TAHRİFAT İDDİALARININ ASILSIZLIĞI

Bir önceki yazımızda Allah tarafından gönderildiğine inanılan Tevrat, İncil ve Kuran arasındaki çelişki ve tutarsızlıklara değinmiştik. https://panteidar.wordpress.com/2009/10/27/celiskiler-5/ Bu çelişki ve tutarsızlıklar İslamcılar tarafından “Tevrat ve İncil’in tahrif edildiği” iddiasıyla geçiştirilmeye çalışılır; bu tahrifatın İslam’dan önce mi yoksa sonra mı olduğu, kimlerin ve neden yaptığı, nelerin tahrif edildiği tam olarak ortaya konmaz.

İslam’ın kuruluşundan sonra ortaya atılmış bu tahrifat iddiasının geçerli olması mümkün değildir. Çünkü böyle bir tahrifat Tevrat’a yapılmış olsa Müslüman ve Hıristiyanlar, İncil’e yapılmış olsa Müslüman ve Museviler farkına varır ve ifşa ederlerdi. Ama ne Hıristiyanların ne de Musevilerin böyle bir iddiası yok. Keza İslam’dan önce yapılmış bir tahrifatın da Kuran’da açıkça belirtilmesi gerekirdi. Kuran’da bu yönde bir ayet bulunmadığı gibi –aksine- İncil ve bilhassa Tevrat’ı onaylayan ayetler mevcuttur.

Tahrifat’ iddialarının asıl sebebi: Hıristiyan polemikleri..

İslam Erken Dönemi’nde Hıristiyanlarla dini konularda yaşanan tartışmaların öncelikli konusu “İncil ve Tevrat’ta Muhammed’in peygamberliğinin müjdelendiği” iddiasıydı.

Araf-157: “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o ümmi elçiye uyanlar (…) kurtuluşa erenlerdir.”

Saff-6: “Meryem oğlu İsa “Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben elinizdeki Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı ‘Ahmed’ olacak bir peygamberi müjdeleyen Allah’ın size gönderdiği bir peygamberim” demişti.”

Tevrat’ta Muhammed adının geçtiği ile ilgili hiçbir iddia bugüne dek doğrulanamamıştır. Örneğin Said Nursi’nin Risalelerinde Tevrat’tan verilen bölüm ve ayetlerin tümü başka konularla ilgilidir; Muhammed hazretleriyle ilgisi yoktur. Ya da kasıtlı olarak bölüm ve ayet no.’ları eksik ve yanlış verilmiştir ki uydurma olduğu ortaya çıkmasın. İncil’de ise İsa’nın müjdelediği ‘paraklet’in Ahmed olduğu iddia edilir ama aslında ‘paraklet’le kastedilen teslis’in 3.’sü ‘Kutsal Ruh’tur.

“Ben gideceğim ama size paraklet gelecek.” (Yuhanna 14-16 ve 16-7..)

’’O (Paraklet) ‘kutsal ruh’tur.’’ (Yuhanna 14-17..)

Hıristiyanlar İsa’dan hemen sonra ‘kutsal ruh’un geldiğine inanırlar. Yani müjdelenen paraklet, Muhammed’den 500 sene önce gelip gitmiştir. Dolayısıyla Hıristiyanlarla yaşanan bu polemiklerde Kuran’dan önceki kitaplarda Muhammed’in adının geçtiğinin kanıtlanamaması, Müslümanları bu kitapların tahrif edildiği iddiasında bulunmaya sevk etmiştir. Böylelikle sadece bu konuyu değil İslam’a ters gelen diğer konuları ve de Kuran’daki tüm tutarsızlıkları savuşturmak adına İncil ve Tevrat’ın tahrif edildiği iddiasına sığınılmıştır.

Tahrifat’ iddiasına kanıt olarak sunulan Ayetler:

Tevrat’ın değiştirilmiş olduğunu iddia edenlerin genelde kanıt olarak sundukları ayetler Bakara-75, Mâide-41, Nisâ-46, Mâide-13 ve En’âm-91’dir. Şimdi bu ayetleri inceleyelim:

Bakara-75: “Şimdi bunların size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Hâlbuki bunlardan bir grup vardı ki Allah’ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.“

Ayeti tam anlayabilmek için devamını da okuyalım:

Bakara-76: “Nitekim imana ermiş olanlarla buluştuklarında “(Sizin inandığınız gibi biz de) inanıyoruz!” derler ama birbirleriyle baş başa kaldıklarında “Rabbinizin kelâmını size karşı koz olarak kullansınlar diye mi Allah’ın size açıkladığı şeyleri onlara haber veriyorsunuz? Aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?” derler.”

Yahudilerin bir kısmı Kuran ayetlerini Tevrat’la karşılaştırır, Tevrat’a uymayan kısımlarını Muhammed’e bildirir ya da kendi bilgilerine göre yorumlarlardı. “Bu ayet Tevrat’a ters” ya da “Şu bilgi yanlış; Tevrat’ta doğrusu şöyle, Kuran ayeti de böyle olmalı.” benzeri itiraz ya da açıklamalarda bulunurlardı. Bir kısmı ise Kuran ayetlerini çarpıtıp tahrif ederek ayetlerin yanlış ve Tevrat’a ters olduğunu ileri sürer, Tevrat’a uygun şekilde değiştirirlerdi.

Yahudiler daha sonra aralarında ayetlerle ilgili açıklama yapmama ve Muhammed’e Tevrat’la ilgili bilgi vermeme kararı aldılar. Çünkü verdikleri her bilginin Muhammed tarafından değerlendirildiğini ve bu bilgilerle yeni ayetler ya da düzeltilmiş ayetler oluşturulduğunu düşünüyorlardı. Bakara-76’da değinilen konu budur.

75. Ayette ise -dikkat edilirse- “Allah’ın kelamı” şeklinde belirtilen Kuran’dır. Dolayısıyla Yahudilerin tahrif ettiği de Kuran’dır. Ayet, Yahudilerin Kuran ayetlerini dinlediklerinde doğru bulduklarını, akıllarına yattığını ama dinlerinden taviz vermemek için Kuran ayetlerini kendilerine göre -bilerek- değiştirip çarpıttıklarını ve başkalarına farklı aktardıklarını ifade eder. Dolayısıyla Bakara-75 ayeti Tevrat’ın tahrif edilmesiyle ilgili değildir. Asıl tahrifat ayetin Tevrat’ı kastettiğini iddia etmektir.

Yahudiler Tevrat’ı değiştirecek olsalar neden daha önce değil de o zamanı seçsinler? Ayrıca Medine’deki bir grup Yahudi’nin sadece ellerindeki Tevrat metinlerini değiştirip tahrif ederek dünyadaki diğer Tevrat metinlerini de değiştirmiş olmaları mümkün mü? Bunun olanaksız olduğu açıktır.

Maide-41: “Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken ağızlarıyla “inandık” diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkâra koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler, “Böyle bir (fetva) size verirlerse alın, verilmezse kaçının!” derler. Allah’ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah’ın kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azap vardır.”

Bu ayetin de Tevrat’ın tahrif edilmesiyle ilgisi yoktur. Ayette anlatılan konu İslamiyet’e yeni girmiş veya girmeye meyilli olan kimselere Yahudilerin akıl vermesiyle ilgilidir. Yahudiler bazı ayetlerde değişiklik yaparak “Size böyle (fetva) verirlerse alın, doğrusu budur. Yoksa kaçının, kabul etmeyin.” diyorlarmış. Değişiklikten kastedilen Tevrat değil Kuran ayetleridir. Yahudiler Tevrat’taki hükümlere ters olan Kuran ayetlerini belirtip doğrusunun Tevrat’ta yazdığı şekilde olması gerektiğini, bu şekliyle verilirse kabul edilmesini aksi takdirde reddedilmesini tavsiye ediyorlarmış.

Yahudilerin bu tavrını çok normal karşılamak gerekir; yapılması gerekeni yapmışlar. İnandıkları kutsal kitapla çelişen ayetlere itiraz edip Tevrat’a göre doğrusunu belirtmeleri gayet doğaldır. Benzer durumu İslamcılar için düşünsek aynı tavrı göstermezler mi? Kuran’a aykırı bir hükmü kabul etmeleri mümkün mü?

Musevi din adamlarının kutsal kitapları Tevrat’ı koruyucu bu haklı yaklaşımlarını Tevrat’ın tahrif edildiğine dair bir kanıt olarak sunmaya kalkışmanın akla-mantığa uygun bir yanı yoktur. Kaldı ki bunu Muhammed hazretleri dahi yapmamıştır.

Nisa-46: “Yahudilerden öyleleri var ki kelimeleri yerlerinden kaydırıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dini taşlayarak “İşittik ve isyan ettik”, “Dinle, dinlemez olası” ve “raina” diyorlar. Eğer onlar “işittik ve itaat ettik”, “Dinle ve bizi gözet” deselerdi elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu. Fakat Allah inkârlarından dolayı onları lânetlemiştir; pek azı inanırlar.”

Bu ayette bazı Yahudilerin Muhammed’in tebliğini-peygamberliğini reddettikleri, ayetlerdeki kelimelerin harflerini değiştirdikleri ve Kuran ve peygamberle alay ettikleri için lânetlendikleri belirtiliyor. Ayette sözü edilen yine Kuran’dır. Bir Yahudi ‘dilini eğip bükerek’ kendi dinini kötüler mi? Kötülediği, taşladığı İslam’dır, Kuran’dır.

Örneğin ‘râinâ’ “bizi gözet” demektir. Kaba söz anlamına da gelir. Fakat Yahudiler bu kelimeyi geveleyip kendi dillerinde hakaret ve sövme anlamına gelen bir kelimeye benzeterek söylüyorlardı. Nitekim kasıtlı olarak yanlış telaffuz etmeleri nedeniyle Bakara-104’de ’’Raina demeyin; unzurna (bizi gözet) deyin!’’ denilerek önlem alınmıştır.

Bu ayette bırakın Tevrat’ın tahrif edilmesini, Kuran’daki sözlerin veya kelimelerin yerlerinin değiştirilmesi bile söz konusu değildir. Konu sadece sözcüklerdeki harflerin yerinin değiştirilmesidir. Ayette anlatılan, Yahudilerin o sözcüğün söylenişini değiştirerek Peygambere hakaret ettikleri konusudur.

Maide-13: “Sözlerini bozdukları için onlara lânet ettik; kalplerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün; onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.”

Görüldüğü gibi bu ayette de Tevrat’ın değiştirilmesinden değil Yahudilerin bir kesiminin kelimeleri değiştirmesinden söz edilmektedir (Yani Nisa-46 ve Maide-41’de anlatılanın aynısı). Ayetin aslındaki “yuharrifûnel kelime an mevazi’hi” ifadesi “bir kelimenin harflerinin yeri değiştirilerek” anlamına geliyor. Yani peygambere hakaret etmek için o ayetin değişik okunduğu bildiriliyor. Ayrıca konunun Tevrat değil Yahudiler olduğu da bir önceki ayet ele alındığında daha da belirginleşir:

Maide-12: “And olsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. Onlardan oniki reis seçtik. Allah “Ben şüphesiz sizinleyim; namaz kılarsanız, zekât verirseniz, peygamberlerime inanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimede bulunursanız and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur!” dedi.”

Medine’deki bazı Yahudilerin davranışlarını genelleyip tüm Yahudilere maletmek ve hiç ilgisi olmadığı halde Tevrat’ın tahrif edilişi şeklinde yorumlamak yanlıştır, yanıltıcıdır.

En’am-91: “(Yahudiler de) Allah’ın kadrini O’na layık olacak bir surette hakkıyla takdir etmediler. Çünkü “Allah hiçbir beşere hiç bir şey indirmedi” dediler. Söyle (onlara) ki “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar haline koyup (işinize geleni gösterip) açıkladığınız, (fakat) çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin de atalarınızın da bilmediğiniz şeyler Kuran’da size öğretilmiştir.”

Dikkat edilirse bu ayet Tevrat’ın tahrif edilişini değil Yahudilerin elinde bulunan kitabın Allah’ın Musa’ya indirdiği gerçek Tevrat olduğunu bildiren bir ayettir. Yani tahrifatı kanıtlamaz; tersine Tevrat’ı tasdik eder.

Görüldüğü gibi Tevrat’ın tahrif edildiğine kanıt olarak öne sürülen ayetlerden bile Tevrat’ın tasdik edildiği anlaşılmaktadır. Hiç ilgisi olmayan ayetlerin kanıt gösterilmesi Kuran’da Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğunu bildiren hiç bir ayet bulunmadığını kanıtlamaktadır.

Tevrat’ın değişmediğinin Kuran ayetleriyle İspatı…

Maide-43: “İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da ondan sonra da dönüveriyorlar? Onlar inanıcı değildirler.”

Maide-44: “İçinde hidayet ve nur bulunan Tevrat’ı elbette biz indirdik. Müslüman olan peygamberler, Yahudiler hakkında hükmederler ve kendilerini tanrıya adamış zahitler- âlimler de Allah’ın kitabını korumakla görevlendirildiklerinden (onunla hüküm verirler) ve onun Allah’ın kitabı olduğuna şahitlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, benden korkun; ayetlerimi az bir paraya satmayın! Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir…”

Ali İmran-3: “O sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat’ı ve İncil’i de yine O indirmişti. Evet bu Furkan’ı da O indirdi. Gerçek şu ki Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır…”

Ali İmran-93: “Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz haydi Tevrat’ı getirip okuyun!””

Ayetlerden anlaşıldığı gibi Kuran, Tevrat ve İncil’i tasdik eder. Hiç bir ayetinde tahrifat veya benzeri bir söylem bulunmaz. Sadece Hahamların Tevrat ayetlerini para karşılığı satmasını, Hıristiyanların İsa’ya Allah’ın oğlu olarak inanmasını eleştirir.

Bakara-113: “Yahudiler dediler ki: Hıristiyanların hiç bir dayanakları yoktur.” Sonra Hıristiyanlar dediler ki: “Yahudilerin hiçbir dayanakları yoktur.” Oysa her iki cemaat de kendilerine inen kitapları okuyor. Kitap ehli olmayan ve okuma bilmeyenler de böyle konuşuyorlar ama Allah kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.”

Bu ayete göre Yahudiler ve Hıristiyanlar Allah’ın onlara indirdiği kitapları okudukları halde birbirlerini suçlamaktalar. İnançlarının bir temeli-dayanağı olmadığını ileri sürmekteler. Bu halleriyle kendilerine kitap gönderilmemiş toplumlardan farkları yok. Ya da okuması olmayan cahillere benziyorlar.

Bu ayet de ispat ediyor ki, Kuran’a göre Hıristiyan ve Yahudilerin sahip oldukları, okudukları kitaplar Allah tarafından gönderilmiştir. Okuduklarına inanmalı, okuduklarından ders almalı, cahil toplumlara benzememelidirler.
İncil ve Tevrat tahrif edilmiş olsaydı Kuran böyle der miydi? Tersine “Çatışmaların nedeni kitaplarının tahrif edilmesindendir” diyebilirdi.

Nisa-136: “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur.”

Bakara-85. Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Bakara 85’de Yahudilere seslenilir. Ellerindeki Tevrat’ın bir kısım ayetlerini kabul edip bazılarını ise uygulamamaları nedeniyle suçlar. Muhammed, Yahudileri suçlarken şimdi İslamcıların neredeyse tamamı Tevrat’ın işine gelenini kabul ediyor, işine gelmeyeni etmiyor.

Ve son olarak kesin bir ayet verelim:

Maide 68.  De ki; “Ey Ehli Kitap! Tevrat’ı, İncil’i ve size Rabb’iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz birşey (bir din) üzerinde değilsiniz.

Şimdi bu ayet Tevrat’tan 2000, İncil’den 600 sene sonra yazılmış. Bu ayeti yazan Tevrat’ın ve İncil’in tahrif edildiğini düşünmüş olsa hiç kalkıp da “bu kitaplarda yazılanları uygulayın!” der mi? Tam tersine “Bu kitaplar değiştirildi, onlarda yazılanlar sizi yanıltır, onları uygulamayın.” der. Dememiştir, ima bile edilmemiştir.

İncil’ler ve Nag Hammadi Yazmaları

İncillerle ilgili olarak çokça karıştırılan konu şudur:

Müslümanlar, ayetlerin –genellikle- Cebrail vasıtasıyla ve vahiyle peygambere gönderildiğine inandıkları ve ayrıca İncil’in Kuran’da İsa’ya da verildiğinden bahsedildiğini bildikleri için İncil’de hitap edenin Allah olduğunu umarlar; tıpkı Kuran’daki gibi…
Oysa ortada ne İsa’ya verilmiş bir kitap vardır ne de Allah’ın hitabını içeren bir kitap. Üstelik Hıristiyanlarca inanılan 1 değil 4 kitap vardır “İncil” adında. Üstüne üstlük bu kitaplarda İsa’dan “tanrının oğlu” diye söz edilir. Hatta bu inanç, tanrının İsa suretinde yeryüzüne indiğine ve İsa’nın tanrı olduğuna kadar varır. Ayrıca Kuran ‘Ahmed’ adındaki peygamberin geleceğinin İncil’de yazılı olduğunu belirtmektedir; ama ne yazık ki 4 İncil’de de böyle bir bilgi mevcut değildir.

Hâl böyle olunca Müslüman kesim -inançları gereği haklı olarak- İncil için “tahrif edilmiş” kanısı taşır. İsa’ya gönderilen gerçek İncil’in yok edildiğine ve onun yerine bu uydurma İncillerin çıkarıldığına inanır-inandırılır. Bu ‘tahrif’ inancı doğaldır ama gerçek farklıdır.

Aslolan İsa’nın hayatının ve konuşmalarının ölümünden sonra çok sayıda yazar tarafından kaleme alınmış olmasıdır. Bunların birçoğunda olaylar abartılmış, konuşmalar çarpıtılmış ve hayali mucizeler uydurulmuştur. Daha sonra 100’den fazla kitap içinden kilisenin uygun gördüğü 4’ü dışındakiler “sapkın” ilan edilmiş ve zamanla ortadan silinmişlerdir.

325 Tarihindeki Birinci 1. İznik Konsili’nden sonra bu 4 İncil üzerinde artık bir oynama-bir tahrifat olmamıştır. İslam’ın kuruluş yıllarında ortada olan kitaplar da bunlardır. Fakat mezhepler arası tartışmaların o yıllarda çok daha yoğun yaşandığı ve bölgenin başta Aryüsçü Hıristiyanlar olmak üzere çeşitli mezheplerden etkilendiği muhtemeldir.

Sapkın ilan edilen kitaplardan biri olan Thomas İncili geçen yüzyıl ortaya çıkarılmıştır. 1945 Yılında Mısır’da Nag Hammadi’de iki köylü kardeş tarafından bulunan mühürlü bir küp içinde 12 kitap keşfedildi. Kıpti diliyle yazılmış olan bu kitapların içeriği tercüme edilince 20. yüzyılın başlarında parçaları bulunan Grekçe orijinalin bir çevirisi olduğu anlaşıldı. İsa’nın sözlerini içeren bu kitaptaki sözler rakamlarla bölünüp ayrılmış olmamasına rağmen 114 ayet (tesadüfün böylesi!) olarak bölümlendirilmesi uygun görüldü.

Thomas İncil’inin Kanon İncillerinden sonra yazıldığı ve Grekçe orijinalinin 200, Kıpti çevirisinin 300’lü yıllara ait olduğu kabul edilir. Kanon İncillerindeki gibi hikâye şeklinde anlatımlara sahip değildir ve İsa’nın çarmıha gerilmesi, paraklet müjdesi gibi olaylara değinmez. Gnostik İnciller kategorisine giren Thomas İncil’inin içeriğindeki sözler Kanon İncilleriyle benzerlik gösterdiğinden bu İncillere bağlı kalınarak yazıldığı söylenir. Gnostiklerin çoğunda İsa’nın gerçek insan olmadığına, insan gibi görünen ruh olduğuna ve çarmıha gerilip acı çekmediğine inanılır.

Görüldüğü gibi İncillerin İslam öncesi dönemdeki durumu bir hayli karmaşıktır. Bu karışıklık ve kitapların birbirinden farklılığı “tahrifat” olarak adlandırılamaz. İnciller, İsa’nın sahip olmadığı ve ölümünden sonra yaşamının ve sözlerinin yazıldığı çeşitli kitaplardır. Yani Muhammed hazretlerinin hayatını ve sözlerini anlatan siyer ve hadis kitapları gibidir. Haliyle farklı yazarların yazdığı kitaplar da farklı içeriklerde olacaktır. Tıpkı Taberi’nin yazdıklarının, İbni Hişam’la, İbni İshak’la aynı olmaması gibi.

Şunu da belirtmemiz gerekir ki Kur’an’da Tevrat aleyhinde tek bir kelime bile yoktur ama İncil’in tahrifatından bahsedilmese de Kasas suresinde iki kitabın doğruluğunun öne çıkarılması, İncil’in dolaylı olarak tahrifli olduğunu ima ediyor olabilir.

49. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah katından, doğruya bu ikisinden (Tevrat ve Kur’an’dan) daha çok ulaştıran bir kitap getirin de, ben ona uyayım.”

İki kitapla kastedilenin Tevrat ve Kur’an olduğunda müfessirler hemfikirdir.

Qumran Ölü Deniz Tomarları

Aralarında İbranice ‘Eski Antlaşma’nın da bulunduğu yaklaşık 800 tomardan ibarettir. Bu tomarların çoğu 1947’de ve bir kısmı da 1956’da Qumran Vadisi yakınlarındaki 11 ayrı mağarada ortaya çıkmıştır.

Tomarların ilk bölümü Muhammed Ahmed adlı (tesadüfün böylesi!) bir Bedevi keçi çobanı tarafından 1947 yılında Ölü Deniz yakınlarındaki Qumran Vadisi’nde bir mağarada bulunmuştur.

Muhammed Ahmed kayıp bir keçiyi aramaya gider. Keçinin mağaraya girip girmediğini anlamak için mağaraya birkaç taş atar. Taşları attıktan sonra bir şeyin kırıldığını işitir ve mağaradan içeri girer. Karşısında düzinelerce testi vardır; kırılanların içerisine bakar ve testilerin içinde deri tomarlar olduğunu görür.

“Ölü Deniz Tomarları’nın” bulunması 20. Yüzyıl’ın en önemli arkeolojik keşiflerinden biridir. Bu tomarlar, İ.Ö. 150 ile İ.S. 70 yılları arasında Qumran Vadisi’nde çiftçilikle uğraşan ve manastır hayatı yaşayan Essensiler adlı Yahudi komününün varlığını ortaya koymaktadır. Ölü Deniz Tomarları, Yeşaya’nın tamamını, İşaya’da 38-6’yı kapsayan bir bölümü, Habakkuk’un iki bölümünü ve tüm Eski Anlaşma kitaplarından belli bölümleri içeriyor. (Yaradılış, Mısırdan Çıkış, Levililer, Sayılar ve diğerleri…)

Bu metinlerin İ.Ö. 200 ile İ.S. 60 yılları arasında yazıldığı anlaşılmıştır. Metinlerin günümüz Eski Ahid kitaplarıyla -neredeyse tamamen- aynı olması ‘tahrifat’ iddialarının asılsız olduğunun en önemli arkeolojik kanıtıdır.

SONUÇ:

Her şeyi bilip her şeye kadir olduğuna inanılan Allah’ın, gönderdiği varsayılan kitaplardan Kuran’dan öncekilerinin tahrif edildiğini öne sürmek büyük çelişkidir. Böyle bir iddiada bulunmak Allah’ın kudretliliğini değil acizliğini öne sürmek olur. Eğer Kuran’da “Daha önce gönderdiğimiz kitapları tahrif ettiler. Allah dileseydi bunu yapamazlardı.” benzeri bir ayet olsaydı iddialarının bir dayanağı olabilirdi.

Kuran’dan önceki kitapların tahrif edildiğini öne sürenler Kuran’ın tahrif edilemeyeceğini çünkü korunacağına dair ayet olduğunu söylerler:

Hicr-9: “Şüphesiz o zikri (Kuran’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz…”

İslamcılar, bu ayete dayanarak Kur’an’ın Allah tarafından korunduğuna inanırlar.
Ayette geçen “zikir” ile Kur’an kastediliyor olabilir. Birçok ayette de Tevrat yerine “zikir” denmiş.
Bir örnek verelim:

Enbiya-105. Andolsun, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebûr’da da, “Yere muhakkak benim iyi kullarım varis olacaktır” diye yazmıştık.

Ayette geçen “zikir” ile kastedilenin Tevrat olduğu belli. Çünkü “Zikir’den sonra Zebur’da” dediğine ve Zebur’dan önce Kur’an değil Tevrat yazıldığına göre, kastedilenin Tevrat olduğu açıktır.

Öyleyse hem Tevrat’a hem Kur’an’a zikir denebildiğine göre zikri “Allah’ın indirdiği kitap” olarak algılamak gerekir.
Dolayısıyla ayetten sadece Kur’an’ın değil, Allah’ın indirdiği diğer kitapların da korunacağı anlamı çıkar.
Bu da Kur’an ile Tevrat-İncil arasındaki tutarsızlıklar konu olup da her sıkıştıklarında “Onlar tahrif edilmiş” diyenlere karşı bir başka güçlü kanıttır.

Ayrıca yine Enam-34’de geçen “Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur.” ifadesinden de anlaşılan indirdiği kitaplardaki kelamı-hükümleridir.

Bunun yanında Allah’ın kelamının korunacağı -tıpkı Kuran’da olduğu gibi- diğer kitaplarda da yazar. Örneğin:

Yeşaya / 40-8: “Ot kurur, çiçek solar ama Tanrımızın sözü sonsuza dek durur.”

Matta / 5-18: “Size doğrusunu söyleyeyim: Yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden Kutsal Yasa`dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak!”

Markos / 13-31: “Yer ve gök ortadan kalkacak ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır.”

Bu ayetler Allah sözü ise, Allah sözünü tutamamış mıdır? Şayet bu sözlerin sonradan ilave edilmiş olduğu öne sürülebiliyorsa Kuran’a da sonradan ilave olabileceği isnadı göze alınabilmelidir.

Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceğine dair ayetleri Kuran’da da görebiliriz:

En’am-34: “(…) Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek bir güç yoktur. (…)”

Yunus-64: “(…)Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.”

Dikkat edilirse bu ayetlerde sadece Kuran’ın değil -bir genelleme yapılarak- Allah’ın sözlerinin değiştirilemeyeceği yazılı. Bu ayetlere rağmen ‘tahrifat’ iddiasında bulunmak bu ayetlere ve Kuran’a inanmamayı da beraberinde getirir.

Günümüzde Musa’nın, Davud’un ya da İsa’nın mührüyle yazılmış orijinal bir kitap olmadığı gibi Muhammed hazretlerinin mührüyle yazılmış orijinal bir Kuran nüshası da yoktur. Bunların tümü sonradan yazılmış nüshalardır ve orijinaliyle aynı olduğu da kanıtlanamaz. Kuran diğerlerinden çok daha yakın zamana ait olmasına rağmen onun da orijinali muhafaza edilememiştir. Hatta hadislerde ilk nüshanın yakıldığı ve çoğu kısmının yok edildiği yazılıdır. Bir hadiste Îbn Ömer şöyle diyor:

“Hiç kimse Kuran’ın tümüne sahip olduğunu sanmasın. Bilemez ki Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. “Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum” desin yalnızca.” (Süyûtî, el İtkân,2/32.)

Bu durumda tahrifat iddiacılarını İsa hazretlerinin sözüyle yanıtlamak gerekir:

Kendi gözündeki merteği görmeden başkasının gözündeki çöpü nasıl çıkarmaya kalkışırsın? Önce kendi gözündeki merteği çıkar ki başkasının gözünü daha iyi görebilesin.”

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

7 Responses to TAHRİFAT İDDİALARININ ASILSIZLIĞI

  1. Karaca Serin dedi ki:

    Serdar Bey Bu mantık önermelerinizle Aristo’yu sollamışsınız. Yani İncil ve Tevrat’daki birbiriyle çelişik ifadeler sizce bu kitapların tahrif edildiğini göstermiyor mu?

    Maide suresinin 43 ve 44. ayetleri Tevrat’ın bir bütün olarak korunduğunu ifade etmez. İlgili ayetler şöyledir:

    “Ellerinde Tevrat içinde de Allahın hükmü varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyor sonra da yüz çeviriyorlar? Bunlar inançlı kimseler değillerdir.

    “Tevrat’ı biz indirdik. Onda bir hidayet ve bir nur vardır. Allah’a teslim olmuş peygamberler Yahudiler arasında onunla hüküm verirlerdi. Hocalar[1] ve âlimler de Allah’ın kitabından korunmuş olanla hükmederlerdi. Onlar bu hükme şahit idiler. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi bir kaç akçeye değişmeyin. Her kim Allahın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse kâfirlerdendir.” (Maide, 5/43-44)

    Dikkat edilirse 43. ayette “içinde de Allah’ın hükmü varken”, 44. ayette de “onda bir hidayet ve nur vardır” buyurulmaktadır. Bunlar her ne kadar tahrif edilmiş olsa da Tevrat’ta hala bozulmamış hükümler bulunduğunu bildirmektedir. Benzer ifadeler 46. ayette İncil için de kullanılmaktadır. Fakat Kur’an için bir bütün olarak “o hidayet rehberidir”, “o bir nûrdur” buyurulmaktadır.

  2. Karaca Serin dedi ki:

    İbn Hazm, Tesniye kitabının son babında Musa’nın ölümünün ve defnin anlatılmasına, “Onun kabrini şimdiye kadar hiç kimse bilmedi. Musa öldüğünde yüz yirmi yaşında idi.” gibi ifadelerin yer almasına dikkat çekerek, bu kitabın Musa’ya indirilmiş kitap olamayacağının âşikar olduğunu savunmuştur. İbn Hazm, Tevrat’ın bu kısmının, onun, çok uzun zaman sonra, başka biri tarafından telif edildiğini açıkça gösterdiğini ileri sürmüştür. İbn Hazm’ın dikkate sunduğu Tevrat’ın bu son kısmı, Yahudiler arasında da çok önceden tartışma konusu olmuştur. Rabbiler, Tesniye’nin “Musa burada öldü” cümlesi de dahil, son sekiz cümlesinin yazılması ve yazarı konusunda iki farklı yorum getirmişlerdir. Yeşu kitabının “Ve Yeşu bu sözleri Allah’ın Tevrat Kitabı’na yazdı.”cümlesini temel alan bazı rabbiler, Tesniye’nin bu son sekiz cümlesini Yeşu’nun yazdığına hükmetmişlerdir. Bu görüşte olan rabbiler, Musa’nın, öldükten sonra, “Musa burada öldü” cümlesini ve takip eden cümleleri yazmasını mümkün görmemişlerdir. Onlara göre Musa, bu cümleye kadar olan kısmı yazmış, sonrasını ise Yeşu tamamlamıştır. (Bkz. Sami Sait el-Ahmet, Ahd-i Kadim’e Yöneltilen Tenkid, çev: Sündüs Ahmet Abdullah, Ankara 1986 ( Yayınlanmamış Lisans tezi), 5; Ö.Harman, 214.)

    İbn Kayyim El-Cevziyye Hz. Muhammed’in peygamberliğine delil olan âyetleri ehli kitabın lafız ve mânâ bakımından nasıl tahrif ettiğini örneklerle göstermiştir. İbn Hazm, Şehristanî, el-Karafî ve diğerleri tarafından da Hz. Muhammed’in peygamberliğinin en bariz delili olarak gösterilen “Kardeşleri arasından İsrailoğulları için senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve kelamımı onun ağzına koyacağım!” (Tesniye 18:18) ayetini Hıristiyanlar, mânâsını Hz. İsa’ya hamlederek tahrif etmişlerdir. Yahudilerin bu âyeti tahrifi ise hem lafız ve hem mânâ yönünden olmuştur. Ayeti Arapça cümle yapısıyla göz önüne alan İbn Kayyim el-Cevziyye’nin ifade ettiğine göre Yahudiler, bu ayetin başında mahzuf istifham-ı inkarî edatının bulunduğunu, dolayısıyla anlamının “Onların kardeşleri arasından bir peygamber mi çıkaracağım?” şeklinde olduğunu iddia etmiş ve böylece kelimenin yerini değiştirerek tahrifte bulunmuşlardır. Onlar bu âyetin manâsını Samuel’e ve ahir zamanda çıkacağını söyledikleri başka bir peygambere hamletmek suretiyle de mânâ bakımından tahrif etmişlerdir. Onların bu tahrifi, Hz. Muhammed’in bir mucizesi olarak Allah tarafından haber verilmiştir. (Bkz. İbn Kayyim el-Cevziyye, Hidayetü’l-Hıyarâ fi Ecvibeti’l-Yehud ve’n-Nasarâ)

    Elmalılı Hamdi Yazır da, Yahudilerin, Tevrat’ı yorumda ve başka dillere tercümede tahrif ettiklerini ifade etmektedir. Fakat o, İslâm’da peygamber olarak tanınan Nuh ve Lut gibi şahısların hayatları hakkında Tevrat’ta ahlak dışı haberlerin yer almasını, metinde tahrif olarak kabul etmekte ve bunda şüphe bulunmadığını söylemektedir.

    Sonuç olarak; Kur’an’da bahsedilen kasıtlı tahrif, Tevrat’ın metniyle ilgili değildir. Tevrat’ın metninin bütünü Kur’an’da problem edinilmemiştir. Kur’an’a göre önemli olan, onun içinde hidayete sevk edici ahkâmın bulunmasıdır. Bununla birlikte, Kur’an’ın, Yahudilerin elinde iki kapak arasında mevcut olan Tevrat’ın içindekilerini bütünüyle onayladığı söylenemez. Bazı Yahudilerin de söylediği ve kabul ettiği gibi, uzun zaman içerisinde derlenen Tevrat’ın metnine dışarıdan birtakım şeyler girmiştir. Tevrat’ı derleyenler, bazı bölümleri mantıksal bütünlüğü içerisinde kompoze edememişlerdir. Bu, özellikle kıssalarda görülmektedir. Daha sonra, Soferim denilen rabbiler, bundan kaynaklanan hataları ve çelişkileri gidermeye çalışmış; şüpheye düştükleri yerlerde, şüpheli cümleleri paranteze almışlardır. Belli bir dönemden sonra, kutsallaştırılması nedeniyle, Tevrat’ın içindeki bütün metinler olduğu gibi muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Bu da, Tevrat’ın bütün bölümlerinde; bir takım boşlukların, rahatsız edici tekrarların, elle tutulur, gözle görülür çelişkilerin olduğu gibi kalmasına yol açmıştır.

    • merdiyan. dedi ki:

      bahsettiğiniz rahatsız edici tekrarlar, mantık hataları kuranda yok sanki. kendini pers kralı ünvanıyla sıfatlayan, hayvan isimlerini hakaret olarak kullanan, kendi adına yemine den bir tanrı. kurandaki tekrarlar da ortada. çelişki iddiaları da. ama siz kendinize yöneltilen iddiaları nasıl kabul etmiyorsanız yahudiler de etmiyor basit.

  3. ali burak dedi ki:

    ”Fâran Dağları”

    1944 senesinde Londra da basılan Tevrat ın Arapça tercümesinden bir âyet: Allah insanlığa Sina da teveccüh etti. Sâîr de tecelli buyurdu. Farân dağlarında zuhur edip kemaliyle ortaya çıktı.Sifr. Tesniye, Bab: 33, âyet: 2).

    Yani Allah’ın (cc) rahmeti ve insanlığa olan merhameti, ihsanı, Hz. Musa nın (as) Cenâb-ı Hakk la mükalemede bulunduğu Sînâ da zahir olmuştur. Bu rahmet, o devrede Hz. Musa ya verilen nübüvvettir. Sâir, Filistin dir. Orada Cenâb-ı Hakk ın rahmeti vahiy yoluyla gelip Hz. İsa yı ve çevresindekileri bürümüştür. Aynı zamanda Hz. Mesih Rabb in tecellilerine mazhar büyük bir peygamberdir. Çokları tecelli ile zuhuru birbirine iltibas ettiklerinden bu meselede de karışıklığa düşmüşlerdir. Evet, O nda tecelli eden nefha-i ilâhidir. Fâran dağlarında ise, Cenâb-ı Hakk, sırr-ı ehadiyet ve makam-ı ferdiyetle zuhur etmiştir. Fâran Mekke dir. Çünkü Tevrat ın başka bir yerinde, Hz. İbrahim in oğlu İsmail i Fâran da bıraktığı anlatılmaktadır. Öyleyse, Tevrat ta geçen Fâran dan maksat Mekke dir. Sırasıyla bu âyette üç nebîden bahsediliyor. Bunlardan birincisi Hz. Musa, ikincisi Hz. İsa (as), üçüncüsü ise son peygamber, İki Cihan Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sav) dır. Tevrat taki âyetin devamında şu ifâdeler var: O nun yanında binlerce tertemiz, pırlanta misâl ashâbı olacaktır. Ve sağ elinde ateşten iki ağızlı balta bulunacaktır. Bu ibareden, O nun cihada me mur olacağı anlaşılmaktadır.

    Malumdur ki Allah Resûlü, vahyin bidayetinde Hira dağında bir mağaraya çekilir ve orada kendini tefekkür ve ibadete verirdi. İlk vahiy bu dağda gelmişti30. Fâran eğer Mekke değilse başka neresi olabilir ki, oradan İslâm dini gibi bir din zuhur edip şarka-garba yayılmış olsun. Dünyada böyle bir yer mevcut olmadığına göre, Tevrat ta geçen Fâran, Mekke ye işarettir. Ayrıca yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tekvin in 21. âyetinde geçen ve Hz. İsmail in yerleştiği yeri anlatan Fâran da yerleşti, ifadesi, dediğimizi ispatlayan en büyük ve en açık bir delildir. Aksini iddiaya da kimsenin gücü yetmeyecektir. Bu mevzuda yapılan itirazlar ilmîlikten uzak, indî mülâhazalardır. Hele âyetin sonundaki ashâb ve cihada me mur olmaya işaret eden kısımlar hiçbir tereddüt ve şüpheye meydan vermeyecek şekilde, O Zât ın Hz. Muhammed Aleyhisselâm olduğunu göstermektedir.

  4. selim dedi ki:

    Tevrat’ın “Yasa’nın tekrarı:33-2” deki ayeti şöyledir:

    (Musa) şöyle dedi: “RAB Sina Dağı`ndan geldi, Halkına Seir`den doğdu Ve Paran Dağı`ndan parladı. On binlerce kutsalıyla birlikte geldi, Sağ elinde halkı için alev alev yanan ateş vardı.

    Musa, Muhammed’den 2000 yıl önce yaşamış ve bu sözleri söylemiş.
    Ve ifadeleri hep geçmiş zaman. Yani olup bitenleri anlatmış. Varsayalım ki gerçekten de öyle olmuş ve bu sözleri Musa söylemiş. Eğer gelecekte bir peygamberin Faran dağından çıkacağını yazsaydı, bir nebze haklı olabilirdin. Kaldı ki bu sözlerinde geçmişten bahsediyor ve bir peygamberden değil, tanrıdan söz ediyor. Sinekten bile yağ çıkarırcasına, olmadık şeylerden delil çıkarmaya çalışıyorsunuz ama tutmuyor. 🙂

    • merdiyan. dedi ki:

      teşekkürler. musanın ölümünü yazmasını garipseyenler muhammedin allahla konuşmasını garipsemez. ölümünden binlerce yıl sonrasından bahsetmesini garipsemez. ne saçmalık.

  5. Özgür dedi ki:

    Tevrat’ın ve İncil’in tahrifatı yazıda değil anlamdadır.Yani değiştirilen Kitab’ın kendisi değil uygulamalardır.
    Nasıl ki buyruluyor:”Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize(Kur’an)iman edin.
    Müslümanlar istesede istemese de Kur’an,ellerindeki Tevrat’ı doğruluyor.”(Bakara 41)
    Kehf 27:Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku.O’nun kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur.O’ndan başka asla bir sığınak bulamazsın.
    Aynı Kur’an Tevrat’ın ve İncil’İn tahrif edildiğini söylüyor.Öyleyse Kur’an çelişkilidir mi diyeceğiz.Hayır çünkü Kur’an tahrifin yazıda değil anlamda olduğunu da açıklıyor:Ey Kitap Ehli!Artık size elçimiz gelmiştir.O kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu da affediyor.İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir.(Maide 15)
    Böyle düşünüldüğünde Kur’an da tahrif edilmiştir.Nasıl ki Hz.Ali Nehcül Belağa’da buyuruyor:Manası tahrif edilse bile Kur’an dan daha revaçta bir mal bulunmayacak.
    Umarım demek istediğim anlaşılır.

Karaca Serin için bir cevap yazın Cevabı iptal et