görmelerinden başka bir şey değildir,

        oysa insan meyletmedikçe, (yani niyet önemli) karşı cinsle bir arada olmanın, sohbet etmenin hiç bir sakıncası yoktur ve bunun haramdan sakınmayla da hiçbir ilgisi yoktur,

        bana göre Zeynep Zeyd ile evliyken bile Muhammedin Zeyneple görüşmesinin, sohbet etmesinin hiçbir sakıncası olamaz, zaten Zeynep Muhammedin yabancısı değil, halasının kızı,

        —birisi derse ki Allah elçisine ayrıcalıklı davranabilir bu kimseyi ilgilendirmez. O zaman ne olur bende bilmiyorum (senden alıntı)

        Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. (ahzab-50)

        Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Boşadığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, halîmdir. (ahzab-51)

        Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler. (ahzab-52)

        biri kalkıp Muhammede tanınan ayrıcalıklar kimseyi ilgilendirmez derse, biz yinede yukarıdaki ayetleri gösterip “ele güne karşı a canım böylede olmaz ki” deriz.

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu ve pamuk1kale,

        1-‘’ bilâl,, Zeyd’in Muhammedle aynı yaşlarda olduğunu, dolayısıyla Zeyd’in, Muhammedin evlatlığı olmadığını iddia ediyor ama evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla evlenen erkeklerle ilgili ayetin Kurana neden girdiğini açıklayamıyor, yani hiç gereği yokken durduk yerde böyle bir ayetin Kurana neden girmiş olabileceği hakkında bir tahminde bulunamıyor, yani Bilâl efendi, sebep sonuç konusunda yeterince Arif değil, ‘’ ” 1okuyucu’dan alıntı ‘’

        Evet,Zeyd’in hz.peygamberle evlatlığı yoktu ve mümkün de değildi !!! Ama Zeyd hz. peygamberin yanında kalmayı tercih ettiği için,evlatlığı gerektiren hiç sebep olmadığı halde yine de öyle sanılırdı. Eğer buna dair bir açıklık gelmeseydi,zamanla böyle durumlarda evlilik konusunda bazı sıkıntılar da yaşanabilirdi.Yani böyle bir durumda dini açıdan evliliğin caiz olup olmadığı bilinmeyecekti.İşte gerçek evlatlığı olmadığı halde evlatlığı iddia edilenlerin boşanmış eşlerinin evliliğinde bir sakınca olmadığına dair söz konusu ayetle hüküm verilmiştir.
        . Özetle böyle bir iddia bile zamanla mü’minlerı bu konuda sıkıntıya düşürebilirdi,bu yüzden söz konusu ayetle durum açığa kavuşuyor.İşte konu ile ilgili ayetin kur’an’ı kerimde bulunmasının sebebi bu! Bu nedenle sebep sonuç konusunda bir sorun yoktur!

        2-HZ.PEYGAMBERİN KİMSENİN DUYMASINI İSTEMEDİĞİ ŞEY NE İDİ ?

        Hz.peygamber Zeyd ve Zeynep arasındaki geçimsizliğin ve Zeyd’in boşama isteğini hiç kimsenin duymasını istemiyordu.Bu durumu içinde gizliyordu.Onun tek arzusu,Zeyd ile Zeyneb’in boşanmamalarıdı.Eğer olay yayılıp duyulsaydı,bunu hızlandırmak ve gerçekleştirmek için münafıklar devreye gireceklerdi.Yani hz.peygemberin kendi eliyle kurmuş olduğu bu aile yuvasını yıkmaya çalışacaklardı.Bu yuva yıkıldığı zaman münafıklar ve müşrikler bunu hz.peygamberin aleyhine bir propaganda malzemesini yapıp şöyle diyeceklerdi,bakınız,Muhammed kendi eliyle kurduğu aile mutlu olamadı ve neticede onun kurduğu yuva dağılıp gitti vs.İşte Zeyd,eşi ile kendi arasındaki bu geçimsizliği ve boşanma isteğini sadece hz Peygambere açıyordu.Hz.peygamber de bu durumu kimsenin duymasını istemiyor ve içinde saklıyordu.‘’ الله اعلم ‘’ ayet buna işaret ediyor.

        AHZAB-37 : ..Sen kendi içinde,Allah’ın ortaya çıkaracağı şeyi (Zeyd ile zeynep arasındaki geçimsizliği ve Zeyd’in boşanma isteğini) insanlardan gizliyordun,İnsanları sayıyordun. Oysa (her konuda) Allah,kendisini saymana daha layıktır.’’ Yani hz. peygamberin içinde gizlediği ve duyulmasını istemediği şey,bu geçimsizlik ve Zeyd’in bşanma isteği idi.Bu geçimsizliği münafıklar daha da alevlendirmesinler diye,bu olayı hz.peygamber hep gizli tutuyordu.kendi içinde gizli tutuğu şey kesinlikle Zeyneb’in boşanıp kendisiyle evleneceği değildi.. ÇÜNKÜ,AHZAB-37:واذ تقول للذي انعم الله عليه الخ ‘’ Kendisine hem Allah’ın ikramda bulunduğu,hem de senin iyilikte bulunduğun kimseye şöyle dediğini hatırla………’’

        a) Bu ayet geçmişi anlatıyor.’’ O zaman ve olayını hatırla‘’ diyor..Yani bu ayet indiği zaman boşanma çoktan gerçekleşmişti.Çünkü ayet geleceği değil, geçmişi anlatıyor..

        b) Hiç bir ayette de Zeyd onu boşuyacak ve Zeyneb’i seninle evlendireceğiz,,’’ diye geleceğe yönelik hiç bir bilgi de hz.peygambere verilmiş değildir..Peki yüce Allah ona vahiyle böyle bir durumu bildirmemişse,bunu nasıl bilecekti.? ‘’ الله اعلم ‘’

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Onun tek arzusu,Zeyd ile Zeyneb’in boşanmamalarıdı.Eğer olay yayılıp duyulsaydı,bunu hızlandırmak ve gerçekleştirmek için münafıklar devreye gireceklerdi.Yani hz.peygemberin kendi eliyle kurmuş olduğu bu aile yuvasını yıkmaya çalışacaklardı.Bu yuva yıkıldığı zaman münafıklar ve müşrikler bunu hz.peygamberin aleyhine bir propaganda malzemesini yapıp şöyle diyeceklerdi,bakınız,Muhammed kendi eliyle kurduğu aile mutlu olamadı ve neticede onun kurduğu yuva dağılıp gitti vs.İşte Zeyd,eşi ile kendi arasındaki bu geçimsizliği ve boşanma isteğini sadece hz Peygambere açıyordu.Hz.peygamber de bu durumu kimsenin duymasını istemiyor ve içinde saklıyordu (senden alıntı)

        (Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. (ahzab-37)

        Zeyd, o kadından İLİŞİĞİNİ KESİNCE biz onu SANA NİKÂHLADIK Kİ EVLÂTLIKLARI, KARILARIYLA İLİŞKİLERİNİ KESTİKLERİNDE (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir (ahzab-37 kısmi alıntı)

        Ahzap-37’den yaptığım kısmi alıntıya dikkatle bak, yinede bir şey göremiyorsan dürbünle bak!

        Kuranın tanrısı Zeyd’in muhammedin evlatlığı olduğunu resmen doğruluyor, sen Kuranın tanrısına rağmen Zeyd, muhammedin evlatlığı değildi diyebiliyorsun, resmen pes doğrusu!

        en azından aynı metnin (ahzab-37) içerisinde yer alan sebep sonuç arasındaki ilişkiyi görmen gerekirdi,

        ellezî : ki o

        hiçbir şey göremiyorsan ayetteki anlatımın sebep sonuç ilişkisini gösteren “ki” bağlacını görmen gerekirdi, hoş! görmesen bile aynı metnin içerisinde yer alan iki farklı anlatımın sebep sonuç ilişkisine dayandığını anlayabilirdin???

        gerekçene gelince, keşke Muhammed, Zeyd’in boşanma isteğini gizlemeseydi de Münâfıklar Zeyd’i karısından boşatsalardı da hiç kimse Muhammede kurduğun aile yuvasını sen dağıttın diyemeseydi? daha iyi olmaz mıydı? böylelikle hiç kimse Muhammedi yuva dağıtmakla suçlayamazdı,

        de get işine, gerekçen bile Muhammedi yerin dibine batırıyor,

        — müşrikler bunu hz.peygamberin aleyhine bir propaganda malzemesini yapıp şöyle diyeceklerdi,bakınız ,Muhammed kendi eliyle kurduğu aile mutlu olamadı ve neticede onun kurduğu yuva dağılıp gitti (sendeki alıntıdan kısmi alıntı)

        peki, Muhammedin kendi eliyle kurduğu aile yuvası dağılıp gittikten sonra, yani boşanma gerçekleştikten sonra, Münafıklar bunu Muhammedin aleyhinde malzeme propagandası yapmadılar mı? öyle ya sonuçta Muhammed hiç istemediği halde??? öyle yada böyle Münafıkların propaganda malzemesi yapacakları bir durum ortaya çıkmış???

        Zeyd’in karısını boşamaya kalkması, niye Münafıklar için propaganda malzemesi olsun ki? acaba Zeyd karısını boşadıktan sonra, Muhammedin Zeyd’in karısını almasını propaganda malzemesi yapmış olmasınlar???

        ve o nedenle, Kuranın tanrısı Muhammede, seni Zeyd’in karısıyla sen istediğin için değil, biz istediğimiz için “onu sana nikâhladık” diyerek, Muhammedin aslına böyle bir şey istemediğini, Kuranın tanısının kendisini Zeyneple evlendirdiğini söyleyerek, Muhammedin zaafına! bulduğu kılıfla, münafıkları olmasa da inanırlarını masumiyeti konusunda ikna etmeyi başarmıştır herhalde,

        —Yani böyle bir durumda dini açıdan evliliğin caiz olup olmadığı bilinmeyecekti. (senden alıntı)

        gerekçende resmen saçmalamışsın?

        çünki, kişinin üvey evladıyla arasında bir akrabalık bağı olmadığı için, kişinin üvey oğlunun boşadığı karısıyla evlenmesine engel olan hiç bir şey yoktur,

        bunun için Kuranın tanrısının böyle evliliklere izin vermesine gerek yoktur, o nedenle Kuranın tanrısının böyle evliliklere izin vermesi hiçbir anlam ifade etmeyen boş bir laftır?

        Kuranın tanrısı böyle evliliklere izin verdiğini söyleme saçmalığında bulunarak, aslında Muhammedin zaafını örtbas etmeye çalışmıştır,

        a) Bu ayet geçmişi anlatıyor.’’ O zaman ve olayını hatırla‘’ diyor..Yani bu ayet indiği zaman boşanma çoktan gerçekleşmişti.Çünkü ayet geleceği değil, geçmişi anlatıyor..

        ayetin geçmiş zamandan bahsettiğini bizde anlıyoruz, üstelik ayet indiğinde, sadece boşanma olayının değil, evlenme olayının da çok önceden gerçekleştiğini anlıyoruz,

        b) Hiç bir ayette de Zeyd onu boşuyacak ve Zeyneb’i seninle evlendireceğiz,,’’ diye geleceğe yönelik hiç bir bilgi de hz.peygambere verilmiş değildir..Peki yüce Allah ona vahiyle böyle bir durumu bildirmemişse,bunu nasıl bilecekti.?

        herhalde münafıklar Muhammede, ”niye Zeydin (evlatlığının) boşadığı karısıyla evlendin?” gibisinden sorular sormuş olmalı ki, Muhammed de “valla bende niye böyle bir şey yaptığımı anlayabilmiş değilim” gibisinden cevap vermiş olmalı ki, Kuranın tanrısı seni biz evlendirdik diyerek, Muhammedin niye böyle bir şey yaptığını anlamasını sağlamış???

        toplumumuzda bu tip evlilikleri hoş karşılamasak ta, kişinin üvey evladının boşadığı karısıyla evlenmesinin sebebinin üvey babanın tavrından kaynaklandığını anlamak için kâhin olmaya gerek duymayız, yani üvey evladın karısını boşamasının sebebinin, üvey babanın tavrından!!! kaynaklandığını anlarız,

        Zeyd’de zaten böyle bir şeyler sezinlediği için Zeynepten boşanmak istemiştir, yani Muhammed, temenni mahiyetinde Zeydin boşanmasını istememiş olsa bile, Zeyd, Muhammedin bu temennisinin, Muhammedin içinde sakladığı temenni olmadığını sezinlediği için bu evliliğe son vermiştir,

        ve Zeyd, Zeynep’i boşadığında da hiçbir münafık bunu propaganda malzemesi yapmaya kalkışmamıştır, çünki Peygamberde olsa hiç kimsenin, kişileri evli kalmaya zorlayamayacağını herkes bilir,

        ama evlatlıkların boşadığı karılarıyla evlenmeye kalkışıldığında? bu boşanma sebebinin ne olduğunu herkes anlar,

        eminim Zeydle Zeynep’in boşanma sebebinin ne olduğunu sende anlamışsındır, hoş anlasanda kulağının üzerine yatacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok.

        bakara-178’le ilgili sorumu ne zaman cevaplayacaksın acaba? cevaplamaya karar verdiğinde yanında bir adet havlu bulundur?

      • bilal dedi ki:

        Sn.Bi yabancı kardeşim,

        Benim her zaman internete girip bu sayfada yazılan tüm yorumları takip etme fırsatım olmadığından dolayı konuyla ilgili yazınızı görmemişim,bu nedenle beni mazur görün. Fakat sn.1okuyucu ile sn.pamuk1kale arkadaşlara yönelik‘’ hz.peygamberin içinde gizli tuttuğu ne idi?‘’ şeklindeki yorumumu okursanız umarım yanıtınızı bulursunuz !!!

        Selam ve saygılarımla.

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Bilal

        Bu evlatlıkların eşleri ile evlenme ne büyük bir problemmiş islamda. ..o dönemden bu döneme kadar olan tüm tarih diliminde buna benzer tek örnek sunabilirmisiniz? Yada şimdi günümüzde bu ayeti dikkate alarak evlatlık isnat edilenlerin eşleri ile evlenen kimse varmı?dahası evlatlık iddiası (bu sizin mealinizdeki bir ifade)günümüzde olsun geçmişte olsun böyle bir şey mümkünmü? …ya evlatlıktır yada değildir? Evlatlık iddiası da neyin nesi?herşeyi geçtik diyelim Kur’an da ehli kitaptan olanlarla bile evlenmek serbestken sıra evlatlığın karısına kadar mı geldi?evlenecek bayan mı yok?( cariyeler köleler vs..)bu kadar senaryo yazmak yerine desenenizki “inancım gereği vardır bir hikmeti ” bizde eyvallah der geçeriz….

        müşrikler bunu hz.peygamberin aleyhine bir propaganda malzemesini yapıp şöyle diyeceklerdi,bakınız,Muhammed kendi eliyle kurduğu aile mutlu olamadı ve neticede onun kurduğu yuva dağılıp gitti
        (Sizden alıntı)

        Peki bu evlilik yapılınca müşrikler sustumu? Aa bakın hiçbir sorun yok keşke önceden bilseydikte bu Zeyd le Zeynep’i ayırsaydık bunu Muhammed’in aleyhinde iyi bir propaganda malzemesi yapardık diye hayıflanmışlarmıdır? (muhtemelen)hayır. ..ne diye hayıflansınlar ellerinde daha güçlü bir malzeme var….birde bize dönelim şimdi. Siz kendi hakkınızda “bakınız kurduğu yuva yıkıldı oysaki kendi evlendirmişti bu çifti “denmesinimi tercih edersiniz yoksa “bakınız önce kendi evlendirdi bu çifti şimdide kendi evlendirdiğini kendine eş olarak aldı”mı denmesini tercih edersiniz. .tabi bu benim en nazik anlatımım birde size düşman toplumunun bunu ifade tarzı nasıl olur varın siz tahayyül edin….

        a) Bu ayet geçmişi anlatıyor.’’ O zaman ve olayını hatırla‘’ diyor..Yani bu ayet indiği zaman boşanma çoktan gerçekleşmişti.Çünkü ayet geleceği değil, geçmişi anlatıyor..
        (Sizden alıntı)
        Bakın bilal bey her zaman olduğu gibi Kaş yaparken göz çıkarıyorsunuz. Sizin inancınıza göre bir ayetin geçmişi anlatması hükmünün yok olması anlamınamı gelir? ..ayet “şimdi “olan bir olayın geçmişteki yansımalarını anlatıyor.acaba bu Zeydi ve beraberindeki müminleri “Allahın emri “diyerek susturmak olabilir mi? …

        b) Hiç bir ayette de Zeyd onu boşuyacak ve Zeyneb’i seninle evlendireceğiz,,’’ diye geleceğe yönelik hiç bir bilgi de hz.peygambere verilmiş değildir..Peki yüce Allah ona vahiyle böyle bir durumu bildirmemişse,bunu nasıl bilecekti.? ‘’ الله اعلم ‘’
        (Sizden alıntı)
        İşte tamda böyle deseydi herhangi bir ayette o zaman belki rasyonel olabilirdi. .çünkü peygamberin iradesi dışında gelişmiş bir olay denilebilirdi. .ama burda durum evlatlığın eşi ile evlenmek te hiçbir sakınca yoktur durumu değil sadece o anki durumu kurtarmak tır.

        Özetleyecek olursak; iki kişinin ailevi sorunlarını “içinde saklamak” kişi yada kişilere karşı bir sakınma sebebi olamaz.ama evlatlığın ın eşine ilgi duymayı “içinde saklamak ” kişi yada kişilere karşı bir sakınma sebebi olabilir.rasyonel olanı budur.Ayetlerin orjinallerinde olayın içeriğine dair parantezler olmadığına göre bize düşen rasyonel olanı bulmaktır….
        saygılar…

      • bilal dedi ki:

        1okuyucu,
        ‘’ Kuranın tanrısı Zeyd’in muhammedin evlatlığı olduğunu resmen doğruluyor,sen Kuranın tanrısına rağmen Zeyd, muhammedin evlatlığı değildi diyebiliyorsun,resmen pes doğrusu ‘’ senden alıntı’’

        AHZAB-37:

        Hani Allah’ın kendisine (islam nimetini) lütfettiği ve senin de kendisine iyilik ettiğin (hürriyetine kavuşturduğun) kimseye ‘’Eşini yanında tut,(sakın boşama !) ve bu hususta Allah’tan kork’’diyordun. Allah’ın ortaya çıkaracağı bir durumu (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi) içinde saklıyor ve (bu hususta) insanlardan korkuyordun.Halbuki Allah,kendisinden korkmana daha layıktır.Zeyd,eşiyle ilişkisini kestiğinde,biz onu sana eş kıldık ki,evlatlıkları iddia edilenlerin eşleriyle ilişkisini kesince,onlarla evlenmelerinde müminler üzerine bir güçlük olmasın.Allah’ın emri ise her zaman gerçekleşir.’’ (Allah’u a’lem )

        Bu ayetle ilgili meallerde birkaç hata vardır,

        1. ‘’ed’iya’’ ifadesiyle ilgilidir, 2. ‘’ Sana nikahladık veya seninle‘’evlendirdik ‘’şeklindeki ifadelerle ilgili olup bu hatalı mealler yüzünden sanki nikahı kıyan haşa yüce Allah’tır. Halbuki‘’zevvecnakeha‘’SENİ ONA EŞ KILDIK’’ şeklinde doğru açıklansaydı bu yanlış anlamaya da sebep olmazdı.Her ne kadar hepsi de aynı manaya geliyorsa,ayetin arapça metnine uygun olan‘’ SENİ ONA EŞ KILDIK‘’şeklindedir. Çünkü burada ayet‘’Enkehnakeha’’Sana nikahladık veya seninle evlendirdik ‘’şeklinde değildir.Ayrıca ” ’zevvecnakeha‘’SENİ ONA EŞ KILDIK’’ şeklindeki ifadeyle yüce Allah bu evliliğe imkan verdiğine vurgu yapıyor.

        Arapçada gerçek evlatlık ve oğul edinme gibi ifadelerin karşılığı,‘’ ادعياء ‘’ ed’iya’’değil,’’تبني ‘’tebenni’’ olmasına rağmen meallerde bu ifade direk ‘’evlatlık’’ diye yorumlanmıştır. Mesela: Arapçada ‘’ادعي – يدعي – ادعاء – ادعياء ‘’ iddea,yeddei,iddia‘’yani ’’ iddia etti,idia ediyor,iddia etmek ve bundan ismu mefulün çoğulu olan,’’ ادعياء” ed’iya” diye gelir,
        Bu ’’ ادعياء” ed’iya” ifadesinden de anlaşılıyor ki Zeyd’in hz.peygamberle olan münasebeti bir ‘’tebenni’’ düzeyinde değil,bir iddia idi.Yani evlatlığın olabilmesi için hiçbir durum gerçekleşmediği halde,sırf hz.peygamberle birlikte yaşadığı için ona bu gözle bakılıyordu.Evlat edinmek ise küçük yaştan başlanır,halbuki hz.peygamber 25 yaşına gelip hz.Hatice ile evlenmeden,Zeyd’le en ufak bir münasebeti yoktu,belki de onu hiç de tanımıyordu.Ama ne zamanki hz.peygamber hz.Hatice ile evlenir o zaman 21 yaşında olan Zeyd’le hem tanışlığı,hem de arkadaşlık münasebeti başlıyor.Ayrıca bu arada hz. peygamber 25 yaşında,Zeyd ise 21 yaşında idi.Peki neredeyse hz.peygamberin yaşıtı olan Zeyd nasıl olur da hz.peygamberin evlatlığı olur.Aceba hz.peygamber Zeyd’i yanına alırken,Zeyd küçük yaşta bakıma muhtaç bir çocuk muydu ki, hz.peygamber,onun bakımını üstlenerek çocuğu gibi büyütmuştur?

        İşte bu nedenlerden dolayı da kur’an bu duruma vurgu yaparak ‘’ ادعياء ” ed’iya” yani ‘’evlatlığı iddia edilenler ‘ şeklinde bir ifade kullanmıştır. Yani yüce Allah Zeyd’in hz.peygamberle münasebetini gerçek olmayan bir ‘’evlatlık ‘’şeklinde nitelemiştir.Bu yüzden de gerçek evlatlığını tasdik etmiş değildir.

        3-Hz.peygamberin içinde sakladığı‘’durumu’’yanlış yorumlamalarıdır,zira hz.peygamberin
        içinde sakladığı,duyulup yayılmasını istemediği durumu”Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi ‘’ idi.Çünkü onun tek gayesi kendi eliyle evlendirdiği Zeyd ile Zeyneb’in mutlu olup yuvalarının dağılmaması idi.Bu durum duyulup yayılsaydı, her fırsatta hz.peygamber aleyhine çalışan münafık ve müşriklerin de bunu alevlendirip boşanmayı hızlandırmak için ellerinden geleni yapmaktan ve daha sonra da bunu hz. peygamber aleyhine propaganda malzemesine dönüştürmekten geri durmayacaklardı.
        İşte hz.peygamber bu durumu anladığı için,aralarındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebini içinde saklıyordu.Zeyd’de bu ailevi durumunu sadece hz.peygambere anlatıyordu.Ayrıca vahiy yoluyla hz. Peygambere Zeyd’in Zeyneb’i boşayacağına ve sonunda da yüce Allah Zeyneb’i ona eş kılacağına dair bir bilgi verilmediği halde onun bilmediği bir durumu kendi içinde nasıl saklıyordu? Eğer vahiy yoluyla bu durum ona bildirilmiş olsaydı,o zaman içinde sakladığı şey de onun Zeylep ile söz konusu evlilik durumu olabilirdi.Ama vahiy yoluyla,yani ayetle böyle bir durum ona bildirilmemiştir.! Bu yüzden onun bu durumu bilip te kendi içinde saklaması mümkün değildir.

        ‘’ en azından aynı metnin (ahzab-37) içerisinde yer alan sebep sonuç arasındaki ilişkiyi görmen gerekirdi, ‘’ senden alıntı’’

        Yani bu durum gerçekleşmemiş olsaydı,ister evlatlıkları gerçek olsun,ister gerçek olmasın bu durumda olan bazı insanlara güçlük çıkabilirdi,evlendiklerinde onların bu durumu yadırganıp,etik bir davranış olmadığı söylenebiilrdi.Bu yüzden bu evlilik gerçekleşmiştir.
        Bu nedenle yukarıda anlattığım şekilde‘’ (ahzab-37) içerisinde yer alan sebep sonuç arasında zaten tam bir uyumluluk vardır.Ama siz bunu göremediğiniz için belki de size bir dürbün lazım olabilir.

        peki,Muhammedin kendi eliyle kurduğu aile yuvası dağılıp gittikten sonra, yani boşanma gerçekleştikten sonra, Münafıklar bunu Muhammedin aleyhinde malzeme propagandası yapmadılar mı? öyle ya sonuçta Muhammed hiç istemediği halde??? öyle yada böyle Münafıkların propaganda malzemesi yapacakları bir durum ortaya çıkmış??? ‘’sizden alıntı’’

        Siz,sadece sanki anlatmış olduğum şey münafıkların bunu hz.peygamberin aleyhine bir propaganda malzemesini yaparlar diye anlamışsınız,halbuki hz.peygamber bu durumun duyulup yayılmasını istememesinin asıl gayesi,Zeyd ve Zeyneb’i ikna edip yuvalarının yıkılmaması idi,bunun için de aralarındaki geçimsizlik ve Zeyd’in boşama talebinin duyulup yayılmaması ve bu yuvanın yıkılması için kimsenin de uğraşmaması gerekirdi. Çünkü bunu öğrenen münafık ve müşrikler,hz.peygamberin başarısız olup onun bir peygamber olmadığını göstermek için bu ailevi yuvayı yıkmaya çalışırlardı.

        Zeyd’in karısını boşamaya kalkması,niye Münafıklar için propaganda malzemesi olsun ki?
        ‘’diyorsunuz’’

        Çünkü,bununla münafık ve müşrikler hz.peygamberin kendi eliyle evlendirmiş olduğu bu iki insanın mutlu olamadıklarını,hz.peygamberin bu konuda başarısız olduğunu,ayrıca eğer Allah’tan vahiy almış olsaydı,hüsranla sonuçlanan bu evliliği taa baştan yapmaması için Allah ona uyarıda bulunup buna engel olması gerekirdi şeklindeki propagandalarla onun vahiy alan bir peygamber olmadığını göstermek için ellerinden geleni yaparlardı.!
        Özetle hz.peygamberin kendi eliyle kurmuş olduğu bu yuvanın yıkılması,aynı zamanda onlar için hz.peygamber aleyhinde bir propaganda malzemesi olurdu.!

        Ayrıca BAKARA-178.ayetle ilgili defalarca açıklamalar yapılarak gereken doğru cevabının da verildiği halde,galiba bunu anlayıp kabullenmek gibi bir niyetiniz olmadığı için de bunu defalarca tekrar etmekten bıkmıyorsunuz.

        Saygılar.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Her ne kadar hepsi de aynı manaya geliyorsa (senden alıntı)

        çok gereksiz bir laf etmişsin, herhalde hiç kimse Kuranın tanrısını, düğün salonu tutup Muhammedi kendi eliyle evlendirdiğinden söz etmiyor?

        Muhammedi masum olarak göstermeye kalkışan dangalaklara göre, hani Kuranın tanrısı, yeni bir hüküm getirmek istediğinde, sanki doğrudan söylemek zor bir şeymiş gibi, örnek olması açısından, o şeyi önce Muhammede yaptırıyor ya, sonra hüküm altına alıyor ya?

        işte o nedenle Kuranın tanrısı, evlatlıklarının boşadıkları karılarıyla evlenmeyi meşru kılmak için Muhammedin evlatlığının boşadığı karısıyla evlenmesini sağlayarak, aslında Muhammedin bir suçu olmadığını, Muhammed ne yapıyorsa, biz yaptırıyoruz diyerek, “biz onu sana nikâhladık” veya “seni ona eş kıldık” diyor,

        “biz onu sana nikâhladık” veya “seni ona eş kıldık”cümleleri aynı anlama geldiğine göre, niye boş boş konuşuyorsun? her iki cümleninde aynı anlama geldiğini göremiyor musun? aklın sıra Arapça lugat parçalayarak bir şeyleri kanıtladığın imajı yaratmak istiyorsun?

        bunu belki geri zekâlı ahmaklara yutturabilirsin ama bana yutturmaya kalkmandan hiç hoşlanmadığımı bilmeni isterim, çünki geri zekâlı ahmak yerine konmak hiç hoşuma gitmez,

        tabi Muhammedi masum gösterme çabası içerisinde olan dangalakların, Kuranın tanrısının Muhammedi istediği gibi yönlendirdiği iddiası, örnek olması açısından diğer insanları da yönlendirebileceği iddiasını ister istemez gündeme getiriyor, bu durumda bize Kuranın tanrısının dilediğini hidayete erdirdiği, dilediğini saptırdığını söyleme hakkı doğuruyor,

        evet, doğru söylüyorsun, Kuranın tanrısı ‘’ SENİ ONA EŞ KILDIK‘ (senden alıntı) demiş,

        büyük harflerle yazarak teyid ettiğin bu durumu, sınav mantığında nereye koyarsınız, artık orasını ben bilemem?

        —İşte bu nedenlerden dolayı da kur’an bu duruma vurgu yaparak ‘’ ادعياء ” ed’iya” yani ‘’evlatlığı iddia edilenler ‘ şeklinde bir ifade kullanmıştır (senden alıntı)

        bunu açıklaman iyi oldu, bende zaten İslâmi kaynakları subjektif bulduğum için ortaya atılan iddiaları genelde şüpheyle karşıladığımdan, aralarında 4 yaş fark olan iki insan, nasıl olurda üvey olsalar da aralarında baba oğul ilişkisi olur diye kendime sorup duruyordum, birileri bir şeyler kurtarmak için rakam oyunları yapıyorlar filan sanıyordum,

        demek o toplumda, yaş farkına bakmadan, azad ettikleri köleyi alıkoyarak himayesine alanlara, hami, veli olarak değilde baba olarak, hamilik yapılan azadlı köleyide evlatlık olarak nitelendiriyorlarmış,

        Zeyde neden Muhammedin evlatlığı dendiğini şimdi anlamış oldum,

        —Hz.peygamber halasının kızı olan Zeyneb’i Zeyd’le evlendirmesini isteyor,ama ailesi Zeyd’in azatli biri olduğundan dolayı Zeyneb‘in onunla evlendirilmesini hoş karşılamıyorlar işte bunun üzerine Ahzap-36 ayet iniyor !!!
        Ahzab-36.ayetle hür birinin azatli biriyle evnendirilmesine karşı çıkılmasının çok yanlış olduğuna dair bir hüküm veriliyor..!!! (senden alıntı)

        Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (ahzab-36)

        Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. (ahzab-37)

        şu hoş karşılanmayın şeyin ne olduğuna tekrar dönelim,

        eğer, hoş karşılanmayan durum, azad edilmiş kişilerin hürlerle evlenmesi olsaydı, Kuranın tanrısı ahzap-37’de evlatlıklarının boşadığı kadınlarla evlenenlerden söz etmez, azad edilmiş kişilerin hürlerle evlenmesinin hoş karşılanmamasına vurgu yaparak, böyle evlilikleri meşru kılarak hüküm altına alırdı,

        sana göre, hoş karşılanmayan şey azad edilmiş kişilerle hürlerin evlenmesi olacak ama Kuranın tanrısı hoş karşılanmayan duruma vurgu yapmaya gerek görmeyecek ve hoş karşılanmayan durumla hiçbir alâkası olmayan bir evlenme şeklinden söz edecek öyle mi?

        Kuranın tanrısı ahzab-37’de, Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir, diyerek?

        Muhammedin içinde sakladığı şeyin ne olduğu, ayette açık açık belirtmesine rağmen, Muhammedin içinde sakladığı şeyin, Zeydin Zeynep’i boşama isteğini gizlemek olarak göstermen, inandığın tanrının sözlerini inkâr ettiğinin itirafından başka bir şey değildir,

        yada Muhammedi savunmak uğruna, Kuranın tanrısının sözlerini inkâr ettiğinin farkında olmamandır? eğer inkâr etmiyorsan Kuranın tanrısını sebep sonuç ilişkisini bilmeyen geri zekâlı ahmak bir varlık olarak gösteriyorsun,

        —İşte hz.peygamber bu durumu anladığı için,aralarındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebini içinde saklıyordu (senden alıntı)

        eğer halâ Muhammedin içinde sakladığı şeyin, Zeydin eşini boşama isteğini gizlemek olduğunu iddia ediyorsan, kendini bakarayı makaraya alan gruba dahil edebilirsin, çünki senin yaptığının da onların yaptığından hiç bir farkı yok?

        Ayrıca BAKARA-178.ayetle ilgili defalarca açıklamalar yapılarak gereken doğru cevabının da verildiği halde,galiba bunu anlayıp kabullenmek gibi bir niyetiniz olmadığı için de bunu defalarca tekrar etmekten bıkmıyorsunuz.

        yanılıyorsun, bakara-178’le ilgili olarak cevap vermediğin sorular da var? bende zaten cevabını vermediğin bir soruyu soruyorum sana?

        ayrıca, verdiğin cevapları buraya yazardım ama üstünlük taslama konusundaki mantığını teşhir etmek pek hoş olmazdı,

        senin, bakara-178’de, katil ve maktüllerin kim olduklarının birebir bilindiğini iddia etmene karşılık,

        bende sana, eğer katil ve maktüllerin kim oldukları birebir biliniyorsa?

        Kuranın tanrısı, hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükümlerini göndereceğine, cana can hükmünü gönderseydi, katiller cezalandırılamayacak mıydı? diye soruyorum,

        vereceğin cevap çok basit, yani ya “cezalandırılırdı” diyeceksin yada “cezalandırılamazdı” diyeceksin???

        cevabın “cezalandırılamazdı” şeklinde olduğunda, neden cezalandırılamayacağını gerekçesiyle birlikte açıklayacaksın.

        hadi gerekçeni açıklamasan da olur, vereceğin tek kelimelik cevaptan da ben gerekçeni anlarım, hadi vereceğin cevap hiçte zor bir şey değil, sadece “cezalandırılırdı “veya “cezalandırılamazdı” diyeceksin, de hadi de gari?

      • 1okuyucu dedi ki:

        bilgilendirme mesajı;

        alıntı olduğunu belirtmeyi unuttuğum aşağıdaki ifade Bilâl’e aittir.

        “Ayrıca BAKARA-178.ayetle ilgili defalarca açıklamalar yapılarak gereken doğru cevabının da verildiği halde,galiba bunu anlayıp kabullenmek gibi bir niyetiniz olmadığı için de bunu defalarca tekrar etmekten bıkmıyorsunuz.”

    • bilal dedi ki:

      Sn.Bi yabancı,

      ‘’ Evet tüm bunları söyledikten sonra kilit ifadeye tekrer geri dönelim :”Nefsinde Allahın açığa çıkaracağı şeyi gizliyordun insanlardan çekiniyordun” Pekala burda Peygamberin nefsinde içinde insanlardan çekinerek yada korkarak gizlediği şey nedir ? Hemen ayetin öncesine gidelim !
      __Bununla beraber, Allah ve Rasulü bir işe karar verdiği zaman, gerek inanan bir erkeğin gerek inanan bir kadının kendilerine ait bir işte tercih hakları olamaz. Her kim Allah’a ve peygamberine asi olursa açık bir sapıklık etmiş olur. (ahzap 36 elmalılı )
      Evet görüyoruz ki önceki ayette peygamber zeydin eşi ile ilgili kararının temelini atıyor.Ve Ahzap 37 de noktayı koyuyor ‘‘ sizden alıntı‘‘

      Ahzap 36.ayetin iniş sebebi !

      Hz.peygamber halasının kızı olan Zeyneb’i Zeyd’le evlendirmesini isteyor,ama ailesi Zeyd’in azatli biri olduğundan dolayı Zeyneb‘in onunla evlendirilmesini hoş karşılamıyorlar işte bunun üzerine Ahzap-36 ayet iniyor !!!
      Ahzab-36.ayetle hür birinin azatli biriyle evnendirilmesine karşı çıkılmasının çok yanlış olduğuna dair bir hüküm veriliyor..!!!

      Yani AHZAB-36.ayet hz.peygamber ile Zeyd’en boşanmış olan Zeynep’le gerçekleşecek olan evlilikle asla bir alakası yoktur. İşte konuyla ilgili tefsir aşağıdadır.

      Buna göre Ahzab-36.iki sebepten dolayı inmiştir,!!!

      1-Hz.peygamber kendi halasının kızı Zeyneb’i Zeyd’le evlendirmek istemesi ve ailesinin bunu hoş karşılamaması üzerine,inmiştir.

      2-Ukbe Bini Ebi Muit‘ın kızı olan Ümmü Gülsüm’ile ilgilidir………(bunun üzerine inmiştir.)

      Öztle ‘‘ Evet görüyoruz ki önceki ayette peygamber zeydin eşi ile ilgili kararının temelini atıyor.Ve Ahzap 37 de noktayı koyuyor‘‘şeklindeki KARAR HZ.PEYGAMBERİN ZEYNEB’i ZEYD’LE EVLENDİRMESİ KARARIDIR,KENDİSİYLE DEĞİL !!!

      Aşağıda tefsir metninde de aynen böyle anlatılıyor !

      نزلت هذه الآية في سببين: في السيدة زينب بنت جحش رضي الله عنها، ونزلت في أم كلثوم بنت عقبة بن أبي معيط.
      والسيدة زينب بنت جحش أراد النبي صلى الله عليه وسلم تزويجها من زيد بن ثابت ، فكرهت ذلك وكره أخوها ذلك، فقد نظرت إلى نفسها أنها بنت عمة النبي صلى الله عليه وسلم، فأمها هي عمة النبي صلى الله عليه وسلم فهي شريفة من آل بيت النبي صلى الله عليه وسلم، فكيف تتزوج من زيد بن حارثة رضي الله عنه وهو مولى.
      وقد كان عبداً عند السيدة خديجة أهدته للنبي صلى الله عليه وسلم ثم أعتقه النبي صلى الله عليه وسلم ومنّ عليه بالعتق ؟
      فأراد النبي صلى الله عليه وسلم أن يزوج زيداً من زينب بنت جحش رضي الله عنها، فأبت زينب ذلك وجاء القرآن يخبر أنه إذا اختار النبي صلى الله عليه وسلم شيئاً لا بد وأن يكون ما اختاره عليه الصلاة والسلام، هذا سبب من أسباب نزولها.
      السبب الآخر هو في أم كلثوم بنت عقبة بن أبي معيط ، فقد وهبت نفسها للنبي صلى الله عليه وسلم ليتزوجها، فاختار النبي صلى الله عليه وسلم لها غيره، فإذا بها لا تريد ذلك وكرهت وكره أخوها أيضاً أن تتزوج غير النبي صلى الله عليه وسلم، فجاءت الآية تعلمهم أن اختيار النبي صلى الله عليه وسلم لهم هو خير من اختيارهم لأنفسهم، وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ [الأحزاب:36

      Saygılarımla.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Bilal
        Sorular en altta cevapsız duruyor
        Ben zaten bu soruları size bi müslüman olarak sordum ünlem salatasıyla kızdığınızı yada tepkinizi göstermeye gerek yoktu yinede Allah cc razı olsun fakat en aşşağıda sorularım hala cevaplanmamış duruyor .
        Saygılar

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Yani AHZAB-36.ayet hz.peygamber ile Zeyd’en boşanmış olan Zeynep’le gerçekleşecek olan evlilikle asla bir alakası yoktur. İşte konuyla ilgili tefsir aşağıdadır. (senden alıntı)

        Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (ahzab-36)

        Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. (ahzab-37)

        demek, toplumun hoş karşılamadığı durum azad edilmiş birinin hür bir kadınla evlenmesiymiş öylemi? tabi sana göre Zeyd, Muhammedin evlatlığı olmadığı için, Muhammedin Zeyneple evlenmesi toplumda yadırganmamış ama Kuranın tanrısı nereden gerek gördüyse, hiç gereği yokken üvey babaların, üvey oğullarının boşadıkları karılarıyla evlenmelerine izin vermiş, hani ne alâka, kel alaka gibisinden?

        aksine ahzap-36’nın Muhammedin Zeyneple evlenmesiyle ilgisi vardır, çünki ahzap-36, Zeydle Zeynep’in evliliğinin hoş karşılanmamasıyla (yok öyle bir şey) ilgili değil, Muhammedin Zeyneple evliliğinin toplumda hoş karşılanmaması üzerine inmiştir,

        belli ki Muhammedle Zeynep’in evliliği toplumda hoş karşılanmadığından bazı eleştirilere sebebiyet vermiş, bu durum üzerine Muhammede eleştiri yöneltenler bile olmuş,

        bunun üzerine Kuranın tanrısı Ahzap-36’yı göndererek, Muhammede itiraz edilmesini, karşı gelinmesini, apaçık bir sapıklığa düşmek olarak nitelendirerek, yani Muhammedin aldığı kararlara karşı çıkanları cehenneme göndermekle tehdit ederek, itirazların önünü kesmek istemiş,

        Muhammedin yüzüne karşı olmasa da Muhammedin inanırları içlerine sindiremedikleri böyle bir durumu kendi aralarında konuşmaya devam etmişler, (bunu bilmek için kâhin olmaya gerek yok) söylentilerin önünü kesmek amacıyla Kuranın tanrıs ahzab-37’yi göndererek, “size ne oluyor, Muhammedi Zeyneple ben evlendirdim, var mı bir itirazınız?” deyip, söylentilerin önünü kesmiş,

        yani, Zeydin Zeynep’i boşaması ve Muhammedin Zeyneple evlenmesi ahzab-36’dan önce olmuş,

        öyle olmasaydı, Zeyd, Muhammedin “eşini yanında tut, Allahtan kork” dediğinde, Muhammedin bu isteğine karşı gelebilir miydi? yani ahzap-36’ya rağmen, Muhammede karşı gelip cehenneme gitmeyi göze alarak, Zeynep’i boşayabilir miydi?

        belli ki boşama işi ahzab-36’dan önce olmuş, Zeyd Zeynep’i boşamak istediğinde, Muhammed, Zeyd’e “eşini yanında tut, Allahtan kork” demiş, herhalde Zeyd’de içinden “onur meselesinin Allahtan korkmakla ne ilgisi var” deyip Zeynep’i boşamış,

        aşağıdaki tefsirlerde ne anlatılıyor bilemem ama tefsirlerdeki zatı muhteremlerin, ahzab-37’deki üvey babaların, üvey evlatlarının boşadığı kadınlarla evlenmesine izin verilmesi hakkında ne düşündüklerinden de bahsediyor mu acaba? tercüme etseydinde bilseydik?

        sanırım ahzab-36 ve ahzab 37’nin hangi hoş karşılanmayan durum için geldiğini anlamışsındır? hoş anlasan da olan yine kulağına olacak, bari hep aynı kulağının üzerine yatma, ara sıra öteki kulağının üzerine de yat,

  206. pamuk1kale dedi ki:

    Bilal Beyi sayın toro nun asla tasvip etmediği bir şekilde üst konuma koyarak hep beraber cevap bekliyoruz!
    Daha önce konu ile ilgili verdiği cevaplarda;
    -Zeyd evlatlığı değil azad ettiği bir köle! dolayısıyla sorun yok.
    -Hem zeyd; peygamber boşanma yanında tut dediği halde Zeynep ten boşanmıştı dolayısıyla sorun yok.Ayrıca peygamber isteseydi zeyneple zeyd den önce evlenebilirdi.

    İçinde saklayıp,insanlardan çekindiği…
    İslamdan önce bu şekilde evlenmek hoş görülmüyordu,ayetle Müslümanlara bunun önünü açıldı.haliyle sorun yok.

    Toparlayayım dedim.
    Ama bir çok kişinin bildiği ve beklediği gibi bilal bey parantez içinde kullanacağı bir çok kelime ile gelerek ayetin doğru mealini! her zamanki gibi bize dayatacak.

  207. Bi yabancı dedi ki:

    Sayın Bilal :
    Açıklamalarınız için öncelikle teşekkür ediyorum.Size sunduğum ahzap 37 ayetin mealinde herhangi bir yanlışlık var mı ? Ayrıca arapçayı bildiğinize göre bana burda ayetin arapçasını yazıp kelime kelime türkçesini meal eder misiniz ?

    Birde şu ayetteki ”edia” ifadesinden daha önceki yorumlarınızda bahsetmiştiniz.
    Evlatlıkları iddia edilenlerle diye meal ederek evlatlık konusuna açıklık getirmiştiniz.
    Evlatlıkları iddia edilenlerden evrensel ve genel bir anlam nasıl çıkarılabilir ki ? Dünya evlatlıkları iddia edilenlerle ve bu iddia edilen evlatlıklarının karılarına gizli arzular besleyenlerle dolu bir yer midir ki Yaratan böyle bir ayeti büyük bir soruna çözüm getirmek adına insanlara sunsun ! Ayrıca birileri şayet buna benzer olayda kişiyi yadırgamak adına olayın mağdur kahramanını kullanarak bu senin evlatlığın bunun eşiyle evlenmen ahlaksızlıktır demek suretiyle yapacağı eleştirilerin muhattabı insanların gözünde kalbur üstü yer ve saygınlık kazanmış ahlak abidesi birileri olması lazım hatta bi peygamber veyahut islam inancına göre değerli adledilen insan üstü özellikler yüklenen evliya ermiş gibi kişiler olması lazım. Zaten sıradan insanlara bu eleştiri getirilemez çok çok ta boşandılar sevdik evlendik der günahsa benim günahım suç ise buyrun mahkemeye deyip gereken savunuyu yapar.
    Evet bu konuda da açıklamarınızı okumak isterim.
    Saygılar

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Bilal :
      Sorumu birde şu açıdan sormak istiyorum
      Pekala madem Allah cc Zeydle Eşinin boşanması hususunda Hz Muhammedin içindeki korkunun yersiz olduğunu ayetler suretiyle gösteriyor. Peki ekabinde Hz. Zeyneple neden nikahlıyor ? Burda hz. peygamber üzerinden tüm insanlığa EVLATLIKLARINIZ DİYE İDDİA EDİLENLERİN boşandıkları eşleriyle evlenmek hususunda hiç bir sakınca yoktur mesajı mı veriliyor ?
      Peki şayet sizin dediğiniz gibiyse sizce peygamberin ölümünden sonra; Tıpkı Peygamberin bu ayetlerde başına gelen olay gibi bir olay dünya üzerinde yaşamış ve yaşayan kaç kişininde başına gelmiş olabilir ? Kaç kişiye beraber yaşadığı insanla ilgili aslında arkadaşı dostu seveni değil de resmen evlatlığı şeklinde yaftalama yapılabilir ?Hz Muhammedin içinde gizlediği konuyla ilgili açıklamalarınız benim nazarımda doyurucudur.
      Allah CC razı olsun şimdiden teşekkür ediyorum.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Bi yabancı,

        1-Ünlem işareti kızmağı değil,dikkat çekmenin işaretidr.Yani cümlenin sonunda yazılan ÜNLEM işareti anlatılanın önemine dikkat çekmek içindir,bunun kızmakla hiç bir alakası yoktur.Ayrıca burada sizin gibi çok değerli açıklamalarda bulanan bir kardeşime soru sorduğu için nasıl kızabilirim ki? Eğer yazmış olduğum ünlem işaretleri nedeniyle beni yanlış anlamışsanız,sizden özür diliyorum,şunu de bilmenizi isterimki ünlem işaretlerini anlatılanın önemine DİKKAT çekmek için yazıyorum,kızmak veya tepki göstermek için değil.

        ‘’Açıklamalarınız için öncelikle teşekkür ediyorum.Size sunduğum ahzap 37 ayetin mealinde herhangi bir yanlışlık var mı ? Ayrıca arapçayı bildiğinize göre bana burda ayetin arapçasını yazıp kelime kelime türkçesini meal eder misiniz ? ‘’ sizden alıntı’’

        AHZAB-37:

        Hani Allah’ın kendisine (islam nimetini) lütfettiği ve senin de kendisine iyilik ettiğin (hürriyetine kavuşturduğun) kimseye ‘’Eşini yanında tut,(sakın boşama !) ve bu hususta Allah’tan kork’’diyordun.Allah’ın ortaya çıkaracağı bir durumu (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi) içinde saklıyor ve (bu hususta) insanlardan korkuyordun.Halbuki Allah,kendisinden korkmana daha layıktır.Zeyd,eşiyle ilişkisini kestiğinde,biz onu sana eş kıldık ki,evlatlıkları iddia edilenlerin eşleriyle ilişkisini kesince, onlarla evlenmelerinde müminler üzerine bir güçlük olmasın.Allah’ın emri ise her zaman gerçekleşir.’’ şeklindedir. ‘’ (Allah’u a’lem )

        Bu ayetle ilgili meallerde birkaç önemli hata vardır,

        1. ‘’ed’iya’’ ifadesiyle ilgilidir. 2.‘’ Sana nikahladık veya seninle‘’evlendirdik ‘’şeklindeki ifadelerle sanki haşa yüce Allah nikah kıyıyor,halbuki‘’zevvecnakeha‘’SENİ ONA EŞ KILDIK’’şeklinde doğru açıklansaydı böyle yanlış bir anlaşılmaya da neden olmazdı. Çünkü ayet ‘’Enkehnakeha’’ Sana nikahladık veya seninle evlendirdik şeklinde değildir. Bu ifadeyle yüce Allah bu evliliğe imkan verdiğine vurgu yapıyor.

        Arapçada ‘’ evlatlık ve oğul edinme gibi ‘’ ifadelerin karşılığı,‘’ ادعياء ‘’ ed’iya’’ değil,’’تبني ‘’tebenni’’ olmasına rağmen meallerde bu ifade direk ‘’evlatlık’’ diye yorumlanmıştır. Mesela: Arapçada ‘’ادعي – يدعي – ادعاء – ادعياء ‘’ iddea,yeddei,iddia‘’yani iddia etti,idia ediyor,iddia etmek,bundan ismu mefulün çoğulu ise,’’ ادعياء” ediya” diye gelir,

        Bu ifaden de anlaşılıyor ki Zeyd’in hz.peygamberle olan münasebeti bir ‘’tebenni’’ düzeyinde değil,bir iddia idi.Yani evlatlığın olabilmesi için hiçbir durum gerçekleşmediği halde,sırf hz.peygamberle birlikte yaşadığı için ona bu gözle baklılıyordu.Evlat edinmek ise küçük yaştan başlanır,halbuki hz.peygamber 25 yaşına gelip hz.Hatice ile evlenmeden Zeyd’le en ufak bir münasebeti yoktu,belki de onu hiç de tanımıyordu.Ama ne zamanki hz.peygamber hz.Hatice ile evlenir o zaman 21 yaşında olan Zeyd’le hem tanışlığı,hem de arkadaşlık münasebeti başlıyor.Ayrıca bu arada hz.peygamber 25 yaşında,Zeyd ise 21 yaşında idi.Peki neredeyse hz.peygamberin yaşıtı olan Zeyd nasıl olur da hz.peygamberin evlatlığı olur.Aceba hz.peygamber Zeyd’i yanına alırken,Zeyd küçük yaşta bakıma muhtaç bir çocuk muydu ki, hz.peygamber,onun bakımını üstlenerek çocuğu gibi büyütmuştur?
        İşte bu nedenlerden dolayı da kur’an bu duruma vurgu yaparak ‘’ ادعياء ” ediya” yani ‘’evlatlığı iddia edilenler ‘’ şeklinde bir ifade kullanmıştır.

        3-Allah’ın ortaya çıkaracağı ve hz.peygamberin duyulup yayılmasını istemediği durumla ilgili yanlış yorumlardır.

        AHZAB-37.AYETİN KELİME KELİME MEALİ !

        وَإِذْ تَقُولُ لِلَّذِي أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَأَنْعَمْتَ عَلَيْهِ أَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللَّهَ وَتُخْفِي فِي نَفْسِكَ مَا اللَّهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللَّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَاهُ فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِّنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِي أَزْوَاجِ أَدْعِيَائِهِمْ إِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ مَفْعُولًا

        1-Ve iz‘’ Hani, 2- tekulu,’’ diyordun, 3-lillezi‘’o kimseye ki, 4-en’amellahu‘’ Allah lütfetmiştir .5-Aleyhi’’ üzerine,ona, 6-ve en’amte ‘’ve sen de lütufta,iyilikte bulunmuştun, 7-aleyhi ‘’ üzerine,ona, 8-emsik ‘’ tut,bırakma,boşama, 9-aleyke ‘’ üzerinde,yanında, 10-zevceke’’ eşini, 11-vettakillahe‘’ve bu hususta Allah’tan kork, 12-ve tuhfi fi nefsike ‘’ve sen içinde saklıyordun, 13-mellahu mübdihi‘’Allah’ın ortaya çakaracağı durumu, 14-ve tahşennase ‘’ve sen insanları sayıp korkuyordun, 15-vellahu‘’ halbuki Allah, 16-ehakku ‘’herkesten daha layıktır, 17-en tahşahu ‘’ sayıp kendisinden korkmana, 18-felemma‘’ne zamanki, 19-kada‘’kesmeye hükmetti, 20- Zeydun ” Zeyd, 21-minha’’ondan,(Zeynep’ten) 22-vetaren’’evlilik münasebetini, 23-zevvecna‘’ eş kıldık,eş yaptık, 24-ke’’seni, 25-ha‘’ona, 26-likey‘’için,27-la yeküne‘’ olmasın,28-alel ‘’üzerinde, 29-mü’minine’’mü’minlerin, 30-harecun‘’bir güçlük, 31-fi ezvacı’’ eşleri hakkında 32-ed’iyaihim‘’ evlatlıkları iddia edilenlerin,33-iza’’ne zamanki,34-kadav‘’kesmeye hüküm verseler,35-minhünne‘’ onlardan 36-vetaren’’evlilik münasebetini, 37-ve kane emrullahi ‘’ ve Allah’ın emri ise, 38-mef’ulen ‘’her zaman gerçekleşir.‘’şeklindedir.

        Selam ve saygılarımla..

  208. fossoyeur dedi ki:

    Sn Bilal
    bu metni atalı biraz zaman oldu ama sizden yanıt alamadım. Bu yüzden yeniden atıyorum.ve sizden cevap bekliyorum. ..

    Özetle,ayetin arapça metni orjinaldır,meali yapılınca,ayetin arapça orijinal metnindeki anlamın tam karşılığını vermesi lazım,onun özeti veya yorumu değil.!!!
    (sizden alıntı)
    Bu tarz açıklamalarınızla cevap verdiğiniz bir çok arkadaş size haklı olarak önerilerini sundular;diyanete gidin ilgili yerlere gidin bu ayetler hatalıdır yanlıştır deyin bir çok insanı bu ikilemden kurtarın. İşinize gelen yerde icma bu yönde hemfikirdir deyin işinize gelmeyen yerde reddedin. Bu bir tartışma açısından hiç etik değil.Ben zaten işin o kısmında değilim. Sadece hatırlatmak istedim.Dikkat ederseniz hep sizin mealleriniz ve açıklamalarınız üzerinden size soru yöneltiyorum. Ve yine öyle yapacağım…..

    1-Hz.Nuh kendi kevmine geldiğinde,az bir gurup hariç onun kavmi ‘’daha önceden (yani hz.Nuh kendilerine gelmeden önce Allah’ın birliğini,ahiret vs.inkar ettikleri gibi hz.Nuh geldikten sonra da yine inanmayıp,eski inançlarını bırakmadılar ! )
    (Sizden alıntı)

    Bu Nuh’un kavmi kendilerine Nuh gelmeden önce Allahın birliğini ahireti vs nerden biliyorlardıda inkar ediyorlardı?bir şeyin inkar edilmesi için o şeyin bilinmesi gerekir….

    İşte,ONLARIN kimler olduğunu anlamış olduk.Zira söz konusu kavimlerin birbirleriyle alakaları yoktur,her biri kendilerine kendi peygamberleri gelmeden önce inkar ettikleri şeyleri,inananlar hariç peygamberleri geldikten sonra da yine inkar edip eski inançlarında kalmaya devam ettiler.Umarım konumuz anlaşılmıştır.!
    (Sizden alıntı )

    Bakın burda kendiniz ifade ediyorsunuz sözkonusu kavimlerin birbirleri ile alaka ları olmadığını.Bu kavim lerin birbirleri ile alakası yoksa bir önceki kavmin inkarcılarıda helak ediliyorsa bir sonraki kavmin peygamberi gelmeden önce bu kavimler Allahı ahireti vs..nerden biliyordu da inkar ediyorlardı? …Ayrıca bu kavim lerin birbirleri ile alakası yoksa insanlığın devamı nasıl sağlanıyordu? Yeni bir yaratma ile oluyordu ise yine soruma cevap vermelisiniz. Peygamber gelmeden önce insanlar Allahı ahireti vs nerden biliyorlardıda inkar ediyorlardı? …Yok bir kavmin inkarcı ları helak edilip sadece iman edilenlerden geriye kalanlar dan türeyip devam ediliyorsa o zaman bu iman edenler nasıl olupta “daha önce iman eder olmayanlar” sınıfına dahil oluyor.Sözkonusu kavimler aynı zamanda farklı coğrafyalarda yaşadılar ise yine sorum geçerli ?Bu insanlar peygamber gelmeden önce Allahı ahireti vs nerden biliyorlardıda inkar ediyorlardı?

    bu kavimlerden her biri sadece kendi peygamberinin tebliğine mazhar olmuş ve azgınlaşıp ona inanmamışlardır.
    (Sizden alıntı)

    Hem diyeceksiniz ki bu kavimler sadece kendi peygamberinin tebliğine mazhar olmuş ve azgınlaşıp ona inanmamışlardır. Hemde diyeceksinizki peygamberden öncede inkar ettikleri gibi peygamberden sonrada inkar etmişlerdir. Sahi siz kendi söylediklerinize inanıyor musunuz? …
    saygılar….

  209. toro dedi ki:

    Arkadaşlar,

    Bazen yazıyı yazıp sonra dönüşleri beklemek ve herkesin eteğindeki taşları dökmesini beklemek yararlıdır! Şimdi sevgili bilal, ahzap,37 yi almış ve yine ayetin Arapçasında bile yazmayan kendi yorumunu parantez içinde ayete ekleyerek sözde kitabın tanrısının aklını okumuş! Sanki o açıkça söylemek isteseydi söyleyemezdi ya da onun açıkça söyleyemediğini sevgili bilal söyleyerek ona yardımcı oldu! O halde şimdi ben ona bir tepsi pirinç daha vereyim de başlamışken ayıklamaya devam etsin!

    Bakın ilgili ayeti tekrar aşağıya alıyorum;

    ‘’Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İÇİNDE, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi GİZLİYOR ve insanlardan ÇEKİNİYORDUN. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), EVLATLIKLARININ EŞLERİYLE EVLENMELERİ KONUSUNDA MÜ’MİNLERE ZORLUK OLMASIN. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.’’Ahzab,37-Diyanet

    Öncelikle şöyle kendimize soralım, bir adam peygamber olarak gördüğü kişinin halasının kızıyla yine onun nezaretinde yaptığı bir evliliği yine onun, ayetten anlayacağımız üzere ‘’Eşini nikahında tut (onu boşama) ve ALLAH’TAN SAKIN” telkinine rağmen neden bozar?
    Bir adam hem de 4.sırada Müslüman olan bir adam peygamber bildiği kişinin kendisine ALLAH’tan KORK ve karını boşama telkinini nasıl önemsemez? Bir Müslüman için peygamberinden(!) gelen telkin bu kadar mı önemsizdir? Halbuki o kendisine ayrıca yapacağı eylemin tanrısından korkması gereken bir eylem olduğunu da söylemektedir, ‘’ALLAH’TAN SAKIN”!

    Ama Zeyd Bin Harise’n yine sırf kendine peygamber diyen istedi ( o ne istenirse onu yapıyordu) diye onun dadısı Ümmü Eymen ile yaşına aldırmadan ( kendisinden yaşlıdır) evlenmiş ve o hala nikahında olduğu halde de Zeyneple de evlenmiştir. Zeynebi ‘’Alah’tan KORKMAYARAK’’ boşar ama ümmü eymenle ölene kadar evli kalır!

    ‘’Evet,Zeyd’in hz.peygamberle evlatlığı yoktu ve mümkün de değildi !!! Ama Zeyd hz. peygamberin yanında kalmayı tercih ettiği için,evlatlığı gerektiren hiç sebep olmadığı halde yine de öyle sanılırdı.’’ Sayın bilal’den alıntı,

    Sanırım ayetteki kaotik durumdan kurtulmanın yolunu Zeyd’in kendine peygamberim diyenin evlatlığı olmadığını iddia etmekte bulmuş! Çünkü çok iyi biliyor ki o dönemde bir kişi bir başka kişiyi evlatlık aldığını topluluk önünde zikrederse o kişi öz çocuk sayılmaya başlanıyordu!

    Şimdi madem Zeyd evlatlık yani o dönemin geleneklerine göre ilan edilerek öz çocuk haline gelmiş biri değil o halde neden,Ahzab,37 den sonra gelen ve Ahzap,37 deki durumu kotarmaya çalışan 3 ayetin sonuncusunda aşağıdaki özel vurguya rastlıyoruz?

    ‘’Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resülü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.’’Ahzab,40-Diyanet

    Bu ayeti onun, o anda yaşayan oğlu olmadığı bilgiyle okuyun! Acaba etrafta onun nasıl olup ta evlatlığının karısıyla evlenebildiği mi konuşuluyordu, yani ayette gördüğümüz ‘’insanlardan ÇEKİNİYORDUN’’ durumu gerçekleşmiş miydi?

    ‘’Bu ayet geçmişi anlatıyor.’’ O zaman ve olayını hatırla‘’ diyor..Yani bu ayet indiği zaman boşanma çoktan gerçekleşmişti.Çünkü ayet geleceği değil, geçmişi anlatıyor.. ‘’Sayın bilalden alıntı

    Evet Ahzab,37 nin geçmişten bahseden bir ayet olduğu konusunda sevgili bilal hakl! Olay olmuş bitmiş! Peki bu ayet olaylar bittikten sonra değil de neden boşanmanın sonrasında ve zeynebin kendine peygamberim diyenle evlenmesinin öncesinde gelmiyor?
    Şimdi ayete tekrar dönelim;

    ‘’Zeyd eşinden yana isteğini yerine GETİRİNCE (eşini boşayınca), ONU SENİNLE EVLENDİRDİK Kİ,’’

    Peki geçmişten bahseden ve olaydan sonra geldiği belli olan bu ayetten yola çıkarak soruyorum!

    Zeyd’e ‘’Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyen peygamberim diyen, zeyd eşini boşadığında hangi ayete yani hangi tanrı emrine dayanarak (çünkü kitabın tanrısı ben evlendirdim diyor) Zeynep ile evlendi? Yaptığı her şeyi tanrısının buyruğuyla yaptığını iddia eden biri ortada henüz kendisine verilmiş bir evlenme izni yokken ileride gelecek bir ayete(Ahzab,37) dayanarak mı ve çekindiği halde Zeynep ile evlenebildi?

    Bakın üstelikte kimin kiminle evlenemeyeceğini düzenleyen ve iniş sırası olarak Ahzab suresinden sonra gelen (92) nisa suresinin ilgili ayeti de henüz ortada yokken;

    ‘’Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’’Nisa,23-Diyanet

    Öz çocuk vurgusuna dikkat edin, öz çocuk deyince evlatlıkların karısı evlenilebilir (ahzab,37 yi pekiştirmiş) hale geliyor!

    Şimdi sırasıyla bakalım, aslında çekinilen ama yine de yapılan bir evliliğin ardından durumu kurtarmak için hangi ayetler gelmiş! Sani bu olay hiç yaşanmadan çözülemezmiş gibi!

    1-’Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İÇİNDE, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi GİZLİYOR ve insanlardan ÇEKİNİYORDUN. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), EVLATLIKLARININ EŞLERİYLE EVLENMELERİ KONUSUNDA MÜ’MİNLERE ZORLUK OLMASIN. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.’’Ahzab,37-Diyanet

    2-‘’Allah’ın, kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın emri kesinleşmiş bir hükümdür. ’’Ahzab,38-Diyanet

    3-‘’Daha önce gelip geçen o peygamberler, Allah’ın vahiylerini tebliğ eden, Allah’tan korkan, başka hiç kimseden korkmayan kimselerdir. Allah hesap görücü olarak yeter. ’’Ahzab,39-Diyanet

    4-‘’Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resülü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.’’Ahzab,40-Diyanet

    5-‘’Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikah altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’’Nisa,23-Diyanet

    Şimdi bu yazıyı okuyan herkese soruyorum, zeyd bin harise’nin 4.sırada Müslüman olması, kendine peygamberim diyenin evlatlığı ya da sağ kolu olmasını bırakın! Bu iki kişi ölene kadar birbirlerinin en yakınında olan kişiler! Birisi eski karısının yeni kocasının diğeri karısının eski kocası olan ve kendisinin eski kölesi, evlatlığı, kendine 4.sırada inanan ve taifte taşlanırken vücudunu kendisine siper eden kişinin yüzüne nasıl bakar! Sanırım ikiside evlendikleri kadınla, evlendikten sonra, aynı evde, kardeş gibi yaşamadılar!

    Bırakın evlatlığı arkadaşlar, en yakın arkadaşınız eski karınızla evlense ne hissedersiniz?

    Evet sayın bilal eğer görürse(!) umarım cevap verecektir!

    Kendine peygamberim diyen ortada henüz kendine verilen bir izin yokken (ayetle verilmiş izin rica edeceğim, hikaye değil) nasıl oluyor da (sonradan ayetlerle bu izin verilmeye çalışıldığına göre izin gerektiren bir durum var) bilal bey her ne kadar yan çizse de ilgili ayetin sonunda evlatlığı olduğu anlaşılan kişinin boşadığı eşiyle evlenebiliyor?

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Toro ;
      Hz Muhammed Allah cc ile sadece cebrail yoluyla vahy almak suretiyle iletişim kurmuyordu aynı zamanda Allah cc ona bazı şeyleri bildiriyordu.Bunun örneğini tahrim suresi üçüncü ayette görmekteyiz şöyle ki :
      3_Hani peygamber hanımlarından birine gizlice bir söz söylemişti. O, onu haber verip Allah da peygambere onu açtı. Peygamber (hanımına) onun bir kısmını anlattı, bir kısmından da vazgeçti. Ona anlattığı zaman hanımı: «Bunu sana kim haber verdi?» dedi. Peygamber: «Bana o herşeyi bilen ve herşeyden haberdar olan (Allah) haber verdi» dedi. (Elmalılı tahrim 3)
      Şimdi bu ayette görüyoruz ki Hz Muhammedin eşlerinden birisi peygamberle arasında saklı tutması gereken sırrı diğer eşine haber veriyor.Ve burda Allah cc bunu peygambere bildiriyor tabi bu bildiri vahy yoluyla yapılmıyor tamamen peygamberin aklına bu bilgi Allah tarafından konuyor sonra bu bilgiyide içine alacak şekilde Tahrim suresi cebrail tarafından ayet ayet Hz Peygambere sunuluyor oda eşinin takip eden ayetlerdeki sırrı ifşa etmesini nerden öğrendiğini sorunca hemen Allahın bilgisiyle öğrendiğini söyleyip sonrasında o bilgi verme olayınıda içinde barındıran ve cebrailce Hz Muhammede sunulan ayetleri eşlerine gerekçe gösteriyor işte olay bu kadar açık ve nettir .
      Demekki Ahzap 37. ayet ve sonrasındaki ayetler gelmeden önce Hz Peygambere yine bu tür gaybi bilgiler Allah tarafından aklına konmak suretiyle verilmiştir.
      Özetle ortada anlam olarak bi problem yoktur ha bu arada birbirine karşılıklı iyilik ve fedakarlıklarda bulunan iki kişinin aynı kadınla sırayla evli kalmasının kişilerin rahatsız olmadığı noktada bi sakıncası yoktur. Zaten tam da burada günümüz dünyasının kadın erkek ilişkilerinde gelinen noktayı göz önüne alıp eleştirilerimizi daha samimice yapmalıyız. Bi sosyal ortamda bi partide nice arkadaşlar nikahsız gayri ahlaki bir şekilde ortaklaşa aynı kızlarla cinsel münasebette bulunmuşlardır. Bunlar şayet toplumda rahatsızlığa sebep olmuyorda.Dönemin arap yarım adasında allahın nikahıyla tamamen meşru ve ahlaki olmak kaydıyla yapılan bir evlilik mi eleştiriye değer oluyor?
      Saygılar

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn toro

      öncelikle burada yorum yapan tüm arkadaşların yorumlarını ilgi ve dikkatle takip ediyorum. Aktif olarak yeniyim fakat okuyucu olarak biraz eskiyim diyebiliriz. ..Bilal beyi de ilgi ile takip ediyorum. Dikkatimi çeken kendisine yöneltilen ayetlerle alakalı neredeyse bütün sorulara DOĞRU MEAL şudur diyerek ve birşeyler ekleyerek cevap vermesi oldu.bende kendi yorumlamaya çalıştığı mealler üzerinden soru sorup aslında “Kaş yaparken göz çıkarmak ” durumuna düştüğü nü anlatmak istedim. ..anladımı? Hiç sanmıyorum.
      Bir tartışma içinde yorumum cevapsız kaldı (!)
      Son olarak Zeyd olayında da (sizinle hemfikirim) zaten yorumlamaya çalışırken paradoks oluşturduğunu belirtmek istedim. .ama bu kadar ayeti sunmayı düşünmedim. .neme lazım şimdi birde bunca ayeti DOĞRU MEAL e çevirecek bize sunacak vs…

      Bunları size niyemi anlatıyorum?.
      “dertlinin halinden dertli anlar ”
      ayrıca sizinle belirli konularda fikir alışverişi yapmak isterim. Tabi sizde mutabık olursanız…

      Ha birde yorumunuzun ilk başında alıntıladığım aşağıdaki kısımda neye vurgu yaptınız anlayamadım;
      “Bazen yazıyı yazıp sonra dönüşleri beklemek ve herkesin eteğindeki taşları dökmesini beklemek yararlıdır! ”

      saygılar….

      • toro dedi ki:

        Sayın fossoyeur,

        Benim burada olmamın amacı zaten karşılıklı fikir alışverişiydi! Bu noktada sayın 1okuyucu ile yaptığım münazaralar dışında istediğime ulaşmış olduğumu pek söyleyemem! Bu niyetle bloğa katıldım ama bazı arkadaşlar sağ olsun kendimi bambaşka bir şey yaparken buluverdim! İhtiyacı olduğuna inandıklarıma ezberlerine ters yazılar yazıyorum!

        “Bazen yazıyı yazıp sonra dönüşleri beklemek ve herkesin eteğindeki taşları dökmesini beklemek yararlıdır! ”

        Bu bir gözlem! Ben ayetler yazarak bir konuya girdiğimde muhataplarımın veya yazıda verdiğim ayetleri okuyan diğerlerinin okuduklarıyla ilgili geri dönüşlerini gözlemlerim!

    • 1okuyucu dedi ki:

      toro;

      —Bazen yazıyı yazıp sonra dönüşleri beklemek ve herkesin eteğindeki taşları dökmesini beklemek yararlıdır (senden alıntı)

      ben olaya, insan fıtratı açısından yaklaştım, yani peygamberlerinde tıpkı diğer insanlar gibi zaafları olabileceğini vurguladım,

      objelere kutsallık atfedenler ise bu gerçeği kabul etmek istemiyorlar,

      —Öncelikle şöyle kendimize soralım, bir adam peygamber olarak gördüğü kişinin halasının kızıyla yine onun nezaretinde yaptığı bir evliliği yine onun, ayetten anlayacağımız üzere ‘’Eşini nikahında tut (onu boşama) ve ALLAH’TAN SAKIN” telkinine rağmen neden bozar? (senden alıntı)

      sezgilerine dayanarak bozar, yani perşembenin gelişinin çarşambadan belli olduğunu anladığı için bozar,

      yani Muhammedin Zeynep’e gönül koyduğunu anladığı için uyarıyı dikkate almamış,

      —Kendine peygamberim diyen ortada henüz kendine verilen bir izin yokken (ayetle verilmiş izin rica edeceğim, hikaye değil) nasıl oluyor da (sonradan ayetlerle bu izin verilmeye çalışıldığına göre izin gerektiren bir durum var) bilal bey her ne kadar yan çizse de ilgili ayetin sonunda evlatlığı olduğu anlaşılan kişinin boşadığı eşiyle evlenebiliyor? (senden alıntı)

      seninde zaaflarını hoş görüp meşru kılacak bir tanrın olsa, sende zaaflarını açıkça sergilemekte bir sakınca görmezdin?

      sonuçta ilgili ayetlere baktığımzda, minareyi çalan (Muhammed) kılıfını (Kuranın tanrısı) hazırlamış?

      • toro dedi ki:

        Sayın 1okuyucu,

        Burada ki olay benim gözlemlerime göre hülledir! Biliyorsunuz ki ben ayrıntıları severim! Bu nedenle kendine peygamberim diyenin ilk ve en büyük kızına zeynep (haticeden olan) adını koymasını da ayrıca önemserim! Zeynep doğduğunda ileride eşi olacak olan halasının kızı zeynep 8 yaşındadır!

        Unutulmaması gereken diğer durum kendine peygamber diyenin ilk eşi ölene (619) yılına kadar başka bir evlilik yapamamış olduğudur! O tarihte zeynep 26 (hatice öldüğünde) yaşındadır! Sonrasında hicretin 5.yılında Zeyd ile evlendirilir ve anlatılana göre bu evlilik 1 yıl bile sürmez!O halde zeynep ilk evliliğini 33-34 yaşlarında yapmış olmalıdır. Siz bunca hikayenin arasında (islam tarihi) ilk evliliğini ancak 33-34 yaşlarında yapabilmiş başka bir kadın karakter hatırlıyormusunuz?

        Ayrıntılar…

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —Siz bunca hikayenin arasında (islam tarihi) ilk evliliğini ancak 33-34 yaşlarında yapabilmiş başka bir kadın karakter hatırlıyormusunuz? (senden alıntı)

        Muhammedin Zeynep’e gönül koyması Ahzap-37’den anlaşıldığına göre, bu gönül koyma çok eskilere dayanıyor olsa da herhalde Muhammed, yaşı küçük olması nedeniyle Zeynep’i istetememiş olabilir, daha sonra ise Zeynep’i istetmeye niyetlenmiş olsa da, Haticenin parasıyla Zeynep’i Haticenin üzerine kuma getirmeye cesaret edememiş olabilir,

        cesaret etmiş olsaydı, muhtemelen Hatice, “sen kimim parasıyla benim üzerime kuma getirmeye cüret ediyorsun” deyip belkide Muhammedi kapı önüne koyuverirdi,

        Hatice öldüğünde de değişen şartlar gereği, Muhammed siyasi evliliklere (Ebubekirin kızı, Ömerin kızı, kabile reislerinin kızları) öncelik verdiğinden, Zeynep’i haremine katamamış olsa bile en azından yakınında görebilmek için Zeydle evlendirmiş, Zeydde bu gönül bağını sezinleyince Zeynep’i boşamış,

        Kuranın tanrısı, ahzap-37’de, “Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir”, diyerek,

        Muhammedin içinde sakladığı şeyin, Zeyneple arasındaki gönül ilişkisi olduğu ortaya çıkarınca,
        herhalde Zeyd kullanıldığını anlayarak, uğradığı ihanete lânet okumuştur,

        bu durumda, Zeynep’in ilk evliliğini 30’lu yaşlarda yapmasının nedeni kolayca anlaşılıyor,

      • Bi yabancı dedi ki:

        okuyucu ;

        Objelere kutsallık atfedenler ise bu gerçeği kabul etmek istemiyorlar, (senden alıntı)

        Şayet objelere yada insanlara kutsallık atfetseydik peygamberin tahrim ve ahzaptaki olaylarını sorgulamaya değer görmez vardır bir hikmeti deyip sorgulamazdık. Ayrıca peygamber insanlardan bir insan değildir elbette ki bizim o şahsa anlamlar yüklememiz normaldir.

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ‘’ Muhammedin Zeynep’e gönül koyması Ahzap-37’den anlaşıldığına göre, bu gönül koyma çok eskilere dayanıyor olsa da herhalde Muhammed, yaşı küçük olması nedeniyle Zeynep’i istetememiş olabilir,daha sonra ise Zeynep’i istetmeye niyetlenmiş olsa da, Haticenin parasıyla Zeynep’i Haticenin üzerine kuma getirmeye cesaret edememiş olabilir, ‘’ sizden alıntı ‘’

        Sen hiçbir insanın sevdiği kızı ailesi istemediği halde ısrar ederek başkasıyla evlendirdiğini görmüş musun? Hz.peygamber halasının kızı Zeyneb’i sevmiş olsaydı,Zeynep ve ailesi istemediği halde ısrar ederek Zeyd’le evlandirir midi ? Bunun mantıkı bir izahı var mı ? Art niyetli zihniyetinizin ürünü olan bu yormunuzu akıl ve mantıkla bağdaştırabiliyor musunuz ? Evet,mantıksızca yorumlar yapıyorsunuz! Ayrıca mesnetsizce bunlar olabilir (!) diyebiliyorsanız,demek ki,mantıksızca yorumları yapmak sizin açınızdan hiç bir sakıncası yoktur !

        Saygılar.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Muhammedin Zeynep’e gönül koyması Ahzap-37’den anlaşıldığına göre, bu gönül koyma çok eskilere dayanıyor olsa da herhalde Muhammed, yaşı küçük olması nedeniyle Zeynep’i istetememiş olabilir,daha sonra ise Zeynep’i istetmeye niyetlenmiş olsa da, Haticenin parasıyla Zeynep’i Haticenin üzerine kuma getirmeye cesaret edememiş olabilir (benden alıntı)

        —Art niyetli zihniyetinizin ürünü olan bu yormunuzu akıl ve mantıkla bağdaştırabiliyor musunuz ? Evet,mantıksızca yorumlar yapıyorsunuz! (senden alıntı)

        —Hatice öldüğünde de değişen şartlar gereği, Muhammed siyasi evliliklere (Ebubekirin kızı, Ömerin kızı, kabile reislerinin kızları) öncelik verdiğinden, Zeynep’i haremine katamamış olsa bile yakınında görebilmek için Zeydle evlendirmiş, Zeydde bu gönül bağını sezinleyince Zeynep’i boşamış (benden alıntı)

        benden yaptığın alıntının devamında, Zeynep’i niye Zeydle evlendirdiğinin mantıklı açıklamasını yapmıştım, onu görmezden gelerek beni ard niyetli olmakla suçluyorsun, zaten senden başka türlüsü beklenemez,

        kaldı ki benden yaptığın alıntıda Muhammedin Zeynep’i sevdiğinden söz ediyorum ama gerekçesini de Zengin bir kadınla evli olması olarak açıklıyorum, bunu da insan psikolojisini göz önüne alarak açıklıyorum,

        bana göre sevgi, insanların sahip olduğu en güzel duygudur, o nedenle ne mutlu sevmesini bilenlere!

        sevdiği kişiye kavuşamadığı için ömrü boyunca evlenmeyenleri çevremden bilirim,

        eğer Muhammedle Zeynep birbirlerini sevdilerse, bir araya gelmelerinde benim için hiçbir sakınca yok, belki de Zeyd, Zeynep’in aralarındaki evliliğe rızasının olmadığını hissettiğinde (Zeynep’in Zeyde soğuk davranması olabilir), bunun sebebinin, Muhammede olan ilgisinin (belkide Muhammed ziyaretlerine geldiğinde Muhammede daha sıcak davranmasını böyle yorumlamış olabilir) rolü olduğunu düşünmüş ve o nedenle boşanmakta ısrar etmiş olabilir,

        ayrıca sen öyle ard niyetli birisin ki Kuranın tanrısını, aptal ve geri zekâlı bir varlık yerine koyacak kadar, gözünün önünde duran ayetleri inkâr edecek kadar art niyetli birisin?

        bu da nereden çıktı deme, sana hitaben yazdığım bir önceki mesajda ne olduğunu kendin görebilirsin,

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu ;
        Muhammedi masum olarak göstermeye kalkışan dangalaklara göre, hani Kuranın tanrısı, yeni bir hüküm getirmek istediğinde, sanki doğrudan söylemek zor bir şeymiş gibi, örnek olması açısından, o şeyi önce Muhammede yaptırıyor ya, sonra hüküm altına alıyor ya? (senden alıntı)

        Okuyucu senin gibi adaptan ve ahlaktan yoksun soytarıların bi münazara esnasında sinirlenip karşı tarafın bireylerine hakaret etmesi bizim ne kadar haklı olduğumuzun bir göstergesidir. Sana hakaretle karşılık vermeyecektim sayfa yöneticisinin sözlerini sansürlemesini bekledim ama sayfa yöneticisi harekete geçmeyince ben geçeyim dedim! Evet yer altı yer üstü kaynaklarını var edip insanları birbirine kırdırma politikası güden bi tanrıya inanan okuyucu gibilere ahlaktan yoksun tabirini kullanmak oldukça yerinde olur o yüzden o dangalak kelimesini misliyle sana iade ediyorum.Hakaretinin hedefinin kim yada kimler olduğunu iyi biliyorum.

        bunu belki geri zekâlı ahmaklara yutturabilirsin ama bana yutturmaya kalkmandan hiç hoşlanmadığımı bilmeni isterim, çünki geri zekâlı ahmak yerine konmak hiç hoşuma gitmez, (senden alıntı)

        Burda bi tane hazımsız var oda sensin ve ancak bilgisiyle başedemeyip zekasıyla savaşamayıp hazımsızlık yapanlar gerizekalılıkla suçlanabilir o yüzden senden daha gerizekalı kimse yok burda! Bu çok bilmiş ukala tavrınla dikkat çekme çabaların boşuna Sayın Toroyu biraz kendine örnek edin ve boşuna cafcaflı cümleler kurmaya çabalama hem beceremiyorsun hemde zaten inanç noktasında tasarladığın tanrı ve evren figürü senin ne kadar boş bir adam olduğunu gözler önüne seriyor.
        Sen Kuranın Tanrısını eleştireceğine evrenin tanrısı diye tabir ettiğin o yobaz diktatör vahşi ruh hastası yaratıcını eleştir.Amaçsız sebepsiz bir evren yaratıyor sonra o evrende toz tanesi kadar yer kaplamayan bi dünyada göz yaşı dökmeyi bilen içi duygu yoğunluğuyla dolu bir sürü değere ve maneviyata sahip insanları birbirine kırdırmak için yer altı ve yer üstü zenginliklerini var ediyor. Tanrıya bak çay demle….
        Yazılarında haddi aşarak bir dinin peygamberinin savunucularına dangalak gerizekalı gibi hakaretleri sebebiyle hadsizlik yapan bu sözde okuyucu arkadaşa ettiğim hakaretler için herkesten özür diliyorum..Ama sonuna kadar bu ukala hakediyor.Bizler yansıtıcıyız onun sözlerini ona yansıttık.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Muhammedi masum olarak göstermeye kalkışan dangalaklara göre, hani Kuranın tanrısı, yeni bir hüküm getirmek istediğinde, sanki doğrudan söylemek zor bir şeymiş gibi, örnek olması açısından, o şeyi önce Muhammede yaptırıyor ya, sonra hüküm altına alıyor ya? (bendeki mesajdan alınan alıntı)

        —Yazılarında haddi aşarak bir dinin peygamberinin savunucularına dangalak gerizekalı gibi hakaretleri sebebiyle hadsizlik yapan bu sözde okuyucu arkadaşa ettiğim hakaretler için herkesten özür diliyorum..Ama sonuna kadar bu ukala hakediyor.Bizler yansıtıcıyız onun sözlerini ona yansıttık. (senden alıntı)

        benden yaptığın alıntıdaki iddia bana ait olmayıp, Arapçayı herkesten çok bildiğini iddia eden zatı muhtereme aittir, öyleki beyefendi, Muhammedi savunmak uğruna Kuran ayetlerini bile inkâr etmekten kaçınmaz,

        benim, beni aptal yerine koymayanlara bir lâfım yok ama beni aptal yerine koymaya kalkanlara da hak ettiği cevabı vermekten hiç sakınmam,

        senle fazla bir diyaloğumuz olmadığı halde aşırı tepki göstermişin, bu da senin duyarlı biri olduğunu gösteriyor, ya bir de pişkin mi pişkin biri olsaydın, o zaman sana nasıl tahammül ederdik doğrusu düşünemiyorum, zaten başımızda öyle birisi var, birde sen pişkin olsaydın işimiz sizle işti yani?

        ayrıca ben toro değilim, o sizin ne olduğunuzu, size sizin söylemlerinizle kanıtlıyor ama sizin ne olduğunuz konusunda sizi uyarmıyor,

        ben ise aynı şeyi yaptıktan sonra, hak ettiğinizin ne olduğu konusunda sizi ayrıca uyarıyorum, belki yaptığınız hatayı anlarsınızda insanları aptal yerine koymaktan vazgeçersiniz umuduyla sizi uyarıyorum,

        çünki bana göre insanları aptal yerine koymaya kalkanlar hak ettikleri cevabı hak ettikleri şekilde almalılar,

        sen hiç merak etme kötü söz hak edeni bulur, o nedenle kimin söylediğinin bir önemi yoktur?

        —senin gibi adaptan ve ahlaktan yoksun soytarıların bi münazara esnasında sinirlenip karşı tarafın bireylerine hakaret etmesi bizim ne kadar haklı olduğumuzun bir göstergesidir (senden alıntı)

        haklı olduğunuzu söyleyebilmeniz, peygamber gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrının, “ben tanrının elçisiyim” diyenlere inanılmasını isteme hakkının, inanmayanları cezalandırma hakkının olup olmadığına vereceğiniz cevaba bağlıdır?

        —Tanrıya bak çay demle (senden alıntı)

        sana arz talep dengesini yeterince anlatamadıysam bunu benim anlatma özürlü olmama ver ama şundan eminim, şu anda evrenin tanrısı çayından bir yudum çekerken, bir yandanda size tebessüm ederek bakıyordur?

        ayrıca, benden alıntı yaptığın mesajda bakara-178’le ilgili bir soruda vardı, eğer ilgilenirsen senin de cevaplamanda bir sakınca yok.

      • Bi yabancı dedi ki:

        okuyucu :

        Sayın Bilale yönelttiğin ifadelerde ki hakaretlerinin muhattabının ben olduğumdan eminim çünkü sayın Bilali fikrini almak suretiyle münazaraya davet etmiştim herneyse. Hakaret hakareti doğurur.

        Şu tanrınla alakalı arz talep meselesi falan var ya dünyanın uyguladığı aile planlaması ben o ifadelerini harfiyen anladım ama tüm bunlar senin Tanrının ruh hastası bi şizofren olduğunu değiştirmiyor öylece hiç bir sebep ve amaç gütmeden böylesi bir sistemi var edip de bunca acıyı mazoşist gibi izliyor olması herşeyi kanıtlıyor. Yada siz tarih boyu yaşanmış yaşanan ve yaşanacak olan acıların büyüklüğünü göremiyorsunuz ? En azından bizim mutlu olması gerekenlerin mutlu olacağı bir aleme gideceklerine dair ümitlerimiz var.
        Bakara178 ile ilgili sorunuza gelirsek: Neden direk cana can değilde hür köle kadın gibi kategorize etme hali var ? Şimdi şunu soracağım sana tarafsız bi şekilde cevap vereceğinize inanarak; aslında sorunun muhattabı benim ama yinede sana soracağım :

        1_Bi kabilenin hürü diğer kabilenin kölesini öldürdüğünde kısas nasıl uygulanır ?
        2_Bir kabilenin kölesi diğer kabilenin hürünü öldürdüğünde kısas nasıl uygulanır ?
        3_Bir kabilenin kadını diğer kabilenin kölesini öldürürse kısas nasıl uygulanır ?
        4_Bir kabilenin kölesi diğer kabilenin kadınını öldürürse kısas nasıl uygulanır?
        5_Bir kabilenin erkeği diğer kabilenin kadınını öldürürse kısas nasıl uygulanır?
        6_Bir kabilenin diğer kabilenin hür erkeğini öldürürse kısas nasıl uygulanır ?

        Soruları mağdur tarafın affının mümkün olmadığını dikkate alarak cevaplar mısın?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Şu tanrınla alakalı arz talep meselesi falan var ya dünyanın uyguladığı aile planlaması ben o ifadelerini harfiyen anladım ama tüm bunlar senin Tanrının ruh hastası bi şizofren olduğunu değiştirmiyor öylece hiç bir sebep ve amaç gütmeden böylesi bir sistemi var edip de bunca acıyı mazoşist gibi izliyor olması herşeyi kanıtlıyor. Yada siz tarih boyu yaşanmış yaşanan ve yaşanacak olan acıların büyüklüğünü göremiyorsunuz ? En azından bizim mutlu olması gerekenlerin mutlu olacağı bir aleme gideceklerine dair ümitlerimiz var. (senden alıntı)

        bravo sana, dünyada olagelen çirkinlikleri evrenin tanrısına yükleyerek, hemde çirkin yakıştırmalarla yükleyerek, Kuranın tanrısını temize çıkardın ya, inandığın tanrınla ne kadar öğünsen azdır?

        demek semavi dinler icad edildiğinden beri, farklı dinlere mensup olanların birbirlerini boğazlamalarının, aynı dinlere mensup olanların farklı mezhep ve tarikatlara bölünerek birbirlerini boğazlamasının yegâne sorumlusu ruh hastası şizofren bir varlık olana evrenin tanrısı öyle mi?

        Irakta, hergün ortalama 50 kişinin öldüğü, artık bu durum kanıksandığı için haber niteliği bile taşımayan mezhep kavgalarının, Arap İsrail hırlaşmasına neden olan din savaşlarının, Fransada bir karükatür dergisinin basıldığı binadaki katliamın, din savaşlarının sonucu olduğunu bileceğiz ama bu savaşların suçunu evrenin tanrısına yükleyip Kuranın tanrısını masum göstereceğiz öyle mi? diğer Müslüman Ülkelerdeki vahşet olaylarını da sen ekleyiver bir zahmet,

        bir karar vermen lâzım, hergün tanık olduğumuz vahşetin sorumlusu evrenin tanrısı mı? Kuranın tanrısı mı? sapık üreten bataklığın (İslâmdaki sert söylemler,) sorumlusu evrenin tanrısı mı? Kuranın tanrısı mı?

        her şeyi yapan evrenin ruh hastası şizofren tanrısıysa, Kuranın tanrısı bunun neresinde?
        sakın evrenin tanrısı insanlara din uyduracak aklı da vermiş olmasın? o nedenle semavi dinlerin tanrısı, uyduruk dinlerin uyduruk tanrısı olmasın?

        buyur bi çay demle, karar vermek için düşünürken içersin?

        peygamber gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrının, “ben tanrının elçisiyim” diyenlere inanılmasını isteme hakkının, inanmayanları cezalandırma hakkının olup olmadığını sormuştum, cevaplamamışsın,

        yoksa sende mi işine gelmeyen soruları pas geçiyorsun?

        —————–
        1_Bi kabilenin hürü diğer kabilenin kölesini öldürdüğünde kısas nasıl uygulanır ?
        2_Bir kabilenin kölesi diğer kabilenin hürünü öldürdüğünde kısas nasıl uygulanır ?
        3_Bir kabilenin kadını diğer kabilenin kölesini öldürürse kısas nasıl uygulanır ?
        4_Bir kabilenin kölesi diğer kabilenin kadınını öldürürse kısas nasıl uygulanır?
        5_Bir kabilenin erkeği diğer kabilenin kadınını öldürürse kısas nasıl uygulanır?
        6_Bir kabilenin diğer kabilenin hür erkeğini öldürürse kısas nasıl uygulanır ?
        Soruları mağdur tarafın affının mümkün olmadığını dikkate alarak cevaplar mısın? (senden alıntı)

        sorulardan 3., 4.,5. ve 6. soruların hiçbir anlamı yok, çünki hür veya köle olarak tarif edilen kişiler aynı zamanda kadın ve erkek olmak üzere 2 farklı cinsiyete sahiptirler, kadınlar ise hür ve köle olmak üzere 2 farklı statüye sahiptirler, o nedenle cinsiyet belirterek soru sormak gereksizdir, çünki hür, köle, kadın kriterleri göz önüne alınarak yapılacak katil ve maktül tariflerinde söz konusu kişilerin statü ve cinsiyetlerinden zorunlu olarak bahsedilecektir,

        ben sana kişilerin statü ve cinsiyetlerine göre kısas tarifine uygun olacak şekilde mevcut eşleşmelerini yazayım, sen orada sorularının cevabını bulursun?

        maktül ve katil hür (hüre hür)
        hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe, (*)
        hür erkek, öldürdüğü hür kadına,
        hür kadın, öldürdüğü hür erkeğe,
        hür kadın, öldürdüğü hür kadına, (*)

        maktül hür, katil köle (hüre köle)
        köle erkek, öldürdüğü hür erkeğe,
        köle erkek, öldürdüğü hür kadına,
        köle kadın, öldürdüğü hür erkeğe,
        köle kadın, öldürdüğü hür kadına,

        maktül köle, katil hür (köleye hür)
        hür erkek, öldürdüğü köle erkeğe,
        hür erkek, öldürdüğü köle kadına,
        hür kadın, öldürdüğü köle erkeğe,
        hür kadın, öldürdüğü köle kadına,

        maktül ve katil köle (köleye köle)
        köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe, (*)
        köle erkek, öldürdüğü köle kadına,
        köle kadın, öldürdüğü köle erkeğe,
        köle kadın, öldürdüğü köle kadına (*)
        karşılık olarak kısas edilir,

        cana can hükmü yukarıdaki 16 türlü eşleşmeyi bünyesinde barındırıyor, çünki cana can hükmünün kısasa göre tarifi; “kişi, öldürdüğü kişiye karşılık olarak kısas edilir” veya katil öldürdüğü maktüle karşılık olarak kısas edilir” şeklindedir, yani cana can hükmü katil ve maktülü, cinsiyetine ve statüsüne bakmadan, suçun şahsiliği ilkesi gereği katilin, öldürdüğü maktüle karşılık olarak kısas edileceğini hükme bağlar,

        yani cana can hükmü, hiçbir Ülkenin ceza yasalarında göstermeye gerek görmediği, böyle bir şeyi akıllarına bile getirmedikleri, cinsiyet ve statü belirtilerek yapılmış suçlu tanımını dikkate almadığı gibi ciddiye de almaz, hatta suçlu tanımı yapılması saçmalığına bir yerleriyle gülerek, suçu sabit olan katilin gözünün yaşına hiç bakmaz, anında kesiverir cezasını?

        Bakara-178’e gelirsek, Kuranın tanrısı hüre hür, köleye köle diyerek, hürlerin kendi aralarında, kölelerin kendi aralarında kısas edileceğini hükme bağlamış,

        hüre hür, köleye köle eşleşmeleri;
        hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe, (*)
        hür erkek, öldürdüğü hür kadına,
        hür kadın, öldürdüğü hür erkeğe,
        hür kadın, öldürdüğü hür kadına, (*)
        köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe, (*)
        köle erkek, öldürdüğü köle kadına,
        köle kadın, öldürdüğü köle erkeğe,
        köle kadın, öldürdüğü köle kadına (*)
        karşılık olarak kısas edilir, demiş, (8 türlü)

        yetmemiş, hüre hür, köleye köle statü şartlarının yanına kadına kadın şartını getirerek kadınların kendi aralarında, erkeklerin kendi aralarında statüleri de dikkate alınarak kısas edileceğini hükme bağlamış,

        hüre hür, köleye köle, kadına kadın eşleşmeleri;
        hür erkek, öldürdüğü hür erkeğe, (*)
        hür kadın, öldürdüğü hür kadına, (*)
        köle erkek, öldürdüğü köle erkeğe, (*)
        köle kadın, öldürdüğü köle kadına (*)
        karşılık olarak kısas edilir, demiş, (4 türlü)

        bilinen normal kısas tarifine göre kriterleri göz önüne aldığımızda, statü ve cinsiyet kriterlerine göre, birbirleriyle aynı kriterlere sahip olanlar arasında meydana gelecek öldürme olaylarında kısas uygulanacağını ( 4 türlü) birbirleriyle farklı kriterlere sahip olanlar arasında meydana gelecek öldürme olaylarında kısas uygulanamayacağı (12 türlü) sonucuna varırız,

        normal kısas tarifine göre ve bakara-178’deki kriterlere göre gördüğün gibi affının mümkün olmadığı 4 türlü durum var,

        şimdilik burada kesip, kritik soruyu soruyorum,

        cana can hükmüne göre her türlü eşleşmede katili cezalandırmak mümkünken, Kuranın tanrısı bakara-178’de niye? cana can dememişte, hüre hür, köleye köle, kadına kadın demiş?

        sakın bana Kuranın tanrısının, bakara-178’in iniş sebebi olarak anlatılan hikâyelerdeki üstünlük taslama martavalındaki eşeklerin anırmasından, ayıların böğürmesinden tırsıp, farz kılınan bir kısas ayetine hür, köle, kadın kavramlarını koyduğunu söyleme,

        köleye karşılık hür isteme eşleşmeleri,
        köle erkeğe hür erkek
        köle erkeğe hür kadın
        köle kadına hür erkek
        köle kadına hür kadın

        kadına karşılık erkek isteme eşleşmeleri
        hür kadına hür erkek
        hür kadına köle erkek?
        köle kadına hür erkek
        köle kadına köle erkek

        sonra soru işaretli eşleşmenin üstünlük taslama kriteri olup olmadığı konusunda açıklama yapmak zorunda kalırsın?

        Kuranın tanrısı cana can hükmünü, Muhammedin yaşadığı dönemden yaklaşık 1000 yıl önce Tevratta hüküm altına almışken, yani Kuranın tanrısının cana can hükmünden haberi varken???

        Kuranda öldürmelerle ilgili hüküm altına aldığı kısas ayetinde, gözünün önünde duran cana can hükmünü pas geçerek (yürürlükten kaldırarak) niye? hüre hür, köleye köle, kadına kadın hükümlerini,

        üstelik belki sadece polis kayıtları için gerekli olabilecek cinsiyet ve statü kriterlerine göre suçlu tanımı yapar gibi, (kaldı ki dünyada hiçbir ülke ceza yasalarında suçlu tanımı yapmaz) hüküm altına almasının sebebi üzerinde düşünerek, getirdiği hükümlerin normal kısas tarifine göre yorumlanıp yorumlanmayacağına kafa yor, belki sebebini bulursun?

    • toro dedi ki:

      Sayın Bi yabancı,

      Temel insan psikolojisidir. Gerçekten inanmak istediğinizde, inanmaya ihtiyacınız olduğunda size verilenlerin mantığını sorgulamaya gerek duymazsınız! Çünkü siz sadece inanmak istemektesinizdir!

      Bu noktada çoookkk büyük ve eşşiz güçlü kuranın tanrısının, peygamberinin(!) yani elçisinin beklentileri ya da arzuları için dinleme kayıtlarını (onun eşlerinin) onunla paylaşarak (keşke o olayın ne olduğunu da bir araştırsaydınız) onu etrafındakilere karşı korumak için yoğun mesai harcadığına inanırsınız! Böylece ortaya zaten, tanrıdan ayet aldığına şahit olarak kendisini gösterebilen birinin ayriyeten tanrıyla kayıt dışı (kurana girmeden) yaptığı konuşmalara da yine kendini şahit gösterebilmesidir? Yani ilk durum zaten fiilen sadece onun iddialarının tezahürüyken ikinci durumun bizi farklı bir noktaya götürmesi imkansızdır! Burada bağımsız aklın görmesi gereken şey kendine peygamber diyenin en güvendiği kişiden yardım alarak hülle yaptığıdır!

      Çünkü kendinin peygamber olduğuna inandırdığı hiç kimse onun ‘’ “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” telkinin aksine hareket etmeyecektir! Bu noktada sorgulanması gereken nokta, zeydin iki evliliği de kendine peygamber diyenin isteği üzerine yani onun telkiniyle yapılmış yani zeyd onun isteklerini harfiyen yerine getirmişken, boşanma konusundaki aksi telkinler (kendine peygamber diyenden) telkinler nasıl olup ta dikkate alınmamıştır?

      İşte bu noktada aşağıda vereceğim yeni ayet olaya anlam katabilir;

      ‘’Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’’ Ahzab,50-Diyanet

      Özellikle ‘’seninle beraber hicret eden’’ diyerek sayılan akraba çocuklarına dikkat ediniz! Bu tanıma uyan yani kendine peygamber diyenle beraber eden TEK akraba çocuğu zeyneptir!

      Ayette dikkat çeken diğer hususta kendine peygamberim diyenin hiç dayısı yoktur ve teyzeleri de hicretten çok önce öldüklerinden ayette açıkça vurgulanan ‘’seninle beraber hicret eden’’ akrabaların içinde sayılmaları tanrının her şeyi bilme özelliğinin gereği olmasa gerektir! Çünkü bahsettiğim iki seçenek mümkün değildir!

      Şimdi tekrar başa dönelim, diyorum ki kendine peygamber diyen kendine inanan birine bir telkinde bulunuyorsa “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” o telkine muhatap olanın aksi yönde hareket etmesi mümkün değildir! Buna mantık olarak inanmak zor geliyorsa diğer seçeneği gösterelim;

      ‘’Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.’’Ahzab,36-Diyanet

      Dolayısıyla eğer kendine peygamberim diyen birine tanrıdan korkarak yapmayı düşündüğü şeyi yapmamasını söylüyorsa o birinin aksine bir eylemi ifa etmesinin ve bu eylemi ifa ederek kitaba aykırı hareket etmiş olanın ölene kadar kendine peygamberim diyenin en yakınında ve en güvenilir adamı olarak kalmasına imkan yoktur! Çünkü o kişi kuranın tanrısına göre ‘’o apaçık bir şekilde sapmıştır’’!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;
        _Bu noktada çoookkk büyük ve eşşiz güçlü kuranın tanrısının, peygamberinin(!) yani elçisinin beklentileri ya da arzuları için dinleme kayıtlarını (onun eşlerinin) onunla paylaşarak (keşke o olayın ne olduğunu da bir araştırsaydınız) onu etrafındakilere karşı korumak için yoğun mesai harcadığına inanırsınız! Böylece ortaya zaten, tanrıdan ayet aldığına şahit olarak kendisini gösterebilen birinin ayriyeten tanrıyla kayıt dışı (kurana girmeden) yaptığı konuşmalara da yine kendini şahit gösterebilmesidir? Yani ilk durum zaten fiilen sadece onun iddialarının tezahürüyken ikinci durumun bizi farklı bir noktaya götürmesi imkansızdır! Burada bağımsız aklın görmesi gereken şey kendine peygamber diyenin en güvendiği kişiden yardım alarak hülle yaptığıdır! (SİZDEN ALINTI)

        Madem Allah cc kayıt dışı Hz Muhammed’le görüşmediyse Hz Muhammed, eşinin bir diğer eşiyle sırrını paylaştığını nerden öğrendi ??
        Zeyd Peygamberin ona olan telkinlerini nasıl olurda dikkate almaz ?! Bu noktada şunu söylemekte fayda var ; peygamber o dönemde astığım astık kestiğim kestik gibi davranan bi zorba değildi. Peygamberin bi önceki cümlemde vurguladığım şekilde davranması gereken tek emirler Allahın emirleridir yani ayetlerdir ! Peygamberin isteğini beni mazur görün efendim diyerek Zeydin reddetmesinde olağan dışı garipsenecek bi durum yok .

        _Ayette dikkat çeken diğer hususta kendine peygamberim diyenin hiç dayısı yoktur ve teyzeleri de hicretten çok önce öldüklerinden ayette açıkça vurgulanan ‘’seninle beraber hicret eden’’ akrabaların içinde sayılmaları tanrının her şeyi bilme özelliğinin gereği olmasa gerektir! Çünkü bahsettiğim iki seçenek mümkün değildir! (SİZDEN ALINTI )

        Sayın Toro siz ciddi misiniz ? Ahzap 50’de seninle birlikte hicret eden akrabaların içinde sayılmarı diye tabir ettiğiniz ve öldükleri için imkansız olan teyzelerini kastettiğini düşünmeniz akla ve mantığa sığıyor mu ? Zaten bahsedilen teyzeler değil kızlarıdır.
        Peygamberin hiç dayısının olmaması bize şunu açıkça gösteriyorki : Bu ayet sadece peygamberi ilgilendiren bi ayet değil bunu ayetin içinde geçen ”Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) ” ifadesinden anlıyoruz. Yani bu ayet peygamber nezdinde evlenilmesi helal olan kadınlara vurgu yapıyor yalnızca resule has olmak üzere olan kısım ise sadece resulü ilgilendiriyor !
        Ayrıca öne sürdüğünüz tarihi bilgilerin realitesi sorgulanır tartışılır hicret önce tüm teyzelerinin öldüğüne dair verileriniz Tarih biliimi açısından kanıtlanması imkansız verilerdir.
        AYrıca ahzap 36’daki hüküm verme ile Peygamberin bu ayetler gelmeden önce Zeyde yaptığı telkinler aynı mıdır ? Zaten söz konusu ayetler olay olup bittikten sonra gelmiştir.Olayın öncesinde peygamberin Zeyde yaptığı şey dini bir hüküm verme değil Zeyde sadece uyarı mahiyetinde bi tavsiyedir.Zaten Allah cc bu ayetlerden önce cebrail vasıtası olmadan iletişim kurduğu (TIPKI TAHRİMDE Kİ GİBİ) peygambere Zeydin boşanmaması noktasında verdiği uyarıların gereksiz olduğunu söylemektedir.
        Son olarak Tahrim olayını biliyorum bal şerbeti veyahut cariyesi mariya !! Tahrimin iniş sebebine tefsirciler ve islam uleması bu iki olaydan birini göstermektedirler.
        Yine bu kadar eski tarihi bilgilerin kanıtlanması kayıtlı belge ve yazıtlar olmaksınız imkansız olduğu için.Bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır.
        Saygılar…

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn bi yabancı

        Madem Allah cc kayıt dışı Hz Muhammed’le görüşmediyse Hz Muhammed, eşinin bir diğer eşiyle sırrını paylaştığını nerden öğrendi ??
        (Sizden alıntı)

        Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, O SÖZÜ BAŞKALARINA HABER VERİP Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi, dedi.(diyanet)
        Yukarıda sorunuzun cevabı gayet açık bir şekilde size bakıyor…Bakın dikkat ederseniz kuranın genelinde ayetler bir olaya ithaf edilir bu olayların ne olduğunun detayı çok nadir olarak verilir ve genelde de zuhur eden bu olayları kurtarma çabası vardır…tabi bunu açıklamak allahın ve kuranın avukatlarına düşüyor. .eh hal böyle olunca da herkes benim dediğim gibidir iddiasına giriyor. ..sorgulamayanlarda muhtemelen bunların peşine takılıp gidiyor. ..işin dikkat çeken asıl yanı kuranın Allahı nın hiçbir ayetinde avukatlığımı birileri yapsın diye kimseye yetki vermemiş olması ve kitabın herkesin kolay okuyup anlaması için apaçık olduğunu beyan etmesidir.

        ..Zeyd Peygamberin ona olan telkinlerini nasıl olurda dikkate almaz ?! Bu noktada şunu söylemekte fayda var ; peygamber o dönemde astığım astık kestiğim kestik gibi davranan bi zorba değildi. Peygamberin bi önceki cümlemde vurguladığım şekilde davranması gereken tek emirler ALLAHIN EMİRLERİDİR YANİ AYETLERDİR!Peygamberin isteğini beni mazur görün efendim diyerek Zeydin reddetmesinde olağan dışı garipsenecek bi durum yok .
        (Sizden alıntı)
        Burda kaos oluşturup yine o kaosu çözmek için bir öneri sunuyorsunuz lakin bu hususta size sunulan cevabı ya görmüyorsunuz yada görmezden geliyorsunuz. Ayet istiyorsanız buyrun;
        (Sn toro dan kopyalıyorum)(!)

        ‘’Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.’’Ahzab,36-Diyanet
        artık bu ayetten siz ne anlıyorsanız …..

        Peygamberin hiç dayısının olmaması bize şunu açıkça gösteriyorki : Bu ayet sadece peygamberi ilgilendiren bi ayet değil bunu ayetin içinde geçen ”Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) ” ifadesinden anlıyoruz. Yani bu ayet peygamber nezdinde evlenilmesi helal olan kadınlara vurgu yapıyor yalnızca resule has olmak üzere olan kısım ise sadece resulü ilgilendiriyor !
        (Sizden alıntı)
        ‘’Ey Peygamber! Biz SANA mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın SANA ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını SANA helal kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) MÜMİNLERE EŞLERİ VE SAHİP OLDUKLARI CARİYELERİ HAKKINDA FARZ KILDIĞIMIZ ŞEYLERİ ELBETTE BİLMEKTEYİZ. Bütün bunlar, SANA herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’’ Ahzab,50-Diyanet

        Şimdi bu ayete biraz daha dikkatli bakın sn yabancı sizin iddia ettiğiniz gibimi olay acaba?özellikle büyük harflerle yazılan yerlere daha dikkatli bakın. ..

        AYrıca ahzap 36’daki hüküm verme ile Peygamberin bu ayetler gelmeden önce Zeyde yaptığı telkinler aynı mıdır ? Zaten söz konusu ayetler olay olup bittikten sonra gelmiştir.Olayın öncesinde peygamberin Zeyde yaptığı şey dini bir hüküm verme değil Zeyde sadece uyarı mahiyetinde bi tavsiyedir.
        (Sizden alıntı)
        Varsayalımki uyarı mahiyetinde bir tavsiyedir. Peki bu tavsiye ALLAHTAN KORK masını gerektiren bir tavsiye ise sn yabancı bu durumda Zeyd Allahtan korkmamış olmalı ki eşini boşamış. …Dikkat edin bu kişi inananların ilklerinden ve “peygamberin” en yakınında olanlardan. … (evlatlığı)…

        Allah cc bu ayetlerden önce cebrail vasıtası olmadan iletişim kurduğu (TIPKI TAHRİMDE Kİ GİBİ) peygambere Zeydin boşanmaması noktasında verdiği uyarıların gereksiz olduğunu söylemektedir.
        (Sizden alıntı)
        Cebrail vasıtası olmadan iletişim kurulduğunu nerden bildiniz? .yoksa sizinledemi böyle bir irtibata geçildi?hayal gücünüze hayran kaldım doğrusu. Üstüne birde zeyde niye böyle bir uyarı yaptınki aslında hiç gerek yoktu diyor allah.”Peygamber” allahtan habersiz öneriler yapıyor hemde allahtan korkmasını söyleyerek…!

        Tahrimin iniş sebebine tefsirciler ve islam uleması bu iki olaydan birini göstermektedirler.
        Yine bu kadar eski tarihi bilgilerin kanıtlanması kayıtlı belge ve yazıtlar olmaksınız imkansız olduğu için.Bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır.
        (Sizden alıntı)
        Düştüğünüz paradoksun farkındamısınız demeyeceğim belliki değilsiniz.”Tahrimin iniş sebebine tefsirciler ve islam uleması bu iki olaydan birini göstermektedirler” deyip hemen ardındanda “bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır” demeniz takdire şayan. Hani nasıl derler “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”…
        Saygılar…

      • 1okuyucu dedi ki:

        fossoyeur;

        —Varsayalımki uyarı mahiyetinde bir tavsiyedir. Peki bu tavsiye ALLAHTAN KORK masını gerektiren bir tavsiye ise sn yabancı bu durumda Zeyd Allahtan korkmamış olmalı ki eşini boşamış. …Dikkat edin bu kişi inananların ilklerinden ve “peygamberin” en yakınında olanlardan (senden alıntı)

        Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (ahzab-36)

        Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir. (ahzab-37)

        onur meselesinin söz konusu olduğu bir durumun Allahtan korkmakla bir ilgisi olmadığı için Zeyd uyarıyı dikkate almayarak Zeynep’i boşamıştır,

        eğer, ahzab-36 indiği sırada Zeyd, henüz Zeynep’i boşamamış olsaydı, ahzab-36’ya göre Muhamede karşı gelemeyeceğinden Zeynep’i boşayamayacaktı,

        yani, Zeydin Zeynep’i boşaması ve Muhammedin Zeyneple evlenmesi azhab-36’dan önce olmuştur,

        Muhammedin Zeyneple olan evliliği (evlatlığının boşadığı karısıyla evlenmesi) toplumda hoş karşılanmayarak, bazı söylentilere sebep olması üzerine,

        Kuranın tanrısı ahzap-36’yı göndererek söylentilerin önünü kesmek istemiş, söylentilerin fısıltı halinde devam etmesi üzerine,

        Kuranın tanrısı ahzap-37’yi göndererek Muhammedi kendisinin evlendirdiğini söyledikten sonra, kişilerin evlatlıklarının boşadıkları kadınlarla evlenmelerine izin vermiş?

        Zaten, Muhammedin içinde gizlediği ve Kuranın tanrısının bildiği sırrın, Muhammedin Zeynep’e sahip olma isteği olduğunu ama bu isteğini açıklamasının Zeydin kendisinin evlatlığı olması nedeniyle toplumda hoş karşılanmayacağını bildiği için içinde sakladığını,

        Zeydin Zeynepten boşanması üzerine, Kuranın tanrısının, “Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikahladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın” demesinden gayet net bir şekilde anlıyoruz,

        Yani Zeyd Zeynep’i boşamış, Muhammed Zeynep’i almak istiyor ama Zeyd’in kendisinin evlatlığı olması nedeniyle böyle bir evliliğin toplumda hoş karşılanmayacağını bildiği için Zeynep’e sahip olma isteğini içinde gizliyordu, işte Kuranın tanrısının açıkladığı sır bu idi?

        Ayrıca, Kuranın tanrısı “ne diye insanlardan çekinerek içindekini gizlemeye kalkıyorsun, oysa asıl çekinmene lâyık olan benim” diyerek, Muhammede fırça atıyor, sırrını açığa çıkararak Muhammedi Zeyneple evlendiriyor,

        Muhammedin içinde sakladığı sır için başka sebepler aramaya hiç gerek yok, sebep sonuç ilişkisine baktığımızda Muhammedin içinde sakladığı sırrın Zeynep’e sahip olma isteği olduğunu, bizzat Kuranın tanrısı onu Zeyneple evlendirerek ortaya çıkarmış oluyor,

        aksini iddia etmek, Kuranın tanrısını yalanlamak olur,

        şimdide sana empati yapayım,
        Muhammedin masum olduğunu, yani Muhammedin zaafları olabileceğini kabul etmek istemeyenlerin gözüyle ahzap-37yi yorumlayayım,

        Kuranın tanrısı evlatlıklarının boşadığı kadınlarla evlatlık sahiplerinin evlenmesini meşru kılmak için topluma örnek olması açısından, önce Zeydle Zeynep’i evlendirdi, sonra Zeydle Zeynep’i boşatarak, Zeynep’i Muhammedle evlendirdi, ve böylece Muhammedin bu evliliği, toplumun evlatlıkların boşadığı kadınlarla evlatlıkların üvey babalarının evlenebilmesini benimsemesini sağlayan örnek bir uygulama oldu?

        yalnız üvey babaların şöyle bir dezavantajları var, üvey evlatlarının boşadıkları eşleriyle evlendiklerinde üvey evlatların eşinden boşanma sebebi kendiliğinden ortaya çıkıyor, dolayısıyla töhmet altında kalıyorlar?

        hoş, töhmet altında kalsalar ne yazar kalmasalar ne yazar, böyle kişilerin, yani evlatlığının boşadığı karısıyla evlenen kişilerin yaptıkları bu evliliklerin ahlâki olup olmadığı her zaman sorgulanır,

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn toro
        Şimdi tekrar başa dönelim, diyorum ki kendine peygamber diyen kendine inanan birine bir telkinde bulunuyorsa “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” o telkine muhatap olanın aksi yönde hareket etmesi mümkün değildir! Buna mantık olarak inanmak zor geliyorsa diğer seçeneği gösterelim;
        (Sizden alıntı )
        Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.tahrim 1 diyanet…

        Allahın ilk muhatabı kendini dinlemiyor ise ilk muhataba muhatap olanların dinlememesi gayet doğal olsa gerek…(!)
        İlginizi çeker diye düşündüm. ..
        saygılar. …

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        ‘’Madem Allah cc kayıt dışı Hz Muhammed’le görüşmediyse Hz Muhammed, eşinin bir diğer eşiyle sırrını paylaştığını nerden öğrendi ??’’sizden alıntı

        Yine mi kadın meselesi, bu durum için de özel ayetler mi var yoksa?

        Yine ayetlere bakalım ve dikkat edin ben ayetleri okuduğumda ne anlıyorsam onu yazıyorum!

        ‘’Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’’Tahrim,1-Diyanet

        Ben burada hemen düşünmeye başlıyorum! Eşlerinin rızasını almak ve onlarında mutlu edecek şekilde sıralamaya riayet etmenin neresi yanlış? Üstelik sorun çıkmaması için yapılacak tek şey belirlenmiş ve eşlere deklare edilmiş sıraya riayet etmek! Madem bu inanç nefisleri de terbiye ediyor! O halde belirlenen sıraya uyulmamasına sebebiyet verecek arzuları bastırırsınız olur biter! Sanırım bu arzu bastırma işini en iyi yapacak yani nefsine hakim olabilecek kişide kendine peygamberim diyen olacaktır! Bu inancın ilk sırasındaki kendi belirlediği sıraya uyamıyorsa, arkasından gelen diğer inanırların durumunu düşünemiyorum bile!

        Devam,

        ‘’Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır. O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.’’Tahrim,2-Diyanet

        Gerektiğine kim karar verecek, kim nereden bilecek ettiği yemini bozması onun için meşrudur diye? Gerektiğinde… ucu açık, isteyen istediği gibi doldursun!

        ‘’Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi” dedi.’’Tahrim,3-Diyanet

        Dikkat edin kendine peygamber diyen eşine, anlatmamaya söz verdiği şeyi anlattığını bildiğini söylüyor! Aldığı cevap ise dünyada anlatmaması gereken şeyi anlattığı ortaya çıkanların soracağı doğal soru;

        ‘’Bunu sana kim bildirdi?”

        Bu doğal bir refleksdir ve altında bunu sana kimin söylediğini bir söyle de ben ona gününü…

        Düşüncesi yatar! Yani bu sorunun sorulması, anlatılmaması gereken bir şeyin anlatıldığının tanrı tarafından haber verildiğini kanıtlamaz! Sanırım eşlerin arasından birisi özelliklede biri 1.halifenin diğeri de 2.halifenin kızı olarak sivrilen hafsa ve aişeyi kıskanan ya da tavırlarından hoşnut olmayan birisi kendisine anlatılan şeyi kendine peygamberim diyene anlatıp üstüne ‘’benim anlattığımı onlara söylemende sakınca yoktur’’ demeyecektir! Çünkü bu durumda onu aişe ve hafsanın gazabından kim korur? Bu arada bir önceki yazımda paylaştığım aşağıdaki ayet ortadayken,

        ‘’Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.’’Ahzab,36-Diyanet

        Yani eşleri kendine peygamberim diyeninin sözünü dinlemedikleri için (ki bu ayet, tahrim suresinden çok önce geldiği için hüküm biliniyor olmalıdır) ‘’şüphesiz’’ ve ‘’apaçık bir şekilde sapmıştır’’ olmalarına rağmen yine başka bir ayetle onlara af getiriliyor!

        ‘’(Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a TÖVBE EDERSENİZ, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.’’Tahrim,4-Diyanet

        Demek ki ayetlerde ki tanrı hükümleri kendine peygamberim diyenin yakınlarının ‘’apaçık sapmaları’’ durumlarında geçerli değil!

        Ama bunların hiçbiri benim insanların nefislerini terbiye edip onları iyilikle dolu yoluna davet ettiği anlatılan kitabın tanrısının aşağıdaki ayette kendine peygamber(!) eşlerini muhatap alarak verdiği gözdağına şahit olmamdan daha anlamlı değildir;

        ‘’EĞER o sizi BOŞARSA Rabbi ona, sizden DAHA HAYIRLI, müslüman, inanan, sebatla İTAAT EDEN, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, DUL ve BAKİRE eşler VEREBİLİR.’’Tahrim,5-Diyanet

        Bu mudur yani! Bir erkeğin en temel içgüdüsünün dışarıya tezahürünün zaptu rapt altına alınması bile sağlanamıyor ve böyle bir hadiseden kaynaklanan sorunun çözümü yine ve ‘’daha hayırlı’’ kadınlar verilerek çözülebiliniyorsa, sözün bittiği yerdeyiz demektir! Zaten cennetin en güzel yerlerini hak ettiği(!) aşikar olan biri sadece tanrısının çağrısını iletmeye konsantre olamıyor ve sürekli kendi nefsinin yarattığı sorunları tanrısına çözdürüyorsa sözün bittiği yerdeyiz demektir! Bu durumda bu dünya yı tek eşle geçiren ve başka biri ile münasebet yaşamadan bu dünyadan göçüp geçen erkeklerin bazılarının aksine cennette gerine gerine dolaşmaları gerekir!

        ‘’Sayın Toro siz ciddi misiniz ? Ahzap 50’de seninle birlikte hicret eden akrabaların içinde sayılmarı diye tabir ettiğiniz ve öldükleri için imkansız olan teyzelerini kastettiğini düşünmeniz akla ve mantığa sığıyor mu ?’’sizden alıntı

        Dayıları hiç olmamıştır, teyzeleri ise 2 tanedir fakat kendileri kendine peygamber diyenin peygamberlik iddiası ile ortaya çıkmasından çok önce ölmüşlerdir! Bu nedenle ilgili ayette evlenilebilecek olarak gösterilen tek akraba kızı zeyneptir! Dolayısıyla hicret eden başka bir akraba kızının olmadığı belliyken diğer akrabalarının adının geçmesi kendiliğinden yok hükmündedir!

        ‘’Bu ayet sadece peygamberi ilgilendiren bi ayet değil’’ sizden alıntı

        Sevgili dostum bazen çok ciddi şekilde yoruluyorum, yoruyorsunuz beni! Bakın ayet aşağıda;

        ’Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’’ Ahzab,50-Diyanet

        Bakın orada bir şart var,

        ‘’seninle beraber HİCRET eden’’

        Siz HİCRET ettiniz mi yani bahsedilen HİCRET hadisesine intikal ederek ‘’seninle beraber HİCRET eden’’ sözünün muhatabı oldunuz mu? Üstelik hitap doğrudan kendine peygamberim diyene ve diğer İnanırların durumunun da ayetin sonunda bilindiği açıkça söyleniyorken benim size daha fazla ne söylememi bekliyorsunuz? Ben okuduğumda ‘’apaçık’’ verilmiş olan mesajı aldığımı düşünüyorum!

        ‘’Ayrıca öne sürdüğünüz tarihi bilgilerin realitesi sorgulanır tartışılır hicret önce tüm teyzelerinin öldüğüne dair verileriniz Tarih bilimi açısından kanıtlanması imkansız verilerdir.’’ Sizden alıntı

        Dostum ben yeni bir tarih yazmıyorum, bu tür bilgileri özellikle en muhafazakar islami kaynaklardan almaya çalışırım ki taraflı davrandığım düşünülmesin! Bu arada olabilir, ya da olamaz şeklinde yorum yapacağınıza sizde biraz konu üzerinde çalışında benim söylediğimin aksine bir durum var mı, yok mu sizden öğrenelim! Öyle sırf temenni cümleleriyle oturduğunuz yerden sonuç devşirmek kolay olsa gerek! Biraz da zorunu seçseniz ne güzel olur!

        ‘’Yine bu kadar eski tarihi bilgilerin kanıtlanması kayıtlı belge ve yazıtlar olmaksınız imkansız olduğu için. Bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır.’’sizden alıntı

        Demek bu bilgilere inanmak için kayıtlı belgeler ve yazıtlara ihtiyaç duyuyorsunuz! O halde zeyd bin sabitin başında olduğu kurulun her bir ayeti için 2 şahit arayarak oluşturduğu mushafın içinde yazılı olanların, kendine peygamberim diyenin ağzından çıktığını ispatlayan ‘’kayıtlı belge ve yazıtlar’’ ı da aramanız gerekmez mi? Mesela o ayetlerin indiği halde yazılarak depolandağı materyalleri!

        Zeyd konusunu ayrıntılarıyla sayın bilale yazdığımdan bu yazımda ayrıca değinmiyorum!

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn 1 okuyucu
        genel olarak yazılı şekilde münazara ettiğim muhataplarımın iddialarını özellikle “doğru”olarak varsayıp onun üzerinden cevaplamaya çalışırım. Bu benimsediğim bir metodoloji dir. Bu metod konuyu uzatıp dağıtmadan kısa ve net cevaplar vermemi ve muhatabımında penceresinden bakmamı sağlıyor.

        Özellikle inanç üzerinden hiçkimseyi incitip kırmamaya özen gösteriyorum. Burada samimi şekilde fikirlerini ortaya koyan herkes benim için değerlidir.

        Yazınızı dikkatlice okudum farklı şeyler söylemiyoruz zaten. Eklemek istediğim üvey bir babanın evlatlığının eşi ile evlenmesi gibi bir olaya hiç şahit olmadım ne görsel nede yazılı basında nede bulunduğum çevrede. ..zaten bu konuda bilal beyden bir örnek istemiştim lakin isteğimi belirttiğim yorumuma cevap alamadım.(gerçi birkaç yorumum cevaplanmayı bekliyor).yani demem o ki gerçekleşme olasılığı binde bir olacak bir olayın “ilahi bir kitapta” hüküm teşkil etmesinin manası nedir? Bunu size bir soru olarak algılamayın.yazılı düşündüm..
        saygılar….

      • 1okuyucu dedi ki:

        fossoyeur;

        —yani demem o ki gerçekleşme olasılığı binde bir olacak bir olayın “ilahi bir kitapta” hüküm teşkil etmesinin manası nedir? Bunu size bir soru olarak algılamayın.yazılı düşündüm.. (senden alıntı)

        söz konusu Muhammed olunca isterde trilyonda bir olsun, o olayı çözecek hükümler kişiye özel bir hüküm olarak Kuranda mutlaka yer alır, önemli olan Muhammedin zorda kalmamasıysa, Kuranın tanrısı için akan sular durur?

  210. toro dedi ki:

    Sayın Bilal,

    Pes! Aşağıdaki hikayeyi uydururken utandınız mı diye sormayacağım, çünkü o eşiği uzun süre önce geçtiğinizin farkındayım! Biliyorum bu yorumumu size karşı bir saygısızlık olarak göreceksiniz ama sizin uzunca bir süredir bize ve sizi okuyup sizden bilgi almak isteyenlere yaptığınız saygısızlığın yanında benimki sönük kalır!

    ‘’AHZAB-37:Hani Allah’ın kendisine (islam nimetini) lütfettiği ve senin de kendisine iyilik ettiğin (hürriyetine kavuşturduğun) kimseye ‘’Eşini yanında tut,(sakın boşama !) ve bu hususta Allah’tan kork’’diyordun. Allah’ın ortaya çıkaracağı bir durumu (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi) içinde saklıyor ve (bu hususta) insanlardan korkuyordun.Halbuki Allah,kendisinden korkmana daha layıktır.Zeyd,eşiyle ilişkisini kestiğinde,biz onu sana eş kıldık ki,evlatlıkları iddia edilenlerin eşleriyle ilişkisini kesince,onlarla evlenmelerinde müminler üzerine bir güçlük olmasın.Allah’ın emri ise her zaman gerçekleşir.’’ Sizin icadınız

    Sayın bilal, siz nasıl olurda, kitanın tanrısının hiçbir şekilde, ayetin içinde ya da kitabın herhangi bir yerinde söylemediği bir şeyi (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi) şeklinde parantez içinde verip tanrının sözlerini sizin açıklamanıza muhtaç hale getirebilirsiniz? Size bu forumda defalarca sordum, meal ve tefsirin yapılabilmesine cevaz veren kaynağı kitaptan gösterebilir misiniz diye! Ama siz cevap vermek yerine o inandığınız ayetlere sansür uygulama yoluna gittiniz. Olmayan bir ehliyetle kendi kendinize kurguladığınız anlamları Arapçasında olmadığını bile bile parantez içinde ayetlere yamamaya devam ettiniz! Lafı dolandırıp burada insanların aklını bulandırmayın! Madem kendinizden eminsiniz ve bu sayede tanrınızın açıkça bildirmediği halde aklından geçenleri okumakta bu kadar mahirsiniz bana adına meal ve tefsir denilen eylemlerin kitaptaki kaynağını gösterin! Eğer gösteremiyorsanız kendinize, ya da o eşiği zaten geçtiğinize göre sizi okuyanlara saygı duyun ve arapça bilmekten öteye bir durumun içinde olmadığınızı idrak ederek yorumlarda bulunun!

    Bir insana daha açık nasıl sorulur! Dostum o ayetin içinde yani orijinal metninde (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi) diye bir şey var mı? Lafı dolandırmadan söyleyin var mı, yok mu?

    Siz isteyenin içini onlarca sebeple doldurabileceği bir imanın içinde ne olduğunu nereden bilebilirsiniz, üstelikte kitabın tanrısı bu imayı doğrudan kendine peygamberim diyene yapıyor dolayısıyla sadece ona ‘’sen anlarsın’’ diyorken? Yeter bunca şaklabanlık, içinde kastedilenin sadece iki taraf yani kitabın tanrısı ve onun peygamberi tarafından bilinebilecek anlamını siz hangi ehliyetle ya da hangi cüretle kendiniz tayin edebilirsiniz! Şimdi bunun adı tanrı korkusu mu oluyor! Ondan sakınmak mı oluyor?

    Bu silsileyi kanıtlamadan yaptığınız her yorumunuz şahsi hikayelerinizdir, başka anlamı yoktur!

    1-Kitabın kitap olmasını şeklen ve yapılış yöntemini göstererek sağlayan ayet ya da ayetler hangileridir? O her ayet için 2 şahit aranmasını kim istemiş?

    2-Dili arapça olmayanlar için ‘’mesajı anlaşılsın diye arapça gönderilmiş’’ olduğunu iddia eden kitab ‘’mesajı anlaşılacak şekilde’’ hangi yöntem ve kimler tarafından meal edileceğini hangi ayette söylemektedir? Lafı dolaştırmadan çevirin veya meal edin vurgusunun hangi ayette bulunduğunu söyleyiverin?

    3-Mesajı anlaşılsın diye arapça gönderilen bir çağrının bazen arapça bilenler tarafından bile anlaşılamayacağından yola çıkılarak ayetlerin anlamlarını ya da manalarını açıklama iddiasıyla ortaya çıkan tefsir ilmi(!) ve bunun uygulayıcılarının var oluşlarını açıklayan ilgili ayeti ya da ayetleri bizlerle paylaşabilir misiniz? Ama orijinal metninde olmayan kelimeleri parantez içinde varmış gibi göstermeden!

    Şimdi gelelim ilgili ayetin sonuna ! Burada müthiş zekanızın önünde gerçekten eğiliyorum. Meğer kitaba girerek çözülmesi gereken ne büyük bir sorun varmış da kimse bu sorunu göremeden ilk siz görebilmişsiniz!

    ‘’EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN eşleriyle ilişkisini kesince,onlarla evlenmelerinde müminler üzerine bir güçlük olmasın.Allah’ın emri ise her zaman gerçekleşir.’’ Sizden alıntı

    Demek ki dünyada insanların geçmişte, şimdi ve gelecekte ‘’EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN eşleriyle’’ evlenip onlarla kardeş hayatı yaşayabilme sorunu varmış, var ve olacak! Demek ki bu durum nefsi terbiye etmek yoluyla çözülebilecek bir durum değil ve bu durumda olan insanların mutlaka evlatlıklarının ya da siz mantık dışı zorlamanız ’EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN’’ eşleriyle evlenmelerinin önünü açmak gerekiyor! Yani 1 sene önce kocasıyla aynı evde kardeş hayatı(!) yaşadığını bildiği biriyle 1 sene sonra evlenip kardeş hayatı(!) yaşamadan yapamıyorsunuz? İçkiyi, kumarı bırakabiliyorsunuz ama bu şekilde evlenmek arzusunu tanrı istese bile bastırabilecek durumda değilsiniz? Ne yapsın kitabın tanrısı, çaresiz yapmanıza izin veriyor!

    Bu nasıl bir temel istekmiş, hava gibi su gibi!

    Ama sayın bilal, zorlamanın ve zorlayarak uydurmanın bu kadarına pes doğrusu! Neymiş,

    ‘’EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN’’

    Peki bu kadar çalışıp uydurduğunuz bu olmayan durumun içinde olanlarının, yani birinin ‘’EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN’’ aslında evlatlık olmadığını kim kanıtlayacak?

    Evet yazınızdaki Zeyd hikayesine dönelim! Demek ki hiç islam tarihi okumadınız! O halde soruyorum bana genel mutabakatla güvenilirliği kısmen sağlanmış bir kaynaktan Zeydin kendine peygamberim diyenin evlatlığı olmadığına dair bilgi getirin!

    Öncelikle zeyd ailesinden kaçırılmış ve kendine peygamberim diyenin eşi tarafından satın alınmış bir köledir! Evlendiklerinde eşi onu kocasına hediye eder. Sonrasında zeyd azad edilir. Ama ailesi onun kendine peygamberim diyenin yanında olduğunu duyar ve köle pazarında onun için ödenen fidyeyi ödeyerek onun geri almak ister. Bunun üzerine kendine peygamberim diyen zeyd’e ‘’istersen gidebilirsin’’ diye kapıyı açar ve zeyd kalmayı seçer. İşte bu kalmayı seçme eylemin karşılığı olarak toplum içinde ilan edilerek evlatlık alınır! Bunun yaşla bir alakası yoktur, bu şekilde mirasa da ortak edilirsiniz? Sanırım siz evlatlık alma eyleminin tarihin her döneminde günümüzdeki gibi yapıldığını falan sanıyorsunuz? İşte bu övünülerek anlatılan (babası yerine kendine peygamber diyenle kalmayı seçen bir adam) olayın sonucunun tarihe yansıması sonucu yani zeydin onun evlatlığı olduğunu bilen herkes o ayette de zeyd den kendine peygamberim diyenin evlatlığı olarak bahseder, çevirir, tefsir eder! Yani bilal bey ve onun gibi din-kurgu yazmayı seven birkaç özel kişi haricinde kimse zeydin evlatlık olma durumunu tartışmaz! Zaten böyle bir durum olmasaydı ayette sadece isim verilerek zeyd den bahsedilmesine de gerek kalmazdı! Zaten kitapta zeydin evlatlık olmadığı değil evlatlıkların öz çocuk sayılamayacağından bahsediliyor! Arapçasından bile anlayamadınız mı bunu, hayret!

    Bakınız evlat alındıktan sonra zeyd artık Zeyd ibn Muhammed diye anılmaya başlanır! Ama ahzab 37 ye kadar, evlatlık olup öz oğuldan sayılacaklarından eşleriyle evlenilemeyeceğinden (bu evlatlıklarının eşleriyle evlenebilme sorunu kitapta bu kadar yer bulduğuna göre demek ki reytingi yüksek bir problemdir) bu sorun Ahzab suresinden itibaren işlenilmeye başlanır;

    Önce,

    ‘’Allah, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine EVLATLIKLARINIZI da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.’’Ahzab,4-Diyanet

    Evlatlıklar öz oğul statüsünden çıkarılır! Böylece ana mirasçı olmaktan da çıkmışlardır!

    Sonra aşağıdaki ayetle,

    ‘’Onları babalarına NİSPET ederek ÇAĞIRIN. Bu Allah katında daha (doğru ve) adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Fakat kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’’Ahzab,5-Diyanet

    Zeyd bin Muhammed bu defa gerçek babasının adıyla yani Zeyd bin Harise olarak anılmaya başlanır!

    Sayın bilal, sizin tarihinizi yukarıda yazdığım gibi anlatan taberi ve buhari gibi zatlara yalancıdırlar diyorsanız, bunu en azından sizi okuyup sizden feyz almaya çalışanlar bilsinki onları okumaktan imtina etsinler! Bu konuda ikrarınızı bekliyorum! Bu arada dikkat edin nerdeyse İslamcı tarihçilerin tamamı tarafından aynı şekilde anlatılan kendine peygamberin diyenin zeydin evinde zeynebi görmesi hadisesine hiç girmedim! Sizin aksinize tarihçiler bu olayın oluşunu reddetmekle değil olayın sonucunda ortaya çıkan ve kendine peygamberim diyenin içine yerleşen isteğin normalliğini açıklamakla uğraşırlar! Zeyd ile ilgili islam tarihi böyle yazılmamışsa ben bunları uyduruyorsam bana açıkça YALANCI demenizi istiyorum!

    ‘’Bu durum duyulup yayılsaydı, her fırsatta hz.peygamber aleyhine çalışan münafık ve müşriklerin de bunu alevlendirip boşanmayı hızlandırmak için ellerinden geleni yapmaktan ve daha sonra da bunu hz. peygamber aleyhine PROPAGANDA malzemesine dönüştürmekten geri durmayacaklardı.’’ Sizden alıntı

    ‘’Siz,sadece sanki anlatmış olduğum şey münafıkların bunu hz.peygamberin aleyhine bir PROPAGANDA malzemesini yaparlar DİYE ANLAMIŞSINIZ,halbuki hz.peygamber bu durumun duyulup yayılmasını istememesinin asıl gayesi,Zeyd ve Zeyneb’i ikna edip yuvalarının yıkılmaması idi’’Bu da sizden alıntı

    Artık o kadar savrulmuşsunuz ki kendi yazdığınız bir yazı içerisinde yukarıda anlattığınz aşağıda başkası yanlış anlamış gibi düzeltmeye çalışıyorsunuz! Peki ayette bahsedilen çekinme neydi? Onların yuvalarının yıkılmasından mı çekiniyordu yoksa kendisi ile ilgili propaganda malzemesi olarak kullanılmasından mı?

    Peki ben şunu sormak istiyorum! Bu propaganda meselesi yapılmasından korkulan durum şimdi ne meselesi? Bizim hatta yüzyıllardır bu coğrafyada yaşayanlar tarafından tartışılıp durulan şey nedir?

    Propaganda malzemesi arıyorsanız, elleri kurumuş ya da kuruyacak lehebin elleri kuruduktan sonra ya da kuruyana kadar 10 sene daha yaşamasına bakın! Sahi lehebin kurumuş ellerinden 10 sene içinde tekrar bahsediliyormu kitapta! Bence zeyd meselesinden daha fazla ayete konu olmalıydı!

    Bu arada ‘’sürekli girip bakamadığımdan göremiyorum’’ bahanesinin arkasına sığınarak cevapsız bıraktığınız münazaraların toplamıyla kitap yazabilir durumdayız! Hala leheple ilgili yazıma ve şu ayet sansürleyerek cevap vermiş gibi yaptığınız yazıma yanıt bekliyorum! Siz yazıştığınız kişinin sizin yazınıza cevap vermiş olabileceğini bu nedenle böyle bir cevap yazılmışsa en azından sayfa içinde tarih yazarak aratıp kendi cevabınızı vermeniz gerektiğini düşünmüyor musunuz?
    Bakın bu yazıma özellikle ayet göstererek kanıtlamanızı istediğim bölümlere cevabınızı bekliyorum! Bakalım neye inanıyorsunuz, görelim!

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Toro
      Cevabınızda önemli hatta çok önemli iki hususa değineceğim alıntı yapmayarak çünkü ben münazaradaşımın yorumlarını o kadar dikkatli okurum ki gözden kaçırdığım yerler yanlış anladığım yerler olmasın.
      Bakın Hz Peygamberin hiç dayısının olmadığını söylüyorsunuz ben sabrettim dikkatsizliğinize gelmiştir deyip bekledim ama sizin düzelteceğiniz yok öncelikle peygamberimizin dayısı değil dayıları vardır isimleride şöyle ;Esved , Abdülyağus,Umayr…
      Bir diğer husus ise tahrim olayının ilk ayetine getirdiğiniz yorum. Orda eşlerin rızasını alarak sana helal olan şeyi ne için kendine haram kılıyorsun diyerek kastedilen eşlerle birlikte olma sıralaması değil görüyorum ki konuya vakıf değilsiniz ! Tahrimin ilk beş ayetini okuyun ayrıca ayetlerin nüzul sebeplerini araştırın.Orda helali haram kılmakla kastedilen şey bahsettiğiniz durum değil doğrusunu aşağıya yazıyorum.
      1_ Hz Peygamber bir gün hanımlarından birinin odasında oğlu İbrahim’in annesiyle temasta bulundu. Onu gören hanımı: “Ey Allah’ın elçisi, benim evimde, benim yatağımda ha?” dedi. Bunun üzerine Peygamber onu (İbrahim’in annesini) kendisine yasakladı. ve bir daha asla birleşmiyeceğine dair hanımına yemin etti ve bunun üzerine: “Ey O Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi neden kendine haram ediyorsun?” ayeti indi ?
      2_Diğer husus ise peygamberin bal şerbeti yediği ve kokusundan rahatsız olan hanımının bu duruma peygambere bildirmesi ve peygamberinden bu helal olan gıdayı kendine yasaklaması…Fakat kurana girecek hakkında ayet inecek kadar önemli bir durum olduğundan ikinci şıkkı eliyoruz kuvvetle muhtemel birinci sebepten dolayı ayet inmiştir.
      İşte Sayın toro hem peygamberin dayılarıyla ilgili verdiğiniz bilgi yanlış hemde Tahrim ilk ayetin iniş sebebiyle ilgili verdiğiniz bilgi yanlıştır.

      Sırrın bildirilmesiyle alakalı yorumlarınız kafamızda mantıksal bir boşluk bıraktı doğrusu !
      Peygamber nasıl oluyor da Allahın bildirmediği bir sırrı Allah bildirdi diye söylüyor.Eğer sır verilen eşi bunu diğer eşine söylediyse o diğer eşi diye tabir ettiğim kadına rağmen nasıl böylesi bir risk alıp Bildirenin Allah olduğunu söyleyebilir hz peygamber üstelik ayetle sabitlemek suretiyle? Sn Toro burda şayet mantık süzgecimizden geçirerek olaylara yaklaşıyorsak en rasyonel olanını bulmalıyız son olarak dayısı olmamasına rağmen dayının kızları ifadesini kurana koyabilecek bir gaf yaptığını iddia ettiğiniz şahıs peşinde binlerce kişiyi örgütleyip bir devlet kuruyor.Büyük bir harekete önderlik yapıyor.Lütfen olaylara daha objektif olarak ve pencerenizi genişleterek bakınız.
      Saygılar

      • Bi yabancı dedi ki:

        EKLEME
        Sayın toro ısrarla teyzeleri ölmüş olmamasına rağmen ayette nasıl isimleri geçiyor diyorsunuz gerçekten beni şaşırtmaya başladınız ! Teyzesinin kızlarını başka hangi tamlamayla ifade edebilirsiniz ? Ölen teyzelerin kızlarını ifade etmek için siz bi isim tamlaması kurunda öğrenelim benim aklıma gelen yalnızca şu : Teyzelerinin kızları. Yoksa şöyle mi demeliydi Anneannenin kız evlatlarının kız çocukları ?!
        Hicret eden teyzelerinin,,,kızları / Hicret eden,,,,teyzelerinin kızları….!!!!
        saygılar

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Teyzeleri ölmüş OLMASINA rağmen demeye çalışıyorsunuz herhalde!

        Dayıları konusunda haklısınız verdiğiniz isimler wikipediaya da girmiştir ama kaynakların neredeyse tamamı ”dayısı olmadığını” yazar! Ayrıca verdiğiniz isimleri araştırmaya kalktığınızda her hangi bir bilgiye de ulaşamazsınız! Ben bu durumu bilerek yazıyorum merak etmeyin!

        Ama size başka bir durumu anlatıyorum hatta sizden rica ediyorum, bana kendine peygamberim diyenle beraber hicret eden halasının kızı zeynep haricinde, amca,dayı,teyze kızlarından bir tanesinin ismini bulup verebilir misiniz?

        Anlatmaya çalıştığım şey, hicret vuku bularak realite haline gelmiş tarihi bir durumdur! Kimlerin bu eylemi yaptığıda bellidir! Bu durumda eylemi yapanlar içinde olmadığı için ayet içinde adlarının geçmeleri mümkün olmayan akraba kızlarından bahsedilmesi anlamsızdır! Zaten hitabın kendine peygamber diyene yapıldığıda düşünüldüğünde daha da anlamsızdır!

        irz çalışsanız,araştırsanız ve temmenni yada beklentiyle değilde bilgiyle bezeli dönüşler yapsanız, ne kadar mutlu olurum, blemezsiniz!

    • bilal dedi ki:

      Sn.Toro,

      ‘’ Sayın bilal, siz nasıl olurda, kitanın tanrısının hiçbir şekilde, ayetin içinde ya da kitabın herhangi bir yerinde söylemediği bir şeyi (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebi) şeklinde parantez içinde verip tanrının sözlerini sizin açıklamanıza muhtaç hale getirebilirsiniz?
      ‘’ sizden alıntı’’

      Peki ben de size soruyorum,söz konusu ayette hz.peygamberin içinde gizlediği şeyin ‘’ boşandıktan sonra Zeynep’le gerçekleşecek olan evliliktir ve bu evliliği içinde gizlemiştir‘’ şeklindeki anlam ayetin metninde var mı? Varsa bana gösterir misiniz ? Bu şekilde anlatılan da bir yorum (hatta hatalı yorum) değil midir.? Yoksa bu şekildeki yorum işinize geldiği için ayetin arapça metninde yok olsa bile,hemen inanıyor ve onaylıyorsunuz,bizim açıklamalarımıza gelince işinize gelmediği için,bu ayetin neresinde var diye soruyorsunuz? Bu sizin açınızda bir çelişkidir,zira işinize gelen yorumları hemen kabul ediyorsunuz,işinize gelmeyen bizim gibilerin yorum ve açıklamaları doğru ve mantıklı olsa da yine reddediyor ve bu ayetin neresinde var diyorsunuz ?

      Zaten parantez içine almış olduğum da, sizin işinize gelen açıklama şekli de birer yorumdur.Çünkü Hz.peygamberin içinde gizlediği şeyin ne olduğu ayette yoktur,sadece bir durumdan söz ediliyor,ama o durumun ne olduğu ayetle belli değildir.Eğer ayette açıkça olmadığı için bizim gibilerin yorum ve açıklamalarını kabul etmiyorsanız,bu durumda kendinizle çelişkiye düşmemeniz için işinize gelen ve ayette bulunmayan yorum ve açıklamaları da kabul etmemeniz gerekir,belki o zaman kendinizle çelikiye düşmekten kurtulmuş olursunuz,ama bu nerde ?
      Ayrıca ayette bir olaya açık olmayan genel bir ifadeyle değinilmişse,bunun ne olduğunu ayetin siyak ve sibakına bakarak anlamaya çalışılmalıdır.İşte burada biz de bunu yapıyoruz.Naçizane ayetin arapça metnini anladığım için meallere değil,direk ayet ile onun siyak ve sibakına bakarak anlamaya çalışıyorum.
      Özetle,benim ayetten,onun siyak ve sibakından hz.peygamberin içinde sakladığı durum (Zeyd ile Zeynep arasındaki geçimsizlik ile Zeyd’in boşama talebidir.)

      ‘’ EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN’’
      Peki bu kadar çalışıp uydurduğunuz bu olmayan durumun içinde olanlarının, yani birinin ‘’EVLATLIKLARI İDDİA EDİLENLERİN’’ aslında evlatlık olmadığını kim kanıtlayacak?
      Evet yazınızdaki Zeyd hikayesine dönelim! Demek ki hiç islam tarihi okumadınız! O halde soruyorum bana genel mutabakatla güvenilirliği kısmen sağlanmış bir kaynaktan Zeydin kendine peygamberim diyenin evlatlığı olmadığına dair bilgi getirin! ‘’ sizden alıntı’’

      Benim kanıtım hz.peygamberin vefatından asırlar sonra,islam dışı egemen güçlerin yazdırdıkları kaynaklar değil,kur’an ışığında akıl,mantık,ilim ve tarihi gerçeklerdir.
      Bakınız Zeyd hz.peygambere kavuştuğu zaman onun yaşı 21,hz.peygamberin yaşı da 25.idi.ve bu ana kadar Zeyd ile hz.peygamberin ne bir münasebeti,ne de bir tanışılığı olmuştur,hz.peygamber onun küçüklüğünde ne bakımını,ne de himayesini üstlenmiştir. 21.yaşından sonra neredeyse hz. peygaömberle yaşıt olan Zeyd nasıl olur da onun evlatlığı olsun,isterse herkes ona evlatlığı desin,bu Hiçbir gerçeği değiştiremez.

      Peki tarihi gerçeklerle uyuşmayan,birbirinden farklı ve doğru olmayan rivayetlere mi inanıyorsun,yoksa tarihi gerçeklerle uyuşan,akle ve mantıka uyan doğrulara mı ? İşte tarihi gerçeklere başvurarak akle ve mantıka göre hareket ettiğimizde Zeyd’in hz.peygambere evlatlığı gerçek olmayıp,sadece bir iddiaden öteye geçmediğini göreceğiz.Bu ndenle kur’an buna,‘’EDİYA’’ evlatlığı iddia edilenlerin şeklinde ifade etmiştir…
      Şu an amanım müsait olmadığından diğer konulara değinmeyeceğim.

      Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın Bilal,

        ‘’Peki ben de size soruyorum,söz konusu ayette hz.peygamberin içinde gizlediği şeyin ‘’ boşandıktan sonra Zeynep’le gerçekleşecek olan evliliktir ve bu evliliği içinde gizlemiştir‘’ şeklindeki anlam ayetin metninde var mı?’’ sizden alıntı

        Zeyneple gerçekleşecek evlilik demiyoruz! Zeynebe olan ilgisi diyoruz! Bunu da yuvası dağılmasın diye uğraştığı zeyneple, zeynebin bekleme süresi biter bitmez evlenmesinden anlıyoruz! Eğer zeynebin başka biriyle evlendirildiğini okumuş olsaydık, sizin iddianızı kabul edebilirdik! Ama son tahlilde onunla evlenen kendine peygamber diyendir! Bu durumda içinde gizleyip çekindiği şeyin ne olduğunu anlamamız zor olmuyor! Hatta gelen tepkilerden sonra onun kendisine helal olduğunun söylenmesi de ( yani takma kafana) bu anlamı pekiştiriyor! Yani sorun zeynebin evlenmesi değil yuvasını kurtarmaya çalıştığını iddia ettiğiniz kişiyle evlenmesidir! Ben ayeti okuyorum, ayet gayet açık ve net! Sizin gibi araya parantez açmıyorum. Ayetin önü ve arkasını da okuyarak anladıklarımı paylaşıyorum! Öncelikle okuduğunuz ayetten sizin söylediğiniz anlam çıkmaz diyemezsiniz! Çünkü sonuç evliliğe çıkmış Ama sizinkini tartışabiliriz, çünkü hiç yazılı olmayan bir durumu yazılıymış gibi göstermeye çalışıyorsunuz, üstelik yaptığınızın ne olduğunuda bilerek!

        Bakın ayetin en çalıcı noktalarını ard arda alıyorum;

        “Eşini nikahında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun.’’
        ‘’İÇİNDE, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi GİZLİYOR ve insanlardan ÇEKİNİYORDUN.’’

        ‘’Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı.’’

        ‘’Zeyd eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik’’

        ‘’Oysa kendisinden çekinmene Allah daha layıktı.’’ deyip ve ‘’kocası boşayınca onu seninle evlendirdik’’ denildiğinde o ‘’gizlenip ortaya çıkmasından’’ korkulan şey ne olmuş oluyor?

        Kusura bakmayın ama ben okuduğumu anlarım! Siz okuduğunuzda anladığınızdan rahatsız olduğunuzda onu değiştirirsiniz! Benim ayetlere bu güne kadar herhangi bir ekleme yaptığıma şahit misiniz!

        ‘’Zaten parantez içine almış olduğum da, sizin işinize gelen açıklama şekli de birer yorumdur.Çünkü Hz.peygamberin içinde gizlediği şeyin ne olduğu ayette yoktur,’’sizden alıntı

        Ha şunu bileydiniz! Madem parantez içine yazdığınız şeyin ayette olmadığını bunun sadece bir yorum olduğunu biliyorsunuz o halde neden, ayette olmayıp sadece sizin yorumunuzun eseri olan bir sonucu mutlak doğruymuş gibi anlatıp aksi görüşleri karalıyorsunuz?

        Bu da bir şeydir! Sonunda o meşhur parantez içi çalışmalarınızın aslında ne olduğunu itiraf edebildiniz! Tabi sonrasında bu yorumları yapabilmenizi sağlayan ayetleri de vermeniz gerektiğinin gayet farkındasınız! Ama olmayan bir şeyi dayanak olarak nasıl göstereceksiniz değil mi?

        ‘’Benim kanıtım hz.peygamberin vefatından asırlar sonra,islam dışı egemen güçlerin yazdırdıkları kaynaklar değil,kur’an ışığında akıl,mantık,ilim ve tarihi gerçeklerdir.
        Bakınız Zeyd hz.peygambere kavuştuğu zaman onun yaşı 21,hz.peygamberin yaşı da 25.idi.ve bu ana kadar Zeyd ile hz.peygamberin ne bir münasebeti,ne de bir tanışılığı olmuştur,hz.peygamber onun küçüklüğünde ne bakımını,ne de himayesini üstlenmiştir. 21.yaşından sonra neredeyse hz. peygaömberle yaşıt olan Zeyd nasıl olur da onun evlatlığı olsun,isterse herkes ona evlatlığı desin,bu Hiçbir gerçeği değiştiremez.’’ Sizden alıntı

        Kusura bakmayın ama kaçak güreşiyorsunuz! Yukarıdaki yorumunuza ben neler yazabilirim farkında değil misiniz! Siz oturduğunuz yerde doğru olan ve olmayan tarihi anlatıları beklentilerinize göre sınıflamaya başlamışsınız!

        Bana dolandırmadan cevap verin, zeyd, zeyd bin muhammed olmuş mudur, olmamış mıdır? Olmamışsa bana buradan açıkça YALANCI demenizi istiyorum!

        Sonra sizinle kitapta evlatlık meselesinin bu kadar yer tutmasını sağlayan vakaların hangileri olduğunu kimin evlatlığı üzerinden bu ayetlerle düzenleme yapıldığını konuşuruz!

        Bakın biraz ufkunuzu açayım! Hiç oğlu olmayan biri, birini evlatlık aldığında miras (ayet inene kadar öz oğul sayıldığını yine ayetten anlıyoruz) nasıl bölüşülür! Ve bu evlatlık alma hadisesinden sonra, 4.halifenin karısı olan ve 3.halifenin karısı olan kızları ve onların kocaları ne düşünmüş, ne yapmıştır?

        ‘’Allah, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Kendilerine zıhâr yaptığınız eşlerinizi de anneleriniz yapmamıştır. Yine EVLATLIKLARINIZI da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.’’Ahzab,4-Diyanet

        Peki ayette bahsedilen ve ‘’ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür’’ vurgusunun muhatabı kimdir? Kim, kim için evlatlığım demişte kuranın tanrısı bu söylemin sadece söylenen ama somut bir sonuç doğurmayan söz olduğunu ilan etme gereği duyuyor?

        ‘’Peki tarihi gerçeklerle uyuşmayan,birbirinden farklı ve doğru olmayan rivayetlere mi inanıyorsun,yoksa tarihi gerçeklerle uyuşan,akle ve mantıka uyan doğrulara mı ? İşte tarihi gerçeklere başvurarak akle ve mantıka göre hareket ettiğimizde Zeyd’in hz.peygambere evlatlığı gerçek olmayıp,sadece bir iddiaden öteye geçmediğini göreceğiz.’’sizden alıntı

        Bana sizi bir sonuca götüremeyecek önermelerle gelmeyin! Size söyledim, anlatılanlar yanlışsa, ayetlerin meali hatalıysa çıkıp açıkça ‘’Buhari ve Taberi yalancıdırlar diyanette yanlış meallerle Müslümanları yanlış yönlendiren bir kurumdur’’ diyeceksiniz! Bunları diyemediğiniz noktada sizin 1400 sene sonrasından doğru bilgilere benim ise yanlış bilgilere ulaştığımı söyleyemezsiniz!

        Sonuç olarak zorda kaldığında ayetlerde olmadığını bildiği şeyleri ayetin içine yerleştiren ya da ayetleri sansürleyerek veren ben değilim, değil mi?

        Bu arada keşke değerli zamanınızı zeyd ile ilgili duruma yanıt vermeye değil de asıl sıralı verdiğim sorulara yanıt vermeye harcasaydınız! Doğru söyleyin keşke ortada, toro nun sorularına kıyısından köşesinden dokunuyor görünen ayetler olsaydı da hiç olamazsa onlara parantez ekleyerek cevap verseydim diye düşündüğünüz oluyor mu?

  211. toro dedi ki:

    -DÜZELTME-

    Öncelikle zeyd ailesinden kaçırılmış ve kendine peygamberim diyenin eşi tarafından (eşinin amcası arafından) satın alınmış bir köledir! Evlendiklerinde eşi onu kocasına hediye eder. Sonrasında zeyd azad edilir (babası ile gitmeyip kaldıktan sonra).

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Toro ;

      Teyzeleri ölmüş OLMASINA rağmen demeye çalışıyorsunuz herhalde!( sizden alıntı)

      Evet öyle demek istiyorum bravo bi aferini hak ettiniz bu büyük zeka örneği göstererek yaptığınız tespitle !

      irz çalışsanız,araştırsanız ve temmenni yada beklentiyle değilde bilgiyle bezeli dönüşler yapsanız, ne kadar mutlu olurum, blemezsiniz! (sizden alıntı)

      Sizde bu alıntı yaptığım cümlenizin başında irz değilde BİRAZ demek istediniz galiba !
      Peygamberin dayılarının olmadığını bilgiyle yoğrulmuş cümlelerinize ekliyorsunuz ama en güvenilir kaynaklardan olan wikipediayaya bile bakmaya gerek duymuyorsunuz ? Karşınızda ki insanları bilgiden yoksun olarak görüyorsanız değerli bilgilerinizle başbaşa kalın. Bizim adımız hıdır elimizden gelen budur…

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Sanırım anlatamadım! Ben o bilginin vikipediada olduğunu yazıyı yazmadan öncede biliyordum! Ama bir kaç kaynakdan doğrulamadığım bilgiyi ya da sonucu buraya yazmıyorum! Genel doğrulamanın sonucu dayıları olmadığı yönündedir! Olduğunu kanıtlar ve olan dayıların özellikle hayat hikayelerini benimle paylaşırsanız memnuyitle özür diler ve hata yaptığımı kabul ederim!

        Ama bu dikkat çektiğim asıl konuyu görmezden gelmenizi ya da gölgede bırakmanızı sağlamasın!

        Bu arada teyzeyle alakalı cümlenizi gerçekten doğrulatmak amacıyla yazdım! Bir uyarıda daha bulunayım benim tatlı sert tarzım bellidir! Beni farklı noktalara çekebileceğinizi düşünmeden ve tutturduğumuz dengeden ayrılmadan yazmaya devam edeceğinizi umuyorum!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;
        Hz Muhammedin dayılarını isimleriyle veren kaynaklar olduğu gibi dayısının olmadığını gösteren kaynaklarda var. Dayılarıyla ilgili bilgi ise sadece isimlerinden ibaret. Ama Kuranın peygamber tarafından uydurulduğunu iddia edenlerin; Peygamberin ilgili ayete dayılarının kızları gibi bi ibareyi koymak suretiyle düşeceği bu fahiş hatayı yapmayacağını da anlamaları gerekiyor. Mantıksızlığın bu kadarasına da pes doğrusu böyle bir iddiayla yola çıkıp hedefi bir devlet kurmak olan bi insan herhalde böyle acemice bir hata yapmaz.O yüzden peygamberimizin dayılarının olduğu kesindir.

        Benim sizi herhangi bir yere çekmek gibi bi derdim de yok amacım da yok.

        Saygılar

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Bakın tekrar söylüyorum! Bizim içeriğini tartıştığımız ayet kitaba yazıldığı anda etrafta yazılan bu ayetin doğruluğunu teyit edecek yani bu ayetin ve kitabı oluşturan diğer ayetlerin kendi ağzından çıkan tanrı sözleri olduğunu doğrulayacak bir peygamber(!) yani kendine peygamberim diyen yoktu! Bu noktada bizim fahiş hatayı yapanın (sizin yazınızda işaret ettiğiniz) o olduğunu söylememiz zaten mümkün değil! Umarım bu konuda sürekli sorduğum sorulara, zamanı olmadığını bahane ederek cevap vermekten imtina eden sevgili bilal zaman bulup cevap verirde hepimiz rahatlarız!

        Bu noktada anlamanız gereken bir şey var! Kitap haline gelişinin bile, kendi içinden dayanağını gösteremeyen bir kitabın, benim tarafımdan, bir tanrıdan geldiği ya da o tanrının peygamberi(!) aracılığıyla insanlara aktarılan bir çağrıyı temsil ettiği düşünülemez! Bu kanıtlanamayan bir durumun tezahürü olduğundan yaptığımız eleştirilerin bir tanrıya ya da bir peygambere yapılan eleştiriler olduğu da düşünülemez!

        Ben kendi açımdan eleştirilerimi, kitap haline getirdikleri ayetler içinden, ayetleri kitap haline getirmelerini isteyen ve bu işlemin şeklini de deklare eden bir ayet olmadığı halde kitabı sadece kendi inisiyatif ve kendi yöntemleriyle oluşturan insanlara yöneltirim! Çünkü biz o insanların peygamberdendir(!) deyip peygamberden(!) olduğunu kanıtlayamadıkları bir kitabın söylemlerini inceliyoruz! Bu noktada ortaya çıkan sonuç, ilgili kurulun 1.ve 2.halifenin kişisel inisiyatifi ve her ayetini 2 şahitle doğrulayarak hazırladıkları kitabı insanların önüne koyarak ‘’bu kendine peygamberim diyenin ağzından gelen tanrı sözleridir’’ demeleri ve insanların bu söyleme inanmalarıdır! Kitap, kendine peygamber diyenin nezaretinde oluşturulup onun ölümünden önce insanların erişimine açılmış değildir! Öyleyse sizin veya başkasının yapılan eleştirilerin doğrudan bir tanrıya ya da onun peygamberi olduğunu söyleyene yapılmış olduğunu düşünmeniz anlamsızdır!

        İşte bu noktada ortaya çıkmış ya da çıkacak hatalar ya da fahiş hatalar kitabı kendi inisiyatif ve yöntemleriyle oluşturanların eseridir!

        Siz aksini kanıtlayamadığınız sürece yapılan eleştirileri bir tanrıya ya da onun peygamberi olduğunu iddia edenin şahsına yükleyerek ajite etmenin mantığı yoktur!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro

        Bana göre kuranın özeti veda hutbesidir. Veda hutbesinde peygamberimizin insanlar ve kardeşlerim diye hitabından sonra insanlığa son tavsiyeleri her şeyi özetliyor…Peygamberin hayatını ve kuranı sizin düşünce ve yorumlarınıza göre özetliyorum da veda hutbesiyle alakasız bir manzara çıkıyor ortaya.

        Ashabım!
        Dikkat ediniz, Cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır.

        Ashabım!
        Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

        Ey insanlar!
        Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahında kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur.

        Kardeşlerim
        Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
        Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler:
        “Allah”ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz, diye şehadet ederiz.“
        Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine kaldırıp indirdi ve şöyle buyurdu:
        Şahid ol ya Rab, Şahid ol ya Rab, Şahid ol ya Rab…

        SAYGILAR

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yapancı,

        Doğrusunu isterseniz veda hutbesi benim içinde önemlidir! Özellikle aşağıdaki bölüm;

        ”Kendisini dinleyen mü’minlerin ‘Evet’ demeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle devam etti: Burada bulunanlar bulunmayanlara bu sözlerimi bildirsinler!.. Ey İnsanlar! Allah muhakkak ki her varisin mirastan olan hissesini tayin ve tesbit etmiştir. O halde bir vasıyet, her hangi bir varis lehine olmak üzere, diğer varislerin mahfuz hisse hudutlarını, aşamaz. Mirasçılardan başkası için yapılan bir vasiyet, miras olarak kalan mallar toplamının üçte birinden fazla olamaz. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa oraya aittir. Babasından başka bir kimseye mensubiyet iddiasında bulunan, yahut (kendisini himaye altına almış olan) EFENDİSİNDEN BAŞKASINI EFENDİ EDİNENİN üzerine Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun!.. Böyle bir insanın ne nafile ibadetleri (sarf) ve ne de farz ibadetleri (`adl) kabul olunacaktır. Ve’sselamü aleyküm.”

        https://kurul.diyanet.gov.tr/SoruSor/Cevap.aspx?ID=36917&q=hz–peygamber–s-a-s—veda-hutbesinde-neler-soylemistir-#.VLTO43uK_0w

        Özellikle büyüterek yazdığım bölüm bence olayın özüdür! Köle düzeninin kaldırılmadığının (zaten kaldırıldığına ait ayet gösterebilen çıkmadı) ispatıdır. Bu noktada bence insanlık tarihindeki en büyük kepazelik insanın insana köle edildiği o düzenin yaratılmasıdır! O düzene katkı sağlayan herkes benim gözümde sorunludur!

        Şimdi başka bir hususa gelelim! Yukarıda alıntı yaptığım bölüm Diyanetin Din İşleri Kurulu’nun kendilerine sorulan bir soruya kendi sitelerinden verdikleri bir cevaptan alıntıdır! Linkini ekinde verdim!

        Ama aynı diyanetin metin olarak ilan ettiği veda hutbesinde aynı bölüm sansürlenir yani verilmez!

        http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&sqi=2&ved=0CBsQFjAA&url=http%3A%2F%2Fwww.diyanet.be%2FPortals%2F0%2FVEDA%2520HUTBESI.pdf&ei=mdO0VNaZHqPnygOMjIKoBQ&usg=AFQjCNGbk_dxClTTCuLJ4A3g5zi_Sq8Wyg

        http://www.rizemuftulugu.gov.tr/sayfa.asp?sayfaID=28

        İlginç değilmi?

        Ayrıca sizin alıntıladığınız bölüm de diyanetin cevirisiyle aynıdır ve yine ilgi çekicidir!

        ”Ey insanlar!
        Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; KIRMIZI TENLİNİN SİYAH ÜZERİNE, siyahında kırmızı tenli üzerine bir ÜSTÜNLÜĞÜ YOKTUR. ” sizden alıntı

        Sadece merak ettiğim için soruyorum, siz kırmızı tenlimisiniz ya da siyah tenlimisiniz? Bunu sarı tenli bir çinli ya da bembeyaz tenli bir norveçli olarak sorduğumu farzedin!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;

        Kuranın köleliği yasak ettiği her hangi bir ayet yoktur. Fakat köle azat etmenin teşvik edildiği örnekler mevcuttur.

        Ten rengi meselesine gelince Peygamber siyah ve kırmızı diyerek insanları iki ayrı başlıkta kategorize etmiştir. Benim görüşüm budur. Sonuçta kırmızı ten denince akla gelen beyaz ve sarışındır kumralda olabilir.Siyah ten zaten belli… Yani peygamber her ırkın ten rengini belirterek siyah,beyaz,sarışın,kumral,buğday tenli,melez gibi sıfatlarla hiç birinin hiçbirine üstünlüğü yoktur şekinde demektense kırmızı ve siyahi olarak ikiye ayırmıştır naçizane görüşüm bu yöndedir.

        Kölelik hakkında dediğim gibi kölelik yasaktır veya haramdır belirli bi uyarı yönlendirme kuranda yok. Yani islam köleliği kaldırmadı fakat köle sahiplerine köle azat etmeyi teşvik etti ha bunu çıkarına kullananlar elbette olacaktır işe yaramaz köleleri başından atmak suretiyle yada belirli bi suçta köle azat edip kurtulmak suretiyle…

        Bir insanın başka bir insana efendim sahibim dediği dünya düzenini reddediyorum ünlü bir iş adamının oğlunun dünyada ki zenginliklerden istifade hakkı ne ise afrikada doğan bir çocuğunda dünyadaki zenginliklerden istifade hakkı odur…

        Saygılar

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Kölelik hakkında dediğim gibi kölelik yasaktır veya haramdır belirli bi uyarı yönlendirme kuranda yok. Yani islam köleliği kaldırmadı fakat köle sahiplerine köle azat etmeyi teşvik etti ha bunu çıkarına kullananlar elbette olacaktır işe yaramaz köleleri başından atmak suretiyle yada belirli bi suçta köle azat edip kurtulmak suretiyle… (senden alıntı)

        (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. (Muhammed-4)

        Kuranda köle azad etmeyle ilgili kriterlerin hüküm altına alınmamış olması nedeniyle, köle sahiplerinin köle azad ederken hangi kriterleri göz önüne alacağını çok iyi analiz etmişsin,

        ben ise Kuranın tanrısının kölelik düzeninin olduğu, cinsiyet ayrımcılığının yapıldığı ataerkil toplum yapısını meşrulaştırdığından söz edeceğim,

        önce, kölelik düzeniyle ilgili bazı tespitlerimden söz edeyim,

        daha önce Bilâl, yukarıdaki ayete dayanarak, Kuranın tanrısının, savaşta esir alınanların karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakılmasını istediği için köle edinilmesini yasakladığını iddia etmişti,

        bende kendisine cevaben, Kuranın tanrısı esirlerin tutsak kalmasını veya köle olarak edinilmesini yasaklamış olabilir ama bir taraftanda verdiği ruhsatla esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasının önünü açarak köle ticaretine açık kapı bırakmış,

        eğer Kuranın tanrısı fidye karşılığı serbest bırakmaya ruhsat vermeseydi???

        savaş mantığı gereği hiç kimse, öldürmek amacıyla saldırdığı hasmını, karşılıksız serbest bırakmak amacıyla esir almayı düşünmezdi, gardını düşürdüğünde aman dilemesine bile fırsat vermeden öldürmeye kalkardı, öyle ya, öldürmek amacıyla saldırdığı hasmının, hiçbir maddi karşılık beklemeden yaşamasına niye izin versin?

        o nedenle, Kuranın tanrısı köle edinilmesine olmasa bile köle ticaretine izin vermek zorundaydı, vermeseydi hiç kimse hasmını esir almayı düşünmez, öldürmeye çalışırdı,

        şeklinde cevap vermiştim,

        konuya dönersek,
        elindeki esiri fidye karşılığı bırakmak isteyen kişinin fidye veren olmadıkça elindeki esiri bırakmayacağını söylemeye gerek yok, çünki elinde esiri fidye karşılığı serbest bırakmak isteyenin elinde Kuranın tanrısının verdiği kapı gibi ruhsat var,

        yani Kuranın tanrısı, esiri fidye karşılığı serbest bırakmak isteyenin esiri elde tutmasına, köle edinmek amacıyla değilde, fidye karşılığı elden çıkarmak için izin vermiş?

        ayrıca, Kuranın tanrısı köle ticaretini yasaklayarak köle azad etmeyi hüküm altına alsaydı, köle sahiplerinin azad ettikleri kölelere, barınma, yiyecek, giyecek, iş gibi olanaklar sağlama mecburiyeti getireceğinden, (kölelerin sahip oldukları hiçbir şeyleri yok) köle sahiplerini yüklü bir mali külfetin altına sokacaktı, o nedenle Kuranın tanrısı köleliği kaldıramazdı,

        kaldırabilseydi, bunun için Muhammedin yaşadığı dönemi beklemez, binlerce yıl öncesine dayanan peygamber gönderme sürecinde, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla köleliği kaldırır, bu işi Muhammed dönemine bırakmazdı,

        oysa Kuranın tanrısı bakara-178’de farz kıldığı kısas hükümlerini, kölelik düzeninin olduğu, cinsiyet ayırımının yapıldığı ataerkil bir toplum yapısına göre düzenleyerek (hüre hür, köleye köle, kadına kadın) Muhammed dönemindeki toplum yapısını dolaylı yoldan meşru kılmış,

        yani Kuranın tanrısı bakara-178’de hür, köle, kadın kavramlarından söz ederek, gönderdiği hükümlerin uygulanma şartlarının, ancak cinsiyet ve statü ayırımcılığının yapıldığı ilkel bir toplum yapısıyla mümkün olacağını hükme bağlayarak, o toplum yapısını meşru kılmış,

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Lütfen afaki konuşmayalım, veda hutbesinde kendine peygamber diyenin ağzından köle sözcüğü dökülüyor ve o kölenin efendisinden başkasına intisap etmesi aşağılanıyorsa siz çıkıp,

        ”Kölelik hakkında dediğim gibi kölelik yasaktır veya haramdır ” sizden alıntı

        diyemezsiniz! Eğer diyebiliyorsanız yani kölelik yasak ve haramsa, yasak ve haram olduğunu ayetle gösterin! Tabi gösterebilirseniz (korkmayın gösteremezsiniz) bu defada haram ve yasak olduğu için gelecek tasavvurlarında adı geçmemesi gereken köleliğin nasıl olupda kendine peygamberim diyenin gelecek tasavurlarında yer aldığını açıklamaya çalışacaksınız!

        Denk geldinizmi bilmiyorum ben bu konuda epey yazılar yazdım, olay ayet ayet tartışıldı! Tabi aynen sizin vediğiniz tepkileri aldığımı ayrıca söylememe gerek yok! Ama ne kadar köleliğin kaldırıldığı ve siz ek olarak yasak ve haramdır diye söyleseniz de ortada bir realite var!

        Kaldırıldığına ya da yasak ve haram olduğuna dair tek bir ayet yoktur ve bu nedenledir ki s.arabistanda kölelik ancak 1962 yılında BM baskısıyla kaldırılabilmiştir! Zaten hala uygulamalarına ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bir çok yerine rastladığımız köleliğin zihinlerde bitirilmediği de bellidir! Bu nedenle inancınızın doğduğu topraklarda yaşayan ve inancını kendi dilleriyle yaşayanların kaldırıldı ya da yasak veya haram demediği bir düzene sizin yasak ve haram demeniz abestir!

        Bunun şahidi de kaldırılmış ya da kaldırılması söylenmiş bir düzen (kölelik) içindeki bir eylemin gelecekte olma halinin (bir kölenin kendi isteğiyle başka birinin sahipliğine girmesi) sonuçlarından bahsedemeyecek olan, kendine peygamber diyen kişinin sözleridir!

        Kalkmış, haram ya da yasak edilmiş bir düzende, o düzenin mağdurlarına artık köle denilemeyeceği için onlar için bir sahiplkten de bahsedilemecektir!

        Bu durumda soruyu cevaplama görevi sizin, veda hutbesinde böyle bir sahip,köle ilişkisinden (sahibini reddedip başkasını sahip gören kölenin tanrı nezdindeki durumu) bahsediliyor mu, bahsedilmiyor mu?

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Kölelik hakkında size hitaben yazdığım yazıyı lütfen dikkate almayın! Küçük bir kopyalama hatası yüzünden yazınızın bazı yerlerini yanlış aldım ve bunun üzerine yanlış bir yazı kurguladım! Tamamen benim hatam, özür dilerim!

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Bir önceki yazım için tekrar kusura bakmayın! Madem size bir yazı borcum var o halde bu sefer doğru kopyaladığıma emin olduğum yazınızdaki başka bir yorumunuza hitaben yazayım! Aslında ilk yazımı biraz değiştirerek tekrar vereceğim.

        ‘’Bir insanın başka bir insana efendim sahibim dediği dünya düzenini reddediyorum’’
        Siz bunu reddediyorsunuz da, inancınız reddediyor mu? Çünkü bu durum önemli, eğer siz inancınızda olan yani inancınızın reddetmediği bir realiteyi reddediyorsanız sizin için büyük bir problem vardır!

        Denk geldiniz mi bilmiyorum ben bu konuda epey yazılar yazdım, olay ayet ayet tartışıldı! Tabi özellikle sayın bilal beyden ne yönde tepkiler aldığımı ayrıca söylememe gerek yok!

        Kölelik düzeninin kaldırıldığına ya da yasak ve haram olduğuna dair tek bir ayet yoktur ve bu nedenledir ki s.arabistanda kölelik ancak 1962 yılında BM baskısıyla kaldırılabilmiştir! Zaten hala uygulamalarına ortadoğu başta olmak üzere dünyanın bir çok yerine rastladığımız köleliğin zihinlerde bitirilmediği de bellidir! Bu nedenle inancınızın doğduğu topraklarda yaşayan ve inancını kendi dilleriyle yaşayanların kaldırıldı ya da yasak veya haram demediği bir düzene başkalarının kaldırıldı demesi zaten abes olacaktır!
        Bunun delili de kaldırılmış ya da kaldırılması söylenmiş bir düzen (kölelik) içindeki bir eylemin gelecekte olma halinin (bir kölenin kendi isteğiyle başka birinin sahipliğine girmesi) sonuçlarından bahsedemeyecek olan, kendine peygamber diyen kişinin sözleridir!

        Kalkmış, haram ya da yasak edilmiş bir düzende, o düzenin mağdurlarına artık köle denilemeyeceği için onlar için bir sahiplikten de bahsedilemeyecektir! Bahsediliyorsa bu düzenin sürekli var olacağı düşünülmektedir!

        Bu durumda ne ayetlerde ne de ayetlerin ileticisinin sözlerinde kaldırıldığına dair hiçbir emare göremediğimiz bu düzen, kitabın tanrısının gözünde insanların özgür ve köle olarak ayrıştığının yani insanların eşit olmadığının göstergesidir!

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;

        Kölelikle alakalı cümlelerimi sizinde bahsettiğiniz gibi yanlış anlamışsınız. Fakat bu yanlış anlaşılmanın sorumlusu birazda benim. Şöyleki :
        _Kölelik hakkında dediğim gibi kölelik yasaktır veya haramdır belirli bi uyarı yönlendirme kuranda yok.(benden alıntı)
        şeklinde kurguladığım cümlemde kelime eksikliği var doğrusunu şimdi yazıyorum!
        _Kölelik hakkında dediğim gibi kölelik yasaktır veya haramdır ŞEKLİNDE belli bir uyarı , yönlendirme kuranda yok!

        ‘’Bir insanın başka bir insana efendim sahibim dediği dünya düzenini reddediyorum’’(benden alıntıladığınız alıntı)
        Siz bunu reddediyorsunuz da, inancınız reddediyor mu? Çünkü bu durum önemli, eğer siz inancınızda olan yani inancınızın reddetmediği bir realiteyi reddediyorsanız sizin için büyük bir problem vardır! (sizden alıntı)

        Valla benim inancım köleliği reddetmiyorsa etmesin ben köleliği vicdan muhasebemin sonucunda reddettim bile.Ben aklımla mantığımla vicdanımla bağdaşmayan tüm uygulamaları reddediyorum.Kuran ayetleriyle sabit olan bir emir dahi olsa reddediyorum !
        Siz bana bir insanın reddetme ihtimali yüksek islami emirleri ayet ayet sunarsanız bende vicdanıma ters düşen emr-i ayetleri dürüstçe reddetmeye hazırım.
        Evet kuranda kölelik yasaktır diye bi emir yok fakat serbesttir diye bir emir de yok.Fakat kölelikle alakalı kuran neden bir düzenleme yoluna gitmedi anlamadım.Sonuç itibariyle insanı insana meta yapan bi Tanrı anlayışı sorgulanmaya değerdir.Fakat benim şimdi korkak tırsak bi adam olmam , apriorilerin benim kontrolümün dışında bana ölümsüzlük isteğini sunması, öldükten sonra tekrar sevdiklerimle görüşme ihtimalinin gerçekleşmesini isteyişim ve maalesef ki bu dünyada düzeltemediğim uğradığım haksızlıkların hesabını alma isteğim gibi sebeplerden dolayı inanç istiyorum inançsızlık değil ! Dünyada semavi dinlerin içerisinde en mantıklı din islam dini ve bende müslümanım. Şayet köleliği reddedişim beni dinden çıkarıyorsa ortada ne tanrı var ne günah nede suç…
        Saygılar

      • toro dedi ki:

        Sayın Bi yabancı,

        Sizin gibi bir arkadaşla münazara yapabilme fırsatı bulduğum için gerçekten mutluyum!

        Fakat gerçek dünya ya da yaşamın kendisi hakkındaki beklentileriniz konusunda fazla iyi niyetli olduğunuzu düşünüyorum! Bu dünyada sizin haksızlık olarak nitelendirdiğiniz şeylerin başka bir yerde ceza verilerek nötralize edilebileceğini düşünmüyorum! Çünkü ölüm aynı zamanda derin bir değişim anlamına geliyor! Dünyevi yani 3 boyuta işlenmiş beden yok olsada içinde barındırdığı enerji devam edecek belkide bir vücudun içine hapsolarak yapamadığı şeyleri yapacaktır! Bu noktada aklında enerjiye tranfer olduğunu düşünürsek ortaya bambaşka bir dünya ve mamabaşka bir algı çıkacaktır! İş o zaman yeni yapının eski yapıya ait temenni ve beklentileri önemsemeye devam edeceğini düşünmüyorum! Çünkü insan artık vücut bulmuş halinin ortaya çıkardığı soyut ve somut sınırları geride bırakmış bambaşka bir algıya bürünmüştür! Belkide artık eskiden gözlerinin göremediği ya da beyninin algılayamadığı yeni bir yapıyı keşfedecektir! İşte bu yeni durumun,şokun ya da süprizin onu, artık geride bıraktığı yapıda olan bitenlerden tamamen uzaklaştıracığını düşünüyorum! Unutmayın, insan dünyevi yani görünen maddeye bürünmüş halinde bile sürekli bir adaptasyon süreci içinde yaşar ve bu yönde sıçramalar yapar! Buna en güzel örnek agnostik iken hayata bakışınız ile şimdiki halinizin hayata bakışı arasındaki farklardır!

        Son tahlilde ne için inandığınızı anlatırken aslında ne için inanılmaya başlandığını da anlatmış oluyorsunuz! İlk insan olduğunuzu düşünün, bulunduğunuz ortamda hayata tutunmanızı sağlayacak bundan daha iyi bir motivasyon olabilirmiydi! Ama insan artık, o korkak,ürkek, çaresiz ve umut arayan halinden epey uzaklara sıçramıştır. Bu nokta da son sıçrama geriye değil kendi dünyasının dışına doğru olmalıdır! Çünkü neslimizi devam ettirmenin yolu birbirimize motivasyonlarımızı bahane ederek zarar vermekten değil ortak motivasyonla geleceği planlamaktan geçer!

        İsterseniz işin bu boyutunu konuşalım!

        Bu arada boyutlarla ilgili araştırma yaparken karşılaştığım ilginç bir kurguyu paylaşmak isterim!

        ”İki boyutlu bir dünya hayal edin. Mesela bir masanın yüzeyi olsun. Sadece uzunluk ve genişlik var. Bu 2 boyutlu dünyada kare, üçgen, beşgen gibi canlı ve şuurlu varlıklar olsun. Kendi dünyalarında kare, üçgeni bizim bildiğimiz üçgen olarak değil düz bir çizgi olarak görür. Yine üçgen de kareyi ve diğerlerini aynı şekilde görür. Çünkü yükseklik olmadığından farkı anlayamazlar. Aslında herkes birbirinin aynıdır.

        Şimdi olaya müdahale edelim ve kareyi tutup masa yüzeyinden yukarı kaldıralım. Kare gözlerine inanamayacak. Meğer arkadaşları düz çizgiler değilmiş. Arkadaşları üçgen, beşgen miş. Sonra onu kendi dünyasına yani masa yüzeyine bırakalım. Hemen arkadaşlarına koşacak. Onlara bir gücün kendini öteki boyuta götürdüğünü ve arkadaşlarının bir çizgiden ibaret olmadığını anlatacak. Ama arkadaşları inanmayacak. Karenin kafayı yediğini düşünecektir.” Carl Sagan’dan

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        Sayın Bi yabancı’ya hitaben diyorsunuz ki,
        Lütfen afaki konuşmayalım,veda hutbesinde kendine peygamber diyenin ağzından köle sözcüğü dökülüyor ve o kölenin efendisinden başkasına intisap etmesi aşağılanıyorsa siz çıkıp,
        ”Kölelik hakkında dediğim gibi kölelik yasaktır veya haramdır.’’diyemezsiniz‘’ sizden alıntı’’

        Veda hutbesinde hz.peygamberin ağzından böyle sözler dökülmemiştir,buradaki bu sözler tamamen bir çeviri hatasından kaynaklanıyor. Söz konusu ifadelerin hem arapça metnini,hem de doğru çevirisini aşağıya alıyorum
        .
        من ادعى إلى غير أبيه أو تولى غير مواليه فعليه الخ ………”

        …Babasından başkasına ait soy iddia eden,yahut,kamuyu yanıltarak,yalan söyleyerek velayetini velisinden başkasına intisap etmeye kalkan kimsenin üzerine Allah’ın.vs.nin kınaması olsun..’’ Yani ” himayesini üstlenmiş olandan başkasına intisaba kalkan…… ‘’ şeklindedir.
        Özetle,birilerinin himayesi,velayeti veya vasayeti altında olduğu halde halkı yanıltarak, yalan söyleyerek başka birinin velayeti veya himayesi altında yaşamış olduğunu söyleyen kişi.” demek. Bunun ne efendi,ne de köle durumuyla hiç bir ilgisi yoktur.
        .
        Arapçada ‘‘ efendi ‘‘ kelimesinin karşılığı ”سيد ‘‘ seyyid,‘‘ kölenin karşılığı da ”عبد ‘‘ Abd ‘‘ tır. Oysa burada ne efendi,ne de köle ismi geçiyor.Burada ise,yar,yardımcı,koruyucu,hami gibi anlamlarında olan ”موالي ‘‘ ifadesi geçiyor.
        .
        Saygılarımla

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;

        Düşüncelerinize bilmukabele diyorum.Teşekkür ederim.

        _Çünkü ölüm aynı zamanda derin bir değişim anlamına geliyor! Dünyevi yani 3 boyuta işlenmiş beden yok olsada içinde barındırdığı enerji devam edecek belkide bir vücudun içine hapsolarak yapamadığı şeyleri yapacaktır! (sizden alıntı)

        Herkes ve her şey maddedir. Biz adına beden dediğimiz maddedin içinde bi ruh taşıdığımıza inanıyoruz. Siz enerji dediniz. Söylemleriniz reankarnasyonu anımsattıysa da daha farklı bir olguya işaret ettiği muhakkak. Tamda bu noktada size şu soruyu yönelteceğim : Bu enerji dediğiniz şey şu andaki varlığımızı tanımamıza yardımcı olan bilinçten yoksun mu olacak ?
        Ben yedi yaşında altı kişi tarafından tecavüze uğrayarak öldürülen çocuğun varlık sebebi olan Tanrıya soru sormalıyım bu ister sizin Tanrı anlayışınız olsun ister evrenin tanrısı olsun isterse islamın Tanrısı olsun.O altı kişi öylece ölüp gitmemeli.Tabi burdan benim beklentilerim ve temennilerimin bende oluşturduğu inanç algısı anlamı çıksa da ben aklen ve mantıken de bu evrenin varlık sebebinin içinde olan her olayın sorumlusu olduğuna inanıyorum. Sizlerin aksine duyarsız vurdum duymaz ilgilenmeyen amaçsız bir yaratıcıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorum…

        Carl Sagan ilgiyle okuduğum bir bilim insanıdır. Boyutlarla ilgili paylaştığınız bilgiler için teşekkür ediyorum. Ölüm bi boyut değişikliğidir sizin tasavvur ettiğiniz boyut değişikliğinde önceki boyutla sonraki boyutun bambaşkalığına vurgu var galiba algı üstü şeylerle karşılaşmak var. Fakat yazınızın başlarında bi enerjiden bahsettiniz bu enerjinin bilinci nedir ?
        Bakın ben evrene çeşitli anlamlar yüklüyorum. Bende doğuştan gelen aprioriler var eğer bir insan ebediliği umuyorsa bu umuş ona öylesine gelmemiştir.Bu noktada Tanrı tanımlarımızın farklılığı göze çarpıyor ben akla gelebilecek herşeyin varlık sebebinin Tanrı olduğunu söylüyorum. Basit bir örnek: vermek istemeyen bir tanrı isteme hissini insana vermezdi…Çünkü en sonunda bu istek oklarının haddi aşıp kendisine yöneleceğini biliyor olmalı !

        İlk insan olduğunuzu düşünün, bulunduğunuz ortamda hayata tutunmanızı sağlayacak bundan daha iyi bir motivasyon olabilirmiydi! Ama insan artık, o korkak,ürkek, çaresiz ve umut arayan halinden epey uzaklara sıçramıştır. Bu nokta da son sıçrama geriye değil kendi dünyasının dışına doğru olmalıdır! Çünkü neslimizi devam ettirmenin yolu birbirimize motivasyonlarımızı bahane ederek zarar vermekten değil ortak motivasyonla geleceği planlamaktan geçer! (sizden alıntı )

        İlginç bir saptama yaptınız şaşıracaksınız ama ben tam tersini düşünüyorum insanın Tanrıya olan ihtiyacı git gide artıyor. İnsanın artık ileriye sıçrama yapması gerekiyor dediniz ya işte ben o sıçramanın artık Tanrıyı yaratmak olduğunu düşünüyorum. Biliyor musunuz şayet tüm dünyada sözü geçen bir adam olsaydım; ayırt etmeden dünyada ki bütün insanları asya kıtasında bir bozkırda toplayıp Tanrıya ortak bir dille biz burdayız sen nerdesin diye seslenilmesini sağlardım ve bu işlemi sabahtan akşama kadar tekrar etmek suretiyle devamında şu çağrıyı yaptırırdım :.
        _Ya ortaya çık ne istediğini söyle yada bu saatten sonra dünyada kuralları biz koyup biz uygulayacağız cennette peygamberlerinle sana mutluluklar biz hepimiz kardeşiz senin cehennemin bizi yakamaz !!!
        Saygılar…

      • Bi yabancı dedi ki:

        okuyucu ;

        Benim bir şeyleri temize çıkarmak gibi bir niyetim yok sen beni geleneksel müslümanlarla karıştırdın galiba 1 Ayrıca varsayalım ki senin söylemlerin doğru Kuranın Tanrısı yok ortada senin tasavvur ettiğin evrenin Tanrısı var ya hu arkadaş şu dünyada olmuş,olan ve olacak bütün herşeyin sorumlusu kim ? Sen nasıl olur da tasavvur ettiğin Tanrıya rağmen Kuranın tanrısını eleştirirsin ? Ha anladım evreni yaratan sistemi kurup kenara çekilen bi Tanrı var adına evren dediğimiz bu komplike yapının için toz tanesi kadar olan dünyada olası bütün kötülüklerin tek sorumlusu insan öyle mi ? Böyle düşünüyor olmalısın aksi taktirde Tasavvur ettiğin Tanrı ortadayken Kuranın Tanrısını eleştirmezdin hatta sana bütün inançlarımdan sıyrılarak tamamen objektif bi yorum getireyim. KURANIN TANRISI HİÇ DEĞİLSE EBEDİ HAYATTA İNSANLARA YAPTIKLARININ KARŞILIĞINI GÖRECEKSİNİZ TAAHHÜTÜ VERMİŞTİR. B u bağlamda senin evrenin Tanrısından çok daha insaflıdır.

        Kısasla alakalı sorularımı aceleye gelmiş olmup tam olarak istediklerimi ifade edemediğimin farkındayım bu sebeple özür diliyorum. Sorumu yeniden ve daha net bi şekilde soracayım !
        _Şayet peygamber döneminde bi hür bi köleyi öldürmüş olsaydı kurana göre kısas nasıl uygulanacaktı ? Soruma cevap verirsen sevinirim okuyucu..

        _ben ise Kuranın tanrısının kölelik düzeninin olduğu, cinsiyet ayrımcılığının yapıldığı ataerkil toplum yapısını meşrulaştırdığından söz edeceğim, ( senden alıntı )

        Dostum kuranın Tanrısı yalan bunların sorumlusu EVRENİN TANRISI kuranın tanrısınıda o yarattı dolaylı olarak…

        Yani senin bu dünyada mantığına uymayıp eleştirmeye kalkıştığın bütün olaylarının tek bir sorumlusu var oda evrenin başlamasına sebep olan dokunuşu yapan EVRENİN TANRISI.
        Kerata madem yaratıyorsun yapıyorsun kenara çekilip elinde viskinle niye öylece seyrediyorsun utanmaz rezil bir çocuğun tecavüze uğramasını öylece seyreden sırf olayla alakaları olmadığı için sorumluluk taşımayıp öylece seyreden utanmaz onursuzlardan bi farkın olduğunu bize göster ey EVRENİN TANRISI !

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Benim bir şeyleri temize çıkarmak gibi bir niyetim yok sen beni geleneksel müslümanlarla karıştırdın galiba (senden alıntı)

        ben senin geleneksel Müslüman olmadığını, yani anasından doğduğunda Müslüman ilân edilenlerden olmadığını, yaptığın empatilerde kurguladığın mantıksal kurgulardaki mükemmel mantık anlayışına şahit olduğum için kendi mantık süzgecinden geçirdikten sonra, yani yeterince sorguladıktan sonra bilinçli olarak Müslümanlığı seçtiğini anladım,

        insanların hayattan bekledikleri tek şey, huzur içinde olacakları bir yaşam biçimidir, maddi açıdan huzurun ancak maddi olanaklarla mümkün olacağını ve bunun herkes için geçerli olduğunu biliyoruz ama manevi açıdan huzur ise kişilerin inancına uygun yaşamalardır, bu ise kişiden kişiye değişir, o nedenle manevi açıdan kim neyde huzur buluyorsa ona sarılmalı,

        sen manevi açıdan aradığın huzuru İslâmiyette bulmuşsun, bu senin tercihindir ve hiç kimseyi ilgilendirmez, yeter ki kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmayasın,

        geleneksel Müslüman olmadığını anladığımı belirttiğime göre, bir şeyleri temize çıkartmaya çalışmadığını da zaten Muhammedin içinde sakladığı sırrı bilmediğini, sadece tahmin ettiğini söyleyerek kesin bir yargıda bulunmamandan anlayabiliyoruz,

        sana, Kuranın tanrısının yeryüzüne halife atama kararı alıp, bu kararını uygulayabilmesini Ademin yasaklanan meyveyi yemesi şartına bağlayarak, yani kendi aldığı kararı uygulayabilmesini bir şarta bağlamasının mantığını sorsam,

        atama kararı aldığı halifeyi, doğrudan yeryüzüne atamasına engel olan bir şey mi vardı da? adına cennet denilen özel bölmeye alıp yasak meyveyi yemesini beklemesinin mantığını sorsam, eminim bilmiyorum diyeceksin,

        oysa geleneksel Müslümanlar, “Allahın hikmetinden sual edilmez” klişe deyiminin arkasına saklanarak, Allah böyle bir şey yapıyorsa bir bildiği vardır deyip, mantıksal açıdan tarifini bulmayan muğlak bir savunmayla inandıkları tanrıya toz kondurmuyorlar,

        böyle düşünen insanlarla hangi konuyu mantık açısından konuşabilirsin ki? tabi konuşmaya kalktığında sonuç kör döğüşünden başka bir şey olmuyor,

        —Ayrıca varsayalım ki senin söylemlerin doğru Kuranın Tanrısı yok ortada senin tasavvur ettiğin evrenin Tanrısı var ya hu arkadaş şu dünyada olmuş,olan ve olacak bütün herşeyin sorumlusu kim ? (senden alıntı)

        insanların eylemlerinin sonucu, zıt kavramlara göre ya olumludur, yada olumsuzdur, yani bunun ortası yoktur, çıkar çatışmalarının söz konusu olduğu yerde de benim eylemlerimin sonucu benim açımdan olumlu ise senin açından olumsuz olacaktır, bu insanların eylemleri tarif ediş şeklidir ve kişiden kişiye değişen göreceli kavramlardır,

        göreceli olmayan eylemler ise, tüm insanların kendi iradeleri dışında meydana gelen, doğal felaketler, kanser türü ölümcül hastalıklar, vb. dir, tüm insanlık yaşam mücadelesi verdikleri savaşta, ekstradan kucaklarında buldukları belâlara karşı ortak mücadele etmektedirler, yani bu belaların olumsuz bir eylem olduğu konusunda tüm insanlık hemfikirdir,

        doğal felaketlerin sebeplerini bildiğimize göre ve mikroplarında tanrının yarattığı bir varlık olarak yaşama haklarının olduğunu göz önüne aldığımızda, benim bunları belâ olarak nitelendirmemi yadırgayacağını söylememe gerek yok, o nedenle beni Donkişotluğa soyunan bir garip varlık olarak düşünebilirsin, böyle düşünmende benim için bir sakınca yok,

        dolayısıyla, insanların eylemlerinin sonuçlarını bu şekilde tanımlamaları kendi değer yargılarının bir sonucudur ve bu tanımların evrenin tanrısıyla hiçbir ilgisi yoktur,

        evrenin tanrısıyla şöyle ilgisi vardır, eğer evrenin tanrısı, adına insan denen mahlukatı yaratmasaydı, bugün insanlar yaptıkları eylemlerin sonuçlarını konuşamıyor olacaktı,

        eğer sen illada sorumlu arıyorsan, eylemlerimizin tarifini yaptığımız zıt kavramları yok etmeyi dene, yok ettiğinde de anlamını birbirlerine kıyaslayarak bulduğuz kavramların ne kadar anlamsız olduğunu anlayacaksın,

        örneğin; kötülüğü yok edersek iyiliğin, iyiliği yok edersek kötülüğün bir anlamı olmadığını göreceksin, çünki o zaman kıstas alacağın hiçbir şey olamayacağı için kendine neye göre iyi veya neye göre kötü sorularını soracaksın,

        yani, iyi veya kötü olarak tanımladığımız her şey, bir şeyleri ifade edebilmek için insanlar tarafından üretilmiş kavramlardır, zaten bu kavramlar olmasa insanların konuşma yoluyla iletişim kurmaları mümkün olmazdı, sadece yüzünü ekşiterek veya tebessüm ederek, refleks yoluyla bir şeyler anlatmaya çalışırlardı,

        özetle, çıkar kavgalarının söz konusu olduğu bir ortamda, zıt kavramlar insan ürünü bir kavramlar silsilesidir ve eylemlerimizi tarif etmeye yarayan, bu nedenle varlıkları zorunlu olan kavramlardır,

        o nedenle biz eylemlerimizin sonuçlarını bu kavramlara göre tarif ettiğimiz sürece, yeryüzünden iyiliği de kötülüğü de kaldırmak asla mümkün olmayacaktır, Kuranın tanrısı, bazılarına göre geleceğine inanılan mehdi dahil, tüm peygamberleri yanına alıp gelse, insanların değer yargılarını belirten kavramları yeryüzünden asla yok edemezler, yani iyiliği de kötülüğü de yer yüzünden yok edemezler, evrenin tanrısı ise, böyle bir çabaya niyetlenenlere, bir yandan çayını yudumlarken, bir yandan da manalı bir tebessümle bakar,

        —Tasavvur ettiğin Tanrı ortadayken Kuranın Tanrısını eleştirmezdin hatta sana bütün inançlarımdan sıyrılarak tamamen objektif bi yorum getireyim. KURANIN TANRISI HİÇ DEĞİLSE EBEDİ HAYATTA İNSANLARA YAPTIKLARININ KARŞILIĞINI GÖRECEKSİNİZ TAAHHÜTÜ VERMİŞTİR. B u bağlamda senin evrenin Tanrısından çok daha insaflıdır. (senden alıntı)

        benim Kuranın tanrısını eleştirmemin nedeni, Kuranda benle ilgili çirkin yakıştırmalarda bulunmasına karşılık olarak cevap hakkımı kullanmamdır,

        eğer Kuranın tanrısı Kuranda benden yakışıksız ifadelerle bahsetmeseydi, emin ol, ne söylediği umurumda bile olmazdı,

        insaf konusuna gelince, yukarıda açıkladığım gerekçelere göre, Kuranın tanrısı olmayacak duaya amin diyen hayalperest bir tanrıdır,

        —Şayet peygamber döneminde bi hür bi köleyi öldürmüş olsaydı kurana göre kısas nasıl uygulanacaktı ? Soruma cevap verirsen sevinirim okuyucu (senden alıntı)

        peygamber döneminde hiçbir kısas ayeti inmemiş olsaydı, Muhammed suçun şahsiliği ilkesi gereği yinede suçluyu cezalandıracaktı, bunu içinde yaşadığı toplumun geleneğine göre yapacaktı, eğer içinde yaşadığı toplumda cinayet işleyenler idam ediliyorsa, cinayet suçu işleyenleri suçu sabit olduğunda idamla cezalandıracaktı, yani bir hür bir köleyi öldürdüğünde, kısas ayeti inmemiş olsa bile köleyi öldüren hürü cezalandıracaktı,

        (ama bakara-178’e göre, köleyi öldüren hürü cezalandıramayacaktı, bunun sebebini önceki mesajımda izah etmiştim)

        ayrıca, Kuranda diğer suçlarla ilgili hiçbir hüküm inmemiş olsaydı bile, Muhammed yine içerisinde yaşadığı toplumun ön gördüğü cezai müeyyideleri uygulayacaktı, (hırsızlık, terör, yaralama, kasten adam öldürme, kazaen adam öldürme, dolandırıcılık, vb. gibi)

        çünki hiçbir toplumun, suçun şahsiliği ilkesini bir tarafa bırakarak keyfi uygulamalar yapacağı düşünülemez, kaldı ki tanrıdan geldiğine inanılan bir dinde suçun şahsiliği ilkesinin göz ardı edileceğini düşünmek, tanrını zekâsıyla alay etmektir,

        zaten Kuranın tanrısı suçun şahsiliği ilkesini bildiği için bilmiyorsa uymak zorunda olduğu için,

        işlenen suçla ilgili olarak bir hüküm bildirmek istediğinde, suçluyu cezalandırın demez, suçluya uygulanacak cezai müeyyideleri hüküm altına alır,

        yani kuranın tanrısı, hür, öldürdüğü hüre karşılık olarak kısas edilir demez, çünkü hürün öldürdüğü hüre karşılık olarak kısas edileceğini suçun şahsiliği ilkesi gereği normal bir zekâya sahip olan herkes bilir,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        ayrıca Kuranın tanrısı, sadece“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı” demez, çünki katilin cezalandırılacağını herkes bilir, devamında, katilin hangi şekilde cezalandırılacağını açıklar, yani katile uygulanacak cezai müeyyideleri hüküm altına alır,

        dolayısıyla, farz kıldığı cezai müeyyideleri de açıklayacak şekilde hüküm bildirir,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

        Kuranın tanrısının bu şekilde gönderdiği kısas ayetinden, katilin infaz edileceğini veya tazminat karşılığı bağışlanacağını hüküm altına alındığını anlarız, son faragraf ise uyarı amaçlı söylenmiş sözlerdir, cezai hükümleri etkilemez,

        Gördüğün gibi Kuranın tanrısının cana can demesine gerek bile yoktur, çünki aslolan suçlunun statüsü ve cinsiyeti göz önüne alınmadan cezalandırılmasıdır,

        ama dediğini varsayalım, bu durumda ayeti ,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. CANA CAN, Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

        şeklinde düzenlediğimizde cana can ifadesinin ayet içerisinde sırıttığını görebiliriz, o nedenle Kuranın tanrısının ayette herhangi bir kriter belirtmesine gerek yoktur,

        ama Kuranın tanrısı, cinsiyet ve statü belirterek bazı kriterler getiriyorsa,

        Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. HÜRE HÜR, KÖLEYE KÖLE, KADINA KADIN (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        o zaman Kuranın tanrısının neden bazı kriterler getirdiğini oturup düşüneceksin,

        işte ben ondan dolayı sana, getirilen kriterlerin normal kısas tarifine göre yorumlanıp yorumlanamayacağını sormuştum, çünki normal kısa tarifine göre sadece 4 türlü eşleşmede kısas uygulanması mümkün oluyor, 12 türlü eşleşmede ise mümkün olmuyor,

        ayrıca, diğer arkadaşlara, madem bakara-178’de katil ve maktülün kim oldukları birebir biliniyorsa, Kuranın tanrısı ilk defa Kuranda hüküm altına aldığı bir kısas ayetinde niye cana can hükmünü getirmemişte hüre hür, köleye köle, kadına kadın kriterlerini hüküm altına almış diye sormamın sebebi,

        Kuranın tanrısının Tevratta hüküm altına aldığı kısas ayetinden bilgilendirme amacıyla bahsettiği maide-45’teki cana can ifadesinin bakara-178’e açıklık getirdiğini iddia etmeleri üzerine sorumu o şekilde kurgulamıştım,

        yoksa bir kısas ayetinde cana can denmese bile suçun şahsiliği ilkesi gereği katilin cezalandırılacağı bilinen bir şey,

        ayrıca benim, bir tanrının gönderdiği bir hükmün, ayetlerin evrenselliği söz konusu olması nedeniyle tüm zamanlara hitap edecek şekilde gönderilmesi gerektiği ve değişen şartlara göre hüküm bildirmenin, tanrılık ilkesiyle uyuşmayacağı iddia mı bir tarafa bırakarak,

        Kuranın tanısının, önceden gönderdiği bir hükmü yürürlükten kaldırdığında yerine benzerini veya daha iyisini gönderdiği iddiası ortadayken,

        Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir. (bakara-106)

        Kuranın tanrısının önce Tevratta hüküm altına aldığı cana can hükmünü yürürlükten kaldırararak bakara-178’i getirmesi, bakara-178’in yeterince açık olmaması nedeniyle, bakara 178’e açıklık getirmek üzere, maide-45’te cana can hükmünden bahsetmesi iddiası, bakara-106’yı görmezden gelerek yapılacak bir iddiadır,

        Madem bakara-178’deki hükümler yeterince açık değildi, madem maide-45teki cana can ifadesi bakara-178’e açıklık getiriyor, Kuranın tanrısı niye? Tevrattaki cana can hükmünü bakara-178’de hüküm altına almamış diye sorarlar adama, (o nedenle sorumu o şekilde kurguluyordum)

        öyle ya yürürlükten kaldırdığı ayetin yerine benzerini veya daha iyisini getirdiğini söyleyen bir tanrı ortadayken, niye bakara-178’le yürürlükten kaldırdığı cana can hükmünü bakara-178’i açıklamak için göndersin?

        özetle, sorduğun sorudaki verdiğin örnek bakara-178’deki kriterlere uymadığı için katil normal kısas tarifine göre cezalandırılamayacaktı,

        sen yinede, hüre hür, köleye köle, kadına kadın kriterlerinin niye getirildiği konusuna kafa yor, tabi bir önceki mesajımda yaptığım açıklamaları da dikkate alarak kafa yor,

        —Kerata madem yaratıyorsun yapıyorsun kenara çekilip elinde viskinle niye öylece seyrediyorsun utanmaz rezil bir çocuğun tecavüze uğramasını öylece seyreden sırf olayla alakaları olmadığı için sorumluluk taşımayıp öylece seyreden utanmaz onursuzlardan bi farkın olduğunu bize göster ey EVRENİN TANRISI ! (senden alıntı)

        evrenin tanrısı bazı eylemlerin sonucunun, insanlar tarafından sapıklık veya vahşet olarak tanımlanacağını biliyor, bu olayların çoğunlukla psikolojik hastalıklardan kaynaklanan münferit olaylar olduğunu da biliyor, ayrıca evrenin tanrısı sapıkların büyük çoğunluğunun, adına din denen bataklıktan da çıkacağını çok iyi biliyor,

        ayrıca, evrenin tanrısı insanların sosyal bir varlık olduklarını da biliyor ve birlikte yaşamalarını gerekli kılacak oto kontrol sistemlerinin en iyisini, yaşayacakları acı deneyimler sonucu bulacaklarını bildiğinden, insanların insanca yaşam biçimi arama serüvenine müdahale etmiyor, (şimdilik en iyisi laik demokratik sistem)

        Kuranın tanrısı ise farz kıldığı bir hüküm ayetinde hür, köle, kadın ifadelerinden bahsederek, kölelik düzeninin olduğu, cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı, 1400 sene önceki ataerkil bir toplum yapısını meşrulaştırıyor, yani Kuranın tanrısı bakara-178’le insanca yaşamanın önünü kesiyor,

        gel hayal kuralım ve zuzu kabilesinin topluca Müslüman olduğunu varsayalım, önlerine gelecek ilk cinayet davasında acaba Kuranın tanrısı katillerle ilgili hangi cezai hükümleri hüküm altına almış diye Kurana bakacaklar ve karşılarına bakara-178 çıkacak,

        ayetteki hür, köle, kadın kavramlarını gördüklerinde ne düşünecekler? haliyle Kuranın tanrısının farz kılarak hüküm altına aldığı ayeti, kölelik düzeninin olduğu cinsiyet ayırımının yapıldığı ataerkil bir toplum yapısına göre düzenlediğini düşünecekler ve Kuranın tanrısının ön gördüğü toplum yapısı buymuş diyecekler,

        sence başka söz gerek var mı?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        önceki mesajıma ilâve etmeyi unutmuşum,

        peygamber gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrının, “ben tanrının elçisiyim” diyenlere inanılmasını isteme hakkının, inanmayanları cezalandırma hakkının olup olmadığını sormuştum, cevaplamamışsın,

        acaba ne zaman cevaplamayı düşünüyorsun? ne cevap vereceğini merak ediyorum da?

        daha önce sorduğum diğer Müslüman arkadaşların hiç biri cevaplamadı, bari sen cevapla.

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal,

        Şakacılığa devam ediyorsunuz! Hadi diyelim ki o hutbede köle denmiyor, o halde türklerin tamamı bu metni yanlış çevirmiş. O halde bakalım bu metin ingilizceye nasıl çevrilmiş;

        ”A child’s lineage is that of the [husband who owns the] bed, and adulterers shall be stoned. Whoever claims to be the son of someone besides his father or a BONDSMAN who claims to belong to other than HIS MASTERS shall bear the curse of Allah and the angels and all men: no deflecting of it or ransom for it shall be accepted from him.”

        http://en.wikipedia.org/wiki/Farewell_Sermon

        BONDSMAN; köle,esir,kefil

        ”a BONDSMAN who claims to belong to other than HIS MASTERS shall bear the curse of Allah and the angels and all men”

        Efendisinden başkasına ait olduğunu iddia eden bir köle, tanrının.meleklerin ve bütün herkesin lanetini taşıyacaktır!

        Ne güzel değilmi bir siz doğru çevirebiliyorsunuz! Demek ki bu dil başka dillere çevirilmesi zor bir dil! O halde başka dilleri konuşanlar bu mesajı nasıl anlayacakmış? Kilit cevabı siz vermiştiniz zaten

        ”mesajı anlaşılsın diye arapça” göndermiş o halde , arapça bilmeyenin mesajı GERÇEKTEN anlama şansı yok! E kitapta bütün dünya insanlarına arapça öğrenin çağrısı da yok!

        Ne olacak şimdi?

      • 1okuyucu dedi ki:

        toro;

        —Ne olacak şimdi? (senden alıntı)

        olacağı şu, Kuranı doğru anlamak isteyenler kesinlikle Arapça öğrenecek, (beni Arap milliyetçisi falan sanma, ben olması gerekeni söylüyorum)

        buda yetmez, Araplar dahil herkes Arapçayı Bilâlden öğrenecek, her halde Bilâl, ilk olarak Kuranı tercüme eden çevirmenlere Arapça öğretecek,

        ondan sonra sıra bize gelecek, eğer bize bir torpil geçerse, belki tahtalı köye gitmeden önce Arapçayı öğrenip Kuranı anlama şansımız olacak, yoksa Kuranı anlayamadan bu dünyadan göçüp gideceğiz, yani bu konuda yegâne ve tek ümidimiz Bilâl?

      • toro dedi ki:

        Sayın bi yabancı,

        ‘’Bu enerji dediğiniz şey şu andaki varlığımızı tanımamıza yardımcı olan bilinçten yoksun mu olacak ?’’ sizden alıntı

        Bunu bilmemiz ya da bunu biliyormuş gibi davranmamız mümkün değil! Ben varoluşu dolayısıyla (insan bedeninde) farklı algı ve beklentilerle hareket eden bir maddenin (insan) başkalaşacağını ve başkalaştığında beklenti ve algılarının da değişeceğini söylüyorum! Örneğin denizdeki su damlalarının bulundukları ortamda yani o halleriyle eylemleri bellidir, milyarlarcası bir arada durarak ve tuzla etkileşerek denizleri oluştururlar! Dolayısıyla algı ve beklenti olarak durumları bellidir! Sonra güneş o su damlasının şeklini değiştirir ve onu tuzdan ayrıştırarak başka bir hale getirir (gaz hale) bu durumda o su damlasının kendini hala tuzla etkileşmiş milyarlarca (örneğin) kardeşi gibi hissetmesi mümkün müdür! Artık başka bir yapı ve dolayısıyla başka algı ve beklentilerle donanmıştır! Kendi isteğiyle gaz halinden eski haline dönüp denizdeki kardeşlerinin yanına dönebilir mi ya da yanından kendisini sürekli sıkıştıran (denizdeki su damlasıyken) kardeşini artık umursar mı? Sonra gaz halinde dolaşırken atmosferik basınç değişimleri ve bu defa saf yağmur damlası ya da kendisi gibi başkalarıyla birleşerek kar tanesi yada daha çok arkadaşla toplanarak dolu tanesi olacaktır! Sizce bunca değişim içinde sürekli eskiye takılıp kalması mümkün müdür?

        Bakın geldiğimiz bilinç seviyesi 6 kişinin küçük bir çocuğa tecavüz ederek öldürmesini bize doğru göstermez, buna kayıtsız kalamayız! Ama ortada bir gerçek var, kadere inanırsanız o elinden hiç bir şey gelmeyen çocuğun kaderinin, tecavüz edilip, öldürülerek sonlanacak şekilde yazıldığına da inanmamız gerekecektir! Çünkü o altı kişi tecavüz edip öldürdükleri çocuğu kendileri yaratmamıştır! Karşılarına kendileri çıkarmamıştır!

        Sonra şunu da düşünün! Siz yemek yemeyi reddettiğinizde vücudunuz ne tepki verir? 5 gün hiç yemek yemedikten sonra karşınızda gördüğünüz ilk yiyeceğe ne tepki verdiğinizi onu nasıl yediğinizi hayal edin! Peki çiftleşme güdüsü, öldürme güdüsü, hayatta kalmak için gerekeni yapman gerektiğini söyleyen güdüler?

        Ben her zaman sorarım! Biz neyi yargılıyoruz? Bir insan içinde zaten var olan bir güdüyü ortaya çıkardığında bunun adı suç olur mu? Mesela içinde öldürme güdüsü olan bir insanın bu güdünün tetiklemesiyle yaptığı eylemi yargıladığımızda aslında o güdüyü ve yaratıcısını yargılamış olmaz mıyız? İnsan içinde, hiç olmayan bir şeyin peşinden gidebilir mi? İşte bu nedenle varlıkları dizayn eden tanrı fikrine uzağım! Çünkü hiçbir varlık içinde olmayan bir güdünün peşinden gidemeyeceği için içlerine konulan güdünün peşinden gitmelerinin suçu da kendilerine yüklenemez! Ben bunu içine koydum ama, kullanmasaydın, diyecek tanrıya inanamam! Çünkü onu içime koyduysan kullanacağımızı ya da bazılarımızın kullanacağını da biliyordun derim! O zaman o güdüyü içimize koymasaydın! Senin dizayn edip var ettiğin ve içimize koyduğun güdünün sırf uygulayıcısı olduğumuz için tüm suçu bizim mi üstlenmemiz gerekecek?

        Arkadaşına silah vereceksin, arkadaşın o silahı kullanıp birini öldürdüğünde (düşünün bir insan diğerini sadece silahla öldürebiliyor, başka bir yol yok), bana ne öldürmeseydin deyip kendini sıyıracaksın! O silahın arkadaşa hiç verilmediğini düşünün! Şimdi öldürme güdüsünün insana hiç verilmediğini düşünün ya da çiftleşme güdüsünün! Bir insan içinden gelmese yani güdülenmese bir çocuğa cinsel obje olarak nasıl bakabilir?

        Bir örnek daha! Şöyle düşünün, karnı tok birini yemek yemeye zorluyorsunuz sonuç ne olur? Şimdi de 5 gündür yemek yememiş birinin önünden yemeğini aldığınızı düşünün! İnsanların tepkileri her şey normal iken ölçülmez, sıfır noktasını görmek ya da hayal etmek gerekir!

        İşte bu noktada insanın bir sıçrama daha yapması gerektiğini düşünüyorum ama sıçrama ne olduğunu yadsıyarak değil ne olduğunu bilerek yapılmalıdır! Bu durumda bahsettiğimiz olaylar sonlanmasa bile şiddeti azalacaktır!

        Bence evren içinde yer kaplayan her birim ŞEY in bir bilinci var! Ama bu bilinç algı, beklenti ve bulunduğu ortam ya da hal itibariyle her bir ŞEY için farklı şekilde tezahür eder! Bu nedenle bence ölmek değil de dönüşmek vardır! Aynı su tanesi gibi, onun geçiş yaptığı her hal yeniden doğumunu geride bıraktığı hali de ölümünü temsil eder! Kömür ve petrolü oluşturanın ne olduğunu düşünün! Bir birim petrole dönüşen yırtıcı dinozorun yeni bilinç düzeyinde hala avlanmayı düşünebilmesi ya da yavrularını özlemesi mümkün müdür? O artık yeni halini korumaya şartlanmış durumdadır!

        ‘’Basit bir örnek: vermek istemeyen bir tanrı isteme hissini insana vermezdi…Çünkü en sonunda bu istek oklarının haddi aşıp kendisine yöneleceğini biliyor olmalı !’’ sizden alıntı

        Bakın siz yaratıcının bir anda her türlü donanımla beraber kendiliğinden oluştuğunu yani hiç dönüşüme uğramadığını düşünüyorsunuz! Böyle bir şey mümkün müdür? Yani bir tanrı doğrudan İSTEMEK güdüsüyle var olmuş olabilir mi? Eğer tanrı varken hiç dönüşmedi diyorsanız ve o varlığı kusursuz olarak tanımlıyorsanız ortada o varlığın kusursuz olmasını sağlayan başka bir bilinçli varlık olmalıdır! Çünkü tanrı için her şeyi yarattı diyebilseniz bile kendini yarattığını söyleyemezsiniz!

        İş te bu durumda İSTEMEK fiili bahsettiğiniz tanrının içine nasıl girdi ve ne şekilde yönlenmek üzere tasarlandı demem gerekiyor! Yani tanrı istemek fiili üzerine kurgulanmış bu sayede de başka varlıklar yaratıp onlardan İSTEYEN bir varlık mıdır ya da İSTEMEK güdüsünü kendi için kendi içinde mi oluşturmuştur! İşte bu noktada İSTEYEN özellikle zaten kendi tarafından yaratılmış olanlardan isteyen bir varlık mantıklı değildir! Her şeyi yaratanın ya da her şeyi yaratabilenin İSTEYEN bir varlık olması mümkün değildir! Her şeye kadir olanın hakim olamayacağı bir durum yoktur ki hakim olamayacağı durumlara dair de istekleri olsun! Bakın ne kadar üzerine düşünülmese de fiiller önemlidir!

        İstemek fiili, sahip olma ya da tatmin olma beklentisinin karşılanması için eyleme başlama halini temsil eder! Yani eğer istiyorsanız bir sebebi vardır ve tatmin edilmelidir! Şimdi İSTEYEN tanrıyı bir daha düşünün ve isteklerinin onun benliğindeki hangi sahip olma ya da tatmin olma beklentisinin karşılığı olduğunu değerlendirin!

        Tanrıdan bahsediyoruz değil mi! Her şeyi var edebilen ama isteyen! Sizce bu iki özellik aynı anda tek bir varlıkta toplanabilir mi ya da toplandığında ne olur?

        ‘’İlginç bir saptama yaptınız şaşıracaksınız ama ben tam tersini düşünüyorum insanın Tanrıya olan ihtiyacı git gide artıyor.’’ Sizden alıntı

        Bence de sizinkinin tersini! İnsanların artık tanrıya ihtiyaçları değil farklılaşan ihtiyaçlarını tanrı üzerinden tatmin etme arzusu söz konusudur! Bakın yüzyıllar geçtikçe insanların beklentileri çoğaldı ve çeşitlendi! 2000 yıl önce normal bir tanrıdan gün içinde istenenlerle şimdi istenenler birbirinden farklı! Ama sizce tanrı aynı ve ihtiyaçlar yad a beklentiler değişse de kurallar değişmiyor! Şöyle düşünün, insanlar 600 sene önce gönderdiği(!) kurallar ile yönetilemez hale geldiğinde 600 sene sonra yeni kurallar gönderiyor, üstelik o kurallar içinde eski kuralları doğrudan kaldıran ya da başkalaştıran kurallar var! Gözünüzün önüne getirin 1 yılı ile 611 yılı arasında dünya da yaşam ve insan beklentileri ne kadar değişmiş olabilir? Ama 600 yıl sonra kurallar değişiyor! Şimdi 632 ile 2015 yılı arasındaki değişime bakın! İnsanlık, tarihinde, özellikle de son 200 yılda geçirdiği değişimi başka bir zaman diliminde geçirmiş midir? Ama 1400 yıldır kurallar değişmiyor ve değişmeyecek! Düşünün dünyanın son 100 yılına damga vuran ve trilyonlarca dolar katma değer yaratan petrol ve kömür ve bunlardan ortaya çıkan katma değerin nasıl bölüşüleceğine dair bir ilahi kural biliyor musunuz? Her hangi bir dinin içinde!

        İşte bu noktada insanlar tanrıdan beklemek yerine (yağmur, bereket, güneş, savaşta kazanma, öldükten sonra cennet) ele geçirdiklerinin aklanması için tanrıyı kullanma yoluna gidiyorlar! Parantez içinde yazdığım beklentilerin kaç tanesi artık insanlar için bilinmez ve tanrının yardımıyla aşılabilecek durumları temsil ediyor?

        Tanrı insanın beklentilerinin ve arzularının karşılığıdır! Onlar olmadan tanrıda olamaz. İşte o yüzden bahsedilen tanrı yaratan değil yaratılandır! Yaratıcıları da bellidir!

        Yapmak istediğiniz şey aslında insanların iç dünyasında biriken öfkedir! Ama karşılığı yoktur! Çünkü bahsettiğiniz şekilde bir tanrının olması bahsettiğiniz şekilde bir tanrının olmasına terstir! Yani kendini yok (tanımlanmış tanrı ) eden yine kendisidir!

        Sonuç olarak ben daha çok tanrının ne olacağıyla değil ne olamayacağıyla ingileniyorum!

        Bakın bazen ne olduğunuzun farkına varmak için ne olduğunuzu gözlerinizle görmek gerekir. Aşağıdaki linki bu düşünceyle incelemenizi öneririm.!
        http://onedio.com/haber/varliginizi-sorgulatacak-26-fotograf-406552

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu ;

        _peygamber gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrının, “ben tanrının elçisiyim” diyenlere inanılmasını isteme hakkının, inanmayanları cezalandırma hakkının olup olmadığını sormuştum, cevaplamamışsın, (senden alıntı)

        Herkesi bi kenara bırakıp senden ve benden yola çıkalım ! Farzedelim sen İslama gelene kadar dinleri detaylıca araştırmış ve hepsinin tutarsız olduğuna,Allahtan gelmiş olmalarının imkansız olduğuna karar vermişdin.En son islamla ilgili araştırmalarına bütün cemaatleri tarikatları mezhepleri mezhep imamlarını hadisleri inceleyerek başladın sonrasında peygamberin ve sahabelerin hayatlarını dönemin sosyal siyasal olaylarını falan inceleyip kurana geçtin.Kuranla alakalı tüm mealciler ve tefsircilerin araştırmalarını inceleyip kuranın kitaplaşma sürecine kadar olagelen her şeyi öğrendikten sonra inzivaya çekildin ve akşama kadar incelemelerini düşünüp dinlerin kitapların peygamberlerin insan ürünü olduklarına karar kıldın.Tabi tüm bunları dünyevi çıkarlarını nefsani arzularını bi kenara atarak samimice yaptın. Şöyle ki tam bir içki müptelası olmana rağmen doğru dini bulduğunda yada ona inandığında o dinin içki yasağı senin objektifliğine gölge düşürmeyecek kadar samimisin.Samimiyetinle İnandığın aklına yatan dinin her ne olursa olsun kurallarına uyacağını varsayıyorum. Evet tekrar başa dönelim incelemelerinin sonunda çekildiğin inzivadan dinler peygamberler ve kitaplar tamamiyle insan ürünüdür sonucuna ulaştın.Hayatını vicdanının aklının sesine göre yaşamaya karar verdin o yüzden sürdüğün bu kısacık hayatta üstelik bu dünyaya atılmanın sorumlusu sen olmamana rağmen eylemlerini kendinde olan fıtrata asla ters düşmeyecek şekilde yerine getirdin.

        Örneğin ; Bir adamın kızınla evlilik dışı ve evlilikle sonuçlanmayacak geçici terminal bir ilişki yaşamasını (cinsellikte dahil) istemiyorsun.Şayet yukarda belirttiğim gibi aklının ve vicdanının sesini dinleyip kendine yapılmasını istemediğin bir olayın,çok arzulasan bile,bi babanın senin durumuna düşmemesi için arzularına gem vurup başlamasını engellemen aklınla ve vicdanınla fıtratınla ters düşmediği için doğru olanın ta kendisidir.Tabi az önceki örneğimde senin davranış şeklini hayatın her yerinde her olayda benzer şekilde sergilemen çok önemli.
        _(Bu örnekte senin bi baba olarak kızının üzerinde,evladının da izniyle belli bir yaşa kadar sahiplik hakkına sahip olduğunu varsaydım)
        Şayet kızının bi başkasıyla cinsel de dahil bir ilişki yaşamasından rahatsız olmayan baba figürünü düşünürsek o baba figürünün aynı olay başına geldiğinde takınacağı tavır bambaşka olacaktır uzun uzadıya anlatmak istemiyorum !

        Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapma! cümlesini kendine bi hayat düsturu yapmak kaydıyla yaşadığın bi hayat sonrasında _şayet öte alem denilen bir alem varsa_ gideceğin alemde karşına çıkacak her hangi bir dinin Tanrısı seni cezalandıramaz.İslamın tanrısından Zeus’a kadar. Şimdi sorduğun sorunun cevabını umarım anlamışsındır. Yukarda örneklediğim ve örnek sonrasında yazdığım şeylere tüm insanlar dahildir. Ancak belirttiğim kriterlere tamamen uygun bir hayat süren ateistler Çıkacakları Tanrının karşısında herhalde bir azarı hakediyorlar 🙂

        Bana gelecek olursak ben mantığımla bağdaştırıp vicdanımla özdeşleştirip inandığım bu dinde yine sana örneklediğim olaylarda ki gibi bir hayat sürersem kuranın Tanrısı yalan olsada ötede karşıma çıkacak hiç bir Tanrı bana ceza veremez. Verirse zalim olur. Fakat benim dünyada birisine en ufak bi zararım dokunduysa o zararın hesabını Tanrı bana sorsun ama benim soracağım bütün sorulara da cevap versin !!!

        Unutmadan sana sorduğum soru çok mu zor : Sana diyorum ki bi kabilenin üyesi Hür bir adam bi başka kabilenin kölesini öldürüyor ölende öldürende belli bu durumda kurana göre uygulanacak kısas nedir ? Köleyi öldüren hür mü öldürülecek yoksa köleyi öldüren hürün ait olduğu kabilede ki bir köle mi öldürecek ? Cevabı kısaca söyler misin ?

        Yoğun olduğum için aceleyle yazılmış bir yazıdır anlatım hatalarını mazur gör.

        Saygılar

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Bana gelecek olursak ben mantığımla bağdaştırıp vicdanımla özdeşleştirip inandığım bu dinde yine sana örneklediğim olaylarda ki gibi bir hayat sürersem kuranın Tanrısı yalan olsada ötede karşıma çıkacak hiç bir Tanrı bana ceza veremez. Verirse zalim olur. Fakat benim dünyada birisine en ufak bi zararım dokunduysa o zararın hesabını Tanrı bana sorsun ama benim soracağım bütün sorulara da cevap versin (senden alıntı)

        emin ol, bu soruma Bilâl cevap verseydi senin kadar saçmalamazdı,

        öteki dünyayı vaad eden tanrılar, yalancı tanrı olduğunda, zaten öteki dünya diye bir şey olmaz, olsa da hesap soracak bir tanrı olmaz,

        o nedenle öte taraf varsa ve öte tarafta karşımıza çıkan Kuranın tanrısı olursa ve cesareti varsa sana sorduğum soruyu o cevaplasın,

        anlayacağın, senin şu tanrının ne bu dünyada nede öteki dünyada benden kurtuluşu yok, yani senin tanrının benden kaçıp saklanacağı delik yok?

        ayrıca, ben peygamber gönderdiğini kanıtlayamayan bir tanrıdan söz ettim, bunun için, dinleri mezhepleri, kitapların içeriğini incelemeye, uzun uzun düşünmeye hiç gerek yok,

        zaten Kuranla ilgili sorduğum soruların cevabı,
        Muhammedin tanrının elçisi olduğunun kanıtı var mı?
        Kuranda Muhammedin tanrının elçisi olduğu söyleniyor,
        Kuranı tanrının gönderdiğinin kanıtı var mı?
        Muhammed Kuranı tanrının gönderdiğini söylüyor,

        şeklinde bozacının şahidi şıracı misali (kuranın şahidi Muhammed, Muhammedin şahidi Kuran) mesnetsiz cevaplardan ibaret,

        eğer sen, Kuran ayetlerini bilimsel verilere uyarlamaya çalışanların gazına gelerek Kuranın tanrıdan geldiğine inandıysan, sana şunu hatırlatırım, Kuranın tanrısının gönderdiği iddia edilen kitapların ilk muhatapları günümüzdeki bilimsel verilere sahip değildi, o zaman onlar neye göre inandı sorusu haklı olarak sorulur,

        yani bir tanrının ilk muhataplarının kanıtsız inanmalarını, sonraki muhataplarının kanıtlı inanmalarını sağlayacak şekilde kitap göndereceğini düşünmek tanrının zekâsını alaya almak demektir,

        oysa hepimiz biliriz ki, bir iddia taraftar bulabilmesi için önce ilk muhataplarına kendisini kanıtlamak zorundadır, çünki bir iddia ilk muhatapları tarafından benimsenmedikçe varlığını sürdüremez, o nedenle Kuranın tanrısı, ilk muhataplarının kanıtsız, sonraki muhataplarının kanıtlı inanmalarını istemek gibi bir saçmalığı yapmaz,

        peki Kuranın tanrısı neden ilk muhataplarına peygamber gönderdiğini kanıtlama gereği duymamıştır?

        çünki, her şeyin ölümle biteceğine inanmak istemeyenlerin, (ahiret inancı) beklentilerine cevap veren yegâne ve tek seçenek, öbür dünyayı vaad eden dinlerdir,

        insanlar beklentilerine hitap eden böyle bir söylemi, hele birde ucunda ödül varsa, reddetme şansına sahip değildirler, reddederlerse kendileriyle (kendi inançlarıyla) ters düşerler,

        o nedenle, insan psikolojisi gereği, beklentilerine hitap eden söylemlere inanma eğilimi gösterenler, öteki dünyayı vaad eden söylemlere, üstelik iştah kabartıcı vaadlerle altın tepside sunulan öteki dünya yaşamına kavuşabilmek için, kendilerini cezbeden söylemlere hiçbir kanıt aramadan, kendilerinden istenen her şartı yerine getirmeye amade olarak balıklama atlarlar, ahiret inancı olupta söylemlere şüpheyle yaklaşanları da cehennemle korkutarak kendi yanına çektiği düşünüldüğünde,

        din pazarlayanların bir şeyler kanıtlamasına hiç gerek kalmaz, çünki insanların beklentilerine uygun düşen söylemlere inama eğilimi göstererek itibar edeceklerini onlarda bilirler, zaten ortaya çıkmak için en güvendikleri enstrüman insan psikolojisidir,

        işte o nedenle bir tanrı peygamber gönderdiğini kanıtlamaz, çünki ortada gönderdiği bir peygamber yoktur, tanrının peygamber gönderdiği iddiası, tamamen kendisine ben tanrının elçisiyim diyene aittir,

        “seni tanrının elçi tayin ettiğini nereden bilelim, ya yalan söylüyorsan?” sorusunu soranlara da, “ya doğru söylüyorsam” diyerek, insanları kanıta dayalı değilde, varsayımlara dayalı inanmaya zorlarlar,

        haliyle kanıtsız inanıpta, doğru olmayacağı varsayımını aklına getirenler, “eğer yalansa ben hiçbir şey kaybetmem, eğer doğruysa işte o zaman bende Kuranın tanrısıyla birlikte ateistler başta olmak üzere Muhammede inanmayanların cehennemde uğrayacakları fiziksel işkenceleri zevkle izlerim, eğer aralarında benimde sevdiklerim varsa, kafamı öte tarafa çevirir, cayır cayır yanan derilerini görmem, kulaklarımı tıkar, inim inim inlemelerini duymam” diyerek kendilerini teselli ederler,

        oysa sorum çok basitti,

        peygamber gönderdiğini kanıtlayamamış bir tanrının, “ben tanrının elçisiyim” diyenlere inanılmasını isteme hakkının, inanmayanları cezalandırma hakkının olup olmadığını sormuştum,

        tek kelimeyle olurdu veya olmazdı diyecektin,

        ama sende haklısın inancın gereği, bu tip soruları cevaplayamayacağını benim bilmem gerekirdi,

        daha doğrusu bilinçli bir Müslüman olarak imanını sakatlamamak için soruya bilmiyorum diye cevap vereceğini bilmem gerekirdi,

        eğer geleneksel Müslüman olsaydın, “tanrının hikmetinden sual edilmez” veya “doğrusunu Allah bilir” gibisinden klişeleşmiş bahanelerin arkasına saklanacağını da bilmem gerekirdi,

        çünki sizin söz konusu kalıpların dışına çıkarak vereceğiniz bir cevap sizin imanınızı sakatlar,

        o nedenle başka türlü cevap vermeniz asla söz konusu olamaz, dahada o nedenle siz, tanrınızın yüce adaletiyle öğünmeye devam etmek zorundasınız, çünki başka türlü davranmanız söz konusu olamaz,

        sorduğum soruları unut gitsin, bende zaten o soruları burada cevaplayasınız diye sormuyorum, belki cevabını kendinize vermeyi düşünürsünüz diye soruyorum,

        —Unutmadan sana sorduğum soru çok mu zor : Sana diyorum ki bi kabilenin üyesi Hür bir adam bi başka kabilenin kölesini öldürüyor ölende öldürende belli bu durumda kurana göre uygulanacak kısas nedir ? Köleyi öldüren hür mü öldürülecek yoksa köleyi öldüren hürün ait olduğu kabilede ki bir köle mi öldürecek ? Cevabı kısaca söyler misin ? (senden alıntı)

        bireysel ödeşme kısas tarifine göre; katil hür hiçbir ceza almaz, yani hiçbir bedel ödemeden elini kolunu sallaya sallaya toplum içerisinde dolaşmaya devam eder, (ki maalesef, bakara-178, farz kılınan bir hüküm ayeti olduğu için bireysel ödeşmelere de emsal teşkil etmiştir)

        toplu ödeşme (kan davalı iken barışan 2 topluluğun ödeşmesi) kısas tarifine göre; öldürülen kölenin cinsiyetine uygun biri karşı taraftan talep edilir, büyük olasılıkla maktülle ayni statü ve cinsiyet kriterlerini taşıyanlar arasından kurayla belirlenecek bir kurban, pardon bir kişi karşı tarafa teslim edilir,

        özetle söylersek, bireysel ödeşmeye göre katil yırtar, topu ödeşmeye göre maktülle aynı statü ve cinsiyet özelliklerine sahip olan herhangi biri kısas edilir, yani katil olmadığı halde ayvayı yer.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Sayın Toro ;

        Yazınızı keyifle okudum. Verdiğiniz sitedeyi de ilgiyle inceledim.Teşekkür ediyorum.

        Fakat Tanrı nedir ve nasıl olmalıdır?;Tanrısal boyutta kavramlar algılar ne yöne kayar ne olur? İstemek fiilinin Tanrı nezdinde karşılığı nedir ? İsteyen bir Tanrının imkansız olduğu gibi bir teori üreten insanın teorisini çürütüp fiyaskoya dönüştürecek şeyler Tanrısal boyutta var mıdır ? Demek bildiğimiz herşey yanlış! bize mantıksız ve anlamsız gelen şeylerin nasılda son derece mantıklı izahatları varmış diyeceğimiz bi boyut var mıdır? Gibi bir çok sorunun cevabı olmadığı için ben sizden farklı olarak Tanrı hakkında fikir yürütmek yerine onu beklentilerime paralel bir şekilde resmediyorum.
        Benim hayatımı daha mutlu geçirmem için _dinleri kitapları ve peygamberleri yok saysak bile_ amaçsız olmayan bize öte dünyadan bahsedip umut aşılayan bir Tanrıya ihtiyacım var !

        Saygılar

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Benim hayatımı daha mutlu geçirmem için _dinleri kitapları ve peygamberleri yok saysak bile_ amaçsız olmayan bize öte dünyadan bahsedip umut aşılayan bir Tanrıya ihtiyacım var ! (senden alıntı)

        dinleri, peygamberleri, kitapları olmayan bir tanrıdan yana öte taraf için hiç umutlanma, çünki evrenin tanrısı kendine has olan ölümsüzlük özelliğini yarattığı hiçbir varlıkla paylaşmaz,

        hele yemese de içmese de ölmeyecek olan bir varlığı, ihtiyacı olmadığı halde yemesini içmesini sağlayan bir bedenle hiç yaratmaz, (cennet tasvirleri)

        yani var olmak için hiçbir şeye ihtiyaç duymayan ölümsüz bir varlığı, ihtiyaçlı bir varlık olarak yaratmaz, çünki bir varlık hem ihtiyaçlı hemde ölümsüz olamaz,

        o nedenle senin beklentilerine cevap veren tek seçeneğe itibar etmek zorundasın, çünki alternatif seçenek kesinlikle yok,

        o nedenle elindekiyle (Kuranın tanrısı) yetineceksin.

  212. kadir dedi ki:

    sayın fosseyeur…

    “Cebrail vasıtası olmadan iletişim kurulduğunu nerden bildiniz? .yoksa sizinledemi böyle bir irtibata geçildi?hayal gücünüze hayran kaldım doğrusu. Üstüne birde zeyde niye böyle bir uyarı yaptınki aslında hiç gerek yoktu diyor allah.”Peygamber” allahtan habersiz öneriler yapıyor hemde allahtan korkmasını söyleyerek…!” sizden alıntı…

    tahrim suresinde geçen peygamberi bilgilendirme olayı dolaylı yoldan olmuştur.. yani allah peygamberin bilmesini murat etmiş, ve peygambere dolaylı yoldan bildirilmiştir.. çünkü yeryüzünde insan iradesi dışında gerçekleşen her olay allah tarafından idare ediliyor.. peygamberin sırrını başka bir hanımına haber vermesi olayını peygamber öğrendiğinde “bu allah tarafından bana bildirilmiştir.” demiştir.. aynı olay meryem suresinde de geçiyor.. zekeriyya peygamber mabede her girişinde hz. meryemin yanında yiyecekler buluyor. ” meryem bu yiyecekleri nereden alıyosun” diye soruyor.. oda bunlar allah tarafındandır. diyor.. yani meryeme getirilen rızıkların sebebi her ne olursa olsun. bu allah tarafındandır. deniliyor.. sayın bi yabancı kardeşimin dediği doğrudur.. olay her ne olursa olsun bildiren allahtır..

    saygılarımla…

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Kadir :
      Öncelikle değerli açıklamalarınız için teşekkür ediyorum.Allah cc sizden razı olsun.

      Sayın Fosseyeur.
      Yukarıda sorunuzun cevabı gayet açık bir şekilde size bakıyor…Bakın dikkat ederseniz kuranın genelinde ayetler bir olaya ithaf edilir bu olayların ne olduğunun detayı çok nadir olarak verilir ve genelde de zuhur eden bu olayları kurtarma çabası vardır…tabi bunu açıklamak allahın ve kuranın avukatlarına düşüyor. (sizden alıntı)

      Yukarda sorunuzun cevabı gayet açık bi şekilde duruyor diye başlayıp büyük harflerle peygamberin eşinin başkalarına haber vermesi şeklinde yazmak suretiyle peygamberin bu olayı nerden bildiğini bana ima ediyorsunuz ! İyide sayın fosseyeur sizinkisi sadece bir iddia üstelik iddanız tahminden ibaret herhalde o başkaları diye tabir ettiğiniz güruh peygambere eşinin sırrını başkalarına açıkladığını söylediğini düşünüyorsunuz. Biz ise bu ifşa olayını Allah cc’nin peygambere bildiğini yine ayete dayanarak söylüyoruz Bizim elimizde bize göre Allahın kitabı size göre insan ürünü olan bi kaynak var ! Peki siz ima ettiğiniz iddianıza bi dayanak gösterebilir misiniz?

      ‘’Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.’’Ahzab,36-Diyanet
      artık bu ayetten siz ne anlıyorsanız (sizden alıntı)

      Sayın Toroya da ifade ettiğim gibi Peygamberimizin Zeyde söyledikleri hüküm değil uyarı mahiyetinde tavsiyedir.Zaten tavsiyesini güçlendirmek için Allahtan kork demiştir.Peygamberimiz Haşa tüm gününü Allahla sohbet halinde mi geçiriyor ki hangi konularda Allahtan korkulup hangi konularda korkulmayacağını net olarak bilsin.Ayetlerde geçen Allahın peygambere herşeyi cebrailsiz bildirmesi sonucunda zeydin boşanması gösteriyor ki bu iletişimde Allah cc peygambere Zeyd konusundaki endişelerinin yersiz olduğunu söylüyor.Zaten hemen yukardaki parağraftaki iddialarıma kanıt olarak abese suresini gösterebiliriz.Peygamber abese suresinde zengin kabilelere islamı anlatıyordu bu esnada peygamberin sözünü kesmek suretiyle sürekli peygambere bana da anlat şeklinde itirazları olan gözleri görmeyen bir ama var idi.Peygamber yüzünü ekşitmek suretiyle amayı tersledi bunun üzerine Allah cc peygambere uyarı mahiyetinde ayetler gönderdi.Demekki peygamber tıpkı Zeyd olayındaki gibi Allahın isteyip istemeyeceği konularda kesinlik ifade eden bilgilere asla sahip değildi !

      Şimdi bu ayete biraz daha dikkatli bakın sn yabancı sizin iddia ettiğiniz gibimi olay acaba?özellikle büyük harflerle yazılan yerlere daha dikkatli bakın. .. (sizden alıntı)

      Bakın Sayın fosseyeur benim açıklamalarımın yanlışlığını bana göstermek adına benden alıntı yaparak oluşturduğunuz paragraflardaki büyük harfli bölümleri bana sunmanız münazara etiğine ters bir durum.Benim ifade ettiğim konularda ki tutarsızlık mantıksızlık gibi yerleri tespit ediyorsanız bunu benim görmemi sağlayacak uyarıları yapmak yerine kendi cümlelerinizi kurup bana göstermeye çalışabilirsiniz.

      Cebrail vasıtası olmadan iletişim kurulduğunu nerden bildiniz? .yoksa sizinledemi böyle bir irtibata geçildi?hayal gücünüze hayran kaldım doğrusu. (sizden alıntı)

      Sayın fosseyeur anladığım kadarıyla yazılarımı dikkatlice okumuyorsunuz yoksa hayal kurmanın somut veri olmadan canlandırılan fizik ötesi tanımını bilmemeniz mümkün değil.Ben hayal kurmadım ayette geçen Allah bildirdi ifadesine dayanarak açıklama yaptım.Cebrail vasıtası olmadan oldu bu olay çünkü peygamberin cebraille geçen konuşmalarının hepsi kuranda yer almak zorunda zira bu olay cebrail vasıtasıyla bildirilmiş olsaydı o malum konuşma ayetler halinde kuranda yer alırdı oysaki sadece allah cc nin peygambere aracısız verdiği bir bilgiden ibaret.

      Düştüğünüz paradoksun farkındamısınız demeyeceğim belliki değilsiniz.”Tahrimin iniş sebebine tefsirciler ve islam uleması bu iki olaydan birini göstermektedirler” deyip hemen ardındanda “bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır” demeniz takdire şayan. Hani nasıl derler “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”…(sizden alıntı)

      Sayın fosseyeur görüyorum ki münazarayı takip ederken düştüğünüz dikkat eksikliği son gaz devam ediyor.Ben burda Sayın Toronun bana olan : tahrim suresinin iniş sebeplerini de keşke araştırsaydınız şeklinde ki uyarısına cevap verdim. Burda Sayın Toronun ifadesinde ”keşke” kelimesinin olması bize Sayın Toro tarafından verilen bi mesaj niteliğinde sanıyorum o surenin iniş sebeplerini araştırdığımızda surede tutarsızlık göreceğiz vs vs. Ayrıca sizler kurana eleştiri getirirken eleştirinize yardımcı fikirleri nerden ediniyorsunuz ? Yoksa genel kurmay arşivlerindeki cumhuriyet tarihini anlatan yazılı belgelere mi başvuruyorsunuz ? Sayın toronun hicretten önce öldüğünü iddia ettiği teyzeleriyle ilgili yaptığım o açıklamaya bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demenizi anlamadım doğrusu ben burdaki insanların leb demeden leblebiyi anlayacak seviyede insanlar olduğunu düşünüyorum o yüzde teyzelerinin hicretten önce öldüğüyle ilgili tarihi bilgiyle uhud savaşını anlatan tarihi bilgi muğlaklık açısından birbirinden çok farklı iki bilgidir umarım anlamışlsınızdır
      Saygılar

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn bi yabancı
        Yine bu kadar eski tarihi bilgilerin kanıtlanması kayıtlı belge ve yazıtlar olmaksınız imkansız olduğu için.Bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır.
        ( sizden alıntı)

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn bi yabancı
        Yine bu kadar eski tarihi bilgilerin kanıtlanması kayıtlı belge ve yazıtlar olmaksınız imkansız olduğu için.Bize düşen sadece kuranı referans alarak yorum yapmaktır.
        ( sizden alıntı)
        Sayın toronun hicretten önce öldüğünü iddia ettiği teyzeleriyle ilgili yaptığım o açıklamaya bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demenizi anlamadım doğrusu ben burdaki insanların leb demeden leblebiyi anlayacak seviyede insanlar olduğunu düşünüyorum
        (Sizden alıntı )
        her iki yorumunuzdan bir kısım alıntılayarak başlayalım. .tamda sizin le b demeden lebleyi anlayacağınızı düşündüğüm için sadece referansınız olan kitaptaki ayetler üzerinden gitmiştim bir önceki yorumumda. Ama yanılmış olduğumu görüyorum. ..Ayrıca beni yorumunuzu dikkatli olmadığım yönünde eleştirmişsiniz. Geriye bir dönüp bakın siz neyi açıklamaya çalışmışsınız ben size neden ” bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demişim”?..Yorumunuzu gayet dikkatli okudum keşke sizde öyle yapsaydınız. ..
        neyse şimdi yeni tartışmamıza geçelim..
        Biz ise bu ifşa olayını Allah cc’nin peygambere bildiğini yine ayete dayanarak söylüyoruz Bizim elimizde bize göre Allahın kitabı size göre insan ürünü olan bi kaynak var ! Peki siz ima ettiğiniz iddianıza bi dayanak gösterebilir misiniz?. .
        (Sizden alıntı )
        şaka yapıyorsunuz herhalde. Siz allahın bildirdiğini nerden biliyorsunuz? “Peygamber”bunu kanıtlamışmı? ..sizinkide bir iddiadır benimkide bir iddiadır. .her iki iddianında kaynağı aynı kitabın aynı ayeti benden nasıl bir dayanak istiyorsunuz?Dikkat ederseniz sizin “peygamber “bunu nerden öğrendi? Sorunuza cevap olarak ayetin içinden bir kısmı gösterdim. Bir sır değildi başkalarına söylenmiş bir şey di burda söylenenlerinde çoğul olması dikkat çekicidir. Belliki dedikodu yayılmaya başlamış. Zaten devamındaki iki ayeti dikkatli okursanız daha net anlaşılır. .

        Peygamberimizin Zeyde söyledikleri hüküm değil uyarı mahiyetinde tavsiyedir.Zaten tavsiyesini güçlendirmek için Allahtan kork demiştir..
        (Sizden alıntı )
        tavsiyeyi güçlendirmek için korkuyu allah üzerinden veriyor diyorsunuz ve ekliyorsunuz;.”Peygamberimiz Haşa tüm gününü Allahla sohbet halinde mi geçiriyor ki hangi konularda Allahtan korkulup hangi konularda korkulmayacağını net olarak bilsin.”(sizden)Hangi konularda allahtan korkulup korkulmayacağını net olarak bilmiyorsa niye korkutuyor zavallı adamı(!)acaba allah aracısız cebrailsiz demişmidir sen net olarak bilmediğin konularda neden kullarımı beni kullanarak korkutuyorsun? ..

        Cebrail vasıtası olmadan oldu bu olay çünkü peygamberin cebraille geçen konuşmalarının hepsi kuranda yer almak zorunda zira bu olay cebrail vasıtasıyla bildirilmiş olsaydı o malum konuşma ayetler halinde kuranda yer alırdı oysaki sadece allah cc nin peygambere aracısız verdiği bir bilgiden ibaret.
        (Sizden alıntı )
        Cebrail le geçen konuşmà ların hepsinin kuranda yer alması zorunda lığını neye dayanarak kesinleştiriyorsunuz? Yada bu olayın cebrail vasıtası olmadan olduğunu nasıl neye göre kesinleştiriyorsunuz? Kuranda bir çok ayette peygamberle konuşanın kim olduğu belli değildir. Örneğin;
        İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alışveriş, ne de dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli açık harcasınlar.(ibrahim 31 diyanet)
        Bu ayetleri çoğaltmak mümkün. .burda konuşan acaba kimdir ?

        Ayrıca sizler kurana eleştiri getirirken eleştirinize yardımcı fikirleri nerden ediniyorsunuz ? Yoksa genel kurmay arşivlerindeki cumhuriyet tarihini anlatan yazılı belgelere mi başvuruyorsunuz ?
        ( Sizden alıntı )
        Yazımın en başında sizden alıntıladığım kısım da sadece kuranı referans almalıyız diyen sizsiniz. .şimdi burda kime ne diye kızdınız? Bir paradoksa düştünüz hala çıkamadınız. .Tüm islam “ileri gelenleri “kuranın olaylar üzerine inip insanlara bu yolla ders verdiği yolunda hemfikirdir. Zaten bu çok açık ve net bir şekilde kendini belli ediyor. Burda olayları araştırıp fikir sahibi olabiliriz.ama unutmayınki kuranı tek referans olarak sunan sizsiniz. .

        Benim ifade ettiğim konularda ki tutarsızlık mantıksızlık gibi yerleri tespit ediyorsanız bunu benim görmemi sağlayacak uyarıları yapmak yerine kendi cümlelerinizi kurup bana göstermeye çalışabilirsiniz..
        (Sizden alıntı )
        siz sadece kuranı referans almalıyız şeklinde bir açıklama yapınca bende sadece ayetler üzerinden gittim.uzun uzadıya yorumlama gereği duymadım.leb demeden lebleyi anlarsınız diye ummuştum. …
        saygılar…

  213. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    ’Ey Peygamber! Biz SANA mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın SANA ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını SANA helal kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) MÜMİNLERE EŞLERİ VE SAHİP OLDUKLARI CARİYELERİ HAKKINDA FARZ KILDIĞIMIZ ŞEYLERİ ELBETTE BİLMEKTEYİZ. Bütün bunlar, SANA herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.’’ Ahzab,50-Diyanet

    Şimdi bu ayete biraz daha dikkatli bakın sn yabancı sizin iddia ettiğiniz gibimi olay acaba?özellikle büyük harflerle yazılan yerlere daha dikkatli bakın. ..

    sizden alıntı…

    büük harflerle yazdığınız meal tamamen çarpıtmadan ibarettir.. ayette cariye teriminin geçmediğini söylediğimiz halde hala kafa karıştırmak adına yanlış mealleri buraya yazıyosunuz..

    “Ya eyyühen nebiyyü inna ahlelna leke ezvacekellatı ateyte ücurahünne ve ma meleket yemınüke memma efaellahü aleyke ve benati ammike ve benati ammatike ve benati halike ve benati halatikellatı hacerne meake vemraetem mü’mineten iv vehebet nefseha lin nebiyyi in eraden nebiyyü ey yestenkihaha halisatel leke min dunil mü’minın kad alimna ma feradna aleyhim fı ezvacihim ve ma meleket eymanühüm li keyla yekune aleyke harac ve kanellahü ğafurrar rahıyma” (ahzab-50)

    ayette geçen

    “ezvacihim ve ma meleket eymanühüm” ifadesi eşlere (ezvac) yapılan vurgudur.. eşleri ve ma meleket eymanühüm.. ifadesinde ma meleket; sahip oldukları, sağ elinin altında bulunanlar anlamına geliyor.. bunu yemine bağlıyor.. eymanühüm; yeminleri anlamına geliyor.. yani yeminin çoğuludur.. yeminle (nikahla) sahip oldukları anlamına geliyor.. yeminle (nikahla) kimlere sahip olunur? tabiki ezvaçlara (eşlere) burada yapılan vurgu eşleredir.. eşler dışında kimseye sahip olunamaz…

    İlla ‘ala ezvacihim ev ma meleketeymanuhum feinnehum ğayru melumiyne. (mearic-30)

    meali; ancak eşleri; yani (ev) ma meleket eymanuhum (yeminlerle sahip oldukları hariç.) çünkü ancak o zaman kınanmazlar.. (meariç-30)

    bu ayet herşeyi açık ve net açıklıyor.. eş kavramı sadece yeminden (nikahtan) ibaret olduğunu vurguluyor.. sahip olmanın şartıda yemindir..

    işte ahzap 50. ayette de; daha önce mümünlerin yeminle sahip oldukları eşleri hususunu bildirmiştik. deniliyor..

    saygılarımla…

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Bu kaçıncı, yine benim yazmadığım bir yoruma benimmiş gibi cevap yazmışsınız!

      Ayrıca, aşağıdaki yorumunuz da ilgi çekici;

      ”büük harflerle yazdığınız meal tamamen ÇARPITMADAN ibarettir.. ayette cariye teriminin geçmediğini söylediğimiz halde hala kafa karıştırmak adına YANLIŞ MEALLERİ buraya yazıyosunuz.. ”sizden alıntı

      Ayetin nereden alıntılandığını gördünüzmü çok merak ediyorum? Görmediniz ise diyanetin çarpıtılmış ve yanlış mealleri toplumla paylaşarak ne yapmaya çalıştığınıda bizim le paylaşın lütfen!

      Bakın sizinle size göre çarpık olması gerekeniki meali daha paylaşalım;

      ”Ey o Peygamber! Biz bilhassa sana şunları halâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun zevcelerini ve Allahın sana ganimet kıldıklarından milki yemînin olan câriyeyi ve ammin kızlarından, dayın kızlarından, teyzen kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mü’mine bir kadın kendini Peygambere hibe ederse Peygamber nikâh etmek istediği takdirde onu, sâde sana, sair mü’minlere değil, onlara zevceleri ve milki yemînleri hakkında ne farz kıldığımız ma’lûmunuz, bunlar sana hiç bir darlık olmamak içindir, Allah gafûr rahîm bulunuyor.”Ahzab,50-Elmalılı

      ”Ey Peygamber, mehirlcrini verdiğin hanımlarını, Allahın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın kız­larını halaların.n kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını sana tıclal kıldık. Eğer mümin bir kadın, kendisini peygambere bağışlar ve pey­gamber de onu nikahlamak isterse, bunu da sana helal kıldık. Bu hüküm müminlerden ayrı olarak sadece sana mahsustur. Biz, müminlere, eşleri ve sahibolduklan cariyeleri hakkında neleri farz kıldığımızı bilmekteyiz. Sana da bunları helal kıldık ki sıkıntıya düşmeyesin. Allah, çok affedendir, çok merhamet edendir.”Ahzab,50-Taberi

      Sanırım işinize gelmediğinde ne yapmanız gerektiğini sayın bilalden öğrendiniz! Aman dikkat bunun sonu ayet sansürlemeye kadar gitmesin!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,

        Ahzab-50.ayette CARİYELER ifadesi asla geçmiyor,Burada ‘’ ma meleket” Yani ‘’yemin akdiyle himayen altında olanlar ‘’ şeklinde bir ifade geçiyor,işte bunun cariyeler şeklinde açıklanması sadece hatalı bir yorumdur,bu meal bile değildir.Çünkü meal ‘’yemin akdiyle hiyameyen.altında olanlar..’’ şeklindedir.veya buna ‘’sağ ellerinizin altında olanlar’’ da desek yine anlam değişmez. Ama ‘’cariyeler ‘’değil. Burada cariyeler olsaydı,yüce Allah bu ifadeyi kullanmaktan mı çekinecekti ?

        Ayrıca ‘’…… Allahın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri,‘’ şeklindeki hatalı meallerden hareket edersek,
        Bunlar esir olarak ele geçmeden önce de yine CARİYE idiler, yani bu hatalı mealleri doğru olarak kabul etsek bile,onları CARİYE YAPAN yapan hz.peygamber ve müslümanlar değildir.çünkü dikkat edilirse,hatalı meallerde geçen‘’ganimet olarak verdiği cariyeleri .( ! ) ‘’ ifadesinden bu durum açıkça anlaşılmaktadır..!

        Ama burada ne ganimet,ne de cariyeler ifadesi vardır.Burada ‘’وما ملكت يمينك مما أفاء الله عليك ‘’ ve ma meleket yeminüke mimma efaallahu aleyke ‘’ ifadesi vardır.Yani ‘’Allah’ın sana verdiklerinden yemin akdiyle himayende bulunanlardan‘’ diye bir ifade vardır.

        Arapçada,

        افاء الله
        اي اعطي ( وما ملكت يمينك مما افاء الله عليك ) المعجم عربي عامة

        ‘’ efaallahu,ey ‘’ a’ta ‘’ Yani ‘’ Allah verdi ‘’
        ( Arapça lügatları)

        Peki bunlar kimlerdir ?

        Bana göre bunlar,
        1-Savaş esirlerinden eski inançlarını bırakıp müslümanlığı seçenlerden geri dönmek istemeyenler olabilir.İşte ayette bunlardan müslüman olup evlenmek isteyenlerle de evlenebilirsiniz ‘’ şeklinde bir mesaj verilmiştir,Çünkü müşriklerle evlilik caiz değildir,demek ki,bunlar esirlerden müslümanlığı seçip evlenmek isteyenler olabilir.

        2-Ayetin başında ‘’ازواجك التي اتيت اجرهن ‘’ezvacekellati ateyte ücurehunne ‘’Yani ”mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, ‘’ وما ملكت يمينك ‘’ ve mameleket yeminüke,‘’yemin ve nikah akdiyle himayene almış olup da henüz MEHİRLERİNİ vermemiş olduğun eşlerini de sana helal kıldık ”şeklinde de olabilir. ”الله اعلم ”

        Özetle,ayette ne‘’ ganimet,ne de cariyeler ‘’ifadesi vardır.sadece ‘’Allah’ın sana verdiklerinden yemin akdiyle himayende bulunanlardan..‘’ diye söz edilmiştir.
        .
        Saygılar.

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal,

        Siz benimle dalgamı geçiyorsunuz ya da sizin tarafınızdan sabrım mı sınanıyor!

        Ben size daha önce meal ve tefsir yapılabilmesini sağlayan ve meal ve tefsir yapanların bu eylemi yapmalarına cevaz veren ehliyetleri görmemizi sağlayacak ayetleri sormuştum! Bana cevabınız ‘’vaktim yok’’ olmuştu. Şimdi vakit bulduğunuzda(!) önce bu sorulara cevap vermek yerine zaten kaynağını kitaptan almadığı halde yapılan meal ve tefsirlerin anlam olarak yanlışlığından bahsediyorsunuz!

        Anlamadığınız şey şu. Bende bu yüzden meal ve tefsir olarak adlandırılan eylemlerin yapılamayacağını söylüyorum! Çünkü kitabın tanrısı arapça konuşmuş ve mesajını da anlaşılması için arapça gönderdiğini beyan etmiştir. Bu durumda onun çağrısı zaten başka dillere çevrilemez! Dolayısıyla sizin, zaten yapılamayacak bir eylemin, yapılmış olmasının sonuçlarını doğrulamak ya da yanlış olduğunu söylemek gibi bir durumunuz olamaz!

        Bana sorduğum sorularının cevabını veremeden benim zaten yapılamayacağını (kitaba göre) ifade ettiğim eylemlerden doğan sonuçları değerlendiremezsiniz!

        Bu arada Taberiden daha iyi arapça bildiğinizi iddia edecek kadar narsist olmanız ilginçtir. Şunu hiçbir zaman unutmayın, bir dil ve bir din en iyi doğuşuna en yakın olanlar tarafından bilinir, anlaşılır! Çünkü doğuş anındaki konuşma diline en hakim olanlar onlardır! Bu nedenle sizin bir dilin ya da bir dinin değişime uğrayarak geçirdiği 1400 yılın sonrasında herkesi yanlış anlamakla itham edip bu sayede kendinizi de en iyi anlayan olarak gösteremezsiniz!

        Yeter, kendinizi artık komik duruma düşürmekten vazgeçin!

        İnsanda akıl var mantık var izan var! O dili ve dolayısıyla o dille gelen dini yaşayanlar yüzlerce yıl boyunca cariyelik realitesini yaşatacak, sonra siz görünüşte(!) zaten yok olmuş bir realitenin arkasından, zaten ayetlerde bu söylenmiyordu diyeceksiniz! Tüm saygımla söylüyorum bunu babam söylese ona da aynı şeyi söylerim, saçmalık!
        Önce, varsa bir bildiğiniz sorularımı yanıtlayın! Daha sonraki aşamaya gelmek için geçmeniz gereken yeri henüz geçmiş değilsiniz!

        Önce mesajı anlaşılsın diye arapça gönderenin, arapça bilmeyenler anlasın diye mesajın onların diline çevrilmesini istediği ayetleri göstereceksiniz!

        Sizin için zor olmasa gerek!

      • bilal dedi ki:

        Sn.Toro,
        ”BONDSMAN; köle,esir,kefil
        ”a BONDSMAN who claims to belong to other than HIS MASTERS shall bear the curse of Allah and the angels and all men”
        Efendisinden başkasına ait olduğunu iddia eden bir köle, tanrının.meleklerin ve bütün herkesin lanetini taşıyacaktır!
        Ne güzel değilmi bir siz doğru çevirebiliyorsunuz! Demek ki bu dil başka dillere çevirilmesi zor bir dil! O halde başka dilleri konuşanlar bu mesajı nasıl anlayacakmış? ”sizden alıntı”

        Arapça dili başka dillere çevirilmesi zor değil,yeter ki onu doğru ve düzgün öğrenmiş olalım, bu kural bütün diller için de geçerlidir,başka dilleri konuşanlar elbette arpçayı anlamazlar, arapçayı öğrenmek zorunda da değiller,ama bildikleri dilde meal ve tefsirler varsa,onu okur ve ondan mesajı anlamaya çalışır,anlamaktan güçlük çektiğinde araştırır ve öğrenmeye çalışır.Bütün bunları gücü nispetinde yapar,bunun ötesinden zaten sorumlu tutulmaz.Yani dini konularda insan ancak öğrenebildiğiyle sorumlu tutulur,öğrenip anlayamadıklarından sorumlu tutulmaz.Ayrıca bütün dillere çevirilen meallerde yüce Allah’ın insanlardan istediği dini hükümler konusunda bir sorun yoktur. Söz konusu ayeti İngilizceye çeviren de aynen Türkçeye çeviren gibi arapça dil kurallarına vakıf olmaya bilir,veya belki Türkçe meallerden de çevirmiş olabilir.İngilizcedeki mealde kefil denilmişse,veli,hami vs.de olur demektir.Ama Veda hutbesinde kesinlikle ne efendi,ne de köle anlamına gelen ifade vardır.

        ”Ben size daha önce meal ve tefsir yapılabilmesini sağlayan ve meal ve tefsir yapanların bu eylemi yapmalarına cevaz veren ehliyetleri görmemizi sağlayacak ayetleri sormuştum
        ”sizden alıntı”

        Eğer kur’an’ın müteaddid ayetlerinde insanlara hitaben ” efala ta’kilün ” anlayaıp kavramaya çalışmıyor musunuz ? ”diyorsa,demek ki kur’an anlaşılır ve bütün dillere de çevirsi yapılabilir, Çünkü bir kitap hangi dilde yazılmış olursa olsun,başka dillere de çevirilebilir.İşte kur’an da böyle. Ayrıca kur’an ilgili mellarin tümü veya çoğu yanlıştır diye kimse iddia edemez,mellari hatalı olan ayetler yüzde iki veya üçü de geçemez,eğer yüzdelik olarak ayetlerin çoğu tercüme edilebilmişse,o hatalı olarak çevirsi yapılan az sayıdaki ayetler de çevirilebilir.

        ” Anlamadığınız şey şu. Bende bu yüzden meal ve tefsir olarak adlandırılan eylemlerin yapılamayacağını söylüyorum! Çünkü kitabın tanrısı arapça konuşmuş ve mesajını da anlaşılması için arapça gönderdiğini beyan etmiştir.Bu durumda onun çağrısı zaten başka dillere çevrilemez! ” sizden alıntı”

        Gittikçe komikleşiyorsunuz,arapça veya herhangi bir dilde yazılmış olan bir kitap,ister ilahi bir kitap olsun,ister beşeri bir kitap olsun,başka dillere çevirilemez mi ? Başka bir dilde anlatılamaz mı ? Sahiden mantıklı mı düşünüyorsunuz? Doğrusu böyle mantıksızca yorum yapmanız beni hayal kırıklığına uğrattıyor!

        Saygılarımla.

      • toro dedi ki:

        Sayın bilal,

        Komiklik konusunda bir yarışa girmemizi isteseler sizin lehinize yarıştan çekilirim!

        Sizin şu sözde kitapla konuşan ama o kitaptan ayetleri bitamam vermeden örnekleme yapıp yaptığı örneklemeyle de bütün cevapları verdiğini sanan halinizdir komik olan!

        Nereden alıntı yapıyorsanız, tamamını verinde, sansürlemeyinde, alacağınız cevabı görün! Farkındamısınız ayetleri sansürlemek sizde giderek bir tik olmaya başladı!

        Bana sorduğunuz sorular çok ilginç, bakalım;

        ”arapça veya herhangi bir dilde yazılmış olan bir kitap,ister ilahi bir kitap olsun,ister beşeri bir kitap olsun,başka dillere çevirilemez mi?” sizden alıntı

        Eğer bu soruların cevabını kitaptan bulabilseydiniz yani cevabı bilseydiniz bana sormazdınız?

        Bana cevap vermek yerine soru soruyorsunuz! O soruları kitaba sorun sonra bakın bakalım size ne cevap veriyor!

        Ayrıca sıkışınca ilahi kitapla beşeri kitabı nasılda aynı tencereye koyup beraber kaynatıyorsunuz, pes!

        Siz her hangi bir arapça yazılmış beşeri kitapta ”bu kitabı okuyanlar anlasın diye arapça yazdık” dendiğine rastladınız mı? Böyle bir yazar notu varsa gösterin! Üstelik o kitabı arapça yazan zaten hedef kitleyi arapça bilenler olarak belirlemiştir!

        Peki siz içinde mesajı anlayın diye arapça gönderdik ya da yazdık diyen bir metinle içinde böyle bir yönlendirme olmayan beşeri bir metini nasıl oluyorda aynı durumdaymış gibi gösterebiliyorsunuz?

        ‘Başka bir dilde anlatılamaz mı ?” sizden alıntı

        Yukarıdaki soru daha ilginç! bu soruyu kitaba sorduğunuzda size yukarıdaki soruyu sormanızı mı söyledi?

        Kendisi, kendi içinde başka dillere çevrilebilir diyormuymuş? Mesela örnek veriyormu, arapça olmayan bir dilden hiç bahsediyor mu?

        ”anlayaıp kavramaya çalışmıyor musunuz ” sizden alıntı

        Bu hitap kime dostum? Anlayasınız diye arapça gönderdim dedikleri anlayamayınca üstüne, ”anlayaıp kavramaya çalışmıyor musunuz ” denmiş olmasın?

        Sizde bu hitabın dünyada yüzlerce farklı dil konuşan milyarlarca insana yapıldığına kanaat getirdiniz öylemi?

        Şöyle yapalım mı?

        Çinceden başka bir dil bilmeyen birine ya da türkçeden başka bir dil bilmeyen birine orijinal diliyle yani arapça olarak,

        ”Apaçık Kitab’a andolsun ki, iyice anlayasınız diye biz, onu Arapça bir Kur’an yaptık.”Zuhruf,2-3-Diyanet

        yukarıdaki ayeti okuyalım!

        Baktık ki şaşkın şakın yüzümüze bakıyor o anda hemen arapça olarak aşağıdaki soruyu soralım,

        ”anlayaıp kavramaya çalışmıyor musunuz ” sizden alıntı

        Evet birincide anlamadıysa ikinci soruda kesin olarak anlamıştır!

        Demek ki sizin beklentiniz kendine söylenenden hiçbir şey anlamayan birinin anlamadığı şeyin bir tanrı çağrısı olduğunu düşünerek hareket etmesi ve onun peşinden gitmesi!

        Bir zamanlar taha akyoldan dinlemiştim. Zamanında Nasır’ın arapça konuşmalarını radyodan dinleyen babası içlenir ve ağlarmış ne güzel kuran anlatıyor diye! Sonradan öğrenmişler ki adam sosyalizmi anlatıyor!

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Kadir
      belliki bana cevap vermek yerine sn toroya cevap yazmışsınız… olabilir hepimiz zaman zaman buna benzer durumlarda hata yapabiliriz.
      Gelgelelim iddia ettiğiniz benim “yanlış” meallerime .daha önceki yorumlarımız da Ben size çevirmen olmadığımı söylemiştim.o mealleri ben çevirip buraya yazmış olsam ve bariz bir şekilde anlamlarını kaydırsam haklısınız! Bu konuda neden bize kızıyorsunuz ilgili makam diyanet tir !
      Ayrıca yarın diyanet çıkıp size sizin mealleriniz hatalıdır derse buna karşı nasıl bir savunma yapacaksınız ?çünkü ayeti çeviren sizsiniz!
      Saygılar…

      • kadir dedi ki:

        sayın fossoyeur…

        “Bu konuda neden bize kızıyorsunuz ilgili makam diyanet tir !
        Ayrıca yarın diyanet çıkıp size sizin mealleriniz hatalıdır derse buna karşı nasıl bir savunma yapacaksınız ?çünkü ayeti çeviren sizsiniz!
        Saygılar…”

        sizden alıntı..

        ben size kızmıyorum. ben sadece doğrunun peşinden gitmeye çalışıyorum.. ayrıca siz sanırım sitede yenisiniz. bizim sayın toroyla uzun zamana dayalı yazışmalarımız var. sayın toro bilir ki bu ayetler hakkında bu sitede defalarca yorum yaptık. olması gerektiği şeklini arapça metne dayanarak açıkladık. sayın toro bunu bilir..

        saygılarımla..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        — ayetler hakkında bu sitede defalarca yorum yaptık. olması gerektiği şeklini arapça metne dayanarak açıkladık. (senden alıntı)

        bizde ayetlerle ilgili yorumlarımızda, olması gerektiği şeklini Arapça metnin tercümelerine dayanarak yaptık, siz ise bizim yorumlarımızın hatalı meallerden kaynaklandığını iddia edip durdunuz, pardon durmadınız iddia etmeye devam ediyorsunuz,

        Elmalılı Hamdi Yazırla başlayan, daha sonra birçok kişi tarafından yapılan tercümeler, tommiks, teksas kitaplarına bakılarak mı tercüme edildi acaba? onların ellerindeki Arapça metin, Arapça kuran değil miydi yoksa? Kuranı tercüme edenler Arapça bilmiyorlar mıydı da hatalı çeviri yaptılar? Kuran gibi bir kitabı hangi cüretle eksik Arapça bilgileriyle tercüme ettiler acaba?

        tabi tercüme edenlerin içerisinde ayetleri kurtarabilmek için kelime oyunları, yamalar yapmaya kalkan birkaç kişi de var, ayetlerin anlamını eğip bükmeye cesaret edebildiklerine göre, herhalde o birkaç kişi bakarayı makaraya alanlar grubuna dahil olmalılar,

        şu sizin Arapça metne dayanarak olması gerektiği şekilde yaptığınız açıklamaların kaynağı hangi Arapça metindir acaba?

        eğer diğer çevirmenlerin de tercüme ettikleri Arapça metinse, Arapçayı herkesten daha iyi bildiğinizi nasıl iddia edebiliyorsunuz? bu konuda elinizde diyanet tasdikli belge mi var?

        eğer aynı Arapça metin değilse, elinizdeki Kuran’ı nereden buldunuz, yoksa yakıldığı söylenen Hafsanın sandığını mı buldunuz?

        dürüstlüğüyle, güvenirliliğiyle, yalan söylememesiyle öğündüğünüz peygamberinize layık bir mürid olmak için biraz çabalasanız daha iyi olmaz mı?

      • kadir dedi ki:

        sayın fossoyeur…

        size hitaben yazmam gerekirken sayın toro ya yazmışım. bu yüzden sayın toro dan özür diliyorum..

        saygılarımla…

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ‘‘ğer diğer çevirmenlerin de tercüme ettikleri Arapça metinse, Arapçayı herkesten daha iyi bildiğinizi nasıl iddia edebiliyorsunuz? bu konuda elinizde diyanet tasdikli belge mi var? ‘’sizden alıntı’’

        Demek ki sizin bu mantıkınıza göre,arapçayı bilmek için Diyanetten icazet ve onay almak da gerekir miş ? Yoksa bir insan Arapçayı öğremenez,öyel mi ?

        Saygılar.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Yoksa bir insan Arapçayı öğremenez,öyel mi (senden alıntı)

        ben Arapçayı bilmene karşı çıkmıyorum, keşke bende en azından bir yabancı dil öğrenebilseydim,

        kaldı ki Arap dilinin konuşulduğu Ülkelerde çalışan Tük işçiler şakır şakır Arapça biliyorlar,

        ben senin bu Ülkede yapılmış tüm Kuran tercümelerinin hatalı olduğunu iddia etmene tepki gösteriyorum,

        sen Kuran çevirmeni olmadığın halde (yoksa çevirmen misin?) Arapçayı öğrenebiliyorsun da, Kuranı tercüme edenlerin Arapçayı öğrenmeden mi tercüme yaptıklarını sanıyorsun ki, buraya kopyalanan her ayeti hatalı meal deyip reddetmeye kalkıyorsun,

        özetle, Arapça bilmene dediğim bir şey yok ama Kuran ayetlerinin hatalı tercüme edildiğini iddia edersen, hiç kusura bakma seni ciddiye alacak değilim,

        eğer Arapçayı bu Ülkede herkesten çok daha iyi bildiğini iddia ediyorsan, diyanetten buna dair belge alman gerekir, yada şu herkesten çok daha iyi bildiğini iddia ettiğin Arapçayı nerede öğrendiysen, oradaki uzmanlardan onaylı belge alman gerekir, çünki bir iddia öne sürülüyorsa, iddiayı öne süren bunu kanıtlamak zorundadır,

        ciddiye alınmak istiyorsan, Arapçayı herkesten daha iyi bildiğin iddiası gibi bir tutarsızlık yapma, en azından inandığın peygambere saygın varsa bunu yapma?

        çünki bunu hiç kimse yemez, olsa olsa herkeste, senin savunamayacağın ayetlerin anlamını eğip bükmek için hatalı meal safsatası icad ettiğin kanısı hakim olur, özetle senin art niyetli demagog olduğuna hükmedilir,

        zaten bir şeyler söylemeye kalktığında mantık kurallarını yerle bir etmenden, senin demagoji konusunda da uzman olduğun anlaşılıyor,

        kusura bakma ama Arapça konusunda son derece iddialı sözlerin karşısında senin iyi niyetli biri olduğun konusunda kendimi ikna edemiyorum.

  214. Bi yabancı dedi ki:

    Okuyucu ;
    Muhammedi masum olarak göstermeye kalkışan dangalaklara göre, hani Kuranın tanrısı, yeni bir hüküm getirmek istediğinde, sanki doğrudan söylemek zor bir şeymiş gibi, örnek olması açısından, o şeyi önce Muhammede yaptırıyor ya, sonra hüküm altına alıyor ya? (senden alıntı)

    Okuyucu senin gibi adaptan ve ahlaktan yoksun soytarıların bi münazara esnasında sinirlenip karşı tarafın bireylerine hakaret etmesi bizim ne kadar haklı olduğumuzun bir göstergesidir. Sana hakaretle karşılık vermeyecektim sayfa yöneticisinin sözlerini sansürlemesini bekledim ama sayfa yöneticisi harekete geçmeyince ben geçeyim dedim! Evet yer altı yer üstü kaynaklarını var edip insanları birbirine kırdırma politikası güden bi tanrıya inanan okuyucu gibilere ahlaktan yoksun tabirini kullanmak oldukça yerinde olur o yüzden o dangalak kelimesini misliyle sana iade ediyorum.Hakaretinin hedefinin kim yada kimler olduğunu iyi biliyorum.

    bunu belki geri zekâlı ahmaklara yutturabilirsin ama bana yutturmaya kalkmandan hiç hoşlanmadığımı bilmeni isterim, çünki geri zekâlı ahmak yerine konmak hiç hoşuma gitmez, (senden alıntı)

    Burda bi tane hazımsız var oda sensin ve ancak bilgisiyle başedemeyip zekasıyla savaşamayıp hazımsızlık yapanlar gerizekalılıkla suçlanabilir o yüzden senden daha gerizekalı kimse yok burda! Bu çok bilmiş ukala tavrınla dikkat çekme çabaların boşuna Sayın Toroyu biraz kendine örnek edin ve boşuna cafcaflı cümleler kurmaya çabalama hem beceremiyorsun hemde zaten inanç noktasında tasarladığın tanrı ve evren figürü senin ne kadar boş bir adam olduğunu gözler önüne seriyor.
    Sen Kuranın Tanrısını eleştireceğine evrenin tanrısı diye tabir ettiğin o yobaz diktatör vahşi ruh hastası yaratıcını eleştir.Amaçsız sebepsiz bir evren yaratıyor sonra o evrende toz tanesi kadar yer kaplamayan bi dünyada göz yaşı dökmeyi bilen içi duygu yoğunluğuyla dolu bir sürü değere ve maneviyata sahip insanları birbirine kırdırmak için yer altı ve yer üstü zenginliklerini var ediyor. Tanrıya bak çay demle….
    Yazılarında haddi aşarak bir dinin peygamberinin savunucularına dangalak gerizekalı gibi hakaretleri sebebiyle hadsizlik yapan bu sözde okuyucu arkadaşa ettiğim hakaretler için herkesten özür diliyorum..Ama sonuna kadar bu ukala hakediyor.Bizler yansıtıcıyız onun sözlerini ona yansıttık.

  215. kadir dedi ki:

    sayın fosseyeur..

    “Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.tahrim 1 diyanet…

    Allahın ilk muhatabı kendini dinlemiyor ise ilk muhataba muhatap olanların dinlememesi gayet doğal olsa gerek…(!)
    İlginizi çeker diye düşündüm. ..
    saygılar. …”

    sizden alıntı…

    peygamber haşa tanrı değildir. oda bizim gibi bir beşerdir.. ve hatasız değildir. onun hatası kasten ve bilerek yapılan hatalar değildir.. bir hedefe ulaşabilmek için bazen yanlış yolları tercih edebiliriz.. kasten yanlış olduğunu bile bile o yola sapmayız.. işte insan olan peygamberde allahın rızasına ulaşabilmek adına bazen yanlış hareket etmiş olabilir.. işte bu ayetler bile kuranın peygamber sözü olmadığının kanıtıdır. eğer onun sözü olmuş olsaydı, kendini peygamber ilan eden bir insan kitabında kendini hatasız anlatırdı.. ve bunun gibi nice ayetler vardır.. “sana sebat vermeseydik azda olsa onlara meyledecektin.” “sana geleni bırakıpta sen suratını asıp onlara yöneliyosun”,
    “eşini kendine sıkı tut, diyordunda bunu içinde gizliyordun” vs.vs. daha bunun gibi nice ayetler var.. bu sadece hz. muhammet için değil, kuranda geçen birçok peygamberinde sınava tabi tutulduğu anlatılır. kimisi sınavı geçmiştir, kimisi geçememiş tövbe etmiştir.. sizin mantığınıza göre bir peygamber hatasız olmalı öylemi…

    kaldıki hz. muhammet bile hata yapabiliyor ise sahabenin hata yapması normal değilmi? ki kuranda sahabenin hatalarıda anlatılır.. peygamberin yapmış olduğu bu hatalar yanılmadan ibarettir. bilerek ve kasten işlenmiş hatalar değildir. hz. muhammet peygamberimize ve kuranda adı geçen ve geçmeyen bütün peygamberlerimize selam olsun.. allah bizlere onların karakterinde bir insan olmayı bizlere nasip etsin..

    saygılarımla…

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Kadir
      “Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.tahrim 1 diyanet…

      Lütfen bu ayetten tam olarak ne anladığınızı bana yazarmısınız. ?ayeti kendinizde meal edebilirsiniz. .

      sizin mantığınıza göre bir peygamber hatasız olmalı öylemi…
      (Sizden alıntı )
      yanılıyorsunuz kadir bey benim mantığıma göre hiçbir insan hatasız olamaz.sorunuzun muhatabı olan İslam alemine bu soruyu yöneltirseniz sanırım cevabınızı alırsınız…sadece dikkatinizi şuraya çekmek isterim;yukarıda verdiğim ayette allaha rağmen allahın hükmünün çiğnenmesi sözkonusu.bu noktada ilk muhatap bir hükmü çiğneyerek diğerlerine örnek oluyor .eh bende bu noktaya değindim. Hani derler ya hoca “bilmem ne yaparsa cemaat bilmem ne yapar”.ama ben yinede bu noktada sözü burada kesiyorum ve sizin bu ayetten ne anladığınız ve kendi mealiniz le bana geleceğiniz cevabı bekliyorum. O zaman detaylara ineriz. ..
      saygılar…

  216. kadir dedi ki:

    sayın fossoyeur…

    tahrim suresi 1. ayette allahın haram kılmadığı bir olayı, sırf eşleri hoşnut olsun diye kendine yasaklamıştır.. belliki peygamber efendimiz eşlerinden birine ve bir kaçına karşı sırf onları memnun etmek adına onlara bir söz vermiş, ve bu sözünde sadık olmuştur. kendini bir takım şeylerden mahrum bırakmıştır.. peki bu olay ne olabilir? peygamberin kendini mahrum bırakmasıyla ilgili bir takım rivayetler mevcuttur.. bu rivayetler doğruda olabilir, olmayabilirde.. bu yüzen o rivayetleri buraya yazmayacağım. ve kuranın bütününe bakarak yorumlayacağım..

    bana göre peygamberin kendine yasak kıldığı olay ahzab suresi 51. ayet olabilir.. “orada eşleriyle ilgili dilediğini yanına alır dilediğini geride bırakırsın” hükmü vardır. ve ben bu mahrum kalma olayı bu ayetle ilgili olabilir.. fakat sebep her ne olursa olsun ayetin mesajını kavramak gerek. çünkü herşeyden önemlisi budur.. ayette yüce allah peygamberine şöyle diyor; ey peygamber benim yasaklamadığım bir şeyi sen yasaklayamazsın. benim haram kılmadığım şeyi sen haram kılamazsın. hüküm sahibi ve helal, haram kılma yetkisi sadece allahındır. bununla beraber o çok affedici ve esirgeyendir. ” “birde allahın yasak kılmadığı bir davranış üzerine asılsız yemin etmeyin.. bu yeminlerin kefaletle bozulmasını allah meşru kılmıştır.” deniliyor..

    peygamber müminlere örnek olduğuna göre eşlerine karşı sergilediği bu tutum diğer müminlerlede örnek olurdu.. ve müminler arasında aslında yasak olmayan bir davranış yasak sayılacaktı.

    saygılarımla…

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Kadir

      tahrim suresi 1. ayette allahın haram kılmadığı bir olayı, sırf eşleri hoşnut olsun diye kendine yasaklamıştır.. belliki peygamber efendimiz eşlerinden birine ve bir kaçına karşı sırf onları memnun etmek adına onlara bir söz vermiş, ve bu sözünde sadık olmuştur. kendini bir takım şeylerden mahrum bırakmıştır.. peki bu olay ne olabilir? peygamberin kendini mahrum bırakmasıyla ilgili bir takım rivayetler mevcuttur.. bu rivayetler doğruda olabilir, olmayabilirde.. bu yüzen o rivayetleri buraya yazmayacağım. ve kuranın bütününe bakarak yorumlayacağım..
      ( Sizden alıntı )
      Bu ayette (haram kılmadığı değil) helal kılınan bir şeyin peygamber tarafından kendine haram kılınması yada sizin tabirinizle yasaklanması sözkonusu. Şimdi buraya kadar parantez içi hariç hemfikiriz. Kendine bu yasaklamayı neden yaptığına dair bazı rivayetlerin olduğunu ancak doğruda olabilir yanlışta olabilir kaygısı ile buraya yazmadığınız rivayetleri keşke yazsaydınız.

      Şimdi önce yazmadığınız rivayetler üzerinden gidelim.evet rivayetler doğruda olabilir yanlışta olabilir lakin bir olayı çömzümlerken bize fikir edinme konusunda önbilgi sunar.çoğunlukla bu rivayetler de bu yasaklamanın 28 gün sürdüğü belirtilir. Hatta ilk başlarda önemsenmemiş daha öncede yaptığı gibi uzlete çekildiği sanılmış zaman uzayınca eşlerini boşayacağı yönünde fısıltılar yayılmaya başlamış. 29.günde bu yasaklama sözkonusu ayetle son bulmuş.bir önceki yorumunuzu hatırlayalım;ne demiştiniz?(peygamberin yapmış olduğu bu hatalar yanılmadan ibarettir. bilerek ve kasten işlenmiş hatalar değildir. )
      şimdi burda 28 gün süren bir yanılma olabilirmi? Buna yanılma denilir mi? Bu zaman zarfında bazı arkadaşlarında iddia ettiği gibi aracısız olarak allah hatasını bildirmez mi?öyleya eşinin sırrını açığa vurduğunu bildiren bir ama yı tersleyince yaptığının hata olduğunu anında bildiren allah burdaki hatayı neden 28 gün sonrasına ertelemiştir?

      Ben rivayetlere itibar etmem diyorsanız buyrun direkt sizin yorumlarınız üzerinden gidelim;

      ayette yüce allah peygamberine şöyle diyor; ey peygamber benim yasaklamadığım bir şeyi sen yasaklayamazsın. benim haram kılmadığım şeyi sen haram kılamazsın. hüküm sahibi ve helal, haram kılma yetkisi sadece allahındır. bununla beraber o çok affedici ve esirgeyendir. ”
      (Sizden alıntı )

      Sizin yazdığınız gibi bir ayet olabilirdi mesela “benim yasaklamadığım bir şeyi sen yasaklayamazsın”.
      Burada dikkat ederseniz peygamber bilmediği birşe yi yasak etmiyor bildiği şeyi yasak ediyor. Çünkü ayette allahın sana helal kıldığı şeyi…..diye belirtiliyor.yani helal yada yasak olmadığını bile bile kendine yasak ediyor. .Ayrıca bir çok ayette kendisine hikmet öğretildiği belirtilen peygamber nasıl bu hataya düşer?cevap verirken peygamberin ismet sıfatını gözardı etmezsiniz umarım …
      Saygılar…

      • kadir dedi ki:

        sayın fosseyeur…

        “ayette yüce allah peygamberine şöyle diyor; ey peygamber benim yasaklamadığım bir şeyi sen yasaklayamazsın. benim haram kılmadığım şeyi sen haram kılamazsın. hüküm sahibi ve helal, haram kılma yetkisi sadece allahındır. bununla beraber o çok affedici ve esirgeyendir. ”
        (Sizden alıntı )

        Sizin yazdığınız gibi bir ayet olabilirdi mesela “benim yasaklamadığım bir şeyi sen yasaklayamazsın”.” sizden alıntı..

        böyle ayetler kuranda onlarca vardır.. sanırım siz gözden kaçırmışsınız..

        “sana vahyedilene uy…”
        “bizim sözümüzün üzerine söz getirirsen senin şah damarını keseriz.. ”
        “rabbinden sana ne indirildiyse onu tebliğ et..”
        “sen sadece bir uyarıcısın. onların üzerinde zorba değilsin”
        “hakim kitaba and olsun (hüküm veren, hüküm sahibi kitaba andolsun)
        “peygamber kendisine ne indirildiyse ona iman etti”

        vs.vs.vs….

        ve bunun gibi daha onlarca ayet yazabilirim.. hüküm sahibi yanlızca allahtır.. peygamber bir hüküm verecekse eğer heva ve hevesine uymadan allahın vahyi doğrultusunda hüküm verir..

        “Burada dikkat ederseniz peygamber bilmediği birşe yi yasak etmiyor bildiği şeyi yasak ediyor. Çünkü ayette allahın sana helal kıldığı şeyi…..diye belirtiliyor.yani helal yada yasak olmadığını bile bile kendine yasak ediyor. .Ayrıca bir çok ayette kendisine hikmet öğretildiği belirtilen peygamber nasıl bu hataya düşer?cevap verirken peygamberin ismet sıfatını gözardı etmezsiniz umarım …

        sizden alıntı…

        hikmet demek benim kurandan anladığım kadarıyla, davranış olarak allahın emrettiği en güzel davranışları sergilemek demektir.. yanılıyorsamda bu sitedeki müslüman arkadaşlarımın beni düzeltmesini rica ederim.. bu kanıya isra suresinde ki davranışlarla ilgili ayetlere dayanarak ve lokman suresinde hz. lokmanın oğluna hikmet olarak nasıl davranması gerektiğini öğütlediği ayetlere dayanarak bu kanıya vardım..
        peygambere verilen hikmet işte budur.. davranış olarak en güzelini sergilemek.. nitekim hz. peygamber olsun keza geçmiş diğer peygamberler hikmet sahibidir.. ve kuranda geçen bu davranışları sergileyen her insan hikmete ulaşmış demektir..

        nitekim hz. peygamber hatalı davranışı kendi nefsine dayalı yapmamış, başkasını memnun etmek adına kendinden fedakarlık etmiştir.. aslında yasak olmayan bir durumu eşini mutlu etmek adına kendine yasaklamıştır.. bu konuyla ilgili kuranda bir çok örnek vardır.. sad suresinde hz. davudun koyun sahipleri hakkında verdiği hükümün o an doğru olduğunu düşünmesi, ve sonradan sınava tabi tutulduğunu anlaması…

        işte hikmet sahibi hz. davutta bir insan olduğundan yeri geldiğinde hata yapabiliyor.. bu hatalar o dönemki milletlere örnek teşkil edeceğinden bu davranışın düzeltilmesi gerekir..
        hz. musanın istemeden birini öldürmesi,
        hz yunusun milletini terk ederek gemi ile kaçması…

        gibi hikmet sahibi peygamberlerin sırf insan olma sıfatıyla istemeden yaptıkları hatalardır..
        fakat bu peygamberler bu hataları bir daha yapmamış, hikmete uygun bir şekilde tebliğlerini yerine getirmişlerdir.. hz. muhammed peygamberimizde öyle… selam onun üzerine olsun…

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Kadir

        böyle ayetler kuranda onlarca vardır.. sanırım siz gözden kaçırmışsınız..
        ( Sizden alıntı )

        Benim bir şeyi gözden kaçırdığım yok sadece sizin söyleminizin bu ayete uyabileceğini belirtmek istedim. Lakin görüyorumki kendi ayağınıza kurşun sıkmak gibi bir durum oluşturdunuz. Biraz mantıklı düşünmeye davet ediyorum sizi. …şöyleki şimdi aşağıdaki uyarılara bir daha bakın ve düşünün?!

        “sana vahyedilene uy…”
        “bizim sözümüzün üzerine söz getirirsen senin şah damarını keseriz.. ”
        ( Sizden alıntı )

        Yani bu uyarıları almış kendisine de hikmet öğretilmiş ve doğru yola klavuzlanmış bir peygamber nasıl olurda allahın kendisine helal kıldığını haram kılar? Bahanesi neymiş eşlerinin rızası? Demekki allahın rızasından daha önemli şeylerde var peygamber için.ayrıca rivayetlerde hiçte eş rızası için yapıldığı söylenmiyor öyleki eşleri nerdeyse kendilerini boşayacağı kanısına varmışlar. Bütün bunlar bir tarafa ilk muhatap nasıl olurda helal olan bir şeyi kendisine yasak eder hemde yeminler ederek.çok basit bir soru soruyorum size siz hala lafı dolaştırıyorsunuz. Bana lafı dolaştırmadan cevap verirmisiniz;ilk muhatap nasıl oluyor da kendisine helal kılınan bir şeyi yeminler ederek kendisine haram kılıyor? .

        hikmet demek benim kurandan anladığım kadarıyla, davranış olarak allahın emrettiği en güzel davranışları sergilemek demektir..
        ( Sizden alıntı )

        Ben size hikmet nedir diye bir soru sormadım.sorduklarımı cevaplamaya çalışırsanız konuyu dağıtmamış olursunuz.madem açtınız izah etmeye çalışayım. Hikmet tümel bilgidir.bilginin en iyi şekilde tatbik edilmesidir.islamda amel ile birlikte ilim denilebilir.şimdi bu çerçevede peygamberin ilgili ayette bunu yerine getirdiğinden söz edebilirmiyiz?

        ..nitekim hz. peygamber hatalı davranışı kendi nefsine dayalı yapmamış, başkasını memnun etmek adına kendinden fedakarlık etmiştir..
        ( Sizden alıntı )

        Başkasınımı memnun etmesi esastır yoksa Allahı memnun etmesimi esastır?isterseniz siz kuranı birdaha okuyup bu sorunun ve yukarda ki diğer sorularımın cevabını bulmaya çalışın. ..
        saygılar….

      • 1okuyucu dedi ki:

        fossoyeur;

        —burada dikkat ederseniz peygamber bilmediği birşe yi yasak etmiyor bildiği şeyi yasak ediyor. Çünkü ayette allahın sana helal kıldığı şeyi…..diye belirtiliyor.yani helal yada yasak olmadığını bile bile kendine yasak ediyor. .Ayrıca bir çok ayette kendisine hikmet öğretildiği belirtilen peygamber nasıl bu hataya düşer?cevap verirken peygamberin ismet sıfatını gözardı etmezsiniz umarım … (senden alıntı)

        Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. “(tahrim-1)

        Kuranın tanrısının Muhammede helâl kıldığı şeyden, Muhammedin Kuranın tanrısının seslendiği kişi olması nedeniyle haberinin olmaması asla söz konusu olamaz,

        yani Muhammedin kendisine neyin yasak neyin serbest olduğunu bilmemesi mümkün değil, herhalde bunu Kuran ayetlerini tebliğ ettiği müritlerinden öğrenecek hali yok?

        o nedenle Muhammed, Kuranın tanrısının yasakladığı hiç bir şeyi yapmaz, yani Muhammed her ne yaptıysa kendisine helâl kılındığı için yapmıştır,

        o nedenle eşlerinin hoşuna gitmeyen şey, Muhammedin yaptığı şey değilde, yaptığı şeyin yapılış şeklinin (icraat faslının) yanlış olması olmalı?

        —Başkasınımı memnun etmesi esastır yoksa Allahı memnun etmesimi esastır?isterseniz siz kuranı birdaha okuyup bu sorunun ve yukarda ki diğer sorularımın cevabını bulmaya çalışın. ..
        saygılar…. (senden alıntı)

        amma abes bir soru sormuşsun ha! tabi ki esas olan, Muhammedin Kuranın tanrısını memnun etmesidir? (bu cümledeki ince nüansı anladığında bana kızmayacağına eminim)

        ayrıca her Müslüman için Kuranın tanrısının rızasını kazanmaktan daha önemli ne olabilir ki?

        ama megâfirin (bal şerbeti) hakkını vermek lâzım, ortalığın toz duman olmasına, Kuranın tanrısının öfkelenmesine bile sebep olmuş? insanın” ne şerbetmiş be!” diyesi geliyor?

        hikâyeye gelirsek, Muhammedin yaptığı şeyin ne olduğu konusunda Müslüman arkadaşlar megâfir hikâyesini tercih ediyorlar? o nedenle işe megâfirle başlayalım

        Muhammed, eşlerinin megâfirin kokusunu beğenmediklerini, o nedenle içmemesini rica etmeleri üzerine, eşlerine olan saygısından! dolayı megâfiri kendisine yasaklamış, “alt tarafı bal şerbeti, içsem de olur, içmesem de olur, yeter ki eşlerim kokusundan rahatsız olmasınlar” demiş,

        bunu duyan Kuranın tanrısı Muhammede, “sen nasıl olurda benim sana helâl kıldığım megâfiri, eşlerinin lafına bakarak kendine yasaklamaya kalkarsın, eğer eşlerin seni, benim sana helâl kıldığım şeylerden men etmeye kalkıyorlarsa, hemen boşa onları kurtul onlardan, ben sana daha iyilerini bulurum” demiş,

        bu tehdit karşısında, peygamber eşi olma avantajını kaybetmek istemeyen Muhammedin eşleri Muhammede, “bundan sonra senden hiçbir şey hakkında ricada bulunmayacağız, gerektiğinde içmen için sana bol bol megâfir temin edeceğiz” demişler,

        hatta bazen eşlerinden birinin Muhammede, bana ait olan odama senin için megâfir koydum, ben dereye çamaşır yıkamaya gidiyorum, sen istediğin kadar megâfir içebilirsin dediği de olmuş,

        ama kafamı karıştıran bir durum var, bu megâfir daha önce yasak mıymış ki, topluma örnek teşkil etmesi açısından Muhammede helâl kılınmış, oysa Muhammede helâl kılınan şeylere! baktığımda, içerisinde megâfir yok,

        senin anlayacağın bu megâfirin hikmetini pek anlayamadım? çünki, Kuranda sadece haram kılınan yiyecekler ve içeceklerden söz ediliyor, dolayısıyla haram kılınmadıkları için daha öncede içilen içecekler içilmeye devam ediliyor, yani haram kılınmayan yiyecek ve içecekler hiç bir zaman haram kılınmamış ki helâl kılındığından söz edilsin,

        dolayısıyla, Kuranın tanrısı” sana helâl kıldığım şeyi niçin kendine haram ediyorsun?” diyeceğine “sana haram kılmadığım şeyi niçin kendine haram ediyorsun?” deseydi, megâfire uygunluğu açısından bir nebze olsun daha doğru bir ifade kullanmış olurdu?

        herhalde Kuranın tanrısı öyle demek istemiştir ama Cebrail yolda gelirken ne diyeceğini unutup, “Allahın sana haram kılmadığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun?” diyeceği yerde “Allahın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram kılıyorsun” demiş olmalı,

        galiba bu megâfir hikâyesi olup biteni açıklama konusunda pek tutarlı olmadı? sen ne dersin?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu :

        Sen dersine iyi çalışamıyorsun ! Bne bakara 178’i sana sordum cevabımı aldım konunun üstünde durmaya gerek yok !

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn 1 okuyucu

        galiba bu megâfir hikâyesi olup biteni açıklama konusunda pek tutarlı olmadı? sen ne dersin?
        ( Sizden alıntı )

        Megafir “hikayesi” dediniz bir hikaye üzerinden değerlendirme yapmak pek sağlıklı olmasa gerek.
        Öncelikle muhatabımın (kadir in) sorularımı cevaplamasını bekliyorum. Vereceği cevaplara göre bir değerlendirme yapabilirim.
        Saygılar…

      • 1okuyucu dedi ki:

        fossoyeur;

        —Megafir “hikayesi” dediniz bir hikaye üzerinden değerlendirme yapmak pek sağlıklı olmasa gerek. (senden alıntı)

        ortalığın allak bullak olduğu, Muhammedin tepki göstererek tavır koyduğu, hatta eşlerini boşamayı bile düşündüğü bir olayın, alt tarafı bal şerbeti olamayacağını,

        Kuranın tanrısının “Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? “ söylemini masaya yatırıp, haram, helâl kavramlarını kullanarak anlatmaya çalıştım, çünki bal şerbeti hiçbir zaman haram kılınmadı ki helâl kılındığından bahsedilsin, yani bal şerbeti tüm insanlık tarihi boyunca zaten herkese helâldi,

        o nedenle yaşanmış olayla ilgili ipucunu, Kuranın tanrısının ifade ettiği bu söylemin mantığında aramak gerekiyordu, o söyleme göre de helâl kılınan şeyin Muhammede has kılınan bir şey olduğu, “sana” diyerek hitap etmesinden anlaşılıyor,

        öyle olmasaydı Kuranın tanrısı “sana” demez, “benim haram kılmadığım şeyi sen kendine nasıl haram kılarsın” derdi,

        hadi zorlamalı bir ifade kullanalım, öyle durumda bile “sana” demez, “benim helâl kıldığım şeyi sen kendine nasıl haram kılarsın” derdi,

        işte ben bal şerbetinin yaşanan olayla bir ilgisi olmadığını anlatırken “megafir” kelimesini başka anlamda kullandığımı belirtmek istedim,

        hani polisin yaptığı operasyonlar bazı kod ifadelerle tarif edilir ya, bende yaşanmış olan olayın (her ne yaşanmışsa) kod adının megâfir olduğunu belirtmeye çalıştım,

        ama yaşanan olayın sebep olduğu sonuçları göz önüne aldığımızda, yaşanan olayın çalkantılara sebep olacak önemli olduğu ortada,

        —Öncelikle muhatabımın (kadir in) sorularımı cevaplamasını bekliyorum. Vereceği cevaplara göre bir değerlendirme yapabilirim. (senden alıntı)

        Müslüman arkadaşlar genellikle megâfirle ilgili anlatılan kıssalara itibar etmektedir, o nedenle söz konusu olayın megafirle ilgili olduğunu söyleyeceklerdir,

        yani megâfir konusunda Müslüman arkadaşlarla bir ayrılığımız yok, megâfirin ne olduğu konusunda birbirimizden ayrılıyoruz, benim açımdan ise bir şey fark etmiyor, onlar megâfir dedikçe ben o megâfiri kodlayarak olayın gerçek görüntüsünü görebiliyorum,

        bu arada, bana hitaben yazılmış mesajlara cevap verirken, megâfir konusuna Fransız kaldım ve o nedenle senden alını yaparak cevap yazdım, bunu sanal alem formatı gereği, hepimizin her türlü mesajla ilgili fikir beyan etme hakkımızın olması nedeniyle yaptım, eğer aranızdaki söyleşiye müdahil olmam seni rahatsız ettiyse özür dilerim.

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn 1okuyucu

        Merak etmeyin sizin ne demek istediğinizi ben gayet iyi anlıyorum. Bu nedenle ortada herhangi bir rahatsız olma durumu yok. Elbetteki söyleşiye müdahil olup fikir beyan edebilirsiniz. Beni şaşırttınız doğrusu; özürdilemenizi gerektirici hiçbir durum sözkonusu değil.Size hitaben yaptığım yorumda ince nüansı farkedip beni anlayacağınızı ümit etmiştim.
        Saygılar….

      • 1okuyucu dedi ki:

        fossoyeur;

        —Size hitaben yaptığım yorumda ince nüansı farkedip beni anlayacağınızı ümit etmiştim (senden alıntı)

        kusura bakma, ben herhalde alınganlık göstererek mesajındaki söylemi “sen çekil aradan” gibisinden anladığım için özür diledim,

        şöyleki Müslüman arkadaşlara sorduğun sorunun cevabını almak için peşine düştüğünde, genellikle cevap vermek yerine araya biri girsede onun mesajından bir cümleyi cımbızla çekip konuyu başka yöne çeksek taktiği güttüklerini bildiğim için ben araya girince seninde öyle bir endişeye kapıldığını düşündüm,

        ama merak etme, onlara ne sorarsan sor cevap vermezler, vermeyi denediklerinde de genellikle saçmalarlar, yani sorduğun sorunun cevabını hiçbir zaman alamazsın,

        seni yanlış anladığım için tekrar özür dilerim, tekrar yazışmak umudayla esen kal.

  217. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Bu arada Taberiden daha iyi arapça bildiğinizi iddia edecek kadar narsist olmanız ilginçtir. Şunu hiçbir zaman unutmayın, bir dil ve bir din en iyi doğuşuna en yakın olanlar tarafından bilinir, anlaşılır! Çünkü doğuş anındaki konuşma diline en hakim olanlar onlardır! Bu nedenle sizin bir dilin ya da bir dinin değişime uğrayarak geçirdiği 1400 yılın sonrasında herkesi yanlış anlamakla itham edip bu sayede kendinizi de en iyi anlayan olarak gösteremezsiniz!” sizden

    taberi yapmış olduğu tefsiri kendisimi türkçeye çevirmiş, yoksa başkaları mı? taberinin yapmış olduğu tefsirde gerçekten anlatmak istediklerini bire bir türkçeye çevrilmiş midir? eğer bana; gidin bunu çeviri yapanlara sorun derseniz narsist sizsiniz derim..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ”taberi yapmış olduğu tefsiri kendisimi türkçeye çevirmiş, yoksa başkaları mı? taberinin yapmış olduğu tefsirde gerçekten anlatmak istediklerini bire bir türkçeye çevrilmiş midir? eğer bana; gidin bunu çeviri yapanlara sorun derseniz narsist sizsiniz derim..” sizden alıntı

      Çok doğru bir tespitte bulunmuşsunuz! Sizi gerçekten tebrik ediyor ama beni bu cevabı vermek için bunca zaman bekletiğiniz içinde kınıyorum!

      Peki şimdi bende size sorular sorayım mı?

      Kendine peygamberim diyen ayetleri toplayan kurulun başında mıymış da ortaya çıkan kitap onun birebir ağzından çıkanlardan oluşmuştur diyebiliyorsunuz?

      Kitabın içinde benim sözlerimi arap olmayan ve arapça bilmeyenler anlasın diye çevirin (meal edin), çevirilenleri anlamayanlara da anlatın (tefsir edin) diyor mu ki ortada bunca meal, tefsir ve mealci,tefsirci var?

      Zaten anlaşılsın diye arapça gönderilen bir kitabı okuyan, arapça bilen arapların ekseriyeti kendi dillerindeki bu çağrıyı anlamışlar mı ki taberi ve onun gibiler oturup kendi tefsirlerini yazarak insanlara, kitabın tanrısı aslında ”bunları diyor” demişler? Birileri böyle bir ihtiyacın olduğuna karar vermişse, arapça bilen arapların ekseriyeti kendileri anlasın diye arapça gönderilen mesajı anlayamamışlar demektir! Yoksa, zaten anlaşılan bir mesaj için taberi ve benzerlerine neden başvursunlar ya da taberi ve benzerleri nasıl ortaya çıkabilsin?

      Yazımı iyice okusaydınız benim zaten meal,tefsir ve çeviri eylemlerinin bu inanca göre yapılması mümkün olmayan eylemler oldduğunu söylediğimi görecektiniz! Dolayısıyla taberi dahil (sayın bilalde) kitabı anlamayanlara anlatıyorum diye ortaya çıkan herkes bana göre sadece ve sadece kendini kandırıyor!

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —taberi yapmış olduğu tefsiri kendisimi türkçeye çevirmiş, yoksa başkaları mı? taberinin yapmış olduğu tefsirde gerçekten anlatmak istediklerini bire bir türkçeye çevrilmiş midir? eğer bana; gidin bunu çeviri yapanlara sorun derseniz narsist sizsiniz derim.. (senden alıntı)

      birebir tercüme etmek, tercüme mantığına aykırıdır, böyle bir şeyin olabileceğini bırak söylemeyi, düşünmek bile abesle iştigaldir, o nedenle öne sürdüğün gerekçen, normal bir zekâya sahip insanların yapmayacağı bir saçmalıktır,

      çünki hiçbir dilde birbirini birebir karşılayacak kelimeler veya ifadeler bazen olmaz, benzerleri veya yaklaşık eş değerleri olur, sadece birebir kelimelerin olmadığı durumlarda cümlenin yapısına en uygun olan kelime seçilir, o nedenle bahane öne sürerken kendine olan saygını göz ardı etme,

      ayrıca, çeviri yapan çevirmenlerin İslâmiyete garezi mi? var ki, tüm çevirmenler hatalı çeviri yapıyor, eğer öyleyse tez davranın, çünki din elden gidiyor?

      eğer tüm çevirilerin hatalı olduğunu iddia ediyorsanız, Arapçayı herkesten çok daha iyi bildiğinizi iddia ediyorsunuz demektir, böyle bir iddiayı da ancak narsist olanlar yapabilir,

      çevirilerin hatalı olduğunu iddia ediyorsanız, hatalı olduğunu iddia ettiğiniz tercümeleri, çeviri yapanları ikaz ederek düzeltmeye çalışırsınız, çünki aklın yolu birdir,

      o halde, haydi ne duruyorsunuz, hemen yola çıkın, gideceğiniz adres belli, uygun adım marş marş? giderken İzmir marşını mı söylersiniz yoksa mehter marşını mı? orası sizin bileceğiniz bir şey, siz hele bir yola çıkın gerisi kolay? hadi gazanız mübarek olsun? yürü be Kadir, kim tutar seni?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu :

        Bana saçmaladın diyorsun ya sen şayet o yazının içinde sorunun cevabını göremiyorsan benim yapabileceğim bir şey yok. Zaten o yazıda senin soruna hayır cezalandırmaya hakkı olmaz cevabının örneklerle anlatımı var…

      • 1okuyucu dedi ki:

        —Bana saçmaladın diyorsun ya sen şayet o yazının içinde sorunun cevabını göremiyorsan benim yapabileceğim bir şey yok. Zaten o yazıda senin soruna hayır cezalandırmaya hakkı olmaz cevabının örneklerle anlatımı var… (senden alıntı)

        7. Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. (ali İmran-7)

        verdiğin örnekte, irademiz dışında gerçekleşen olaylardan söz edip, sana yapılmasını istemediğin bir şeyin başkasına yapılmasına hangi gözle bakacağımızı sormuşsun,

        yani empati yapabilmeyi becerebiliyor musun diye sormuşsun, bende empati yaparak kendimi Muhammedin yerine koydum ve Kuranın tanrısının, Muhammedin cinsel mutluluğu için didinip durduğunu gördüm, hemde tüm ahlâk ve adalet kurallarını yerle bir etme pahasına?

        ayrıca, alkol kullanmadığım halde, alkollü içkilere gelen zamlara tepki koyabilen nadir insanlardan biriyim,

        bu dünyada yasaklandığı için, içlerinde uhde olarak kalmış özlemlerine, öteki dünyada kavuşacakları ümidiyle yaşayanların, bu dünyada yapamadıklarını yapabilenlere duydukları öfkelerinin hıncını çıkaran fesat ruhlu insanların, “oh olsun, zıkkımın kökünü içsinler” teraneleri ise hiçte yabancısı olmadığım beddulardır,

        sorduğum sorunun cevabına gelirsek,
        senin o soruya hayır diyebilmen için Kuranın tanrıdan geldiğini kanıtlaman gerekir, yoksa sende ilimde derinleşmiş olan zatı muhteremlerin, Kuranın tanrıdan geldiğine dair yapacakları şahitliğin, Kuranın tanrıdan geldiğinin kanıtı olduğunu düşünenlerden misin?

        hani şu, Kuradaki, şiirsel, edebi anlatımların o günkü toplum kültüründe olmadığı, o nedenle Kuranın beşer sözü olmayacağını iddia eden zatı muhteremlerin söylemlerinin, Kuranın tanrıdan geldiğinin kanıtı olduğuna inananlardan mısın?

        eğer öyleyse, edebi şekle itibar etmeyip bir de o edebi metinlerin içeriklerini anlamaya çalışsaydın, insanlara ayar çekmeye çalışan bir tanrının (tanrı yaratığı varlıkları bir şeylere yönlendirmeye çalışıyorsa, ortada hatalı ürün yaratma var demektir, böyle bir durum tanrılık ilkesine aykırıdır) yapacağı tek şey, uyulmasını istediği emir ve yasakları bildirmektir, gereksiz peygamber kıssaları anlatıp, Musa aracılığıyla inek muhabbeti yapmak, peygamberlerin cinsel yaşamını düzenlemek değildir,

        —Fakat benim dünyada birisine en ufak bi zararım dokunduysa o zararın hesabını Tanrı bana sorsun ama benim soracağım bütün sorulara da cevap versin !!! (senden alıntı)

        senin sosyal yaşamın gerektirdiği otokontrol sistemlerinden haberin yok galiba, sanki dinler olmasa, insanlar birlikte yaşamanın gerektirdiği kuralları koyamayacaklar, bir anarşi ortamı sürüp gidecekmiş gibi hesap sormayı tanrıya havale ediyorsun,

        senin bu dünyada birisine en ufak bir zararın dokunduğunda, yaşadığın toplum, ister inançlı olsun ister inançsız olsun, suç işlediğin kanıtlandığı taktirde, bedelini öteki dünyaya bırakmadan bu dünyada kuzu kuzu ödetirler, o yönden için rahat olsun, yeter ki sen kendinde suç işleyecek cesareti bul,

        (idam cezasının kaldırıldığı Ülkemizde bile katil tazminat ödese de hapse atılmaktadır, yani Ülkemizdeki suçu kanıtlanmış katillerin elini kolunu sallaya sallaya toplum içerisinde dolaşama şansı yoktur)

        ama hakkını arayamayan pısırık kimseler, bir haksızlığa uğradığında, haklarını arayacakları yerde, hesap işini Kuranın tanrısına havale edip, uğradıkları haksızlıkların bedelinin öbür dünyada ödettirileceği umuduyla kendilerini avuturlar, yani pısırıkların kendini avuttuğu
        bir nevi züğürt tesellisi?

        o nedenle eğer öteki taraf varsa ve eğer öteki tarafın tanrısı kuranın tanrısıysa, öteki dünyada hesap sorulacak tek bir varlık var, o da peygamber gönderdiğini kanıtlayamadığı halde, ben tanrının elçisiyim diyenlere inanılmasını isteme, inanmayanları cezalandırma hakkı olmayan firavun kılıklı Kuranın tanrısıdır.

        bu arada, bakara-178’e iyi çalış, yakında sınava çağıracağım?

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “o halde, haydi ne duruyorsunuz, hemen yola çıkın, gideceğiniz adres belli, uygun adım marş marş? giderken İzmir marşını mı söylersiniz yoksa mehter marşını mı? orası sizin bileceğiniz bir şey, siz hele bir yola çıkın gerisi kolay? hadi gazanız mübarek olsun? yürü be Kadir, kim tutar seni?” senden alıntı..

        kuranı kerim bire bir ve yüzde 99 oranında doğru çevrilse kurana iman edecek misiniz?
        bence kendine bu soruyu sor.. sonra belki insanlara komut vermeyi bırakırsın… yoksa sen komut vermeyi evrenin tanrısından mı öğrendin…

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —-kuranı kerim bire bir ve yüzde 99 oranında doğru çevrilse kurana iman edecek misiniz?
        bence kendine bu soruyu sor.. sonra belki insanlara komut vermeyi bırakırsın… yoksa sen komut vermeyi evrenin tanrısından mı öğrendin… (senden alıntı)

        bırak Kuranı birebir çevirmeyi, Hafsanın sandığını bulup getirseniz, yinede de, insanların beklentilerini sömüren nitelikli dolandırıcılara itibar edecek değilim?

        ayrıca, yine minder dışına kaçmışsın, verdiğin cevabın sizin ruh halinizle ilgisi yok, koskoca Ülkede sanki sizden başka Arapça bilen yokmuş gibi, ki böyle bir şey mümkün değilken, böyle bir iddiayı kargalar bile ciddiye almazken, sizin tüm Kuran çevirilerin hatalı olduğunu iddianıza karşılık, ben sizi bu iddianızı onaylatacağınız mercilere yönlendirdim?

        sen yola çıkacağına, halâ burada oyalanıyorsun, hadi bakayım! marş marş, en kısa zamanda iddianı onaylayan belgeyi al gel, burada boşu boşuna zaman kaybetme,

  218. Bi yabancı dedi ki:

    Sayın Kadir ve Sayın Bilal ;

    Zeyd,eşiyle ilişkisini kestiğinde,biz onu sana eş kıldık ki,evlatlıkları iddia edilenlerin eşleriyle ilişkisini kesince, onlarla evlenmelerinde müminler üzerine bir güçlük olmasın.(Gültekin onan meali )

    Bana bu ayeti açıklar mısınız ? Kuranda hüküm altına alınan bir konu görüyoruz ayette…
    Pekala dünya tarihinde aynı evde yaşayıp ,arkadaş dost ilişkisinden başka herhangi bir bağı olmayan iki insandan biriyle alakalı evlatlığı şeklinde dedikoduların yapılacağı kaç durum olabilir ?Kaç insanın başına böyle bir olay gelebilir? Üstelik olayın baş kahramanı evlatlığı diye iddiaların muhattabı olan mağdurun eşiyle evlenmek isteyecek! Yani size yönelttiğim soruda aşşağıya sıralayacağım şartların hepsi varmış gibi düşünmenizi istiyorum çünkü bire bir ilgili ayetlerde olayın cereyanı esnasında var olan durumları maddeleyeceğim !

    _A kişisi toplumda hakkında çeşitli dedikoduların vuku bulacağı bi sosyal statüye sahip.
    _Yine bu A kişisinin aynı evi paylaştığı yada yanında yaşayan kendi yaşlarına yakın evli bir arkadaşı var.
    _Ve bu arkadaşı hakkında A kişisinin evlatlığıdır şeklinde toplumda dedikodular oluyor.
    _Ve bu A kişisi evlatlığının boşandığı eşiyle evlenmek isteyip evleniyor.

    Evet arkadaşlar bu şartların varlığıyla birlikte böylesi bi olay dünyada kaç defa tekerrür edebilir ?

    Saygılar

    • kadir dedi ki:

      sayın bi yabancı kardeşim..

      ilgi ve alakanızdan dolayı teşekkür ederim.. keza bende sizin değerli paylaşımlarınıza sürekli takip ederek istifade ediyorum. bu yüzden allah sizden razı olsun..

      paylaşımınızdaki ayeti iyi anlamak için ahzab-4. ayet ışığında değerlendirmek gerekir..
      ahzab 4. ayette

      “allah bir adam için iki kalp yapmamıştır.. eşlerini annesine benzetilenleri analarınız kılmamıştır.. evlatlık iddiasında bulunulanlarıda oğullarınız kılmamıştır.. o sizin ağzınızdaki lafınızıdır.. allah ise hakkı ve doğruyu söylüyor..”

      işte bu ayetlede sabittir ki ortada bir evlatlık ve analık iddiaları vardır.. demekki cahiliye döneminde eşini annesine benzeten veya boşanmak isteyen erkek “sen benim annem gibisin artık” türde laflarla eşini zor durumda bırakarak artık onunla birlikte olmuyor ve onu annesi yerine koyuyordu.. nitekim bunun ispatıda mücadele suresi 1 ve 2 ayetlerdir. bir kadın bu anlattığım husustan dolayı peygambere gelip kocası hakkında peygambere dert yanmış ve bu hususta yardım istemiştir.. ve yüce allah mücadele 2. ayette şöyle buyurmuştur;

      İçinizde zıhâr yapanların kadınları, onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadındır. Şüphesiz onlar çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedici, bağışlayıcıdır. (mücadele-2)

      aynı şekilde kendi himayesine ve koruması altına alınan bir çocuğada evlatlık diyebiliyorlardı.. ve toplum içinde de böyle anılıyordu.. oysa o çocuk ne onların evladı, nede evlatlığıdır.. bunlar cahiliye devrinin ürünü olup, ağızlarında dolaşan laflardır..

      zaten zeydin hz. peygamberin evlatlığı olması imkasızdır.. tarihi kaynaklara göre hz. haticenin kölesi olan bir insan nasıl olursa hz. muhammedin evlatlığı olabilir.. dediğim gibi demekki himaye ve koruma altına alınanlara evlatlık damgası vuruyorlardı.. hele birde peygamberin yanında iseniz bu iftiralar dahada şiddetlenir. tıpkı günümüzde popüler insanların evlatlarının ve akrabalarınında konuşulması gibi…. işte yüce allah bu konuya bir açıklık getirmiş ve hükmünü bildirmiştir.. “muhammed içinizden hiçbirinizin babası değildir. o peygamberin sonuncusudur” eğer özetlersek şunu anlayabiliriz;

      himaye ve koruma altına alınan her çocuk veya genç evlat değildir. sen benim anamsın demeklede bir insanın eşi onun anası olmaz.

      bir bebek koruma ve bakım için himaye altına alındığında bile o bebek yetişkinliğe eriştiğinde gerçek babasının kendisi olmadığı söylenmelidir. keza zeyd ile hz. muhammet in durumu böyle değildir. böyle olmadığı halde evlatlık damgası vuruyorlardı.. dikkat edilecek bir başka hususta hz. muhammed zeyd benim evlatlığım dememiştir. bunu “zeyd evlatlık” diye toplum dayatmıştır.

      ne “sen artık benim anamsın” demekle ana olunur. nede “sen artık şu kişinin evladısın”
      demekle evlat olunur..

      işte kuranı kerim ile cahiliye devrindeki bu çirkin gelenek bir son bulmuş. yüce allah kesin hükmünü bildirmiştir..

      allaha emanet olun…

      saygılarımla..

      • bilal dedi ki:

        Sn.Kadir kardeşim,

        Sn.Bi yabancı kardeşimizle paylaşımını yapmış olduğunuz bu değerli açıklamalarınızdan dolayı size teşekkür ederim.
        Selam ve dua ile.

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,sayın bilal,

        Keşke olayın, zeydin onun evlatlığı olup, olmadığı ile ilgili olmadığını anlayabilseydiniz!
        Hadi iki dost, can yoldaşı, peygamber ve inanırı diyelim! Biraz önce onu karısı olanın şimdi kocası olmanın ya da olabilmenin ahlaki altyapısını merak ediyoruz!

        Eğer bu bir ilahi ahlakın tezahüyüyse yani sözde cahiliye dönemin ahlaksızlıklarını temizleme hareketiyse bu hareketin bayraktarının bir eş fazlasına sahip olmak uğruna yüzyıllarca sürecek bir tartışmanın fitilini ateşlememesi gerekiyordu! Kusura bakmayın ama tanrı peygamberi istemediği halde ona bir eş verecek değildir! Namazın rekatı konusunda pazarlık yapmasını bilen en yakınındakinin eşiyle evlenmek istemeyecek iradeyi de gösterebilir! Ne yani sırf içine hissi,düşseydi 1.halifenin eşi de ona verilecekmiydi?

        Ben sizin olaylara bakışınızı bir anlasam, nasıl dönüyor o silsile kafanızda bir anlasam o kadar mutlu olacağım ki!

        Olayı hiç zeynep açısından düşündünüzmü?

        Kuzeni ya da dayısının oğlu tarafından evlendirilen zeynep için kendini evlendiren kişi artık nedir? Kendine peygamber demesini geçin artık zeynep için bu kişi ne anlam ifade etmektedir? Peki anlam olarak sizinde içinizden geçtiğini adım gibi bildiğim bir statüde olan kişi ile evlenen ya da ona verilen zeynep şimdi ne hissetmektedir!

        Sonra çıkıp cahiliye döneminde çocuklara babalarının eşleri miras kalıyordu diyerek negatif propaganda yapıyorsunuz! Onlarda bu hakkı putlarından alıyorlardı! Peki değişen ne? Son gelenin öncekileri yenmesimi?

        Bırakın bu konu hakkında başka birşey yazmayın! Tanrı ahlaklı olmamızı istedi deyip sonrasında ne olduğunu çok iyi bildiğiniz bir şeyi aklamak uğruna yazdığınız ipe sapa gelmez şeyleri okumaktan sıkıldım artık!

  219. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Kendine peygamberim diyen ayetleri toplayan kurulun başında mıymış da ortaya çıkan kitap onun birebir ağzından çıkanlardan oluşmuştur diyebiliyorsunuz?” sizden…

    kuranlada sabittir ki. kuran inmeye başladığından itibaren yazıcılar tarafından kayıt altına alınmıştır.. bu peygamberin vefatına kadar devam etmiştir.. “üzerinize olan nimetimi tamamladım. ve size din olarak islamı beğendim” ayetiyle kitap oluşturulmuş oluyor.. peygamberin vefatına kadar vahiy katiplerince yazılan kuran nüshaları zaten kitabı temsil ediyor. sahabe ise bu nüshaları hem ezberlerinde, hemde yazılı olarak derlemişlerdir. yani demem o ki peygamber vefat etmeden zaten kitaplaştırılmıştır..

    hakim (hüküm sahibi) kitaba and olsun..
    sana kitabı ve hikmeti öğreten odur..

    gibi bir çok ayette kitab olarak zikredilmiştir. sizin anlayacağınız tarzda yazacak olursam eğer.. hz. peygamber kuranı gazete kağıtlarına yazdırmış, sahabede matbaada kuşe kağıtlara bastırmıştır..
    her halukarda kuran yazılıdır..

    Kitabın içinde benim sözlerimi arap olmayan ve arapça bilmeyenler anlasın diye çevirin (meal edin), çevirilenleri anlamayanlara da anlatın (tefsir edin) diyor mu ki ortada bunca meal, tefsir ve mealci,tefsirci var? sizden

    evet “tüm insanlığı uyarasın diye arapça kitap gönderdik”
    “sen sana vahyedilene sarıl, ve siz ey insanlar bu zikirden (kurandan) sorguya çekileceksiniz… ”

    ayetlerini anlama kapasitesine sahipsen. allah birdir diyen ve tevhid inancına sarılan her insanın kurandan sorumlu olduğunu anlarsın.. kurandan sorumlu olabilmek içinde onu anlamak gerekir..
    ve onun emir ve yasaklarına riayet etmek gerekir..

    arapça her dile çevrilebilen bir dildir.. dünyada hemen hemen her dilde kuranın tercümesi vardır..
    kuranı kerimin türkçe

    kuranı kerim bismillahirrahmanirrahim diye başlar..

    rahman, rahim olan allahın adına.. tam teslimiyetle allaha itaat edin. tek ilah odur.
    işte kuranın bütün dünyaya mesajı budur.. bu mesajı alan her insan allaha karşı sorumludur. tam teslim olmak isteyenleri ise kuran; kendisini okumaya davet ediyor.. arapçada olsa çince de olsa hiç farketmez.. sonuçta dilleride yaratan allahtır. kuran çince indirilmiş olsaydı araplar gibi çinlilerinde ekseriyeti iman etmezdi.. çünkü kuranın hitabı rabbanidir. normal bir arap metni değildir. siz normal bir arap metni zannetiğiniz için herkesin anlaması gerektiğini düşünüyosunuz. oysa kuran ayetleri üzerine düşüneni muhattap alır.
    sizin gibi kuranı metin zannedenlerinde zararını artırır.. işte kuran böyle bir kitaptır..

    saygılarımla..

  220. toro dedi ki:

    Sayın Kadir,

    Ben neden bahsediyorum siz nerelerde dolaşıyorsunuz?

    Dostum insanlık tarihi sonradan yazılır hep sonradan yazılmıştır! Öncelikle bütün sahabenin kitabı birebir tamamen ezberlemiş olması mümkün değildir! Buna özellikle 1.ve 2. halife dahil! Şöyle düşünelim, hicreti yapan kişi sayısı mekkede kalan 2 kişiyle beraber yaklaşık 230 dur! Bir insanın bir ayeti kendisine söylendiği anda hemen ezberleme olasılığı nedir! Siz açın her hangi bir ayeti mealinden türkçe okuyun, 1 dakika sonra okuduğunuz ayeti aynada kendi yüzünüze ezberden okumaya çalışın! Bakalım yapabiliyormusunuz! Herhalde 229(!) kişinin süper zeka olduğunu (hicrete kadar geçen on senede gelen bütün ayetlerin ezberlenmesi, hicretten sonrada medinelilerin hem mekkede gelenleri ezberleyip üstüne birde medinede gelenleri ezberlemesi) ya da her birinin ellerinde ayetlerin tamamının yazılı olduğu kağıtlarla ezber yapmaya çalıştığını söylemeyeceksiniz! O nedenledir ki yani ezberleyemediklerinden ayeter vahiy katipleri tarafından yazılırken sahabelerde kendileri için yazmışlar ve bu yazılı mushaflar sonradan toplanarak yakılmış!

    Ben size daha öncee yazdım! Kitap liderini kaybetmiş bir devleti oluşturan unsurlara devlet otoritesinin tahakkümünün sağlanması için oluşturulmuştur! Halifelerin özellikle ilk halifenin yönetme gücünü bağladığı ya da dayandırdığı anayasadır, kitab! Ne demek istediğimi anlamak için kendine peygamberim diyen ölür ölmez dinden toplu çıkışların başladığı ve adına ridde olayları denilen sürece bakınız! İnsanların inandığı kuranın tanrısımıydı yoksa kendine peygamberim diyenmiydi? Eğer kitabın tanrısına inanıyor olsalardı veda hutbesini okuyup kenidini ölümlü bir beşer olarak zikreden kendine peygambrim diyenin ölümünün hemen sorasında başıboş kalmış kalabalıklar gibi dinden çıkmaya çalışmazlardı! Eğer o kitap yazılmasaydı devleti yönetenler sürekli otoritelerinin kaynağını göstermek konusunda problem yaşayacaklardı!

    Kusura bakmayın ama insan birşeyi değiştirmek isterse onu tanrı bile engelleyemz! Zaten bunun farkında olduğu için cehennem var! Engelleyemiyor ,engelleyemediklerine ceza veriyor!

    Bana kitabın kitap oluşunu kitaptan sözlerle kanıtlamaya çalışıyorsunuz ama, bana zaten kitabın kitaplaştırılmasını isteyen bir tanrı mevcutken bu işlemi nasıl olupda hafızasında kitabı ezbere tutan sahabelerin savaşta ölmesiyle başlatıldığını hala söyleyemiyorsunuz!

    Ben size söyleyeyim, öncelikle eğer 1.ve 2.halife özelliklede 2.si kitabı ezbere biliyor olsaydı sahabelerin ölümüyle ayetlerin kaybolacağından kaygı duymazdı! Eğer ezbere biliniyor ve gerçekten yazılmış olsaydı ayetlere ahaliden istenip üstüne 2 tanede şahit aranmazdı!

    Bu noktada dayanağı olmayan bir işlemi yapanların, yaptıkları işlemin karşılığı olan kitabı, kitabın, kitap olarak hitap etmesi gereğince, kitaba sonradan yerleştirmediklerini nereden bileceksiniz?

    Geriye kalan işlemin önüne ve arkasına uygun hikayeyi yazmaktır, yani kitabına uydurmaktır!

    Öncelikle şunu bilin, toplanan hiçbir ayet hafızalardaki ayetlerle karşılaştırılmamıştır burada işlemi asıl doğrulayan 2 şahittir! Dolayısıyla bu kadar önemli bir işlemde hangi yetki ya da hükümle doğrulamanın en az ya da en çok 2 şahitle yapılabileceği öngörülmüştür?

    Ben size dayanak yok diyorum, siz bana dayanağı olmayan kitabın içinden doğrulama yapmaya çalışıyorsunuz!

    Ben arapçann her dile çevrilebilir bir dil olduğundan bahsetmiyorum! Ben bir tanrı çağrısının özelliklede açık olsun diye arapça gönderildiği iddia edilen bir çağrının başka bir dile aynı açıklıkla çevrilmesinin mümkün olamayacağını, zaten kendisininde böyle bir çevirme işlemin yapılmasını istemediğini söylüyorum!

    Mirasta,ticarette ve bazı olaylarda sayı vererek şahitlik müessesini çalıştıran bir metinin kendisi için aynı şeyi istemiyor yada arapça bilmeyenler için açık bir eylem planı öngörmüyor olması ilginçtir!

    Bana söylermisiniz müslümanın müslümanla ticaretinde bile şahitlik kurumunu çalıştırarak olayı başka bir boyuta taşıyan yani ticareti, yapanların müslüman oluşunu, kesinlikle doğru işlemin yapılacağının garantisi olarak görmeyen ve bu yüzden şahitlik gerektiğini ileten bu metin kendisinin kitap haline getirilmesini daha basit bir işlem olarak mı görmüştür ki şahitlik müessesesini çalıştırın dememiştir? Kitabı toplayanların müslüman oluşu kitabın doğruluğunu kanıtlıyorda bir ticaretin ya da mirasın müslümanlara arasında yapılması ya da bölüşümü nasıl oluyorda şahitlik olmadan tam anlamıyla sonuca bağlanamıyor?

    Bakın kendini kanıtlamamış kitabın içinden kendini kanıtlayan bir ayet istiyorum! Sizin temennilerinizle ya da yorumlarınızla ilgilenmiyorum! Bu nedenle verecek cevabınız yoksa bilal bey gibi yapın zamansızlıktan şikayet edin! Bu türlüsü benim için daha mantıklı bir sonuç olur!

  221. EMRE dedi ki:

    Bir kaç cümle okudum gerisine tahammül edemedim.Yazıklar olsun size bunları anlamıycak ne var ALLAH (c.c) meleklere emir vermiştir ki insanların ne yaptığını ne günahları işlediğini hepsini yazsın.ALLAH ın meleklere sorular sorması misalendir.Mesela ALLAH ezeli ilmiyle bizlerin neler yapacağını yaptığını en ince noktasına kadar bizden iyi bilir.Sonuç olarak senin yaşamın sonunda cennet e mi cehenneme mi gideceğini bilirr.Mesela ALLAH seni hiç dünyaya göndermeden bu günahları işlemeden sen direk cehenneme dese sen demezmisin Ey Rabbim beni neden birşey yapmadan helak ediyorsun.Alemlerin rabbi ALLAH bilir ki sen cehenneme gidiceksin ama sen diyorsun ki rabbim belki ben salih kullardan olurum bana şans vermedin.belki bi nebze haksızlık sayılabilr ki bunuda zaten rabbimiz yapmadı ve bize saans verdi memur meekleri başımıza tayin etti.onlar ve yeryüzü hepsi bize şahitir ki o gün inkar edecek bir durumun kalmasın.Melekler var çünkü haşa alemlerin rabbi olan senin amelini mi yazacak tek tek o bundan ve tüm eksik sıfatlardan münezzehtir.O yüce arşın sahibidir. Yoksa ALLAH her kulunun ne yaptığını bilir o eksik sıfatlardan münezzehtir tüm alemlerin rabbidir.EĞER kurtuluş isterseniz o da ALLAH a sığınmaktır.ALLAH size şans vermiş gelin doğru yola dönün sizler şeytanı dost edinmişsiniz o da rabbimize karşı çok nankördür.Rabbimiz buyuruyor Kim ALLAH’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir ziyana uğramış olur.
    Hiç bir şey için geç değildir.ALLAH tüm imansızlara imanversin bizlerinde imanını artırsın kalplerimizi eğriltmesin.

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Emre ;

      Üslubun verdiğin ince nüanslar ve mükemmele yakın tespitlerinle herkesin kafasının dank etmesini sağladın. Artık sen bir islam neferisin bu tebliğ gücünle haşa peygamberlere taş çıkarırsın kim bilir kuranı kaç defa anlayarak okumuşsundur değil mi ?

  222. Havacı dedi ki:

    Sayın Bilal,
    Ahzap 33’deki evlatlık kim ve kiminle bağlantılı?

  223. kadir dedi ki:

    bilal kardeşim…

    “Sn.Kadir kardeşim,

    Sn.Bi yabancı kardeşimizle paylaşımını yapmış olduğunuz bu değerli açıklamalarınızdan dolayı size teşekkür ederim.
    Selam ve dua ile.”

    allah sizdende razı olsun.. allaha emanet…

  224. kadir dedi ki:

    okuyucu…

    “bırak Kuranı birebir çevirmeyi, Hafsanın sandığını bulup getirseniz, yinede de, insanların beklentilerini sömüren nitelikli dolandırıcılara itibar edecek değilim?” sizden

    şimdi siz bu sözünüzle ruh halinizi bi gözden geçirin.. işte siz kurana ve islama saldırı konusunun en seçkin timsalisiniz.. siz tam bir islam dümanısınız.. islama ve ona inanlara hakaret etmeyi artık bırakın.. medeni bir şekilde başkalarının inançlarına saygı gösterin.. bari kendinize bu iyiliği yapın..

    • Bi yabancı dedi ki:

      Okuyucu :

      Sen dersine yeterince çalışmadın ! Bakara 178 ile ilgili sana sorumu sordum ve cevabımı aldım yeniden üzerine durmaya gerek yok… Sen beni sınava çekecek yeterlilikte değilsin senin bildiklerin yanıldıklarına yetmez..Dedim yine diyorum senin Tanrı tasavvurun ortadayken kusura bakma ama seni çok fazla ciddiye alamam çünkü gerçekten düşlediğin evren ve tanrı senin çok boş birisi olduğunu gösteriyor bana başka tanrılarla gel adamım

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Sen dersine yeterince çalışmadın ! Bakara 178 ile ilgili sana sorumu sordum ve cevabımı aldım yeniden üzerine durmaya gerek yok… Sen beni sınava çekecek yeterlilikte değilsin senin bildiklerin yanıldıklarına yetmez..Dedim yine diyorum senin Tanrı tasavvurun ortadayken kusura bakma ama seni çok fazla ciddiye alamam çünkü gerçekten düşlediğin evren ve tanrı senin çok boş birisi olduğunu gösteriyor bana başka tanrılarla gel adamım (senden alıntı)

        al işte minder dışına kaçan biri daha, benim tanrı inancım, bakara-178’le ilgili soruma cevap vermene engel mi ki böyle bahanelerin arkasına sığınıyorsun?

        ama cevap verememekte haklısın, çünki benim sorumun cevabını İslâm aleminde verebilecek bir babayiğit daha anasından doğmadı, doğmayacakta,

        o nedenle cevap vermemek için bahane uydurman gayet normal, bende zaten tahminimde yanılmadığım için kaçak güreşmene hiç şaşırmadım,

        madem sen bana başka tanrılarla gel diyorsun, ben sana başka tanrılarla değil Kuranın tanrısıyla ve onun kitabıyla geleyim, Kuranla da gelmeme gerek yok sadece bakara-178’le gelmem yeter?

        önce sana seninde bildiğin kısasın tarifini yapayım,

        kısas; failin sebep olduğu fiziksel zararların, (öldürme ve yaralamalar) failden aynen talep edilmesidir, o nedenle bir kısas ayeti öldürme ve yaralamaları içerecek şekilde olmalıdır,

        şimdi bakara-178’i masaya yatıralım, gerçi hastanın masada kalacağı belli ama olsun biz yinede yatıralım,

        Ey iman edenler! ÖLDÜRÜLENLER HAKKINDA size kısas farz kılındı. HÜRE HÜR, KÖLEYE KÖLE, KADINA KADIN (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        yukarıdaki kısas ayeti, sadece öldürmelerle ilgili olup, yani yaralamaları hüküm altına almadığı için kısas mantığına uymayan yarım yamalak bir kısas ayetidir,

        parantez içerisindeki ifadeler, anlam pekiştiren tamamlayıcı kelimeler olması nedeniyle ayette herhangi bir anlam değişikliğine neden olmaz, çünki kısasın anlamına uygun olarak seçilmiş kelimeler olup cümleyi tamamlayıcı işlev görmektedirler,

        şimdi ayetten, hüre hür, köleye köle, kadına kadın ifadelerini çıkaralım,

        Ey iman edenler! ÖLDÜRÜLENLER HAKKINDA size kısas farz kılındı. Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        al sana, statüsü ve cinsiyeti ne olursa olsun, her türlü durumda katilin cezalandırılacağı bir kısas ayeti, yani statüsü ve cinsiyeti ne olursa olsun katilin hiçbir şekilde yırtamayacağı bir kısas ayeti karşımızda duruyor,

        ama yetmez, çünki elimizdeki kısas ayeti yaralamaları hüküm altına almadığından yinede yarım yamalak bir kısas ayetidir, o halde kısas ayetini yaralamaları da hüküm altına alacak şekilde düzenleyelim,

        bunu sağlamak için ayetten” ÖLDÜRÜLENLER HAKKINDA” ifadesini, (öldürülenin velisi) ifadesinden “öldürülenin” kelimesini, ve (öldüren) kelimesini ayetten çıkarmamız gerekir ki genel ifade hem öldürmeleri hemde yaralamaları kapsayacak şekilde olsun,

        Ey iman edenler! size kısas farz kılındı. Ancak her kimin cezası, kardeşi (velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. (bakara-178)

        buyur sana hem öldürmeleri hemde yaralamaları hüküm altına alan dört dörtlük bir kısas ayeti,

        yukarıda görüldüğü üzere, ayetteki metnin anlamı, işlenen fiil ister öldürme olsun, ister yaralama olsun, suçlunun aynen cezalandırılmasını veya tazminat karşılığı affedilmesini hüküm altına alan ve suçun şahsiliği ilkesini zedelemeyen bir kısas hükmü olduğudur,

        ayrıca, yukarıdaki ayetin kısas terimlerine göre tarifi ise, cana can, göze göz, dişe diş, vb. şeklindedir,

        şimdi sen artık benim tanrımı boş ver, Kuranın tanrısı gönderdiği kısas ayetine niye? hüre hür, köleye köle, kadına kadın kriterlerini ilâve etme gereği duymuş, buna odaklan,

        çünki senin tanrın suçun şahsiliği ilkesinin ırzına geçmek gibi bir suç işlemiş, kısas hükümlerine göre senin tanrına verilecek cezanın ne olacağına karar versen iyi olur.

        istersen bu mesajı çerçeveletip oturduğun odanın duvarına as, Kuranın tanrısına vereceğin ceza konusunda sana yardımcı olur,

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      —şimdi siz bu sözünüzle ruh halinizi bi gözden geçirin.. işte siz kurana ve islama saldırı konusunun en seçkin timsalisiniz.. siz tam bir islam dümanısınız.. islama ve ona inanlara hakaret etmeyi artık bırakın.. medeni bir şekilde başkalarının inançlarına saygı gösterin.. bari kendinize bu iyiliği yapın.. (senden alıntı)

      bana göre Muhammed, içinde yaşadığı toplumda, rahatsız olduğu toplumsal düzeni değiştirmek için yola çıkmış bir devrimci ve usta bir siyasetçiydi,

      o devirde ideolojik enstrümanlar olmadığı için Muhammed mecburen din faktörünü kullanarak amacına ulaştı, eğer laik demokratik bir sistemin varlığından haberi olsaydı, emin ol laik demokrasiyi savunarak yola çıkardı ama ne yapsın o günkü toplumu etkilemek açısından elinde sadece din faktörü vardı,

      Muhammed kurduğu Devletle, kendi kafasına göre hareket eden, kendi başına buyruk kabileleri bir araya toplayarak getirdiği düzende toplumsal bilincin oluşmasını sağlamış ve kurduğu Devletle görevini tamamlamıştır, yaptığı dolandırıcılık türü ise mecburiyetten kaynaklanmıştır,

      sonuç açısından bakıldığında, yaptığı dolandırıcılığın pozitif olması, yani toplum yararına olması, onun mecburen yapmak zorunda olduğu bu davranışını mazur gösterebilir ama

      getirdiği dinin sebep olduğu sonuçlara baktığımızda, Müslümanların kendi aralarında birbirlerini boğazlamaktan başka bir şey yapmaması, radikâl İslâmcı terör örgütlerinin dünyaya kan kusturması, dünya kamu oyunda Muhammedden nefret edilmesine yol açıyor, bunun sorumlusu da kâfirler değil haliyle siz oluyorsunuz,

      ahlâki açıdan islâm aleminin içerisine düştüğü durumu göz önüne aldığımızda, inandığınız peygamberinizi yerin dibine batırdığınızı bile göremiyor musunuz?

      benim, mecbur kaldığı için yapmak zorunda olduğu şeyi nitelikli dolandırıcılık olarak tarif etmemin Muhammede hiçbir zararı olmayacağı ortadayken, onu yerin dibine batıran sizler acaba Muhammede ihanet ettiğinizin farkında değil misiniz?

      ben İslâma düşman olsam ne yazar, olmasam ne yazar, siz zaten yeterince İslâma zarar veriyorsunuz, sizden alâ İslâm düşmanı mı olur? önce kendinize bakında düşmanın kim olduğunu görün,

      kendi inancınıza saygı göstermenizden vazgeçtim, inandığınız peygambere zerre kadar saygınız olsaydı onun ilerici kafa yapısını anlar, dini kendi çıkarları için kullanan yobazların esir aldığı beyinlerinizi çalıştırma yolunu seçer, dünyaya örnek bir toplum olmayı denerdiniz,

      tabi adına Kuran denilen kitap kitaplaştırılmayıp, o dönemdeki toplum yapısının ve toplum kafasının tabulaştırmasına sebep olmasaydı veya tabulaştırılmasına sebep olsaydı bile en azından Muhammedin kafa yapısını anlayabilseydiniz ortaçağ bataklığına saplanıp kalmazdınız,

      eğer Muhammed, karikatürlere konu oluyorsa bunun tek sorumlusu, ona lâyık olamayan sizlersiniz, o nedenle düşmanı dışarı da değil kendinizde arayın,

      yani dönüp aynaya bakında belki utanıp haddinizi bilirsiniz?

      dolayısıyla, inancına saygı gösterilmesini isteyen kişi önce kendisi kendi inancına saygılı olmak zorundadır,

      benim yaptığım ise sizin inancınıza saygısızlık etmek değil, evrensel olması ve bana da hitap etmesi nedeniyle Kurana karşı söz hakkımı kullanmaktan başka bir şey değildir, din sizin olabilir ama Kuranı tekelinize alma hakkınız yok, anlaşıldı mı?

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu :

        Kuranın Tanrısı böyle uygun gördü anladın mı ? Demek ki en doğrusu bu !
        İnsanları makam mevki ve statülerine göre ayırıp öyle değerlendirmek en doğrusu.Zira bu evreni yaratan Tanrının ön gördüğü şeyi eleştirmek hadsizliktir.Biz inandığımız için sıkıntı yok anlaşıldı mı dostum ?
        Sen de şimdi bu yazıyı çerçevelet odana as ! As ki inançların çürütülemeyeceğini her gün oku !

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bi yabancı;

        —Kuranın Tanrısı böyle uygun gördü anladın mı ? Demek ki en doğrusu bu !
        İnsanları makam mevki ve statülerine göre ayırıp öyle değerlendirmek en doğrusu. (senden alıntı)

        tabi senin tanrın tıpkı İran şahı gibi, malın mülkün sahibi olduğundan istediği gibi ….. hakkına sahiptir,

        makam konusunda doğru söylüyorsun, herkes haddini bilecek, hür köleyi, köle hürü, kadın erkeği, erkek kadını öldürmeyecek,

        haliyle makam açısından insanlar arasında firavun en tepede olacak,

        —Zira bu evreni yaratan Tanrının ön gördüğü şeyi eleştirmek hadsizliktir.Biz inandığımız için sıkıntı yok anlaşıldı mı dostum ? (senden alıntı)

        evreni yaratan tanrıyı istediğin gibi eleştirebilirsin, çünki kötülüğün sebebi olarak gördüğünüz insanı evrenin tanrısı yaratmıştır, eğer evrenin tanrısı insanı yaratmasaydı, yeryüzünde kötülük diye bir şey olmayacaktı,

        eğer yer yüzünde kötülüğün egemen olduğunu iddia diyorsanız bunun sorumlusu tetikçiyi yaratıp onu suça azmettirendir, yani eğer ortada bir suç varsa bunun sorumluları evrenin tanrısı ve insan oğludur,

        o nedenle yeryüzünde kötülük olduğunu iddia etmeniz evrenin tanrısının kötü bir varlık olduğunu iddia etmeniz anlamına gelir,

        bu tespitimden Kuranın tanrısının yırtacağını sanma, çünki o da şeytanı yaratarak, insanın kötülük yapmasına sebep olan bir azmettircidir,

        insanların eylemlerinin zıt kavramlar gereği olumlu veya olumsuz olacağını kabul ettiğinde ortada suçlanacak bir tanrı ve insan olmadığını anlayacaksın ama bu seferde pısırıkların savunma mekanizması çöpe gidecek,

        haddini bilmeye gelince,
        toplu halde islâmiyeti seçmiş kan davalı 2 kabilenin kelle başı ödeşmek istemeleri üzerine, (inanç kişisel bir şey olduğu halde, topluca İslâmiyeti kabul etmek nasıl oluyorsa???) kuş kafesten kaçmasın, Kuranın tanrısı toplu ödeşme yöntemine çözüm getiremedi denmesin diye, apar topar yarım yamalak bir kısas ayeti göndererek,

        üstelik, geri zekâlı insanların bile yapmayacağı bir şeyi yaparak, yani suçun şahsiliği ilkesini ayaklar altına alarak ayrım yamalak bir ayet gönderen ucube bir tanrıya sadece acırım, haddini bildireceklerim ise öyle bir tanrı figürünü insanlara yutturmaya kalkanlar olur,

        —Sen de şimdi bu yazıyı çerçevelet odana as ! (senden alıntı)

        merak etme, ben o tanrıyı, aklım ermeye başladığında çerçeveletip duvara astım, ona her baktığımda, insanların elinde oyuncak olmuş bir kukla figür görüyorum, tıpkı tarlalardaki içi saman dolu kukla benzeri insan yapımı figürler gibi,

        sana ve inandığın tanrına mutluluklar dilerim, birlikte olacağınız cennette oturup bol bol bakara-178’i konuşursunuz, şimdi yaptığın gibi her zaman yoğrulduğun Kuran ahlâkına uygun davranışlar sergilemeni temenni ederim,

        inandığın tanrının, malın mülkün sahibi olması nedeniyle her şeyi! yapması senin açından sıkıntı arzetmediğine göre aramızdaki söyleme devam etmemizin benim açımdan hiçbir anlamı yok,

        o nedenle birbirimizi boşu boşuna meşgul etmeyelim, çünki senin bana verebileceğin bir cevabın yok, yada cevabın var ama cenneti kaybetme riskini göze alamadığın için cevap vermeye cesaretin yok,

        —As ki inançların çürütülemeyeceğini her gün oku ! (senden alıntı)

        inançların çürütülemeyeceği kesin ama kanıta değilde varsayımlara dayalı inançların çöpe gitmesi bugün olmasa da günün birinde olacağı muhakkak, çünki insan oğlu bilimsel keşiflerde bulundukça insanlar gerçek tanrının kitaplarda olamayacağını daha iyi anlıyor,

        bana göre semavi dinlere inananların büyük çoğunluğu dinlerin tanrısına inanmıyor, öyle olmalı ki bakarayı bile makaraya alabiliyorlar, din bezirganları da dinlerin tanrısına inanmıyor, tek amaçları dinden nemalanmak?

        ama Kuranın hakkını teslim etmek lâzım, çünki ucuza gitmiyor, öylesine katma değere sahip ki dinden nemalananlar köşe pardon ihya oluyor,

        sana cennette mutluluklar dilerim, temenni ederim tüm sevdiklerinle birlikte cennette bir arada olursun?

      • kadir dedi ki:

        okuyucu…

        “benim yaptığım ise sizin inancınıza saygısızlık etmek değil, evrensel olması ve bana da hitap etmesi nedeniyle Kurana karşı söz hakkımı kullanmaktan başka bir şey değildir, din sizin olabilir ama Kuranı tekelinize alma hakkınız yok, anlaşıldı mı?” sizden alıntı..

        kuranı tekelimize almaktan allaha sığınırız. bu kitap kutuplardan tutun, den doğudan en batıya kadar olan coğrafyadaki her insana hitap eden bir kitaptır. kimisi okur iman eder, imanını artırır, kimiside okur inkarını artırır.. inkarı artanlar, imanı artanların düşüncelerine yönelik hakaret ve küçümseme dolu saldırı hakkı yoktur.. aynı şekilde iman edenlerinde inkar edenlere karşı böyle bir hakkı yoktur.. her insan kendi yaptığından sorumludur… toplumun bozuk olmasını dinle bağdaştırmak ve islama ağır hakaretlerde bulunmak inanların değerlerine saygısızlık demektir.. allahın dinini üçbeş kuruşa kendi emelleri uğruna satanların kuranla hiçbir alakası yoktur. bizler burada gücümüz yettiğince gerçek din ile toplum karakterini oluşturan geleneksel din arasındaki farkı anlatmaya çalışıyoruz. bunu yapıyoruz diye bizlere hakaretler ediyorsunuz..

        siz tanrınızı farklı görsenizde tanrı aynı tanrıdır. tek bir tanrı, sizin inandığınız tanrının sadece özellikleri farkı. yaratma açısından bir tanrının olduğu kesin.. burada sizinle birleştiğimizi düşünüyorum. bari bunun hatırına kurana inanmasında lütfen hakaret edip saldırmayın

        saygılar..

      • 1okuyucu dedi ki:

        Kadir;

        —siz tanrınızı farklı görsenizde tanrı aynı tanrıdır. tek bir tanrı, sizin inandığınız tanrının sadece özellikleri farkı. yaratma açısından bir tanrının olduğu kesin.. burada sizinle birleştiğimizi düşünüyorum. bari bunun hatırına kurana inanmasında lütfen hakaret edip saldırmayın (senden alıntı)

        önce şunu belirteyim, art niyetli olan Kuranın tanrısıdır, ben değilim,

        ben Kurana saldırmıyorum, Kuranın bana, anlamaz, bilmez, kör, sağır, sözüne güvenilmez, yabani katır, vb. gibi çirkin yakıştırmalarda bulunması karşısında öyle biri olmadığımı göstermek için kendimi savunuyorum, yani ben, bana hakaret ederek saldıran Kurana hak etiği cevapları veriyorum,

        yani saldırıya uğrayan her canlı varlık gibi bende, yaratılış fıtratım gereği, uğradığım saldırı karşısında savunma refleksi gösteriyorum, bir insanın kendini savunması art niyet göstermek oluyorsa, saldırgana ne diyeceğiz,

        sizin yaklaşımınız şuna benziyor, Amerika Irakı işgal ettiğinde, Irak işgal edilmiş oluyor, biz işgal ettiğimizde ise Irak fethedilmiş oluyor, tarih kitaplarına bak, biz her zaman toplum olarak, işgal ettiğimiz topraklara fethedilmiş topraklar, başkalarının işgal ettiği topraklara ise işgal edilmiş topraklar gözüyle baktık, (ben hariç)

        Muhammedin iktidarı ele geçirdiğinin resmi ilânı olan Mekkeye girişi fetih olarak adlandırmak, ancak yalakaların yapacağı bir saçmalıktır, yaşadığı topraklarda iktidarı her ele geçiren fetih yapmış oluyorsa, o zaman tüm devrimleri, (Fransız, Rus, Türk) ve askeri darbeleri fetih olarak adlandırmamız gerekir,

        sadede gelirsek,
        madem Kuranın evrensel bir kitap olduğunu iddia ediyorsunuz ve madem Kuran bana art niyetle yaklaşarak beni size kötü biri olarak gösteriyor, benim buna kayıtsız kalmamı bekleyemezsiniz, o nedenle subjektif yaklaşımla olaya tek taraflı bakamazsın,

        eğer ben dinlere inanmadığım için, çirkin yakıştırmalara maruz kalıyorsam, kendimi savunma hakkına sahip olamayacak mıyım? ben seni, dinlere inandığın için suçlamaya kalksaydım, bunu hoş karşılar mıydın? en azından “hadi lan ordan dangalak! benim neye inanacağıma sen mi karar vereceksin! neye inanacağımı sana mı soracağım?….” diyerek beni terslerdin

        o nedenle kişilerin doğru bildikleri şeylerle ilgili yaptıkları tespitler art niyet olarak tanımlanamaz, yani sen ne kadar dinlere inanma hakkına sahipsen, bende o kadar dinlere inanmama hakkına sahibim, yeter ki senin inandığın din bana saldırmasın,

        —toplumun bozuk olmasını dinle bağdaştırmak ve islama ağır hakaretlerde bulunmak inanların değerlerine saygısızlık demektir. (senden alıntı)

        benim burada yaptığım bir tespitten ibarettir, İslâma saldırmak değil,

        yani, doğruluğuna inandığınız kitabın şartlandırmasıyla, Muhammede inanmayanlara kin duyacak, nefret edecek şekilde yönlendirilmiş olmanızın suçlusunun Kuran olduğunu göstermeye çalışmaktır,

        çünki inandığınız kitap sizi öylesine dar kalıplara hapsetmiş ki, kimi seveceğinize, kimden nefret edeceğinize bile o karar veriyor,

        onun içindir ki, realitede insanlığa kan kusturan eylemlerin sebebi, Kuranın ektiği kin ve nefret tohumlarının bir sonucudur, o nedenle suçluyu başka yerde arama, çünki tek sorumlu adına Kuran denilen kitaptır,

        birazda nitelikli dolandırıcılığın ne olduğundan bahsedeyim, dolandırıcılığın kişileri aldatmak, kandırmak olduğunu söylemeye gerek yok,

        nitelikli dolandırıcılık, tabii caizse ustaca yapılan dolandırıcılıktır, örneğin, jet lakaplı birinin yaptığı dolandırıcılık günün birinde ortaya çıkacağı için adi dolandırıcılıktır ve tamamen insanların zaaflarını (umutlarını) kendi kişisel söylemleriyle sömürmesi şeklinde tezahür ettiğinden, tabiri caizse” yalancının mumu yatsıya kadar yanar” gibisinden bir adi dolandırıcılıktır,

        ama işin içerisine tanrıyı katarak, insanların zaaflarından (beklentileri, korkuları) faydalanmaya kalkışıldığında, artık öne sürülen iddialar kişinin kendi söylemleri değil, tanrının söylemleri olur, bunun adına, tanrıyla aldatarak, kişilerin beklentilerini ve korkularını sömürmek denir,

        işte böyle bir dolandırıcılık nitelikli dolandırıcılıktır, çünki insanların beklentilerini ve korkularını, işin içine tanrıyı da katarak, insanları varsayıma dayalı ikilem içinde bırakarak varlığını sürdürmeyi amaçlar, yani insanlar doğruluğuna kani oldukları sürece varlığını sürdürür,

        işte Muhammedin, elinde dinden başka seçenek olmadığından, insanların zaaflarına (beklentilerine, korkularına) güvenerek din vasıtasıyla hedefine ulaşmayı amaçlamıştır, haliyle kendi getirdiği dinin, mevcut dinden daha iyi olduğunu savunmak için mevcut dini kötü olarak göstermek, mevcut dinin inanırlarını da kötü kişiler olarak göstermek zorundaydı, (Müşriklerinde en çok kızdığı şey buydu zaten)

        yani Kuranın kötü olarak tanımladığı kişiler, Muhammedin muhatapları olan Müşrikler ve gayrimüslimlerdi ama Muhammedden sonra Kuranı kitaplaştıranların bilerek veya bilmeyerek Kuranı evrensel bir kitap haline getirmeleri nedeniyle, Kuran tüm zamanlara hitap eden bir kitap hüviyetine bürünmüştür, (eğer Türklerle Araplar arasında kültür alışverişi olmasaydı, Türklerin İslâmiyetle tanışmaları söz konusu olmayacaktı)

        oysa Yahudiler Tevratı kendilerine mal ederek,Museviliği yerel bir din haline getirmişler, Tevratın tanrısını da kendilerine ait bir tanrı olarak kabul etmişler ve inandıkları tanrıyı başkalarıyla paylaşmamışlardır,

        İseviler ise İsayı Tevratın tanrısın oğlu olarak kabul etmişler, tanrılar arasındaki akrabalıkları (baba, oğul) göz önüne alarak Tevratla birlikte İncilide benimsemişler, Yahudilerle hristiyanlar Kuranın tanrısının kendi tanrıları olduğunu kabul etmedikleri için Kuranın tanrısını Arapların tanrısı olarak kabul etmişlerdir,

        biz ise Kuranın tanrısının tengri (Türklerin tanrısı) olduğunu sandığımız için, gönderilen kitabı tengrinin gönderdiğini sanarak islâmiyeti kabul etmişiz,

        eğer islâmiyet yerel bir din olarak kalsaydı, bana ne Arabın dininden der geçerdik ama madem İslâmiyet evrensel din ve bu Kuran bana çirkin yakıştırmalarda bulunarak saldırıyor, Kurana tepki göstermem benim en doğal hakkımdır ve benimde yaptığım budur,

        yani ortada art niyet yok, sadece bana haksız isnatlarda bulunan ön yargılı bir kitaba hesap sorma var, hak arama var,

        —gerçek din ile toplum karakterini oluşturan geleneksel din arasındaki farkı anlatmaya çalışıyoruz. bunu yapıyoruz diye bizlere hakaretler ediyorsunuz.. (senden alıntı)

        biz size hakaret etmiyoruz, aksine siz Kuranın yönlendirmesiyle bize hakaret etme hakkına sahip olduğunuza inanıyorsunuz ve çoğunuz bunu yapmaktan çekinmiyor,

        biz ise, inandığınız dini savunurken ayetlerde yaptığınız çarpıtmalara, akla ve mantığa uymayan söylemlerinize eleştiri getiriyoruz, daha doğrusu aptal yerine konmamıza tepki gösteriyoruz,

        en çokta, sanki Arapçayı sizden başka bilen yokmuş gibi, tüm çevirilerin hatalı olduğunu iddia etmenize ifrit oluyoruz, çünki hiç kimse bir şeyi en iyi kendisinin bildiğini iddia edemez, bunu takdir edecek olanlar, o kişinin bilgisine birebir şahit olanlardır, yani sezarın hakkını sezara, sezarın kendisi veremez, veriyorsa bunun adı narsistlik olur ve insanlar nezdinde hiçbir inandırıcılığı olmaz,

        eğer kişinin beyanına rağbet olsaydı, kimimiz burada kendimizi en iyi mekanikçi, en iyi elektronikçi, en iyi kimyager, en iyi pilot, vb. olarak sunardık, inandırıcı olamadığımız gibi ayrıca makaraya alınırdık,

        siz Kurandaki mantıksızlıkları, tutarsızlıkları hatalı meal yutturmacasıyla ört bas etme gayreti içerisindesiniz, çünki verecek mantıklı bir cevap bulamadığınız için, “size mantıksız gelen şeyler hatalı meallerden kaynaklanmaktadır” safsatasıyla bizi ahmak yerine koymaya çalışıyorsunuz, bunu yaparken inandığınız tanrınızı öyle durumlara düşürüyorsunuz ki, bunu biz yapmaya kalsak bu konuda sizin kadar başarılı olamayız, bundan emin olun.

        özetle söylersek, Muhammed amaçladığı idealini gerçekleştirmek üzere yola çıktığında, insanları ikna edebilmek için, o günkü mevcut şartlar nedeniyle zorunlu olarak din unsurunu kullanmakta haklı olsa da, bu davranışı, onun bana ettiği hakaretleri mazur göstermez,

        sanırım ne demek istediğim yeterince anlaşılmıştır.

      • Bi yabancı dedi ki:

        Okuyucu :

        Senin Evrenin Tanrısı modelin bu güne kadar yazdığın herşeyi özetliyor. Tam bir fiyasko sen sadist Tanrınla ilgilen Kuranın Tanrısını boşver. Bizim inancımızdaki Tanrı bütün insanlığın tatmin olacağı şekile ebedi hayatta gereğini yapacak ! Sana da sadist Tanrınla mutluluklar dilerim dostum..

  225. kadir dedi ki:

    sayın fosseyeur….

    “Başkasınımı memnun etmesi esastır yoksa Allahı memnun etmesimi esastır?isterseniz siz kuranı birdaha okuyup bu sorunun ve yukarda ki diğer sorularımın cevabını bulmaya çalışın. ..
    ….” sizden

    tabiki allahın emrettiği davranışı sergilemek en yüce olandır.. fakat burada peygamberin bir insan olduğunu ve onunda normal bir insan olduğunu söylüyorum… “de ki; bende sizin gibi bir beşerim. ben bir meleğim demiyorum” ayetide peygamber normal bir insan özeliklerinde olduğunu vurguluyor.. hikmet sahibi insanlarda zaman zaman yanılabilir, yanlış hareket edebilir.. yanılmayan sadece yüce allahtır. işte ayettede buna vurgu yapılıyor.. peygamber başkısını memnun etmek adına (ortada daima iyi niyet var) yanlış hareket etmiş olabilir. bu yanlış hareketi allaha isyan etti anlamına gelmez. sadece insan olduğunun bir kanıtıdır. keza peygamberler büyük tabir edilecek günah işlemez. onların hataları ancak yanılmadan ibarettir..

    hikmet kavramına değinmemin nedeni kuranda ” sana kitabı ve hikmeti veren odur.” ayetini bazı din adamları hikmetin kurandan ayrı bir şey olduğunu yani sünnet, hadisler olduğunu iddia etmeleridir.. şimdi sizde böyle düşünürseniz peygamberin hata yapma olasılığını sıfır zannedersiniz.. yine dediğim gibi peygamber sahabeye “eşinizi memnun etmek için şu şekilde davranın” diye bir emir vermemiştir. o eşini yine allah rızası için memnun etmek adına kendinden bir takım şeyleri ödün vermiştir. bunu kasten ve bilerek yapmamıştır. insani duygularla hareket eden peygamber bile yanılgı içine düşebilir..

    mesaj açısından bu ayet çok güzel mesajlar verir.. yasaklama ve mübah kılmay yetkisi sadece allahındır…

    • fossoyeur dedi ki:

      Sn Kadir

      “ Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana HELAL KILDIĞI şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir”

      Bu anlaşılması çok zor olan bişeymi? Bakın burda geçmiş zaman kullanılıyor. Belliki bu kendine haram ettiği şeyin helal olduğunu biliyor.yoksa ayette helal kılındığı vurgulanmazdı .ortada helal kılınan bir şeyin haram kılınması sözkonusu. Bunun başka insanlarla sahabeyle alakası yok bunu sadece kendine haram kılıyor. Siz hala yanılmadan bahsediyorsunuz. Öğretmeni herşeyi bilen bir yaratıcı olan insan bunu nasıl kavrayamaz. Nasıl iki zıt kavram arasında yanlış olanı seçer?buna cevap verin.lafı dolandırmayın.
      Saygılar…

      • kadir dedi ki:

        sayın fosseyour..

        “Bu anlaşılması çok zor olan bişeymi?”

        asıl bu soruyu benim size sormam gerekir.. bunun anlaşılması zor birşeymi..

        allahın meşru kıldığı yani sebest bıraktığı bir durumu peygamber eşinin rızası için kendine serbest etmemiştir.. daha önceki yazılarımı okumadınız sanırım. burada allaha bir isyan yoktur… allahın haram kıldığı bir durumu yapmamıştır peygamber, meşru kıldığı bir durumu yapmamıştır.. allahta peygamberi uyarıyor.. böyle davranma diyor.. böyle yaparak kendini sıkıntıya düşürme diyor.. lafı dolandırdığım falan yok.. fakat sizinle anlaşamadık sanırım..

        saygılarımla…

      • fossoyeur dedi ki:

        Sn Kadir

        Beni önceki yazılarınızı okumamakla itham etmeniz hiç şık olmadı.zira tartıştığım,konuştuğum her insanın bana yönelttiği her yorumu en az iki defa okurum. Yetmedi empati yaparım.

        … allahın haram kıldığı bir durumu yapmamıştır peygamber, meşru kıldığı bir durumu yapmamıştır..
        ( Sizden alıntı )

        İşte tamda bunu soruyorum size meşru kılındığını bilen peygamber nasıl oluyorda bunu yapmıyor.
        Basit bir örnek; Allah bu yemek sana meşru dur diyor peygamber hayır ben onu eşlerimi memnun etmek için yemeyeceğim diyor.bu nasıl mümkün olabilir? .burdaki olayı lütfen tahayyül etme ye çalışın. Burda bahsettiğimiz olay iki sıradan insan arasında geçmiyor. Allah ve peygamberi arasında geçiyor lütfen dikkatli analiz etmeye çalışın.

        Bana eş rızası yanılma gibi cevaplar la gelmeyin. İsterseniz sözkonusu olayın geçtiği tahrim ilk beş ayeti değerlendirin yanılma ve eş rızasını mantıken gösterin? Mesela tahrim üçüncü ayette peygamberi sır konusunda gizli saklı uyaran allah tahrim birde de bu sana helaldir sakın haram edipte yanlışa düşme diye gizli saklı uyarmadı? .
        saygılar. . .

  226. karaca dedi ki:

    bu yorum bir soru şeklindedir isteyen cevablayabilir.

    aslında allaha inanmayanların kuranın tanrısı diyenlerin cevaplandırması gereken bir soru

    anneye babaya saygı ve sevgi,kendine ait olmayana el uzatmama,insan olma edep ve kuralları,insan olmak için gereken bütün meziyetlerin öğrenilmesi uygulanması allaha inananlar için referans kurandır kuran ahlakına göre kendilerini şekillendirmişlerdir.bu yapı diğer dinler içinde geçerlidir. şimdi şunu sormak isterim yer yüzünde hiç bir din olmasaydı.ateistlerin allaha inanmayanların durumu şu anda olduğu gibi olurmuydu. ahlaksal kural ve kaidelerini neye göre şekillendirmişlerdir. uyguladıkları ahlak ve kurallarının refaransı nedir bu ahlak ve insanlık kuralları şekillenirken islam dininden etkilenmişmidir. veya diğer dinlerin kural ve kaideleri bu günkü durumlarının oluşmasında etkili olmuşmudur yada tam tersi dini kural ve kaideler ahlak kurallarının şekillenmesinde zerre kadar etkisi olmamışmıdır şayet dini kuralların bu kimselerin ahlak şekillenmesinde etkisi yoksa veya bir türlü bu etki altında kalmışlarsa,ister istemez dini kurallara göre ahlakları ve kuralları şekillenmişse dini referanslardan etkilenmemiş diyebilirmiyiz şayet dini referanslar bu kimselerin şekillenmesinde etkisi olmamışsa bu günkü ahlak kuralları neye göre şekillenmiştir. şu şekillenme esnasında din kurallarının hiç bir etkisi olmamışmıdır. benim bildiğim gördüğüm insanın ahlak kuralları şekillenirken çoğunlukla inandıkları dinin esaslarını temel almışlar bu yapı üzerine şekillendirmeye çalışmışlardır. örnek vereyim fuhuşun yasak olduğunu din emreder veya hırsızlığın veya haksız kazancın yasak olduğunu bildirir veya ihtiyaç sahibine gerek maddi gerek manevi yardım etmeyi din emreder bunlar bir bütün halinde inanan insan için kurallar bütünüdür hayatını ve ahlakını buna göre şekillendirmeye çalışır hadi bunları anladık dinden etkilenmişlerdir ve uymaları gereken veya uymamaları gerekenleri dinin den öğrenmiştir dinine uyar
    ya ateistler onlar hangi kuralla hangi kavrama göre ahlak şekillendirmelerini yapmışlardır..dini kuralların bütünü olmasada bir kısmı kendilerini şekillenmişmidir.örnek veriyorum hırsızlık yapmamak dinin emridir. ateist dine uymuyorsa hırsızlığın doğru bir şey olmadığını neye göre biliyor mademki dini referansları kabul etmiyor. ateistin referansı nedir. hayatlarında dinin şekillendirdiği pek çok şey olduğunu niçin görmek istemezler. dinin yaşamlarında etkilediği hiç bir şey yokmudur. mesala hirsizlik fuhuş,zina,alkol uyuşturucu insana zarar veren herşeyden uzak duruyorlarsa bunu neye göre yapıyorlar hadi benim referansız kendi dinim ya ateistlerin referansı nedir ahlak kuralları neye göre şekillendirmişlerdir. eğer ateistte hırsızlıktan zinadan fuhuştan alkolden uyuşturucudan ve her türlü istenmeyen dinin yasakladığı emirlere uyuyorsa dinin öğretilerini uygulamış olmuyorlarmı

    • Bi yabancı dedi ki:

      Sayın Karaca :

      Güzel bi soru sordunuz fakat sonrasında saçmaladınız özellikle hırsızlık noktasında başkasına ait olanı ondan habersiz almanın yanlış olduğunu dinler öğretmez insana ! Ama yazınızın bir çok yerine katılıyorum dinler inançlar ahlak kurallarına yön verip şekillenmesine yardımcı olmuştur !

    • 1okuyucu dedi ki:

      karaca;

      —aslında allaha inanmayanların kuranın tanrısı diyenlerin cevaplandırması gereken bir soru (senden alıntı)

      Kuranın tanrısı tabirini benden başka kullanan olmadığına göre, cevap verme zorunluluğum olduğunu söylemeye gerek yok,

      —şimdi şunu sormak isterim yer yüzünde hiç bir din olmasaydı.ateistlerin allaha inanmayanların durumu şu anda olduğu gibi olurmuydu (senden alıntı)

      insanoğlu yeryüzünde görülmeye başladığından beri varlığını sürdürebilmek için bir arada yaşamasının gerekliliğine inanmıştır, yani, tehlikelere karşı korunma, (avcı hayvanlar olabilir, doğa olayları olabilir) ihtiyaçlarını temin etme, vb. gibi sebepler nedeniyle bir arada yaşamaları gerektiğini anlamışlardır, dolayısıyla insanoğlu soysal bir varlık olarak birlikte yaşamanın gerektirdiği toplumsal kuralları da belirleme ihtiyacı duymuştur,

      bu kuralların hepsini, dini kurallar dahil otokontrol sistemleri olarak adlandırıyoruz ve bu kurallara herkesin uyması gereken toplumsal ahlâk kuralları diyoruz ve bu kurallar toplumdan topluma değişiklik arz eden kurallardır, (örf, adet, gelenek, görenek gibi)

      bireyler ise içinde yaşadıkları toplumların belirlediği kurallara uygun davrandıkları taktirde, toplumsal avantajlardan yararlanma hakkına sahip olurlar, toplumun koyduğu kurallara uymayanlar ise eylemlerini tarif eden suçların gerektirdiği cezalara çarptırılırlar, dinlere ister inansınlar ister inanmasınlar bu böyledir,

      yani dinler olmasaydı da insanlar toplumsal yaşamın gerektirdiği kuralları geliştireceklerdi, çünki insanoğlu yaratılış fıtratı gereği, toplu yaşam kurallarını belirleyebilecek bir donamıma sahip olarak yaratılmışlardır, o nedenle bu kuralları belirlerken yaşayacakları olaylar sonucu kazanacakları deneyimlerle kendi ahlâk anlayışına uygun olan kuralları zaten belirleyeceklerdir,

      ayrıca dinler olmasaydı, insanlar çıkarları gereği yinede birbirlerini boğazlayacaklardı ama uğrunda savaşacakları bir tanrı olmayacağından insan öldürmek bu kadar ucuz olmayacaktı???

      kişiler açısından baktığımızda;
      bu kurallara uyup uymama konusunda ise kişilerin davranışlarını belirleyen kriterler, dini otokontrol sistemlerinde, tanrıdan geldiği varsayılan kurallar olması nedeniyle, tabu haline getirilmiş kurallar bütünü olup din inanırlarının bunlara uymada göz önüne aldığı tek kriter, cennete kavuşma beklentisi veya cehenneme gitme korkusudur, dinlere inanmayanların ise göz önüne aldığı tek kriter kendi vicdanlarıdır,

      yani, erdemlilik konusunda dinlere inanmayanlar, dinlere inananlardan çok daha dürüsttür,

      dolayısıyla dinler, vaad ettikleri ödüller nedeniyle içi dışı bir olmayan insan tipini yaratmıştır, yani olduğu gibi görünen değil, göründüğü gibi olan bir insan tipini yaratmıştır,

      bir insanın olduğu gibi görünmesi hiçte zor bir şey değildir, çünki ne yaparsa yapsın öyle olduğu için yapmıştır ama göründüğü gibi olan bir insan nasıl göründüğünü unuttuğu zaman olduğu gibi görüneceğinden yüzündeki maske haliyle düşecektir,

      o nedenle dinlere inanan birinin erdemli davranışlar sergilemesi, o kişinin tamamen göz önüne aldığı dini kriterlerin bir sonucu olması nedeniyle samimiyet açısından gerçekten erdemli biri olup olmadığı sorgulanmaya açıktır,

      yani, ödül beklentisi nedeniyle erdemli davranışlar sergilemek zorunda kalan birinin bu davranışlarında samimi olup olmadığı her zaman sorgulanır, ödül beklentisiyle yapmıyorum dese de sorgulanır, çünki ödül istese de istemese de sonuçta alacağı bir ödül vardır,

      ama dinlere inanmayan biri, eğer erdemli davranışlar sergiliyorsa, bunu hiçbir ödül beklemeden tamamen vicdanının sesini dinlediği için yapıyordur, ve böyle kişilerin samimiyetinden asla şüphe edilmez,

      hatta böyle kişiler, verdikleri sözler açısından en güvenilir insanlardır, çünki sözlerinde durmaları vicdanen manevi açıdan huzursuz olmalarına neden olacağından sığınacakları bir bahaneleri de yoktur, yani tutamadıklaı sözler için vicdan azabı duyarlar,

      oysa dinlere inananlar, söz verme konusunda güvenilemeyecek kişilerdir, çünki dinlere inananlara, kefaret karşılığı sözlerinden dönme, yeminlerini bozma ruhsatı verilmiştir, ve bu kişiler sözlerinden dönmeleri durumunda hiçbir vicdani rahatsızlık duymazlar, çünki tanrılarının verdiği ruhsat sayesinde kefaret ödeyerek bu vicdani sorumluluğu üzerlerinden atmak gibi bir bahaneleri vardır,

      dinlere gelince,
      hiçbir din inanırlarına kötüyü övmez, daima güzel şeyler öğütler, bunları bize büyüklerimizde yapar, yani öğüt vermenin temenniden öteye bir anlamı olmaz,

      o nedenle bir dini, bak ne güzel şeyler öğütlüyor diye kutsamaya kalkmak, züğürt tesellisinden başka bir şey değildir,

      bir din, ananıza, babanıza, büyüklerinize saygı gösterin, onları hoş tutun der ama diğer taraftanda sizi dininizden çıkmaya zorlarlarsa onlara karşı gelin, yani gerekirse öldürün gibisinden sert söylemlerden de çekinmez,

      yetimi yoksulu doyurun der, diğer taraftanda din Allahın oluncaya kadar kâfirlerle savaşın der,

      öyle ya, eğer tanrının bir din gönderdiği iddia ediliyorsa, o tanrının, gönderdiği dinin yeryüzünde egemen kılınmasını istemesi en doğal hakkı olur, herhalde bir tanrı laf olsun torba dolsun kabilinden din göstermez, elbette haklı olarak gönderdiği dinin yeryüzünde egemen olmasını ister, yani gönderdiği emir ve yasakların (dini hükümler) her yerde uygulanmasını haklı olarak ister, ve haklı olarak inanırlarından kendi dini uğrunda savaşmalarını ister,

      bunu sağlamak için inanırların yapacakları tek şey tanrı yolunda savaşmaktır, tabi savaşmanın da bazı kriterleri vardır, bu kriterler önce düşmanın kelle sayısına göre 11 kat olduğu bir durumda düşmana savaş açılamayacağını şeklinde şarta bağlamışken, getirilen oranın uçuk olduğu anlaşılınca, savaşmama kriteri olarak düşmanın kelle sayısına göre 3 kat olduğu kriter şarta bağlanmış,

      onlar sizle savaşmazsa sizde onlarla savaşmayın önerisi düşmanın kelle sayısı olarak 3 kat üstün olduğu durumlar için getirilmiş bir bahanedir,

      o nedenle dinlerin inanırları tanrılarının en temel emrini yerine getirmek için uygun şartları her zaman kollamak zorundadırlar,

      —örnek vereyim fuhuşun yasak olduğunu din emreder veya hırsızlığın veya haksız kazancın yasak olduğunu bildirir (senden alıntı)

      bu sözün hiçbir anlamı yoktur, çünki tüm toplumlarda fuhuş ve hırsızlık yasaktır, bazı toplumlarda ise resmi izin verilen yerlerde ihtiyaç gidermek mümkündür, bazı Ülkelerde bireysel çalışanların müşteri bekleyecekleri sokaklar belirlenmiştir, Müslüman Ülkelerde böyle olanaklara sahip olamayan gençler, haremlik selamlık uygulaması nedeniyle, karşı cinsle arkadaşlık maksadıyla bile olsa kontak kuramayan gençler eşcinsel ilişkilere yönelmektedirler, ayrıca bu Ülkelerde fuhuş gayri resmi yollardan yapılmaktadır, Ülkenin birinde ise Devletin ruhsat verdiği imamlar vasıtasıyla (tüm imamlar) muta nikâhı adı altında fuhuş yapılmaktadır,

      hırsızlık ise tüm toplumlarda cezai müeyyide gerektiren bir suçtur ve genellikle hapisle cezalandırılır, şeriatla yönetilen ülkelerde ise hırsızın eli kesilir ama hırsızın cezasını kendileri vermeye kalkanlar, hırsızlara terör suçu işlemişler gibi muamele yaparlar, örneğin; Nijeryada, karnı aç olduğu için fırından ekmek çalmak zorunda kalan çocukların, fırın sahibi tarafından kol ve bacakları çaprazlama kesilerek sokak aralarına bırakılırlar ve bu çocuklar acı içerisinde kıvranarak ve kan kaybederek yavaş yavaş ölürler,

      bu davranışlarının temelinde, doğruluğuna inandıkları kitabın şartlandırmasıyla, (beyin yıkama) inanmayanlara karşı kin ve nefret tohumları aşılayan, inanırlarını dar bir kalıba sıkıştırarak, kimi seveceklerine kimden nefret edeceklerine kendisi karar veren bir kitabın ektiği sevgisizlik tohumları önemli rol oynar,

      Müslümanların birbirlerini boğazlamalarında da bu hoşgörüsüzlük yatar, çünki tanrılarının yüce emri gereği Allah yolunda savaşırken, kendileri gibi düşünmeyenlere kâfir gözüyle baktıklarından “Allahuekber” diyeni bile öldürmekten çekinmezler,

      —eğer ateistte hırsızlıktan zinadan fuhuştan alkolden uyuşturucudan ve her türlü istenmeyen dinin yasakladığı emirlere uyuyorsa dinin öğretilerini uygulamış olmuyorlarmı (senden alıntı)
      hayır, dinlere inanmayanlar dini kriterleri göz önüne almazlar, tamamen vicdanların sesine kulak vererek hareket ederler,

      dinlere inanmayanlar, yaşadıkları topluma ait bir birey olmanın bilinciyle, birey olmanın gerektirdiği temel hak ve özgürlükler kriterini göz önüne alarak, gerektiğinde dini inanç sahibi kişilerin haklarını da savunmaktan geri durmazlar, çünki insan hakları evrensel beyannamesinde anlamını bulan temel haklardan, dini, ırkı, cinsi, dili ne olursa olsun herkesin yararlanma hakkı olduğunun bilinciyle hareket ederler,

      o nedenle, kişilere olan saygılarından dolayı, namazlarını kazaya bıraktığında huzursuz olan biriyle göreve gidecekleri zaman, o günkü namaz saatlerini bir kağıda not ederler ve namaz vakti yaklaştığında araç şöförüne en yakın yerleşim birimine (genellikle köyler) yönelmesi talimatı verirler ama mirac hadisini savunarak 50 vakit namaz kılınabileceğini iddia etiklerinde de ağızlarının payını alırlar?

      işin garip tarafı, papazların topluma egemen olduğu çağlarda (aforoz silahı) bırakın orta çağı, karanlık çağı yaşayan hristiyan alemi, İslâm Ülkelerince bile acınacak halde olan hristiyan alemi, yıllarca süren mezhep kavgalarının sebep olduğu kan ve göz yaşı dolu acı günler sonrası, papazları karar alma mekanizmalarından pasifize ederek, (papayı Vatikana hapsederek) yani gelişmelerinin önüne set kuran din denen engeli yıkarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaştılar,

      ama İslâm aleminin böyle bir şansı yok, mezhep kavgalarını yaşayarak aralarındaki kan davasına son verseler bile, Allahın dinini yer yüzünde egemen kılmak gibi kutsal! bir görevden kaçma lüksleri yok,

      günümüzde yaşanan İslâmın gerçek İslâm olmadığını iddia ederek kendilerini teselli ettiklerini sananlara bu iddialarında hak veriyorum ama sakın gerçek dini anlatmaya kalkmayın diyorum?

      eğer gerçek İslâm yaşanmış olsaydı, hiçbir Müslüman Allah yolunda savaşmaktan kaçamayacaktı ve Allah yolunda savaştıklarını iddia eden ışid, el kaide, vb. gibi örgütlerin peşine takılıp dünyaya kan kusturacaklardı,

      son olarak;
      insanoğlu, ister peygamber olsun ister dinlere inanan olsun ister dinlere inanmayan olsun, yaratılış fıtratı gereği zaafları olan bir varlıktır, yani insanoğlu melek değildir,

      dinlere inananlar inandıkları kitabın hiçbir kelimesine itiraz edemeyeceklerinden, kitapta anlatılan her şeyi kabul etmek zorundadırlar; örneğin, kadınlara karşı aşırı zaafı olduğu ilgili ayetlerle sabit olan Muhammedin, cinsel ahlâk anlayışını bırakın sorgulamayı, savunmak zorundadırlar,

      İslâmiyeti seçmiş olan bir kadın, insan onurunu ayakla altına alan ve çok eşliliğin sebep olduğu kumalık düzenini reddetme hakkına sahip değildir, o nedenle İslâmiyeti seçmiş olan bir kadın, üzerine kuma gelmesini veya başka bir eve kuma gitmeyi kabul etmiş demektir,

      özetle; toplu yaşamın gerektirdiği kuralları düzenleyen otokontrol sistemlerinin içerisinde en kötüsü dine dayalı şeriat düzenleridir, getirdiği hükümlerin tabu olması, toplumların çağdaşlaşmasının önünde en büyük engeldir, çünki dinlerin öngördüğü toplum yapısı ataerkil ilkel toplum yapısıdır,

      sanırım samimiyet sınavında, sınıfta kalanların, dinin öğütlerine uyanlar olduğunu anlamışsındır?

  227. karaca dedi ki:

    sayın Bİ yabancı

    herhangi bir saçmalama yoktur. tekrar edecek olursam ateistler yani allaha inanmayanlar kabul etmeyenler veya sorgulama içinde olanlar veya dine inanmayanların kuralları neye göre oluşmuştur. bunu anlamaya çalışıyorum. veya mevcut kanun ve yasaların temelinde hangi öğretiler vardır.dünyanın neresine giderseniz gidin mutlaka referansının din olduğu pek çok kural ve kaideleri görürürsünüz insanlar bu kural ve kaideleri yaşayarak tecrube ederekmi kabul etmişlerdir.bu savunulabilir ama yetersizdir. bir gerekçe değilmidir.dini referanslar insanları her toplumda her yerde etkilemişlerdir kimi yerde az kimi yerde çok etkilemiştir. bu ateistler ve inananlar içinde geçerlidir demek istediğim buydu

  228. pamuk1kale dedi ki:

    Sayın Karaca;
    Sanırım dinin yaşamımıza kattıkları,toplumu nasıl iyi yöne doğru dizayn ettiğini anlatmak istiyorsunuz.Artılar ve eksiler…ve sonuç din olmalıdır!
    Sizin artılarınızın toplamını bana göre din yüzünden yapılan ve büyük insan katliamlarına yol açan ve halada açmakta olan bir tek bu eksi yeter!
    Din ile ahlak arasındaki ilişki…Kesinlikle aralarında doğru bir orantı yoktur ve ispatıda çevremizde,çevrenizde her gün yaşananlar.Uzatıp yüzlerce örnek vermek istemiyorum,bütün bu örnekleri tarafsız bir bakış açısıyla gözlemlemek çok zor değil.
    Asgari ücret: 870 TL
    Bu ülkede asgari ücretle çalışan ve hatta asgari ücretin çok altında çalıştırılan milyonlarca insan var! ”Şükürler olsun,şükredelim.” afyonuyla uyutulan bilmem anlatabildim mi?

  229. atlantik dedi ki:

    Doğru yüzyıllardır insanlar hep bu şekilde kullanmışlar dini çünkü çok su götüren bir konu. Zaten bir şey yaptırmak istiyorsan karşındakine ya korkutacaksın ya kandıracaksın. Bunlar da ikisini de yapmışlar.. Arabasına bakım yaptırmaz sonra arkasına allah korusun yazar. Küçük bir çocuk kazada ölmezse allah korudu derler o zaman başka küçük bebek yanarak ölünce allah onu korumadı mı?insan sakat doğarsa onun imtihanı peki sakat hayvanların imtihanı ne? Hep insana özgü yorumlar düşünceler nasıl da sırıtıyor. Burada yorum yapan arkadaşları kuzey Avrupa ülkelerine yollasak sonra da arap ülkelerine farkı görünce bilecekler neye kızdığımızı (hani kuranı en iyi anlayanlar araplar ya dilleri nedeniyle neden bu kadar geri kalmışlar? Onlar içinde hiç mi aklını kullanan yok? Hem inan hem öyle cahilce yaşa bi de bizi de o çukurun içine çek yok ya! Hacca gidenler eskiden beri kurban keserler tabi çok insan olunca çok da hayvan kesilirdi. Derindondurucular yokken sıcaktan bozulan etleri gömerlermiş burda akıl girecek işte devreye o zaman ne anlamı var amacına ulaşmayınca? Adam şeker hastası doktor diyor karbonhidrat ürünlerini tüketmeyeceksin spor yapacaksın o ne yapıyor şifa olsun diye o refahlı kanallarda satılan baldan alıyor bu çağda ayıp ayıp. Dinin özünü anlayıp uygulayana lafım yok ama aklını kullanmayıp körükörüne inanan insanlara sesleniyorum dine en büyük tehlike sizsiniz,.Siz iyi şeyler yapın dinin vermiş olduğu o mutluluğu huzuru bilgiyi kullanın da inanmayanlar bile hayran kalsın. Sorun insanın kendine dürüst olup olmadığıdır. KRAL ÇIPLAK!

    • bilal dedi ki:

      .
      Sn.Atlantik,

      Bir müslüman olarak yukarıdaki görüşünüze aynen katılıyorum.Ayrıca bu güzel açıklamalarınızdan dolayı da size teşekkür ederim.
      Ama, şayet ‘’ (hani kuranı en iyi anlayanlar araplar ya dilleri nedeniyle neden bu kadar geri kalmışlar? Onlar içinde hiç mi aklını kullanan yok? Hem inan hem öyle cahilce yaşa’’şeklindeki yorumunuz kuran’a yönelik olup,kur’an ve islamı sorumlu gösteriyorsanız bu tamamen yanlış olup buna katılmamız mümkün değildir.

      Çünkü,Emevilerden başlayarak bugünümüze kadar hangi Arap ülkesinde Allah’ın göndermiş olduğu islam kuralları uygulanmıştır? Ayrıca halkı müslüman olan bütün ülkeler de buna dahildir,o günden beri ne bir arap ülkesi,ne de halkı müslüman olan başka bir ülke islam ve kur’an hukukuyla yönetilmiş değildir Bütün bunları kendi çıkarları doğrultusunda yöneten islam dışı monarşi rejimleridir,bunlar kendi çıkarları için islamı yanlış yorumlatarak,adeta müslümanları da hep islamdan uzaklaştırma çabasında olmuşlardır.Eğitim ve öğretim veren yönetim biçimleri gayri islamı ise,kendi çıkarları için islamı da nasıl yorumlatıp öğreteceklerini de bilmem anlatmaya gerek var mı? İşte o günden beri bütün Arap ülkeleri dahil halkı müslüman olan ülkeler bu sorunu yaşamaktadır.Bu nedenle bu ülkeler hep geri kaldıkları gibi maalesef islamı doğru anlamaktan da uzak kalmışlardır.Bir halk veya bir ülke geri kalmışsa,bunun yegane sebebi söz konusu yönetimdir.Bu nedenle gerek halkı müslüman olan ülkeler gerekse bütün arap ülkeleri olsun,bunların geri kalmasının tek sebebi bu ülkelerde egemen olan gayri islami yönetimlerdir.
      Ayrıca bu gayri islami yönetimlerin de kendi çıkarları doğrultusunda kur’an ve islamı nasıl yorumlatıp,öğreteceklerinin de anlatılmasına gerek yoktur!

      Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Ayrıca bu gayri islami yönetimlerin de kendi çıkarları doğrultusunda kur’an ve islamı nasıl yorumlatıp,öğreteceklerinin de anlatılmasına gerek yoktur! (senden alıntı)

        burası ağlaşıp sızlanma yeri değil, gerçek İslâmın din Allahın oluncaya kadar Allah yolunda savaşmak olduğunu bildiğinize göre haydi hiç durmayın gereğini yapın,

        kuracağınız toplumsal düzenin ne olacağı da, bakara-178’de farz kılınarak meşrulaştırılmıştır,

        ne yapmanız gerektiği açık açık belli olduğuna göre, o zaman, yapmanız gereken tek şey hemen harekete geçmeniz, haydi ne duruyorsunuz? haydi şahlanın artık, atın üzerinizdeki ölü toprağını, haydi gazanız mubarek olsun?

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Çünkü,Emevilerden başlayarak bugünümüze kadar hangi Arap ülkesinde Allah’ın göndermiş olduğu islam kuralları uygulanmıştır? Ayrıca halkı müslüman olan bütün ülkeler de buna dahildir,o günden beri ne bir arap ülkesi,ne de halkı müslüman olan başka bir ülke islam ve kur’an hukukuyla yönetilmiş değildir (senden alıntı)

        bir zatı muhterem, eğer Emeviler Türkleri kılıçtan geçirmeseymiş, Türkler Müslüman olmayacaktı demiş, yani Türkler Müslüman olmayı Emevilerin boğazlarına kılıç dayamasına borçluymuş,

        bence son derece haklı, dolayısıyla Müslüman olduğunu söyleyen herkes, (Alevi, Sünni fark etmez) Müslüman olmasını Emevilere borçlu, o nedenle her Müslüman hergün sabah akşam, yatıp kalkıp Müslüman olmalarına sebep olan Emevilere dua ederek minnet borcunu ödeyecek?

        Emeviler ne yapmış, Arap dünyasında iktidarı elde geçirmek için, iktidar gücünü temsil eden, Allah adına toplumu yönetme yetkisi veren halifelik müessesesini ele geçirmeye kalkışmışlar,

        bu amaçlarını, Osmanın katillerini bulmadığı bahanesiyle Aliye başkaldıran Ayşenin sebep olduğu iktidar zafiyetini çok iyi değerlendirerek başarmışlar, halifeliği ele geçirince, kendilerine biat etmek istemeyen bir kısım Mekke ve Medinelileri kılıçtan geçirmişler, sukuneti sağladıktan sonra ele geçirdikleri halifeliği başkalarına kaptırmamak için halifeliği babadan oğula geçen bir miras olarak benimsemişler,

        bana göre, halifeliğin babadan oğla geçmesinin bir sakıncası yok, ha Ahmet, ha Mehmet, ha baba, ha oğul, ne fark eder ki, her gelen Allahın koyduğu hükümlerle hükmetmeyecek mi?

        yani aslolan Allahın koyduğu hükümlere göre hükmetmekse, kişilerin ne önemi var, ayrıca peygamberliği başkalarına kaptırmamak için babadan oğula devreden peygamberliklerin olduğunu da bildiğimize göre, halifeliğin babadan oğula geçmesinin bir sakıncası olmaz,

        o nedenle Müslüman olan herkes, Müslüman olmalarına sebep olan Emevilere saygıda kusur etmeyecek, minnet duyup nankörlük etmeyecek, anlaşıldı mı?

        bilhassa Aleviler, kendilerinde meydana gelen Ali sevgisini Emevilere borçlu olduklarını hiç ama hiç mi hiç akıllarından çıkarmayacaklar ve Emevileri en derin saygıyla minnetle anacaklar, aksi davranış nankörlüğün daniskası olur,

        çünki Emeviler, Türklerin atalarının boyunlarına kılıç dayamasaydı, Aleviliği benimseyenler de Müslüman olamayacaklardı ve ne Muhammed nede Muhammedin ehli beyti hiç ama hiç mi hiç umurlarında bile olmayacaktı !!!???***

        yani Alevilerde ehlibeyt aşkının doğmasının yegane sebebi, Emevilerin atalarının boynuna kılıç dayaması sonucu Müslüman olmalarıdır,

        o nedenle Aleviler, haddini bilecek, Emevilere saygıda kusur etmeyecekler, anlaşıldı mı?

        ayrıca Aleviler, Müslümanlığın Muhammedin ehlibeytini sevmekle bir ilgisinin olmadığı, yani onlarda tıpkı Sünniler gibi Kuran hükümlerine tabi olduklarını bilecekler ve Kuranın tanrısının en temel emri olan din Allahın oluncaya kadar onlarla (Muhammede inanmayanlarla) Allah yolunda savaşın emrini yerine getirecekler,

        çünki Müslüman olduğunu söyleyen herkes, ister Alevi olsun, ister Sünni olsun Kuranın tanrısının en temel emrini yerine getirmeme hakkına sahip değildir,

        o nedenle Alevilerde, din Allahın oluncaya kadar Allah yolunda savaşacaklardır, bundan kaçacak bir bahaneleri de yoktur, işe kendileri gibi düşünmeyen kâfir Müslümanlardan başlayabilirler,

        işin ilginç olanı ne gariptir ki, bu Ülkede hilafetin önünde en büyük engellerden biri Laik Demokratik Cumhuriyeti korumakla görevli olanlardan biri ordu, diğeri ise Alevilerdir, hilafetin geri gelmesini isteyenler, orduyu pasifize ettiler ama Alevileri nereye koyacaklar, işte ona bir çözüm bulabilmiş değiller,

        ama bilinen bir şey var, iİslâm alemi mezhepler arası savaşları yaşamadan ortaçağ karanlığından asla çıkamaz,

        eğer Muhammed günümüzde yaşasaydı, ve peygamberliğe soyunsaydı, getirmeye çalışacağı toplum düzeni, statü ve cinsiyet ayırımcılığının yapıldığı ata erkil toplum yapısı değil, Laik Demokratik bir Cumhuriyet olurdu,

        Medine sözleşmesini laiklikle bağdaştırmaya çalışan ulemayada şunu hatırlatayım, Medine sösleşmesi farklı inanış şekillerinin oluşturduğu ve her toplumun kendi şeri hükümlerine göre yönetilmesini ön gören bir sözleşmedir, yani Medine sözleşmesini imzalayan gruplar, farklı farklı şeri hükümlere tabi olduğundan, bu durumun toplumun tüm bireylerinin aynı hukuk kurallarına tabi olduğu laiklik kavramıyla bir ilgisi olmadığı ortadadır,

        yani Medine sözleşmesi laik bir düzeni öngörseydi, din, dil, ırk, vb. gözetmeksizin herkes aynı hükümlere tabi olurdu,

        özetle söylersek, ister Sünni ister Alevi olsun, her Müslüman, Müslüman olmalarını Türklerin Müslüman olmalarına sebep olan Emevilere borçludur ve o nedenle Emevilere karşı saygısızlık yapma hakkına sahip değildir?

        emin olun, bu söylemimde kesinlikle kinâye yapmıyorum, son derece ciddiyim,

        zaten benim olayları sebep sonuç ilşkisine göre değerlendirdiğimi bilenler, kinâye yapmadığımı anlayacaklardır.

        o nedenle Emevilerin dini uygulamalarına eleştiri getirip saygısızlık yapmaya kalkmayın, sonra minnet duymanız gereken bir topluluğa karşı nankörlük yapmış olursunuz, anlaşıldı mı?

      • bilal dedi ki:

        Sn.1okuyucu,

        ‘’ bir zatı muhterem,eğer Emeviler Türkleri kılıçtan geçirmeseymiş,Türkler Müslüman olmayacaktı demiş, yani Türkler Müslüman olmayı Emevilerin boğazlarına kılıç dayamasına borçluymuş, ‘’’sizden alıntı

        TÜRKLER NASIL MÜSLÜMANLAR OLDULAR?

        Bunu söylemenizle ne sizin söylediğiniz zatı muhterem,ne de siz Türklerin ne zaman ve nasıl müslüman olduklarından da haberdar olmadıklarınızı göstermiş oldunuz.Zira Türkler Emeviler döneminde değil,Abbasiler döneminde kendi istekleriyle islamiyeti seçmişlerdir, her ne kadar Emeviler döneminde savaşlar olmuşsa da,bunlar yine Abbasiler döneminden başlayarak kendi iradeleriyle islamiyeti seçmeye başladılar.

        Abbasiler dönemi:

        750 yılında Emevi hanedanı yıkılıp İslam Devleti’nin başına Abbasi hanedanı geçtiğinde Arap olmayan azınlıkların durumunda iyileşme görüldü. Bu nedenle Türkler de Abbasi yönetimine sıcak baktılar. Daha önce orduda yararlanılmakla beraber hor görülen İran’lılar ve Türkler Abbasi ordusunda ve yönetiminde önemli yerlere gelebildiler.

        Talas Savaşı
        Ana madde: Talas Savaşı

        Aynı esnada Karluk Türkleri doğudan Çin işgali tehdidi altında idiler. Karluklar Çinlilere karşı Abbasilerden yardım talebinde bulundurlar.Abbasi yönetimi Türklerin aradan çıkmasının Çin tehdidini kendi kapılarına getireceğini görerek bu teklifi kabul etti. Türkler ile Müslüman Araplar tarihte ilk kez ittifak oluşturdular. 751 yılındaTalas Irmağı kenarında gerçekleşen savaşta Arap ve Türk orduları Çinlileri ağır bir yenilgiye uğrattılar. Talas Savaşı Türk müslüman ilişkilerinde ve Türklerin Müslümanlaşmasında bir dönüm noktası olmuştur.

        İlk Müslüman Türk devletleri

        Türklerin kitleler hâlinde Müslüman olmaları özellikle 10. yüzyılda hız kazandı. Karluk’tan sonra, Yağma ve Çiğil boyları, ardından Oğuzlar arasında İslâmiyet yayıldı.Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri, ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlı Devleti’ni (840), Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti’ni (1038) kurdular.

        Kaynak: ( Vikipedi )

        İşte gördüğünüz gibi Türkler ne Emeviler döneminde,ne de kılıç zoruyla Müslüman olmuşlardır,bunlar Abbasiler döneminde kendi iradeleriyle islamiyeti seçmeye başlamışlardır.Yani hem siz,hem de ima ettiğiniz o zatı muhterem dahil araştırıp doğruyu öğrenmeden maalesef burada tarihi gerçekleri çarpıtmışsınız.

        Saygılarımla.

      • 1okuyucu dedi ki:

        Bilâl;

        —Bunu söylemenizle ne sizin söylediğiniz zatı muhterem,ne de siz Türklerin ne zaman ve nasıl müslüman olduklarından da haberdar olmadıklarınızı göstermiş oldunuz.Zira Türkler Emeviler döneminde değil,Abbasiler döneminde kendi istekleriyle islamiyeti seçmişlerdir (senden alıntı)

        eğer Araplar Türklerle ilk teması Abbasiler döneminde kursalardı, o zaman söylediklerinde haklı olabilirdin???

        oysa Araplar Türklerle ilk teması Emeviler döneminde kurdular, Türklerin savaşçı bir millet olması nedeniyle Emevilere baş eğmedikleri düşünülse de, Emeviler döneminde de İslâmiyetin Türkler arasında yayılmadığını söyleyemeyiz, çünki her ne sebeple olursa olsun, toplumlar kültürler arası alışverişten etkilenirler,

        dolayısıyla Türkler İslâmiyetle Emeviler döneminde tanışmıştır, ilk başlarda Türkler İslâmiyete yeterince meyletmeselerde, İslâmiyeti seçenlerin ön ayak olmasıyla, Türkler arasındada İslamiyet yayılmış, Abbasiler döneminde talas savaşı nedeniyle kurulan dostane ilişkiler İslâmiyet geçişleri bir nebze hızlandırmış, hepsi bu,

        eğer, Talas savaşı nedeniyle aralarında dostane ilişkiler olmasaydı, Türklere yaklaşımında Abbasilerinde Emevilerden bir farkı olmayacaktı,

        o nedenle kıvılcımı ateşleyen Emevileri pas geçemezsin, dolayısıyla tarihi gerçekleri saptırarak Emevileri yok sayamazsın,

        bir şeylere kulp bulmaya çalışırken, bulduğun kulpun sağlam olmasına dikkat et, baksana her seferinde testi yere düşüp kırılıyor?

      • bilal dedi ki:

        = DÜZELTME =
        TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR? şeklindedir.

  230. atlantik dedi ki:

    Syn Bilal Bey;
    Sizin dediğinize göre islam dini 1500 yıldır uygulanamadı burda bir başarısızlık yok mu?nerde yanlış yapıyorsunuz acaba?açıkçası ben dindar birisi değilim ama keşke islamı güzel yaşasalar da hepimiz rahat etsek.sonuçta bizim ülkemiz de islam dinine inanıyor çoğunluk olarak.ben bir örnek vermek istiyorum dindarlar sözünün eri olsun yalan söylemesin,sadece bunu yapsın 1 yıl 5 yıl 10 yıl mutlaka farkı gözükecektir.istisnalar hariç bu yapılmayacak bir şey olmasa gerek. Mesela peygamberin hadisinde müslüman hasta olmaz demiş.allah aşkına bir bakın hastalık hangi ülkelerde? Burada en önemli sorun şudur ki akıl kullanılmazsa, diyalektik düşünce olmazsa hangi dine inanırsan inan bir arpa boyu yol alamazsın.16.y.y a kadar Osmanlı bunu başarmış bir nebze. Çünkü ne yapmış bilimi araştırmış,incelemiş.padişahlar hacca gitmemiş.okumuşlar,düşünmüşler,tartışmışlar,merak etmişler.Savaşa gitmeden önce aklını kullanmışlar strateji uygulamışlar fiziksel anlamda alıştırma yapmışlar son olarak da dua etmişler.bakın 9 puan son noktada da dua ile 10 puan yapmışlar.. Gelişmiş ülkelerde gezerken anlıyoruz,her şey kolaylık ,insana değer var (hastaya,yaşlıya,engelliye,bebeğe).onlar da zamanında cadı diye kadınları yakmışlar vs. bir sürü bedel ödemişler.ama sonra ne yapmışlar eski yunandan mısırdan osmanlıdan hatta barbar romalılardan bile ders almışlar yazılanları okumuşlar, insanı tanımışlar. İnsan adi bir yaratık kendi menfaati için yapmayacağı yok madem öyle mi kurallar olacak, düzen refah istiyorsan elini taşın altına herkes koyacak. Tabi ki arap ülkesindeki gibi hırsızın elini kessen de bu kurallara uyulmadığını görüyoruz. Adamı yetiştirme sonra elini kes. öyle olmaz. Çocuğunuza 0 ile 15 yaş arası her şeyi öğreteceksiniz.en başta yaşama sanatını.bakalım ülkemizde öyle mi? 1kardeş daha yapalım ikisi büyüsün çiçek mi bu? emek vereceksin zaman ayıracaksın kolay mı?20 yaşına geliyoruz her şeyden korkuyoruz.avrupada gençler az parayla dünyayı geziyorlar çünkü onlara 10yaşında bisikletiyle köyleri 14 yaşında illeri 16 yaşında da ülkeleri nasıl gezilir öğretilmiş pat diye olmuyor bu işler.bizim 3 yaşındaki çocuklar suya buh derken onlar çocuklarına solo şarkı söyletiyorlar. Bilal bey Bangladeş te bir fabrikaya polisler geliyor ve buradan çürük içinişçilerin çıkartılması söyleniyor ve rapor yazıyorlar 1 ya da 2 gün sonra fabrika yıkılıyor ve 300den fazla ölü.şimdi anlatabiliyor muyum neden geri kalındığını?inanca akıl katılmazsa olmuyor tek dua ibadet ile.felsefede bir söz var ” fakir ülkeler çünkü fakirdir”ee biraz da siz de haklısınız öbür dünyaya yatırım yaparken performans da düşüyor.

  231. bilal dedi ki:

    Sn.Atlantik,

    Sizin dediğinize göre islam dini 1500 yıldır uygulanamadı burda bir başarısızlık yok mu?nerde yanlış yapıyorsunuz acaba? ‘’ sizden alıntı’’

    1-İslam dört halife devrinde uygulanabildi diyebiliriz,ama ne zaman ki,görünürde müslüman olup, gerçek anlamda müslüman olmayan Emevi Hanedanları biat(yani liderlerin halk tarafından seçilmesini öngören) sisteminin uygulanmasına son vererek islamı dışı monarşı rejimiyle cebren müslüman halkı yönetmeye başladılar,işte o zaman islam dininin hükümleri de yürürlükten kaldırıldı.Bunlar koltuk ve çıkarlarını korumak için islamı değil,monarşi rejimini uygulamaya başladılar,tıpkı şu an Suudi Arabistan’dak islam dışı krallık sistemi gibi !
    Ayrıca Emevi haedanlarından bu yana gerçek anlamda islam uygulanmamışse,bu onun başarısızlığı değil,zira bir sistem her ne kadar iyi olursa olsun,çıkarcı ve menfaatçilerin elinde olursa,onu kendi çıkarları doğrultusunda yorumlatıp uygulamaktan geri çekinmezler.O günden beri halkı müslüman olan ülkeleri hep bu tip egemen güçler yönetmişlerdir.Bunlar mı islamı uygulayacaklardı? İslam,son evrensel ilahi bir din ve sistemdir,hiç bir din ve sistem kendiliğinden uygulanamaz,ancak söz konusu din ve sistem kendisine yürekten inanıp bağlı olan,çıkar ve menfaatten uzak olup,onu doğru algılayan kimseler tarafından uygulanabilir,ama bakıyoruz ki,Emevilerden bu yana halkı müslüman olan ülkeleri yönetenlerin hepsininde islamla alakası olmayan egemen güçler olmuıştur. Peki o günden beri islam dışı monraşi rejimiyle halkı müslüman olan ülkeleri yöneten egemen bu tip güçlerden mi islamın uygulanması beklenecekti ?

    ‘’ Mesela peygamberin hadisinde müslüman hasta olmaz demiş.allah aşkına bir bakın hastalık hangi ülkelerde? ‘’ sizden alıntı’’

    2-Böyle bir hadis var mıdır ? Nerede geçiyor ? Kaynak gösterir misiniiz ? İşte ne yazık kı bir çok insan dinini islamın tek kaynağı olan kur’an’dan değil,hz.peygamberin vefatından sonra ona uydurulmuş olup aslı astarı olmayan,yalan ve iftiralarla dolu olan ve hadisle hiç bir alakası olmayan bu tür saçma sapan rivayetlerden öğreniyorlar. Eğer dinimizi aslı astarı olmayan bu tür uydurma rivayetlerden öğrenirsek halimiz de böyle olur !!!

    Ayrıca hz.peygamber dönminde kayıt altına alınıp korunmayan sözlerinin içine zamanla nice uydurma,yalan ve iftira dolu rivayteler de girmiştir.Zira Hz.peygamberin vefatından sonra islama ve hz.peygambere inanmayanlar,münafıklar,koltuğunu ve çıkarını korumaya çalışan egemen güçler, hz.peygambere nice hadisler uydurdular.Hz.peygamber zamanında hadisler yazılıp kayıt altına alınmadığından dolayı uydurma hadisler için böyle bir durumun da tam müsait olduğunu görüyoruz. İşte yukarıda kaynağı bile olmayan ‘’peygamberin hadisinde müslüman hasta olmaz..’’ şeklindeki ifadenizin de aslı ve astarı olmayan uydurma rivayetten başka bir şey değildir. Evet,hadisler sağlıklı olarak korunmamıştır,sözüm ona hadis kitaplarında nice aslı astarı olmayan,hatta kur’an’a aykırı olan nice uydurma ve yalan rivayetler de vardır.Ayrıca hadislerin tümü korunmamış olsa bile yüce Allah’ın göndermiş olduğu dinden hiç bir eksiklik söz konusu değildir.Zira islam dini ‘’ Allah’ın vahyettiği ve gönderdiği kur’an’la tamamlanmış ve kemale ermiştir.!!!
    Buhari,Müslim ve diğer kütübi Sitte’nin hiç biri ne Allah’ın kitabıdır,ne de bunları yazdıran hz.peygamberdir.Bizim tek dini kaynağımız ise sadece yüce Allah’ın kitabı olan Kur’an’ı kerimdir. Dini kuralları koyan bizim gibi bir kul ve beşer olan peygamberler değil,onlar da sadece yüce Allah’tan almış oldukları mesajları tebliğ,tebyin ve uygulamakla görevli idiler,bu nedenle hz.peygambere ait bazı mütevatir,sikka ve sahih hadisler var ise de,bunlar dinin kaynağı değil,kur’an’ın şerhi ve tefsiri mesabesindedir.Ayrıca binlerce hadis rivayetleri arasında sikka (güvenilir) olanların sayısı 18 taneyi geçmediğini söyleyen alimler de vardır.Hadisler hz.peygamberin zamanında ve gözetiminde yazılıp kayıt altına alınmadığından,mevcut rivayetlerin bir çoğu uydurma olup hadisle bir alakası yoktur.

    ‘’ Burada en önemli sorun şudur ki akıl kullanılmazsa,diyalektik düşünce olmazsa hangi dine inanırsan inan bir arpa boyu yol alamazsın. ‘’ sizden alıntı’’

    Zaten bu söyledikleriniz tamamen kur’an’ın mesajına da uygundur,zira müteaddit ayetlerde ‘’ افلا تعقلون – افلا تتدبرون الخ‘’Aklınızı kullanmaz mısınız? Düşünüp kavramaya çalışmaz mısınız? Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ? انما يخشي الله من عباده العلماؤ ‘’Kullarından ancak bilginler Allah’a gereği gibi saygı duyarlar.’’ gibi bu vb.daha nice ayetlerle insanlar araştırıp ilimleri öğrenmeye, aklını kullanıp kavramaya ve neticesinde maddi ve manevi her konuda pozitif konumda olmaya davet edilmektedir!

    Sn.Atlantik,bu söylediklerinizin tümüne katılıyoruz,ama bunların sorumlusu kimlerdir? Haşa İslam mı? yoksa islam dışı rejimlerle halkı müslüman olan ülkeleri öteden beri yönetip idare edenler mi? Halkı müslüman olan hangi ülkenin yöneticisi kendi ülkesini yüce Allah’ın gönderdiği kur’an hukukuyle yönetmektedir ? hangi ülkede gerçek anlamda islamın emirleri uygulanıyor ? Halkı müslüman olan ülkelerdeki yönetim biçimlerinin tümü gayri islamıdır.İşte bu saydıklarınızın hiç birinden islam sorumlu tutulamaz,bunların yegane sorumlusu ise halkı müslüman olan ülkelerdeki gayri islamı yönetim ve idarecileridir,ayrıca bunlara duyarsız kalan halkın da büyük bir sorumluluğu vardır !

    Saygılarımla.

    • BİR KUL dedi ki:

      AYNI NAKARAT HEP AYNI NAKARAT AYNI FORMATI KULANANLAR İÇİN

      Akıl doğru kullanıldığında bir nimet, yanlış kullanıldığında bir bela, hiç kullanılmadığında büyük bir israftır.

      Vahiylerin gayelerinden biri de insanoğluna aklını doğru kullanmayı öğretmektir. Malum insan aklının çalışma şekli üçtür: Parçadan bütünü, bütünden parçaya, parçadan parçaya (dedüksiyon, endüksiyon, analoji). Diğer yollar bu üç sınıftan birine girer. Tarihte akıl konusunda iki aşırılık olmuştur: Birincisi aklı mutlaklaştıran ve akla sorgusuz sualsiz teslim olan “akılcı” görüş. Bu dengesizlik ve ifrattır. Akıl amaç değil araçtır. Her araç amaçlaştırıldığında yoldan çıkar. Akıl kendisini taşıyamaz olur. Tanrılaşır, küstahlaşır, haddini aşar, sınır tanımaz. Kur’an böylesi bir aklın faaliyetine fikir diyor. Yani sığ ve hakkı verilmemiş düşünce. Müddessir suresinin 18 ve devamında anlatılan aklı buna örnek verir.Diğerine tefekkür diyor. Derin ve hakkı verilmiş düşünce. İkincisi aklı atıl bırakan, onu çalıştırmayan ve kullanmayan, ona hep güvensizlik besleyen, hatta onu yeren dengesiz yaklaşım. Bu da tefrittir.

      İMAN BÜTÜNLÜĞÜNDE MANTIĞIN ROLÜ
      Şimdi sizlerden, “İslam Dini” ile ilgili, bugüne kadar edindiğiniz tüm bilgileri gözden geçirmenizi istiyoruz.Bu konuyla ilgili, kaynağı ne olursa olsun aklınıza gelen tüm bilgileri, hatta bu bilgiler ışığında oluşturduğunuz davranışlarınızı…
      Bu işlem sırasında, taradığınız bilgiler içinde tutarsızlık tesbit ettiyseniz, aldığınız bilgileri mantık süzgecinizden geçirmeden hafızanıza kaydettiniz demektir. Mantığınızı kullanıp kullanmadığınızı anlamanın en kestirme yoludur bu. Çünkü, mantık süzgecinden geçen bilgide tutarsızlık olmaz.
      Kur’an’da; “ Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de, tutarlı sözle sağlamlaştırır!..! ( İbrahim 27) denilmesi, mantığın önemini ve mantık ile imanın ne kadar bağlantılı olduğunu görmemiz açısından dikkat çekicidir. Bir konuyla ilgili eksik bilgilere sahip olabilirsiniz, ama edindiğiniz bilgiler içinde
      mantık bütünlüğü oluşturabildiyseniz, bilginiz dahilinde olan tüm soruların cevabına sahip olmanız gerekir. Cevaplarınızda çelişkiler varsa, bilgilerinizi tekrar gözden geçirin ve mantığınıza uymayan bilgiyi eleyin!.. Çünkü ; Bilgide mantık siliniyor ise gerçeğe aykırıdır!..
      Bu noktada, mantığın en önemli görevini şöyle tanımlayabiliriz;
      Kişinin akıl ile elde ettiği bilgiler arasındaki bütünlüğü sağlayıp, çelişkileri gidermek ve bu işlem sırasında, bilgileri bir süzgeçten geçirerek(ki biz buna mantık süzgeci diyoruz) bütüne aykırı, çelişkili veya yanlış bilgileri elemek.
      Bu işlemi, akıl-mantık-gönül üçlüsünün görevlerini baz alarak, anlatmaya çalışalım;
      Bilgiler akıl yoluyla elde edilir. Akla gelen bilgi mantığa gönderilir, mantık yanlış bilgiyi eler, doğru olanı gönüle iletir. Gönül, gelen bilgileri halimize geçirmemizi sağlar. Aslında çok basit gibi görünen bu işlem, oldukça karmaşık ve zordur. Yukarıdaki tanım, olması gerekenin tanımıdır, ancak realitede çoğu zaman evdeki hesap çarşıya uymaz!..
      Mantığın, görevini yerine getirdiğinin, başka bir deyişle mantığımızı çalıştırdığımızın en somut göstergesi ise; soru sormamızdır!.. Mantık soru sorar ve aldığı cevaplar doğrultusunda doğruyu ve yanlışı ayırt eder. Her soruda bir bilgi mevcuttur. Çünkü soru; zaten akılda olan bilginin, mantık tarafından sınanması için sorulur!.. Bu nedenle de, bir kişinin sorularına bakarak sahip olduğu bilginin düzeyini ölçmek
      mümkündür.
      Konunun daha iyi anlaşılması için; bir gazetede, “ Tanrı’ya mesaj var” başlığı ile yayınlanan haberden alıntı yapmak istiyoruz. Haber; Bir kilisede Tanrı’ya elektronik posta gönderen 3 ile 9 yaş arası çocukların
      sorularından oluşmakta. Konumuza uygunluğu açısından, çocuklardan birkaçının sorularını irdelemekte yarar var. Önce soruları görelim:
      “ Ne diye bu kadar çok insan yarattın? Başka bir dünya daha yapıp fazlalıkları oraya
      koyamaz mısın? “ J.B (7)
      “ İnsanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine, neden elindekileri tutmuyorsun?” Jane (6)
      “ Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor. Eğer varsan, gecikmeden birşeyler
      yapmanda fayda var.” Harriet (6)
      “ İnsanlara ruhları her zaman doğru mu dağıtıyorsun? Yanlış yapabilirsin!..” Audrey (8)
      “ Bende senin dışında tüm liderlerin resmi var. Seninkini de yollar mısın? “Norman (6)
      “ Kitabını okudum ve beğendim. Bütün o fikirler nereden geldi aklına? “John (8)
      “ Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu? “ Norman(4)
      “ Tanrı olduğunu nasıl bilebildin? “ Charlene (3)
      Bu çocukların en önemli ortak özellikleri, mantık yürütüyor olmaları. Soru soruyorlar ve çoğu, ileride, sordukları sorulara aldıkları cevaplar doğrultusunda bir inanç geliştirecekler… Sorularındaki ortak özellik ise, akıllarında, “Allah” kavramı yerine, yukarıda bir yerlerde oturan ve insanların her hareketini denetleyen
      “ insan tanrı” kavramı bilgisini taşımaları. Bu bilgiyi de maalesef ki biz büyüklerden ediniyorlar!..
      Büyüdüklerinde ise, önlerinde üç seçenek olacak:
      1)- Akıllarındaki yanlış bilgiler doğrultusunda oluşturdukları “insan tanrı” kavramı, gün geçtikçe mantıklarına uymamaya, sorularına cevap verememeye başlayacak ve bu “insan tanrı” ya inanmak yerine mantıklarına inanmayı tercih edecekler. Yani, insan olmanın gerekliliği olan “akıl”larından ödün vermemek adına, imanlarından ödün verecekler.
      Söz konusu çocuklar için, bu süreç başlamış bile!.. Yukarıdaki soruların cevaplarını; yukarıda oturup onları cezalandırmak ve ödüllendirmekten başka hiçbir işe yaramayan “insan tanrı” kavramını aşılayan
      büyüklerden alabilselerdi, bu soruları doğrudan “insan tanrı” ya sormazlardı!..
      2)- Mantıklarına uymayan “insan tanrı” kavramını inkar etmemek adına mantıklarını terk edecekler .Yani, imanlarını korumak adına, akıllarından ödün verecekler ki bunun sonuçlarını, “Tek yönlü iman” adlı bölümümüzde ayrıntılı olarak görmüştük.
      3)- Mantıklarının kabul etmediği bilgileri yeniden sorgulayıp, yanlış olan bilgileri terk ederek, “Allah” kavramını öğrenmeye başlayacaklar. Böylelikle de, mantıklarından ya da imanlarından ödün vermeden, Allah’ı öğrendikçe sevecek, sevdikçe inanacaklar.
      Son seçeneğin görüldüğü kadar kolay olduğunu sanmayın. Çocukluklarından itibaren, en güvendikleri ve en sevdikleri yakınları tarafından oluşturulmuş ve zamanla kökleşmiş olan “insan tanrı” kavramını yıkmak, inanın sanıldığı kadar kolay değil!..
      Aslında hepimiz aynı seçeneklerle karşı karşıya değil miyiz? Bu seçeneklere derinlemesine baktığımızda, seçeneklerden her hangi birini seçeni suçlayabilir miyiz? Olayları irdelediğinizde, yani mantığınızı kullanmaya başladığınızda, sebeplerin arkasını görmeye başlarsınız.
      Sebeplerin arkasında ise; temelde ne suç vardır, ne de ceza!…
      Şimdi sizlerden, mantığınızı kullanarak, yukarıdaki sorulardan koyu renk olanların cevabını düşünmenizi istiyoruz. Bu soruları daha önce kendi kendinize sormadıysanız, lütfen neden sormadığınızı da düşünün!..Kendiniz için olmasa bile çocuklarınız için düşünün. Çünkü bir gün çocuklarınız, kendinize dahi hiç sormadığınız bu soruların cevabını sizden isteyebilirler. Mantıklı bir yanıt vermediğinizde de onları, yukarıdaki seçeneklerle baş başa bırakıyorsunuz demektir!..
      “Arının bütün meziyetlerine rağmen sevilmeyişi,nefsini acı ile koruyuşundandır. Unutulmasın ki, arının mantığı olsa iğnesini kullanmazdı!..” *
      Mantık, insan için öylesine bir silahtır ki; Allah yolunda kullanırsan nefsinin seni Allah yolundan uzaklaştıracak isteklerini, nefsinin yolunda kullanırsan, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneğini kaybedersin!.. Mantığını nefsine uyarak kendine çeviren ve bu nedenle doğruyu ve yanlışı ayırt etme
      yeteneğini kaybedenlere en güzel örnek şeytandır.Kur’anda Allah,” Adem’e secde et! ” dediğinde şeytanın mantığı, nefse dönük bir ölçü kullanmış ve ” Ben ondan hayırlıyım çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın. ” diyebilmiştir. (A’raf 12 – Hicr 33 – Sad 76) Burada dikkat çekici olan; emre itaat etmeyen şeytanın, temelde aklını ve mantığını kullanıyor olmasıdır. Çünkü; şeytanın emre itaat etmemek için öne sürdüğü neden, kendine göre mantıksaldır. Yani mantığını çalıştırmış, fakat nefsinin lehine kullanmıştır.
      Kur’anda, mantığını nefsinin lehine kullananların örneklerine rastlamak mümkündür. Hatta, günahkarların cehennemde hesap veririken ya da kendilerini savunmaya çalışırken söylediklerinde de bir mantık vardır:
      ” Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız. ” (Bakara 170) derler. Çünkü: kendilerince en emin yol, güvendikleri hatta sevdikleri büyüklerinin yoludur. Bu savunu için mantıksız diyemeyiz. Mantık vardır ama mantığı çalıştırıken kullandıkları ölçü, nefsin elindedir. İşte bu ölçüye dikkat etmemiz gerektiğini de yine
      Kur’andan öğreniyoruz:
      Müddessir Suresinde; ” Ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi “(16) diye tanımlanan kişi için deniliyor ki;
      ” Derin derin düşündü o; ölçtü biçti. Kahrolası nasıl bir ölçü kullandı? Bir kere daha kahrolası nasıl bir ölçü kullandı? Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra arkasını döndü ve böbürlendi. Şöyle dedi: Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil. İnsan sözünden başka bir şey değil bu. ” (Müddessir 18-25)
      Şimdi, söz konusu ayetleri bu bilgiler ışığında yorumlarsak:
      1- Allah’ın ayetlerine karşı çıkan kişi cahil ya da aptal değil. Düşünüyor; demek ki aklını kullanıyor. Ayetleri okuyor; demek ki okuyup yazma ve değerlendirme yeteneği var.
      2- Ayetleri görür görmez karşı çıkmıyor. Yukarıdaki ayetlerden, belli bir süre araştırma yaptığını anlıyoruz.
      3- Allah; ” Nasıl bir ölçü kullandı? ” diye soruyor bizlere. Hem de iki defa. Böylece bu sorunun cevabını bulmak da bizlere farz oluyor!
      Sonuç olarak diyebiliriz ki; Sekar’a fırlatılacağı belirtilen bu kişi, aklını ve mantığını, nefsinin belirlediği ölçüye göre kullanarak hüküm veriyor!.. Bir başka deyişle; Aklını ve mantığını nefsin yolunda harcıyor.
      Mantığı, nefse yani “benliğe” benzer. Her ikisinin de ortak özelliği, birimsellik bilincini taşıyor olmalarıdır:
      Mantığı, birimsellik bilincinden çıkarıp, ” Tek ” lik bilincine ulaştırabilirsek, nefsimizi de eğitebiliriz. Bu nedenle, önce mantığımızı eğitmeliyiz. Mantığımıza; aklımız ile, birimsellik bilinci ile hareket eden nefsimizin de bütünün parçası olduğu, başka bir deyişle; bizdeki cüzi nefsin kaynağının Külli Nefs olduğu bilgisini iletmeliyiz.
      Peki,mantığımızı nasıl kullanmalıyız ki,nefsimizle olan savaşımızda bize bir güç olsun? Aslında, mantığın nefse karşı savaşı, güncel hayatımızda kolaylıkla fark edebileceğimiz kadar somuttur. Yöntemi şöyle özetleyebiliriz:
      “ Mantığına uyan en doğrusudur. Mantığına uymayan, acaba denilen, daima aranmaya muhtaçtır. Mantığına uymayan, doğruyu vermeyendir!… İçin kaynarken, hayır nefsime değil mantığıma uyacağım dersen, ilk savaşı içinde yaparsan,güçlüğü yenmiş olursun, yoksa, aklına geldiği gibi nefsine kapılıp savaşa
      atılırsan kaybedersin!..”
      Bir şeye karar vermeden evvel mutlaka düşünün, düşünmeden karar vermeyin denilmesinin temel nedeni budur: Akla gelen düşüncenin, mantık tarafından değerlendirilebilmesi için, mantığa zaman tanımak, yani aklımıza geldiği gibi hareket etmemek!…Sonrasında da gönüle danışmak. Kısacası, akıl-mantık-gönül
      üçgenini kurmak.
      Akıl ile mantığın ilişkisini irdeleyecek olursak; mantığı, aklın fonksiyonu olarak tanımlayabiliriz. Mantığın çalışıp çalışmaması akla bağlıdır. Fakat, çalışır haldeki mantık, nasıl çalışması gerektiği konusunda sadece akla bağımlı değildir, bu noktada, gönül de, nefs de devreye girebilir. Yani, mantık, çalışması açısından akla bağlı, nasıl çalıştığı açısından ise bağımsızdır.
      Mantığın çalışıp çalışmaması akla bağlıdır dedik. Bunu şöyle açabiliriz; Aklını kullanmayan, mantığını da çalıştıramaz. Ama aklınızı kullandığınız halde mantığınızı çalıştırmayabilirsiniz. Başka bir değişle;
      Mantıklı bir insan akıllıdır da. Ama akıllı bir insan mantıksız olabilir!…
      Şimdi, akıl ile mantığın ilişkisine bakalım:
      “ Akıl, mantığı doğruya götürür, doğru; kula, kimseye zarar vermemeyi öğretir. Akıl, çerçeveyi çizebilen, mantık yoluna çevirebilendir. Mantık, aklın süzgecidir. Akıl, yön verendir, mantık, aklın verdiğini eleyen, büyük geleni ufalayan. Güçlük, ne elemek, ne ufalamaktır. Güçlük, ne yapacağını bilmemektir. Aklın yaptığını, mantık ölçmezse, yanılgıya düşülür. Ölçme yeteneğin yoksa, ölçebilene danış. “ *
      Evet; güçlük; ne yapacağını bilmemektir!.. Ne yapacağımızı bilmemek, ne istediğini bilmemekten doğar. Çünkü, ne istediğini bilen kişi, davranışlarını, amacına uygun hale getirir ve mantığını da, yine bu isteğine ulaşma yönünde çalıştırır. Kısacası, ne istediğini bilen, ne yapacağını da bilir. Böyle olunca da, belirsizlik
      ortadan kalkar ve mantık tek bir yönde çalışmaya başlar. Mantık, tek bir yönde çalıştığında, idrak artar.
      Her insanın mantık ölçüsünü, önyargıları belirler. Önyargılardan kurtulduğumuz ölçüde ise mantığımızın çerçevesi genişler. Bu nedenle de, her insanın mantık ölçüsü farklıdır. Mantığın, bu yoldaki görevi ise; cüzi aklı, Külli Akıl’a bağlamaya yardımcı olmaktır
      Mantığın en önemli görevlerinden biri de; kişinin niyetini oluşturmasıdır. Mantık; gerçekleşmeyecek isteği niyete döndürmez. Bu nedenle, mantığı ile niyet edenler, niyetlerine yanlış yön vermekten kurtulurlar. Çünkü; mantık çalışmazsa, niyetler hayale dönüşür. İnsan, elde edemeyeceği şeylere niyet etmeye başlar. Olmayacak niyetin olumuna çalışmak da, niyetlerin gerçekleşmiyeceği anlaşıldığında, insanı umutsuzluğa sürükler. Umutsuzluk ise, imanı bitirir!.. İnsanı, Hak yolundan döndürecek tüm isteklerin bu yoldan kaldırılması niyeti de, mantık ile kurulur. Bu niyette, duyguya değil, mantığa yer vardır. Mantık,
      ne olursa olsun, yoldaki pisliklerin temizlenmesini söyler:
      Niyet, tüm davranışlarımız için temel kriterdir. Doğru bir niyet yoksa, ibadetin de anlamı yoktur. Allah’ın ne namazımıza ne orucumuza ne sadakamıza ihtiyacı vardır. İbadetlerimiz Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşan; ibadetlerimizi yapma niyetidir. İbadetler de dahil tüm davranışlarımızda temel prensip, niyetimizin Allah’ın rızasını kazanmak olmasıdır.

      Konuya Kur’andan örnekler verelim: ” O’nun katında hiç kimsenin O’na karşılık olarak verilecek bir nimeti yoktur. Yüceler yücesi Rabb’inin yüzünü özleyip istemek için veren hariç. ” (Leyl 19-20)

      ” Güzel söz ve bağışlama; arkasından incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah zengindir, acelesi de yoktur. Ey iman sahipleri! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara riya için malını infak eden kişi gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle boşa çıkarmayın…” (Bakara 263-264)

      Mantığın, iman bütünlüğünü sağlamadaki rolü, onun, nefsle mücadelesinin ne kadar önemli olduğunun da göstergesidir. Bu nedenle de, nefsin oyunlarına karşı uyanık olmak zorundadır. Mantığın, nefse yenik düşmemesindeki etkenlerden bir diğeri de gönüldür.
      Şimdi, mantık ile gönül arasındaki ilişkiyi, mantığın çalışması yönünden değerlendirelim:
      Gönül, en büyük gücü olan sevgi ile, nefse uyan mantığı döndürmeye çalışır. Mantık ise, insanın niyetini, Allah’a ulaşmanın yollarına çevirerek, gönle yardımcı olur. Gönül ile mantığın ilişkisi; gönül, Allah’ın aşkına varıncaya kadardır:
      “ Mantık, dünya ile ahireti ayırıncaya kadar çalışır. Ahiret yoluna bağlayınca, mantık yerini gönüle bırakır. Aşk, mantık kabul etmez. Deryaya dalan, ölümden korkmaz. Mantığını gül bahçesine girinceye kadar çalıştırırsın. Varınca, gülden başka görmezsin, bülbülden başka dinlemezsin!..” *
      Şimdi, mantığımızı devre dışı bırakan etkenleri tanımak için bir örnek verelim ve mantığın en önemli
      zaafına değinelim: Korku!…
      Korku, mantığı tamamen devre dışı bırakan bir duygu olup, bu anlamda kullanıldığında, nefs tarafından yönlendirilir. Gönülün yönetimindeki korku ise,( ki bu korkunun en başında Allah korkusu gelir) kişiyi, Allah yoluna döndürmek ve kötülüklerden uzak tutmak için kullanılan bir yöntemdir. Gönül korkuyu, insanın korkuya gereksinimi olmadığını idrak edene kadar kullanır!..
      Konumuz gereği, mantığa karşı olan korkuyu anlatmaya çalışalım:
      “ Mantıkta olan bir takıntıdır korku” * Korku, öyle bir takıntıdır ki, bırakın yüzyüze gelmeyi, onunla karşılaşmamak için bile mantıksızca davranabilirsiniz. Kedilerden korkan biri, masanın altına kedi gelme
      olasılığı yüzünden, 40 derece sıcaklıkta, bahçe yerine içerde yemeyi tercih edebilir ve bu tercihte, hiç bir mantıksal yan yoktur.
      Konumuza yönelik en belirgin örnek, günaha girme korkusudur. Oysa ki, günah işlemek ya da işlememek, korkuya değil bilinçli bir seçime ve iradeye bağlıdır ve bu seçim de mantık ile yapılır. Bu farkındalıkta olmadığımızda, nefs, bizleri, günahtan korkutarak günaha itebilir. Örneğin; oruç tutmak, farzdır. Ama, günaha girme korkumuzdan, mantığımızı kullanmayıp, hastalanacağımızı bile bile oruç tutmakta ısrar etmek ise, bedene karşı işlenen bir günahtır.
      Bir diğer örnek ise; cehenneme gitme korkusudur. Cehenneme gitme korkumuz mantıksal boyutları aştığında, dünyadaki yaşamımızı cehenneme çevirebilir. Yani, cehenneme gitmemek için, cehennemimizi yaşarız!.. Allah’ın bizler için verdiği nimetleri bile reddeder, dünyaya geliş nedenimize aykırı yaşamaya başlar, melekleri taklit ederiz.
      Korkularımız, mantığımızı devreden çıkardığına göre, onları yenmenin tek yolu da mantığımızı devreye sokmaktır. Temel prensip şudur: mantıksızlığı, mantığınızla değerlendirin ve mantıksızlığın üzerine yine mantığınız ile gidin!…

      Sözün özü ; iman bütünlüğüne sahip olabilmemiz için, öncelikle mantığımızı kullanmak zorundayız. Çünkü biz onu kullanmazsak, o bizi mutlaka kullanacaktır!…
      Berrak Bulut
      Berrakbulut@hotmail.com
      http://www.berrak.org
      Yazar : Ceyhan Özkavalcıoğlu

      Bu yazı Din-bilim-felsefe ilişkisi kategorisindedir.

      YARATILMIŞ OLAN YARATANI KAVRAYAMAZ MUKAYYET OLAN MUTLAK OLANI KUŞATAMAZ BU VARLIGIN YASASIDIR.

      ALLAH DEMEK ANLAM DEMEK ALLAH`I OLMAYANIN ANLAMI OLMAZ DEGERLER MUTLAKA REFERANS İSTERLER REFERANSSIZ DEGER OLMAZ DEGERİN REFERANSI KENDİNE OLMAZ MUTLAKA AŞKIN REFERANSI OLMALI AŞKIN BİR REFENSI İSE ALLAH`DIR.

      HADDİMİZİ BİLDİKMİ RABBİMİZİ BİLİYORUZ İŞİN SIRRI BURDA.

      HER AKILLI İNSAN DÜNYAYA NASIL GELDİGİ KADAR NİÇİN GELDİGİNİDE MERAK EDER KENDİNE BU SORUYU SORARAK ÇEVABINI BULMAYA ÇALIŞIR.

      KURANI ANLAMIYORUM DEMEK BAŞKADIR ANLAYAMAM DEMEK BAŞKADIR KENDİSİ ANLAMADIGI İÇİN BAŞKALARINI DA ANLAMAMAYA ÇAGIRMAK ÇOK DAHA BAŞKADIR. 1 . Sİ ÇEHALET 2. Sİ DELALET 3. SÜ İSE İHANETTİR.
      KENDİNİZE TUZAK KURMAYIN KENDİNİZLE BARIŞIN

      • 1okuyucu dedi ki:

        BİR KUL;

        —Temel prensip şudur: mantıksızlığı, mantığınızla değerlendirin ve mantıksızlığın üzerine yine mantığınız ile gidin!… Sözün özü ; iman bütünlüğüne sahip olabilmemiz için, öncelikle mantığımızı kullanmak zorundayız. Çünkü biz onu kullanmazsak, o bizi mutlaka kullanacaktır!… (senden alıntı)

        aklını mantığını kullanan kişi, kitapların tanrısının uydurma olduğunu anlamakta hiç zorlanmaz, yeterki beklentileriyle, korkularıyla yüzleşmeyi göze alabilsin,

        şu Berrak Bulut isimli zatı muhterem, cafcaflı sözlerle aklı mantığı yerle bir eden nutuklar çekeceğine gelsin tartışmalara katılsın,

        işe önce aşağıdaki sorunun cevabını vermekle başlayabilir,

        ölümsüz bir varlık yemese de içmese de ölmeyeceğine göre, ölümsüzlüğün vaad edildiği cennette türlü türlü meyveler, yiyecekler ve içeceklerden söz edilmesinin mantığı nedir?

        öyle ya yaşamak için yeme içme ihtiyacı duymayacak olan ölümsüz bir varlık, cennetteki nimetleri yese de yemese de ölmeyecek olan bir varlık, niye cennette yeme içme ihtiyacı hissetsin?

        yani yaşamak için, ihtiyaç duymayacağı şeylerin kendisine ödül olarak vaad edilmesinin mantığı nedir? yaşamak için bir bedene ihtiyaç duymayacak ölümsüz bir varlığın, bir bedene sahip ölümsüz bir varlık olarak yaratılmasının mantığı nedir?

        yoksa ölümsüz varlıklar, ihtiyaçsız ölümsüzler, ihtiyaçlı ölümsüzler olarak 2’ye mi ayrılıyor?

        kendileri teşrif ederlerse bakara-178’le ilgili mantık yürütmeyi de masaya yatırabiliriz.

  232. Muammer Yüksel dedi ki:

    Yani gerçekten yazdıklarınızı ve yorumları okurken güldüm lafı uzatıp dolandırmak istemiyorum sadece şunu bir düşünün :Bu dünya sınav dünyası mı evet her kitapta ve dinde bu basitçe böyledir eğer böyle ise ve ALLAH bize akıl ve fikir vermiş kendi doğru ve yanlışlarımızı yapmak için ve dünyayı yaratmışsa ALLAH nerede nasıl bilmez gibi şeyler çok yanlış değil mi ? İnsanın kaderi çizili değildir kader kapalı bir bitirilmiş bir roman değildir bu gösterir ki akıl ve fikir veren ALLAH her şeyi bilir ve düşünmüştür yani buda gösterir ki Kader yazılmış çizilmiş bir şey değildir Kader ALLAH’ hın olmuş ve olacak her şeyi bildiğini ve sonuçlarını bize bıraktığı karar olarak düşüyorum kaderi.Yani buda gösterir ki KURAN’DA yanlışlık yoktur sadece bazı insanların bunları mantıklı gibi göstererek akıl karıştırma oyunları vardır.Uzatmak istemiyorum sadece şunu bir düşünün ALLAH bize akıl fikir verip cennet ve cehennemi yaratmış ve en ince ayrıntısına kadar yani ALLAH insanların düşüncelerini karışıp onlara yardım veya kötülere zülüm etseydi bu dünyanın ne anlamı kalırdı ki 🙂 O zaman işte sınav dünyası olmazdı inanmak diye bir şey olmazdı “SIKIYORSA İNANMA” diye bir şey olurdu ve bu dünyanın hiç anlamı hatta hiç bir şeyin anlamı olmazdı diye düşünüyorum ve son olarak belirtmek isterim ki bunların hepsi kendi düşüncelerimdir hiç bir yerden alıntı ve çalıntı bir tek söz yok tamamen sahşıma aittir

Gencer için bir cevap yazın Cevabı iptal et