PANTEİZM – PANENTEİZM

PANTEİZM (Kamutanrıcılık – Tümtanrıcılık)

Tanrı ile evreni bir, aynı ve özdeş kabul eden görüştür. Panteizm, anlam olarak tümtanrıcılık demektir.

Panteizme göre Tanrı’nın evrenden ayrı ve bağımsız bir varlığı yoktur. Tanrı doğadır, doğadaki tüm varlıkların ilk kaynağıdır. Her şey Tanrı’dan türemiş ve tanrıdan bir parça olup tüm varlıkların bütünü tanrıyı oluşturur.

Bu algılamada Tanrı’nın, evrenin kendisi olduğunu savunulur. Panteistler evrende varolan her şeyin (atom, hareket, insan, doğa, fizik kanunları, yıldızlar… ) aslında bir bütün olarak Tanrı’yı oluşturduğunu söylerler. Bu bakımdan evrende vuku bulan her olay, her hareket aslında doğrudan Tanrı’nın hareketidir. Bu görüşün ilginç ve çarpıcı bir sonucu, insanın da Tanrı’nın bir parçası olduğudur.

Panteizme göre; Tanrı her şeydir ve her şey Tanrıdan türeyerek çoğalmış, evrimleşmiştir. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez.

Evreni algılayış biçimi olarak Panteizm, Hindu, Buda dinlerinde hayal gücü geleneğine uygun bir anlayıştır. Felsefî bir tasarım olarak Panteizm ise, eski Yunan felsefesinde Plotinos (205-270), Rönesans’tan sonra Giordano Bruno (1548-1600) ve Spinoza (1632-1677) tarafından temsil edilmiştir. Düşünsel kökü Antik Çağ Yunan Stoacılığına dayanan Panteizmin ileri sürdüğü “Evrenin Ruhu Anlayışı”, Hegelciliği ve Spinozacılığı doğurmuştur.

Tek Tanrı’lı Dinlerdeki Tanrı-Alem ayrılığı, Yaratan-Yaratılan diye bir ikilem, Panteizmde yoktur. Doğayla Tanrı bir ve aynı şeydir. Tanrı yaradan değil, varolandır ve evrenin tümüdür. Evrende görülen şeylerden gayri bir Tanrı yoktur. Tanrı, evrendeki bütün varlıkların toplamıdır. Evrenin başlangıcı ve sonu yoktur. Evrendeki mevcut canlı cansız her şeyin bütünlüğü Tanrı’dır. Önsüz ve sonsuz olan Tanrı, hem makro kozmosta (evrende), hem de mikro kozmosta (insanda) bulunur.

Antikçağ Grek Stoacıları, Yeni Platoncular ve Doğunun Vahdet-i vücut anlayışı, Yahudilerin Kabalası gibi çeşitli felsefî biçimlere bürünen bu inanç, çağımıza kadar süregelmiştir. Panteist olarak adlandırılan bazı Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman düşünürler vardır. Ancak, Panteizmi üç semavi din genelde reddetmektedir.

Panteizm, Arapça’da karşılığı “Vücudiyye” sözcüğüdür. Tanrı anlayışı olarak “her şeyi Tanrı tanımak, varlığı, ancak ona vermek” olarak özetlenebilir. Bunu, “sonsuzluk, sonsuz olan varlık; Tanrı, tabiat” olarak tarif edenler de olmuştur. Bu, Vahdet-i Vücut, yani varlığın değil, Vahdet-i Mevcut, yani fiziki evrenin, tabiatın birliği inancına varır ve tabiatın Tanrı oluşuna, tabiattan başka bir varlık, bir Tanrı, bir gerçek bulunmayışına inanmaktır. Özetle, Vahdet-i Mevcut, son tahlilde Ateizmden, Tanrı tanımamaktan başka bir şey değildir. Vahdet-i Vücut yaklaşımında, Tanrı yaratılmışların hiçbirine benzemez ve bu inanç eşyanın hakikatini Tanrı’da görür oysa, Panteizmde fiziki evrenin kendisi Tanrı’dır.

Panteizme göre evrenin toplamı Tanrı’dır ve evrenin dışında gizemcilerin savundukları gibi bir Tanrı yoktur. Açıkçası her zerre onun kendisidir. Gizemciliğe göre de, her zerre İlahi güzelliği yansıtan bir ayna ve araçtır. Evrenin yaratılış nedeni, Tanrı’nın güzelliğini yansıtmak ve göstermek içindir.

Panteizm üç Türdür;

1. Tabiatçı Panteizm: Tek realite tabiattır. Tanrı da tabiatın içinde var olandır. (Dideron, Boron d’Holbach)

2. İdealist Panteizm: Tek realite ruhtur. Tanrı da ruhun özünde var olandır. (Hegel, Fichte, Brunschvicg)

3. Teolojik Panteizm:  Evrende tek realite Tanrı’dır. Diğer bütün varlıklar, evren, dünya, tabiat, insan, ruhlar vs. her şey Tanrı’nın varlığında oluşmuştur. Hiçbir şey onun dışında değildir, her şey onun türevidir.

PANENTEİZM (Çift kutuplu Kamu-Tanrıcılık ya da Diyalektik Tanrıcılık)

İngiliz düşünürü White Head’e göre, Tanrı’nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı’nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı’da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir.

Süreç felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head’le başlayan bu akıma Panenteizm ya da Diyalektik teizm denir. Panenteizme göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur.

Hartshorne Tanrı’nın bir soyut bir de somut iki yüzü olduğunu söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez, erişilmez ve değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu iki niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Teizmdeki gibi değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir. Buradaki yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir. Yani yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu tanımla Panenteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır.

Özet olarak; Panteizm ile Panenteizm arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Panenteizimde ise, her şey Tanrı’dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı’ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül den geçmektir.

Philip Clayton, fikirlerin beyinde ve davranışlarımızda değişimlere neden olduğunu söyleyerek, zihinsel olayların nöron örnekleri üzerindeki etkilerde yukarıdan-aşağıya nedenselliği savunur. O, sinirbilim tarafından kavranıldığı gibi, zihinsel olayların fiziksel olaylara bağımlı olduğunu tamamen kabul eder. Clayton, zihin-beden ilişkisini, panenteizm olarak adlandırdığı Tanrı-alem ilişkisinin bir benzetmesi olarak kullanır.

Panteizm Tanrı-alem özdeşliğini, teizm ise aşkın Tanrı-alem ayrılığını savunurken, panenteizm, daha çok Tanrı’nın alemde, alemin ise Tanrı’da olduğunu iddia eder. Bu görüş, içkinlikle aşkınlık arasında bir dengeyi temsil etmektedir. “Benim savunduğum panenteizme göre, bedenimiz üzerindeki hareketimize benzer bir biçimde, Tanrı da alemin herhangi bir yerinde hareket edebilir. Aynı zamanda Tanrı alemden aşkındır ve fiziksel alem yok olduktan sonra da varolacaktır.”

Panenteizm, Tanrı’yı alemden ayırmak için uzaysal metaforlar kullanır, fakat Clayton, uzaysal ayrımın değil, zorunlu varoluşla yetkin varlık arasındaki karşıtlığın önemli olduğu üzerinde ısrar eder.

Panenteizme daha yakın olan bir benzetme, alemin Tanrı’nın bedeni olarak görülmesidir. Grace Jantzen; Kitab-ı Mukaddes, çağdaş psikoloji ve felsefeye dayanarak psikosomatik bir birlik şeklindeki bütüncül bir insan anlayışını savunarak klasik zihin-beden ikiliğini reddeder. Jantzen’e göre, cisimsiz ruh şeklindeki klasik Tanrı anlayışı, ebedi biçimlerin geçici maddenin bir alt alanıyla çatıştığını, Tanrı’nın ise değişmez olduğu için maddi olamayacağını savunan Hıristiyan Platonizmi’nin bir ürünüdür.

Fakat Tertullian gibi çok az kilise papazı, Stoisizm panteizmini ve determinizmi reddetmesine rağmen Tanrı’nın tecessüm ettiği şeklindeki Stoik iddiayı kabul etmiştir.

Jantzen, Tanrı’yla insanlar arasında önemli farklılıklar olduğunu kabul etse de, bunun cisimsizlik bağlamında değil, Tanrı’nın yetkin tecessümü olarak ifade edilmesinin daha uygun olacağını iddia eder. Biz, düşüncelerimizin, duygularımızın ve bedenimizdeki birçok olayın farkındayız; fakat, farkında olmadığımız olaylar da vardır (mesela, iç organlarımızın hareketi). Tanrı ise, evrendeki tüm olayların doğrudan ve aracısız bilgisine sahiptir. Her yerde bulunması hasebiyle Tanrı, bizim yaptığımız gibi sınırlı bir açıdan değil, tüm açılardan algılamaktadır. Bu yüzden Tanrı, sinirsel bir sistemin benzetmesine ihtiyaç duymaz.

Tanrı, insan bedeninin birçok sınırlamalarından münezzeh olmasına rağmen, herhangi bir bedenin varlığı sınırlamaları gerekli kılar. Fakat Jantzen, Tanrı söz konusu olduğunda, bunların ihtiyari kendini-sınırlamalar olduğunu iddia eder.

Tanrı şimdiki evreni yok edip yerine farklı bir şey inşa edebilir; bu alem olmadan da Tanrı varolabilir, fakat herhangi bir alem olmadan yapamaz. Tanrı, ihtiyari olarak tüm yaratıklara yeteri kadar bağımsızlık ve özerklik vermiştir. Bu noktada Jantzen, Tanrı’yla alemin “tek gerçeklik” olduğunu söylemekle kendilerinden ayrılmasına rağmen, daha önce tartıştığımız Tanrı’nın kendi-sınırlamasını savunanlara benzemektedir.

Whitehead’e göre Tanrı, alemdeki olaylardan etkilenir. Süreç felsefesinin temel kateforileri (zamansallık, etkileşim ve karşılıklı ilişki) Tanrı’ya da uygulanmaktadır. İlahi tecrübenin alemden bir şeyler alarak ve ona katkıda bulunarak değişmesi anlamında Tanrı zamansaldır. Tanrı’nın amaçları ve karakteri ebedidir, fakat olaylarla ilgili bilgisi, olayların ortaya çıkışıyla değişir. Tanrı, verilerin bir parçası olmak suretiyle yaratıkları etkiler.

Tanrı aleme karşı son derece duyarlıdır. Yaratıcı olarak Tanrı, kutsal metnin rasyonel ilke ve ilahi Söz anlamındaki logos kavramıyla özdeşleştirilebilecek düzen ve yeniliğin ilk kaynağıdır. Duyarlı olarak Tanrı, zamansal ve alemden etkilenmiş durumdadır. Süreç görüşü, belirli ilahi inisiyatiflere müsaade etmektedir. Eğer Tanrı her bir yeni varlığa özel imkanlar sağlıyorsa, bir olay tam olarak değil, fakat belli ölçüde Tanrı’nın bir fiili olabilir.

Cobb ve Griffin’e göre, insanlık alanında Tanrı, varolan kültürel gelenekler dahil olmak üzere geçmişe dayanmakta ve her zaman birey ve toplulukların özgür karşılıklarına bağımlı olmaktadır.

Tanrı herkesi eşit ölçüde sever, fakat bu sevgi bir birey veya topluluğa nazaran diğerinde daha kesin olarak açığa vurulabilir.

Bana kalırsa, Tanrı’nın alemde bulunmasına dair süreççi anlayışın en yakın karşılığını kutsal metnin Ruh telakkisinde bulabiliriz.

Süreç düşüncesinin bir diğer temel özelliği, varlıklar arasındaki ekolojik bağıntıyı kabul etmesidir. Ruh-beden ayrımı ve insanla insan-olmayan arasında kesin bir ayrım söz konusu değildir.

Farklı insan karakterlerinin bulunmasına rağmen, insanlığın da diğer varlıklar gibi yaşamın bir parçası olmasından dolayı insan-merkezcilikten kaçınılmıştır.

Süreç teizmi, insan zafiyetini ve geçmişten alınan biyolojik ve sosyal yapıların empoze ettiği sınırlamaları kabul etmesinin yanı sıra, Tanrı’nın amaçlarına katkıda bulunma sorumluluğumuzu ciddi bir biçimde desteklemektedir. Biz, tamamlanmamış bir evren ve Tanrı’nın sürekli çalışmasına iştirak ederiz. Tanrı bize, özgürlük, adalet ve sevgiyi hatırlatmaktadır. Zaman, tarih ve doğa onaylanmak durumundadır, çünkü bunlar Tanrı’nın amaçlarının daha ileri götürülmesi için vardır.

“Eril” ve “Dişil” Nitelikler. Klasik Tanrı anlayışında, büyük ölçüde kültürümüzün “eril” olarak düşündüğü güç, rasyonellik, bağımsızlık ve duyarsızlık gibi değerler ağırlıktaydı. Süreççi düşünürler ise tersine, Tanrı’ya, kültürümüzün “dişil” olarak gördüğü terbiye, duyarlılık, etkileşim ve sorumluluk gibi değerler atfeder.

Deizmin aksine, süreç düşüncesi, olağanüstü derinlik ve açıklıkla özel şartlar altında Tanrı’nın amaçlarını açığa vuran fiiller dahil, alemde Tanrı’nın sürekli fail olduğu görüşünü savunmaktadır. Böyle bir yaklaşım, hem mutlakçı saldırganlığının hem de rölativist belirsizliğin bir alternatifi olarak, dünya dinleri arasında bir diyalog kurulmasını teşvik edebilir. Biz, belirli bir topluluk içinde kökleştiğimizi kabul etmeli, fakat bunun yanında da diğer toplulukların tecrübelerine açık olabilmeliyiz.

Neticede, bilimsel ve dini anlayışları bir araya getiren Diyalog ve entegrasyonun, Çatışma ve Bağımsızlıktan daha ikna edici yöntemler olduğuna inanıyorum. Monarşik Tanrı modelinin temsil ettiği sorunlara karşın, çağdaş bilimdeki spesifik görüşlerin kullanımının, Tanrı’nın enformasyon iletici ve öz-oluşumcu bir sürecin düzenleyicisi ve hamisi şeklinde algılanmasına yeni imkanlar yaratmasını heyecan verici buluyorum. Tanrı’nın kendisini sınırladığı yönündeki görüşlere sempati duyuyorum.

Kuantum belirsizliklerinin belirleyicisi ve yukarıdan-aşağıya neden şeklindeki Tanrı anlayışlarının sistematik gelişimlerini de takdir ediyorum.

Tüm modeller sınırlı ve kısmidir ve hiçbirisi gerçekliğin tam ve uygun bir resmini çizemez. Alem değişiktir ve bu değişik görünümleri bir model diğerine göre daha iyi temsil edebilir. Tanrı’yla şahıslar arasındaki ilişki, yıldız ve kaya gibi şahıslaşmamış nesnelerle arasındaki ilişkiden farklıdır.

Panenteizm ve Spinoza

Fikirleri en çok çarpıtılan, yanlış değerlendirilen bir düşünür de Spinoza’dır. Belki de batı felsefe tarihinde Spinoza kadar nefret edilen bir başka düşünür yoktur. Bu nedenle onun görüşleri yanlış olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Batı anlayışına çok yabancı olan bir yaklaşım sergilemiştir ve bu kadar tepki görmesi, Batılı bir düşünür olmasındandır, yoksa farklı bir kültürden olsaydı bu kadar tepki görmeyebilirdi. Buradan da hareket ederek Spinoza’nın yanlış değerlendirilmesinde bir husus daha ortaya çıkar. O da etkilendiği, İslam düşüncesidir. Bu etki genellikle görülmezlikten gelinir ve Spinoza değerlendirilirken aldığı çeşitli etkiler dile getirilirken bu gündeme getirilmez. Bu da Spinoza’nın görüşlerinin eksik ve yanlış değerlendirilmesine yol açar. Spinoza, değerlendirilirken bu hususa, özellikle vahdet-i vücut anlayışına, dikkat edilmelidir.

Spinoza’yı değerlendirirken öncelikle onu “Tanrı aşığı” olarak adlandırabiliriz. Ancak Spinoza uzun zamanlar boyunca “ateist” olarak tanımlanıp lanetlenmiştir. Onun Tanrı ve varlık anlayışını önyargılarla, belirli kılıflarla değerlendiren düşünürler, doğal olarak yanlış anlamışlardır. Belki de bunun altında, farklı bir yaklaşıma karşı gelme de olabilir. Özellikle onun madde ile ilgili olan düşüncelerini Tanrıyla ilişkilendirmesi tepkilere neden olmuştur. Ve tabi irade- özgürlük gibi konularda ortaya koyduğu görüşler de bunda çok etkili olmuştur. Ancak biz bu çalışmamızda irade- özgürlük anlayışından ziyade, Spinoza’nın Tanrıyı ontolojik olarak incelemesinde kısaca bakacağız.

Spinoza’nın yanlış değerlendirilmesinin bir nedeni de onun felsefesi ile yapmak istediğinin anlaşılamamasından olabilir. Bu nokta üzerinden hareketle onun görüşleri daha iyi değerlendirebilir. Bize göre Spinoza bir hayat felsefesi geliştirmeyi amaçlamaktadır. Onun felsefesinin temel amacı, bilgiye dayalı bir yaşamı ortaya koymaktır. Bunu temel eseri olan Etika’nın ilk iki bölümünü ontoloji ve epistemolojiye ayırmasından anlayabiliriz. Spinoza gerçekçi bir tavır içerisinde insanın nasıl daha kaliteli yaşanacağı üzerinde durmuştur. Kaliteli, ahlâklı bir yaşamın temelinde bilgiyi görür. Bu bilgi Tanrının bilgisidir. Spinoza’nın fikirlerinin ana eksenini Tanrı anlayışı oluşturur. Onun Tanrı anlayışının yanlış anlaşılması, yorumlanması, tüm sisteminin çöküşü demektir.

Ona göre Tanrı anlayışı “temel”dir. Tanrı bütün varlığa içkindir. Varlık, Tanrı’nın bir tezahürüdür. Varlık Tanrı’dan yarı değildir, ve Tanrı’dan ayrı olan bir şey yoktur. Tanrı “sonsuzdur.”Her şey Tanrı ile açıklanmaktadır. Maddi olan da tinsel olan da… Madde/ uzam Tanrı’nın sonsuz sıfatlarından biridir. Bu görüşünden hareketle, Spinoza’nın varlık anlayışını anlatılırken, o hep panteist olarak değerlendirilmektedir. Yani tabiatla Tanrı’nın aynı şey olduğunu savunduğunu iddia ederler. Böyle bir anlamlandırma Spinoza felsefesine ne kadar uymaktadır? Şimdi bu hususu incelemeye çalışalım.

Bu konuyu incelemeden önce kısaca, mevzunun kavramsal çerçevesini kısaca bakalım. Değerlendirmelerimiz bu kavramsal çerçeve içerisinde olacaktır.

Önce kavramların tanımını daha detaylı ele alalım:

Panteizmin Kavramsal Açıklaması

Panteizm, panteos kavramından türetilmiştir. Panteos Yunanca istiğrak edatı olan, her şey manasına gelen Pan ve Allah manasına gelen “Theos” kelimelerinin birleşiminden meydana gelmiş bir sözcüktür. Panteos sözcüğüne “-izm” ekinin ilave edilmesi ile meydana gelen panteizm bir felsefî sistemin adı olmuştur. Panteizm kavramı, Doğatanrıcılık, Tümtanrıcılık gibi isimlere karşılık olarak kullanılmıştır.

Panteizm çeşitli şekillerde tanımlanmakla birlikte temelde uzlaşılan nokta bu sistemin Tanrı- alem münasebetinde ortaya çıkan ikiliği çözmeye yönelik olduğudur. Bu çerçevede panteizm, “Her şey odur” ifadesi ile karşılanmaktadır. Yani panteizmde ne sonlunun sonsuzda ne de sonsuzun sonluda yok olması söz konusu değildir. Bu bilgiler ışığında panteist anlayışı şu şekilde tanımlayabiliriz:

“…Tanrı-alem ikiliğini kaldıran, Tanrı’nın her şeyi ihtiva ettiğini, hatta onun her şey olduğunu, dolayısıyla ne tabiatın ne de insanın müstakil varlıklar gibi görülemeyeceğini; onların sadece varlığın farklı tarzlardaki açılımlarından ibaret olduğunu ileri süren dini ve felsefî bir doktrindir.”

Aslında tanımdaki içeriği ele aldığımızda Tanrı’nın her şeyi ihtiva etmesi anlayışına teizmde de rastlamaktayız. Ancak son noktada panteizm, evreni Tanrı ile özdeş kıldığından tezimden ayrılmaktadır; tanımı çok genişletemediğimiz sürece teizm ile panteizmin aynı şeyler olması tehlikesi ile karşılaşmayız. Ayrıca şu da belirtilmelidir ki panteizm, monist bir sistem olmakla birlikte her monist sistemi panteizm olarak görme yanlışına da düşmemek gerekir. Nitekim ateist maddecilik ya da monist ruhçuluk da birer monist sistem olmakla beraber onları panteizm olarak niteleyemeyiz.

Panteizmde önemli olan alem ve Tanrı gibi iki ayrı varoluşun olmadığını görebilmektir. Ontolojik olarak varolan tek bir şey vardır ve onun iki ayrı görünüşü söz konusudur. Allah ile tabiat, iki bağımsız varlık değil tek bir vücuttur. Ferit Kam’ın ifadeleriyle hakiki varlık ne sonsuzdadır ne de sonlu da. Belki onların ezeli, zaruri, ayrılması imkansız olan belirlemelerindedir. Özel olarak, bir yerde çoğalmış bir birlik, bir yerde birleşen çokluk görülür. İşte panteizmin esası budur.

Panteistlere göre her şey Tanrı’da içkin halde varolduğundan canlı ya da cansız varlıkların ve fertlerin Tanrı’nın doğasından bağımsızlığı söz konusu edilemez. Onlar Tanrı’nın salt birer görünüşünden ibaret olup tam manası ile Tanrı’nın varlığından zuhur etmişlerdir.

Panenteizmin Kavramsal Açıklaması

Panenteizm, panteizmin “Her şey Tanrı’dır.” şeklindeki ifadesini “Her şey Tanrı’dadır.”a dönüştürmüştür. Bu düşünceyi savunanlara göre her şey Allah’tadır. Ancak her şey Allah’ta mevcut olmakla birlikte bu her şeyde uluhiyetin varolduğundan söz edilemez. Tanrı alemin dışında bir aşkınlığa sahiptir, onunla birlikteyken. Hem zamanın içindedir hem dışında; hem değişendir hem de değişmeyen. Mehmet Aydın’ın ifadeleri ile bu söylenenler bağlamında panteizmde çift kutuplu ulûhiyet anlayışı ortaya çıkmaktadır.

“Sözgelişi, süreç (proses) felsefesinden yola çıkan düşünürlerin uluhiyet anlayışları genellikle zaman zaman ‘çift kutuplu deizm’ veya ‘diyalektik teizm’ gibi terimlerle adlandırılmaktadır. Özellikle bu son iki terim “pan-enteizm” terimi ile “panteizm” teriminin yazılışlarından dolayı birbirine karıştırılması yüzünden tercih edilmektedir.”Bu bağlamda panenteizm Tanrı’yı soyut, mutlak ve değişmez gibi yönleriyle evrenin üstünde, somut, göreli ve değişen yönleri ile de evrenin içinde görür.

Spinoza’nın kavramsal çerçevesini dikkate aldığımızda onun felsefesinin yanlış kavramsal çerçeveye oturtulduğunu açıkça göreceğiz.

Spinoza Panteist midir Yoksa Panenteist midir?

1- Öncelikle Spinoza’nın, “kendi cinsinde sonlu” kavramına bakalım. Dikkat çekici bir biçimde Spinoza Etika’ya başlarken ilk önce zorunlu varlıktan, kendi kendisinin nedeni olan varlıktan bahseder daha sonra kendi cinsinde sonlu kavramından bahseder. Şimdi bu tanıma bakalım:

“Sınırlı olan, yani kendisiyle aynı tabiatta başka bir şeyle sınırlanabilen bir şeye kendi cinsinde sonlu diyorum. Diyelim, cisim kendi cinsinde sınırlıdır, çünkü biz her hangi cismi tasarlarsak, tasarladığımızdan daha büyük cisim birinci cisimle aynı tabiatta olduğu için, cismin kendi cinsinde sonlu olduğunu söylemek doğrudur. Nitekim bir düşünce başka bir düşünce ile sınırlandırılmıştır. Fakat cisim düşünce ile ve düşünce de cisimle sınırlandırılmamıştır.”

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, cisimsel olan düşünceyi, düşünsel olan maddeyi etkileyemez. Dolayısıyla varlığı bunlardan herhangi birine indirgemek Spinoza felsefesinde mümkün değildir. Yani buradan tabiat eşittir Tanrı gibi bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Böyle bir tezi savunmak indirgemeci anlayışı savunmak olacaktır. Ve bu kendi cinsinde sonlu tanımına aykırı, yani Spinoza’nın anlayışına aykırı bir tutum benimsenmiş olacaktır. Bu anlayışın sonucunda varlığı açıklamak için bunlardan biri kullanılmak zorunda kalınacaktır ki, bu da yanlış bir anlayışa götürecektir. Çünkü bu ikisi birbirine indirgenemez.

2- İkinci olarak Spinoza cevherin sıfatlarının sonsuz sayıda olduğunu söylüyor. Yani varlık sınırlı değildir ve bizim bilmediğimiz şekillerde var olmaya devam eder. Tanrının sonsuz sayıda ve sınırlandırılamayan niteliklerini panteist diyerek sınır ve son konulmuş oluyor ki bu Spinoza felsefesinin özüne aykırıdır. Onu sadece tabiatla özdeşleştirmek, sonsuzluk anlayışına ters düşer. Çünkü böylece Tanrının özellikleri belirlenmiş ve sınırlandırılmış olur. Bu anlayışın sonucunda varlık, dolayısıyla Tanrı maddi olanla açıklanmaya başlanır ki, bu Spinoza felsefesinin iflasıdır. O bütünlüklü bir açıdan, bütün nitelikleri kapsayacak bir şekilde Tanrıyı ortaya koymuştur, bunlardan herhangi birinin tekeline bırakmamıştır.

Spinoza maddi olanın Tanrı’nın bir özelliği olduğunu söylüyor; ancak, maddi olmanın Tanrı ile aynı şey olmadığını akabinde dile getirir. Ancak maddi olanın, her şey gibi, Tanrıda olduğunu vurgular ve bunun altını çizer.

Bununla birlikte Tanrının sırf düşünsel bir şey olmadığını da vurgular. Eğer sırf tinsel olsaydı, gerçekliğin ispatı mümkün olmayacaktı. Onun varlığının gerçekliği söz konusu olmayabilirdi. Ayrıca maddi olanın da devreye girmesiyle onun gücü, görünüşü ortaya çıkmıştır.

3- Belki de onun panenteist olduğuna kanıt olarak öne sürülebilmesini sağlayan argüman 15.önermeden kaynaklıdır. Bu önermeye bakalım:

“Varolan her şey Tanrıda vardır ve Tanrı olmadan hiçbir şey var olamaz ve tasarlanamaz.”

Burada varolan her şey Tanrıdır demez, varolan her şey Tanrıdadır, der. Buradaki ayrım çok önemlidir. İstese, bilinçli bir şekilde bunu derdi. Ancak böyle bir şeyi iddia etmenin sonunda Tanrıya sınır koymuş olacağının farkındadır. Ayrıca Spinoza böylelikle cevherin/ Tanrının dışındakilerin ona bağlı olduğunu da dile getirmiş olur. Bunu şurada da görmekteyiz.

“…Tanrı dışındaki bir şey, varolmak için yalnızca Tanrı’nın yani cevherin yardımına, istemine gereksinim duyar.”

Spinoza Tanrı’nın gücü ya da hakikati derken kullandığı aynı mantıksal dille doğanın yasalarından söz edişini akılda bulundurmak gerekir. Doğada Tanrı’nın evrensel (tümel) yasalarını izlemeyen hiçbir şey olamaz. Bu düşünce, Tanrı’nın gücü ya da hakikati ile doğanın yasaları arasında oldukça yakın bir ilişki olabileceği fikrini uyandırıyor.

Bundan sonra Spinoza’nın şu düşüncesi de panenteist olduğunu desteklemektedir:

4- Tanrının özü varlığı kuşatır ancak varolanların tümünün varlığı Tanrının özünü kuşatmaz.

Bu düşüncenin sonucu olarak, Tanrı varolanların hepsinin toplamından daha farklı bir şeydir, diyebiliriz. Varolanlar, onun özünden çıkmakla beraber, onu tümüyle yansıtmaz. Varlık zaten Tanrının modusları, tavırları, görünüşleridir. Varlıkla Tanrı’yı aynı tutmak mümkün değildir. Dolayısıyla Tanrı tabiattır demek (yani panteisttir) demek tümüyle eksik ve yanlış değerlendirilmesidir.

5- “… Tanrı ile meydana gelen şeyler arasında gerek öz gerek varlık bakımından fark olmalıdır: çünkü her eser, kendi nedeninden, şüphesiz ona bağlı olması bakımından ayrılır.”

Buradan da anlaşılacağı üzere Tanrı ile yarattıkları aynı şey değildir. Bu ayrım çok önemlidir. Çünkü varlıkla Tanrının aynı şey olmadığını çok net bir şekilde vurgulamaktadır. Zaten varlık onun tavırlarıdır, yani onun yansıması, görünüşüdür ama yine de tam anlamıyla o değildir. Varlık onun özünü yansıtır, ancak Tanrının kendisi, Tanrının tabiatı ile aynı şey değildir.

Tavırlar teorisinde gördüğümüz gibi, sonlu tavırların olması durumu vardır. Bunlar Tanrının özünü yansıtan şeylerdir. Ancak tümüyle Tanrının tabiatı değillerdir. Burada sonlu olan bir şey olmasının ulaştırdığı sonuç Tanrının aşkınsal olduğudur. O hem her şey ondadır ancak o bütün bu şeylerden daha fazladır. Ayrıca o kendi kanunlarına tabiidir, yoksa başka bir şeye, yarattıklarına tabii değildir.

6- Bir diğer husus, Spinoza varlığı sonsuz bir aklın tasarımı olduğunu dile getirmesidir. Yani bu dünya bir tasarımdır. Sonsuz bir aklın tasarımı; yoksa bilinçsizce bir oluşum yoktur. Kendi kendini belirler, kendini oluşturur. Bu durumda onu tabiatla aynı tutmak onu bu özellikten mahrum etmektir.

7- Ayrıca bilgi teorisinde göreceğimiz gibi “tikellerin Tanrı’ca bilinmesi” vardır ki bu panteist anlayışla uyuşmaz. Panteist telakki içerisinde yer almaz. Çünkü burada Tanrı bir şahsiyet kazanmış olacaktır.

Bu verilerden hareketle Spinoza’ya panteist demek mümkün değildir.

 

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Felsefe içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

26 Responses to PANTEİZM – PANENTEİZM

  1. Ferda Yamanoğlu dedi ki:

    Spinoza denen filozof oldukça akıllı bir kişi.Ayrıca idealistte.Gerçekleri söylediği için Hahamlarca aforoz edilmeside bunun bir kanıtı.Evrene ALLAH demediği gibi,saate’de usta demiyor.Panteizim zaten big-bangla çoktan yıkılıp gitti.Ama hala bir çok akılsız saate usta demeye devam ediyor.Ne diyelim.ALLAH akıl fikir ihsan etsin.

  2. abdullah dedi ki:

    evet tanrı doğadır biz ve bütün canlılarda onun bir parçasıyız yani yapı taşlarıyız eski yunan filozoflarının bu yönde bir çok araştırmalarıda mevcut. yukardan kimse 6 gün içinde ol deyipte olmadı bu evren.dinler sadece fantastik düşünceler.

  3. 242561 dedi ki:

    Puta tapın kurtuluşa erersiniz.

  4. sevginin ışığı dedi ki:

    Eline sağlık. güzel bir yazı… (Hallacı Mansur ile ilgili bir yazın var mı acaba? Listede göremedim..)

    Paramahansa yogananda’nın ‘Bir Yogi’nin otobiyografisi’ kitabını (Klan yayınları)
    ve
    Sri Nisargadatta Maharaj’ın ‘Ben O’yum’ ( akaşa yayınları) kitabını bu siteyi takip eden herkese tavsiye ederim.. sevgiler

  5. Hakan dedi ki:

    Panteizm = Ateizm degildir. Biri evrene bakip ilahi bir duyguya kapilmazken bos bardaga bakar gibidir.
    Digeri ise sebeplerin sebebini hisseder, özunu anlar, tanriyi hisseder.

    Ayrica Bing-Bang panteizm ile celismez.
    Madde = Enerji ise,
    Evrende enerji vardan yok, yoktan var olmuyor ise.
    Bing-Bang ile parcaciklara ayrilan igne ucu kadar olan noktanin / cevherin / tohumun “tanri” olmamasi icin bir neden yoktur.

    • elevation dedi ki:

      Çok saçma bir yaklaşım bu. Bilhassa panteizm. Teizm kendi içinde tutarlı bir teolojiye sahip, inanç sistemidir. Deizm bunun dinden soyutlanmış ama evren ötesi yaratıcısını kabul eden biraz daha abuk bir inanç sistemidir. Agnostiklik ise bilinmezci bir düşüncedir, ama tanrının varolabileceğinide olmayabileceği gibi öne sürer. Ama Panteizmi hiç anlamıyorum yani. Düpedüz komik bir akım. Sırf materyalizmi, tanrı ile beraber sürdürmek için saçma sapan pragmatist ve eklektik (sentezci) felsefeler icat etmiştir insanlar. Hinduizm ve Budizm dinleri bu panteist ya da onun varyetesi olan Panenteist eğilimli dinlerdir. Ateist din sanılan Budizmde tanrı vardır ama yaratıcı tanrı yoktur. Evrenle özdeş bir ruhtan felan bahsedilir. Yani Budizm Panteist bir dindir aslında.

      Bu açıdan Materyalizm=Ateizmdir. Evrenin neresi tanrıymış 🙂 Maddenin düşündüğünü nerenizden çıkarıyorsunuz. 🙂 Madde enerji ya da evren, mevcut varlığın tümü bilinçsizdir. Bilinç denen şey ancak memeli beyni ile ortaya çıkar. Primatlarda gelişimini sürdürür ve İnsanda en yüksek halini alır. Gökadalar ve evrenin kendisi basit temel kuvvetlerin ürünüdür. Elektromanyetik, Kütleçekim, Nükleer kuvvetler (Güçlü) buna yol açmıştır. Radyoaktif olayların binlerce, yüzbinlerce sene içinde gerçekleşmesini bile bilinç değil, Zayıf Nükleer kuvvet sağlar. Bunların bozonları, temel partikülleri gösterilmiştir.

      Kısacası, bir ateist olarak diyebilirim ki, evren ve içindeki varlıklar kendiliğinden fizik kuvvetlerinin sonucu olarak doğmuştur. Bu kuvvetlerde yaratılmamıştır zaten, tekil durumdan patlama ile bu hale gelmiştirler. Bir tanrı varsa bile evrenin ötesinde olması gerekir, ama zaten yok. Bu nedenle teist-ateist aralığında kalan sentezci akımlar doğmuştıur.

      • elevation dedi ki:

        Ayrıca Hinduizm ve ondan doğan Budizmin yanı sıra; Tasavvuf, Sufizm, Alevilik, Bektaşilik, Kısmen diğer Şii ekolleri, Taoizm, Konfiçyüslük, Spinozacılık, Rönesans vs. bilmemne ıvır zıvır inançlarda Panteist düşünceye sahip inançlardır. Türkiye’de Alevilerin ve CHP’lilerin büyük çoğunluğunun ateist olmamasına rağmen seküler yaşamasının nedeni panteist inanç taşımalarından kaynaklanır.

        Gerçek seküler düşünceye sahip ateistler olarak bunlar bizi daima rahatsız etmiştir. Çünkü teizmin tanrı figürünü seküler yaşama etiketlemeye çabalarlar. Bu da rezilane bir şeydir. Çünkü Tanrı ideası yapısı ve muhtevası yani kökeni itibarıyla Teist-İdealist, Ruhçu ve çoğu zaman Deterministik (Kaderci)dir. Bu da Materyalizmin dünyayı değiştirmeye yönelik eylemini engellemeye, insanı pasif ve edilgen, uyuşmuş hale getirmeye yönelir. Karl Marx bu nedenle “Din kitlelerin afyonudur” demiştir.

      • sanalmanik dedi ki:

        panteizm,
        neden saçmadır?
        saçmadır ya da değildir ama nedir ya da ne değildir;
        ben varım ve sen varsın; ve sen ve ben varım ve ben senim sen bensin;
        tüm bu olan şey birbiri içinde ve birbiri;

        pantezim biz yaratıcıyız-aynı şeyiz ya da kaynağız demektir
        yani varlıkta kaynak ikilği-yaratılmış ve yaratılan- -deneyimleyen ve deneyimleten- gözlemci ve tanık- ikiliği ya da gibi ikilikler yoktur;
        yani deneyimi veren-yapan yapıcı ve sen gibi;
        Sen kaynağın kendi ve bütüncül olmalısın bütüne bağlı ve içerik;
        yani biz yaptık ve biz aynı şeyiz- tümtanrıyız -hepimiz ve her şey; ya da tümkaynak ve tümdeneyimleyici; tümolan; hepsi; tümtasarımcı ya da tüm deneyimleyeci; ya da tüm bilinemz ve tümbilmeyen;
        panteizm bize bunu bizden dışsal iradeli bi kaynak vermedi demektir; kaynak içseldir ve kendisidir ve bütün olarak bizide kapsar içerir ve dışsamaz demektir; ve eşittir biz kaynağız;

        değildirse değildir ve tü mbunalr değildirse değildir; neyse nedir-neyse odur; kim tanımlarsa tanımlar , ki men tanımalrsa tanımlar;

        başlamamış ve yapılmamış varlık ve varoluş ve varoluş potansiyeli ya da başlamamış ve yapılmamış kaynak; varlık-oluş kaynağı
        yani başka bir iradeli tarafından ona irade bağışlnamamış kendi hep varolan irade; kendini deneyimledi-böldü-çoğulladı ya dagerçekledi yaklaşımıdır özünde;

      • kemal dedi ki:

        sen madde biliçsizdir diyorsun ama senin peygamberin ağaçla, kütükle konuşmuş, hatta kütük ağlamış. kendinle çelişmiyor musun?

  6. Hakan dedi ki:

    “Çok saçma bir yaklaşım bu. Bilhassa panteizm.”
    Sen sacma diyorsan sacmadir o zaman. 🙂

  7. Uğur dedi ki:

    Marx’ta tarihsel materyalizm fikriyle determinist olmuş oluyor aslında. Karl Popper da Marx’ı buradan yakalıyor ve onu rezil ediyor zaten.

    • exhorder dedi ki:

      Aynısı islam dini içinde geçerli. Müslümanlar dinlerinin üstüne soğuk bir su içsinler. Küreselleşme gerçekleştiği anda İslamın değeri de Budizm kadar bir şeydir. Yani bir hiçtir.
      Komünizmin sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırarak halledeceği şeyi Küreselleşme yapacaktır. Komünizm ne ise Küreselleşme odur. İkiside Allahsızdır.

      • Uğur dedi ki:

        Akhenaton’un blogunda küreselleşme diye birşey yoktur diyordunuz ama?

  8. Uğur dedi ki:

    Bunun İslama yansımış hali Enel-Hak’tır. İslamla alakası yoktur, diyen kafir olur.

  9. Uğur dedi ki:

    Akhenaton’un blogunda, ateistforumda, diğer forumlarda (xhorde,antiliberty,LBronstein,antichrist vs… Onur_t ve Subotnik de sanırım) ve sözlüklerde yazdığınız diğer tüm yazıları okumuştum. Ankara Fizikte okumuştunuz hatta yanılmıyorsam. Ve Troçkisttiniz. Davanızın olması ve savunmanız çok güzel birşey ama Türkiye’deki insanların çoğu bunlara değecek İnsanlar değiller. Kaldı ki Türkiye gibi dünya ölçeğinde önemsiz ve sıradan bir ülkede devrim olsa ne olur olmasa ne olur? Tüm dünya piyasalarının eklemlendiği şu çağda ABD, AB veya Japonya gibi ülkelerde devrime ait emareler olmadığı sürece de geri ülkelerdeki hiçbir hareketin bir önemi yok gibi bana kalırsa.

    • elevation dedi ki:

      Ankara Fizik bölümünü bitirmedim. Uludag sozlükte bir dönem paravan hesap açıp orada öğrenci olduğumu söylemiştim. Yalandı. Ateistforumda Cervantes’te forumla aynı nicki kullandığım o sözlükten okuyup foruma afişe etmişti.

      2009 yılında Troçkisttim. Ancak sonraları işler epey değişti. Şimdi Sosyalist olup olmadığımdan bile emin değilim. Köprünün altından çok sular aktı. Ama bir devrim olsa bile az ve orta ölçekte gelişmiş ülkelerde de gerçekleşebilir. Bu illa ki sanayi toplumlarında olmak zorunda değil.

  10. nizami dedi ki:

    panteizm bence hic sacma bir yaklashim deyill sizin akliniz belki kabullenemiyor asil sacma olan bir cizgi film gibi evrenin uzerinde duran bir tanriya inanmaktir…. hatta A.einstein bile spinozanin panteizmine harkan kaldiqini bildirir … ve onun tanrisinin spinozanin tanrisi olduqunuda bildirir…. shimdi A.einsteinden dahada cook bilemeyiz dimi ??? … demeki hata kendimizde .. oncelikle big bangla panteizm yikilmadi cunku dushunuyorsunuz ki eyer big bang den once evren yoktu ve o zaman bizim tanrimiz yokmush kendi kendine patlamish var olmush ama birde boyle dushunun sizin dushuncenizle doqa ustu bir tanri varsa size boyle soru sorulur .. evreni kim yaratti ve boyle cevaplarsiniz tanri .. peki tanriyi kim yaratti ? .. o zamanda boyle cevaplarsiniz tanri her zaman var olan bir sheydir.yada kendiliyinden var oldu bunu aciklayamazsiniz… eyer tanri kendiliyinden var ola biliyorsa neden evrende kendiliyinden var ola bilmesin?????

  11. sevgi dedi ki:

    Ben de spinozanin panteizmine hayranim. Evet din hakkindaki tum dushunceler fantastikdir. Tanri dogadir. Onun bir beyni yok diyorsaniz o hep kendi kendini yeniler, hep degishir. O buyuk bir vehdet teshkil eder. Tum canlilarin bir birinin tum ihtiyachlarini odemelerini saglar. Mesela otobur hayvanlar bitkileri yer, etebur hayvanlar otoburlari yer , eteburlar olunce churur ve churuntuye cevrilir bitkiler de bu churuntulerle qidalanir. Dogada choklu sayida bu shekilde tsikllar vardir. Doga muhteshemdir. Doganin guzelliklerine her kes hayran kalir. Dogaustu bir tanri yoktur.

  12. kuantum-agnostik dedi ki:

    panteizm de bir ihtimal olduğundan agnostizme devam 😀 bu evren bir varedene işaret ediyor ama bizim algılarımız hep sebep sonuçla beslendiği için belkide yaratıcı olmalı diyoruz. belkide bir veya birden fazla yaratıcı var o da belli değil… kendimiz tanrılarız ve bu oyunun içine attık belkide simülasyonlarımızı.. tanrıysak yine bizi kim yaptı ve neden? o zaman :S

    panteizmle tanrının hücreleri isem kuvvetli bir aids olup infilak ettirmek isterim bu bedeni 😀 bunca saçmalık için isyaaaannnn…

    panteizm kanıtlanamayan umud kapısıdır… umuyorumki varsın tanrı! ve ben sensiz güçsüz hissederim yoksa…

    bir yanım panteisttir hep….

  13. Sevgi dedi ki:

    Her insanin bir yani agnostikdir her zaman. Mesela, bir musluman Allahin varligina inansa da bunu asla kanitlayamaz. Kaniti olmadigi icin beyninin derinliklerinde agnostisizm yasar her zaman. Ama bunu asla dile getirmez cunki korkar. Ben Allahi nasil inkar ederim deyip sheytani kovma duasi okur her aklina geldiginde.
    Panteizm de bir ihtimaldir evet. Panteizmi doguran insanlardaki doga hayranligidir. Insanlar doganin muhteshem guzelliklerini yaratanin aslinda doganin kendisinin oldugunu anladiklari ichin panteist olurlar. Ben de panteistim. Cunlu yaratici guc dushununce aklima tek shey geliyor -doga.
    Tanriyi insanlar yaratmishdir-beyinlerinde. Insanoglu ishte- tarih boyunca ateshden tutmush tasha kadar her sheye tapinmishdir, gorunmeyen tanriyami inanmayacak?!
    Ama eger aksini soylersek, Tanri insanlari yaratmish dersek o zaman Tanriyi kim yaratmishdir? Hemen Tanri yaratik degildir, O yaratilmamisdir, O sadece yaratmishdir diyeceksiniz elbette. O zaman yaratmak fiilini ortadan kaldiralim. Sonucda Tanri varsa eger nasil var oldu? Demek ki, O ya hep vardi, ya da kendi-kendine var oldu. Demek ki, ya ‘sonsuzluk’, ya da ‘kendi kendine var olma’ varmish. Ozaman bir yaraticiya ne gerek var? Demek ki, evren ya hep varmis, ya da kendi kendine var olmush

  14. bilal dedi ki:

    Sn.Sevgi hanım,

    ….Demek ki, O ya hep vardi, ya da kendi-kendine var oldu. Demek ki, ya ‘sonsuzluk’, ya da ‘kendi kendine var olma’ varmish. Ozaman bir yaraticiya ne gerek var? Demek ki, evren ya hep varmis, ya da kendi kendine var olmush ‘’ diyorsunuz ‘’

    Galiba yaratıcı ile yaratılanı birbirbirine benzetiyorsunuz. Yani, madde olmayan yaratıcıyı maddeyle karıştırıyorsunuz.Yaratıcı ne maddenin bir parçasıdır,ne de maddenin özelliğini taşıyor.Eğer yaratıcı da maddenin bir parçası olsaydı,o zaman söz konusu savınız doğru olabilirdi.Ama durum öyle değildir.Bu nedenle maddenin bir parçası olmayan medde üstü yaratıcı kudretin varlığını maddenin varlığı gibi değerlendiremezsiniz.Çünkü,yaratıcı kudret ne maddenin bir parçasıdır,ne de maddenin özelliğini taşır.O madde üstü bir zeka,akıl,bilinç ve irade sahibi bir kudret’tir,…!!! Konuyla ilgili daha önceki yazımı aşağıya alıyorum.

    -Evren kendi kendine var olamaz.Çünkü madde,kütlesi,hacmi ve eylemsizliği olan bir şeydir.
    Eylemsizlik, maddenin konumunu değiştirmeme eğilimidir. Bundan şu sonuç çıkar,maddeyi etkileyen bir dış kuvvet olmazsa sonsuza kadar aynı konumda durmaya devam edecektir. Yani madde kendi kendini var edemez ve bulunduğu konundan da kendiliğinden çıkamaz. Öyleyse ilk maddeyi var etmeye zorlayan ve var ettiği bu ilk maddeyi harekete geçiren madde üstü bir akıl,bir zeka, bir irade ve yaratıcı bir KUDRETİN var olması gerekir…. Yoksa,cansız,şuursuz ve bilinçsiz bu maddenin kendi kendine meydana gelmesi,meydana geldikten sonra da eylemsiz özelliğe sahip olduğu için ayni konumda durmaya devam etmesi gerekirdi.Halbuki,ilk madde bulunduğu konumdan çıkarak bugünkü evrene dönüşmüştür. Demek ki,bu cansız maddeyi var eden ve var ettikten sonra da onu bugünkü duruma getiren madde üstü bir zeka,akıl,bilinç,irade ve yaratıcı bir KUDRET vardır…..
    maddeler ve bütün zerreler hep değişmektedir. Değişmekte olan şey ezeli olamaz, sonradan yaratılmış olması lazımdır. Çünkü her maddenin kendinden öncekinden meydana gelmesi işi, sonsuz öncelere kadar gidemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı olması, yani ilk maddelerin yoktan var edilmiş olmaları lazımdır.
    Yoktan var edilmiş olan ilk maddeler bulunmasaydı, yani sonraki maddelerin kendinden önceki maddeden hasıl olması işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydana gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün hiçbir maddenin var olmaması lazım gelirdi. Maddelerin var olmaları ve birbirlerinden hasıl olmaları, yoktan var edilmiş ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermektedir. Madde alemi sonradan yaratılmış olunca, bunu yoktan yaratan vardır. Çünkü hiçbir olayın kendiliğinden olamayacağı kesin olarak bilinmektedir. Bugün fabrikalarda binlerce ilaç, ev eşyası, sanayi ve ticaret maddeleri, elektronik aletler, harp vasıtaları yapılmakta olup, bunların çoğu ince hesaplardan,yüzlerce tecrübeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine dahi kendiliğinden var oldu denilememektedir. Yerleri, gökleri, atomları ve canlıları düzenli olarak yaratan, her hareketi var eden tek bir yaratıcı vardır. Bu yaratıcı,var olması için hiçbir şeye muhtaç değildir..
    Çünkü,O YARATICI KUDRET ne maddedir,ne de maddenin özelliklerini taşıyor..Eğer o da madde olup özelliklerini taşımış olsaydı,o zaman onu kim yarattı,onu kim var etti.? diye düşü nülebilirdi. Biz maddeye ve maddenin özelliklerine bakarak maddenin kendi kendine var olamayacağını anlıyoruz.Çünkü maddenin özelliği budur.Ama yüce YARATICI madde değil ve maddenin özelliklerini de taşımıyor.Öyleyse onun varlığını maddenin varlığı gibi değerlen dirmek çok yanlıştır.Aynı özelliklere olan şeyler aynı durumla değerlendirilir.Ama yüce YARATICI madde değil ki onun varılığını maddenin varlığı gibi değerlendirelim.Yani onun varlığı başka bir sebebe dayandırılamaz,çünkü o madde gibi değil,o madde üstü bir yaratıcı bir kudrettir..Bu nedenle onun varlığı maddenin varlığıyla kıyaslanamz….
    Özetle kendi kendine var olamayacak maddesel bir evren var ise,onu var eden madde üstü bir zeka,bir akıl,bir bilinç,bir irade ve YARATICI BİR KUDRET de vardır..Yoksa bugünkü maddesel evrenin meydana gelmesi söz konusu bile oalmazdı…Madde üstü bir zeka,akıl,bilinç ve yaratıcı bir KUDRET’in var olmasıyla,evrensel maddenin varlığı yokluğuna tercih edilmiştir.. Evrenin varlığı neden yokluğuna tercih edilmiştir.? Bu evren olmaya da bilirdi.Neden var oldu.? Demek ki,cansız ve şuursuz maddenin varlığını yokluğuna tercih eden madde üstü,bir bilinç,zeka,akıl,irade ve yaratıcı bir KUDRET vardır.O madde üstü ve maddeyi yaratan yüce KUDRETE Allah diyoruz…Evet,bu avrensel maddenin kendi kendine var olması veya tesadüflerle meydana gelmesi asla mümkün değildir..Bir eser müessirini,bir resim ressamını,bir heykel heykeltraşını,bir bina banisini vs.gösteriyorsa,bu koca evrensel maddenin de kendi yaratıcısını bize göstermektedir.Öyleyse,yaratıcıyı kim yarattı demek mantıkla bağdaşmadığı gibi abesle iştigal etmektir….Çünkü evreni yaratan bir yaratık değil ki,onu kim yarattı diyelim.!!!!! Kendisi bir yaratık ise, o zaman yaratıcı olamaz,böylece nereye gidilecek.?? Ama kendi kendine var olamayan bir evren,büyük bir eser vardır,öyleyse bu eserin müessiri,bu kainatin mücidi ve yaratıcısı da vardır.Yoksa bu maddesl evren yok olmaya devem edecekti….!!! Saygılarımla….

  15. Seymur dedi ki:

    sayin Serdar Kangil bey yazdiginiz mekaleleri seve-seve okuyorum.Paralel olarak ünlü yönetmen Aaron Russonun ,Rokfeller ailesi hakda verdiyi aciklamalardan sonra öldürüldüyü düsünülen belgesel filmleri ve öylecede Jacque Fresconun Venus projesi ile yakindan ilgileniyorum.Bu proje tum dünya insanlari ,yani hepimiz icin cok önemli.Progede ne kadar para sistemi mevcutsa biz. insanlar kul gibi yasamaya devam edeceyiz diyor.Proje tüm dünya insanlarini birlesmeye davet ediyor.Prezidentsiz ,Basbakansiz ,Senatsiz,Kongresmensiz bir dünyayi tercih ediyor.Evet sayin Serdar bey ve saygideyer site okuyuculari cok rica ediyorum,Jacque Fresconun Venus projesi ile Yootubede tanisin ve destek olun .Buna tüm insanligin ihtiyaci var ,mesela bu projeyle bagli güzel bir mekale yazarsaniz eyer cok yardim etmis olursunuz.Kisacasi evet ne kadar Prezidentlik ,basbakanliq, konqresmenlik senatorluk dünyasinda yasarsak ,birak Suriye ve Iraki tüm dünyada hep kanlar durmadan akicak.Buna bir dur demenin ,son vermenin tam zamani geldi artik.Rusiya ,Fransa ,Avstriya ülkeleri artik yeteri kadar bu projeyi desteklemekteler.Sunu bizlerde yapa biliriz .Cok rica ediyorum insanliga katkida bulunalim.Tesekkürler .

  16. sanalmanik dedi ki:

    “”Panteistlere göre her şey Tanrı’da içkin halde varolduğundan canlı ya da cansız varlıkların ve fertlerin Tanrı’nın doğasından bağımsızlığı söz konusu edilemez. Onlar Tanrı’nın salt birer görünüşünden ibaret olup tam manası ile Tanrı’nın varlığından zuhur etmişlerdir.”” – yukarıdaki metinden bi alıntı;

    bu tanım bile ikiliyor örneğin; tanrı da içkin olmak kötü bi tanımlama; onun üstündeki iki paragraf iyi-güzel;
    kaynak birliği ve aynılığı-tğm her şeyi ntamrılığı-
    tü mher şeyi ntanrılığı tü mher şey kendini yaratmış demektir değildir ve öyledir de maa değildir,
    tüm her şey kendinin sebebidir/nedenidir; kendinin toprağıdır Maharaj’ı ndeyimiyle;

    bunun gibi doğatanrıcılıkta; bölüyor ikiliyor,
    doğa bi tamr ıve biz içsel yalnızlar; irad enerde -zeka nerde; yönetim mi var; akıll ıtasarı mmı? her şey karmakarışık, çözelim,

    tümtanrıcılık; kapı da tanrı ağaçta ve ben ve sende; ben ve sende kapıda kendini yarattı ve oluşturdu; kendini kapı olarak ve kendini ben ve sen olarak deneyimlemek isteyen ya da deneiymleyebilen tek öz evet; ve özgür öz-özgür irade; müstakil özgürlükte var; kendine müstakil özgürlük tanımlayan ve oluşturan çoğul-bölünmüş öz; müstakili de özgür;

    tek ve bir öz; yani kapıda kendinin sebebi ve yaratıcısı; (kapı oalrka ya da tüm olarak-tüm her şey)
    benim ve senin ayrı özün değil evet; benim ve senin ve onun ayrı varlığı değil evet; ama ayrık bi tanrı (bütünleyen bi tanrı) ve ayrık bi öz ve ayrık bi yaratıcı ve bilici yok;
    (gerçekliğin varoluşun yapısı-yasaları-devinimi ve koşulları var -öncesinde;
    ve tanrı bunlar-bunlar da değil;)

    varoluş bi yansıtım ve gerçeklik;
    varoluşun kendisi gerçek değil bu anlamda; tabi ki gerçeklik ama
    kaynak ve kaynağın yansıtımı-üretimi-türetimi gerçeklik (varoluş/varoluşlar) terminolojisini öneriyoruz;

    tanrıda içkin olmak tanrıyı(varlığı-bilinci) bölüyor; varlığın içinden bi tanrı-yaratıcı çıkarıyor;
    ikilik yok; her şey her şey; tüm her eşy; tüm diğer her şey ve tüm diğer şeyler, her şey eşit ve aynı;
    panteizm ben kapıyım ve ben senim demektir; ve ben her şeyim= eşittir;

    tanrının varlığıda bir zuhurdur; birlik zuhru-kaynak zuhru ya da birlikten kaynaktan zuhur;
    şunu anlamıyoruz; varlık varoluş-türetilen gerçeklik; yapı olarak gerçeklik;
    tanrı tüm varolanı tamlar; tümleşik;
    kaynak tanrı değildir-tanrı kaynak değildir;
    kaynak yapılmamıştır; varlığı başlamamıştır;

    tamam benim açılımım olsun ya da yanlış-yanılgılı eksik olsun;
    bizde böyle;
    anlayış;

    yaratılmaya ya da yaratmaya ihtiyaç duymayan varlık kaynağı;
    tanrı-tanrı da yaratmaya/yaratılmaya ihtiyaç duyar nokta;
    yaratılmış olan yaratıcı;
    tanrı mutlak varlık ve karşıtında mutlak yokluk;
    kaynak ve birlik bu ikisinin dışındadır;

    biraz dağınık oldu ama;
    En bütün-açık panteizm anlayışı-anlayışlarından biri ben oyum-maharaj’da bulunabilir;

  17. sanalmanik dedi ki:

    yukarıdaki yorumda bulunan yazım hataları üzerine;
    kısaca yeniden açıklamak isterim, (belkide-kısmen) çağcıl bi panteist olarak
    arkadaşlar anlayamıyoruz diyorlar;
    varlık varlığın kendisidir ve kendisinin sebebidir nedenidir ve aynısıdır diyoruz,
    bi başka onu yapmadı-kendisi yaptı; kendisi kendisini yaptı; başkası yapamaz çünkü; var çünkü; nedensizlik onu yaptı mı diyeceğiz;
    temel olarak; başlamamış başlatılmamış; yapılmamış-üretilmemiş; zeka-potansiyel-kaynak-öz her ne isim veriyorsak o var; ve tekliği ve çoğulluğu eşit onun; yapı olarak eşit ve özdeş-özdeşik;
    içinde bir tanrı ya da başkalık bulunmuyor-barınmıyor; kendinin özü ve özü olarak özü,
    nitelikleri barınıyor içinde-öz nitelikleri ve yaratıcılık bi özniteliği olabilir;
    yine temel olarak tanrının varlığı/yokluğu- ya da varoluşun varlığı/yokluğu; kaynağın neliğinden ve niteliğinden ayrılıyor;
    tüm varoluş kaynağa ilişkin bir yansıyım
    varlık ve varoluş bile zekaya ilişkin bir yansıyımdır-niteliktir-nitelik üretimdir ya da özünde;
    tüm varoluşun tümyokluğu (bile) kaynağın tümyokluğu değildir; yokluk bile onun içinde tanımlandı-(varlı kbile) tanrı bile onun içinde tanımlandı; tümel sonsuz yokluk yoktur-olamaz-doğrulamaz-

    biz her şeyin sebebi olan/(kendisi olan) o özüz diyoruz, o özün kendisiyiz diyoruz; her biri ve her şey olarak;
    ve ben senim diyorum öz olarak-son olarak-inanarak ve bilerek;

    eşitlik gayrılık doğurmaz; aynılık eşitsizlik doğurmaz;
    her bir kader ve her deneyim tümleşik olarak bizim; biz biziz işte hepsi bu; biz olarak biziz;

  18. Kağan dedi ki:

    Bir Pandeist olarak Panteizm le alakalı bir detay paylaşmak isterim: Panteizm, yaratıcı unsuru materyalizmden farklı bir bakış açısıyla ele almaz. Materyalizme kıyasla yaratıcı olan maddeye tapacak hale gelmez. Panteizm’in tapacak bir tanrısı yoktur çünkü. Yalnızca bulunan herşeyin mevcudiyetin bir parçası olduğunu söyler.

    Bana göre Panteizm, Ateizm’e kıyasla çok daha aşk doludur ve yine Ateizm’e kıyasla bilim için daha yararlıdır çünkü içinde bulunduğumuz müthiş gizi araştırmak ve anlamak için şevk verir.

    Bilimin attığı her adımı Ateizm’le bütünleştiren mastürbatif zihniyetlerden usanmış bir birey olarak ayrıca şunu söylemek isterim: Diğer felsefi düşünceleri, korkmadan ve şüphe duymadan aşağılarcasına kendinizce çürütmeye çalışmadan önce, lütfen Anti-Teist mi yoksa Ateist mi olduğunuz sorusuna açıklık getirin; gözalıcı psikolojik analizleriniz sizleri ele veriyor. Buradan bir Ateist’ten çok Metafiziğe ve Metafiziksel unsurların şekillendirdiği kültürünüze isyan ediyormuşsunuz gibi duruyor, daha fazlası değil.

Uğur için bir cevap yazın Cevabı iptal et