ALEVİLİK GERÇEĞİ

alAleviliğin Kökeni:

Aleviliğin kökeni genel olarak Muhammed’in vefatı sonrasında yaşanan gelişmelere dayandırılmaktadır. Ancak Anadolu Aleviliği ele alınırken islamöncesi ve sonrası birçok farklı dinsel ve kültürel unsuru da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Önce Aleviliğin doğuşuna yolaçan gelişmeleri görelim:

Muhammed’in vefatı sonrasında ortaya çıkan kimin halife olacağı sorunu, Alevi-sünni meselesinin ilk tohumlarını atmıştır.
Alevilere göre muhammed, Ali’yi yerine halefi olarak gösteriyordu.

Ölmeden önce Muhammed “Bana bir kalem ve kağıt getirin size bir vasiyet yazdırayım ki, benden sonra ihtilafa düşmeyesiniz.” demiş ancak bu isteği yerine getirilmemiş ve Peygamber vasiyetini yazamadan vefat etmişti. Daha sonra Ali ve diğer aile üyeleri Peygamberin defin işleriyle uğraşırken, Ebu Bekir ve Ömer’in de aralarında bulunduğu ensar ve muhacirin ileri gelenleri iktidar kavgasına başlamışlardı bile. Bu iktidar mücadelesi Ebu Bekir’in halife olması ile sonuçlanmış, daha sonra sırasıyle Ömer ve Osman halife olmuşlardır. Sonuç olarak bu üç kişinin halifelikleri, deyim yerindeyse Peygamberin Ehli Beytine rağmen gerçekleşmiş, bu nedenle yüzyıllardır tartışılagelmiştir. Ali, bu halifelikleri onaylamamakla birlikte, iktidar uğruna gerginlik yaratmaktan da kaçınmış, bu haksızlığı sineye çekmeyi uygun görmüştür.

Bilhassa Osman’ın halifelik dönemi (644-656), daha önce tohumları ekilmiş bulunan bölünmelerin, problemlerin su yüzüne çıktığı bir dönem olmuştur. Halife Osman’ın yönetiminde akrabalarına, yani Emevi ailesine gösterdiği aşırı yakınlık ve valiliklere onları tayin etmesi ve diğer suistimaller ona karşı Irak, Mısır, Hicaz ve Suriye’de yoğun bir hoşnutsuzluk duyulmasına yol açmıştır. Valileri halka kötü davranıyor olmalarına rağmen onları koruyucu bir tutum takınmış, sonuçta Mısır, Basra ve Kûfe’den yola çıkan gruplar Halife Osman’ın evini kuşatarak onu öldürmüşlerdir.

Üçüncü Halife Osman’ın öldürülmesi sonrası, Ali halifeliği sahabenin ısrarları üzerine kabul etmiştir. Ali iç karışıklıkların çok yoğun olduğu bir dönemde ve bu karışıklıkları sonlandırmak amacıyla halifelik görevini kabul etmiştir. Daha önce Osman’ın aleyhinde bulunmuş olan Muhammed’in eşlerinden Ayşe, Talha ve Zübeyr, Ali’nin halife olması sonrasında onu Osman’ın ölümünden sorumlu tutarak Cemel savaşına yolaçmışlardır. Cemel Savaşı Ali’nin galibiyetiyle sonuçlanmıştır.
Asıl sorun ise kendisine biat etmeyi reddeden Şam valisi Muaviye’dir. Muaviye, Ali’yi Osman’ın ölümünden sorumlu tutuyor ve Şam’da bunun propagandasını yapıyordu. Ali’nin uyarıları sonuçsuz kalınca Ali ve Muaviye Orduları arasında Sıffin Savaşı (657) başlamış oldu.  Ali’nin ordusu savaşı kazanmak üzereyken, Muaviye’nin yakın adamı Amr İbn-ül As’ın, askerlerin mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını bağlatarak “Allahın kitabı sizinle bizim aramızda hakem olsun.” diye bağırtması sonucu Hz. Ali’nin ordusu saldırıyı durdurdu. Bu şekilde Amr’ın hilesi işe yaradı ve iki taraftan hakemler seçildi. Hakemlikteki entrika ile Muaviye halife seçildi.

Bu arada Ali’nin ordusundan ayrılan bir grup da Hariciler adını almışlardır. Böylece müslümanlar Ali yandaşları, Muaviye yandaşları ve Hariciler olmak üzere üçe bölünmüş oluyorlardı. Ali vefatından önce Haricilere yönelik askeri bir harekat düzenlemiş, önemli bir bölümünü yok etmişti. 24 Ocak 661’de ise Ali, İbn Mülcem adlı bir harici tarafından uğradığı saldırı sonucunda öldürüldü..

Kerbela Katliamı:

Ali’nin vefatı sonrası Şam ve Mısır dışında bütün eyaletler Hasan’a biat etmişlerdi. Muaviye kendi iktidarı için tehlikeli saydığı Hasan’ı zehirletmekten de çekinmedi. Muaviye, Ehli Beyte ve  Ali yandaşlarına her türlü eziyeti yaptırmış, camilerde Ali’ye lanet okutmuş ve kendisinden sonra oğlu Yezid’in halife olmasını sağlamak yoluna gitmişti. Hasan’ın zehirletilmesiyle Yezid’in önünde en büyük engel olarak Hüseyin bulunmaktaydı.

Yezid ilk iş olarak Medine Valisi ve akrabası Velid’e bir mektup yazarak, özellikle Hüseyin’in muhakkak kendisine uymasının sağlanmasını, bunu reddederse öldürülmesini emrediyordu. Doğal olarak Hüseyin’in Yezid gibi bir zalime itaat etmesi mümkün değildi. Hüseyin, Muhammed Hanefi’nin de tavsiyesiyle 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gitti. Ayrıca, Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini ve Mekke’ye gittiğini öğrenen Kûfeliler de Hüseyin’e elçiler göndererek Kûfe’ye davet ile kendisini halife olarak tanıyacaklarını bildirdiler. Bunun üzerine Hüseyin amcaoğlu Müslim’i uygun bir ortam sağlamak için Kûfe’ye gönderdiyse de Müslim Yezid’in adamlarınca yakalanarak idam edildi. Hüseyin Mekke’den Kûfe’ye doğru yola çıktığı sırada Müslim öldürülmüştü.

Hüseyin ve beraberindekiler Kerbela’ya geldiklerinde hem susuz bırakılmış, hem de binlerce kişilik ordu tarafından sarılmış durumdaydılar. Yezid’in Kûfe valisi Ubeydullah,  Hüseyin’in geri dönmek, Yezid’le görüşmek veya islam sınırlarından birine gitmek isteklerinden hiçbirini kabul etmedi. Esasen onun görevi Yezid’in emrini yerine getirmek, yani Hüseyin’i öldürmekti. Çünkü biliyordu ki  Hüseyin yaşadığı sürece efendisi Yezid’e rahat yoktu. Sözde müslümanlardan oluşan koskoca bir ordu iktidar uğruna kendi dinlerini kuran Peygamberin torununu ve ailesini katletmeye kararlıydı.

Nihayet 10 Ekim 680 günü Hüseyin son hazırlıklarını yaptı ve Yezid’in ordusuna yaklaşarak hitab etmek istediyse de, bu anlamlı konuşma Yezid’in ordusunu pek etkilemedi. Çok dengesiz bir şekilde başlayan savaşta Hüseyin’in 23 süvari ve 40 piyadeden oluşan savaşçıları öğleden sonraya gelindiğinde gittikçe azalmış bulunuyordu. Hüseyin de bu az sayıda insanla yaya olarak savaşıyordu. Sonunda Şimr’in emriyle her yandan hücum edilerek Hüseyin öldürüldü. Sonra çadırlar yağma edildi, hasta olan İmam Zeynel Abidin de öldürülmek istendiyse de engellendi. Bu çirkin savaşın en küçük kurbanı ise daha altı aylık bir bebek olan Hüseyin’in oğlu Ali Asgar’dı. Hüseyin tarafında öldürülenlerin sayısı 72 kişi idi.

Kerbela olayı yüzyıllara damgasını vurmuş bir tarihsel olaydır. Bu olay o zamanki müslüman  halkları o kadar etkiledi ki Emevi saltanatı kökünden sarsıldı. Kerbela Olayı İran ve Hicaz’da duyulunca halkta Emevilere karşı büyük bir kin oluştu ve isyan hareketleri başgösterdi. Yezid’in Mekke ve Medine’ye saldırması ise bardağı taşıran son damla oldu. Özet olarak , camilerde Ali’ye küfür ettirilmesi, önce  Hasan’ın daha sonra da  Hüseyin ve ailesinin ki Peygamberin soyu onlardan devam ediyordu, acımasızca öldürülmeleri, Emevi Hanedanına karşı muhalif bir düşünsel ve siyasal temeli olan bir harekete yolaçtı. Bu harekete Ali yandaşlığı anlamına gelen Alevilik denildi.

Kızılbaşlık-Alevilik

Aslında Aleviliğin tarihsel adı Kızılbaşlıktır. Alevilik adının tarihsel karşılığı yoktur.
Kızılbaşlık, Türk tarihinin en önemli göç dalgalarından birisinin sonucu olarak ortaya çıkmış olan, temelinde Türk kültürü; vahdet-i vücud görüşünü benimseyen, fazla mezhep kaygısı taşımayan sufilikle yoğrulmuş yüzeysel bir Müslümanlık ve yoğun Ehl-i Beyt sevgisi olan, sosyo politik bir farklılaşma hareketidir.

Kızılbaş adı, başlangıçta, hiçbir olumsuz içerik taşımaksızın, sadece Safevi taraftarlığı anlamında, bizzat Kızılbaş diye isimlendirilen kimseler tarafından, övünçle kullanılmıştır. Kızılbaşlık, başlangıçta, yalın haliyle Erdebil Tekkesine mürid olmak anlamına gelmekteydi. Osmanlı kaynakları da, esas olarak “Kızılbaşlık”ı Safevileri destekleyen Türk boyları için kullanmışlardır.

Safevi devleti “Devlet-i Kızılbaş”, askerleri de “leşker-i Kızılbaş”tır. Osmanlı- Safevi mücadelesinde özellikle Osmanlıların meşruiyet arayışı Kızılbaşlığın din zeminine taşınmasına yol açmıştır. 19. asrın sonlarından itibaren Kızılbaş adı yerini, “Alevi” adına bırakmıştır. Alevilik, Kızılbaşları, Çepnileri, Tahtacıları, Bektaşileri vs. kucaklayan bir şemsiye kavram haline gelmiştir.

Şah İsmail’den bize intikal eden şiirler dikkatlice tetkik edildiği zaman, bunların ciddi manada bir Tasavvufî derinlik taşıdıkları farkedilmektedir. Şah İsmail, Tanrı’nın varlığına içtenlikle inanan, Muhammed’i peygamber olarak kabul eden bir insandır. Ancak, onun Tanrı anlayışında, Vahdet-i Vücud’cu bir boyut hemen hissedilmektedir. Ali’ye yönelik sevginin yoğunluğu, belki de onu, derin denizlerde, pusulasız yelken açmaya sürüklemiş olmalıdır.

Gerçekten de, Ali sevgisinin Şah İsmail’in dilinden dile getirilişi, insanı ürpertecek niteliktedir. Belki de Ali’nin uluhiyeti ile ilgili görüşler, bu anlayışın bir tezahürü olarak anlaşılmalıdır. Onun, zaman zaman “enel Hak” ifadesini kullanması, Vahdet-i Vücut anlayışının bir göstergesidir. Şah İsmail’in şiirlerinde Oniki İmam sevgisi de öne çıkmaktadır.

Şah İsmail, bir şiirinde Tevhid konusunda şöyle demektedir:

Evvel ol Allah’ın adı söylenir
Cümle ibadetin başıdır Tevhid.
Pirim Şeyh Safi’den bize kalmıştır
Sofi kardeşlerin kânıdır tevhid.

****
Her kim Şeyh Safi’nin emrini tutmaz
Yorulur bu yolda menzile gitmez
Gayrı millet ana itibar etmez
Cümle ibadetin başıdır tevhid.

****
Can Hatayim Tevhid derya denizdir
Tevhid etmeyenler bizim nemizdir
Pirim Şeyh Safiden sermayemizdir
Oniki imamin erkânı tevhid.

Bektaşilik-Alevilik

Günümüzde, Alevilik konusunda yapılan araştırmalarda, en çok kullanılan ifade, “Alevilik-Bektaşilik” şeklindedir. Alevilikle, tarihteki doğru kullanılışı ile Kızılbaşlıkla, Bektaşilik arasında bir ilgi, irtibat olduğu, tartışılamayacak kadar açıktır. Kızılbaşlık Bektaşiliği ciddi olarak etkilemiştir.

Osmanlı’nın, Kızılbaşları denetim altında tutabilmek için, onları bir şekilde Bektaşi tekkeleri ile irtibatlandırma yoluna gitmiş olması da, bu etkileşim sürecinde etkin bir husustur. Şah İsmail’in de, kendi emelleri açısından Bektaşiliği kullanmış olması imkan dahilindedir. Ne var ki, Kızılbaşlıkla Bektaşilik arasındaki ilişki yaterince araştırılmamıştır. Bektaşilik, Osmanlı’nın kuruluşundan beri var olan ve Yeniçeri Ocağı ile irtibatlandırılarak bir anlamda resmi tarikat niteliğine bürünen bir tarikattır. 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılıncaya kadar, Bektaşilerle Osmanlı Devleti arasında, çok ciddi bir çatışmanın var olduğu söyleyebilmek pek mümkün değildir. 1826’da kapatılan Bektaşi tekkeleri 13 yıl sonra tekrar açılmıştır. Bektaşiler, bu dönemde Osmanlı sarayı tarafından korunmuş ve desteklenmişlerdir. Aynı Osmanlı Devleti, Kızılbaşları Yavuz Sultan Selim’den itibaren düşman ilan etmiştir. Arşiv belgeleri, Kızılbaşlara yapılan kötü muamelelerin, zulümlerin, haksızlıkların da belgesi niteliğindedir.

Bektaşi ;İmam Cafer mezhebinden ,Hacı Bektaş tarikatından Türkmen etiği haricinde olan kişi ve gurpların adıdır .Yani Arnavut ,Sırp ,Rum ,Laz,Ermeni vs. etiğinden gelen ve Bektaşi tarikatına girenlere ”Bektaşi” denir .

Bektaşilik etnik köken belirtmez . Bir tarikattır isteyen herkes Bektaşi olabilir .Bir Bektaşi Babasından ”el almak ” bunun için yeterlidir .
Alevilik ise etnik köken belirtir .Türkmen olmayı bereberinde getirir.Anadoluda kendini Alevi-Kızılbaş olarak niteleyen gurupların tümü Türkmendir .
Aleviliğe girme diye bir uygulama yoktur . Düşkün olur çıkarsın ama eğer bir Alevi -Türkmen anne-babaya sahip değilsen Alevi olamasın .Alevilikte böyle bir uygulama yok .

Alevi-Kızıbaşalar ile Bektaşiler arasındaki farklardan birde ”Musahiplik” uygulmasıdır .Eski bir Moğol-Türk gelenegi olan ”Anda”lık yani ”Kan kardeşliği ” Türkmen-Alevi inancında”Musahip”lik adı altında yol ve ahiret kardeşliğine dönüşmüştür . Alevi-Kızılbaş uygulamasında olan musahiplik Bektaşilkte yoktur .

Alevi-Kızılbaş Türkmenler kendilerinden olanı ”BİZDEN ” diğer sünni, şafi grupları ”YABANCI ” olarak tanımlarlar .

Bektaşi dergâhları eğitim faaliyetleri ve araçları bakımından da, ocakzade dedelere bağlı Alevilerle kıyaslanmayacak ölçüde kurumsallaşmış idiler.Dergahlarda yüzlerce cilt eser bulunurken, Alevi köylerinde sadece Dede evlerinde el yazması kitaplar bulunurdu.

Şamanizm-Alevilik

Anadolu Aleviliğinde Şamanizmin etkisi büyüktür.

Alevî, Bektaşî ve Tahtacı semahlarının, Şamanların davulun eşliğinde okuyarak oynamasına çok benzemesi, bu sonuncunun Şaman oyununun gelişmiş şekli olduğunu söylemeye esas verir. Musiki, resitatif şiir ve raks, Şamanı vecde getirdiği gibi, halk sufilerini de dünya kaygılarından uzaklaştırır, Tanrı ile insan arasındaki engeli aradan kaldırır. Alevî ve Tahtacılarda Dernek ve Cem ayini zamanı yapılan semahlarda saz veya bağlama gibi enstrümanlardan yararlanılırdı. Bu merasimlerde ikiden az ve onikiden çok saz olmazdı. Şarkının, oyunun ve musikinin semahı oluşturması, dini içerikli sazlı, sözlü ve oyunlu merasimlerin geçirilmesi, semahın, aynı zamanda erkânın da eski Şaman merasimlerinin ve kültürünün bir kalıntısı olması dolayısıyladır.

Bektaşîler, Alevîler, Tahtacılar Ahiret ve ölümden sonraki sorumluluğu “Eline, Beline, Diline sahip ol”, şeklinde algılıyorlar. Nitekim bu üç temel prensibe amel etmeyenin ahirette de sorumlu olacağına kesin şekilde inanılır. Bu ise ahiret inancını şer’î hükümlerden ve dinî kurallardan daha çok manevî bir yaşama bağlamak demektir.

Bismişah Allah ! Allah !!..

Gün çerağı uyardım fahri Hüda’nın aşkına
Seyyidi Kenvey MUHAMMED MUSTAFA’nın aşkına
Sakiyi Kevser hem Aliyül Mürteza’nın aşkına
Hem Hatice Fatıma Hayrülnisa ‘nın aşkına
Şah Hasan Hulki Rıza ,Hem Şah Hüseyin desti
Kerbela’nın aşkına
Ol Zeynel Abidin mazlumun aşkına
Hem Muhammed Muhammed Bakır ol kim nesli pak CAFERİ SADIK aşkına

Şah Muhammed Taki, Aliyül Naki’nin aşkına
Hem Hasan ‘ül Askeri , Hem Muhammed Mehdi’nin aşkına
Pirimiz üstadımız HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ ‘nin aşkına
Rüşan olsun çerağımız Cebrail Aleyhüselam’ın aşkına

Pir Cemal’i MUHAMMED, kemali İmam Hasan ve İmam Hüseyin ALİ ‘yi bilenlere
candan selavat .

Bismişah Allah ! Allah !!..
Bismişah Allah ! Allah !!..
Bismişah Allah ! Allah !!..

Alevilerde İnanç ve İbadet

Alevilerde inanç ve ibadet anlayışının kendine özgü yönleri bulunmaktadır. Bu anlayışın temeli biçimden çok özü esas almasına dayanır. Biçimsel anlamda ibadetin bir araç, olgun insan olmanın ise esas amaç olduğu kabul edildiğinden cemlere katılmak, oruç tutmak yetmez. Eline, diline, beline bağlı olmayan, en kutsal varlık olan insanı sevmeyen, olgunlaşmamış insanların ibadetleri de boşunadır. Bu kişiler Cem törenlerine alınmadıkları gibi toplumdan da dışlanırlar.

Bilindiği üzere Alevilik Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Oniki İmam, ondört masum sevgisine dayanır. Ehl-i Beyt sözcük olarak ev halkı demektir. Ev halkı yani Ehl-i Beyt Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.

1- İmam Ali
2- İmam Hasan
3- İmam Hüseyin
4- İmam Zeynel Abidin
5- İmam Muhammed Bakır
6- İmam Cafer Sadık
7- İmam Musa Kazım
8- İmam Ali Rıza
9- İmam Muhammed Taki
10-İmam Ali Naki
11-İmam Hasan Askeri
12-İmam Mehdi

Öndört Masum:

Muhammed Ekber, Abdullah b. İmam Hasan, Abdullah b. İmam Hüseyin, Kasım, Zeynelaba, Kasım b. Zeynel-abidin, Ali Eftar, Abdullah b. İmam Cafer Sadık, Yahya el-Hadi, Salih, Tayyib, Cafer b. Muhammed Taki, Cafer b. Hasan Askeri, Kasım b. Muhammed Taki.

Dört Kapı Kırk Makam:

Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki Kâmil(olgun) insan olma ilkelerini Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin tespit ettiğine inanılır.Hacı Bektaş “Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.” buyurmuşlardır. Bu ilkeler aşama aşama insanı olgunluğa ulaştırır. Bir başka yoruma göre ise şeriat anadan doğmak, tarikat ikrar vermek, marifet nefsini bilmek, hakikat hakkı özünde bulmak yollarıdır.

Dört Kapı:

1.Şeriat
2.Tarikat
3.Marifet
4.Hakikat

Üç sünnet / yedi farz

Alevilerin kutsal kitaplarından “Buyruk”larda yazıldığına göre Alevi yolunun temeli üç sünnet yedi farza dayanır. Bu temel esaslara uymak zorunludur. Üç sünnet yedi farz şunlardır:

Üç Sünnet

1- Dilini tevhid kelimesinden ayırmaya,
2- Gönlünden düşmanlığı gidere, kimseye kin ve kibir tutmaya, kıskançlık etmeye, hırsına uyup şeytana gönül vermeye.
3- Sözü Hakkın kudreti ola, kimseyle kavga etmeye, kimseye düşmanlık yapmaya.

Yedi Farz

1- Çok sır saklaya,
2- Talip binbir ise, bir otura ve bir dilden söyleye,
3- Hakkın terazisine itaat ede, yaptığı bir günaha bin özür ve niyaz eyleye, kimsenin gıybetini
etmeye ve yalan yere and içmeye, yalan söylemeye,
4- Mürebbi hakkına itaat ede, emrine uya,
5- Kuşak kuşana, halifeden el alıp, tövbe eyleye,
6- Musahibini hakikatte Hak cemiyetine eriştire,
7- Halife’den tac ve kisvet kabul eyleye. Özünü şeyhlere ulaştıra.
Bir kişi bunca farzdan ve sünnetten düşse, ona derman yoktur, sürgün olur, yüzü karadır.

Türkiye’deki bütün Alevilerin hepsinin aynı inançta olduğunu söylemek doğru değildir. Çünkü
Alevilerin bir kısmı Melikoff’un dediği inançta bir kısmı ise aksi inançtadır. Örneğin namaz konusunda Aleviler arasında birlik yoktur. Nitekim Cem Vakfı’nın İstanbul’da yaptığı I. İnanç Önderleri Toplantısında(27-351), Alevi dedeleri bu konuda ikiye bölünmüşlerdir. Bir kısmı Alevilikte namaz olmadığını, Alevi ibadetinin sadece cem törenlerinde kılınan halka namazından ibaret olduğunu iddia ederlerken bir kısmı ise Alevilikte hem Sünnilerde olduğu gibi 5 ya da 3 vakit namaz ve hem de cem törenlerinde kılınan halka namazının olduğunu öne sürmüşlerdir. Türkiye’deki Aleviler de, dedeleri gibi bu konuda farklı inanca sahiptirler.

Aleviler arasında oruç konusunda da birlik yoktur. Bazı Aleviler hem ramazan orucunu hem de Muharrem orucunu kabul etmektedirler. Bir kısmı ise Alevilikte Ramazan orucuna yer olmadığını, sadece muharrem orucunun bulunduğuna inanmaktadır. Bazı Aleviler ise Ramazan orucunu kabul ederken bunun 30 gün olmadığını Ramazanda üç gün oruç tutmanın yeterli olabileceğine inanmaktadır.

Hac konusunda ise Ege bölgesi Alevileri genellikle Hz. Hüseyin’in şehit edildiği yer olan Kerbela haccını yaparken, Orta Anadolu ve Çubuk Yöresi Alevileri hem Mekke-Medine hem de Kerbela Haccını kabul etmektedirler.

Araştırmacıların Gözüyle Alevilik:

Alman araştırmacı Anton Jozef Dierl Anadolu Aleviliği adlı eserinde şu ifadelere yer vermektedir. ” Keskin inançlı bir Alevi grubu, Zazaca ve Dersimce’nin milli dil olması ve Alevistan adlı ulusal bir otonom bölgenin kurulmasını savunmaktadır. Aleviler, Sünnileri cahil ve bağnaz bulduklarını söyleyeceklerdir. Sünniler ise Alevileri, Hıristiyanlardan da daha kötü görmektedirler. Onlar için Aleviler, kafirdir, ahlaksızdır, komünisttir. Aradaki çatlaklığın birleştirilemeyecek kadar büyük olduğu açıktır. Sünniler, Alevilerin Ali’yi Tanrı olarak kabul ettiklerine inanırlar. Aleviler bu suçlamayı kabul etmezler.

Bir diğer araştırmacı Ruth Mandel Yabancı Ortamlarda Alevi-Bektaşi Kimliği Berlin Örneği adlı çalışmasında şunları yazar: “Sünniler Alevileri Müslüman olmayanlar olarak tanımlamaktadırlar. Sünniler Alevililerin dini ritüellerine kadınları almaları yüzünden suçlamaktadırlar.
Aleviler de Sünnileri peçe gelenekleri dolayısıyla yobaz ve tutucu olarak eleştirmektedirler. Sünni bakış açısına göre Aleviler, imansız kafirlerdir. Aleviler sadece düşman Sünnilere karşı değil, aynı zamanda Türkiye’nin kırsal kesiminde görev yapan jandarmaya karşı da önlem almak zorunda kalmışlardır.

Yine bu yazara göre Aleviler, Uç öykülerinin gerçek olup olmadığını merak ediyorlardı. Çoğu bu öykülere inancı sürdürme konusunda güçlük çekiyordu. Ama kültürlerine, tasavvufa ve kullandıkları sembollere çok bağlıydılar. Her şeyi yukarıdan seyreden bir Tanrı’nın varlığına inanmasalar da, dinsel türkülere çok bağlıydılar. Ben Hıristiyan bir ülkede doğmuş olmak anlamında Hıristiyan’ım ama, Tanrı’nın varlığına inanmıyorum. Ancak Mozart’ın dinsel müziğini hayranım. Dinin müzik gibi sembollerini, bir kültür olarak dinden yararlanmaktan mutluluk duyuyorum. Sanıyorum, Alevilerin yaptıkları da bu, Ali’yi öven şarkılar söylemeye bayılıyorlar, ama Ali’ye inanmıyorlar.
Yine Shankland(1997:24), bu konuda şunları yazmıştır:

“Bir halkın veya toplumun modern dünyada yerini alabilmesi için bir milli devletin parçası olması gerekir. Devlet vatandaşlarını bağlılık görmek için eğitir, rehberlik eder, yönetir, zenginleştirir ve korur. İstisnalar dışında bütün bunları yaşayan kişi, milletin bir ferdidir ve millet de bu ferdin sadakatından emindir. Buna göre Sünni köyler, merkezi otoriteye karşı koymaz ve onunla bağdaşır. Oysa Alevi kültüründe hükümete itaat etme söz konusu değildir. Alevi insanı kendi inanışını, dinsel törenini ve fikirlerini terk etmeden modern Türk Devletine uyum sağlayamaz.
Shakland, Alevilerin merkezi hükümetle bağdaşabilmeleri için Aleviliklerini terketmeleri gerektiğini yazıyor. Bu görüşler, ister istemez Prof. Baykan Sezer’in şu düşüncelerini akla getirmektedir: “Batı kendi içindeki gelişmenin aksine, Doğu’da dinsizliği yaymaya çalışıyor. Çünkü Batı dünya egemenliğinin temelini Doğunun kontrolüne dayandırmaktadır.”
Shakland’ın arzuladığı gibi, eğer Aleviler, Aleviliklerini terkederlerse, onlarda kimlik bunalımı ortaya çıkar ve toplumsal çözülme kendisini gösterir. Bunun yaygın bir hal almasının bir toplum için ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak zor olmasa gerektir.

 Batılıların tutumu ve Batılı bilim adamlarının düşünceleri, Alevi-Sünni farklılığını  körükleyerek bunu düşmanlığa dönüştürmek amacını taşıdıkları şüphesini uyandırmaktadırlar. Nitekim Albay Stokson, 1920’de Lord Curzon’a gönderdiği resmi yazıda;“Azerbaycan’da Alevi-Sünni zıtlığı büyük, bu daha da geliştirebilir” diye yazmıştır.

Batılı araştırmacılardan Hasluck, Arnavutluk’taki Bektaşilerin sadece adlarının Müslüman olduğunu bunların gerçekte Hıristiyan inancını benimsediklerini, Bektaşi olan Yanya’lı  Ali Paşa’nın kendisinin Yanya peygamberi olduğunu söyleyerek peygamberliği alay konusu yaptığını, ayrıca bu şahsın, başta karısı için olmak üzere ülkede çok sayıda kilise yaptırdığını fakat hiç cami inşa ettirmediğini yazmaktadır.

İrene Melikoff’a göre Aleviler, Ali’yi Tanrı olarak kabul ettikleri gibi aynı zamanda güneşe de tapmaktadırlar. Aynı yazara göre yine Aleviler, eski Türk inancı ile Müslümanlık arasında kalmışlar. Bu yüzden ne eski inançlarını terkedebilmişler ve ne de Müslümanlığı benimseyebilmişlerdir. Onun için de namaz, oruç, hac gibi İslam ibadeti ile bunların hiçbir ilişkisi yoktur. Asılsız olan bu iddialara Alevi-Sünni grupların inandıklarını düşünürsek, sonuçta Alevi-Sünni gruplar, birbirlerini yanlış algılayacaklar ve sonuçta bu gruplar arasında çatışmalar olabilecektir. Eğer Melikoff’un amacı bu değilse, asılsız iddialarla nereye varmak istemektedir?
İngiliz Antropologu David Shankland, görüştüğü bütün Alevilerin, Tanrı’ya ve Ali’ye inanmadıklarını, Kerbela’dan şüphe ettiklerini söylemiştir. Aleviler arasında bu inançta insanlar olduğu gibi Tanrı’ya, Ali’ye ve Kerbela’ya kesin inananlar da bulunmaktadır. Bir bilim adamının kendi inancını veya belli sayıda kişiden elde ettiği bulguları (bunların doğru olup olmadıkları da şüpheli ama), genelleştirmesi yanlış olduğu gibi bilim adamına yakışan bir tavır da değildir.
Aynı bilim adamı, Sünni köylerin devlete bağlı, fakat Alevilerin hükümete karşı olduklarını onların Türk devletine uyum sağlayabilmeleri için Aleviliklerini terketmeleri gerektiğini söylemiştir. Bu düşünceler de son derece yanlıştır. Çünkü Aleviler, Yavuz Selim’den sonra Osmanlı yönetimi ile çatıştıkları halde, İstiklal savaşında Atatürk’e destek olmuşlar ve bugün de Türkiye Cumhuriyeti’ne ve laikliğe son derece bağlıdırlar. Bu rejim sayesinde rahat ve huzur içinde yaşama hakkını elde etmişlerdir. O halde niçin devlete karşı olsunlar?
Ruth Mandel’e göre Almanya’da yaşayan Aleviler, Sünnileri yobaz ve gerici olarak suçlarken, Sünniler de Alevileri dinsiz olarak kabul etmektedirler. Peki her iki grupta da makul düşünen ve birbirini aynı ülkenin insanları ve aynı ulusa mensup kişiler olarak görüp seven ve birbirlerinin inançlarına saygı duyan insanlar yok mudur? Almanya’da Türk kökenli, Türkiye Cumhuriyetine son derece bağlı çok sayıda Alevi bulunmaktadır. Kaldı ki, Kürt kökenli Alevilerden Türkiye Cumhuriyetine karşı olan ufak bir grup olduğunu araştırmacının kendisi de kabul etmektedir. Şu halde bunların çoğunluğu da Türkiye Cumhuriyetine bağlı vatandaşlarımızdır.
Ayrıca Mandel, Sünnilerin, Alevileri, Ali’yi Tanrı kabul etmekle suçladıklarını Alevilerin bunu reddettiklerini yazmaktadır. Oysa Melikoff ise Alevilerin bizzat kendilerinin Ali’yi Tanrı olarak kabul ettiklerini iddia etmektedir. Acaba bu iki savdan hangisi doğrudur?
Aynı araştırmacı bazı dedelerin istedikleri kız ve kadınlarla yatabildiklerini de yazmaktadır ki, bu tamamen iftiradır. Araştırmacı, galiba dedeleri, günah çıkartan kilise papazları ile karıştırmaktadır. Bir defa Aleviler namus konusuna son derece düşkündürler. Eskiden zina yapan erkek ve kadın öldürülürdü. Bırakınız dedenin böyle bir şey yapmasını bugün bile kırsal kesimde dedenin çocuğu zina yapsa dede, bu yüzden düşkün sayılıp kendisinden dedelik görevi alınmaktadır.
Yine Alman araştırmacı Anton Jozef Dierl’e göre, Almanya’daki Aleviler, Sünnileri cahil ve bağnaz olarak kabul etmektedirler. Sünniler de Alevileri kafir, ahlaksız, komünist ve Hıristiyandan da daha kötü görmektedirler. Aradaki çatlaklık birleştirilemeyecek kadar büyüktür. İki grup Dierl’in iddia ettiği gibi birbirini bu kadar düşman görüyorsa ve biraraya gelmeleri mümkün değilse her an çatışma olabilir, düşüncesini akla getirmektedir. Gerçek bu değildir, geçmişte iç ve dış ajanlar tarafından ufak çapta Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas’ta yapay çatışmalar yaratılmışsa da gerek Alevilerde ve gerekse Sünnilerde aklı başında ve ülkenin birliğini bütünlüğünü isteyen milyonlarca insan vardır. Onun için Dierl’in bu arzusu gerçekleşmeyecektir.

Alevilere İftiralar

Şimdi de Osmanlı’dan bu yana Aleviler hakkındaki yalan-yanlış düşüncelere ve kasıtlı iftiralara bir bakalım:

Saptama:

–          Alevinin pişirdiği yenmez.

–          Alevinin evine misafir olunmaz.

–          Onlar mumsöndü yaparlar.

–          Aleviler zındıktır.

–          Alevilerin katli vaciptir.

·    Diyanet İşler Başkanlığı, Aleviliği sazlı-sözlü bir kültür, cümbüş olarak değerlendirmektedir.

·    Bir devlet bakanı Alevilik için, “Bir tarikattır; ancak, namaz oruç gibi temel kaideler yerine getirilmez ise İslamdan sapılmış olacağı kesindir” demektedir.

·    Bu yakıştırmalar camide verilmiş, tekrarlanmış ve kuşaktan kuşağa geçerek potansiyel Alevi düşmanlığı bugüne kadar barınagelmiştir.

Tez:

·   20 milyon civarındaki Alevinin inancı ısrarla gözardı edilir ve “herhangi bir ayrım yok” denilerek görmemezliğe gelinirse, farklı inançlara sahip insanlar arasındaki ikilik devam edecektir.

İstem:

·  Olumsuz yakıştırmalar giderilmeli, mezhepler arası inanç farklılıklarına, dolayısıyla Aleviliğe tarafsızca yaklaşılmalıdır. Alevilere ibadethane diye camiler dayatılmamalı, Cemevleri tanınmalıdır.

Alevilerin genelinin camiye gitmedikleri bir gerçektir. Bunun hem sosyal, hem tarihi, hem de felsefi nedenleri vardır.

Aleviler bunu şöyle açıklıyorlar:

1) Tarihi Sebep: Bilindiği gibi, Mekke’nin alınması üzerine korkudan Müslüman olan Ebu Süfyan ailesinden gelme Muaviye, Osman zamanında Suriye’yi avucuna almış, Ali zamanında isyan etmiş, kılıç zoruyla püskürtülmüştü.

Ali Harici İbni Mülcem tarafından şehit edilince, Muaviye zor yoluyla Hasan’dan halifeliği aldı. Halbuki o zamana kadar, halife, halkın onayı ile seçiliyordu.

Muaviye, Ali’ye düşmandı… Ona, Şam’daki camilerde kılınan namazlarda, özellikle cuma namazlarında lanet ettiriliyordu.

Hasan, Muaviye’ye hilafeti bırakırken, bu kötü âdetin kaldırılmasını anlaşmaya koymuştu. Fakat Muaviye, diğer koşullara uymadığı gibi, buna da uymadı. İslam şehirlerindeki camilerde, Ali’ye ve evlatlarına hakaretler, aldı başını gitti. Peygamber soyuna yönelik bu saldırılar, samimi Müslümanları yaralıyor, onları camilerden soğutuyordu.

2) Sosyal Sebep: Camilerde, Alevilere yapılan saldırılar ve hakaretler, bu kesimlerin camilerden kopmalarına sebep olmuştur. Türklerin Müslüman oldukları dönemde, camilerden kopma olayı tamamlanmıştı.

Alevi kesimi, camilerden uzaklaşmış, ama ibadetini bırakmamış, Tanrıya karşı görevini yapmak için yeni ibadet biçimleri de yaratmıştır. Anadolu Alevileri, başlangıçtan beri ibadetlerini cem ayini ile yerine getirmiştir.

Bu nedenle, Alevilerin camiye gitmemeleri, bazı bağnazların söyledikleri gibi, onların dinsiz olduğunu göstermez.

Geçmiş dönemde, Aleviliğin, alt tabakalar tarafından benimsenmiş olması; bu tabakalar arasında bir ortak ibadet biçimi yaratmayı zorunlu kıldı. Çünkü, bu kesimler; kendilerine karşı düşmanlık eden tabakalarla bir arada ibadet etmenin olanaksızlığını görüyorlardı. Camilerin katı politik merkez haline getirilerek alt tabakaların inançlarına karşı hakaretlerin ortaya çıkması, kopuşu gündeme getirdi. Çünkü, camiler, yönetici kesimlerin elindeydi. Camilerde, hutbeler, yönetici kesimin çıkarlarını koruyacak biçimde veriliyordu. Hatta, İslamiyet’in görüntüsü bile değiştirilmiş; Müslümanlık, yönetici kesimin çıkarlarının savunması olarak gösterilmeye başlanmıştı. Tabakalar arasındaki sosyal, siyasal, ekonomik çatışmalar bu amaçla kullanılıyordu. Yönetimin denetemindeki camiler; alt katmanlara karşı amansız siyasi, dini, sosyal saldırıların gündeme getirildiği merkezler halindeydi. Alevi tabakalar; böyle bir ortamda ibadet etmenin olanaksızlığını görmüştü… Alevi geleneğine göre, Cafer’üs Sadık döneminde Aleviler özel ibadet toplantılarını başlatmışlardır. İlk cemler, bu toplantılar olarak kabul edilebilir.

3) Ekonomik Sebep: Aleviler, yoksul kesimden insanlardır. Göçebelerden bile çok zengin olanlar; Sünniliğe geçmişlerdir. Alevi halk, yaşayabilmek için çok çalışmak zorunda kalmıştır. Günde beş kez işlerini keserek namaz kılmaları, onları verimsiz olmaya, aç kalmaya mahkûm ediyordu.

Kuran’da yalnızca Tanrı’ya kulluk ediniz? dendiği halde, bu, günde beş vakit namaza dönüştürülmüş ve İslamiyet de bununla sembolize edilmeye başlanmıştı. Çalışan kesimin yaşam biçimine uymayan günde beş vakit işi bırakma nedeniyle Alevi kitlesi, bu işlemin yerine geçecek yeni yollar yaratmıştır. Zaten geçmişte de namazın bir meşakkate, yüke dönüşmemesi için gerektiğinde namaz birleştirilerek kılınmıştır. Muhammet buna özen göstermiştir. Ali’de namazın uzatılarak yeni Müslüman olan halkın soğutulmaması için Yemen’deki görevlilere emir yollamıştır.

Gerçek, Kendini Kabul Ettirir

Alevilerin camiye gitmemesi, geçmişte ve günümüzde onlar için büyük suçlama konusu oldu. Fakat, gerçek kendisini dayattı; yaşam, Sünnileri de camiden koparttı. Bugün, Sünni Müslümanlardan camiye gidenlerin oranı yüzde onu geçmez. Hayatı rahat olan, geçinmek için hiç zorlanmayan şehirli kesim de bugün camiye gitmiyor… Bu sıkı tapınma biçimi, sosyal ve ekonomik hayatın gerçeklerine uymadığı için, namaz yalnızca bazı yaşlıların uyduğu bir ibadet haline döndü. Çalışan kitlenin namaz kılmaya vakti ve gücü kalmadığı için, camiler bomboş. Fakat, camiye gitmiyor diye, Sünni kesim insanlarımızın da inancından, imanından kuşku duyulmaz.

4) Felsefi Sebep: Alevilerin namaz kılmamasının asıl nedeni ise Alevi felsefesinden kaynaklanır.

Alevi felsefesinde, ibadette içtenlik önemlidir. Bütün ibadetlerin amacı da, Tanrı’ya yönelik kulluğun, Tanrı katından geri insana yansımasıyla, insanın mükemmel olmasıdır. Eğer, insan, inancında samimi ise ibadetin değişik şekilleri ile kendini meşgul etmesi yanlış bile sayılabilir. Çünkü bu, bir oyalanmadır. Yüreğin, Tanrı ile buluşmasını engeleyen bir oyalanma…

Aleviler, ceza veya mükâfat duygularıyla yapılan ibadetin gerçek kulluk olmadığına inanırlar. Hacı Bektaş Veli’nin bu konudaki görüşü, her şeyin içtenlikle yapılması yönündedir. İbadette biçim değil, öz önemlidir.

Namazı temel alan, namaz kılmayı mutlaklaştıran anlayış ile Alevi anlayışı arasında derin felsefi ayrılık vardır.

Not: Bu yazı Alevi Forum’dan alıntıdır.

5) Dinsel Sebep: Aleviler için dindar olmanın yolu namaz kılmaktan geçmez. Namaz reddedilmez ama, ibadet onunla sınırlandırılmaz. Ayrıca, Alevilerin namaza bakış açısı, Sünnilikteki uygulamadan farklıdır.

Aleviler, Kuran’da namazın bugünkü haliyle dile getirildiğini kabul etmezler. Kuran’da namaz kılınız biçiminde bir ifade de yoktur. Söz konusu olan “salat”‘tır. Salat, namaz değil, Tanrı’yı içten anıp selamlamaktır. Eğer bugünkü anlamda eğilip doğrulma gibi bir namaz biçimi kesin şart olsaydı, bunun Tanrı tarafından biçiminin bildirilmesi gerekirdi.

Halbuki;

a) Kuran’da namazın biçimi yoktur… Nasıl kılınacağı tarif edilmemiştir.

b) Kuran’da, namazın beş vakit kılınacağına ilişkin bilgi de yoktur.

Namazın bir secde olduğu, Kâbe’de putlar önünde eğilmenin bu anlama geldiği de ayrı bir olgudur. İslam öncesinin Arapları da (Müşrikler) bu anlamda namaz kılmışlardır. Bu olgu, diğer bütün dinlerde de bulunmaktadır.

İslamiyette, namaz uzun geldiğinden, kısaltılmıştır; kimi zaman uzatılmıştır; sayısı, değiştirilmiştir. Bu uygulamalar bile, namazın Tanrı’nın kesin emri olmadığını göstermek bakımından yeterlidir. Eğer namaz Tanrı’nın kesin emri ve gelecek zamanlara da uzanmasını istediği bir emri olsaydı; namaz olgusunun böyle boşlukta bırakılmaması gerekirdi. Namazın biçimi konusunda, Sünni kesim arasında bile yer yer anlaşmazlıklar vardır. Namazı kesin Tanrı buyruğu sayanlar, bu konuyu Kuran’da ve İslam tarihinde derinlemesine araştırmayanlardır.

Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nu (AABK) oluşturan Almanya, Fransa, Avusturya İsvec, Norvec, İsviçre, Belçika, Danimarka ve Hollanda Alevi Birlikleri Federasyonlarını, Alevi kadınlarını, Avrupa gençlerini ve Avrupa Alevi Dedeler Kurumunu temsil eden 82 delegenin katıldığı ‘’Avrupa Alevi Konferansı’’ 24 ve 25 Aralık 2005 tarihlerinde Hollanda’nın Amsterdam kentinde gerçekleşmişti.Alevilik Konferansı’nda bütün gözler, bu inancın tarihi kaynaklarını araştırmada dünyanın önde gelen isimleri arasında sayılan Profesör Irene Melikoff üzerindeydi.
İrene Melikoff’un Araştırmaları ve Görüşleri

Uyur İdik Uyardılar (Cem Yayınları 1993); Alevilik Üstüne Ne dediler? (Ant yayınları, 1990); Sur les Traces du Sufism Turque / Türk Sufiliğinin İzleri (Isıs, 1992) gibi kitapları Türkçe de yayınlanmış olan Melikoff, Aleviliğin Türklerin tarihiyle bağlantılarını kaynağında araştırmış bir kişi.
Melikoff, Aleviliğin “senkretik” bir inanç sistemi, yani çeşitli inanç unsurlarını bir araya getiren bir sentez olarak nasıl geliştiğine bakarak, hem Orta Asya’dan kaynaklanan Şamanizm unsurlarının, hem de Anadolu halk sufiliğinin Aleviliği oluşturmadaki rolünü vurguluyor.
“Göçmen Türkmenlerin Müslüman olması bir dakikada gerçekleşmedi” diyor. “Müslüman olmak için birkaç asır lazım, kültür lazım. Şehirdeki insanlar mezhep biliyorlar, kültür alıyorlar. Fakat göçmen Türkmenler böyle bir kültür almıyor. Müslümanlığı kendi inaçlarına uydurmaya çalışıyor. Alevilik böyle oluştu.”
Bu şekilde Anadolu’ya göçeden bir Türkmen dervişi (ve Mevlana ‘nın çağdaşı) olan Hacı Bektaş ‘ın Aleviliğin ortak başlangıcı olduğunu, ama sonradan ayrı iki cereyan oluştuğunu söylüyor. “Bektaşilik zaman içinde büyük önem kazandı; Bektaşiler yerleşik düzene geçti. Osmanlılarla ilk Bektaşiler arasında yakın ilişki vardı; aynı Türkmen boyundan geliyorlardı. Osmanlıların Trakya ve Balkanları fethetmesinde Bektaşiler büyük rol oynadılar, Gazi oldular. Anadolu’da kalan göçmen Alevilerle aralarında inanç farkı yoktu, ama büyük sosyal farklar vardı.”
Anadolu Alevilerinin, daha sonraki yüzyıllarda Şiiliği ve 12 İmam inancını İran’da resmi devlet dini haline getiren Safevilerden etkilendiğini, fakat “asla Şii olmadıklarını” savunuyor Melikoff: “Türkmen alevilerin Hz. Ali’yi tanrılaştırmasının, Şiilikle hiç bir ilgisi yok. Bu bambaşka bir şey. Bunu anlamam tam 25 yıl sürdü.”
Ne sonuca vardınız diye sorduğumda, Melikoff’un cevabı ilginç: “Ali, aslında eski Türklerin gök tanrısı. Yani Şamanizm’in izleri var. Müslüman olduktan sonra bu gök tanrısı büsbütün yokolmadı, Hz. Ali ile birleşti. Daha sonra tabii ki Şiiliğin bazı tesirleri oldu. Başka unsurlar girmeye başladı.”

Aleviliğin Kürtlük boyutunu büyük kuşkuyla karşılıyor Melikoff: “Kürt Aleviler var ama büyük çoğunluğu Sünni. Aleviliği bir Kürt dini olarak katiyen göremem. 25 senedir yaptığım bütün araştırmalar buna karşı geliyor.”
İrene Melikoff’un Alevi araştırmasında doğru tespitler olduğu kesin. Ancak genelleme yaparak Ali’nin tanrı olarak görüldüğü sonucu Aleviler içinde çok küçük bir kesim için doğru olabilir. Hristiyanlıktaki Tanrının yeryüzünde Hz. isa olarak vücut bulduğu inancıyla benzeşen bu inanışta olanlar da yok değildir. Ancak Alevi inancını bu şekilde sunmak kesinlikle yanlıştır.
Ali’yi Tanrı görenlerden çok daha fazlası onu peygamber olarak görür.
Peygamber olarak görenlerden çok daha fazlası ise, asıl peygamberliğe layık olanın Ali olduğuna inanır.
Bunlardan çok daha fazlası ise ona Allah’ın Arslanı, (Kur’an-ı Natır) Konuşan Kur’an, 4.halife Emirelmüminin, şah-ı merdan (mertlerin en büyüğü) olarak inanır ve saygı duyar.Muhakkak ki Türklerin eski adet ve kültürleri ile Şaman dininin izlerini Alevi toplumları taşımaktadır. Ancak Gök Tanrının yerini Ali değil, Allah almıştır. Diğer tanrıların yerini de melekler. Onun için Aleviler; “Allah-Muhammed-Ali” derler. Ali, diğer halifelerden çok daha üstün ve kutsal bir konuma getirilmiştir. Neredeyse peygamber düzeyinde görülmekte ama böyle inanılmamaktadır.
Bunların  yanında Alevilikle Ateizmi bağdaştırma çabası içinde olan Aleviler de vardır. Alevilik ateizmle bağdaşmaz, en yakın olduğu akım Panteizm-Panenteizmdir. Alevi kökenli non-teistlerin bir kısmı Allah’ı, peygamberleri reddeder, bir kısmı ise Allah’a inanır ama cennet ve cehennemi kabul etmez. Cennet ve cehennemin dünya yaşamında olduğuna inanır. Alevi kökenli ateistler ise Ali’ye inanmasalar dahi Ali için ve diğer Alevi büyükleri için yazılmış ağıtlardan, türkülerden, semahlardan çok hoşlanır ve bu kültürden kopamaz.
Alevi olmayan, Bektaşiler ve farklı fikir ve inançtaki insanlardan da Alevi kültüründen, türkü ve semahlarından hoşlanan ve Alevi dostu olan çok insan vardır.
Türkiye’de 15 milyon Alevi varsa en az o kadarda Alevi dostu vardır diyebiliriz.
Sonuç:
Alevilik, İslam’dan ayrışan Ali yanlılarının, kılıç zoruyla müslüman yapılan Türk ve Kürtlerin, kendisini baskı altında hisseden Rum ve Ermenilerin ve daha birçok etnisiteden insanların yer aldığı Şiilik, Sufilik-Tasavvuf, Şamanlık ve zerdüştlükle harmanlanmış bir inanç ve kültür grubudur. Büyük çoğunluğu Türk kökenli olsa da Alevilik bir etnisiteye bağlanamaz. Türk Aleviler, Kürt Aleviler diye nitelenemez.
Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

69 Responses to ALEVİLİK GERÇEĞİ

  1. Geri bildirim: Anonim

  2. Bir Hanif Müslüman dedi ki:

    Yazınıza katılıyorum. Özellikle Alevilerin “salat” ile ilgili görüşlerine katılmamak elde değil. Kur’anda tarifi bile yapılmamış bir ibadeti,Allah’ın emriymiş,yapılmadığında cehenneme gidilirmiş gibi düşüncelerin dayatılması doğru değil.
    “Namaz,namaz” diye diretenler;”Salat” ın anlamını bir araştırsınlar bakalım;sonuç ne olacak.
    Salat öncelikle bir sosyal yardımlaşma,dayanışma olgusudur. Acaba neden Kur’anda “eqımıssalate ve etuzzekate” yanyana kullanılır? Bunu düşünseler çok acaip şeyler ortaya çıkacak.
    Bir tarafta milyarlık,şatafatlı,gösterişli camiler ve minareler;diğer yanda o caminin dibinde açlıktan,evsizlikten ölen insanlar.
    Bunu düşündükçe Allah’ın asıl amacı ortaya çıkacak. Fakiri,öksüzü,yetimi,akrabayı gözeterek;zengin,yoksul arasındaki uçurumu kapatmak.
    Her mahallede 3-5 cami varken;etrafında bir tane bile aşevi,sığınma evi yok. Her cumadan çıkışta cami için para toplayanlara,bir de yoksullara aşevi yapılması için para toplanılması istendiğinde size dinsiz,kafir,cami düşmanı damgası vurulması da cabası.
    Ben alevi olmamakla birlikte,cem evlerine daha sıcak bakmaktayım. En azından oralarda sosyal yardımlaşma ve dayanışma faaliyetleri de gerçekleşiyor.

    Saygılarımla

    • emrah dedi ki:

      -Kit- bilgilerle bu yorumu yapman normal tabi…
      Ancak, yazidaki “salat” yani “namaz” ilgili kismi kesinlikle onaylanamaz cunku “Kur`an”da nasil uygulanacagi yoktur ama Peygamber efendimiz bize uygulamali olarak gostermistir, bunu boyle bilmemiz lazim. Yani genel anlamda “Dua” demektir ki “hal(vucut)-ruh-kalp-lisanimizla bir butun olarak Allah`in huzuruna varip halimizi araz ediyoruz anladin mi guzel kardesim.
      (Art niyet yok sadece dogruyu ifade etmek istedim…) sana

      • Gencer dedi ki:

        Size mi göstermiş.Bu Aşırı dinciler niye kendilerini bizzat 600 yılında yaşamış gibi gösterirler.?

      • Ali Haydar dedi ki:

        arkadaşlar namazın kelime anlamı zikirdir yani Rabbini zikret gerisi boş sen tüm kalbinle Rabbine bağlandın mı zaten cami, cem evi, kilise, haham boş sen her ya Allah dediğinde Allah’ı hissediyorsan kalbinde işte o zaman gerçekten insan olmuş oluruz zikrinde zamanı yoktur her an Allah’ı zikret ki tövbeler kabul görsün

      • Zeynel Atila dedi ki:

        Allah tarafından indirildiği iddia edilen Kuran’da bulunmayan bir ibadet şeklini hangi akla uyarak inancın merkezine yerleştiriyorsunuz? Olmaz sa olmazı yapıyorsunuz. Allah’ın gönderdiği kitap mı yoksa Muhammed’in yaptığı uygulama mı daha geçerli? Sırf namaz kılmıyor diye insanlara katli vacip muamelesi yapmak doğru mu?

  3. tankutalp dedi ki:

    salat kelimesinin sosyal içerikli bir kelime oldugunu sanan özürlüler ..hayatınızda bir kez bile YÜCE KUR’AN-I KERİM İ okumak size nasıpmıdırkı anlayabılesınız kalpleri kilitli gözleri körler;gerçek müninler odurki namazını dosdoğru kılanlar diye bir çok ayette gecer SALAT kelimesi…EZAN DA okunurken bile gecen salat kelimesi gelin sosyal olunmu anlamı taşır zeka özürlü ler…sizler ve soylarınız helal e yaklaşamazsınız cünkü şeytanları çarptıgı gibi çarpar hakk şeyler sizleri kafirler…

    • Ateyiz dedi ki:

      önce ağzındaki salyaları sil sonra ateistlerin mutlaka kuranı okuyarak ateist olduğunu bil

      • Duygu Kaçar dedi ki:

        Seni Allah bildiği yapsın Sen seni Yaradana dua et ki hala seni Kulu görüp acı çektirmiyor Çok merak ediorum Öldüğünde hesap vericeğin zaman nasıl pişman olup nasıl yalvaracaksın.O ağzından İnkar Ettiğin Rabbim senin gibilere bile Affedici okadar Merahametliki okadar Yüce ki Rabbim islahetsin seni

      • ali haydar dedi ki:

        Duygu hanim oncelikle siz cik yalnis bir yoldasiniz kurani kerimi okuyarak insanlarin ateistlestigini yazmissiniz oncelikle size bir onerim olacak kurani anlamak ici tevrati incelememiz ve ardindan zebur ve incili inceleyip anladiktan sonra kurani okumak ve en onemlisi anlamak lazim ve anlayan kişide başını ölene kadar secdeden kaldirmaz .baki selamlar

    • Emin Gürsoy dedi ki:

      Tipik cahil,inandığı şeyi bilmeyen,saldırgan yobaz müslimi…Bana Tayyip’i anımsattı küfre varan saldırganlığın..Yaş kaç,yaş)

    • Zeynel Atila dedi ki:

      Kuranı okuyup anlayanlar Ateist, anlamayanlar dinci olur diye bir söz vardır. Bugün yaygın olan Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyetin çok daha önceki inanç sistemlerinin, Sümer, Babil, Uygur ve Mısır inanç sistemlerinden alıntı ve uyarlamalar olduğu görülmektedir. Ayrıca insanlara hakaret etmeden de kendinizi ifade edebilirsiniz. Küfre ve hakarete sapmak bilgilerinizin eksik ve tutarsız olduğunun da kanıtı bence…

  4. karsidevrim dedi ki:

    Blog yazarının ALEVİ olması blog içeriğini de özetlemiş oldu.
    Müslüman Türkler sapkın bir inanç sahibi kızılbaşlardan islam ve din öğrenecek değil.

    • burak ak dedi ki:

      simdi sana cevap yazacam(muhafazakar aileden gelen bir ateist olarak),ama sen banada alevi dersin ya bende hic $a$mam..mekke denilen o puthaneye tapmak,cennet den gelmisligine inanilan tasi öpmek,ellini göge acip yalvarmak, edit sapiklik olmuyor ama,sirf adamlar özgür düsüncelere (ne yazikki alevilerinde iclerinde hem alevilik ve inanc konusunda hemde müslümanligida yasama konusunda beyinsizleri olmasina ragmen) sahipler diye senin gibi yobaz degiller diye saldirmak senin de ne kadar sapkin olduguna bir ispat..

      • Duygu Kaçar dedi ki:

        Puthane ne yaa sen Yaranadını inkar edip Gerçek olanlrı inkar edip Edepsizce konuşurken özgürmü oluyorsun şimdi. Alevi değilim fakat Haz Aliye sevgim var Alevileride herkesin inancına saygım sonsuz isteyen istediği inanç dogrultusunda yaşar. Amaaa senin gibi haşa tövbe Yarabbim Ataistim diyen İnsan bile sıfatlıyamıgm mikroplara değil buna ne saygı olunur nede tahammül sizin gibiler sdce zavallı Yaradanı inkar edip bide grurla söylemek bi marifet değik utançdır ayıpdır Zaten işleğin günahı söyleyemiyorum acıyorumm size Asla Cennet mertabesinde olamıcak o güzellikden mahrum kalacak ateşlerde yanacak ve sizin gibiler acı çekmeleri seyredip inkar ettğiniz o anlar için yalvarmanızı duymak çook isterdim Ama Rabbim okadar afedici biz kulları buna bile dayanamıcak kadar merhametliyiz sizin gibilere bile duacı olup Rabbimden sizi islah etmesi icin yalvarırız Yazık sen ve sizin gibilere Oyuzden Rabbim hayırlı evlat nasip etsin bizlere

      • sinan dedi ki:

        Burak kardeşim puthane konusunda aynı fikirdeyiz…Duygu sana gelince Bana allah yolunda savaşın diyen ve insan katlini vacip kılan peygamberin değil ….! Bana incin sende incitme …! diyen hünkar hacı bektaşı veli’m yeter …Sen bu bağnazlıkla cennette ne umuyorsun bilmiyorum ama ben söyleyeyim sana yok öyle bir yer 😀

  5. emrah dedi ki:

    Bu yazi sunni-hanif birisi olarak olaylara objektif yaklasip dusunmemi sagladi. Ancak “salat” yani “namaz” ilgili kismi kesinlikle onaylanamaz cunku “Kur`an”da nasil uygulanacagi yoktur ama Peygamber efendimiz bize uygulamali olarak gostermistir, bunu boyle bilmemiz lazim.
    Ve Alevilik(siilik, bektasi, cemel vakasi, kerbela, haricilik, dusunce farkiliklari, haricilik, inanc sapikliklari vs. vs. vs…) gibi olgularin, olumlu/olumsuz yanlari, dusmanlar(islam dusmanlari, seytanin taraflari)/topluma yon verenler tarafindan art nitet/iyi niyet olarak kasinmasi/arastirilmasi ve de zaman tunelinin cilvesi ile gunumuzdeki son haline ulasmis olmasidir. Bir musluman olarak aslinda bunlar basit seyler diyorum ve sagduyulu oldukca iyiler kazanacaktir insaalah…

  6. Zındık demeyiküçük görürürm.sapık dersem doğru söylemiş olurum..

  7. Kızılbaşlar dediğin kişi zaten senın inandığın hz.muhammedin soyundan gelmektedir.Hz.Muhammedin amcasının oğlu Hz.Ali vede damadıdır.bu bir gerçektir neden kabul etmiyorsunuz.o kadar dininize vede müslümanlığınıza güveniyordunuz o zaman müslüman insan hz.muhammedin torunlarını o hale getirdiler ses çıkartmadınız.müslümanlık bunu….kimse kimsedeye islam vede din öğretecek hali yok sen zaten sapkın bir şekilde öğrenmişsin…kusura bakmada araştırmanı tavsiye ederim

    • Duygu Kaçar dedi ki:

      Konuşma uslubunuz ve kurduğun cümle hoş senin inandığın Hz muhammed. Ben bir sünniyim ama Alevi çok dostluklarım vardır Hz Aliye hem sevgim hemde saygım vardır sözlerini okurum anlıcagın sizin benim diye bir ayrım yoktur Alevilik bir mezhepdir evet Ama Rabbmizi bi Peygamberimiz bir Kitabmız bir gitcegimiz yerde aynıdır. Demem şu ki ayrım yaparak sizi biz diye ayırmayın.

  8. ali dostbey dedi ki:

    Kardeslerim, lutfen birbirimiz kirmadan/incitmeden/uzmeden/dislamadan konusalim/anlasalim…
    Konumuz Namaz ise konuya soyle baslamak isterim; Namaz Yuce Kitabimiz Kuran-i Kerim’de bir cok yerde Allah tarafindan yapmamiz emir olunan bir ibadettir/farzdir. Namaz Kuran-i Kerim’de “Salat” ,”Salah” diye gecer…(Arapca manasi Dua’dir…)
    Simdi Kuran- Kerimde bize yapmamiz/kilmamiz emrolunan namaz/dua/salat hakkinda bazi Ayet-i Kerimeler:
    Bakara Suresi 238. Ayet:
    -“Namazlara hele orta namazına dikkat edin ve Allah için boyun eğerek kalkıp namaza durun”.
    Hûd Sûresi 114. Ayet:
    -“Gündüzün her iki tarafında ve geceye yakın olan saatlerinde namaz kıl!”
    İsra Sûresi 78. Ayet:
    – “Güneşin batıya kaymasından, gecenin kararmasına kadar namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur “.

    ve Namaz hakkinda daha bircok Ayet-i Kerime mevcut…bunun yaninda Resulullah (s.a.v) Efendimizin bircok Hadis-i Serifilerinde (Mubarek Sozleri/Uygulamalari/Tafsiyeleri…)
    Bunlarin yaninda Hz. Ali (r.a) efendimiz ve tum Ehli Beyt (r.a) namaza riayet etmis ve cok buyuk onem/dikkat arz etmisler, son nefeslerine kadar Namaz kilmislardir…
    Ayrica buyuk Alevi Alimleri/Zatlari Namaza kilmis ve tum inanalara namaz kilmalarini emretmislerdir.
    Pir Sultan Abdal, Haci Bektasi Veli (k.s) dgerli zatlar namaza riayet etmislerdir….bu orjinal kaynaklarda mevcuttur…
    Artik bunlardan sonra “Salat”i kim nasil isterse anlayabilir.
    Allah en dogrusunu bilendir, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

    • Savaş dedi ki:

      hadi ordan seni pirsultan hace baktaş namaza riyat emiş yalancı seni aleviler müslüman değildir onun için namazla niyazla işleri olmaz

  9. TEBLİĞCİ dedi ki:

    Türk olduğunu bilmeyen kendini arap zanneden..
    site sahibi kurandan alıntı yapabiliyorken onu kuranı hiç okumamış zanneden zalim..cahil..
    senin kuranı hiç okumadığın anlaşılıyor..

    Kuranı bir kere bile akıl la okumayı becerebilen asla müslüman olmaz..

    sen bu kafayla.. islamcı çeçenlerin ilkokul basarak 350 sabiyi katletmelerini normal görürsün..
    sen bu kafayla..kerbelada muhammedin soyunu tüketin diyen islam halifesinin taraftarı olduğunu bilmediğin halde beşikteki bebeğin öldürülüşünü normal görürsün..
    11 eylülde islamcı zalimlerin ikizkulelerde ve uçaklardaki insanları öldürerek binlerce çocuğun yetim kalmasını normal görürsün..

    şimdi sen kendin yobaz oğlu yobaz ve gerizekalı olduğun halde…site sahibini gerizekalı zannedersin..

    Bir kere bile kuranın türkçesini merak edip okumamışsındır..
    okusanda anlamazsın zaten..
    dedelerinde babalarında anlamamıştı.
    o nedenle kurtuluş savaşında savaştan kaçmışlardı zaten..

    saygılar

    • cerkez dedi ki:

      tebliğci kuran akıl yoluyla okunmaz zeka özürlü türk iman yoluyla okunur ve inanılır. sersem tavuk çeçenler 350 rus cocuğu neden öldürdü bi düşün ahmak ruslar 35000çeçen cocuk kadın öldürmüş olduğu icin olmasın sakın. kerbelada beygamberin torunu ve ehlibeyt katliamının olmuş olması bir müslüman icin dinin peygamberinin bizzatihi kendisinin kıldığı ve ona inananlara gösterdiği bu dinin inanc ve ibadetlerini yok saymayı gerektirmez .enbaşta hz ali hasan ve hüseyin ehlibeyt son demlerine kadar bu emir ve ibadetleri yerine getirmişken sen bu ibadet ve emirlere uyanlar hakkında ehlibeyt düşmanlığı gibi yaftalama yapman kendini kamufle etmek gibi bi konuma düşüyor olmayasın. sana 11 eylülle ilgili bişey demeye gerek duymuyorum cünkü bu iki kulede ölen cocuklardan binlerce kat fazla müslüman cocuk zaten öldürüldü bu emperyal güc tarafından ve sen kimden yanasın sazan kendi düşmanına karşı derin bi hayranlık duyuyorsun anlaşılan.bu yobazoğlu yobaz falan ne demek sazan bi kendinmi nirvanaya erdin başka akıllı yokmu buralarda dümbük şoven.

      • darkness dedi ki:

        ya dostum çecenler okulda çocukları rehin aldı. rus komandoların kontrolsüz baskın ve yanlış politikasıyla öldü o çocuklar an be an izledim olayı.aylarca avrupa basını rus askerlerine mal etmişlerdi katliamı ve ikiz kuleleri bin ladinin yok ettiğini düşünen birilerinin olması gerçekten üzüyor beni. en basit isbatı 11 eylül günü hiç bir yahudi işe gitmeyerek çeşitli bahaneler bildirmişlerdir. bu bilgiye her yerden ulaşabilirsiniz. ırak ve afganistanın istila etmek için verilmiş canlardır onlar.
        alevilik zamanında müslümanlıkla aynı fıkhı kuralara tabi iken zaman içinde defeormasyona ugramıştır. alevilik cemel savaşında hz. ali taraftarlıgından ortaya çıkmıştır. Bir Yaratıcı oldugunu düşünen biri nasıl ateist olamazsa 5 vakit namazı ,haccı.zekatı,orucu ve kelime-i şahadetten birini inkar edende müslüman olamaz.
        zaten böyle ayrılıklar değilmi çaldıran savaşına iten 2 türk devletini. iluminati diye bir felsefe var dinsiz tek devlet biraz araştırın okuyun internetten takibini yapın nasıl bir oyunun içerisine itiliyoruz.
        sevgili serdar kaangil bu kadar bilgiyi çarpıtarak insanlara dikte etmektesin bu konudada birşeyler yazda bilgilensin insanlar nasıl bir tehlike büyümekte nelere karşı savaşmak zorunda kalacaklar. egerki benden talep edilirser burdan paylaşabilirim bildiklerimi
        sevgiler saygılarr

      • TUNcay dedi ki:

        Bana inanın.Müslümanlık gerçek. Dün mağaradayken bana vahiy geldi ,Cebrail (a.s.) herkese söyle müslümanlık esas dindir dedi… Sende Muhammed’in Ümmetisin dedi?

      • Gülten dedi ki:

        Kanakan dişediş mi yani. Hiçbirinizi tasvip etmiyorum. Eğer ki biz insan isek şu aleme baktığımızda ne kadar aciz olduğumuzu ve bize emanet edilenleri incitmemeye dikkat etmeliyiz. Hangi canlı olursa olsun yerdeki ottan, yuvasındaki karıncaya kadar herkesin sorumluluğu üzerimizde. Allah bile kullarını ayırmaz ve hepsine bu dünya nimetlerini verir iken siz kim oluyorsunuzda o bunu yaptı, şu da bunu hak etti diyebilirsiniz. Kimse kimseyi yargılamamalı. Kardeşinle bile fikir ayrılığın olurken, farklı ırk ve kültürde olanları nasıl seninle aynı düşünmesini istersin. Güzel olan armonidir. Çeşitliliktir. Saygılı olursak kimse kimseye hesap sormazsa hayat yaşanır olur. Akıl, fikir ile doğru yolu bulacağınıza inanıyorum. Kişiler üzerinden din siyasete alet olmamalı. Tek kitap vardır. Herkes kendine göre anladığını yaşamalı. tarihteki Peygamberlerimiz ve alimlerimiz bize yetrince örnek zaten Siz neyin kavgasını yapıyorsunuz. Bu bilgisayara format atmak gibi saçma birşey. Allah herkesin aynı olmasını isteseydi, zaten öyle olurdu.

  10. Umut Coşkun dedi ki:

    Kardeşler, alevilik der ki: “En kutsal kitap insadır, önce onu okumalı.”
    Salat/Namaz konusunda blog yazarına katılıyorum.

    Sorgulayın.

  11. Geri bildirim: Alevilik gerçeği « Abra Kadavra!

  12. ismail dedi ki:

    bu blokta paylaşılan hiç bir mevzu gerçekleri yansıtmıyor.islam allahın dini olarak insanlara allah tarafından insanlığın başlangıcından bu yana emrolunmuş bir kurallar manzumesi inananların salaha ve felaha kavuşturacak olan ve allah ile kul arasında rabıtayı sağlayacak olan bir olgudur.kaldıki blokta yazılı olanlar tamamı ile sosyolojik temele dayanan kronolojik saptamaları içeren bir görüştür.(namaz)İnanç sisteminde insana allahı hatırlatan ve kul olma yani ona bağlılığını ispat etme yani daima ve her halde onunla irtibat halinde olduğumuzu ve iletişimimizi söz ve bedenen yerine getirdiğimizi ve bu konuda dürüst olduğumuzu onun buyurduğu gibi inandığımızı ve yaşamımızı buna uygun tanzim ettiğimizi ifade eden bir anlaşma gibidir.peygamberler ise bu buyruğu bize öğretmesi için allh tarafından görevlendirilmiş kimselerdir.ve yukarıdaki yazıda kuranda geçmiyor kelimesi abesle iştigaldir.zira peygamberimizden öncede semavi yani gökden geldiği tasvir edilen ve inanılan bir çok semavi kitap ve suhuf vardır. fiziki olarak kitap gök yüzünden aşağıya inmez . kitaptan maksat .habercisine veya elçisine vahy olarak gelen ve sınıf dil ırk gözetmeksizin sadece insanı ve hayatını ilgilendiren ve temsil ettiği kuralları insanlara öğreten ve bu doğrultuda yaşamalarını insanlara (örneklerle)anlatılmasıdır.kaldıi namaz tüm semavi dinlerde var olan bir olgudur.namazı terk ise sosyal ve sınıfsal sebeplere dayandırılabilir . şöyleki yöneten ve yönetilen sınıflar arasında zıtlık ve çelişki nedeniyle yöneten daha fazla vakit ve imkana sahip olduğu için kilar yönetilen ise daha az imkana sahip olduğu için ve vakit azlığından namazı terketmek gibi sosyal olgulara dayandırılabilir.önemli olan tüm insanlığın müşterek bir paydada toplanabileceği ve insanlığı dürüst ve adil olmaya sevk edecek bir mekanizmanın insanlara öğretilmesi dir.

  13. mozocino dedi ki:

    Allah ki herşeyin bilen herşeyi görendir.Hepimizi affetsin.Burda 1300 yıl önceki bir olayın hangisi gerçek hangisi yanlış diye uğraşmayın.Çözemezsiniz.Kimse Müslüman olmak istemedi yada kimse Alevi olmak istemedi.Annesi neyse babası neyse o oldu.Bunda övünecek birşey yok.Seçim yapma gibi bir şansımızda yoksa artık önümüze bakalım.Allah illaki iyiyi korur. Mesele Allah varmıdır.Allah bunun kanıtlarını yeryüzünde göstermektedir.Bunları bilmeli Allah a inanmalı içimizden geldiği gibi ama iyilik ile hareket etmeliyiz arkadaşlar. Kimse kimseyi bu konular yüzünden aşağılamasın ,kırmasın nolur yeter artık.İnsan ne arıyorsa içinde aramalı.Bunu Mevlana söylüyor.Alevilerde ‘en kutsal kitap insandır,İlk önce onu okumalı’ diyor.EE? Fark nerde. Hepimiz aynı güç , aynı Allah , aynı Ahlak için uğraşıyoruz. Allah bize doğru yolu göstersin. Amin ..Ülkemi seviyorum..

  14. sevginin ışığı dedi ki:

    Bütün yorum yazan arkadaşlara şu güzel değişi armağan ediyorum:
    ”Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz”
    Ateist olup bir yaratıcının olmadığı inancına sahip veya Kuran’ı Kerim tanrı sözüdür inancına da sahip olsa, küfürlü yazmış olan arkadaşlar için de şu eklemeyi yapıyorum:
    ”Yaptığın, söylediğin ve meydana getirdiğin her şeyi kendine ayna tutmak için yaratırsın, ki kendini görebilesin, ve ayın ışığını aradığın göldeki yansımadan kafanı kaldırıp gökyüzündeki asıl ayın kendisine bakabilesin”
    Gerçeği arayanlara sevgilerimle

  15. orion dedi ki:

    ben çaresini buldum arkadaşlar…dinleri tamamen kaldıralım din konusu insanların toplumların arasını açmaktan başka birşeye yaramıyor…insana insan olduğunu hatırlatalım…hiçbirimiz farklı gezegenlerde büyümedik….

  16. orion süper zeka var sende,hemen teşhisi koyup çeresini de buldun,helaall bee 🙂

  17. HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (ALEVİLİĞİN DOĞUŞU) (1)….En büyük hidayet meşalesi olan Kur’ân-ı Azimüşşân’ın nâzil olmasıyla bütün insanlık âleminde yepyeni bir devir başlamıştı. İnsanlar kalp ve ruhlarının tabiî ihtiyacı olan “Hak Din”e kavuşma sevinci içinde idiler. Şirkten tevhide, zulmetten nura, hurafelerden hakikate, cehaletten bilgiye kavuşmuşlardı. Kur’an’ın hayattar prensipleri onları her an maddi ve mânevi yüceliğe doğru götürüyordu. Dünün bedevî insanları, artık âleme medeniyet dersi verecek hâle gelmişlerdi. Müslümanlar göz kamaştıracak bir gayret ve himmetle, bütün insanlık âlemine iman ve irfan nurlarını neşrediyorlardı. Yapılan bütün zulüm ve işkencelere, hile ve ihanetlere, oynanan bütün oyunlara rağmen, bu hidayet nurunun altına giren insanlar, günden güne artıyor ve kuvvetleniyorlardı. Artık hak din büyük bir ışıkla ile parlıyor, terakki ve teâli ediyordu. İslâmîyet’ gönüllerde taht kura kura yayılıyor; imanın küfre, Hakk’ın batıla, tevhidin şirke ve adaletin zulme galip geleceğinin işaretleri ufukta görünüyordu.

    Nitekim, öyle de oldu. Resul-i Ekrem Efendimizin döneminde İslâmîyet’ Mekke, Medine, Hicaz ve civar bölgelerde mutlak hakimiyetini kurdu. Artık cehalet ve zulmet devri, yerini saadet ve nûr devrine bırakmıştı.

    Hz. Ebûbekir ve Ömer (ra) devirlerinde kısa zaman içerisinde yapılan eşsiz fetihlerle Suriye, Mısır, Irak ve İran’ın fethine başarılı olundu.

    Bu harikulâde gelişme, İslâm düşmanlarının, bilhassa Yahudilerin(1) haset ve kinlerini kabarttı.
    Yahudiler tarih boyunca nifak ve ayrılık çıkarmada ve hak ehlini bölüp parçalamada maharetli olan dessas bir millettir. İlâhi iradeye her devirde karşı çıkmış, kendi peygamberlerini bile öldürmekten çekinmemişlerdir. Bunlar her çeşit ihtilâli tezgâhlayan ve bütün ifsat komitelerini sevk ve idare eden, beşerin huzur, ahlâk ve itikadını bozmayı baş gaye edinen muzır bir millettir. Münâfıklık ve riyakârlıkta hiçbir kavim bunlara ulaşamamıştır. Bunlara, “insanlık âleminin nefs-i emmâresi” denilse yeridir. Kur’an’ın: “Duribet aleyhümü’z-zilletü ve’l meskenet” ifadesiyle, Yahudiler, kıyâmete kadar üzerlerinden silip atamayacakları bir zillet ve meskenet damgasını yemişlerdir.

    Yahudiler, İslâmîyet’in kısa zamanda gösterdiği büyük gelişme karşısında dehşete kapılıyor ve beyinleri çatlayacak gibi oluyordu. Üstelik birçok Yahudi cemaatlerinin İslâm’a girişi de onları büsbütün çıldırtıyordu. İslâmîyet’in bu hızlı ve parlak yayılışı mutlaka durdurulmalıydı. Bu gidişle İslâmîyet’ bütün dünyaya yayılacak ve Yahudilik yeryüzünden silinip gidecekti. Birkaç bin senelik Yahudi varlığı artık son bulmuş olacaktı. Yahudiler vaktiyle, yani İslâmîyet’ten 6.5 asır önce de Hıristiyanlığın zuhuru ile böyle bir “yok oluş tehlikesi” geçirmişlerdi. Önce, Hıristiyanlığı ortadan kaldırmak için büyük gayret göstermişler, daha sonra bu yeni dinin mensuplarını kuvvetle mağlup edemeyeceklerini anlayınca hile ve desise yoluna başvurmuşlardı. Şöyle ki:

    Hıristiyanlığın esas temellerini yıkarak onun yerine kendi uydurma hurâfelerini ikame etmek üzere alim ve feylesof bir Yahudi olan Saul’u sahneye çıkardılar. Bu zeki Yahudi beyi, güya Hıristiyanlığı kabul ederek Pavlos ismini aldı ve kiliseye çekilerek uzun müddet inziva hayatı yaşadı. Hıristiyan dininin icaplarını harfiyen yerine getiriyor ve gitgide halkın itimadını kazanıyordu. Sonunda Hıristiyanların sevgi ve hoş görüsüne o derece sahip oldu ki, kendisine bir havari gibi hürmet etmeye başladılar. Pavlos, bu sevgiyi, Hıristiyanlığı bozmakta çok dessas bir şekilde kullanmasını bildi. Hz. İsa (as) ile görüştüğüne ve O’ndan talimat aldığına halkı inandırmayı başardı. Kesif ve plânlı gayretleri sonunda, Hıristiyanların hem itikat, hem de ibadetlerini lıakikatten saptırmaya ve birtakım bâtıl mezhep ve fırkaları ortaya çıkarmaya muvaffak oldu. Artık “tevhit”in yerini “teslis” almış, yani Hıristiyanlar bir tek Mabud’a bedel, Hz. İsa ve Hz. Meryem’e de ilâhlık isnat etmeye başlamışlardı.

    Fakat, Yahudilerin İslâmîyet’in hızla yayılışı karşısında maruz kaldıkları tehlike, eskisinden çok daha büyüktü. Yahudilerin bu yeni dine karşı koymaları imkânsızdı. Çünkü, İslâmîyet’in gelişme kabiliyeti fevkalâde idi. Zira, İslâm dini akla, mantığa muvafık olduğundan kalplere tesir ediyor; sadece Yemen Yahudilerinin değil, bütün İsrailoğullarının, doğup yükselmekte olan bu İslâm güneşi karşısında eriyecekleri muhakkak görünüyordu. Öyle ise, ne pahasına olursa olsun buna mani olunmalıydı.

    Vaktiyle, Hıristiyanlara karşı tezgâhlanan oyunun, şimdi Müslümanlara karşı oynanması lâzımdı. Uzun müzakerelerde bulundular ve sonunda Medine’de İbn-i Sebe’yi sahneye çıkardılar(2).

  18. HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (ALEVİLİĞİN DOĞUŞU) (2)İbn-i Sebe, tahribat programını başlıca iki esas üzerine kurdu. İlk olarak, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmakla, İslâm’ın gelişmesine engel olacak; ikinci safhada İslâmî inanç ve itikada hurâfeler katarak, onlar arasına, kıyâmete kadar sürecek bir fikir ayrılığı sokacaktı. Bu iki hedefin gerçekleşmesi için komiteler kuracak ve onlar aracılığı ile Müslümanlar arasındaki birlik HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (1)ruhunu, muhabbet, uhuvvet gibi mânevi bağları zayıflatarak ortadan kaldırmak üzere yoğun faaliyet gösterecekti. Her bir ifsat merhalesinin arkasından hemen durum değerlendirmesi yapılacak, plânlanan hedeflerle alınan neticeler kontrol edilecek, değişen ve gelişen şartlar altında yeni hedeflerin gerçekleşmesi için yeni plânlar yapılacak ve uygulama sahasına sokulacaktı.

    İbn-i Sebe ve arkadaşları halkı etkileyebilmek için samimî bir Müslüman, erdemli bir mümin kılığına girme kararı aldılar. Bu safta da, İbn-i Sebe, rolünü emsâlsiz bir biçimde oynamayı başardı. Sabah namazlarında herkesten önce mescide gidiyor, yatsıda herkesten sonra mescidi terk ediyordu. Çokça namaz kılıyor, ekseri günler oruç tutuyor ve daima zikirle meşgul oluyordu. Gittiği her yerde çekici ve câzip konuşmalar yapıyor ve kendisini İslâm’ın en hâlis ve sâdık bir fedaisi gibi gösteriyordu. Sahabelerle, bilhassa Hz. Ali ile bol bol sohbet ediyor, onlara itimat telkin ediyordu. Bir taraftan fazilet ve takvâsını halka gösterirken, diğer taraftan da etrafıyla uyum sağlayamayan dışlanmış kimseleri buluyor ve onlarla gizliden gizliye diyalog kuruyordu. Bu tiplerin bir kısmını makam ve mevki hırsından, bir kısmını kişisel garazdan, bir diğer kısmı da soy-sop üstünlüğü damarından yakalayıp kendine bağlıyor ve onları birer problem-insan haline getiriyordu.

    Daha sonra, faaliyetlerini Medine dışına taşırmaya ve daha önce buralara göndermiş olduğu adamlarıyla temaslar kurup halkı hilâfet aleyhinde kışkırtmaya karar verdi. O günkü sosyal bünye de, maalesef, bu yıkıcı fikirlerin yayılmasına oldukça uygun idi. Devlet aleyhinde istismar edilebilecek hususlar vardı. Bunlardan birisi Haşimîlik-Emevîlik rekabeti idi. Devlet adamlarının çoğunluğunun Emevîlerden olması, Haşimîler için bir huzursuzluk kaynağı, dolayısıyla da önemli bir tahrik unsuruydu. İstismar edilebilecek bir diğer husus da; devlet işlerinde Ensâr’dan çok, Muhîcirlerin vazife almış olmasıydı.

    İbn-i Sebe, bu ve benzeri bütün fırsatları değerlendirmek üzere seyahata çıktı. Önce Basra’ya gitti. Burada daha önce yerleştirdiği komitacıları vasıtasıyla devletten memnun olmayan kişilerle temaslar kurdu. Yaptığı faaliyetler, Vali Abdullah bin Amr’ın dikkatini çekince Kûfe’ye geçti. Burada da bir kısım halkın idare aleyhinde olması, İbn-i Sebe’nin işini daha da kolaylaştırdı ve kısa zamanda komitacılarını gerekli biçimde organize ederek Şam yolunu tuttu. Şam’da aradığını bulamadı. Zira, devlet işleri yolundaydı ve istismar edebileceği fazla bir mevzu yoktu. Buradan Mısır’a gitti. Aradığı şartları maalesef burada fazlasıyla buldu. Çünkü, farklı sebeplerle devlet idarecileri aleyhinde bulunan çeşitli gruplar, burada toplanmışlardı. İbn-i Sebe dağınık halde bulunan bu grupları büyük gayretler sonunda bir çatı altında toplayarak, onları Hz. Osman (ra)’ya karşı harekete hazır hale getirdi.

    Bu merhaleden sonra, Hz. Osman (ra) aleyhinde tanzim ettiği bir dizi iftira listesini diğer İslâm vilâyetlerindeki adamlarına göndererek Halife’ye karşı bir kıyam hareketi başlatmak üzere yeni ve yoğun bir faaliyetin içine girdi ve adamlarına şu talimatı verdi: “İşe, bütün devlet erkânını kötülemekle başlayın. Kendinizi de “iyiliği emredip kötülüğü de nehyetmekle” meşgul gösterin. Halkın hürmet ve muhabbetini kazanın.”

    Kendisi de çeşitli vilâyetlere ve bilhassa Basra ve Kûfe’ye sürekli olarak mektuplar gönderiyordu. Bu mektuplarda idari ve siyasi meseleler, yalan ve iftiralarla abartılıyor, Hz. Osman ve valilerinin halka zulüm ve gadrettiği ve bütün vilâyetlerin müthiş bir kargaşa içinde bulunduğu imajı veriliyordu. Maksat, Medine dışındaki diğer bölgelerin İslâmî çizgiden gittikçe uzaklaştığı, anarşinin bütün İslâm beldelerinde yaygınlık kazandığı kanaatini halka telkin etmek, halifenin bu meselelere karşı lâkayt ve aciz kaldığını zihinlere yerleştirmekti.
    Fitne ve fesat haberleri Medine’ye ulaşınca Hz. Osman (ra), Hz. Ali’nin de yardımıyla, durumun tetkiki için çeşitli vilayetlere güvenilir ve itibarlı heyetler gönderdi. Bu heyetler, durumun propaganda edildiği gibi olmadığını, aksine bütün ülkede huzur ve sükûnun hâkim olduğunu görerek raporlarında belirttiler. Hz. Osman (ra), heyetlerin bu raporları ile de iktifa etmedi ve bütün valileri istişare için Medine’ye çağırdı. Onlarla fikir alış verişinde bulundu. Gerçekten ortada önemli bir problem yoktu. Yine de tedbir olarak valileri, halka iyi muamele etmeleri yolunda uyardı. Ancak fitne durmuyordu. Çünkü düşman gizli ve sinsi idi ve çok plânlı çalışıyordu. Ortada, üzerine yürünülebilecek açık bir cephe mevcut değildi. Halk, her gün biraz daha fitnenin içine itiliyordu.

    İbn-i Sebe, bu çalkantılar sırasında, Şiîliğin ilk çekirdeği olan Sebeiyye mezhebini kurdu (2). Böylece, tasarladığı hainâne plânını gerçekleştirmede büyük bir adım atmış oluyordu. Bu mezhep, istikbâlde İslâm’ı parçalayacak fırkaların temelini teşkil edecekti.

  19. HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (ALEVİLİĞİN DOĞUŞU) (3) İbn-i Sebe, Mısır’da kurmuş olduğu bu mezhebine yeterince taraftar buldu ve onları Hz. Osman (ra) aleyhine tam mânâsıyla şartlandırdı. Şimdi sıra yeni bir halife adayı tespit ederek Hz. Osman’ı (ra) katletmeye gelmişti. Bu noktada şöyle bir plânla işe başladı: “Hz. Osman kusurlu ve hatalı bir insandı. O’nun perine gelecek kimse de hatalı bir insan olursa problemlere çözüm getirilemez; zulmün, haksızlığın önü alınamazdı. O halde en mühim mesele, O’nun yerine gelecek kişinin hatadan sâlim, masum bir insan olmasıydı. Bu masum insan ise, çocukluğundan beri Hz. Peygamber’in (sav) murakabesi altında yetişen, O’nun terbiyesiyle olgunlaşan ve O’nun ilmine ve kemâline vâris olan Hz. Ali’den başkası olamazdı. Her peygamberin bir veziri olduğu gibi, Hz. Ali de Hz. Peygamber’in veziriydi. Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman, O’nun bu veraset hakkını gasbetmişlerdi…”
    İbn-i Sebe bu davasını kuvvetlendirmek için, Hz. Ali’yi (ra), eski masal kahramanları gibi gösteriyor, birtakım hurâfe ve hikâyelerle O’nun, insanüstü bir varlık olduğunu telkin ederek etrafındaki insanlar gitgide birer Hz. Ali meczubu haline getiriyordu.
    İbn-i Sebe, plânlarını merhale merhale uygulama sahasına koymaktaydı. Şimdi sıra güya Hz. Ali’nin (ra) hakkını almaya gelmişti. Bunun için de şu telkin metodunu uyguladı: “Her peygamberin bir vasisi vardır. Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali’yi (ra) vasi tayin etmiştir. Hz. Peygamber’in bu vasiyetini yerine getirmemek kadar büyük bir cinayet olamaz. Hem Hz. Peygamber (sav), Hz. İsa gibi tekrar yeryüzüne geri gelecek ve niçin vasiyetimi yerine getirmediniz?’ diye bizden hesap soracaktır. O zaman hepimiz mahcup olacak ve hüsrana uğrayacağız…” (3)

    Bu gibi telkinlerle, çevresindeki insanların his ve heyecanlarını, arzu ettiği noktaya getirince Medine’yi basıp Hz. Osman’ı (ra) öldürmeye karar verdi. İbn-i Saba, Hac’ca gidiyormuş gibi yaparak harekete geçirdiği adamlarını Medine yakınındaki Meyve’de topladı. İlk fırsatta Medine’ye girecekler ve Hz. Osman’ı öldürmek için çareler arayacaklardı.

    Katlin, Haşimîler tarafından yapıldığı intibaını vermek için de Mısırlılar Hz. Ali’nin (ra) etrafında toplanacaklar ve güya Hz. Ali’nin hakkını müdafaa edeceklerdi. Tâ ki, Emevîlerle Haşimîler karşı karşıya gelecekler ve böylece iç savaş başlayacaktı.
    İbn-i Sebe, daha önce Basra, Mısır ve Küfe gibi merkezlerdeki adamlarına Hz. Aişe, Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr in (ra) imzalarıyla uydurma mektuplar göndermiş ve onlardan güya Hz. Osman’ın hilâfetten uzaklaştırılmasını istemişti. İbn-i Sebe’nin komitecileri bu mektuplarla birçok insanı ifsat ettiler. Böylece kuvvetlendiler ve yola çıkarak İbn-i Sebe’nin grubuna Medine yakınlarında katıldılar. Bu yeni kuvvetlerle İbn-i Sebe’nin eşkıyaları üç bin civarına erişmiş oluyordu.
    Mısırlılar Hz. Ali’ye, Basralılar Hz. Talha’ya ve Kûfeliler de Hz. Zübeyr’e başvurarak: “Mektuplarınızı okuduk; Osman’ı öldürüp ümmeti huzura kavuşturmak ve sizi devletin başına getirmek istiyoruz.” dediler. Onlar da, kendileri tarafından böyle bir mektubun yazılmadığını, işin içinde bir nifak olduğunu söyleyerek hemen memleketlerine dönmelerini tavsiye ettiler. İsyancılar bu defa Hz. Osman’ın yanına gittiler. Bunun üzerine, Hz. Osman, Hz. Ali’nin de yardımıyla, asileri ve bütün Medinelileri mescitte topladı. Herkesin şikâyetini dinledi. Onlara: “Şikâyetlerinizi nazara alacağız, hata olarak düşündüğünüz konuları düzeltmeye gayret edeceğiz. Rahat olun…” dedi. Bu arada asiler, Mısır valisinin görevden alınmasını istediler. Hz. Osman (ra) ‘vali olarak kimi istediklerini’ sordu. Onlar da: “Ebubekir’in oğlu Muhammed’i isteriz” diye karşılık verdiklerinde, Hz. Osman, teklifi kabul etti ve hemen tayin emrini Muhammed’e verdi. Neticede bütün taraflar mutmain olarak geri dönmeye başladılar. İbn-i Sebe, bu durumdan fazlasıyla rahatsız oldu. Geri dönmekte olan Mısır kafilelerini tekrar Medine’ye döndürmek ve mütecaviz bir hale getirmek için şeytani bir plân hazırladı. Mısır valisine hitâben, Hz. Osman (ra) adına bir mektup yazdı: Mektuba, Hz. Osman namına sahte bir mühür basıp, fedailerinden birine vererek kafile arkasından yola çıkardı. O da devesiyle kafileye yetişerek, plân gereği şüpheli hareketlerle dikkati kendi üzerine çekti. Neticede kafiledekiler bu adamdan şüphelenerek onu yakaladılar ve mektubu ele geçirdiler. Zaten onun istediği de bu idi.
    Mektupta Mısır valisine hitaben, “Bu âsiler geldiği zaman elebaşlarını öldür ve gerisini de hapset,” diye emredilmişti. Bu mektubu dinleyen mütecavizler birden şoke oldular ve yeniden galeyana gelerek tekrar Medine’yi bastılar. Hz. Ali, Zübeyr ve Hz. Talha’nın hâdiseyi yatıştırma gayretlerine rağmen sonunda Hz. Osman’ın evini bastılar ve kendisini Kur’an okurken şehit ettiler.
    Hz. Osman’ın katili Yemenli bir Yahudi olan el-Gafıkî idi. Hz..Osman’ın şahadetiyle İbn-i Sebe, davasında büyük bir merhale kat’etmiş .oluyordu. Artık nifak tohumları meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu elîm hâdise Müslümanların, İslâm dinini başka ülkelere ulaştırmalarına engel oldu. İslâm’ın fütûhat ve tebliğ devri kapandı, bir duraklama ve çekişme devri başladı.
    Bu merhaleden sonra İbn-i Sebe, Haşimîlerle Emevîleri karşı karşıya getirmek için yeni bir plân hazırladı. Hz. Osman (ra) Emevî, Hz. Ali ise Haşimî olduğu için, Hz. Osman’ı, Hz. Ali’nin öldürttüğünü ve 0′nun yerine geçmek istediğini etrafa gizlice yayarak Emevîleri tahrik etti. İbn-i Sebe, bir taraftan Hz. Ali’ye bu çirkin iftirayı yaparken, diğer taraftan O’nun halife olması için açıkça gayret gösteriyor, böylece halkın bu iftiraya kanmasını sağlamaya çalışıyordu.

  20. HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (4)Bu maksatla, Mısır’dan gelen kafileden, Yahudi asıllı İbn-i Meymun riyasetinde bir heyet seçerek Hz. Ali’nin huzuruna gönderdi. Heyet Hz. Ali’ye: “Malûmunuz olduğu üzere, bu ümmet başsız kalmıştır. Halifeliğe de en lâyık sizsiniz. Sizden bu vazifeyi deruhte etmenizi istiyoruz,” dediler. Hz. Ali (ra) bu teklifi reddederek, onları evinden kovdu. Hz. Ali’den (ra) böyle bir cevap alınması üzerine Kûfelilerden bir heyeti Hz. Zübeyr’e ve Basralılardan bir heyeti de Hz. Talha’ya gönderdi. Hz. Zübeyr ve Hz. Talha da Hz. Ali gibi bunların hilâfet tekliflerini reddederek huzurlarından kovdular.

    İbn-i Sebe, onlardan da istediğini elde edemeyince bu defa mütecavizleri sevk ve idare eden Yahudi Gafıkî’ye şu talimatı verdi: “Medinelileri mescide toplayınız ve onlara hemen kendilerine bir halife seçmelerini söyleyiniz. Aksi takdirde hepsini kılıçla tehdit ediniz…”
    Gafıki başkanlığındaki âsiler, bu emir mucibince Medinelileri mescide toplayarak onlara: “En kısa zamanda kendinize bir reis seçiniz. Şayet siz bugün bu vazifeyi yapmazsanız, Ali, Zübeyr ve Talha da dahil olmak üzere hepinizi kılıçtan geçireceğiz,” dediler. Bu tehdidi dinleyen Medine halkı, Hz. Ali’nin (ra) huzuruna çıkarak, O’ndan halifeliği kabul etmesini istirham ettiler. Hz. Ali de bu karışık durumu göz önünde bulundurarak vazifeyi, hiç istemediği halde, kabule mecbur oldu.

    Az zaman sonra Hz. Talha ve Hz. Zübeyr (ra), Hz. Ali’ye (ra) giderek O’ndan, kitabın hükmünü icrâ etmesini ve Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istediler. Hz. Ali onlara hitâben: “Haklısınız; fakat devlet henüz âsileri tam mânâsıyla sindirmiş değildir. Onun için devletin olaylara hâkim olmasını beklemek gerekir…” dedi.

    Hz. Ali (ra), suçluların tek tek belirlenerek sorguya çekilmelerini ve gerekli cezaya çarptırılmalannı istiyordu. Hz. Âişe, Hz. Zübeyr ve Hz. Talha (ra) ise, şu fikirdeydiler: “Fitne büyümüş, devleti hedef almış ve halife şehit edilmiştir. Mesele sadece Hz. Osman’ın katilinin bulunması değildir. Bu fıtne hareketine katılanlanrın çoğunun öldürülmesi gerekir. Bu sebeble, âsiler hemen cezalandırılmalıdır.”

    Hz. Ali (ra), Kur’an’ın “Velâ tezîrû vâziretün vizre uhrâ” nassından hareket ile, “Birinin hatasıyla başkasının mesul olamayacağı” görünüşünü ileri sürerek, onların bu fikrine katılmadı(4).

    Hz. Zübeyr ve Hz. Talha (ra), Hz. Ali’nin görüşünü öğrendikten sonra, Hz. Âişe (r.anhâ) ile Mekke’de görüştüler ve âsilerin üzerine yürümek için kuvvet toplamak üzere Basra’ya gitmeye karar verdiler.

    Hz. .Ali de (ra), Hz. Âişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in (ra) Basra’ya gittiklerini haber alınca devletin bütünlüğünde bir parçalanma, bölünme olmaması için ordusuyla Basra’ya hareket etti ve Zikar mevkiinde konakladı. Hz.Ali (ra) meselenin barış yoluyla halledilmesi için Ka’ka isminde bir elçisini Hz. Âişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’e göndererek onlara, tefrikanın fenalığını, birlik ve beraberliğin önemini, her şeyin sulh yoluyla daha iyi hall olacağını anlatmasını istedi. O da bu emir gereğince, Hz. Aişe, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in yanına giderek onlara Hz. Ali’nin görüşlerini: bu yaranın ilâcının sükûnet olduğunu, sükûnet gerçekleştikten sonra her tedbirin alınabileceğini, aksi halde fıtne ve fesat çıkacağını, bunun da İslâm’a ve Müslümanlara getireceği sıkıntının büyük olacağını izah etti. Onlar: “Eğer Ali bu fikirde ise, aramızda bir görüş ayrılığı kalmamıştır.” dediler.

    Bu neticeden her iki tarafın mensupları da memnun oldular. Böylece bir istikrar, bir sükûn hali hâsıl oldu. Herkes kendisini emniyet ve huzur içersinde görerek çadırlarına çekildiler.
    Bu sulhtan, ziyade rahatsız olan münafık İbn-i Sebe, taraftarlarını toplayarak onlara: “Ne yapıp yapıp savaşı kızıştırmanız ve Müslümanları birbirine düşürüp kırdırmanız lâzım. Şayet bir netice alamazsak, bütün gayretimiz boşa gider; hedefe varamamış oluruz.” dedi. Ve savaşı başlatmak üzere yeni bir plân hazırladılar. Sabaha yakın saatlerde tatbike koyulacak bu yeni plân gereği, İbn-i Sebe kendi adamlarını Hz. Ali (ra) ile Hz. Zübeyr ve Talha’nın (ra) çadırlarının etrafında yerleştirdi. Bunlar daha sonra her iki tarafın çadırlarına baskında bulundular. Gürültü üzerine uyanan Hz. Zübeyr ve Talha (ra): “Ne var, ne oluyor?” diye sorduklarında, İbn-i Sebe’nin adamları, “Hz. Ali’nin adamları (Kûfeliler) bize gece baskını yaptı,” dediler.

  21. HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (5) Bu haber üzerine Hz. Talha ve Zübeyr (ra): “Anlaşıldı, Hz. Ali, harbi kesmekte samimî değilmiş.” dediler. Öte yandan gürültüyü işiten Hz. Ali (ra): “Ne oluyor?” diye sordu. Yine İbn-i Sebe’nin adamları: “Karşı taraf bize gece baskını yaptı. Biz de püskürttük.” dediler. Hz. Ali de: “Anlaşıldı. Talha ve Zübeyr bizimle sulh meselesinde aynı fikirde değilmişler.” dedi. Böylece on bin kişinin hayatına mâl olan Cemel Vak’ası meydana geldi. Hz. Talha ve Zübeyr de bu savaşta şehit düştüler. İbn-i Sebe, böylece Hz. Osman’ın (ra) katlinden sonra amacına doğru mühim bir merhale daha kat’etmiş oluyordu.

    Hz. Ali (ra), Cemel Vak’ası’ndan sonra bir müddet Basra’da kaldı. Daha sonra oradan Kûfe’ye geldi. Müslümanların büyük bir kısmı, Fas’tan tâ Çin sınırına kadar Hz. Ali’ye (ra) biat etmişlerdi. Biat etmeyen, sadece Suriyeli Müslümanlar kalmıştı.

    Hz. Ali (ra) Şam Valisi Muâviye’nin ve dolayısıyla Suriye’nin biatını temin etmek için, her zaman olduğu gibi sulh yolunu tercih ederek kendisine Cerir ismindeki bir adamını elçi olarak gönderdi.

    İbn-i Sebe, Hz. Ali’nin (ra) konuyu sulh yoluyla halletme teşebbüsü üzerine, her zamanki gibi sulh yolunu tıkamak için, yine harekete geçti. Çünkü, şayet sulh olursa, Hz. Ali (ra) bundan sonra ilk iş olarak İbn Sebe taraftarlarını ele alacak, suçlular tespit edilince de âkıbetleri çok kötü olacaktı. Şu halde, iki taraf da bir esas üzere barışacak olurlarsa âsilerin hezimete uğrayacakları şüphesizdi. Onun için, mutlaka bu sulha mani olunmalı ve taraflar karşı karşıya getirilmeliydi. İbn-i Sebe ve arkadaşları hâdiseleri kendi lehlerine çevirecek bir hâlin doğmasını bekliyorlardı. Nitekim, hâdiselerin seyri lehlerine cereyan etti. Çünkü Muâviye, Hz. Ali’nin (ra) bu teklifini kabul etmemişti. Neticede her iki taraf da harp hazırlıklarını tamamlayıp Muharrem ayında Sıffin’de karşı karşıya geldiler.

    Bununla beraber Hz. Ali (ra) ile Hz. Muâviye (ra) bu ayda harp etmemek için bir aylık bir mütareke yaptılar. Hz. Ali (ra) bu mütarekeyi fırsat bilerek Hz. Muâviye’ye sulh için yeniden heyetler yolladı.

    İbn-i Sebe, harbe mani olmak için giden heyetler içine Hâtem oğlu Adiy ve Sebt gibi adamlarını soktu. Bu adamlar Hz. Muâviye’yi mütecaviz bir lisanla tehdit etmişler ve O’na karşı, “Siz de Cemel Vak’ası’nda hezimete uğrayanlardan daha perişan olacaksınız…” gibi tahrik edici sözler sarf ederek muhtemel bir sulha mani olmuşlardı.

    İbn-i Sebe ve adamları, bir taraftan da Hz. Ali’nin ordusunu bir an evvel harbe girmeye teşvik ediyor ve onlara, “Şamlıların da Cemel Vak’ası’ndakiler gibi hezimete uğrayacaklarını” telkin ediyorlardı. Neticede taraflar yine karşı karşıya geldiler ve Sıffin Savaşı gerçekleşti.
    İbn-i Sebe, bu iç savaşlarla esas amacına yaklaşmış oluyordu. Çünkü onun asıl amacı, İslâm itikadına hurâfeler sokarak onu öz saflığından çıkarmaktı.

    Bugün kavga eden müminler yarın barışabilir ve tekrar bir araya gelerek İslâm birliğini yeniden tesis edebilirlerdi. Müslümanlar arasında tâ kıyâmete kadar devam edebilecek bir ayrılık çıkararak onları inanç yönünden parçalamak, hiziplere ayırmak icap ediyordu. Şimdi yapılacak en önemli iş, inançları asıl çizgisinden saptırmak için dine hurâfeler sokmaktı. İbn-i Sebe bu işe, “Ehl-i Beyt” muhabbetini istismar etmekle başladı. Ehl-i Beyt’in en ateşli bir taraftarı olarak sahneye çıktı. Hilâfetin baştan beri Hz. Ali’nin hakkı olduğunu ve O’ndan haksız olarak gasp edildiğini etrafa yaydı. Hz. Ali ve evlâtlarını, “İlâhlar Hanedanı” haline getirerek İslâm Dinini Hıristiyanlıkta olduğu gibi tevhit esasından saptırmaya tevessül etti. Sonunda, İbn-i Sebe başkanlığındaki bir grup, Hz. Ali’nin (ra), huzuruna çıkarak O’na: “Sen Rabbimizsin, İlâhımızsın,” dediler. Hz. Ali, bu müşriklerin bir kısmını yaktırdı (5). İbn-i Sebe’yi ise, ordu içinde taraftarlarının çokluğu sebebiyle, fitne ve zaafa yol açacağı endişesinden, yaktırmaktan vazgeçti. İran’ın eski hükümet merkezi olan Medayin’e sürdürdü.

  22. HIRISTİYAN VE MÜSLÜMANLARA OYNANAN OYUNLAR (6)Ne yazık ki, Medayin, İbn-i Sebe’nin sapık fikirlerinin üretilmesine çok müsait bir zemin idi. İbn-i Sebe burada, vaktiyle Hz. Ali’den kaçan Haricilerle görüştü ve reisleri Evfa oğlunu buldu. Evfa oğlunun Hz. Ali’ye karşı bir harekette bulunmak istediğini anlayınca, ona: “Böyle bir hareketle Ali’yi mağlup edemezsiniz, ancak siz mağlup olursunuz,” dedi. Evfa oğlu, İbn-i Sebe’ye fikrini sorunca, o da: “Üç fedai ile bu işi hallederiz.” dedi.
    Bu konuşmadan sonra, Hz. Ali, Hz. Muâviye ve Hz. Amr İbnü’l-Âs’ın öldürülmesinde mutabık kaldılar. Bu maksatla üç suikastçıyı yola çıkardılar. Üç sahabe, Ramazan’ın 17′nci günü sabah namazını kıldıracakları sırada öldürüleceklerdi. Takdir-i İlâhi ile Hz. Muâviye ve Amr İbnü’l-Âs bu suikasttan kurtuldular. Fakat İbn-i Mülcem isimli suikastçı Hz. Ali’yi, şahadetine Sebep olan zehirli bir kılıç ile yaralamaya muvaffak oldu.

    İbn-i Sebe, İbn-i Mülcem’i Hz. Ali’yi öldürtmek üzere yola çıkardıktan sonra Meymun oğlunu birkaç adamıyla Küfe’ye göndermişti. Meymun oğlu orada: “Ali ölmedi, uruç etti, semâya çıktı. Şimdi o, bulutların üzerindedir. Çok geçmeden geri dönecek ve kılıcıyla bütün dünyaya adalet dağıtacaktır…” gibi hurâfeler yayacaktı.

    İbn-i Sebe, yakın mesai arkadaşları ile beraber İran’da yapacakları ihanet faaliyetlerinin plânlarını hazırladılar ve çalışmaya koyuldular. O günkü sosyal durum da onların bu plânlarını uygulamaya son derece elverişli idi. Şöyle ki:

    İslâmîyet’ çok kısa bir zamanda geniş bir sahaya yayılmıştı. Bu derece geniş ve yaygın bir coğrafya üzerinde İslâm’ın bütün anlam ve inceliklerini, hikmet ve hakikatlerini, yeni Müslümanlığı kabul etmiş milletlere, intikal ettirmek, mizaçları farklı kavimleri İslâmî potada eritmek ve yoğurmak, henüz yeni kurulmuş bir İslâm Devleti için fevkalâde zor bir işti. İslâm’ın ulaştığı her yerde, İslâm’a kitleler halinde katılmalar oluyordu. Gerçi bu durum, Müslümanları sevindiriyordu. Fakat, mânevi hamur gerekli şekilde yoğrulamıyor, ideal mânâda Müslümanlar pek yetişemiyor, dolayısıyla de ideal duyuş ve yaşayış açısından Müslümanlar arzu edilen kıvamda bütünleşemiyordu. Halk tabakaları, işlenmemiş ham toprak gibiydiler. Bu durum, bilhassa kendini İran’da açık bir şekilde gösteriyordu.

    Yeni Müslüman olmuş kimseler, eski yanlış inançlarından bütün bütün kurtulmuş değillerdi. Asırlardan beri süre gelmiş hurâfe ve bâtıl inançların etkisinde kalarak ruhları, akılları, kalpleri boyanmış bu insanlara İslâm’ın vehim ve hayâlâttan, düzmece ve hurâfattan uzak olan berrak, net, safi hakikatlerini olduğu gibi kabul etmek hayli zor geliyordu. İslâmîyet’ bu mutaassıp insanlarca hakkıyla hazmedilemiyor ve hak din kalplere ve hislere tam mânâsıyla yerleştirilemiyordu. Psikolojik olarak istiyorlardı ki eski inançlarını, örf ve an’anelerini de İslâmîyet’le birlikte devam ettirsinler. Diğer taraftan, hilâfet makamı da, bu ülkede ikaz ve irşat hizmetini gereken seviyede yapamıyordu. O beldelerdeki insanlara, İslâm’ı bütün müesseseleriyle yerleştirme ve onların şüphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde aksıyordu. Zira, İslâmîyet’ gayet geniş bir sahaya yayılmış, sahabelerin büyük bir kısmı iç fitnelerde vefat etmiş, diğer bir kısmı uzlet hayatını tercih etmiş, bir kısmı da sosyal hayata müdahale edemeyecek kadar yaşlanmıştı.

    Bu önemli görevin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre sahipsiz kaldı. Fetih zamanında aldıkları ilk feyiz ve ilimle Kur’an’a ve imana ait hakikatleri tamamıyla ihata edememişlerdi. Bu sebeble henüz hak ve bâtılı, hurâfe ve hakikati temyiz edecek duruma gelmemişlerdi.
    İşte, Yahudi gibi dessas bir kavim, bu sosyal durumdan faydalanmayı başardı.
    İbn-i Sebe’nin, İran’da olumsuz fikirlerini yerleştirmesinde önemli bir faktör de halkın psikolojik yapısıydı. Onların iç dünyasında, akıldan ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurâfelere açıktı. Hâdiseleri mantık ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir süzgecinden hakkıyla geçiremiyorlardı.
    Diğer taraftan asırlarca süren saltanatlarının ve milli gururlarının, vaktiyle köle addettikleri Araplar tarafından söndürülmesini de bir türlü hazmedemiyor, akıl plânında olmasa bile, his plânında İslâmîyet’e karşı bir hazımsızlık gösteriyorlardı.

    İbn-i Sebe, bütün bu faktörleri değerlendirmesini bildi. Arkadaşlarını toplayarak onlara, “Biz asıl harbe yeni başladık. Bilmiş olun ki, bu, Müslümanlar arasında kıyâmete kadar devam edecek bir savaşın. Şimdi, biz Ali’yi takdis edeceğiz ve ettireceğiz. O’na, yerine göre ‘ulûhiyet’ yakıştıracağız, yerine göre ‘peygamberdir’ diyeceğiz, yerine göre de ‘hilâfetin, Ali’nin hakkı olduğunu, fakat Ebûbekir, Ömer ve Osman’ın O’nun bu hakkını gasbettiklerini’ anlatacağız.”

    İbn-i Sebe ve arkadaşları, bu kararı aldıktan sonra etrafındaki adamlarını, bu fikirleri yaymak üzere görevlendirildiler. Bunlar, “Hilâfet Ali’nin hakkı idi. Hilâfete lâyık Ali ve evlâtlarıdır. Bu hak, onlardan gasp edildi. Üç halife, bilhassa Ömer, bu hakkı gasbetmekle Allah’ın iradesine karşı geldiler… Allah’ın iradesine itaat için Ali’den yana çıkmak lâzımdır…” diye telkinlere başladılar. Bu telkinler, halk tarafından kabul görünce, daha da ileri giderek insanlara ilâhlık isnat eden “Hulûl Akidesini” İslâm inancına sokmak için gayret gösterdiler. İslâm inancını asıl çizgisinden saptırarak, tevhit akidesine taban tabana zıt bir inanışı yaymaya başladılar. “Hulûl Akidesi’ İranlıların eski dinlerinde de vardı. Bu bakımdan, bu bâtıl itikat onlarda kolaylıkla taraftar buldu.
    Önce, Hz. Ali’ye (ra) ilâhlık izafe ettiler. Daha sonra, bu ilâhlığın, O’nun evlâtlarına da intikal ettiği davasında bulundular ve neticede İran’da bir ilâhlar hanedanı ortaya çıktı.

    Hz. Ali’nin (ra) vefatında İbn-i Sebe, “Ölen Ali değil, O’nun sûretine giren bir şeytandır. Ali şimdi göklere çıkmış ve bulutlar üzerinde taht kurmuştur,” diyerek O’nun ölümüne hulûl akidesi paralelinde bir yorum getirdi.
    Böylece, Mısır’da “Sebeiyye Mezhebi”nin kurulmasıyla tohumu atılan Şiîlik, İran’da yeşermeye, gelişmeye başladı. Ve bundan yirmiden fazla fırka (kol) türedi.
    Kaynak:
    1. MS. 70 yıllarında Romalıların Yahudileri Filistin’den uzaklaştırmasından sonra Yahudiler, kabile kabile Arabistan, Hicaz ve Yemen’e yerleşmişler ve buraları İkinci “Arz-ı Mev’ud” saymışlardı. Kısa zamanda buraların servet, mülk ve arazilerini ellerine geçirmişler, bir taraftan Musevîliği yaymaya çalışırken, diğer taraftan da halkı alabildiğine sömürmüşlerdi. Bir ara Yemen Hükümdarı Musevîliği kabûl edince, Yahudiler Yemen’de ağırlıklarını hissettirmeye başlamışlardı. Fakat, İslâmiyet’in doğuşu ve hızla yayılması onları endişeye sevk etmişti. Nitekim Hicaz ve civârında İslâmiyet’in yayılmasıyla mağlup ve makhur olarak oralardan sökülüp atılmışlardı. Mekke ve Medine’deki Yahudilerin Müslümanlar karşısında uğradıkları bu mağlûbiyet, Yemen Yahudilerini son derece rencide etmişti.
    2. Abdullah İbn-i Sebe hahambaşıydı ve büyük bir komiteciydi. Hz. Osman (ra) zamanında Yemen’den Medine-i Münevvere’ye gelerek zâhiren Müslüman olmuştu. İlk nifak ve ihtilâf tohumlarını burada atmaya başladı. İslâmiyet’i içinden yıkmak için büyük gayret gösterdi. Bu Yahudi dönmesinin maksadı, Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığı gibi İslâm akaidini ifsat ederek Müslümanlığı çığırından çıkarmak ve Müslümanları birer hurâfeci ve hayâlperest haline getirmekti. Şunu hemen ifâde edelim ki, Yahudilerin İslâm Dinine düşmanlıkları Peygamberimizin (sav) doğumu ile başlamıştı. Onlar, Tevrat’tan mülhem olarak Ahirzaman Peygamberi’nin gelişini bekliyorlar, lâkin O’nun, kendi milletlerinden olacağını zannediyorlardı. Zanlarının hilâfına, Ahirzaman Peygamberi Kureyş’ten gelince, bu hâl onların kin ve hasedini galeyana getirdi. Bütün gayretlerine rağmen, gerek Resulüllah Efendimizin hayatında, gerekse Hz. Ebûbekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) devirlerinde Müslümanlar arasına en ufak bir fitne sokmaya muvaffak olamadılar. Hz. Osman (ra) devrinin sonlarına doğru ellerine bazı fırsatlar geçti. İbn-i Sebe de bu fırsatları en iyi bir şekilde değerlendirmeyi başardı.
    Not: Mehmet Kırkıncı’nın Alevilik Nedir isimli eserinden istifade edilerek hazırlanmıştır.
    Selam ve dua ile…
    Sorularla İslamiyet Adlı siteden (başlığı değiştirilerek) kopyalanmıştır)
    Kategori:
    Şiilik – Alevilik – Caferilik

  23. Günümüz alevilerin (genel olarak) kendilerini toplu imhaya yeltenip katleden (Dersim olayı) kemalizme olan sempatisi anlaşılır türden değil.Aynı zamanda İslama muhalif tüm fikirlerle ittifak halinde olmuşlardır.Ateizm dininin Türkiyede en çok taraftar bulduğu kitledir.Alevi yayın organı olan bir tv kanalında(DEM,SU,YOL Kanallarından biriydi), bir hafta atatürk konusu işlendi,atatürk yere göğe sığdırılmadı,Hz.Ali’ye (r.a) benzetildi,biri kendini öyle kaptırdı ki bi ara “ya sanki Hz.Ali’nin ruhu KAMAL atatürkün bedeninde tekrar dünyaya gelmiş” demişti.Yani biri ateist biri hiç puta tapmamış iki kişi biribirinin aynısının tıpkısı olarak görülüyordu,oysa ikisinin arasında fark tamamen bir konu ve kitaplara sığmaz neyse geçtik bunu.Diğer hafta kanal aynı,katılımcılar aynı konu değişik “Kürtlerin konumu” tartışılıyor.Kürtlerin nasıl ezildiği,kimliklerinin yok sayıldığı v.s gibi haklı ve doğru olarak anlatılıyor buraya kadar,fakat programın ilerleyen bölümlerinde pkknın haklı mücadelesinden bahsediliyor,kahraman gerillaların müthiş mücadeleleri anlatılıyor v.s…Yani iki hafta peşpeşe birbirine zıt deperleri değerlendirmede ki çelişkiler ve çok yüzlülükler ap açık ortadaydı.ALEVİ-KEMALİZM-ATEİZM arasındaki sempati alışverişi de aynı türden.Yine başka bir kanalda bir alevi dedesi aleviliğin M.Ö bilmem kaçıncı yüzyıllara dayandığını söylüyor.Ben şahsen alevilik hakkında “şudur” diyebilecepim bir tarif yok,varmı tarifi olan…?

    • aydın dedi ki:

      Sürekli dalavera – alavera , o şunu söyledi bu onu söyledi .. O şunu kesti bu onu kesti ..
      Eceliyle ölmeyi başaran bir halife yok . Hz Muhammet’in cenazesine bile giden yok . Yüzlerce yıldır sürekli birbirini öldürmüş . Hala da öldürmeye devam ediyor . Huzurlu bir tek Müslüman memleket , Atatürk Türkiyesi . Onu da kendilerine benzetecekler sonunda .Sayın Bayraklı , . Suriye’de herkes ” Allahu Akbar ” diyerek diğerinin boğazını kesiyor . Bazısı iyice abartıp öldürdüğü diğer müslümanın
      kalbini çiğ çiğ yiyor . Utanmadan da paylaşıyor . Bu arkadaş da mı ” oyuna ” gelmiş ?
      Hep Müslümanlar , kandırılıyor , oyuna geliyor , dolduruşa geliyor … Ne iş ?
      Aklın nerde ? Adam ol da oyuna gelme .
      Bir sürü kıvır zıvır Arapça isim , kaynağı belli olmayan hikayeler ,Belge ? Yok .
      Salla gitsin nasıl olsa gerzekler yiyor . O şuna anlatmış , falancı buna anlatmış …
      Fasa fiso …
      En önemli el yazması Kuranlar bile İngiliz Kütüphanelerinde . Arapların elinde hiç yok
      hepsini satmışlar .
      Yok dilden dile ezberlemişler , hiç değişmeden günümüze gelmiş ..
      Akşam yediğini bile sabaha hatırlayamayan halkımız , ezberlediğini unutmayacak ,
      Şaşırmayacak .. Buna hangi aklı başında adam inanır ?
      Neyse . Uzatmayalım .

    • Gülten dedi ki:

      Tarflı bir yazı yazmışsın. O yüzden okuduğum için sadece gözlerim yoruldu. Aramızdaki farlar işte bunlar. Ne zaman tarafsız olursan ve gerçekten öğrenmek istersen o zaman sorularını dikkate alacağım.Allah akıl fikir versin.

  24. Levent Veziroglu dedi ki:

    Teşekkürler

  25. Geri bildirim: ALEVİLİK GERÇEĞİ | Özgür Halkın Sesi

  26. Ali Haydar dedi ki:

    öncelikle emeğin için sana tşk ederim bu kadar uğraşmışsın siz
    Alevilik aslında Hz Ali’den bu yana yoktur Alevilik Hz Adem’den bu yana vardır sizin dediğiniz gibi Türk Alevi si Bektaşi Kızılbaş şaman Alevi si diye bir şey yoktur onlar sadece yandaştır ali Muhibbi Ehlil Beyt aşığıdırlar ama bu yeterli olmuyor maalesef alevi olabilmen için soydan ehlil beyte bağlanman gerekiyor onlar ki Hanif Müslümandırlar (kalben saf Müslüman ) ve tarih buyunca hiç bir zaman yoldan sapmadılar günümüze kadar geldiler toplasan beş yüz bin kişiyi geçmezler dünyada kendi hallerinde yaşayıp giderler ve yüzyıllar boyunca hep katledildiler yollan çıkan mezhepler her fırsatta onları yok etmek için uğraştı durdular ama nafile bir yaralı fidan bu zaman kadar büyüyüp çınar ağacı gibi soy bu zamana kadar devam geldi
    dostlar asıl olan nedir biliyor musunuz gerçekten Allah’ı bilmektir ve Allah’ın gönderdiği yüzyirmidörtbin nebi veli evliya ve peygamberin ayırt etmeksizin sahiplenmektir özü bulduktan sonra geri kalan boş bu arada sitelerde dolanırken Hz Ali’nin sekiz ile onatı arasında çocuğu olduğu idda ediliyor bakın olmayan bir şeyi olmuş gibi söylemek insanı direk cehenneme gönderir ayette sabittir Hz Ali’nin sadece üç çocuğu vardır Hz.Hasan , Hz Hüseyin Ve Zeynep Annemizdir.

  27. alevi sünni kardeştir islamı bölmek isteyen kalleştir dedi ki:

    gerçek aleviliği yaşamayanlara sesleniyorum ölüp gittikten sonra ahirette ;seslenmeyecekler mi sizlere. ehli beyt dediniz alevilik dediniz astınız kestiniz tuttunuz aleviyiz diye övündünüz yeri geldi içki masalarından kalkmadınız yeri geldi namaz kılmadınız öbür dünyada hesab soracaklar. ehli beytin yolundan gidenler bu derece sapıtmış dicekler . o onu atıyo o ona söyleniyo alevilik öle sünnilik böle diyo peki sünni kesim ya siz sizler bile içkiyi bırakmayan haldesiniz içkiyle yatıp içkiyle kalkıyorsunuz bu sadece sünnilikde değil aleviliktede var . bizler ilk önce kendimizi ben dahil herkes kendini düzeltmelidir.ümmeti muhammed bu derece hale gelmemelidir ben bir alevi vatandaşıyım ve herkese sesleniyorum aleviside sünniside camiide şart cemevide şart. herkes ibadetini nerde yapmayı uygun bulduysa orda yapar içkiden haram olan şeylerden ilk önce uzak durmalı allah yolunda kuran yolunda ehli sünnet yolunda ehil beyt yolundan ayrılmamalıyız. suya düşen kan harun tokakdan bir kitap sünni kesim özellikle sizler okuyun aleviliği daha iyi anlayacaksınız

    • Gencer dedi ki:

      Çok zırvalamışsın be arkadaş.Nereden Muhammedin ümmeti oluyoruz sen kendi adına konuş.Muhammed araptır ve hiçbir zaman Türklerin lideri olmamıştır ve olamaz da.Onun Türklerle hiç bir alakası olmamıştır belki sadece efsanelerimizi duymuştur.Ne büyük bir kavim olduğumuzu öğrenmiştir belki de büyüklüğümüzü kıskanmıştır bilemeyiz.Ancak Türklerden nefret ettiği de bazı kaynaklarda belirtilmektedir.
      Ben hiç bir zaman bir arabı liderim olarak göremem Tevrattan ve incil’den kopya çekilerek hazırlanmış bir kitap benim yönlendiricim olamaz.Hurafeler ve masallarla korkutmalarla ve rüşvetle banan kimse din satamaz.

      Herkes kendi adına konuşsun.

      • ali haydar dedi ki:

        Kardeş sen hz Muhammed i nasil arap olarak yazarsın oncelikle hz Muhammed beni israildendir hz ismailin soyundan gelir araplarla bir alakasi yoktur onun disinda sen kutsal kitaplara hurafe diyorsun peki okudun mu okudugundan ne anladin cok merak ediyorum bilmeden sallamak hüküm vermek camilerin işidir kuranin turkce aciklasi boş hic okuma dinden cikarsin arapcasini oku bakalim ne olacak allahi kalbinde hissedecekmisin

  28. ışık insanı dedi ki:

    din cahiller için görkemli
    siyasiler için kullanışlı
    filozoflar için ise saçmalıktır.

    • ışık insanı dedi ki:

      “Nerede ki AKIL özgür’dür ve egemen’dir, orada din adamına yer yoktur”
      VOLTAİRE

  29. çakır dedi ki:

    alevilikte kürtlük vardır.o kadar uzun uzun şeyler yazmışsınız ama aleviliğin kökeninin ne olduğunu hiç yazmamışsınız

    • candost neşeci dedi ki:

      sn çakır senin bilgin varsa sen yaz bizde öğrenmiş oluruz

    • Haydar75 dedi ki:

      Beni İsrail canım kardeşim Hz Muhammed in soyu Aleviler de bu soydan gelir geri kalan tüm Aleviler Şii yani yandaştir öz bilmek istiyorsan hatay Samandağına gel

  30. Seymur dedi ki:

    sayin Serdar Kangil bey yazdiginiz mekaleleri seve-seve okuyorum.Paralel olarak ünlü yönetmen Aaron Russonun ,Rokfeller ailesi hakda verdiyi aciklamalardan sonra öldürüldüyü düsünülen belgesel filmleri ve öylecede Jacque Fresconun Venus projesi ile yakindan ilgileniyorum.Bu proje tum dünya insanlari ,yani hepimiz icin cok önemli.Progede ne kadar para sistemi mevcutsa biz. insanlar kul gibi yasamaya devam edeceyiz diyor.Proje tüm dünya insanlarini birlesmeye davet ediyor.Prezidentsiz ,Basbakansiz ,Senatsiz,Kongresmensiz bir dünyayi tercih ediyor.Evet sayin Serdar bey ve saygideyer site okuyuculari cok rica ediyorum,Jacque Fresconun Venus projesi ile Yootubede tanisin ve destek olun .Buna tüm insanligin ihtiyaci var ,mesela bu projeyle bagli güzel bir mekale yazarsaniz eyer cok yardim etmis olursunuz.Kisacasi evet ne kadar Prezidentlik ,basbakanliq, konqresmenlik senatorluk dünyasinda yasarsak ,birak Suriye ve Iraki tüm dünyada hep kanlar durmadan akicak.Buna bir dur demenin ,son vermenin tam zamani geldi artik.Rusiya ,Fransa ,Avstriya ülkeleri artik yeteri kadar bu projeyi desteklemekteler.Sunu bizlerde yapa biliriz .Cok rica ediyorum insanliga katkida bulunalim.Tesekkürler .

  31. betul dedi ki:

    Bu kin niye ? Neden ? Kime ? Alevi sünni diye insanları kayırmak neden ? Ben bugün sırf Alevi olduğum için hayatımdakı en değerli insanı kaybettim. Allah’ım sen yol göster insanlara. Bu kavga bitsin. Daha fazla insan zarar görmeden bitsin. Ben Aleviyim. Ama kötü bir insan değilim. Yemin ederim.

  32. hacı olukman dedi ki:

    Yorumcu tüm kardeşlerime şu kitabı tavsiye ederim : “ALEVİLİĞİN GERÇEK TARİHİ VE ÖZÜ”
    Yaz: Bekir Baltacı. (Tamamen belgesel ve bilimsel verilere dayanarak hazırlanmış olan bu eseri okuduktan sonra,bu konudaki bilgilerimin ne kadar yanlış ve eksik olduğunu gördüm.)-Saygılarımla.

  33. İsimsiz dedi ki:

    Hz Ali yi sevdiğinizi söylüyorsunuz ama onun da namaz kıldığını bilmiyorsunuz.gerçekleri anlamak istemiyosunuz uydurma bi geleneğe uyup gidiyosunuz.kör sünüz,kalp gözünüz kör….yazacak o kadar çok şey var ki aslında ama siz anlamazsınız çünkü kalpleriniz mühürlenmiş.

    • haydar dedi ki:

      Alevilerin namaz kılmadığına yemin eder misin sizin ibadethane dediğiniz yerde HZ Ali’ye 70 sene boyunca lanet edildi HZ Muhammed amcası oğlu vekili damadına Allah’ın aslanına Müslümanların baş komutanına ilmin kapısını bırakıp emevilerin islamına girmek mi asla Allah ile arama girmek senin haddine mi herkez dönsede de yolundan ben asla dönnezem Alinin yolundan görmek istemiyorsunuz gerçekleri doğruyu safsata hadislerle rivayetlerle kaptırmış gidiyorsunuz Allah laneti yalancıların Kuranı kafalarına göre yorum yapanlar ve yalancı hadisler yazanlar üzerinde olsun
      bu arada Alevilik hakkında ne kadar bilgin var bilmiyorum öğrenmek istiyorsan sor hodri meydan

      • bir kul dedi ki:

        İsimsiz VE musa tan

        NİSA 4/58 Allah size, mutlaka emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi işitendir; her şeyi görendir.

        NİSA 4/ 59 Ey iman edenler! Allah’a, Peygamber’e ve aranızdan siyasal erkin emanet edildiği kimselere itaat ediniz. Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız onu Allah’a ve Peygamber’e götürünüz. Bu, hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

        NİSA 4/ 60 Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğûtu/Allah’a karşı gelen adamı inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, onun önünde davalaşmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

        ZÜMER 39/17 Tâğût’a kulluk etmekten uzak durup Allah’a yönelenlere müjdeler olsun. “Sen, bu kullarımı müjdele!”

        ZÜMER 39/18 Sözleri dinleyip en güzeline uyanları müjdele. İşte Allah’ın doğru yola ulaştırdığı bunlardır. Gerçek akıl sahipleri de bunlardır.

        …Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Bakara Suresi: 85)

        “Allah`ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir. (Maide Suresi: 44)
        “Allah`ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir. (Maide Suresi: 45)
        ”Allah`ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir. (Maide Suresi: 47)

        İman eden kullar olarak bizlere Kur’an ve sahih sünneti fert, toplum hayatımızın her yanına hâkim kılmamız emredilmiştir. Allah tağuti düzenlere ise muhalefet etmemizi emretmiştir.

        NİSA 4/94 Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyiniz. Size barış teklif edene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek “SEN MÜSLÜMAN
        DEGİLSİN” demeyiniz. Çünkü Allah’ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyleyken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyiniz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

        SAYGILARIMLA

  34. İsimsiz dedi ki:

    Sen bu zamana kadar tanıdığım bütün aleviler gibi hadislerin olmadığına ve Kuran ın gerçekliğini anlamak istemediğini açıkca beyan etmişsin.Allah ın huzuruna ben Hz Ali yi benimsedim yalnızca sünnet denilen Peygamber seniyesini mantığım almadı affet Allah ım mı diyeceksin?Tutmuş bi de lanet yağdırıyo…Namaz kılan alevi bi elin parmağını geçmez.Nadir de olsa var ben de şahit oldum ama genel alevi görüşü namazı kabul etmiyo.Cem evini de bilirim.Alevi olup da aleviliğin aslını bilmeyen çok arkadaşımdan daha iyi bilirim.Ayrıca uydurma dediğin hadislere inanmıyosun da körkütük bağlı olduğun inancının asli dayanağını nerden biliyosun?Çok alevi ile arkadaş oldum ve anlattım,çok sevdiğim arkadaşlarım da var.Ancak inanç konusunda hep görüş ayrılığımız olmuştur.Hepsi de okuduk tarihi kaynaklardan işin aslı şöyleymiş böylemiş,nerden biliyosun belki Kuran da değiştirilmiştir diye inanç çürütme iddalarında bulundular ama ne yazık ki sonuç hüsran…Asıl sen bana sor,tutmuş bi de hodri meydan diyo…İnanmamakta herkes özgür kardeşim,sen lanet yağdırırsın ben sana dua ederim ki hidayete eresin diye.Ayrıca eskiden Hz Aliye lanet eden kimse Allah onların da hesabını görecek.Siz seviyosunuz da biz sevmiyomuyuz?Fark ne biliyomusun…siz Peygamber efendimiz(sav)in sünnetini inkar ederek farzları yapmaktan kaçıyosunuz.Hac yok,oruç başka türlü,namaz desen yok(istisnalar hariç).İslamın şartı kaç kardeşim biliyosun dimi? İçerisinde hacca gitmek var,namaz kılmak var……İmanın şartalrından biri Allahın kitaplarına inanmak.Kuran ı Kerim türkçe mealinden okuyup da ateist olan onca müslüman var neden?çünkü Rabbimin kitabını tefsirsiz sıradan(haşa) bir kitap gibi okuyan cahiller kafalarına göre yorumla inançsızlaşıyorlar.Ne kadar dini bilgin varda tutmuş hodri meydan diyosun? Kendi inancınızda olan yazarların 3-5 tarih vs diğer kitapları okuyup bir de Kuranı türkçeden okuyup yorum yapmaya kalkıyosunuz.Kaç ilim kitabı okudun kaaaaçç? sonradan alevi olunmaz alevi doğulur o yüzden inancın değişebilir çünkü değişen sonradan sünni olan arkadaşlar biliyorum inş değişir.Allah a inanıyosun,ateist değilsin,peygambere de inanıyosun ancak islamın ve imanın şartlarında eksik inanca sahipsin kanımca.Daha çok araştır daha çok sorgula alevi kardeşim.Sizin durumunuzu hep şuna benzetirim.Hristiyan veya yahudi bi ailenin çocuğu küçüklükten beri ailesinin inancı gölgesinde şekillenir ve müslümanlıktan bi haber büyür.Ahirette rabbin huzuruna çıkınca Allahım ben suçum yok annem babam böyle inandırdı diyip kurtulacağını mı sanıyosun.Sana sorgula dedi,düşün dedi,oku dedi,araştır dedi,peygamber gönderdi…Sen de sorgula kardeşim,sen de kuranı doğru anla sen de hadislere inan(zayıf hadisler hariç)sen de sünnete uy…Dindar biri dinini tam araştırır,detayına kadar.Dedenden kalan bi miras olarak görme dinini,Peygamberimizden kalan,Allah ın emirleri olarak gör,Allah’a emanet ol.

    • haydar dedi ki:

      isimsiz ben sadece bir şey merak ediyorum bizim namaz kılmadığımızı sen nereden çıkardın anlamıyorum seni Allaha hamd edmenin kaç yolu vardır İslamın şartlarını uyulması gereken kuralları elbette biliyorum sana demek istedigim sey tüm çıplaklığın la kalben Allah’a bağlıysan sorun yok. Kuran’ı okumak onu anlama çalışmak ne kadar güzel bir şey Allah her mümine nasip etsin ben hadis konusuna gelince benim kabul ettiğim ve inandığım sadece Hz. Muhammed’ten Hz. Ali ve 12 imamdan nakledilen dir diğerlerinin benim nazarımda hiçbir önemi yoktur sebebi kendi içinde çelişmesi dir ruhunu kalbini Allah’a teslim et benim sadece bir iki kitap okuduğumu yazmışsın yanılıyorsun sünnet ehlinin kitaplarını da okudum Tevratı da Zeburu da incilide ve herşeyi içine kapsayan Kuranıda benim sana yazmak istedigim sey sen alevileri namaz kılmadıklarını idda ediyorsun yanlışın bence

  35. haydar dedi ki:

    isimsiz ben sadece bir şey merak ediyorum bizim namaz kılmadığımızı sen nereden çıkardın anlamıyorum seni Allaha hamd edmenin kaç yolu vardır İslamın şartlarını uyulması gereken kuralları elbette biliyorum sana demek istedigim sey tüm çıplaklığın la kalben Allah’a bağlıysan sorun yok. Kuran’ı okumak onu anlama çalışmak ne kadar güzel bir şey Allah her mümine nasip etsin ben hadis konusuna gelince benim kabul ettiğim ve inandığım sadece Hz. Muhammed’ten Hz. Ali ve 12 imamdan nakledilen dir diğerlerinin benim nazarımda hiçbir önemi yoktur sebebi kendi içinde çelişmesi dir ruhunu kalbini Allah’a teslim et benim sadece bir iki kitap okuduğumu yazmışsın yanılıyorsun sünnet ehlinin kitaplarını da okudum Tevratı da Zeburu da incilide ve herşeyi içine kapsayan Kuranıda benim sana yazmak istedigim sey sen alevileri namaz kılmadıklarını idda ediyorsun yanlışın bence

  36. Ali Haydar Kaya dedi ki:

    Degerli Canlar….Alevierin Kuranla ilgileri 40 senedir…daha önceleri Ne Muhammed, ne de Kuran…Alevi dedeleri, eskiden, Kurani Incil ve tevratin Zeburun özeti olarak anlatirlardi…Papaz Bahira ve Papaz Varaka, Muhammede Kurani anlatti….Sonrada Selman i Farisi, Kuran a formatini verdi……Alevilerin Inanci ile, kürd Yezdanilerin inanciyla, Kakayilerin yani Kürd olan yarasenilerin inanciyla cok benzer…..Zaten Aleviligi dört kapisinda birini bekleyen, hallaci Mansur bir Zerdüsttür,…enal hak demis ya….Kisaca Alevilik, Zerdüstlük ile Islamin shia sinddan etkilenen inancidir……….Türkmen Alevileri dedikleri ise: Ermeni ve Rum dönmelridir.Türklesmis Kürdlerdir…Benimde bir sürü akrabalarim, türkce bilmedikleri halde, kendilerini Türk yada Türkmen alevisi ilan ederler…..Bunun nedenide hala Korkudur…böyle yapinca korunacaklarini saniyorlar………Gidin Türkmenistanda, bir tane alevi bulamazsiniz…Hangi Türk devletinde alevi var..Gidin Pirlere sorun,..Turan IRKINDAN alevi olmaz derler—-
    ..Bir de Iteat ve terakicilerin uydurmasi……Aleviligin bel kemigi olan, Musahiplik ve Kirvelik bir Kürd Alevi gelenegidir…..

  37. Savaş dedi ki:

    Aleviliğin ne olduğunu öğrenmek isteyenler bu videoyu sonuna kadar izlesin

  38. Yunus sarı dedi ki:

    Ebu bekir ve ömer peygamberımizin naşına saygısızlık yapmış cenaze hizmetleri varken siyaset yapıp ebu bekiri halife seçtiler hz ali duygusal davrandı ve cenaze işleri ile meşgul iken seçime katılamadı ve hile ile seçim yapıldı ama aslında hz ali hata yaptı neden çünkü peygamberımizin cenazesi sadece hz aliye ait değildi tüm ummetin idi ümmet peygamberıne sahip çıkmıyorsa hz ali niye cenaze işlerinde öne çıktı 2. Sebep ıslamın aslı özü devlettir devlet işleri ve siyasi işler ebu bekir ve ömer ikilisi pis işler müdürleri aslında farkında olmadan ıslami bir kuralı uyguladılar neydi o kural önce devlet sonra namaz kuralı peygamberımiz 13 senelik mekke döneminde namaz ve cuma namazi kılmamış ve kıldırmamıştir çünkü ıslami devlet yok ne zaman ki medine ıslamıst devletini kurdu namaz, oruc, hac, zekat, cihat v.s başladı onun için ıslamın asli esasi devlettir onun için ıran alevileri 79 devrimi ile ıran ıslam cumhuriyetini kurdular çünkü birligi olmayanın dirligi dirligi olmayanın düzeni düzeni olmayanın devleti devleti olmayanın da namazı olmaz yani önce devlet sonra namaz en kötü devlet devletsizlikten iyidir. Ebu bekir ve ömer bu kuralı bu niyet ile değil ehli beye zulüm ve ehli beytin hakkını gasp için farkında olmadan uyguladılar yani sadece şekil olarak doğru ama mana olarak yanlış ve bozuk böylece devleti ele geçirdiler ondan sonra da ıslam alemi bir türlü ayar tutturamadı çünkü haklar gaspedilmişti siyaset ayrı arkadaşlık ayrı akrabalık ayrı kuralını uyguladı ilk iki halife onun için hz ali o üzüntülü yas ve cenaze halinde muslumanların kendisine yamuk yapacağını düşünemedi kendisi cenaze işleri ile mesgulşen seçim yapılamaz zannetti ama siyaset ayrı arkadaşlık ahbaplık ayrı idi çünkü siyaset kardeşi kardese düşürür sağ sol gibi taht için de kardeşi kardeşe bogdurtur 3. Kural da siyaset boşluk kabul etmez lider öldü mü hemen yerinin doldurulması gerekir onun için padişahlar taht korkusundan haca bile gıdemıyorlardı taht boş kaldı mı seytan doldurur sözü osmanlıda meşhurdu hz ali bunları bizden iyi bilir fakat bizim bilmediğimiz sırlar da var yoksa hz ali o duygusal halinde bile onlara yenilecek bir zat değildi demek ki ilahi hikmet o zalımlerı denemek ve test etmek için onlara kapı açmış tahtın önünü açmış devlet yolunu onlara açarak zalim muavıye ve yezıt gibilerinin gerçek adı şerefsiz nifak yuzlerini görmemizi saglamıştır bizim için tecrübe ve ders olmuştur diye düşünüyorum hz ali kazansa idi biz bu zalımlerın gerçek yüzünü göremeyecektik onları iyi zannedecektik. Her şeyde bir hayır vardır akıbetin hayırlı olması daha önemlidir son gülen iyi güler.

ışık insanı için bir cevap yazın Cevabı iptal et