ÇELİŞKİLER-1

KUR’AN ALLAH KELAMI MI?

Bildiğiniz gibi İslam’a göre Kur’an, İncil, Tevrat ve Zebur Allah tarafından gönderilmiştir. Bunlardan Kur’an dışındaki kitapların yazımı, geçmiş zaman anlatımı şeklindedir. Kur’an ise Allah’ın hitabı biçiminde yazılmıştır. Allah’ın sözlerinin, emir ve öğütlerinin Cebrail adlı melek vasıtasıyla ve vahiy yoluyla peygambere iletildiğine inanılır. O yüzden “Kur’an Allah kelamıdır” denir. Allah’a ait olmayan sözler ise “kul” veya “kâle” yani “de ki” veya “dedi ki” sözcükleriyle belirtilmiştir. Bundan dolayı birçok ayet “de ki” anlamına gelen “kul” kelimesiyle başlar. Örneğin: “De ki; ‘Ben içinizden hiçbir erkeğin babası değilim” cümlesinden anlarız ki “de ki” diyen Allah, “Ben içinizden hiçbir erkeğin babası değilim” dedirtilen peygamberdir. Ne var ki bunun gibi bazı ayetlerin Allah’a ait olmadığı açıkça belli iken “de ki” sözcüğünün kullanılmadığını görürüz. Bu tür ayetlerin bazı meallerinde “de ki”sözcüğü parantez içinde verilmiştir. Bazı mealciler ise sanki Arapçasında gerçekten yazılıymış gibi paranteze dahi gerek duymadan “de ki” sözcüğünü eklemişlerdir. Bu müdahaleler, ayetlerdeki eksikliği kamufle etme amaçlıdır. Şimdi bu hataları görelim:

Fatiha suresi Allah’a yapılan bir duadır. Dolayısıyla “deyin ki” kelimesiyle başlamalıydı. Kur’an’ın son iki suresi olan Nas ve Felak sureleri de duadır ve “de ki” ile başlar. Fatiha suresinin başında olmasa bile 5. ayetinde “kûlû” yani “Deyin ki” sözcüğü muhakkak kullanılmalıydı.

Fatiha/ 5-7. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.

Görüldüğü gibi ayette Allah’a sesleniş, Allah’a yakarış vardır. Dolayısıyla ayette seslenen Allah değil, insandır. Ama “Deyin ki” sözcüğü olmadığından Allah kendisine dua etmiş gibidir. Hadi diyelim ki Fatiha Kur’an’ın açılış suresidir, bir önsöz gibidir, o nedenle “deyin ki” denmesine gerek duyulmamıştır. Peki ya diğer ayetlerdeki eksikler? Şimdi de aşağıdaki ayetlerde hitap edenin kim olduğunu görelim:

Hud-2. Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.

Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

Bu ayetlerde anlaşılacağa üzere konuşan Muhammed hazretleridir. İnsanlara kendisinin peygamber olduğunu iddia etmektedir.

Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. (De ki) İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.

En’am-104. Rabbinizden size muhakkak ki deliller gelmiştir. Artık kim gözünü açar görürse kendi lehine, kim de hakkı görmeyip batılı seçerse kendi aleyhinedir. (De ki) “Ben sizin üzerinizde bekçi değilim.”

Bu iki ayette de konuşan Muhammed hazretleridir. Görüldüğü gibi “de ki” sözcükleri kullanılmadığından mealciler parantez içerisinde göstermek zorunda kalmışlardır.

Tevbe-30. Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

Bu ayette geçen “kâtelehumullâh” ın asıl anlamı “Allah onları öldürsün, katletsin” dir. Bunu Allah’tan isteyenin Allah olamayacağı açıktır.

Bir başka örnek:

Nahl-63. Allah’a yemin olsun ki, biz senden önce bir çok ümmetlere peygamberler gönderdik. Ne var ki şeytan, onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. Bugün de o şeytan, kâfirlerin dostudur. Onlar için acı bir azab vardır.

Bu örneklerden şu sonuçlar çıkarılabilir:

1- Kur’an, Tanrı sözü değildir. Hz. Muhammed kurgulayıp yazmış, fakat birkaç ayette gaf yapmış ‘de ki’ ekini kullanmayı unutmuştur.

2- Kur’an, derlenip toplanırken hata yapılmış, bazı ayetler eksik yazılmıştır.

3- Kur’an’a Hz. Muhammed’den sonra Halife Osman ve Emeviler döneminde müdahale edilmiş, ayetler tahrif edilmiştir.

Tabi bunlara “Allah, anlaşılacağını düşünerek ‘de ki’ demeye gerek duymamış olabilir” veya “Allah bu tür eksiklerle insanları sınamış olabilir” türünden yanıtlar da verilebilir. Bu tür yanıtlar, eksikliği, hatayı tanrıya havale etmek olur ki buna katılmak mümkün değildir. 2 ve 3 şıkları ise Hicr-9 ayetinde belirtilen “Hiç şüphe yok ki, Kur’ân’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” ayetine ters düşer. Bu durumda 1 şıkkının doğru olduğu, Kur’an’ın Allah sözü değil, Hz. Muhammed’in kurgusu olduğu ortaya çıkar.

Şimdi de Kur’an’ın Allah hitabı olmadığına dair farklı bir örnek verelim:
Bu örnekle göreceğiz ki Muhammed hazretleri, kimi zaman Allah’ı, kimi zaman melekler adına Cebrail’i, kimi zaman da peygamberleri konuşturan bir kurguyla Kur’an’ı yazmıştır. Onları konuştururken Kur’an’da 300’e yakın “de ki” öneki kullanmıştır ki kendisinin yazdığı anlaşılmasın, Allah sözü olduğuna inanılsın. Ama bazı ayetlerin kurgusunda hata yapmış, “de ki” kullanmayı unutmuş ya da hatalı kullanmıştır veya kullanmayı becerememiştir.

En’am-114. Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir? Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.

Meryem-64. Biz, ancak Rabbının emri ile ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bu ikisi arasındaki her şey, O’nundur. Ve Rabbın unutkan değildir.

Enam-114 ve Meryem-64. ayetten önceki ve sonraki ayetlere bakıldığında bu cümlelerin kime ait olduğuna dair bir belirteç yoktur.
Enam-114’te ”Size Allah’tan başka bir hakem mi arayayım” sözünden sonra “Senin Rabbin tarafından indirilmiş” sözü ile konuşturulanın melek Cebrail olduğu ve Muhammed hazretlerine hitap ettiği açıkça bellidir.
Meryem-64’te ise “Biz ancak rabbinin emriyle ineriz” sözü melekler ya da melekler adına konuşan Cebrail’e söyletiliyormuş gibi yazılmıştır. Ama Allah’ın kelamı dediği kitapta Muhammed hazretleri bunu belirtmeyi becerememiş ya da hata dikkatinden kaçmıştır.

Zümer-10. De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’ (de ki fazla)

Bakara-97. De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (de ki fazla)

Zümer-10 ve Bakara-97 ayetlerinde dikkat edilirse “de ki” sözcüğüne gerek yoktur ama kullanılmıştır. Zümer-10’da “de ki” sözcüğü olduğunda Muhammed hazretlerinin Müslümanlara “kullarım” diye seslendiği anlaşılmaktadır. Halbuki “de ki” olmasaydı hitap eden Allah olacak ve bir anormallik görünmeyecekti.

Bu gaflara karşı, verilen yanıtlardan biri “Kur’an’da kimi ayetlerin Cebrail’in sözü olduğu” hatta “Kur’an’ın Allah’ın, Cebrail’in ve peygamberin ortak ürünü” olduğudur. Bakara-97 ayeti bu iddiaları çürütür. Ayetten Cebrail’in, Kur’an’ı peygamberin kalbine indirdiğini, dolayısıyla 23 sene boyunca zırt pırt 50.000 yıllık yolu katetmediğini, olaylara-durumlara göre sırası geldiğinde peygamberin ayetleri kalbinden (beyninden) ortaya döktüğünü anlıyoruz.

Bakara-97 ayetinde “de ki” öneki kullanıldığında ayet şöyle olmalıydı:

De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak benim kalbime indirmiştir.

Ama Kur’an’da “senin kalbine indirmiştir” yazılarak hata yapılmıştır.

Muhammed hazretleri, Tevrat ve İncil’in 3. şahıs ağzıyla yazılmasına nispeten çok daha inandırıcı bir kurgu ile Kur’an’ı yazmış ama yaptığı bu gaflarla açık vermiştir.

Örneğin Zuhruf-11‘te;
“O, suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz” ayetini ele alalım:
Burada “O” Allah ise, “Biz” kimdir?
”Biz”, melekler adına konuşan Cebrail’den başkası olamaz. Ama görüldüğü gibi meleğin konuştuğuna dair bir belirteç yoktur.

Muhammed hazretleri, Kur’an’ı “Allah kelamıdır” diye yazmıştır. Allah’ı konuşturma sanatı ile düzenlemeye çalışmıştır. Fakat özellikle “Biz” diyen ayetlerde ya “Allah ve ekibi” olarak konuşulmaktadır ya da melekler olarak.
Süleyman Ateş’in bu konuda görüşü “Kur’an Allah vahyi, melek sözüdür” şeklindedir.
Ama görüyoruz ki Allah da konuşuyor, Cebrail de, Muhammed de..
Kur’an’da sıkça kullanılan “kale” sözcüğü “dedi ki” anlamındadır. Şimdi “dedi ki” sözcüğünün kullanıldığı bir ayetteki hatayı görelim.

Enbiya-112. Kâle rabbıhkum bil hakk ve rabbuner rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn.
Dedi ki; “Rabbim hak ile hükmet. Sizin nitelendirmelerinize karşı sığınılacak olan rabbimiz rahmandır.

Cümle kurumunun yanlış olduğu açıkça görülmektedir. Edip Yüksel, bu ayetin yanlış yazıldığını, “kale” değil, “kul” olması gerektiğini söyler ve o şekilde çevirir. Muhammed Esed ise hem “kale” değil “kul” muş gibi çevirir, hem de 2. cümlede tekrar parantez içinde “de ki” kullanır. Sebebi, ayette Hz. Muhammed’in hem Allah’a hem de inanmayanlara seslenmiş olmasıdır. Böyle bir cümle yapısında “kale” yerine “kul” da kullanılsa cümle bozuk kalır. Bu ayette de cümle kurumunun çok zor olması nedeniyle becerilemediğini görüyoruz.

Sonuç:

Birisi çıkıp “Allah’tan bana mektup geldi” demiş olsa önce ona deli gözüyle bakmak ve kesinlikle inanmamak en doğru davranıştır. Fakat ısrarlı davranıyorsa ve insanların bir kısmı ona inanıyorsa “Acaba” diyerek doğru söyleyip söylemediği incelenebilir. Bilhassa tanrıya inanan insanlarda böyle bir eğilim doğaldır. Doğal olmayan, içinde yazılanların bir kısmı doğru diye inanılmasıdır. Ya da mektubu irdeleyip sorgulamadan mektup sahibinin kişiliğine güvenerek veya çevresinde duyduklarından etkilenerek inanmaktır. Mektup incelendiğinde içeriğindeki tek bir ‘insana mahsus’ hata dahi, mektubun tanrıdan gelmediğinin kanıtıdır. Çünkü madem ki inanılan tanrı mükemmel ve her şeyi bilen bir varlıktır, öyleyse tanrı hata yapmaz. Hele çok sayıda cümle hatası, gramer hatası varsa mektubun tanrıdan olduğunu iddia etmek normal karşılanamaz. Bu tavır zayıflıktır. Zaaflarına, çevresine, çıkarlarına mahkum kalmaktır. Kutsal olduğu, tanrıdan geldiği iddia edilen kitaplar için de bu geçerlidir. Farklı dinlerin, farklı kitapların, farklı kutsalların dünya halklarına olumsuz etkisi ortadadır. Kutsal savaşlar, dünya barışını engellemekte, insanlığı yaralamaktadır. Bu büyük, aşılmaz engelin temelinde ise mektup örneğindeki o küçük zaaf vardır. Barışın tesisi ise tüm bireylerde bu küçük zaafların tedavisiyle mümkündür. Kadim dinlerin haricinde zamanımızda da çeşitli ülkelerde ortaya çıkan meczuplar, bu tür zaafları olan kişileri aldatabilmekte, peşlerinden sürükleyebilmektedir. Sonuç ise ya toplu intihar, ya canlı bomba katliamları ya da soyulmak, sömürülmek olmaktadır.

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Din içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

66 Responses to ÇELİŞKİLER-1

  1. arci dedi ki:

    42 / ŞÛRÂ – 10
    1. ve ma : ve şey
    2. ihteleftum : siz ihtilâfa düştünüz
    3. fî-hi : onda, onun hakkında
    4. min şey’in : birşey
    5. fe : böylece, artık
    6. hukmu-hu : onun hükmü
    7. ilâ allâhi : Allah’a ait
    8. zâlikum : işte o, işte bu
    9. allâhu : Allah
    10. rabbî : benim Rabbim
    11. aleyhi : ona
    12. tevekkeltu : ben tevekkül ettim
    13. ve ileyhi : ve ona
    14. unîbu : yönelirim

    Diyanet İşleri : Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
    Abdulbaki Gölpınarlı : Ve bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü onun hükmü, Allah’a âittir, budur mâbûdunuz olan Rabbim Allah, ona dayandım ben ve her hususta ona dönerim ben.
    Adem Uğur : Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönelirim.
    Ali Bulaç : Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır. İşte Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp yönelirim.
    Ali Fikri Yavuz : (Kâfirlerle) anlaşamadığınız herhangi bir şey hakkında da hüküm Allah’a aittir, (O kıyamette hükmünü verecektir). İşte bu hükmü veren Allah benim Rabbim’dir. Ben ancak O’na tevekkül ettim ve yalnız O’na sığınırım.
    Bekir Sadak : Ayriliga dustugunuz herhangi bir seyde hukum vermek, Allah’a aittir. Iste bu Allah, benim Rabbimdir. O’na guvenirim ve O’na yonelirim.
    Celal Yıldırım : Hakkında farklı görüşler ortaya koyduğunuz herhangi bir şey’in hükmü Allah’a aittir. İşte bu Allah, benim Rabbımdır; ancak O’na güvenip dayanır ve ancak O’na yönelip gönül veririm.
    Diyanet İşleri (eski) : Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a aittir; ‘İşte bu Allah, benim Rabbimdir. O’na güvenirim ve O’na yönelirim.’ (demek gerekir)
    Diyanet Vakfi : Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönelirim.
    Edip Yüksel : Bu mesajın her hangi bir bölümünde anlaşmazlığa düşerseniz hüküm ALLAH’a aittir. Rabbim ALLAH işte böyledir. Ben O’na güvendim ve O’na yönelirim.
    Elmalılı Hamdi Yazır : Ihtılâf ettiğiniz herhangi bir şey hakkında da huküm Allaha âiddir, işte de: o Allah benim rabbım ben ona dayanmaktayım ve hep ona sığınırım
    Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Herhangi birşey hakkında ihtilafa düştüğünüzde hüküm Allah’a aittir. İşte de: «O Allah, benim Rabbim, Ben O’na dayanmaktayım ve hep O’na sığınırım.”
    Elmalılı (sadeleştirilmiş – 2) : Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben yalnız O’na güvendim ve yalnız O’na yöneliyorum.
    Fizilal-il Kuran : Görüş ayrılığına düştüğünüz herhangi bir meselede hüküm vermek Allah’a aittir. İşte bu, benim Rabb’im olan Allah’tır. O’na dayandım, O’na yöneldim.
    Gültekin Onan : Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Tanrı’nındır. İşte rabbim olan Tanrı. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp yönelirim.
    Hasan Basri Çantay : (Kâfirlerle) ihtilâf etdiğiniz herhangi birşey hakkında hüküm vermek Allaha âiddir, işte benim Rabbim (O haakim) olan Allahdır. Ben ancak Ona güvenib dayandım. (Her müşkilde) ben yalnız Ona dönerim.
    İbni Kesir : İhtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm Allah’ındır. İşte Rabbım Allah budur. Ben, O’na tevekkül ettim ve yalnız O’na yöneldim.
    Muhammed Esed : Öyleyse (ey müminler biliniz ki,) ayrılığa düştüğünüz her konuda hüküm Allah’a aittir. (De ki:) “İşte Allah! Benim Rabbim budur. O’na dayanıp güvendim ve her zaman O’na yönelirim!”
    Ömer Nasuhi Bilmen : Ve hangi bir şeyde ihtilâfa düşmüş iseniz, artık onun hükmü Allah’a aittir. «İşte o Allah’tır benim Rabbim. O’na tevekkül ettim ve O’na müracaat ederim.»
    Şaban Piriş : Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz konuda hüküm Allah’a aittir. İşte o Allah, benim Rabbimdir. O’na bağlandım ve O’na yöneldim.
    Suat Yıldırım : Hangi hususta ihtilaf ederseniz bilin ki O’nun hükmü, Allah’a aittir. İşte Rabbim olan Allah budur. Ben de yalnız O’na dayanır ve güvenir, O’na yönelip gönül veririm.
    Süleyman Ateş : Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a âittir. İşte Rabbim Allâh budur. O’na dayandım, O’na yöneldim.
    Tefhim-ul Kuran : Hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık O’nun hükmü Allah’ındır. İşte benim Rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na dönüp yönelirim.
    Ümit Şimşek : Anlaşmazlığa düştüğünüz birşey hakkında hüküm Allah’a aittir. Rabbim olan Allah işte budur. Ben Ona tevekkül eder, Ona yönelirim.
    Yaşar Nuri Öztürk : Herhangi bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde onun hükmü Allah’a bırakılır. İşte budur Rabbim olan Allah! Yalnız O’na güvenip dayandım; yalnız O’na yönelirim ben.

    2 / BAKARA – 97
    Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).

    1. kul : de
    2. men : kim
    3. kâne : oldu
    4. aduvven : düşman
    5. li cibrîle : Cebrail’e
    6. fe : artık
    7. inne-hu : muhakkak ki o
    8. nezzele-hu : onu indirdi
    9. alâ : üzerine, … e
    10. kalbi-ke : senin kalbin
    11. bi izni allâhi : Allah’ın izniyle
    12. musaddikan : tasdik eden
    13. li-mâ : şeyi
    14. beyne yedey-hi : onun elleri arasında, onun önünde
    15. ve huden : ve hidayet edici, hidayet eden
    16. ve buşrâ : ve müjde
    17. li el mu’minîne : mü’minler için, mü’minlere
    İmam İskender Ali Mihr : Kim Cibril’e düşman oldu ise (ona) de ki: “Halbuki muhakkak ki o (Cebrail a.s), onların ellerindeki (kitapları) tasdik eden O (Kur’ân’ı), Allah’ın izniyle, mü’minlere bir hidayet (rehberi) ve müjde olarak senin kalbine indirdi.”
    Diyanet İşleri : De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.”
    Abdulbaki Gölpınarlı : De ki: Kim Cibrîl’e düşmansa iyi bilsin ki o, Allah’ın izniyle evvelce inen kitapların doğruluğunu bildiren, inananlara doğru yolu gösteren ve bir müjdeci olan Kur’ân’ı, senin kalbine indirmiştir.
    Adem Uğur : De ki: Cebrail’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.
    Ali Bulaç : De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
    Ali Fikri Yavuz : Ey Rasûlüm söyle: Her kim Cibrîl’e düşman ise, kininden helâk olsun. Gerçekten Cibrîl, daha önce indirilen kitabları tasdik etmekte olan Kur’an’ı, Allah’ın izniyle senin kalbine indirdi; ve Kur’an-ı Kerim, doğru yol gösterici, müminlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir.
    Bekir Sadak : De ki, «Cebrail’e dusman olan kimse Allah’a dusmandir”, cunku O, Kuran’i Allah’in izniyle kendinden oncekini tasdik ederek, yol gosterici ve inananlara mujdeci olarak senin kalbine indirmistir.
    Celal Yıldırım : De ki: Kim Cibril’e düşmansa (bilsin ki) o kendinden önceki kitapları tasdîk eden, inananlar için doğru yolu gösteren ve aynı zamanda müjde olan Kur’ân’ı Allah’ın izniyle Senin kalbine indirmiştir.
    Diyanet İşleri (eski) : De ki, ‘Cebrail’e düşman olan kimse Allah’a düşmandır’, çünkü O, Kuran’ı Allah’ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.
    Diyanet Vakfi : De ki: Cebrail’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.
    Edip Yüksel : Şunu de: ‘Kendinden öncekileri doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjde olarak ALLAH’ın izniyle bunu kalbine indiren Cibril’e her kim düşman olursa,
    Elmalılı Hamdi Yazır : Söyle, her kim Cibrile düşman ise bilsin ki o, o Kur’anı senin kalbin üzerine Allahın iznile indirdi, önündekileri tasdıklayıcı ve mü’minlere bir hidayet ve bişaret olmak için
    Elmalılı (sadeleştirilmiş) : Söyle: «Her kim Cebrail’e düşman ise kendisinden öncekileri doğrulayan ve müminlere bir hidayet ve müjde olan Kur’an’ı senin kalbine Allah’ın izniyle o indirdi.
    Elmalılı (sadeleştirilmiş – 2) : Söyle; her kim Cebrail’e düşman ise iyi bilsin ki, Kur’ân’ı senin kalbine Allah’ın izniyle kendinden önceki vahiyleri onaylayıcı, müminlere hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere o indirdi.
    Fizilal-il Kuran : De ki; «Kim Cebrail’e düşman olursa – ki O Allah’ın izni ile Kur’an’ı, O’na inanmayanın elleri arasındaki Tevrat’ı onaylayıcı, müminlere yol gösterici ve müjde kaynağı olarak senin kalbine indirdi :
    Gültekin Onan : De ki: “Cebrail’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (kitabı) Tanrı’nın izniyle kendinden öncekileri (bence: yanınızda olanı / olanları) doğrulayıcı ve inançlılar için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur. (A.Bulaç)
    Hasan Basri Çantay : (Habîbim) de ki: «Kim Cebrâîle düşman olursa» (kahrından gebersin!). Çünkü kendinden evvelki (Kitab) ları tasdik edici (ve doğrultucu) ve mü’minler için ayn-ı hidâyet ve müjde olan (Kuran) ı Allahın izni ile senin kalbinin üstüne o indirmişdir.
    İbni Kesir : De ki; kim Cebrail’e düşmansa (bilsin ki; ) elinin önündekileri tasdik eden, mü’minler için hidayet ve müjde olan senin kalbine Allah’ın izniyle o indirmiştir.
    Muhammed Esed : (Ey peygamber, onlara) şunu anlat: Kim ki, Allah’ın izniyle senin kalbine, önceki çağlarda indirdiklerini doğrulayan, inananlara bir muştu ve rehber olan bu (ilahi kelam)ı indirdiği için Cebrail’e düşmanlık besliyorsa;
    Ömer Nasuhi Bilmen : De ki: «Her kim Cibrîl’e düşman olmuş ise (kahrolsun).» Çünkü Kur’an’ı önündeki kitapları musaddık ve mü’minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah Teâlâ’nın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O’dur.
    Şaban Piriş : De ki: -Cebrail’e düşman olan bilsin ki O, daha önceki kitapları doğrulayan, mü’minler için yol gösterici ve müjde olan Kur’an’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indirmiştir.
    Suat Yıldırım : De ki: “Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir.
    Süleyman Ateş : De ki: “Allâh’ın izniyle Kur’ân’ı kendinden öncekini doğrulayıcı ve inananlara yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine indirdiği için, kim Cebrâil’e düşman olursa,
    Tefhim-ul Kuran : De ki: «Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten o Kitabı, Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
    Ümit Şimşek : De ki: Kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki, senin kalbine Kur’ân’ı Allah’ın izniyle, daha öncekileri doğrulayıcı ve mü’minler için hidayet ve müjde olarak o indirmiştir.
    Yaşar Nuri Öztürk : De ki: “Kim Cebrail’e – ki o, Allah’ın izniyle Kur’an’ı kendinden öncekini doğrulayıcı, insanlara yol gösterici ve müjde olarak senin kalbine indirmiştir – düşman kesilirse,

    İYİ BAKMAMIŞSIN KARDEŞ,İYİCE BAK ŞİMDİ LÜTFEN!!!:
    43 / ZUHRÛF – 11
    Vellezî nezzele mines semâi mâenbi kader(kaderin), fe enşernâ bihî beldetenmeyten, kezâlike tuhrecûn(tuhrecûne).

    1. ve ellezî : ve o ki, o …dır
    2. nezzele : indirdi
    3. min es semâi : semadan, gökten
    4. mâen : su
    5. bi kaderin : takdir edilmiş bir ölçü ile
    6. fe : böylece
    7. enşer-nâ : yetiştirdik
    8. bi-hî : onunla
    9. beldeten : belde, ülke
    10. meyten : ölü, cansız
    11. kezâlike : işte bunun gibi
    12. tuhrecûne : çıkarılacaksınız

    BU AYETTE,NEREDE CÜMLE BOZUKLUĞU VAR?????
    KALE:DEDİ
    KİM DEDİ?O DEDİ
    BİR KUL,BİR İNSAN,BİR PEYGAMBER
    MUHAMMMED ESED,BURADA KİM OLDUĞUNU BEYAN EDİYOR
    YANİ PEYGAMBERİMİZ,DUA ETMİŞ,ADALET İSTEMİŞ,ALLAH’DA BU DUAYI İNSANLARA DUYURMUŞ

    21 / ENBİYÂ – 112
    Kâle rabbıhkum bil hakk(hakkı), ve rabbuner rahmânul musteânu alâ mâ tasıfûn(tasıfûne).

    1. kâle : dedi
    2. rabbi ıh-kum : Rabbim hükmet
    3. bi el hakkı : hak ile
    4. ve rabbu-nâ : ve bizim Rabbimiz
    5. er rahmânu : Rahmân’dır
    6. el musteânu
    (istiâne) : yardım istenen, istenilen
    : (yardım istedi)
    7. alâ : üzere, rağmen
    8. mâ : şeyler
    9. tasıfûne : siz vasıflandırıyorsunuz

    ELMALILI HAMDİ:dedi: «Ey Rabbim! Aramızda gerçekle hükmet ve Rabbimiz O Rahmân’dır ki, isnad ettiğiniz vasıflarınıza karşı yardımına sığınılacak olan ancak O’dur.»
    Süleyman Ateş: Dedi: “Rabbim (aramızda) hak ile hükmet, Rabbimiz çok merhamet edendir. Sizin nitelendirdiğinize (iftirâlarınıza) karşı O’nun yardımına sığınılır (O, bizi her tehlikeden korur)!”

    Yaşar Nuri Öztürk :Resul şöyle yakardı: “Rabbim, hak ile hükmet! Bizim Rabbimiz Rahman’dır. Sizin nitelendirmelerinize karşı yardımına başvurulandır, Müsteân’dır.”

    Bekir Sadak : Peygamber: «Rabbim! Aramizda gercekle hukmet, anlattiklariniza karsi ancak Rahman olan Rabbimizden yardim istenir» dedi. *

    Muhammed Esed :De ki: “Ey Rabbim! (Aramızda) hakça hüküm ver!” Yine (de ki “Rabbimiz Rahmân, sizin (O’na ilişkin) tüm tanımlama gayretlerinize karşı yardımına başvurulabilecek yegane (Hakim)dir!”

  2. Orhan dedi ki:

    Kur’ân-ı Kerîm’in onbirinci sûresidir. Yüzyirmi üç âyet, bin yediyüz onbeş kelime, yedibin altıyüz beş harftir. Mekkîdir. Âyet sonlarına âhenk veren fâsıla harfleri: Be, Dal, Zel, Ra, Ze, Sad, Tı, Zı, Kaf, Lam, Mim-Nun’dur. Sûre, adını elli ila altmışıncı âyetler arasında kıssası zikredilen Hz. Hûd’dan almıştır. Mirâc’tan sonra inen sûre, Kur’ân sûreleri içinde Miûn bölümünde yer alan yüz âyeti geçkin sûrelerdendir. Ana konusu, davet, korkutma, uyarma, Allah’ın kitabı ve Nuh, Hûd, Salih, Lut, Şuayb, Musa peygamberlerin kıssalarıdır. Sûrenin nüzulünden önce Rasûlullah’ı (s.a.s) koruyan amcası Ebu Talib ile Hz. Hatice vefat etmiş, müşriklerin baskıları artmış ve bu şartlarda Hz. Peygamber en sıkıntılı zamanlarını yaşamıştır. İslâm tarihçilerinin “Hüzün yılı” ve “Fetret dönemi” dedikleri bu dönemde inen Hûd sûresi hakkında Rasûlullah: “Beni Hûd, Vâkıâ, Mürselât, Nebe, Tekvîr sûreleri kocalttı” buyurmuştur (Tirmizî, Tefsîr, 57).
    Hûd suresinin ilk bölümü Kur’ân-ı Kerîm’den bahsetmekte, sonra geçmiş peygamberlerin gayb haberleri, kafirlerin nasıl yalanladıkları ve azabı çağırdıkları anlatılmaktadır.
    1. Kur’ân-ı Kerîm:
    ”Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi olan ve her şeyden haberdar bulunan Allah tarafından birer birer açıklanmış bir kitaptır” (1).
    Kur’ân-ı Kerîm, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren (el-Bakara, 2/2) kesin, sağlam, uyumlu, veciz, beliğ, fasih, açık, fazlalık ve eksikliği olmayan bir kitap, bir ferman bir kanun ve öğüttür. Bu kitap, Arapça konuşan bir kavme anlaşılsın diye apaçık bir Arapça ile indirilmiştir (Yûsuf, 12/2; Meryem, 19/9?; eş-Sûra, 42/7; el-Ahkâf, 46/12 vb.).Ona şiir diyenlere onun gibi bir sûre getirin denildiğinde, kafirler taklid etmek istemişler fakat gülünç birtakım laf kalabalığı yapmaktan öteye gidememişler (el-Bakara, 2/23; Yûnuş 10/38; Hûd, 11/13) ve “Peygamberin onu, hevâsından konuşmadığını, ancak vahyedileni aktardığını anlamışlardır (en-Necm, 53/3-4). Bu kitabı bile bile yalanlayanların sonları çok acıklı olmuştur.
    Hûd sûresinin başlangıcındaki “Elif, Lam, Râ” buyruğu hakkında müfessirler: “Bununla ne murad edildiğini en iyi bilen Allah’tır” demişlerdir. Ayrıca, bu harflerle başlayan her sûrede mutlaka Kur’ân’dan söz edilmektedir. Bu hurûf-ı mukattaâ harfleri Kur’ân’dan önce de Araplar tarafından şiirde kullanılmaktaydı. Onlar hiç bir zaman Kur’ân’ın bir âyetinin benzerini bile getiremediler. Bu harfler, işte onlara karşı bu meydan okuma ve aciz bırakmaya da işarettir (Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, 1,75 vd., Vlll, 90 vd.). “Yoksa onu kendi mi uydurdu diyorlar? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız hadi öyleyse onun sûrelerine benzer uydurma on sûre getirin. Hem de Allah’tan başka çağırabileceklerinizi de çağırın. Söylediğinizi yapamazlarsa bilin ki o ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir. On dan başka tanrı yoktur. Artık müslümansınız değil mi?” (13-14).
    Hûd sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in sağ lamlığını böylece daha girişte sunduktan sonra, itikâdî hakikatleri ortaya koymaktadır. Allah’tan başkasına ibadet edilmez. Dönüş Allah’adır Yeryüzünde debelenen bütün canlıların rızkı Allah’a aittir. Onun karar yerini de geçici bulunduğu yeride bilir Bunların tümü apaçık bir kitaptadır. Allah gökleri ve yeri, insanların amel bakımından hangisinin daha iyi olduğunu denemek için yaratmıştır. Kir dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse onda onlara yapıp ettikleri tastamam ödenir; hiçbir eksikliğe uğramaksızın. Ancak onların yaptıkları boşa çıkmıştır ve ahirette onlara ateş azabı vardır. Kur’ân’a inanan, salih amellerde bulunan, Rablerine kalbleri tatmin olmuş halde bağlanan müslümanlar ise Cennet halkıdırlar ve orada temelli kalacaklardır.
    Hûd sûresi, bu giriş kısmından sonra geçmiş peygamberlerin gayb haberlerini vermektedir. Bu sûrede kıssaları zikredilen Nuh, Hûd, Salih, Lut, İbrahim, İshak, Yakub, Şuayb, Musa ve Hz. Peygamber gibi peygamberlerin hepsi, Allah’ın birliğine ve sadece O’na itaate çağırmışlardır. Ancak hepsinin de kendi kavimleri yalanlamışlar ve Allah’ın azabıyla helâk olmuşlardır. Bu kıssaların anlatılmasının sebebini de yine Hûd sûresinin son âyetlerinden öğreniyoruz: “Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini sağlamlaştıracak her şeyi anlatıyoruz ki, kavminden gördüğün haksız davranışlara karşı kalbin kuvvet bulsun, ruhun açılsın. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir” (120).
    Öğüt ve ibret almacak kıssaların özü şöyledir: Hz. Nuh, (a.s) puta tapan, kötü, zalim, fasık, vicdansız milletine Ulu’l-Azm peygamberlerin ilki olarak gönderildi. Milletini Allah’a ibadete çağırdıysa da onu dinlemediler, yalanladılar, alaya aldılar ve azabı çağırmasını istediler. Hz. Nuh, Allah’ın emriyle bir gemi yaptı; her cinsten birer çifti, aleyhine hüküm verilmemiş olan çoluk çocuğunu gemiye aldı. Tufan çıktığında gemide çok az inanan vardı. Geride kalanların hepsi, Hz. Nuh’un karısı ve kafir olan oğlu da helâk olmuşlardı. Tufan bittikten sonra Nuh’un gemisinden inen mü’minler yeryüzünde halifeler yapıldı.
    Ancak bunlardan çoğalanlardan âd kavmi, Ahkâf’ta İrem diye anılır her türlü imkâna sahip olmakla büyüklendiler, âyetleri bile bile inkar ettiler. Allah, Hz. Hûd (a.s.)’ı gönderdi. onlar da azabı istediler. Bunun üzerine pınarları kurudu, yeşillikleri kalmadı, ünlü İrem bağları yok oldu, hayvanları öldü. Hz. Hûd onları tevbe etmeye çağırdıysa da yine putlara tapmaya devam ettiler. Sonunda ufukta gördükleri bir bulutu yağmur bulutu sandılar. Halbuki o azabı getiren buluttu. Her şeyin kökünü kurutan bir rüzgar insanları kökünden sökülmüş hurma kütükleri gibi söküp attı. Rezillik azabını dünya hayatında tattılar, hepsi yok oldular. Allah, Hûd ve inananları rahmetiyle kurtardı.
    Hz. Salih (a.s) ile gönderildiği Semûd milletinin kıssası da aynı şekilde tebliğ, yalanlama, azabı çağırma ve yok olma safhalarını anlatır. Şiddetli bir yer sarsıntısı hepsini yok etti, sanki orada hiç yaşamamış gibi olmuşlardı.
    Hz. İbrahim (a.s), Hz. Hûd ile kurtulan müslümanların meydana getirdiği yeni nesildendi. Sâbiîler, Bâbil medeniyeti ile büyüklendiler Nemrut, “Allah dostu” Hz. İbrahim (a.s)’ı ateşe attırdı. Fakat Cenâb-ı Allah İbrahim (a.s)’ı kurtardı. O, Bâbil’i terkettiğinde ardında yalnızca ona inanan Lût vardı. Babası bile kâfirler arasında kalmıştı. Hz. İbrahim ve yanındakiler bereketli topraklara gittiler. Tevhid dini, “İbrahim milleti” yoluyla yaşadı .
    Lût (a.s); aralarında fuhşun, cinsi sapıklığın yayılarak azgınlaştığı bir ulus olan Sedom’a peygamber olarak gönderildi. Hz. Lût, İbrahim’e ilk inanan, iyilerden, ilim ve hikmet sahibiydi. Ama her peygamber gibi onu da yalanladılar. Lût, Allah’a dua etti. Allah’, Hz. İbrahim’e İshak’ı müjdeleyen iki melek gönderdiği zaman İbrahim (a.s.) Sedom’un yok edileceğini de öğrendi. Elçi melekler Lût (a.s)’ın yanına genç, güzel erkekler şeklinde gittiklerinde Hz. Lût çok sıkıldı. Sedomlular da bu tanınmamış güzel erkeklerin etrafını sardılar. Lût konuklarını rahat bırakmalarım, isterlerse kızlarını verebileceğini söylediyse de Sedomlular sarhoşluk içinde azmışlardı: “Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun. Doğrusu ne istediğimizin farkındasın” (79) diyorlardı. Hz. Lût çaresiz bir haldeyken melekler kimliklerini açıkladılar, olacakları ona anlattılar. Sabah yakınken Lût’un evinin etrafındaki azgınlar genç erkek kılığındaki meleklere saldırınca kör edildiler. Lût karısı dışında kalan ailesini aldı ve yola çıktı. Sabah olunca korkunç çığlık Sedomluları yakaladı, üzerlerine taş yağdı, ülkeleri altüst oldu, hepsi helâk oldular.
    Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderilen Şuayb * (a.s)ın mücadelesi sonunda bu halkların da sonu aynı Semûd milleti gibi oldu. Korkunç bir gürültüyle yurtlarında çöküp helâk oldular. Sûrede son olarak da Hz. Musa* (a.s)’ı yalanlayarak denizde boğulan Firavn *’dan söz edilmiş ve bütün yalanlayıcı kâfirlerin dünyada da ahirette de lanetlendikleri bildirilerek bu kıssalarla ilgili olarak şöyle söylenilmiştir:
    “Bunlar sana doğru haber olarak aktardığımız geçmişlerin haberleridir. Onlardan kimi ayakta kalmıştır halâ izleri vardır; yeryüzünü geniş görün kimi de biçilmiş ekin gibi yerle bir edilmiş, izi bile kalmamıştır” (100). Yüce Allah onların kendi nefislerine zulmettiklerini azab geldiğinde taptıkları ilahlarının hiç bir fayda sağlamadığını; Allah’ın yakalayı vermesinin pek acıklı ve şiddetli olduğunu; ahiret azabından korkanlara bunda kesin âyetler olduğunu beyan buyurmaktadır. Hûd sûresinin bu son bölümünde anlatılan kıssalardan ibret alınmalıdır: “Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O yapmakta olduklarınızı görendir” (112). Zulme sapanlara eğilim göstermeyin, sizin veliniz ancak Allah’tır. Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı kıl. Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Sabret. Rahmet olunanların dışındakiler cehenneme doldurulacaktır.
    Sûre şu âyetle sona ermektedir: “Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. Bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk edin ve O’na tevekkül edin. Senin Rabbin yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir” (123).
    Kâfirlerin, azgın ulusların hemen her peygamberi yalanladıklarını ve azabı hak ettiklerini, bu kıssalardan anlıyoruz. Bütün sapık milletlerin, aynı üslûpla nebileri ve resûlleri yalanladıkları gibi, Resûlüllah’ın kavminin de onu yalanladığı görülmektedir: Sen de bizim gibi bir insansın, özelliğin ne ki? Kitabı sen uydurdun. Senin sözünle, biz ilahlarımızı terkedecek değiliz. Biz üstünüz; siz peygamberler yumuşak baslı ve zayıfsınız, koruyucunuz da yok. Birer melek olsaydınız ya gibi sözlerle…
    İşte hep bu yüzden onlar azabı hak ettiler. Allah onlara zulmetmedi, kendileri nefislerine zulmettiler. Bu, Allah’ın her zaman geçerli olan bir kanunudur. Ve Allah zalimleri yeryüzünde mirasçı kılmaz, amellerini boşa çıkarır.

  3. yasir dedi ki:

    Bu yukarıdaki yazı tamamen ceviri kuranlardan yapılan yanlış ve düşük cümlelerle düzenlenmiş bir manipüleden başka bir şey değil.
    Arap deli ve edbiyatını bilmeden bunları yapmanız sizin amatör ruhunuzla yapılmış aceleci saldırğanlığınızı serğiliyor.Arap dili ve edebiyatını çok iyi bilmeden sadece türkçe cevirilerle bunları yapmanızda sizleri komik duruma düşürüyor, kuran inerken arap edebiyatı ve şiire zaten zirvedeydi kabenin etrafı şairlerle ve edebiyatçılarla doluydu onlar bu açıkları bulamadılar her halde.
    Kaldıki günümüzde Amerika ve Avrupada birçok Müslüman, hiristiyan ve ateisler panellerde insanların önlerinde bunların bir çoğunu tartışıyorlar hem bu araştırmacılar cevirilerden değil yıllarını Arap dilini ve edebiyatını öğrenerek yapıyorlar ve kurandaki açıkarı arıyorlar malesef bu tarz açıkları onlar sizlerden çok araştırıyor onlar profesyonelçe yapmış oldukları araştırmalarda bulamadıklarını sizler amatörce bulmanız sizleri tebrik etmemizede sebeb oluyor.
    Yukarıdaki verdiğiniz cevirilerde zaten ceviriden kaynaklanan bir düşük cümle ve anlam kaymaları mevcut,,,lakin kuranda ALLAH’ta belirtiyorki Meleklerde resul kılınmıştır o ayetlerde kimin konuştuğunu Melekmi yoksa peygambermi en iyisini ALLAH bilir…
    Her kim konursa konuşsun konuşulanın iyimi kötümü doğrumu yanlışmı olduğuna bakalım.

    35 / FATIR – 1
    Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

    Hamd; gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlara sahip melekleri, resûller (elçiler) kılan Allah’a aittir. Yaratmada dilediğini arttırır. Muhakkak ki Allah, herşeye kaadirdir.

  4. Kül Tigin dedi ki:

    Bir süredir bu siteyi takip ediyor ve gün geçtikçe daha bir beğeni ile izliyorum.Şimdi yazacaklarıma bakıp beni ateistlikle ya da kafirlikle suçlayacakları duyar gibiyim.Hemen burada kimseye zahmet çektirmeden belirteyim ki fundamentalist(kökten dinci)lerin tabiriyle bir Mürted olduğumu söyliyeyim.
    Evrimim şöyledir:
    1.Doğuştan Müslüman(Ebeveynler ve toplumsal çevre dolayısıyla..)
    2.uygulamalı müslüman(namaz,oruç,dua vs. ritüelleriyle..)
    3. Mutmain müslüman(İnancından emin,Nirvanaya doğru gidiş..)
    4. Tahkiki müslüman(Kur-an’ı derinlikli araştırma)
    5.Felsefi ve mantıksal çözümlemelere yöneliş.
    6.Tüm dinleri reddediş ve sadece tüm evrenlerin tek yaratıcı gücüne yöneliş.

    Görüldüğü gibi artık dinsizim ama Tanrı inancım çok daha güçlü ve özgür..Bir mühendis olarak,bir yaratıcı gücün ve bilincin varlığının matematiksel zorunluluğunun farkındayım.Ancak bu gücün,bir Furkan(doğruyu yanlıştan,hakkı batıldan ayırt edici “ aynı zamanda Kur-an’ın da bir adıdır!”) olarak bize AKIL vermiş olması yeterlidir.

    Şimdi gelelim burada ve diğer oturumlarda Kur-an’ı ve peygamberi bir sürü ayetleri ardı arkasına sıralayarak savunma pozisyonuna geçenlere..

    Bir de Rabbin memleketleri, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi ana noktalarına göndermedikçe helak edici değildir. Biz, o memleketleri yalnızca halkı zulüm ederken helak etmişizdir.(kasas – 59 “Elmalılı Hamdi Yazır”)

    Andolsun ki, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine suç işleyenlerden intikam aldık. Mü’minlere yardım ise üzerimizde bir hak oldu. (Rum – 47 “Elmalılı Hamdi Yazır”)

    Ve biz her gönderdiğimiz peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara iyice açıklasın; sonra da Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. Ve O, öyle herşeye galip, tam hüküm sahibidir. (İbrahim – 4 “Elmalılı Hamdi Yazır”)

    Matematiksel Sonuç:
    Varsayalım ki Kur-an Hak’tan gelen kitaptır.Bu durumda bu ayetler uyarınca Kur-an’dan yalnızca Araplar sorumludur.Ben anlamadığım ve anadilim olmayan bir dilde gelmiş bir kitaba karşı sorumlu olamam.Eğer sorumlu tutulursam bu Allah’ın adaletine ve Ayetlerine ters düşer.
    Denecektir ki,”bu kadar arapça bilen alimlerin varlığında böyle bir sorumluluktan kaçılamaz.” Hayır öyle değil,Ayetler çok açık ve net.Hadi yine olur tarafından bakmaya çalışalım;Bu kadar Arapça bilen Teologlar kelimeler üzerinde bile konsensüs sağlayamamaktadırlar.Dolayısıyla herbirinin tercümesi bile sanki başka bir kitap!.
    Deniyor ki;Arapça o kadar zengin,o kadar geniş bir dildir ki bir kelimenin onlarca hatta yüzlerce anlamı vardır.Bir tek örnek vereyim; “Darabe” kelimesi kimi tefsirde vurmak,kimi tefsirde dövmek,kiminde uzaklaştırmak,kimi tefsirde evden çıkarmak vs.vs. ve daha bunun gibi yüzlercesi,binlercesi!..Hangisi doğru? Ve bunlara kim karar verecek?Arapça’yı anadilim gibi öğrenmek içinse ömrüm yetmez. O zaman meallerin içinden kendime en uygun gördüğüm birini seçip ona göre dinsel hayatımı uygulayacağım.Bu durumda da benim peygamberim meali yazan kişi olmuş demektir.
    Bence Tüm evrenlerin tek yaratıcısı olan sonsuz bilinç,yarattığı akıllı varlıkların kafalarını böyle karıştırmaz.Bu O’nun bilgeliğine yakışmaz.
    Kasas-59,Rum-47,İbrahim-4 ayetleri uyarınca Allah,Türk kavmine de adı Oğuz,Gökhan,Cengiz vs.olan bir resul seçip bizim hakim olduğumuz anadilimizle mesaj gönderdiğinde sorumluluk yüklenmiş olurduk.Türkçe lehçeler arasında hernekadar farklar olsa da temel omurga üzerinde bunları aşmak ve konsensüs sağlamak oldukça kolaydır.
    Aslında böyle şeylere hiç gerek de yoktur.Tanrı’nın bize verdiği AKIL,Resul olarak yeterlidir.AKIL,evrendeki matematik-Fizik-Kimya vs.gerçekliğini arayıp bulduğu gibi sosyal ve psikososyal gerçekliği de bulacak/bulmaktadır.İnsanın akıl nimetine, dolayısıyla Yaratıcısına olan sorumluluğu budur!..
    İnanan-inanmayan herkese saygılarımla.
    Kül Tigin

    • yasir dedi ki:

      Kuran’da kesin ayetler vardır bunlar diğer tevrat-zebur ve incildede aynıdır…ve daha önceki peygamberlerde aynı şeriyat üzere idi, ALLAH’ın tek yaratıcının dini ilk insandan beri birdir, temel kural yaradana ortak koşmamak iyilik yapmak,fitne çıkarmamak,zulüm yapmama ve kötülükten sakındırmak faiz-yalan-dedikodu-zina-çalmak-kumar-alkol vsvs şeylerden uzak durmak…Bunları yapıpta ben mülümanım diyenlerden dolayı siz ALLAH ve dine kızmanız çok yanlış çükü bu o kötü işleri yapan kişilerin suçudur…Ayetleri yanlış anlamak ayetleri ve kuranıda mantıksız yapmaz bu alğılayan kişinin hatasıdır…
      Karanlığa küfretmektense, karanlığa bir mum yakmak daha mantıklı…

      ŞÛRÂ – 13—-O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir.

      İBRÂHÎM – 52— Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.

      CUMA – 3— (Allah, o peygamberi) onlardan henüz kendilerine katılmayan başkalarına da göndermiştir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

      ÂLİ İMRÂN – 95— De ki: “Allâh doğru söylemiştir. O hâlde hanîf olarak İbrahim’in milletine (din anlayışına) tâbi olun. Şirk koşanlardan değildi (O)!”

  5. kadir dedi ki:

    sayın kül tigin… diyorusunuz ki anadilim olmayan bir bir kitaptan ben sorumlu olmam… ibrahim suresi 4.ayeti dikkatli okudunuz mu hiç…. bir peygamberin görevi önce kendi kavmini uyarmaktır. ana dili farklı olan bir kitapla kendi halkını uyarması imkansızdır.. siz mühendismişsiniz. bir inşaat mühendisi binayı aşama aşama mı yapar? yoksa bir anda tamamını mı oluşturur.. işte buda böyle… gelen peygamberin görevi önce en yakınlarını, sonra ailesini, sonra arkadaşlarını, çevresini, halkını, sonrada bütün insanları uyarmaktır. önce kavmini ikna etmeden diğer milletlerden olanları ikna etmesi mümkün değildir…

    kuran ayetlerine gelince günümüzde bu işin ciddiyetini kavrayamamış onlarca alim. kuranı meal etmiştir. bu okadar basit bişey değildir. arapça gramere hakim değilsen, bir kelimenin cümle içinde hangi anlama geldiğini arapça dil kanununa göre çevirmiyorsan meali yanlış yorumlarsın. bu yanlış durum asla ve asla allaha maal edilemez. bu insandan kaynaklanan hatadır. bu vebal meal yapanların boynunadır. peki bizler bu durumu nasıl aşabiliriz?
    kuran kendi kendini açıklayan bir kitaptır. bir ayetin tefisirini başka bir ayette bulabiliriz. size çelişkili gelen bir ayeti iyi araştırmanızı tavsiye ederim. mealcilere bağımlı kalmadan doğrunun peşinde koşarak bu işi yapın…

    yüce allah her millete peygamber gönderdiğini kuranda bildiriyor. biz türklerede peygamber geldiğini anlayabilirz. zaten türklerin hızlı bir şekilde müslüman olmalarının en büyük nedeni eski gök tanrı dininin inanç sisteminin islamla benzeşmesidir. her millet kendine gelen dini bölmüş, parçalamış, değiştirmiş, peygamberlerin uyarıları unutulmuş, pek azı hatırda kalmış. bu durum hz. muhammetle sona ermiştir. onun aracılığı ile gelen hükümler kıyamete kadar değişmeden var olacaktır. tıpkı 1400 senedir değişmeden günümüze geldiği gibi…

    son olarak, hz. peygamberin veda hutbesinde söylediğini hatırlatmak istiyorum… “arabın arap olmayana, arap olmayanında arap a üstünlüğü yoktur. üstünlük sadece takvada ( nefsi allahın hükümlerine yönlendirmede ve o doğrultuda yaşamada) dır. siyahın beyaza, beyazında siyaha üstünlüğü yoktur.” yani bizler türkte olsak, arapta olsak, siyahide olsak, kimseden hiçbir üstünlüğümüz yoktur. allah her insanı farklı din,dil ırk ve surette yaratmıştır. buda allahın yaratış sanatıdır. şimdi ben türküm diye rabbimin gönderdiği arapça kuranı inkar edecek değilim. hangi dilde olursa olsun ben rabbimden gelen sözlere iman ederim. ingilizce, türkçe,arapça,ibranice,fransızca vs. fark etmez…

    • orbudi03 dedi ki:

      Sayın Kadir; Türklerin müslümanlığı kabul etmeleri ile ilgili olarak TALKAN ve CURCAN katliamlarını araştırmanızı öneririm.

    • Abdullahabdal dedi ki:

      İnsanı diğer canlılardan ayıran tek şey akıldır. Okuduğu kitapta yazanı bile anlamayan evrimleşememiş beyinler vardır. Kutsal dedikleri kitapta yazan düz cümleleri bile anlayamazlar..

      İSLAM ARAPLARINDIR.MEKKE DIŞINDA MÜSLÜMANIM DİYENLER ALLAHA VE KURANA KARŞI GELİRLER.

      ŞURA-7.Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik.

      ENAM-92.İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır.

      İslam geldi dedikleri tarihlerde Kuran yazılı değildi.Daha sonraki yıllarda yazıya ve kağıda dökülmüştür.Muhammed kendi döneminde bile kimseye kabul ettiremediği için, Kuranın ileride önemli olacağını öngöremeyip yazılı hale getirmemiştir. Gelecekle ilgili bir plan yoktur.Kuranın O gün le ilgili olduğu hem bu ayetten hem de Muhammed’e gelenlerin yazıya dökülmemesinden anlaşılmaktadır.

      YASİN-5.Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için gönderilen
      İBRAHİM-4.Her kavme sadece o kavmin kendi diliyle seslenir.O kavimden olan birini peygamber yollarız
      FUSİLET-3.Bir kavim için indirdiğimiz Ayetleri detaylıca açıklanmış Arapça bir Kurandır.

      Ayette açıkça her kavme sadece kendi dilini konuşan kendi içinden olan bir peygamberi elçi atarım yazıyor. Bir başka şeklide hiç bir kavme o kavmin kendi dilinde olmayan bir Kitap göndermem ve o kavmin ırkından olmayan bir peygamber de atamam demektir. Bu durumda Kurana göre Türklere de Türkçe konuşan Türk bir peygamber atanması zorunludur, Kurana göre Türklere Bir Arap peygamber gönderilemeyeceği gibi Türklerin Kutsal kitabı Arapçada olamaz.Türklere Arap kavminin diliyle inen kitapla o kavimden bir peygamber geçerli değildir.Fusilet 3 ayetinde bir kavim için olduğu açıktır ve bunlar Türkler değildir. Kuranın bakış açısına göre olması gereken budur.

      YUSUF-2.Kuran ı anlamanız için Arapça indirdik
      Bu ayeti Türklere uygularsak,ey Türkler Kuranı anlayabilmeniz için Arapça indirdik anlamı çıkar

      Mealciler veya Kuranı çevirenler Lİ KAVMİN(BİR KAVİM İÇİN) sözünü görmezden gelirler.Çünkü bir kavim için demek BÜTÜN KAVİMLER İÇİN demekten farklıdır. Bakıldığında fusilet 3 ayetinde Lİ KAVMİN(TEK KAVİM İÇİN) kısmının atlandığını görmek mümkündür.Lİ KAVMİN=BİR KAVİM İÇİN Ayette bir kavim için yazmak yerine bilen bir toplum için yazılarak anlam saklama sahtekarlığı yapılmıştır.
      FUSİLET-3.Bu,bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.

      Mealciler başka kelimeyi değil de BİR KAVİM İÇİN kelimelerini atlama gereği duymuşlarsa bu onlarında Kuranın tek kavme özel oluşunu kavradıklarını gösterir.Türklerin enayi yerine konulduğunun kanıtıdır. Yoksa anlamını saklama ve atlama gereği duymazlardı.İslamcılar İslam’ın Dünyanın Din’i olduğunu söylerler.Kurana göre sadece Mekke ve çevresinin dini olduğu ortadadır. İslam ın şartlarıyla ilgili düzenlemeler de bu düşüncenin kanıtlarını daha da sağlamlaştırırlar.Yasin-40 da Kuranda gece gündüz birbirine eşittir yazar. İslamın tüm ibadet ve kuralları bu eşit zannedilmeye göre düzenlenmiştir.

      Mekke de gece gündüz farkı az olduğundan Namaz vakitleri Mekke ve çevresinde oluşur.
      Fakat Kutuplarda namaz yapılamaz.Sabah namazını yerine getirdiğinizi düşünsek bile, akşam namazını altı ay sonra yerine getirebilirsiniz. Mekke dışında kıble ararsanız Kabe yerine uzaya dönmüş olursunuz.

      Oruç kutuplarda tutulamaz bakara suresinde orucun nasıl tutulacağı bellidir. Mekke ve çevresinde oruç sıkılmadan zorlanmadan tutulabilir. Kutuplarda akşam altı ay sonradır.Başlayan oruç bitirilemez.

      Hac ibadetine gitmenin Kuran da yürüyerek veya deveyle yapılması söylenir. Başı bozukluğun haydutluğun kol gezdiği eski dönemlerde seyahat güvenliği yoktur. İspanyadan Kabe ye Gidecek insanlar o devirde yürüyerek yada deveyle gidebilir miydi?Gidebilse geri dönebilir miydi?

      İslamın şartları denilerek konulmuş her şey “İslam sadece Mekke ve çevresi içindir” denilen kurandaki ayetleri destekler niteliktedir. İslamın Dünya için düşünülmediğinin tüm kanıtları İslam ve Kurandadır.

      Mealciler Mekke çevresini ni yazan yeri “tüm insanlık “ diye çevirirler. Kuranı kutsal olarak düşünse bu sahtekarlığı yapabilir mi? Sayın mealci ise; şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır der.Bir şehrin çevresi anlamındaki kelime tüm insanlık anlamına getirilir. İslam tüm Dünya içindir diye çevirmekle amaçladığı ne olabilir? Milletimizi kandırmak mı?
      Bu mealci Allahtan korkmuyor mu? Kuranda yazanı ne cesaretle işine yarayacak şekilde değiştiriyor?
      Korkmuyor çünkü kendisinin İslam konusunda sorumlu olmadığını en iyi o biliyor.

      Neden İslam’ın Mekke dışındakilere de geldiğini söylüyor.İnsanları kandırmasının nedeni ne olabilir? Kurana ve İslam Allahtan gelmiş olsa bunu yapabilir mi? Neden korkmuyorlar yalan yazarken?
      Kuranı anlayarak okuyan İslamcılar.(herkesin anlayarak okuması İslam’ın ilk şartıdır) İslam’ın Türkler için olmadığını bildikleri halde, Arap emperyalizminin uşaklığını yaparlar.

      Diğer bir konuda Allahtan geldiği iddia edilen Kuranın Arapların kendi dilinde Arapça olması ve Kuranın anlayarak okunması dini bir zorunluluk olması nedeniyle,bir Türk olarak binlerce yıldır atalarımdan yadigar anadilimi değiştirerek Dilimi Arapça yapmak zorunda olmamdır.

      Kuranın tek kavme özel oluşunu gizlemeye çalışan mealciler dediğini doğru kabul edersek, Allah’ın, Kuranın Arap olmayanlar için dil sorunu yaratacağını hesaba katmadığı sonucu ortaya çıkar.
      Yani karmaşık Arapça bir kitabı bütün insanlara ve bütün dillere yollama acemiliği yapmışsa, Kuranı gönderdiği söylenenin Arapça konuşmayanlar için dil sorunu doğacağını tahmin edememiş demektir.
      Bütün insan dillerine çevrilemeyen, hatta Arap olmayanların doğru şekilde okuması imkansız olan bir kitabı bütün insanlara yollamış olabilir mi?Kuran bunumu iddia ediyor?Hayır asla.Kuran tam tersini söylüyor. Kuran sadece Arapça konuşan Arap kavmi için geldiğini söyler.Bütün kavimlere ve bütün dillere geldim demez.

      Kuran her kavme sadece o kavmin kendi dilinde inen mesajla seslenmek gerektiriğini düşünüyor Yabancı bir peygamberle ve yabancı dilde inen kitapla değil. Yabancı dilde mesaj olmamalıdır. Kuran yabancı dilde inen kitaba itiraz etmeyi meşru görüyor

      FUSSİLET-44.Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur’ân yapsaydık onlar mutlaka: «Bu kitabın âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?» derlerdi. Sen de ki: «O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır.» İman etmeyenlerin kulaklarında ise bir ağırlık vardır. Kur’ân onlara göre bir körlüktür. Sanki onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar (da duymuyorlar).

      Araplar sorabiliyor ise biz Türkler “Türklere hiç Arapça bir Kuran gönderilir mi “diye neden sormuyoruz? Biz salakmıyız? Yoksa Türklerin kayda değecek bir Millet olmadığını mı kabul edeceğiz?

      • sarp mustafa dedi ki:

        Öncelikle şunu belirtmek isterim, 10 yıldır araştırırım ama hep ortadaydım, hatta ve hatta son 4 ayda abartısız onbinlerce sayfa kitap, makale, araştırma yazıları okudum ama senin yorumuna hayran kaldım. Cevapları da okudum ve açıkcası senin yazına cevap verebilecek bir cahil çıkmamasına şaşırmadım. Çünkü bir insan ne kadar aptal olursa olsun yazdıklarına cevap verecek cesareti bulamazdı. Yazmamın amacı sadece teşekkür etmekti, fazla uzatmak istemiyorum. Aklına fikrine sağlık teşekkürler.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Abdullahabdal,

        Aşağıda gösterdiğiniz ayetlerin meallerinde hatalar olup yaptığınız yorumlar de yanlıştır.!!!

        YASİN-5.Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için gönderilen
        İBRAHİM-4.Her kavme sadece o kavmin kendi diliyle seslenir.O kavimden olan birini peygamber yollarız
        FUSİLET-3.Bir kavim için indirdiğimiz Ayetleri detaylıca açıklanmış Arapça bir Kurandır.
        ‘’sizin gösterdğiniz mealler ’’

        DOĞRU MEALLER !!!

        1-YASİN-5::لتنذر قوما ما انذر اباؤهم ‘’ Li tünzire kavmemma unzire abauhum…’’ Kur’an,ataları UYARILMIŞ olduğu gibi,gaflette giden bir topluluğu da uyarman için mutlak güç sahibi,çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir..’’şeklindedir.Çünkü,

        Buradaki ‘’ ما ‘’ Nefiy (olumsuz) edatı değil,’’موصولة ‘’ edati olup ‘’الذي ‘’ anlamındadır..

        .!!! قا ل ابن عباس وعكرمة وقتادة هي بمعني الذي فا لمعني = لتنذر مثل ما أ نذر اباؤهم İbni Abbas,İkrime, Kutade ve daha niceleri buradaki ‘’ ما ‘ olumsuz edatı değil,mevsula edatı olup ‘’الذي.‘’ anlamında olduğunu söylemketedirler..Yani ayetin meali ‘’…..ataları UYARILMIŞ …….’’ şeklindedir ( …القرطبي = ج = 8 = ص = 10 )

        2- İBRAHİM-4. Bu ayet hz.peyğembere hitap ettiğine göre ‘’ Ondan önce gönderilmiş olan ve elçiliği evrensel olmayan peygamberlere vurgu yapmaktadır.Yani yüce Allah bu ayetle elçiliği evrensel olup son peygamber olan hz.Muhammed’e ‘’ senden önce gönderdiğim her peygamber kendi halkının diliyle gönderdim ‘’ diye mesaj vermektedir.
        Ama kur’an’ın müteaddit ayetlerinde hz.muhammed’in evrenselliğine ve bütün insanlara gönderildiğine dair açıkça nice ayetler vardır,fakat daha önce bu ayetleri defalarca gösterdiğimiz için tekrarar gösterme ihtiyacı duymuyoruz…

        3- FUSİLET- (2-4) Bu öyle bir kitaptır ki (taşıdığı) mesajlar, anlama ve kavrama yeteneğine sahip bir toplum için Arapça bir hitabe olarak apaçık beyan edilmiştir; ‘’ şeklindedir.

        İşte ayetlerin doğru meali yapıldığı zaman sizin yukarıdaki yorumunuzun ne bir mesnedi, ne de bir anlamı kalmaktadır.Zira kur’an’da zerre kadar bir sorun yoktur,var gibi görülen sorunların tek nedeni hatalı meal ve yorumlardır.!!!

        Özetle,hz.Muhammed’in elçiliği evrensel olup bütün insanlaradır…!!!

        Saygılarımla..

        ————————————————-

        Sn. sarp mustafa,

        Abdullahabdal’a hitaben (cevapları da okudum ve açıkcası senin yazına cevap verebilecek bir cahil çıkmamasına şaşırmadım.Çünkü bir insan ne kadar aptal olursa olsun yazdıklarına cevap verecek cesareti bulamazdı. ‘’ diyorsunuz.!!!

        Bence,ancak bir cahil veya bir aptal bu tür hakaret İçerikli sözler sarf edebilir.!!!

  6. Gencer dedi ki:

    Kur’an’daki Sonu Gelmez Tekrarlamalar ve Bundan Doğan Sakıncalar

    Pazar, 11 Kasım 2012 23:15 tarihinde yayınlandı.. | Yazdır | e-Posta | Gösterim: 1015

    Kur’an, bitmeyen ve bilimselliğe ters düşen tekrarlamalarla doludur: çoğu zaman aynı sözcükler ve aynı tümceler, bazen birkaç ayet arayla ya da aynı surenin ya da farklı surelerin çeşitli yerlerinde sıralanmış olarak yer almıştır. Çoğu ayetler pek belirsiz değişikliklerle farklı yerlerde sonu gelmezcesine tekrarlanmıştır. Aynı dinsel olaylar ve aynı masallar, bölük pörçük şekilde farklı surelere dağıtılmış olarak anlatılmıştır. Eğer bu tekrarlamalar ayıklanmış olsa, kitabın hacmi muhtemelen üçte bire inecektir.

    Hemen belirtelim ki, insan zekâsının ve düşünme gücünün yıpranmasında, bu gereksiz tekrarlamaların büyük bir rolü olduğu muhakkaktır. Ve şu da muhakkaktır ki, bu tekrarlamalar, Kur’an’ın Tanrı yapısı değil, insan yapısı bir kitap olduğu kanısını pekiştirecek nitelikte şeylerdir. Kitapta yer alan tekrarların tümünü buraya sıkıştırmaya imkân olmadığı için, birkaç örnekle yetineceğiz.

    Her şeyden önce şuna işaret edelim ki, Kur’an sözcüğü, ayetlerde 70 kez geçer; ayrıca da “kitap” sözcüğü şeklinde 75 kez yer alır ve bu ayetler en fazla tekrar olunan ayetlerdir. (Fakat bunun dışında “furkan”, “zikr” ya da “kitap” deyimleriyle de Kur’an’dan söz edilir. Bu konuda bkz. Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedisi, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1994, c.7,s.233 vd.) Hemen hepsinde Kur’an’ın Tanrı’dan gelme olduğu konusu, benzeri deyimlerle belirtilmiştir; belirtilirken de Tanrı’nın “güçlülüğü”, “bilginliği”, “efendiliği”, “hikmetliliği” ve “yüceliği” dile getirilmiştir. Örneğin, Vakıa Suresi’nde Tanrı, yeminler ederek şöyle der: “Andolsun ki (Kur’an), dünyaların efendisinin (alemlerin Rabbi’nin) indirmesidir” (Vakıa Suresi, ayet 80). Bu aynı sözler Şuara Suresi’nin 192., Hakka Suresi’nin 43. ayetlerinde aynen tekrarlanmakta! Yine bunun gibi Mümin Suresi’nde, “Kitabın (Kur’an’ın) indirilmesi, güçlü ve hikmetli Tanrı katındandır…” (Mümin Suresi, ayet 1-2) deniyor. Aynı sözleri Zümer Suresi’nin 2., Casiye Suresi’nin 2., Ahkaf Suresi’nin 2. ayetlerinde aynen bulmaktayız.

    Kur’an’ın uydurulmuş bir kitap olmadığı ve bir benzerinin insanlar tarafından yapılamayacağı hemen hemen aynı sözcüklerle tekrarlanmıştır (örneğin Secde Suresi, ayet 1-3; Yunus Suresi, ayet 37-39 vd…). Yine aynı biçimde, “Bu kitap, merhamet eden, merhametli olan Allah katından indirilmedir”, “Bu kitabın indirilmesi güçlü ve hakim olan Allah katındandır”, “Kuşku yok ki Kur’an’ı biz indirdik…”, “Kur’an, alemlerin Rabbi’nin indirdiğidir…” şeklindeki ayetler her sure’de, hemen hemen aynı ve bazen ufak değişikliklerle tekrarlanarak sürüp gider (bkz. Neml Suresi, ayet 6; İnsan Suresi, ayet 23; Şuara Suresi, ayet 23; Secde Suresi, ayet 1-3; Vakıa Suresi, ayet 43; Mümin Suresi, ayet 1-2; Fussilet Suresi, ayet 1-2; İsra Suresi, ayet 88; Kasas Suresi, ayet 48-50 vd…). Bunlardan birçoğunda, Tanrı’nın daha önce başka ümmetlere (örneğin İsrailoğulları’na) kitap gönderdiği, fakat bu ümmetlerin anlaşamayıp ayrılığa düştükleri, peygamberlerini yalanladıkları, bundan dolayı Tanrı tarafından cezalandırıldıkları, Muhammed’in Tanrı tarafından “son peygamber” olarak seçildiği, kendisine Arapça Kur’an verildiği, fakat bazı kimselerin ve kavimlerin Muhammed’i ve Kur’an’ı inkara kalkıştıkları, bunların tıpkı eskiler gibi cehennemlik oldukları, Tanrı’ya ve Muhammed’e kulluk edenlerin cennete gidecekleri vs… anlatılmıştır. Bu tema, özellikle Mekke döneminde indiği kabul edilen ayetlerin hepsinde bu minval üzere tekrarlanır: Zümer Suresi’nden (sure sırası 39) Ahkaf Suresi’ne (sure sırası 46) kadar olan surelere şöyle bir göz atmakla bunun böyle olduğunu anlamak mümkündür.

    Tanrı’nın kendi kendine övünmesi ya da Muhammed’i övmesiyle ilgili ayetler sonu gelmez şekilde tekrarlanmıştır: “Doğrusu Allah… övülmeye layık olandır” (Hac Suresi, ayet 64); “…Allah güç ve hikmet sahibidir…” (İbrahim Suresi, ayet 4); “Allah göklerin ve yerin nurudur… ” (Nur Suresi, ayet 35); “Allah, kendisinden başka Tanrı olmayan, diri, kayyûmdur (uyumaz). Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerde ne varsa onundur…” (Bakara Suresi, ayet 255).

    Sayısız denecek kadar çok ayetlerle bu şekilde övünen Tanrı, neden dolayı övülmeye layık olduğunu kanıtlamak üzere hep aynı şeyleri tekrarlayarak konuşur: gökleri ve yeri ve her şeyi yoktan var ettiğini, her şeyin kendisine ait olduğunu, geceyi gündüze kattığını, göklerden su indirip yeri yemyeşil yaptığını, göklerde ve yerde olan her şeyden haberli olduğunu, geçmişte olanı ve gelecekte olacakları bildiğini vs… söyler durur: “O görüleni de görülmeyeni de bilen, kendisinden başka Tanrı olmayan Allah’tır. O acıyıcı olandır (rahmandır), acıyandır (rahmidir). O, kendisinden başka Tanrı olmayan, hükümran (melik), çok kutsal (kuddûs), esenlik veren (selam), güvenlik veren (mümin), görüp gözeten (muheymin), güçlü (aziz), buyruğunu her şeye geçiren (cebbar), ulu olan (mütekebbir) Allah’tır… O var eden (halik), güzel yaratan (barı), yarattıklarına şekil veren (musavvir) en güzel adlar kendisinden olan Allah’tır. Göklerde ve yerde olanlar, onu tespih ederler. O, güçlüdür, hakimdir (hikmetlidir)…” (Haşr Suresi, ayet 22-24; ayrıca bkz. Hac Suresi, ayet 61-66, 70, 74, 76). Bu arada putlarla rekabet halinde görünür ve kullarının kendisinden başkasına tapmamalarını, tapacak olurlarsa dünyanın sonunun geleceğini anlatır; anlatırken kendi kendini övmek için yine yücelik tekrarlamalarına yönelir. Yönelirken kendi kendisine “hamd” eyler; örneğin şöyle der:

    “Gökleri ve yeri yaratan, melekleri iki şer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun…” (Fatır Suresi, ayet 1). Ya da şöyle ekler: “AIIah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. Onun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlı ya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka kitaptadır. Şüphesiz bunlar Allah’a kolaydır” (Fatır Suresi, ayet 11; ayrıca bkz. Yasin Suresi, ayet 12 vd; ayrıca bkz. Fatır Suresi, ayet 9, 11, 13, 15).

    Bu arada putların güçsüz olduklarını anlatmaya çalışır:

    “Eğer (putları) çağırırsanız, sizin çağırmanızı işitmezler. Faraza işitseler bile size cevap vermezler. Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı reddederler.” (Fatır Suresi, ayet 14). Yüceliğini insanlara karşı da ilan ederek şöyle der: “Ey insanlar! Allah’a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak odur.” (Fatır Suresi, ayet 16).

    Bunlara benzer nice tekrarlamalar vardır. Gelmiş ve geçmiş halkların Tanrı’yı ve peygamberlerini yalanladıkları konusu da, çoğu kez tekrarlanan şeylerdendir ki, bir iki örneği şöyledir:

    “Kendilerinden önce gelenler de yalanlamışlardı… Beni inkar etmek nasıl olur?” (Sebe Suresi, ayet 45); “Seni yalanlıyorlarsa, bil ki, senden önce de nice peygamberler yalanlanmıştır.” (Fatır Suresi, ayet 4); “Eğer seni yalancı sayıyorlarsa, bil ki, onlardan öncekiler de yalanlanmışlardı… Beni inkar etmek nasıl olur?” (Fatır Suresi, ayet 25-36).

    Tanrı’nın, insanları tam bir keyfilikle dilediği gibi doğru yola soktuğu ya da saptırdığı, “Müslüman” ya da “kafir” yaptığı hususu da, sık sık tekrarlanan şeylerdendir. Örneğin, Kehf Suresi’nde şöyle yazılıdır: “Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onu doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın.” (Kehf Suresi, ayet 17). İsra Suresi’nin 97. ayeti de aynı nitelikte ve yazılıştadır. İbrahim Suresi’nde, “…Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.” (İbrahim Suresi, ayet 4) diye yazılıdır ve sanki “keyfilik”, güç ve hikmet sahibi olmanın bir gereğiymiş gibi tanımlanmıştır. Nitekim Enam Suresi’nde Tanrı, dilediği kişinin gönlünü açıp Müslüman yaptığını ve dilediğinin gönlünü daraltıp saptırdığını, kafir yaptığını söyler. Fakat, sanki bu tür bir keyfilik yetmiyormuş gibi, bir de kafir kıldıklarını cehennemlerde yaktığını anlatarak “yüceliği”nin sınırsızlığını çizgilemiş gibidir (örneğin, Enam Suresi, ayet 125). Kur’an’ın bir öğüt olmak üzere gönderildiği hususu, özellikle Mekki ayetlerde, devamlı şekilde tekrarlanır. Kamer Suresi’nin birçok ayetinde aynı sözcüklerle şu vardır: “Andolsun biz Kur’an’ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mudur?” (Kamer Suresi, ayet 17, 22, 32, 40). Hac Suresi’nde birkaç ayet ara ve bir iki sözcüğün yer değiştirmesi suretiyle aynı şeyler şu şekilde tekrarlanmıştır: “Allah hakkında bilmeden tartışan… insanlar vardır” (Hac Suresi, ayet 3); “Bilmeden… Allah hakkında tartışan vardır.” (Hac Suresi, ayet 8). Aynı surenin biraz daha aşağısında, “Doğrusu Allah, inananları ve yararlı işler işleyenleri, içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar” (Hac Suresi, ayet 14, 23) şeklindeki ayetlerin, az arayla tekrarı vardır. Bakara Suresi’nin 62. ayetindeki, “Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara Suresi, ayet 62) şeklindeki ayet, bir iki sözcük farkıyla Maide Suresi’nin 69. ayetinde aynen tekrarlanmıştır. Rızkın Tanrı’dan gelme olduğu sık sık tekrarlanan şeylerdendir; örneğin, Sebe Suresi’nde yer alan, “De ki! Rabbim rızkı dilediğine genişletir ve bir ölçüye göre verir.” (Sebe’ Suresi, ayet 36) şeklindeki ayet, iki ayet sonra aynı sözcüklerle tekrarlanır (bkz. Sebe’ Suresi, ayet 39).

    Enbiya Suresi’nin 76. ayetindeki, “Nuh da… bize yalvarmıştı; onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini, büyük sıkıntıdan kurtardık” (Enbiya Suresi, ayet 76) şeklindeki söyleniş, daha sonraki Saffat Suresi’nin 75. ve 76. ayetlerinde karşımıza tekrar çıkar: “Nuh bize seslenmişti de, duasına ne güzel icabet etmiştik. Onu ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.” (Saffat Suresi, ayet 75-76). Yine Enbiya Suresi’ndeki, “Davud’la beraber tespih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları biz yapmıştık…” (Enbiya Suresi, ayet 79) şeklindeki sözler, daha sonra Sad Suresi’nde ufak bir değişiklikle karşımızdadır: “Davud’u an… Onunla beraber tespih eden dağları, kuşları… onun buyruğu altına vermiştik.” (Sad Suresi, ayet 18-19).

    Yine Nuh Suresi’ndeki, “Süleyman’ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgârı, onun buyruğuna verdik… Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik…” (Enbiya Suresi, ayet 81-82) şeklindeki satırlar, Sad Suresi’nde şu şekilde karşımıza çıkar: “…istediği yere Süleyman’ın) buyruğu ile kolayca giden rüzgârı… dalgıçlık yapan şeytanları onun buyruğu altına verdik…” (Sad Suresi, ayet 36-38).

    Tanrı’nın Adem’i yarattıktan sonra meleklerini ona secde ettirmek istemesi ve meleklerin hep birden secde etmeleri, fakat bu emre karşı iblisin kafa tutup kendisinin ateşten yaratıldığını, Adem’in ise çamurdan yapıldığını ve dolayısıyla ondan üstün olduğunu söyleyerek Tanrı ile tartışmaya girişmesi, bunun sonucu olarak Tanrı tarafından kovulması Kur’an’ın Bakara (ayet 34 vd…), Kehf (ayet 50) Araf (ayet 11-18), Hicr (ayet 31-34), Sad (ayet 71-75), Taha (ayet 116), İsra (ayet 61) surelerinde ve diğerlerinde, hemen hemen aynı ibarelerle tekrarlanarak anlatılır.

    Hikaye ve masallar da, hep kesik kesik olmak suretiyle, bu şekilde devamlı tekrarlamalar halindedir. Örneğin, Muhammed’den önceki peygamberlerin, kendi kavimleri tarafından alaya alınıp inkar edildikleri, inkar edenlerin başına belalar geldiği sık sık tekrarlanan şeylerdendir. Her tekrar edilişte Tanrı’nın gökleri ve yeri yarattığı, yolda yürünsün diye yollar yaptığı, gökten su indirdiği, insanlar binsin diye gemiler ve hayvanlar ihsan ettiği vs. gibi sözlerle övündüğü görülür (bkz. Zuhruf Suresi, ayet 6-8, 9-15, 16-17; Duhan Suresi, ayet 4-7, 17-25; Nahl Suresi, ayet 57-58, 63 vd…).

    Musa ile Firavun hikayesi, farklı surelerde ele alınmış ve aynı olaylar şeklinde tekrarlanmıştır (bkz. Mümin Suresi, ayet 23-50; Enam Suresi, ayet 103 vd…; Kasas Suresi, ayet 38 vd…). İbrahim’in karısına bir oğlu olacağının müjdelenmesi olayı çeşitli surelerde aynı şekilde ve çoğu zaman aynı sözcüklerle tekrarlanmıştır. Örneğin Hud Suresi’nde, “Andolsun ki, elçilerimiz müjde ile İbrahim’e geldiler. ‘Selam sana’ dediler… Onlar, ‘Korkma, biz Lût milletine gönderildik’ dediler. Bu arada İbrahim’in ayakta duran karısı gülünce ‘Ona İshak’ı , ardından Ya’kub’u müjdeleriz,’ dediler. ‘Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey’ dedi; ‘Ey evin hanımı! Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olmuşken, nasıl Allah’ın işine şaşarsın?’ (dediler)…” (Hud Suresi, ayet 69-74) diye yazılıdır. Şimdi üç sure sonraki Hicr Suresi’nin 52. ve 55. ayetlerine göz atalım; aynı olayın hiç yeri yokken şu şekilde tekrarlandığını görürsünüz:

    “İbrahim’in yanına girdiklerinde selam vermişlerdi; o, ‘Doğrusu biz sizden korkuyoruz!’ demişti de, ‘Korkma, biz saha bilgin bir oğlun olacağını müjdelemeye geldik’ demişlerdi; ‘Ben kocamışken bana müjde mi veriyorsunuz? Neye dayanarak müjdeliyorsunuz?’ deyince, ‘Seni gerçekten müjdeliyoruz, umutsuzlardan olma’ demişlerdi…” (Hicr Suresi, ayet 52-55).

    Görülüyor ki, Hud Suresi’ndeki hikaye Hicr Suresi’nde pek ufak bir değişiklikle yer almıştır. Şimdi 36 surelik bir atlama yapalım ve Zariyat Suresi’nde aynı şeyleri tekrarlayan şu satırları okuyalım: “Onlar İbrahim’in yanına girip ‘Selam sana’ demişlerdi, İbrahim de ‘Selam size’ demişti. Hemen ailesine giderek semir bir buzağı getirmiş, onların önüne sürüp ‘yemez misiniz?’ demişti. Yemediklerini görünce onlardan endişeye düştü; ‘Korkma!’ dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler; bunun üzerine karısı hayretle seslenerek geldi, yüzünü kapayarak ‘Kısır bir kocakarı’ dedi. Melekler, ‘Bu böyledir, Rabbin söylemiştir; doğrusu o, hakim olandır…’dediler…” (Zariyat Suresi, ayet 25-32).

    Bazen ibadetle ve hukukla ilgili ayetler, iç içe girmiş olarak, çeşitli surelerde aynı sözcüklerle tekrarlanmıştır:

    “Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar yerilemezler. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir. Onlar emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler. Namazlarına riayet ederler. İşte onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan mirasçılardır.” (Müminun Suresi, ayet 6-11).

    Yukarıdaki ayetin Mearic Suresi’nin 29. ve 36. ayetleriyle aynen tekrarlandığını görmekteyiz; araya sadece “Şahitliklerini gereği gibi yaparlar” tümcesi sıkıştırılıvermiştir.

    Kur’an’da yer alan tekrarlamaların nedenleri pek çeşitlidir. Bu nedenleri, Muhammed’in unutkanlıklarında ya da Yahudilerden, Hıristiyanlardan farklı zamanlarda ve farklı kişilerden olmak üzere öğrendiklerini bölük pörçük şekilde Kur’an’a sokmasında veya tekrarlamaların insan beyni üzerinde uyuşturucu etki yaptığını ve bu yoldan insanlara baş eğdirtmenin kolay olduğunu bilmiş olmasında aramak mümkündür.

    Gerçekten de İslam kaynaklarının bildirmesine göre, Muhammed, kendi unutkanlığının bilincine sahip olduğu için, her daim yanında gençlerden birini bulundurur ve ona olayları kaydettirirdi. Bunu böyle yapmış olmasına rağmen yersiz tekrarlamalara yönelmekten kurtulamazdı. Nitekim, Sa’d İbn-i Ebi Vakkas’tan öğrenerek Ankebût Suresi’ne koyduklarını unutup, bir başka vesileyle Lokman Suresi’nde tekrarlaması ya da bir olayı anlatırken yanda kesip, aynı olaya başka bir surede devam etmesi ve ederken de tekrarlamalara başvurması, bu hususta verilebilecek nice örneklerdendir. Kısaca fikir edinebilmek için Vakkas olayını özetleyelim:

    Ankebût ve Lokman surelerinde hemen hemen aynı sözcükler ve tümceler halinde yer alan iki ayet bulunuyor: Ankebût Suresi’ndeki ayet şöyledir:

    “Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir… Ana, baba seni, körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme…” (Ankebut Suresi, ayet 8).

    Ankebut Suresi, Kur’an’ın 29. süresidir. Bu sureden iki sure sonraki Lokman Suresi’nde yukarıdaki sözler, araya bazı tümceler sıkıştırılmak suretiyle aynen tekrar edilmiş ve şu şekle getirilmiştir: “Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı. Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur… Ana, baba körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme…” (Lokman Suresi, ayet 14-15). Beyzavi gibi Kur’an yorumcularının söylemesine göre, yukarıdaki benzeri ayetlerin iki ayrı surede yer alması, şu olay vesilesiyledir: Sa’d İbn-i Ebi Vakkas’ın Müslüman olduğunu duyan anası Hamne, fena halde üzülür ve oğlunun İslamdan çıkıp eski dinine, yani putperestliğe dönmesini ister. Dönünceye kadar yemek yemeyip aç kalacağını söyler; şöyle der: “Ya Sa’d! Sen ne yaptın, eğer sen bu yeni dini bırakmazsan (yemin ederim ki) ben yemem, içmem, nihayet ölürüm; sen de benim yüzümden: ‘Hey anasının katili!’diye bednam olursun.” ( Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Bini Kur’an Dili, Bedir Yayınevi, İstanbul. 1993, c.5, s.3844.) Ve dediği gibi yapar; iki gün iki gece yemez, içmez, takatten düşer. Ve işte bu nedenledir ki Muhammed, “Ana, baba seni, körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme…” şeklindeki ayetleri, Kur’an’ın yukarıdaki surelerine, tekrarlama yoluyla serpiştiriverir. Bu ayetler Sa’d’ı öylesine etkiler ki, anasına çok düşkün olmasına rağmen, onun aç kalarak ölmesine razı olduğunu anlatmak için şöyle der: “Anneciğim, bilesin ki vallahi yüz canın olsa da birer birer çıksa, ben bu dini hiçbir şey için terk edemem; artık dilersen (yemek) ye, dilersen yeme.” Oğlunun bu tutumu karşısında Hamne, .pek muhtemelen bu kadar katı yürekli bir çocuk için ölmenin yersiz olduğunu anlamış olmalıdır ki, açlık grevine son verir ve yemek yemeye başlar. Fakat, her ne olursa olsun, durum şu ki, Muhammed, Kur’an’ın Ankebut ve Lokman adlı iki ayrı suresine, birbirinin aynı nitelikte ayetler koymuştur. Hemen belirtelim ki, Ankebut Suresi, Kur’an’da 29. sırada, Lokman Suresi ise 31. sırada yer almıştır. Ancak, bu iki sure, birbirlerinden çok farklı zamanlarda inmiş olarak bilinirler; zira Lokman Suresi’nin nüzul (iniş) sırası 57, Ankebut Suresi’nin nüzul sırası ise 85’tir. Yani, bu iki sure arasında 28 sürelik bir zaman farkı bulunmakta! Pek muhtemeldir ki, bu zaman farkı, unutkanlık yaratıp, yukarıdaki iki benzer ayetin Kur’an’da “tekrarlama” şeklinde yer almasına vesile olmuştur.

    Öte yandan Muhammed, kafiyeli konuşmaların ve ahenkli tekrarlamaların (velev ki gereksiz ve bıktırıcı nitelikte olsun), insan beyninde uyuşturucu etkiler yarattığını bilirdi. Kişilerin, sonu gelmez bu tekrarlamalar içerisinde düşünme gücünden yoksun kalıp, kendilerini, emredilen şeyleri yapmaya terk edeceklerini de bilirdi. Nice örneklerden bir ikisini belirtelim: Nur Suresi’nin 61. ayetinde “yemek yemek” için kimlerin evine izinsiz olarak gidileceği şöyle anlatılmıştır:

    “…Evlerinizde veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya kahyası olup anahtarları elinizde olan evlerde veya dostlarınızın evlerinde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de sorumluluk yoktur…” (Nur Suresi, ayet 61).

    Görülüyor ki, “evlerinde” ve “veya” sözcükleri, ayetin yarısını kapsayacak şekilde gereksiz olarak tekrarlanmıştır; sekiz tümcelik bir tek ayet içinde on iki kez “evlerinde”, sekiz kez “veya” sözcüğü yer almış bulunmakta. Bu sözcükleri tekrar etmekteki amacı da ifade etmek mümkün; bu yapılacak olursa yukarıdaki ayet şu şekli alır:

    “…Evlerinizde veya babalarınızın, annelerinizin, erkek kardeşlerinizin, kız kardeşlerinizin, amcalarınızın, halalarınızın veya dayılarınızın veya teyzelerinizin, dostlarınızın evlerinde veya kahyası olup anahtarları elinizde olan evlerde izinsiz yemek yemenizde bir sorumluluk yoktur. Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de sorumluluk yoktur…”

    Ancak, tekrarlamaları yok edip, ayeti bu şekle sokmakla, işin sihirli yönü kaybolmuş oluyor. Amaç, dinleyenleri büyülemek olduğuna göre, aynı sözcükleri tekrarlamakta yarar görülmüştür! Öte yandan bir de şu var ki, yukarıdaki ayette belli kişilerin evlerinde izinsiz olarak yemek yemenin sorumluluk doğurmadığı bildirilmekte. Söylemeye gerek yok ki, evlerinde yemek yenebilecek olan akraba ve dostları, bu şekilde sayıp sıralamanın bilimsel ve anlamlı bir yönü yok. Yukarıdaki hüküm, amacı ifade etmekten çok uzak; bunu anlatmak için daha bilimsel ve genel bir ifade kullanmak uygun olurdu. Daha başka bir deyimle ayette yer alan sıralama, konuya açıklık değil, anlamsızlık ve anlaşılmazlık getirmekte. Şu bakımdan ki, kimlerin evinde izinsiz yemek yenebileceği sıralanırken, belli bir sınırlama konmak isteniyormuş kanısı yaratılmakta: örneğin, “babalarınızın, annelerinizin evlerinde… izinsiz yemek yemenizde sorumluluk yok” deniyor. Pek iyi, ama “büyükbaba” ya da “büyükanne” zikredilmemiş; onların evinde yenmeyecek mi? Yine aynı şekilde, “erkek kardeşlerinizin veya kız kardeşlerinizin evlerinde yemek yemekte size sorumluluk yok” deniyor. Erkek kardeşin ya da kız kardeşin çocuklarının evlerinde yemek yenirse ne olacak? Aynı şekilde “…amcalarınızın, halalarınızın veya dayılarınızın veya teyzelerinizin… evlerinde izinsiz yemek yemekte sorumluluk yok” deniyor. Fakat, bunların çocuklarının (örneğin, amcazadeler, halazadeler vs…) evinde izinsiz yemek yemek sorumluluk mu doğuracak? Belli değil! Buna benzer nice sorulara yanıt verebilecek nitelikte değil yukarıdaki ayetler!

    Öte yandan bazı surelerde, sözcüklerle birlikte tümcelerin de aynı şekilde tekrarlandığı görülür. Örneğin, Rahman Suresi’nde, “…Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” (Bu tümceyi şu şekilde de okumak mümkün: “Şimdi Rabbinizin hangi eltafina dersiniz yalan ?”) diye bir tümce vardır ki, hemen her iki satırda bir ve her bir ayetten sonra tekrarlanmıştır. 78 ayetten oluşan Rahman Suresi’ndeki bu tümce, 31 kez karşınızdadır. Kısaca bir fikir edinmiş olmak için surenin birkaç ayetini örnek verelim:

    “Allah, yeri insanlar için meydana getirmiştir; orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları, yapraklı taneler, güzel kokulu otlar vardır.”

    “Ey insanlar ve cinler! Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen kum balçıktan yaratmıştır. Cinleri de öz ateşten yaratmıştır. ”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “O, güneş ve ayın doğularının Rabbidir, batılarının Rabbidir.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmamak üzere salıvermiştir; aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Bu iki denizden de inci ve mercan çıkar.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Onun emriyle denizde yürüyen dağlar gibi gemiler onundur. ”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Yeryüzünde bulunan herşey fanidir, ancak yüce… Rabbinin varlığı bakidir.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Omlarda (cennetlerde), bakışlarını yalnız erkeklerine çevirmiş (bakire) eşler vardır.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Onlar yakut ve mercan gibidirler.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Oralarda (cennetlerde) iyi huylu güzel kadınlar vardır.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Çadırlar içinde ceylan gözlüler vardır.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Onlara daha önce insan da, cin de dokunmamıştır.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Cennetlikler orada yeşil yastıklara ve harikulade işlemeli döşeklere yaslanırlar.”

    “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?”

    “Büyük ve pek cömert olan Rabbinin adı ne yücedir” (Rahman Suresi, ayet 13-78).

    Görüldüğü gibi aynı sözleri içeren tümcelerden oluşma bu tekrarlamalar, Rahman Suresi’nin 13. ayetinden 78. ayetine kadar bu min’al üzere, bütün bir sure boyunca sürüp gitmekte! Dikkat ediniz, “…Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?” şeklinde tekrarlanan tümcelerin arasına sıkıştırılmış diğer tümcelerin birçoğunu anlamak ya da değerlendirmek mümkün değil! Örneğin, yukarıda “…Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmamak üzere salıvermiştir” deniyor. Ne demektir bu? “İki deniz” deyimiyle ne kastediliyor? Belli değil! Her ne kadar Kur’an’ın Fatır (ayet 12), Furkan (ayet 53) ve Neml (ayet 61) surelerinde iki deniz ile bu iki denizin arasına konmuş olan engelden söz edilmekte ve bu denizlerden birinin suyunun tatlı, diğerininkinin tuzlu ve acı olduğu belirtilmekteyse de, anlaşılmazlık giderilmiş değildir. Yorumcular arasında iki denizden birinin “deniz” değil ırmak olduğunu söyleyenler vardır; bu ırmağın Dicle mi, yoksa Nil mi olduğu da ayrıca tartışmalıdır! Fakat, her ne olursa olsun, “…Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuşmamak üzere salıvermiştir” şeklindeki bir tümcenin Rahman Suresi’nde hiç yeri ve gereği yoktur. Yine bunun gibi yukarıdaki ayetlerde, Tanrı’nın insanları çamur gibi pis bir nesneden, cinleri ise asil bir malzeme sayılan ateşten yarattığına dair şöyle bir tümce var:

    “…Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen kuru balçıktan yaratmıştır. Cinleri de yalınlı bir alevden (öz ateşten) yaratmıştır…”

    Ve bunu söyleyen, yani insanı aşağılık bir malzemeden yarattığını açıklayan Tanrı, bir de soruyor: “Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?” Neden Tanrı, insanları kötü, bayağı, aşağılık nitelikte sayılan kuru kokmuş balçıktan yaratsın da, cinleri asil nitelikte sayılan öz ateşten var etsin? Kuşkusuz ki, insan şahsiyetinin haysiyetini rencide etmek bakımından olumsuz bir tümce bu!

    Yine aynı şekilde, yukarıdaki ayetlerde cennetlerden ve bu cennetlerdeki güzel kızlardan söz edilmekte! “Yüce” ve “cömert” olduğunu söyleyen Tanrı, cennetteki ceylan gözlü, yakut ve mercan gibi bakire dilberleri, sevgili erkek kullarına vereceğini bildirmekte! “Hiç “yüce” bir Tanrı’nın yapacağı şeyler midir bu?” diye düşünmek mümkün. Ancak, Kur’an’ı okuyan (ya da dinleyen) kişi, her iki satırda bir karşısına çıkan, “…Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?” tümcesi yüzünden, bu tekrarlamalar arasına sıkıştırılan sözlerin anlamsızlığını, olumsuzluğunu ya da Tanrı’nın yüceliğini rencide edici yönlerini fark etmez; aklında kalan tek şey, Tanrı’dan geldiği söylenen “nimetler”dir. Kendisine vaat edilen bu nimetler nedeniyle, kişi, Tanrı’ya ve onun “peygamberi”ne minnettar kalıp, kendisini, gözü kapalı şekilde onlara, itaat zorunluluğunda bulur ve mutlak şekilde “teslimiyet” halinde bulunur. Muhammed’in de amacı esasen budur; Kur’an’a koyduğu, “Ey Muhammed! Şüphesiz, sana baş eğerek ellerini verenler, Allah ‘a baş eğip el vermiş sayılırlar” (Fetih Suresi, ayet 10) ya da “Allah ve peygamberine kim boyun eğerse Allah onu bu cennetlere kor” (Nisa Suresi, ayet 13-14) şeklindeki ayetler sayesinde, Arapları, Tanrı’ya baş eğdirtirken, aynı zamanda kendisine baş eğdirtmiş, yani aklen ve ruhen onları teslimiyet halinde tutabilmiştir. Yerleştirdiği dini, “teslimiyet” anlamına gelmek üzere “İslamiyet” diye adlandırması da, bir bakıma bundandır; kişiyi “teslimiyet” içerisinde tutup itaatkâr kılabilmesinde bu yukarıdakilere benzer tekrarlamaların etkisi sınırsızdır.

    Pek muhtemeldir ki, İslamcılar, “Her kitapta tekrarlamalar olur” diyerek, yukarıdaki eleştirileri geçersiz kılmak isteyeceklerdir. Kuşkusuz ki, her kitapta tekrarlamalar olur; tıpkı her sanat yapıtında olduğu gibi. Fakat, eğer tekrarlamaların amacı, okuyucuyu ya da dinleyiciyi akılcı düşünceden yoksun kılıp gökten inme buyrukların kölesi haline sokmak ise, böyle bir amaç insan varlığının gelişmesini engellemek bakımından sakıncalıdır.

    Öte yandan “tekrarlamaların” her kitap bakımından söz konusu olabileceğini öne sürerek, Kur’an’daki tekrarlamaları “olası” saymak da doğru değildir. Böyle bir kıyaslama, Kur’an’ın Tanrı yapısı değil, fakat insan yapısı bir kitap olduğu sonucunu doğurur. Şu bakımdan ki, “kusur”, “eksiklik”, “yanılgı” vs… gibi şeyler, insana özgü şeylerdir. Bu nedenle insan yapısı her yapıtta, her kitapta (velev ki, mükemmel nitelikte sayılsın), kusur ya da yanlış niteliğindeki şeylerin (örneğin, yersiz ve gereksiz tekrarlamaların) bulunması doğaldır. Oysa Tanrı’nın, her şeyi en iyi bilen ve en mükemmel şekliyle var eden, asla kusur etmeyen bir Yaratan olduğu öne sürülüyor. Hatta Muhammed’in söylemesine göre Tanrı, mucizevi nitelikte olmak üzere verdiği Kur’an’ın bir benzerinin hiç kimseler tarafından getirilemeyeceğini anlatmak maksadıyla yeminler etmiş şöyle demiştir:

    “İnsanlar ve cin’ler, birbirine yardımcı olarak, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar…” (İsra Suresi, ayet 88.) Ancak, ne var ki, eğer bu söylenenler gerçekten doğru olsaydı, bu takdirde, Kur’an’da, insan yapısı kitaplarda olduğu gibi, yersiz ve gereksiz tekrarlamalar olmazdı!

    İlhan Arsel, “Kuran’ın Eleştirisi – 2”, Sayfa 8-15

    • bir kul dedi ki:

      Gencer
      Gencer dedi ki:
      12/11/2013, 19:59tarihli yazına istinaden yazdım

      Kur’an’da yer alan tekrarlamaların nedenleri pek çeşitlidir. Bu nedenleri, Muhammed’in unutkanlıklarında ya da Yahudilerden, Hıristiyanlardan farklı zamanlarda ve farklı kişilerden olmak üzere öğrendiklerini bölük pörçük şekilde Kur’an’a sokmasında veya tekrarlamaların insan beyni üzerinde uyuşturucu etki yaptığını ve bu yoldan insanlara baş eğdirtmenin kolay olduğunu bilmiş olmasında aramak mümkündür.

      Gerçekten de İslam kaynaklarının bildirmesine göre, Muhammed, kendi unutkanlığının bilincine sahip olduğu için, her daim yanında gençlerden birini bulundurur ve ona olayları kaydettirirdi. Bunu böyle yapmış olmasına rağmen yersiz tekrarlamalara yönelmekten kurtulamazdı. DEMİŞSİNDEDEMİŞSİN
      YÜKSEK OLAN Q NUN SENİ SERSEMLETTİGİNİN FARKINDA DEGİLSİN ŞÖYLEKİ
      O TEKRAR DEDİKLERİNİN TEKRAR OLMADIGINI ANLAMAK İÇİN OKUSAYDIN ŞARTLANMALARDAN UZAK TARAFSIZ BİR ŞEKİLDE ANLAMAYA ÇALIŞSAYDIN BU YAZDIGIN YAZININ SENİ NASIL YANILTTIGINI ANLAMIŞ OLACAKTIN OKADAR YANLI VE TARAFLI ANLATMIŞSINKİ BİR ARADEDİM TAMAM ALLAH KURAN AYETLERİ İLE MEYDAN OKUYOR VE TAMAM BU KİŞİ MEYDAN OKUMAYI GÖRDÜ VE BENZERİNİ YAZACAK SADECE SACMALAMIŞ BAGLANTILARINDAN KOPARARAK BAKARSAN EVET TEKRAR GİBİ DURUR SENİ UYANIK YOK NEYMİŞ HUKUKLE İBADET İÇİÇE GİRMİŞ FALAN FİLAN
      ZIRVA TEVİL GÖTÜRMEZ MİSALİ BAK ÜSTÜN AKILLI BEN OKADAR OLAMASAMDA O KİTABIN ALLAH HA AİT OLDUGUNU AŞİKAR BİR ŞEKİLDE TEREDDÜTSÜZ KAVRAYA BİLİYORUM HİSSEDİYORUM ÇÜNKİ İNSANIN HAFSALASININ ALAMAYACAGI BİLGİLERVAR KAİNATLA UYUMLU 1400 SENESİNDEN BAKTA KONUŞ ANLA YAZ 2015 DEN DEGİL O ZAMAN ANLARSIN SACMALADIGINI
      Ateistlerle ve diğerleri ile sohbet ettiğinizde eğer güçlü deliller sunarsanız konuşmanın sonunda şöyle bir soruyla karşılaşırsınız;

      Tamam bir yaratıcı olduğunu kabul edelim. Peki bu yaratıcının Allah olduğunu nereden biliyoruz. Zeus veya Uçan Spagetti Canavarı olmadığı ne malum?

      Bu tabi ki çok mantıklı bir sorudur. Çünkü bilim bize Allah’ın varlığını değil bir Yaratıcının varlığını gösterir. O Yaratıcının Allah olduğu sonucu ise Kuran’dan çıkmaktadır. Bilim adamları laboratuvarda DNA’yı inceler, bilgiyi görür ve bu bilginin mutasyonların ürünü olamayacağını anlar. Çıkardıkları sonuç : Akıl sahibi bir Yaratıcının kesin varlığıdır. Peki bu Akıl sahibi varlık kimdir? Bu sorunun cevabını öğrenmek için bu iddiayı taşıyan kitapların incelenmesi gerekir. Tevrat ve İncil’e baktığımızda birçok çelişki ve insan eklemesi olduğu hemen gözümüze çarpar. Özellikle bilimin ilerlemesiyle insanların eklediği bölümler iyice göze çarpar hale gelmiştir. En son olarak Kuran’a baktığımızda Kuran’ın ikinci bir nüshasının olmadığını fark ederiz. Ayetleri incelediğimizde ise bu kitabın bir insan sözü olamayacağı netleşir. Nasıl mı?

      1- Kuran’da insanın anne karnında rahme asılıp oradaki kan akışıyla beslendiği geçer. (Alak Suresi, 1-2)

      2- Kuran’da insanın anne karnındaki organ gelişimlerinin sırası bildirilir. (Mü’minun Suresi, 78)

      3- Kuran’da bal toplayan arıların dişi olduğu bildirilmiştir. (Nahl Suresi, 68-69)

      4- Kuran’da kıyamet günü parmak uçlarının dahi yaratılacağı söylenerek insanın en ince detayının parmak izi olduğuna dikkat çekilmiştir. (Kıyamet Suresi, 4)

      5- Kuran’da göğe yükseldikçe oksijenin azaldığına dikkat çekilmiştir. (Enam Suresi, 125)

      6- Kuran’da atmosferin Dünya’yı koruduğuna dikkat çekilmiştir. (Enbiya Suresi, 32)

      7- Kuran’da Dünya’nın yuvarlak olduğu net bir şekilde bildirilmiştir. (Zümer Suresi, 5)

      8- Kuran’da gökyüzünün katmanlardan oluştuğu ve her birinin bir görevi olduğu bildirilmiştir. (Bakara Suresi, 29)

      9- Kuran’da cinsiyetin sperm hücresine bağlı olduğu belirtilmiştir. (Necm Suresi, 45-46)

      10- Kuran’da önce kemiklerin sonra kasların yaratıldığı belirtilmiştir. (Müminun Suresi, 14)

      11- Kuran’da anne karnındaki safhaların sayısının 3 olduğu belirtilmiştir. (Zümer Suresi, 6)

      12- Kuran’da insanın bir ölçü ile yaratıldığı bildirilmiştir. (Abese Suresi, 18-20)

      13- Kuran’da fosilleşmede demirin etkili olduğu belirtilmiştir. (İsra Suresi, 49-51)

      14- Kuran’da Perslere yenilen Bizans’ın birkaç sene sonra Persleri yeneceği bildirilmiştir ve bu olay 7 sene sonra aynı şekilde gerçekleşmiştir. (Rum Suresi, 1-4)

      15- Kuran’da Mekke’nin fethedileceği bildirilmiş ve aynen gerçekleşmiştir. (Fetih Suresi, 27)

      16- Kuran’da üstün bir güç kullanılarak uzaya çıkılabileceği bildirilmiştir. (Rahman Suresi, 33)

      17- Kuran’da insanların o an bilmediği bineklerin de yaratılacağı bildirilmiştir. (Nahl Suresi, 8)

      18- Kuran’da evrenin yoktan var edildiği bildirilmiştir. (Enam Suresi, 101)

      19- Kuran’da evrenin genişlediği bildirilmiştir. (Zariyat Suresi, 47)

      20- Kuran’da evrenin tüm parçacıklarının ilk başta bir arada olduğu bildirilmiştir. (Enbiya Suresi, 30)

      21- Kuran’da yeryüzünün de katmanlardan oluştuğu bildirilmiştir. (Talak Suresi, 12)

      22- Kuran’da dağların depremleri engelleme özelliği olduğu bildirilmiştir. (Enbiya Suresi, 31)

      23- Bilim adamlarının “fine tunning” yani “hassas ayar” olarak isimlendirdikleri denge Kuran’da detaylı olarak bildirilmiştir. (Mülk Suresi, 3-4)

      24- Kuran’da bilimsel ismiyle “Big Cruch” yani “Büyük Çöküş” net bir şekilde bildirilmiştir. (Enbiya Suresi, 104)

      25- Kuran’da demirin gökten indiği ve insanlar için faydaları olduğu bildirilmiştir. Bilim adamlarının araştırmalarına göre demir gökten inmektedir ve solunum sisteminde görev aldığı için olmazsa yaşamın biteceği bir madendir. (Hadid Suresi, 25)

      26- Kuran’da Güneş ve Ay’ın yapılarının farklı olduğu bildirilmiştir. (Nuh Suresi, 16)

      27- Kuran’da gök cisimlerinin yörüngeleri olduğu bildirilmiştir. (Zariyat Suresi, 7)

      28- Kuran’da Güneş’in de bir yıldız olduğu net bir şekilde bildirilmiştir. (Yunus Suresi,5) (Mülk Suresi,5)

      Burada bir kısmına değindiğim bu bilgilerin detaylarını ve daha fazlasını aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz.

      http://akingozukan.com/kategori/kuran-mucizeleri/

      Burada bildirilen bilimsel bilgilerin çoğu geçtiğimiz yüzyıl bulunmuş bilgilerdir. Geçmiş uygarlıklarda da bu bilgilere ait bir iz yoktur. İncil ve Tevrat’taki insan eklemesi çoğu yanlış bilgi, Kuran’da düzeltilmiştir. Bu bilgilerin tek bir tanesi bile Kuran’ın insan sözü olamayacağını gösterirken, onlarcası bu bilginin doğruluğunu kesin olarak kanıtlar. Bazı insanların bu mucizeleri görememesinin sebebi ise İslam adı altında yaşanan müşrik sistemdir. Kuran, insanlara en üst seviye akıl, kalite, modernlik, bilim ve kadın sevgisini emreder. Müslüman olduğunu iddia eden kişilerin yaptığı yanlışlar Kuran’ı bağlamaz. Detaylı bilgi için aşağıdaki makalelerimi okuyabilirsiniz.

      HZ. MUHAMMED KESİN OLARAK PEYGAMBERDİR

      http://akingozukan.com/hz-muhammed-sav-kesin-olarak-peygamberdir/

      PSİKOPATLIK BİR KARAKTERDİR, DİNLERİ VE İDEOLOJİLERİ KULLANIR

      http://akingozukan.com/psikopatlik-bir-karakterdir-dinleri-ve-ideolojileri-kullanir/

      KURAN’DA KADIN YARIM İNSAN MI?

  7. Mustafa Kaplan dedi ki:

    Bu saçma ve komik iddianıza başka bir platformda verdiğim cevabı alıntılıyorum:

    Bu iddia en sık karşılaştığım ve bana göre “en komik” iddiadır. Öncelikle şunu söylemek gerekir. Kuran’ın önemli bölümünde ifadeler Hz. Muhammed’in ya da müminlerin ağzından aktarılmıştır. Mekke müşrikleri, bu kadar açık bir (sözde) “gafı” fark edemediler mi? Tabii ki hayır. Çünkü ortada bir “gaf” yok. Arapçada çok sık kullanılan bir sanat olan “iltifat” sanatı kullanılıyor. İltifat sanatında, ifadenin “kaynağı” değişmese bile ifade farklı kişilere söyletilir. Bu kullanım Türkçe bazı romanlarda bile görülür. Olayı anlatan karakter sürekli değiştirilse de yazar aslında hep aynı kişidir. Yazar, anlatıma akıcılık ve renk katmak adına bu tür şeylere başvurabilir. Kuran da Arapça bir kitap olduğuna göre iltifat sanatının kullanılmasının hiçbir garip yanı yoktur, keza bu kadar büyük bir gaf olamayacağı, olsa çoktan fark edilmiş olması gerektiği realitesi de açıktır. Gayrimüslimler, umarım bu olabildiğince “komik” iddiadan bir an önce vazgeçerler.
    Arapça’nın “iltifat” sanatında kullanılan bu ifadelerde özne, nesne bazen söz anlatımı sırasında değişir. Bu konu yeni değildir ve yüzyıllardır işlenmiş ve üzerine kitaplar yazılmış bir sanattır. Arap dünyasında da çokça bilinen bir sanattır. Türkiye’de Kuran içindeki iltifat sanatı örnekleri üzerine yapılan ilmi çalışmalar ve incelemelerden bazıları şunlardır:

    (1) Durmuş, İsmail, ‚İltifat‛, DİA, İstanbul, 2000, cilt: XXII, s. 152-153;
    (2) Mollaİbrahimoğlu, Süleyman ‚Kur’ân-ı Kerîm’de İltifat Sanatı‛, Diyanet İlmi Dergi, cilt 33, sayı: 1, 1997, ss. 15-35;
    (3) Özdemir, Abdurrahman, ‚Kadîm Bir Söz Sanatı: İltifat ve Kur’ân’da İltifat Örnekleri‛, İslâmî İlimler Dergisi, yıl: 1, sayı: 2, 2006;
    (4) Kadir Kınar, Belağatta İltifat, Bilimnâme (Düşünce Platformu), Kayseri, 2006, VII/2, s.75-106;
    (5) Dağ, Mehmet ‚Kur’ân’da Üslûp Diyalektiği: İltifat (Zamanlar ve Şahıslar Arası Geçiş) Salkımsöğüt Yay., 1. Bas. Ankara, 2008.

    5. çalışma bir doktora çalışmasıdır. Buradan çok daha detaylı analizler edinilebilir. Türkiye dışında da bir sürü eser bu konu üzerine yoğunlaşmıştır. İlk dönemlerdeki iltifat sanatı üzerine yazılan eserler şunlardır:

    (1) İbn Kuteybe, Te’vîlü Müşkilu’l-Kur’ân, Şrh ve nşr. Ahmet Sakr, Dâru’t-Turâs (2. baskı) Kahire, 1393 s. 275-298;
    (2) Ebü’l-Ferec Kudâme b. Ca‘fer, Nakdü’ş-Şi’r, thk. Abdülmü’min Hafacî, Dârül-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut, trs., s. 150;
    (3) Usâme b. Mürşid b. ‘Ali b. Munkız el-Bedî‘ fi’l-Bedî‘ , thk ve tkd. Abdullah Ali Mühennâ, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, Lübnan, I. Baskı, 1407/1987, s. 287;
    (4) Ebü’l-Abbâs el-Müberrid, el-Kâmil fi’l-Lüga ve’l-Edeb, II, 729;
    (5) Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Me‘âni’l-Kur’ân, ‘Âlemül-Kütüb, 2. b., Bey-rut, 1980, c. I, s. 60- 195, 460;
    (6) Ebû Ubeyde Ma‘mer b. El-Müsennâ, Mecâzu’l-Kur’ân, thk. Fuat Sezgin, 1380/1970, (2. baskı) c. I, s. 11, 28, 252, 273, II, 139;
    (7) Sekkâkî, Miftâhu’l-‘Ulûm, nşr. Nuayme Zerzûr, (II. baskı) Beyrut 1407/1987, s. 199
    Görüldüğü gibi gayrimüslimlerin “çelişki” diye ortaya attıkları durum, aslında Kuran’da kullanılan ve birçok bilimsel çalışmaya konu olmuş “iltifat” sanatıdır.

  8. toro dedi ki:

    Sayın Mustafa Kaplan,

    Diyorsunuz ki;

    ”ARAPÇADA çok sık kullanılan bir sanat olan “iltifat” sanatı kullanılıyor.”

    ”Kuran da ARAPÇA bir kitap olduğuna göre iltifat sanatının kullanılmasının hiçbir garip yanı yoktur”

    ”ARAPÇA’nın “iltifat” sanatında kullanılan bu ifadelerde özne, nesne bazen söz anlatımı sırasında değişir”

    ”ARAP dünyasında da çokça bilinen bir sanattır.”

    ”Görüldüğü gibi gayrimüslimlerin “çelişki” diye ortaya attıkları durum, aslında KURAN’da kullanılan ve birçok bilimsel çalışmaya konu olmuş “iltifat” sanatıdır.”

    Yani demek istiyorsunuz ki EVRENSEL olsun diye APAÇIK gönderilen bir kitabı anlamak isteyen ve ARAP olmayan ARAPÇA konuşmayan herhangi bir millet önce ARAPÇA öğrenmeli sonrada ARAP edebiyatında kullanılan bilumum edebi sanatlara özellikle İLTİFAT sanatına hakim olmalı!

    O halde soruyorum!Biliyorsunuz, bizim eğitim sistemimizde meslek liselerine üniversiteye girişte bir ek puan verilirdi! ARAPÇA bilmeyen bilsede ARAP EDEBİYATININ kendi içindeki sanatsal varyasyonlarına hakim olmayan ve dolayısyla ARAP olmayan milletler Cennete gitme yolunda ARAPLAR ile aralarındaki farkın kapatılması için ek puan alacaklarmı?

    APAÇIK olduğu iddiasıyla bütün dünya halklarını muhatap aldığı iddia edilen Kuran’ı anlamak için her mümin üniversitelerin ARAP DİLİ ve EDEBİYAT bölümlerinden mezun olmak zorundamıdır? Bu anlayışla Kuran daki Tanrı Kuranın muhtelif yerlerinde ARAP olmayan halkların eğitim sstemlerine mutlaka ARAP DİLİ ve EDEBİYATI derslerini koymalarını şart koşmuş mudur?

    Ve en önemlisi öncelikle uçurumun kıyısında olan bir halkı terbiye etmek için gönderilen Kuran uçurumun kıyısında (610 yılında dünya da bulunan halklar içerisinde en acil terbiye edilmesi gereken, yani en kötü durumdaki hakl) bulunan bu halkı terbiye ettikten sonra diğer halklara kendi dillerini ve edebiyatlarını bırakarak uçurumun kıyısından döndürülen bu kavmin dilini ve edebiyatını öğrenmelerini ve kullnamalarını mı söylemektedir?

    Tanrının insanlarla, teşbihlerle, iltifatlarla ve bilumum ARAP edebiyatı varyasyonlarıyla konuştuğunu iddia etmek tanrının bizimle EDEBİ olarak eğlendiğini iddia etmekle eşdeğerdir! Belki ARAPLARLA değil ama biz ve diğer dünya halklarıyla eğlenen biri veya birileri var!

    O yüzden lütfen Kuran ın yerinin edebi eserler arasında nasıl sınıflandığına karar verin!
    Türü nedir,komedi,korku,dram,psikoloji,biyografi vs.?

    • sarp mustafa dedi ki:

      bugün gördüğüm ikinci mucize cevap :D. “Abdullahabdal” dan sonra. Sana da çok teşekkür ediyorum arkadaşım. Sayenizde gerçekten aydınlandım :D. Diğer arakdaşlarda kapaklarını alıp, bir daha geri dönememek üzere yola çıkmışlar ki aylardır bişey yazamamışlar. Başka söze gerek yok bu cevaplarınızdan sonra. Yeteri zekaya sahip her insan neyin ne oldğunu sen ve Abdullahabdal sayesinde anlamıştır.

  9. agnostik dedi ki:

    http://www.youtube.com/watch?v=5TRAV7yarzo hankin kıçını öpmek izleyin yeter yada http://www.youtube.com/watch?v=4n-WGniKyGA yaratılış animasyonu… dünyanız değişir:) kitapları anlarsınız…

  10. Seymur dedi ki:

    sayin Serdar Kangil bey yazdiginiz mekaleleri seve-seve okuyorum.Paralel olarak ünlü yönetmen Aaron Russonun ,Rokfeller ailesi hakda verdiyi aciklamalardan sonra öldürüldüyü düsünülen belgesel filmleri ve öylecede Jacque Fresconun Venus projesi ile yakindan ilgileniyorum.Bu proje tum dünya insanlari ,yani hepimiz icin cok önemli.Progede ne kadar para sistemi mevcutsa biz. insanlar kul gibi yasamaya devam edeceyiz diyor.Proje tüm dünya insanlarini birlesmeye davet ediyor.Prezidentsiz ,Basbakansiz ,Senatsiz,Kongresmensiz bir dünyayi tercih ediyor.Evet sayin Serdar bey ve saygideyer site okuyuculari cok rica ediyorum,Jacque Fresconun Venus projesi ile Yootubede tanisin ve destek olun .Buna tüm insanligin ihtiyaci var ,mesela bu projeyle bagli güzel bir mekale yazarsaniz eyer cok yardim etmis olursunuz.Kisacasi evet ne kadar Prezidentlik ,basbakanliq, konqresmenlik senatorluk dünyasinda yasarsak ,birak Suriye ve Iraki tüm dünyada hep kanlar durmadan akicak.Buna bir dur demenin ,son vermenin tam zamani geldi artik.Rusiya ,Fransa ,Avstriya ülkeleri artik yeteri kadar bu projeyi desteklemekteler.Sunu bizlerde yapa biliriz .Cok rica ediyorum insanliga katkida bulunalim.Tesekkürler .

  11. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal, (Daha önce yazdığım bu yorumu görmediğinizi düşünerek tekrar gönderiyorum)
    Tahrim suresi için üç ayrı rivayet vardır. Birisi de sizin söylediğinizdir, bunun durumu kurtarmak için ortaya atıldığını düşünüyorum. Ancak Hz.Hafsa olayı da güçlü bir rivayettir.
    Tarık suresi ile ilgili yorumunuza katılmıyorum. Şöyle ki ayette yer alan yahrucu fiilinde insana bir işaret yoktur. Ali yahrucu minelbeyt lizzeheb ilelmedrese desem yahrucu Ali’ye işaret eder. Ancak 6 ncı ayette insanla ilgili bir ifade mevcut değil bilakis mae var. Mae’de de yahrucu kullanılır, haza kullanılması gerekmez. haza genellikle işaret ettiğimiz nesneleri belirtirken kullanılır, 6 ve 7 nci ayetler arasında gizli bir ellezi vardır. Benzer gramer yapısına batı dillerinde de rastlanır. Bence ayete zorlama bir anlam vermişsiniz, Ayetlerin mealinde herhangi bir hata mevcut değildir.
    M. Pickthall mealinde ise 6 ve 7 nci ayetler” He is created from a gushing fluid. That issued from between the loins and ribs” olarak verilmiştir. Buradaki that işte gizli ellezi karşılığıdır.
    Bilal Bey arapça ve ingilizce bilgim vardır, karşılıklı olsaydık daha iyi teati yapabilirdik.

    • bilal dedi ki:

      Sn.Havacı kardeşim,

      1- Verdiğiniz arapça metninde ” ALİ ” ismi bizzat geçiyor,yani özne açıktır.Ama bu durum Tarık 7.ayet için söz konusu değildir,burada ” ÇIKAN ” yani özne yerine geçen nesne ne olduğu açık olarak zikredilmemiştir.Bu nedenle arapça olarak verdiğinz örnek Tarık-7. ayette geçen ”yahrucu ” fiil kipindeki müstetir zamir olan ” hüve ” ile kıyaslanamaz.Çünkü verdiğiniz örnekte özne olan (Ali )net ve açık olarak aynı cümlede zikredilmiştir,Ama 7.ayete özne konumunda olan nesne açıktan zikredilmemştir. Bu nedenle,verdiğiniz cümlede açıkça zikredilmiş olan (ALİ ) ”yahrucu ”fiil kipinde müstetir olan ”hüve” zamiriyle kıyaslanamaz…

      2-Ayrıca yazdğınız arapça parağrafı da arapça dil kurallarını bilmeyen ve bu dili bozuk konuşanların kullandıkları bir cümledir..

      Bunun doğrusu ise şöyledir;

      على يخرج من البيت ليذهب الى المدرسة

      ” Ali’yyun yahrucu minel beyti LİYEZHEBE ilel medresti ” Yani ifade ettiğiniz” lizzehep” arapça dil kurallarına uygun olmayan yanlış bir ifadedir.Bu bozuk arapçayla dil kurallarını bilmeyen ami kesimler konuşurlar. Bunu da hatırlatmış olalım.!

      Saygılarımla..

      • Havacı dedi ki:

        Sevgili Bilal,
        Okulda sizin söylediğiniz gibi öğretilir. Ben arapça kılavyeyi kullanamadığım için ancak konuşma diliyle yazabiliyorum.
        خُلِقَ مِنْ مَاءٍ دَافِقٍ ve يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ ifadesine dönersek yehrucu’ya en yakın olan isim bunu tanımlar, 6 ncı ayette mae’den başka isim yok zaten.
        İngilizce meali de gramer konusu daha iyi anlaşınsın diye vermiştim.
        “Tarık 7.ayet için söz konusu değildir,burada ” ÇIKAN ” yani özne yerine geçen nesne ne olduğu açık olarak zikredilmemiştir.” demeniz bence büyük bir hata.
        Arap konuşurken ila dan kaynaklanan medresti ifadesini kullanmaz medrese der geçer.

  12. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal,
    FUSİLET- (2-4) Bu öyle bir kitaptır ki (taşıdığı) mesajlar, anlama ve kavrama yeteneğine sahip bir toplum için Arapça bir hitabe olarak apaçık beyan edilmiştir; ‘’ şeklindedir.diye yazmışsınız. Bu meal Muhammed Esed mealidir.
    Niçin ayetlerin anlamlarını saptırıyorsunuz. Ayette كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ayatuhu derken Kitaba işaret etmektedir. Yani Kitabın ayetleri açıklanmıştır derken Siz bunu anlama ve kavrama yeteneği olan topluma diye mal etmişsiniz. Niçin ayetlerin manalarını kaydırıyorsunuz?

    • kadir dedi ki:

      sayın havacı

      “ayatuhu derken Kitaba işaret etmektedir. Yani Kitabın ayetleri açıklanmıştır derken Siz bunu anlama ve kavrama yeteneği olan topluma diye mal etmişsiniz. Niçin ayetlerin manalarını kaydırıyorsunuz?”

      “bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.”

      kuranı gerçektende düşünebilen, kavrayabilen, anlayabilen insanlar ancak muhattap alır..
      anlama ve kavrama yeteneği olmayanlar bu kuranı muhattap almaz. fussilet 53 ayette de belirtildiği gibi hz. peygamberin davet ettiği kurana kalpleri kapalı, kulaklarında bir ağırlıkla yaşayan insanlar hiçbir zaman kuranı muhattap almazlar..

      bu bakımdan bu kuran arapça olarak allah tarafından açıklanmış, peygamber tarafından beyan edilmiştir, ancak aklı selim olan insanlar ona iman eder.. onu anlayabilir.

      kuran arapça olarak açıklanmış peygamberden sonra yaşamış, şuan yaşayan gelecekte yaşayacak tüm insanlığa gönderilmiştir.

      ayetin mealinde sıkıntı yoktur.

      • kadir dedi ki:

        yukarıdaki yorumumda fussilet 53 değil, 5. ayet olacaktır. sehven yanlış yazılmıştır..

      • toro dedi ki:

        Sevgili Kadir,

        Yine döktürmüşsün. İnan ki müdahale etmek istemiyorum ama yazdıklarınızı okuduğumda maalesef tutartıslıkları görmeden yapamıyorum.

        ”kuranı GERÇEKTEN DE düşünebilen, kavrayabilen, anlayabilen insanlar ancak muhattap alır..”

        ”GERÇEKTEN DE düşünebilen”

        Sanırım, siz o ağırlıkların o kulaklara bizzat kuranın tanrısı tarafından ”KONULDUĞUNU” ve o kalplerin bizzat onun tarafından KAPATILDIĞINI unuttunuz?Peki bu durumda olanlar yani tanrı tarafından kendisine inanmaları İSTENMEYENLER nasıl olacakta GERÇEKTEN düşünebilecek?

        Taktik güzel, eğer peygamberseniz ve birilerini ikna edemiyorsanız ”neden onları ikna edemiyorsun” diye soracak ikna edilmişlere ”çünkü tanrım onların kalplerini kapattı, kulaklarına da ağırlıklar koydu” deyip aslında kendisinde bir sorun olmadığı algısını yaratmak!

        Size gelince, sizde aynı yoldan gidip ve bu propagandadan feyz alarak sizin inandığınıza inamayanları GERÇEKTEN DE düşünemeyen, kavrayamayan, anlayamayan olanlar olarak gösterip yani onların algılarını aşağılayıp kendinizi rahatlatmaya çalışıyorsunuz!

        Gerçekten ne kadar da temiz, saf, terbiyeli, hoşgörülü ve saygılısınız!

        PES!

        Ha bu arada paylaştığınız ayette,

        “bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.”sizden alıntı

        kendilerine KAVRAYABİLSİNLER diye ARAPÇA seslenilen o TOPLULUK kim, Çinliler mi?

      • sarp mustafa dedi ki:

        sn. kadir görmediğini düşünerek bunu yazıyorum. Savunduğunuz düşünceye çok net bir şekilde “toro” adlı arkadaşın biraz yukarda yazdıklarıyla hepinizin evrensel bir cevap almış olması gerekirdi. Ama sanırım görmezden gelip aynı şeyleri tekrar yazmak hoşunuza gidiyor…

      • Havacı dedi ki:

        Sayın Kadir,
        Size dostça uyarıda bulunmak istiyorum. Keşke rumuzunuz ya da adınız Kadir değilde Abdulkadir olsaydı. Kadir Allah’ın sıfatlarındandır, nasıl ki bir kişiye rahman adı verilmeyip Abdurrahman deniliyorsa, bu sıfattı da isim olarak Abulkadir diye kullansaydınız Belki büyükleriniz böyle uygun görmüştür bilemiyorum. Neyse şimdi Fussilet 3’e yaptığınız yoruma dönelim. Umarım bunu Bilal Bey’de okur.
        Fussilet 3 :كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ şeklindedir. Yani “Ayetleri (mesajları, işaretleri vb.) açıkça ayrıntılı olarak açıklanan kitap kavmi anlasın diye arapça Kur’andır ” demektir.
        “bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır” demek değildir. İkisi arasında ciddi fark vardır. Anlamını verdiğim şekilde Kitabı anlasın diye topluma arapça verilmiştir demekle ayetleri kavrayan topluluk için arapça açıklanmıştır arasında çok fark vardır.
        Kitap arapça bilen topluma indiği için arapçadır, yoksa Kur’anı anlayan toplum için arapça inmiş demek değildir. İkinci ifade hem gramer hem de anlam açısından yanlıştır. İnzal arap toplumuna olduğuna göre başka bir toplumun onu arapça olarak anlaması zaten mümkün değildi. Kur’an’ın araplar dışındaki toplumlara yayılması Emeviler dönemiyle başlar.
        “kuranı gerçektende düşünebilen, kavrayabilen, anlayabilen insanlar ancak muhattap alır.” şeklindeki yorumunuz iyi bir temenni olmakla beraber ayetin anlamıyla ilgili değildir..

    • bilal dedi ki:

      Sn.Havacı kardeşim,

      ”ayatuhu derken Kitaba işaret etmektedir. Yani Kitabın ayetleri açıklanmıştır derken Siz bunu anlama ve kavrama yeteneği olan topluma diye mal etmişsiniz. ”diyorsunuz.
      Peki ben, ” başka bir kitabın ayetleri,taşadığı mesajları mı açıklanmıştır ” demişim.? Gösterdiğim meali tekrar gözden geçirmenizi tavsiye ederim.

      MESELA: FUSİLET- (2-4) Bu öyle bir kitaptır ki (taşıdığı) mesajlar, anlama ve kavrama yeteneğine sahip bir toplum için Arapça bir hitabe olarak apaçık beyan edilmiştir;
      İşte burada kur’an ayetlerinin taşıdığı meajlar anlama ve kavrama yeteneğine sahip bir toplum İÇİN arapça bir hitabe olarak beyan edilmiştir..” demişiz.Taşıdığı MESAJLAR (ayetlerdeki mesajlar” değil midir? Peki ben nerede ayetlerin”MANALARINI ”kaydırmışım?

      xxxxxxxx

      Ayrıce Tahrim suresi ile ilgili farklı rivayetler olduğunu söylemenize rağmen acaba neden bu rivayetler arasında hz.peygamberin kişiliğine,ahlakına ve sünnetine uygun olmayanı kabul ediyor,onun sünnetine ahlıkına uygun olan rivayeti de kabul etmiyorsunuz.Yani farklı rivayetler varsa neden hz.peygamberin şahsına saldıran diğer kesim gibi uydurma ve saçma sapan rivayetleri baz almayı tercih ediyorsunuz? Eğer hz.peygamerin ahlakına ve sünnetine uygun olan rivayetler de olmasaydı,haklı olarak belki o zaman hz.peygaberin şahsiyetine ahlak ve sünnetine aykırı olan söz konusu rivayeti kabul ederdiniz.Yani neden başka rivayetlerin de olmasına rağmen illaki onun şahsına,islama ve kur’an’a saldıranlar gibi bu tür uydurma ve saçma sapan rivayetleri kabul etme hissini duyuyorsunuz.?

      Saygılarımla.

      • Havacı dedi ki:

        Sevgili Bilal,
        Fussilet 3 :كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ şeklindedir. Yani “Ayetleri (mesajları, işaretleri vb.) açıkça ayrıntılı olarak açıklanan kitap kavmi anlasın diye arapça Kur’andır ” demektir.
        “bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır” demek değildir. İkisi arasında ciddi fark vardır. Anlamını verdiğim şekilde Kitabı anlasın diye topluma arapça verilmiştir demekle ayetleri kavrayan topluluk için arapça açıklanmıştır arasında çok fark vardır.
        Kitap arapça bilen topluma indiği için arapçadır, yoksa Kur’anı anlayan toplum için arapça inmiş demek değildir. İkinci ifade hem gramer hem de anlam açısından yanlıştır. İnzal arap toplumuna olduğuna göre başka bir toplumun onu arapça olarak anlaması zaten mümkün değildi. Kur’an’ın araplar dışındaki toplumlara yayılması Emeviler dönemiyle başlar.

        Tahrim suresi ile ilgili halifelik rivayeti bana yeterince inandırıcı gelmiyor. Eğer bu rivayet doğru olsaydı peygamberimiz bunu vasiyet ya da işaret ederdi. Vefatından sonra istişareye gerek kalmazdı. Diyelim ki bu peygamberimize bildirildi ve o da eşlerinden birisine söyledi. Bence bu konu kadınlar arasında anlaşmazlığa bu derecede neden olmazdı.
        Bal ya da şerbet ise belki olabilir. Ama bu nedenle yine de kadınlar arasında bu kadar isyana neden olmazdı. Neticede bütün eşler bir araya gelerek bir latife yapmak istemişler. Eğer sizin daha ciddi tespitleriniz varsa . paylaşırsanız memnun olurum.

      • bilal dedi ki:

        Sn.Havacı kardeşim,

        ‘’ Fussilet 3 :كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ şeklindedir. Yani “Ayetleri (mesajları, işaretleri vb.) açıkça ayrıntılı olarak açıklanan kitap kavmi anlasın diye arapça Kur’andır ” demektir. diyorsunuz. !!!

        Bu ayetin ir’abini ve nahiv ilmine göre terkibini yaptığımız da görülecektir ki,gösterdiğiniz meal mealesef hem ayetin arapça metnine uymuyor,hem de çok yanlıştır.Önce açıklamasını yapalım,

        a) ‘’ كِتَابٌ ” Kitabun”Bu bir kitaptır ki ‘’ فُصِّلَتْ ” Fussilet ‘’açıklanmıştır.‘’ آيَاتُهُ ” Ayatuhu ” ayetleri.” قُرْآنًا عَرَبِيًّا’’ kur’an’en arabiyyen ‘’ arapça bir kur’an olarak ” لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ” li kavmin ya’lemüne” kavrayıp bilen bir topluluk için ‘’ Yani kelimeleri teker teker açıkladığımız da ayetin meali tamamen bu şekilde olur…!!!

        b) Şimdi de nahiv ilmine göre terkibini yaparak ‘’ لِقَوْم ” li kavmin ” bir topluluk için ‘’ buradaki ‘’ ’ لِقَوْم ‘’ Lli kavmin (yani carü mecrür ) neye tealluk ettiğini görelim.!!!

        c) Nahiv ilmine göre ‘’ carü mecrürün’’ daima bir fiil kipine tealluk etmesi gerekir. Yani burada ‘’ acaba ‘’ لِقَوْم” li kavmin ‘’ Li,harfı cerre,kavmin mecrür,carü mecrür olan’’ li kavmi ‘’kendinden önce cümlede bulunan ve fiili mazi olan ‘’ ‘’ فُصِّلَتْ ” fussilet ‘’e tealluk ediyor………….Bu ayete iki fiil kipi geçiyor.Biri ‘’ li kavmiden ‘’ önce geçmiş olan ‘’ ‘’ فُصِّلَتْ ” fussilet’tir.’’ Diğeri ise,’’ لِقَوْم” li kavmin ‘’ den sonra gelen ‘’ يَعْلَمُون ” ye’lemüne” dir. Nahiv kurallarına göre,

        1- Car ve mecrürler mutlaka kendinden önce geçmiş bir fiil kipine tealluk eder.Bundan önce geçen fiil kipi sadece ‘’ ‘’ فُصِّلَتْ ” fussilet’tir.’’ ‘’ يَعْلَمُون” ye’lemune” ise ‘’li kavmi’den sonra gelmiştir.Bu nedenle. Li kavmin ‘’ harfı cer olan ‘’ Li’’ ve onunla mecrür olan ‘’kavmin’’ ‘’ فُصِّلَتْ ” fussilet’’ edilgen olan bu fiili mazi kipine tealluk eder..

        2- Bunun terkibini yaptığımız da cümle şöyle olur..’’فصلت لقوم يعلمون ” Fussilet li kavmin ye’lemün ‘’kavrayıp bilen bir topluluk için ayetleri açıklanmıştır.’’

        İRAB VE TERKİBİ İSE AŞAĞIDADIR.;

        فُصِّلَتْ ” Fussilet ” Fiili mazi bina mechül olup,burada müstetir olan naibi fail ‘’ هي’’ hiye ‘’ zamiri, ‘’ آيَاتُ ”ayatu” ye racitir. ‘’ لِقَوْم ‘’ li kavmin ‘’ Li harfı cer,kavmin mecrür, carü mecrür ‘’ فُصِّلَتْ” fussilet ” fiil kipine tealluk eder.Arapça dil kurallarına ve nahiv ilmine vakif olanlar bunu bilirler…
        Yani ‘’ لِقَوْم ‘’ likavmin, ‘’ فُصِّلَتْ ” fussilet fiiline tealluk ediyor..

        ŞİMDİ GÖSTERDİĞİNİZ MEALDEKİ ÜÇ HATAYI DA AÇIKLAYALIM:

        1- ‘’ فُصِّلَتْ ” Fussiletin ‘’ anlamı sizin tabir ettiğiniz ‘’ AÇIKLANAN ‘’ şekilnde değildir.Çünkü ‘’ Fussilet’’ Bina mechül fiil mazidir. Anlamı ise ‘’ AÇIKLANMIŞTIR’’ şeklindedir. Bu birinci hata !!!

        2- Gösterdiğiniz mealde ‘’ …KAVMİ…’’şeklinde geçiyor.Kimin kavmi ? Burada eğer ‘’لقومه ‘’ Li kavmihi ‘’ şeklinde olsaydı ‘’ o zaman ‘’ onun kavmi ‘’ olurdu.Ama burada bitişik olan ‘’Hİ ’’ zamiri yoktur ki,’’ sizin tabirinizle ‘’ KAVMİ VEYA ONUN KAVMİ ‘’ diyelim. Bu da gösterdiğiniz mealdeki ikinci hata !

        3.Gösterdiğiniz mealdeki ‘’..ANLASIN DİYE…’’ ifadesinin ayetteki arapça karşılığı acaba nedir ? Böyle bir ifade söz konusu ayete var mıdır ? Varsa hangisidir ? Eğer bu ‘’.. ANLASIN DİYE.. ‘’ şeklindeki ifadeniz doğru olsaydı,ayetin son cümlesi olan ‘’ يَعْلَمُون ” ye’lemüne’’şeklinde değil de, ‘’ليعلمون ‘’ LİYE’LEMÜNE ‘’ şeklinde olacaktı.Yani ‘’YE’LEMÜNE ‘’ üzerine ‘’ Lİ ‘’ harfının gelmesi gerekirdi..,Ama burada ‘’ Lİ ‘’ harfı ‘’ ye’lemüne ‘’ üzerinde yoktur,bu nedenle ‘’…ANLASIN DİYE… ‘’ ifadesi tamamen yanlıştır. Bu da gösterdiğiniz mealin üçüncü çeviri hatası..!!!

        4- ‘’ لِقَوْم ‘’ likavmin ‘’ tenvinli olup nekire ‘’ olduğu için ‘’ Bu belli bir topluluk değil,Kavrayıp bilen bütün topluluklardır. yani bu kelime marife olarak değil,nekire olarak geldiği için söz konusu topluluk belli değildir,sadece o topluluğun‘’ kavrayıp bilen ‘’niteliği zikredilmiştir..Bu da her milleten olur…

        Saygılarımla

  13. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal,
    YASİN-5::لتنذر قوما ما انذر اباؤهم ‘’ Li tünzire kavmemma unzire abauhum…’’ Kur’an,ataları UYARILMIŞ olduğu gibi,gaflette giden bir topluluğu da uyarman için mutlak güç sahibi,çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir..’’şeklindedir.Çünkü,Buradaki ‘’ ما ‘’ Nefiy (olumsuz) edatı değil,’’موصولة ‘’ edati olup ‘’الذي ‘’ anlamındadır..

    .!!! قا ل ابن عباس وعكرمة وقتادة هي بمعني الذي فا لمعني = لتنذر مثل ما أ نذر اباؤهم İbni Abbas,İkrime, Kutade ve daha niceleri buradaki ‘’ ما ‘ olumsuz edatı değil,mevsula edatı olup ‘’الذي.‘’ anlamında olduğunu söylemketedirler..Yani ayetin meali ‘’…..ataları UYARILMIŞ …….’’ şeklindedir ( …القرطبي = ج = 8 = ص = 10 )” diyorsunuz.
    ma’nın ellezi yerine kullanıldığına dair bir sarf nahiv bilgisi gösterebilir misiniz?

    • bilal dedi ki:

      Sn.Havacı kardeşim,

      ” ma’nın ellezi yerine kullanıldığına dair bir sarf nahiv bilgisi gösterebilir misiniz? diyorsunuz.

      1-Kur’an’da bunun nice örnekleri vardır.Sadece üç sureden bir kaç ayet gösteriyorum,

      a) ŞEMS-5,6 ve 7.ayetler ” Ves semai ve MA benaha vel ardı ve MA tahaha ve nefsin ve MA sevvaha….

      b) İNFİTAR-5: ” Alimet nefsün MA kaddemet ve ehharet…”

      c) TEKVİR-14: ” Alimet nefsün MA ahderet…”

      İşte bu ayetlerde büyük harfla gösterdiğim (MA) harfı nafiye (olumsuz) değil,ellezi anlamındaki harfı mavsuledir.Yani nefi edati değildir. Kur’an’ı kerim de bunlar gibi nice örnekler vardır.Sanırım gösterdiğim ayetlerdeki örnekler yeterlidir…

      2-HRFI MAVSULA OLAN (MA ) AŞAĞIDAKİ METİNDE TARİFİ GEÇMEKTEDİR.

      3″ ما ” الموصولية : اسم موصول معرفة يحتاج إلى صلة ، وهي لغير العاقل – غالبا – وهي من الموصولات العامة ( أي للمذكر والمؤنث ، للمفرد والمثنى والجمع ) ، فهي اسم موصول مبني على السكون في محل رفع أو نصب أو جر وتعرب حسب موقعها في الجملة ، مثل : “يسبح لله ما في السموات وما في الأرض ” / ” ما عندكم ينفدُ ” .

      Saygilarimla.

      • Havacı dedi ki:

        Sevgili Bilal ,
        Verdiğiniz ayetlerde MA ne, neyi anlamındadır. MA olumsuzluk anlamları dışında “Ne hazırladığını biliyorum. ” Ne güzel çocuk” vb. yapılarda kullanılır. MA ecmele veledün. Türkçe klavye ile bu kadar yazılıyor.
        Bence ellezi ve ellti bağlaçlarını biraz çalışmanız lazım.

  14. sarp mustafa dedi ki:

    Sn. bilal alıntıladığın cvbımda anlatılmak isteneni anlamadan cevap veren aptallardan bahsettim, keza senin gibi. Ayrıca bir “KORKAK” olmadığımdan,”tıpkı sizin gibi” yazdıklarıma cevap verilmesini serbest bıraktım. Yazdıklarınla abdullahabdalı doğruladığının farkında olmadığın apaçık belli. Yazdığın ayetleri alıntılayıp sana anlatma gereği duymuyorum. Sizin gibi bağnazlara laf anlatmanın mümkün olmadığının uzun süredir farkındayım. Karşılıklı tartışma gereği duymuyorum. Zira sorularla islamiyet denen sitede yeteri kadar tartıştım. Girip siteyi okursanız prof denen adamların bile kıvırarak cevap verdiklerine siz büyük bir cesaret göstererek cevap verdiğinizi zannediyorsunuz. Bu da ayrı bir cahilliktir.

  15. sarp mustafa dedi ki:

    Ayrıca sn. bilal yazdıklarınıza cevap vermememin bir diğer nedeni de yazdıklarınıza zaten toro adlı arkadaşın cevap vermiş olmasıdır. Sizin gibi aynı şeyleri tekrar tekrar yazıp bilgi kirliliği yapmanın manası olmadığını düşünüyorum. Zira siz ve sizin gibiler bunu yapmak için yarışta gibisiniz.

  16. kadir dedi ki:

    SAYIN TORO…

    “Yine döktürmüşsün. İnan ki müdahale etmek istemiyorum ama yazdıklarınızı okuduğumda maalesef tutartıslıkları görmeden yapamıyorum.”

    sizin kendinizi tutmanıza gerek yok ki.. içinizde kurtlar kaynıyor.. kendinizi her yazının içinde buluyosunuz. hemen hemen her yazıya balıklama atlıyosunuz ama sürekli olarak suya değil betona çakılıyosunuz.. yazdığın yazıya bak;

    “Sanırım, siz o ağırlıkların o kulaklara bizzat kuranın tanrısı tarafından ”KONULDUĞUNU” ve o kalplerin bizzat onun tarafından KAPATILDIĞINI unuttunuz?Peki bu durumda olanlar yani tanrı tarafından kendisine inanmaları İSTENMEYENLER nasıl olacakta GERÇEKTEN düşünebilecek?”

    bu sitede belki bin kere cevap yazdım ama işine gelmediği için görmezden geldin.. hiçbir zaman cevap olarak kabul etmedin.. çünkü duymak istediğin şey değildi.. daha öncede söylediğim gibi.. yüce kuran doğrunun doğrusunuda söylese sırf kuranın içinde diye muhalefet oluyosun. kurandan konuşmaya devam… bak şimdi;

    kuranda hz.salih ile kavmi iarasında geçen diyalog;

    “ey salih sen bizi uyarsanda uyarmasanda bizim için birdir. sana asla inanmayacağız..”

    sevgili toro… bak bu ayette koşulsuz inkar vardır.. hani allah fussilet-5 de diyoya.. “kulaklarımızda ağırlık vardır, kalplerimiz perdelidir.”

    yani burada inkarı tercih eden bu insanların kendileridir.. allah tarafından değildir.. özgür iradeleriyle inkarı tercih etmişlerdir.. mesela böyle esnek olmayan katı inkarcılara karşı allah “kalpleri mühürlendi” ifadesi kullanır.. çünkü bu insanlar uyarılmalarına rağmen inkarda artık öyle bir noktaya gelirler ki kurana inanmaları artık neredeyse imkansızdır.. işte allah böylelerine “kalpleri mühürlendi” ifadesi kullanır.. yani aslında kalbinin mühürlenmesine sebep olan o insanın bizzat kendisidir..

    şimdi sen kurana iman etmiyorsun.. kurana iman etmemenin nedeni allah değil, bizzat sensin.. senin kalbinin içini allah bilir.. ileride iman edip etmeyeceğinide o bilir.. ama onun bilgisi senin iradene müdahil değildir..

    sen bunu neden kabul etmiyosun.. kuranın mesajı bu olduğu halde neden sözü değiştirip sürekli anlamamazlıktan geliyosun.. sürekli aynı şeyleri yazıp duruyosun.. sana ayetleride gösteriyoruz.
    kuran ortada olduğu halde şöyle aklı selim okumayı hiç denemiyosun..

    “Size gelince, sizde aynı yoldan gidip ve bu propagandadan feyz alarak sizin inandığınıza inamayanları GERÇEKTEN DE düşünemeyen, kavrayamayan, anlayamayan olanlar olarak gösterip yani onların algılarını aşağılayıp kendinizi rahatlatmaya çalışıyorsunuz!

    Gerçekten ne kadar da temiz, saf, terbiyeli, hoşgörülü ve saygılısınız!” sizden…

    sanırım sen bu lafıma çok bozulmuşsun sayın toro.. o zaman bozulmaya biraz daha devam… çünkü bu yüce rabbimizin sözüdür.. ben sana karşı ve senin inancına-inandığın tanrına karşı kendimden bir fikir sunmuyorum. senin inancını eleştirmiyorum.. ben kuranda ne yazıyosa onu söylüyorum.. burada senin inancına veya dinine herhangi bir hakaret yoktur.. bu insanın bizzat kendisine söylenmiş bir sözdür.. bunu farkedebiliyomusun.

    ayrıca sen kurana inananları sürekli olarak eleştirip dururken. kuranın sadece bir sözü “düşünebilen-kavrayabilen” ifadesi seni neden bu kadar derinden sarsıyor.. bunu hiç kendine sordun mu.. eleştirinin sen sürekli tek taraflı olmasını istiyosun sanırım.. sen bizim dinimizi eleştir. herkes sussun öyle mi? bak sana birkaç ayet yazacağım… rabbimizin sizin gibi iman karşıtlarına sözlerini ifade eden ayetler.. aslında bu ayetleri biliyosun ama sana yabancı ayetlerdir..

    bismillahirrahmanhirrahim…

    ahirette yargılanmayı yalan sayana ne demeli (gördün ya)
    işte o yetimi itip kakar..
    yoksulu doyurmaya önayak olmaz..
    yazıklar olsun o ibadet edenlere ki
    onlar ki ibadetlerinin ne olduğunu bilmezler (habersizlerdir, ne anlama geldiğini bilmezler)
    gösteriş yaparlar onlar.
    ve üstelik en küçük bir yadımı bile sakınırlar.. (maun suresi)

    eleştiriyi anlayabiliyomusun.. yüce allah diyo ki peki ya sizin yaptıklarınıza ve inancınıza ne demeli… sizin inancınız içi boştur..

    bu sureyi kuranla bütünleşerek defalarca okumanızı tavsiye ederim..

    “bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır”
    “kendilerine KAVRAYABİLSİNLER diye ARAPÇA seslenilen o TOPLULUK kim, Çinliler mi?”

    sevgili toro.. bu topluluk araplara hitaben değildir. kavrayabilen-anlayabilen alemdeki bütün kavimlerden bahsediyor.. yani kuranın dili çince olsaydı, bizden, rusça olsaydı, ,ingilizlerden, ingilizce olsaydı fransızlardan bahsediyor olacaktı..

    bu kuran peygamberin kendi dilinden fakat anlaşılabilir bir şekilde bütün insanlığa gönderilimiştir..
    buna araplarda dahildir.. mesela ebu leheb de bir araptı ama inanmadı.. amaç hangi kavimden olursa olsun ilahi mesajı kavrayabilmektir..

    • hakan adanır dedi ki:

      Kadir bey siz ve bu sitede sizin gibi düşünen arkadaşlar gidin işide karşı sadece bir hafta savaşın sizden çok allaha ibadet etmedimse dünyanın en adi insanı olayım sonuçta işidin yaptıkları islama zarar vermektedir.Bu zararı görüp neden müdahale etmiyorsunuz.Bazı şeylerin anlaşılması açısından icraat şartır sizler bu samimiyeti gösterin bizde bu dine farklı bakalım.Benim ve buradaki çoğu arkadaşın aslında takıldığı mesele budur.Yani işin özü bize anlattıklarınız ve bizim gördüklerimiz.

      • kadir dedi ki:

        sayın hakan adanır…

        her ne kadar türkiyenin yüzde 80 i müslümanda olsa türkiye müslüman bir ülke değildir..
        şuan günümüzde var olan hiç bir devlet kuran hukuku ile yönetilmemektedir. eğer yönetilmiş olsaydı zulme karşı başkaldırılmış, emperyalistlerin oyuncağı olunmamış, vergi dağılımı adaletli olmuş, ve insanlar biribine yakın ve kardeşlik duygusu var olurdu.. vs.vs.vs..

        işte müslüman ülkelerin bu kadar cahil, bu kadar geri kalmalarının nedeni budur.. eğer kuran hukukuna önem verip. onu kendilerine anayasa edinselerdi hiçbir ülkenin ne oyuncağı nede sömürgesi olurdu.. bu konular biraz siyasete giriyor ama soruyorum size ortadoğuda ve kuzey afikada emperyalist güçlerin oyuncağı olmayan bir tane müslüman ülkesi var mıdır?

        sizin bu rahatsızlığınıza hak veriyorum. en az bende sizin kadar bu durumdan rahatsızım..

    • toro dedi ki:

      Sayın kadir,

      Diyorum ya her yazınızda ayrıca motive oluyor ve aklı yüceltmek için müdahale etmek zorunda hissediyorum!

      Ben size son çağrıdan ve o çağrıda, o çağrıya gelmeyenler için o çağrının sahibinin kendi kullandığı ya da söze döktüğü argümanları üzerinden yorum yapıyorum siz ise bana o çağrıdan çok daha önce başka bir kavme gönderildiği iddia edilen bir peygamber iddialısına yine kendi kavmi tarafından verilen cevapla mukabele ediyorsunuz!

      Arkadaşım, çağrıya gelmeyenlerin gelmeme nedenleri sorgulandığında bahane nasıl;

      ”Kur’an’ı ANLAMAMALARI için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da (ibadete layık ilah olarak) sadece Rabbini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.” İsra,46-Diyanet

      yukarıdaki ayetle yaratılıyorsa bu uğurda Salih’e de senin zahmet edip kuran daki yerini yazmadığın cümledeki durumda bahanenin pekiştirilmesi amacıyla kullanılabilir.

      Burada sizin üzerinize düşen fussilet,5 ile İsra 46 aynı anda bu kitabın içinde nasıl olabilir deyip perhiz ile lahana turşusu arasındaki ilişkiyi sorgulamak!

      Söylermisiniz İsra,46 da ”Kur’an’ı ANLAMAMALARI için ” diyen ben miyim? Siz beni mi yalanlıyorsunuz?

      İşiniz gücünüz kendisine ”apaçık” diyen bir kitabın aslında ”apaçık” olmadığını ispata çalışmak! Bu kitap size ben ”apaçık” ım diyerek geldi ve sizin ilk atalarınız ona bu şekilde iman etti. Şimdi onların torunları atalarının ”apaçık” olduğuna inandıkları tanrı kelamlarının ”apaçık” değil ”karmakarışık” olduğunu söylüyor!

      Sayın kadir, ben kanıtlarımı bizzat kurandan, tıpkı sizin aldığınız gibi gözlerimle okuyup beynimle anladığım şekilde alır, yazar ve yorumlarım! Buraya aynen yazar ve okuduğumda ne anlıyorsam onu söylerim! Benim okuduğumda anladığım şeyi beğenmeyip okuduğumu oluşturan kelimelerin anlamlarıyla oynama huyum yok! Bu tarzın üstadları bellidir.Dolayısıyla derdinizi aranızın benden daha iyi olduğunu iddia ettiğiniz kuranın tanrısıyla çözecek olan sizsiniz!

      ”kuran ortada olduğu halde şöyle aklı selim okumayı hiç denemiyosun.. ”

      Öyle ya bana fussilet ,5 ile isra,46 yı aynı anda barındıran kitaba aklıselim ile yaklaşmak düşer! Size onlarca defa yazdım, siz kendi inancınıza göre henüz hiç bir şeye ulaşamamış bir stajer cennet ya da cehennem adayı değilmisiniz? Ne oldu, yaşamınızın bir yerinde sınavdan çıkarılıp yukarılara bir yere usta olarak konumlandırıldınız da kimin aklı selim olup kiminde olmadığının kararını verecek duruma mı geldiniz? Siz dahil 2 kişiden hangisinin yanlış anladığını söyleyecek olan siz misiniz? Benim aramızda yanlış anlayan ya da aklı selim olmayan kişi olduğumu benimle eşit durumda olan siz söyleyemeyeceğinize göre kim söylüyor? Siz bu cüreti kimden alıyorsunuz yani tasdikçiniz kim?

      Ben lafınıza bozulmadım! Ben her seferinde yaptığım gibi lafınızın nerelere gideceğini bilmediğinizi gösterdim! Çünkü ne söylediğinizin farkında değilsiniz!

      Çünkü siz sözde ”ben kuranda ne yazıyosa onu söylüyorum..” diyorsunuz ama kuranda yazılanların çoğunu kendi keyfinize göre yeniden yazıyorsunuz!

      ”kuranı gerçektende düşünebilen, kavrayabilen, anlayabilen insanlar ancak muhattap alır..”sizden alıntı

      O halde diğerleri GERÇEKTEN de düşünemeyen,kavrayamayan,anlayamayanlar olmuyormu? Diyorum ya siz aşağılamayı bile içselleştirmiş ve kendinizce normalleştirmişsiniz!

      ”ayrıca sen kurana inananları sürekli olarak eleştirip dururken. kuranın sadece bir sözü “düşünebilen-kavrayabilen” ifadesi seni neden bu kadar derinden sarsıyor.. bunu hiç kendine sordun mu.. ” sizden alıntı

      Yalnız farkında değilsiniz galiba, sarsılan biri varsa o da toroyu düşünebilen-kavrayabilen bir insan olarak kabul edemeyen sizsiniz! Düşüncenin sınırı yoktur, herşeyi sorgular kavramaya çalışırsınız! Ama sizin inancınızda düşünmek bile izin verilenlerle sınırlıdır! Bu noktada sınırları olanın sınırları olmayanı düşündüğü ve kavradığı için eleştiriyor olması komiktir! Daha da komik olanı sanki benim yaptığımı yapan yani düşünen ve kavrayan sizsiniz! Bana iman ettiğiniz kitabın neyini düşünüp kavramaya çalıştığınız söyleyebilirmisiniz? Şunun bir resmini çiziverin de ne menem birşey yapıyorsunuz görebilelim!

      ”sevgili toro.. bu topluluk araplara hitaben değildir. kavrayabilen-anlayabilen alemdeki bütün kavimlerden bahsediyor.. ” sizden alıntı

      Sayın kadir bu ayet 2014 dünyasına inen bir ayetmidir? Bu ayet indiği anda okuduğunda onu ARAPÇA anlayacak olan topluluk kim? Bu ayet okunduğunda ARAPÇA olarak tüm kavimlere okunsaydı ARAPÇA bilmeden onu anlayabilen ve kavrayabilenler çıkabilirmiydi? Siz cidden bunları yazmak zorundamısınız? Yani sürekli züccaciye dükkanına girip ne varsa parçalara ayırıyorsunuz, züccaciye dükkanı sizden sonra kendini toparlıyor sonra bir daha giriyorsunuz! Size bu saatten sonra TOPLULUK ile TOPLULUKLAR arasındaki farkımı anlatayım!

      Demek siz ”ben kuranda ne yazıyosa onu söylüyorum.” diyorsunuz! Ama kendi paylaşımınızda ”bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen BİR TOPLULUK için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır” dedikten sonra bir anda o BİR TOPLULUK ”bütün kavimler” olabiliyor! Üstelikte çoğu ARAPÇA bilmediği için anlayamayacak dolayısıyla kavrayamacak durumda olsalar bile!

      Ben size kavrayabilesiniz diye bu arapça vurgusunun nedeninin ne olabileceğini anlatmaya çalışayım!

      Çünkü bu kitap kendinden öncekilerin (incil,tevrat,zebur) devamı olduğunu iddia ediyor ve içindeki tanrı ”o kitapların içindeki tanrıda bendim” diyordu! Bu durumda insanlar ”o halde tanrın dili neden her defasında değişiyor” un nedenlerini sorgulamaya başladılar! İşte bu sorguyu dillendirenleri susturmak için çalakalem yapılan ve bu yüzyılda ayağa dolanacağı hesaplanamayan ayetin nedeni bence budur!

    • 1okuyucu dedi ki:

      Kadir;

      E raeytellezî yukezzibu bid dîn(dîne). (maun-1)

      maun suresi 1. ayet ahiretteki yargılanmayı yalan sayana ne demeli demiyor, dini yalanlayanı gördün mü? diyor, hoş, dini yalanlayanda zaten ahiret inancı da yoktur?

      Kuranın tanrısı maun suresinde dini yalanlayanların tarifini yapıyor, yani her türlü naneyi yemekten geri kalmadıkları gibi ibadetlerini de gösteriş için yapan Müslümanların, dini yalanlayan münafıklar olduğunu söylüyor, bunların içerisinde sende var mısın? bilemem ama olmayanları saymaya kalksak koca Ülkede birkaç tane ya çıkar ya çıkmaz? dini yalanlayan münafıklar ise saymakla bitmez, hatta bunların içerisinde bakarayı makaraya alanlar bile vardır,

      o nedenle birilerinin ahlâksızlıklarını örtme gayretiyle okları başka tarafa çevirmeye kalkma, çünki maun suresinin bizle bir ilgisi yok, hoş, olsa ne yazar alır ağzının payını oturur oturduğu yerde,

      özetle, maun suresinin kafirlerle ilgili olduğunu iddia etmen, dini yalanlayan münafıkların avukatlığına soyunmaktır, bu da senin kendini o kategoriye dahil etmen anlamına gelir,

      biz ise ekmek kırıntılarını kuşlar yesin diye pencere önüne, yemek artıklarını sokak hayvanları (kediler, köpekler) yesinler diye kapı önüne koymaya devam ediyoruz, tabi bu arada içecek sularını temin etmeyi de ihmâl etmiyoruz.

  17. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Söylermisiniz İsra,46 da ”Kur’an’ı ANLAMAMALARI için ” diyen ben miyim? Siz beni mi yalanlıyorsunuz?” sizden…

    sayın toro.. isra 45 ten itibaren okumaya başaladığınızda ayetin ne demek istediğini anlarsınız.. düz bir metin gibi okuyosunuz..

    bak isra 47 te kendi tercihleri sonucu ahirete inanmayanlardan bahsediyor. 47. ayette kuranı nasıl dinledikleri anlatılıyor.. ve kurana karşı kalplerinde olan hastalıktan söz ediyor.. dinlemiyorlar bile…

    işte isra 45. ayette kuranı anlamak istemediklerine karşın kalplerine perdeler, kulaklarına ağırlık vermiştir allah.. çünkü bu onların kendi tercihleridir.. hz. peygamber o insanlara kurandan ayetler okuduğunda nefretle dinlemek istememişler dönüp gitmişlerdir.. yani kuranı ve peygamberi hiçbir zaman muhattap almamışlardır.. işte allahta onların bu tutumundan dolayı kalplerine perdeler, kulaklarınada ağırlıklar vermiştir..

    zamanım olmadığından uzun yazınızı daha sonra okuyup kalan yeri cevaplayacağım.. şimdilik sadece bunu alıntı yaptım

  18. kadir dedi ki:

    yukarıdaki yazımda isra suresi 45 ten 47 ye kadar.. demek istedim.. sehven yanlış yazdım..

  19. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal,
    Aşağıdaki alıntıyı okumanızı rica ederim.
    Kur`an’ın indiği dönemde bugünkü Arapça dil bilgisi kuralları henüz belirlenmemişti. O zamanlar Arapların ellerinde birkaç şairin şiirlerinden başka yazılı metin yoktu. Sözlü kültür devam edip geliyordu. Kur`an işte böyle bir dönemde nazil olmaya başladı ve o günün Arapça`sının yapısına ve kullanımına uygun olarak geldi.

    Arapça`ya ait bu günkü dil bilgisi kuralları Kur`an`ın inişinden yaklaşık 150-200 sene sonra Sibeveyh, Ahfeş (ölümü H. 177 M.793), Kisâî, İsa b. Ömer, Yunus b. Habib ve Ebu Ubeyde Ma`mer b. Müsenna gibi bilginlerce oluşturuldu. Aynen Türkçe dil bilgisi kurallarının da dilin ilk oluşumundan asırlar sonra oluşturulması gibi.

    Bu nedenle, Kur`an’ın indiği zamanki Arapça dil bilgisi kuralları ile yakın zamanda oluşturulan dil bilgisi kuralları arasında fark mevcuttur. Bunları Kur`an`ın değişik yerlerinde görmekteyiz. Kur`an`ı anlamak isteyenlerin bu önemli konuyu göz önünde bulundurmaları gerekir. Aksi halde Kur`an`ı anlamakta zorluk çekilir ya da Kur`an eksik anlaşılabilir.

    Bunların önemli örneklerini aşağıda veriyoruz:

    a) “ma” ve “men” ismi mevsullerinin kullanımı.

    Bugünkü mevcut arapça dil bilgisi kurallarına göre “ما ma” sözcüğü cansız varlıklar ve akılsız hayvanlar için (şey anlamında) kullanılır; “من men” sözcüğü de Allah, melekler ve akıllı varlık olan insan için (kişi anlamında) kullanılır.

    Ne var ki Kur`an’ın indiği dönemde böyle bir ayırım söz konusu değildir. O zaman “ما ma” hem Allah için hem de insan için: “من men” de hem Allah için hem akıllı insan için hem de akılsız hayvanlar için kullanılıyordu. Şimdi bunlardan örnekler verelim.

    “ما Ma” ism-i mevsulu aşağıdaki ayetlerde Allah için kullanılmıştır.

    “Ve ما Ma haleka z zekere ve l ünsa” (Leyl; 3).

    “Vessemai ve ما ma benaha, ve l ardı ve ما ma tahaha ve nefsin ve ما ma sevvaha” (Şems; 5-7
    Şems 5–6-7 nci ayetlerri bu gözle okuyun derim. Bugün ki gramer yapısında ma değil men kullanılır. Örneğin 6 ncı ayet yeri kim döşediyse demektir, cümle içinde yeri döşeyene anlamı verilir.

  20. Havacı dedi ki:

    Sevgili Bilal,
    Emek harcayarak verdiğin bilgiler için teşekkür ederim, ama(!) işaretini kullanmasan da anlarım. Fussilet 3 ayete verdiğiniz anlam şöyle :Bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır”
    Ben de şöyle bir cümle kursam Bu makale ki onun mesajları kavrayabilen bir toplum için masai mara dilinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Öncelikle makale içindeki mesajları kavrayabilmek için masai mara dilini bilmek gerekir. Ben bu dili bilmezsem içeriğini nasıl bilebilir ve kavrayabilirim?
    Sizin itibar etmediğiniz tüm meallerde bilen topluluğa diyor, peki bu topluluk neyi biliyor? Kur’an’ın içeriğini bilmeden neyi bilecek, öncelikle arapçayı bilecek ki içindeki mesajları anlayabilsin.
    Başka bir yorumumda verdiğim alıntıyı tekrar veriyorum.
    Kur`an’ın indiği dönemde bugünkü Arapça dil bilgisi kuralları henüz belirlenmemişti. O zamanlar Arapların ellerinde birkaç şairin şiirlerinden başka yazılı metin yoktu. Sözlü kültür devam edip geliyordu. Kur`an işte böyle bir dönemde nazil olmaya başladı ve o günün Arapça`sının yapısına ve kullanımına uygun olarak geldi.

    Arapça`ya ait bu günkü dil bilgisi kuralları Kur`an`ın inişinden yaklaşık 150-200 sene sonra Sibeveyh, Ahfeş (ölümü H. 177 M.793), Kisâî, İsa b. Ömer, Yunus b. Habib ve Ebu Ubeyde Ma`mer b. Müsenna gibi bilginlerce oluşturuldu. Aynen Türkçe dil bilgisi kurallarının da dilin ilk oluşumundan asırlar sonra oluşturulması gibi.

    Bu nedenle, Kur`an’ın indiği zamanki Arapça dil bilgisi kuralları ile yakın zamanda oluşturulan dil bilgisi kuralları arasında fark mevcuttur. Bunları Kur`an`ın değişik yerlerinde görmekteyiz. Kur`an`ı anlamak isteyenlerin bu önemli konuyu göz önünde bulundurmaları gerekir. Aksi halde Kur`an`ı anlamakta zorluk çekilir ya da Kur`an eksik anlaşılabilir.

    • bilal dedi ki:

      Sn.Havacı kardeşim,

      Ben de size teşekkür ederim,
      ‘’ Sevgili Bilal,
      Emek harcayarak verdiğin bilgiler için teşekkür ederim, ama(!) işaretini kullanmasan da anlarım. Fussilet 3 ayete verdiğiniz anlam şöyle :Bu kitap ki onun ayetleri (delilleri, mesajları) kavrayabilen bir topluluk için arapça olarak ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır”
      Ben de şöyle bir cümle kursam Bu makale ki onun mesajları kavrayabilen bir toplum için masai mara dilinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Öncelikle makale içindeki mesajları kavrayabilmek için masai mara dilini bilmek gerekir. Ben bu dili bilmezsem içeriğini nasıl bilebilir ve kavrayabilirim?
      Sizin itibar etmediğiniz tüm meallerde bilen topluluğa diyor, peki bu topluluk neyi biliyor? Kur’an’ın içeriğini bilmeden neyi bilecek, öncelikle arapçayı bilecek ki içindeki mesajları anlayabilsin.’’ Sizden’’

      ‘’ Bu makale ki onun mesajları kavrayabilen bir toplum için masai mara dilinde ayrıntılı olarak açıklanmıştır. ‘’ sizden”

      Biz,cümlesini kurduğunuz örnekten başlayalım,

      a ) ‘’…Kavrayabilen bir toplum ‘’ denildiğine göre,bu makale her ne kadar mesai mara dilinde yazılmış olsa bile sadece bu dile bilenler için yazıldığının anlamı çıkmaz.Çünkü burada bu makale sadece onlara yazılmıştır denilmiyor.İşte kur’an’ın durumu da böyle.

      b) ‘’… Kavrayabilmek için mesai mara dilini bilmek gerekir.’’ şeklindeki İfadeniz doğrudur. Ama,ayete de belirtildiği gibi ‘’kavrayabilen ‘’ ifadesiyle arapça dilinde gelen kur’an’ın mesajlarını anlayıp kavrayabilecek bir şekilde tebliğini almayan bir kimse ahirete Allah huzurunda muaf tutulup vebal altında kalmayacaktır..Yani bir kişi veya bir toplum kur’an’ın mesajlarını anlayabilecek bir dilde tebliğini almamışsa yüce Allah onları kıyamete sorumlu tutmayacaktır..Bizim delilimiz ise İSRA-15. ayettir..

      ‘’ وما كنا معذبين حتي نبعث رسولا الخ ‘’

      Biz (mesajlarımızın tebliğini yapan,anlatıp kavranmasını sağlayan) bir elçi göndermedikçe (hiçbir kimseye) azap edecek değiliz.’’ (isra-15) buyurulmaktadır.

      Demek ki,kur’an’ın içerdiği mesajları kavrayapbilecek bir şekilde tebliğ almayan hiçbir kimse veya toplum azap görmeyecektir.Bundan haraket ederek kur’an’ın içerdiği mesajlarının tebliğini hakkıyla almamış veya kur’an’ın anlaşılması için bildiği dilde kendisine tercümesi yapılmamış,dolayısıyla kur’an’daki mesajları kavrayıp öğrenmemiş kimseler veya toplumlar ahirete sorumluluk ve vebal altında kalmayacaklardır.İşte bunun için kur’an,’’ kavrayabilen ‘’ ifadesini de kullanmaktadır..Ayrıca bana göre teknoloji çağında yaşadığımız bugünkü dünyada yaşayanların kahir çokluğu ( bütün gayri müslimlar) kur’an’ın içerdiği mesajların tebliğini kavrayamamış ve tebliğini almamıştır.Bu nedenle insanlara kötülük,zulüm ve haksızlık yapmayan,zarar vermeyen,dünyanın huzur ve düzenini bozmayan,insan haklarını ihlal etmeyen vs.kur’an’daki ilahi mesajlarını kavrayabilecek şekilde tebliğ almamış olan tüm gayri müslimler dahil ilahi dinin mesajları konusunda ahirete sorumlu tutulmayacaklardır. ”الله اعلم ”

      Yani ‘’ Kur’an’ın içeriğini kavrayıp öğrenebilecek şekilde tebliğini almamış olanların sorunu İsra-15.ayeteki hüküm gereği çözüm bulmaktadır.Zira bunlar ilahi mesajları kavrayıp bilmekten mahrum kaldıklarından muaf tutulurlar.
      c) Arapça dilinde din için gerekli olan konular açıklanmıştır,bunları kavrayıp öğrenmiş
      olanlar sorumlu,bu imkanatı bulmayanlar ise ahirete din ve inanç konusunda sorumlu tutulmyacaklardır. İşte bu nedenle de kur’an,’’kavrayıp bilenler için bu bu kitabın ayetleri açıklanmıştır‘’ diyor.Yani‘’الله اعلم ‘’ kur’an’ın içerdiği mesajları kavrayıp hakkıyla tebliğ almış olanlar sorumluluk altındadırlar.Bu imkanatı yakalamamış olanlar,muaf tutulacaklarının mesajını veriyor. !

      d) Kur’an Arapçadan başka bir dilde olsaydı,yine bu dili bilmeyenler neden bildiğimiz dilde inmemeştir diye aynı bahaneyi ileri süreceklerdi..

      e) Kur’an Allah’ın son ve evrensel mesajlarını içeren bir kitap olduğundan tabiki dünya dillerinden biriyle inecektir.Bu da arapça dili olmuştur.Bu nedenle İngilizce nasıl uluslar arası bir dünya dili kabul ediliyorsa,öğütlerini alıp mesajlarını öğrenerek inanmak isteyenler için de arapça bir ortak dil olabilir.

      f) Kur’an’ı doğru ve düzgün anlayanlar ise bildikleri başka dillere de güçleri nisbetinde tebliğ gereği tercüme etmeleri zorunludur.Bunu yapabildikleri halde yapmayanlar vebal altında kalırlar..

      g) Nitekim çevirilerde eksik veya bazı hatalar olsa da bugün hemen hemen bütün dünya dillerine kur’an’ın çevirsi yapılmıştır.

      h) Ayrıca kur’an’ın mesajları sadece arapça bilenler için değil,’’هدي للناس ‘’ bütün insanlara hidayet rehberidir. Bu ndenle de kur’an’ın mesajları ile ‘’ masai mara dilinde yazılmış olan makale arasında evrensellik farkı vardır..
      Özetle,ister arapça bilsin ister bilmesin,kur’an’ın içerdiği mesajların tebliğini kavrayabilecek şekilde almamış veya bu imkanata sahip olmamış olan herkes ahirette yüce Allah’ın merhamet ve adaletinin gereği sorumluluktan muaf tutulacaklardır. Nacizane benim kur’an anlayışım bu.! ‘’الله اعلم ‘’

      Saygılarımla.

      • Havacı dedi ki:

        Sevgili Bilal,
        Tarık suresi (5-7), ma (şems 6-7) ve vasiyet hakkındaki yorumlarıma da cevap verirseniz sevinirim.

  21. kadir dedi ki:

    sayın havacı

    “Kitap arapça bilen topluma indiği için arapçadır, yoksa Kur’anı anlayan toplum için arapça inmiş demek değildir. İkinci ifade hem gramer hem de anlam açısından yanlıştır. İnzal arap toplumuna olduğuna göre başka bir toplumun onu arapça olarak anlaması zaten mümkün değildi. Kur’an’ın araplar dışındaki toplumlara yayılması Emeviler dönemiyle başlar.” sizden

    kitap arapça.. fakat burada önemli olan kitabın arapça olması değil, anlaşılabilir olmasıdır.. kuranı kerim arapça fakat karman çorman bir kitap değil, arapça dil kurallarına uygun olarak tertiplidir.. yani her dile çevrilebilir. yanlız çevirmekte yeterli değildir.. önemli olan onu anlama ve kavramaktır.. önceki yazımda bahsettiğim gibi, eğer kuranı anlasaydı, arapçayı su gibi bilen ebu leheb anlardı..

    “arapça bir kurandır” ifadesi her peygamberin konuştuğu dilden gelmesi demektir.. yani türklere arap peygamber, çinlilere ingiliz peygamber olmaz.. araplar kuranın ilk muhataplarıdır.
    sonra tüm dünya insanlarıdır.. günümüzde kuran hemen hemen her dile çevrilebiliyor..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Aslında inanmadığınız şeyleri altta kalmamak adına savunmaya kalktığınızda ne kadar dikkat ederseniz edin (gerçi siz bu konuda zayıfsınız) hata yaparsınız! Ben size önce hiç yorum yapmadan sadece kendi cümlelerinizi tekrar okutmak istiyorum;

      ”kitap arapça.. fakat burada önemli olan kitabın arapça olması değil, anlaşılabilir olmasıdır..”

      ”kuranı kerim arapça fakat karman çorman bir kitap değil, arapça dil kurallarına uygun olarak tertiplidir..”

      Sondan başlayalım, siz Kuran’ın içinde, tanrı emri ya da yönlendirmesi veya onun inmesine aracılık eden kişinin ölümünden sonra nasıl yapılacağını tarif ederek bıraktığı bir vasiyeti olmadığı halde ”islama yeni girenler anlayamıyor” diye harekelenip, noktalandığını bilmiyor musunuz? Daha önce hiç yazmadım mı size?

      Gelelim ilk cümlenize, size bir çince kitap versem ve anlamaya çalışın desem, bu isteğimin gerçekleşme ihtimali nedir? Peki sizin anlayamadığınız o kitabı ANLAŞILMAZ olarak niteleme ihtimaliniz varmı?

      O halde aynı kitabı ANA DİLİ Çince olan birine verelim ve bize sizinle aynı şekilde ANLAYAMADIM demesini bekleyelim!

      İLAHİ sayın Kadir!

  22. kadir dedi ki:

    sayın toro…
    içi boş yazılarına bir yenisi daha ekleyerek kendini mutlu ettiğini sanıyosun sanırım. ama her zaman olduğu gibi yine yanılıyosun.

    sen kuranın hikmetini kavrayamadığından, ayetleri anlayamadığından dolayı ne yapacağını şaşırıyosun. en vahimi bizim dinimize karşı içindenizdeki kin ve öfke yüzünden savrulup gidiyosunuz..

    bu bahsettiğimiz ayetler kuranı kimlerin muhatap alacağı ile ilgidir.. yani kitabın anlaşılabilir bir arapça ile indiğini, hangi kavimden olursa olsun bu kitabı anlamak için kavrama ve düşünme yeteneğinin devrede olması gerektiğini, kuran okurken bunları devre dışı bırakanların anlayamayacağını….

    dedim ki arap ebu leheb arapçayı su gibi bildiği halde iman etmemiş, türk ebu toro mu iman edecek..

    kavrayabiliyomusun sayın toro.. yoksa iftiralara ve saldırılara devam mı?

    ne kadar saldırırsan saldır, senin islama ve kurana zarar vermeye gücün yetmez.. ya ona iman edeceksin, yada reddedeceksin.. ama amacından sapıp iftira ve zarar vermeye kalkarsan bir gün kendi başını duvara vururken bulursun..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      ”sen kuranın hikmetini kavrayamadığından” demişsiniz bana,

      Ne yapayım? Kavramak ve anlamak için gerekli olan şifreler BANA değil de SİZE verilmiş! Sizde o şifrelerin sadece SİZDE olduğunu bildiğiniz için ve benim hiç bir şekilde KAVRAYAMAYACAĞIMDAN ve ANLAYAMAYACAĞIM dan emin olduğunuzdan bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz! Bende aslında isyan ediyorum bu ”hikmet kavrama” ve ”ayet anlama” şifrelerinin bana verilmeyişine!

      Bana karşı kullandığınız cümlenin sizin için geçerli olan hali sanırım benim size göre olan geçerli halimin tersi olmalı, yani siz;

      ”Ben kuranın hikmetini kavradığımdan” ”ayetleri anladığımdan” bunları söylüyorsunuz!

      Peki rica ediyorum bana ‘hikmet kavrama ve ayet anlama” konusunda mahir olduğunuzu kuşku bırakmayacak şekilde tastik eden ve üsünde en az bir yaratıcıya ait mühür bulunan diplomanızı bana gösteriverin!

      ”yani kitabın anlaşılabilir bir arapça ile indiğini, hangi kavimden olursa olsun bu kitabı anlamak için kavrama ve düşünme yeteneğinin devrede olması gerektiğini, kuran okurken bunları devre dışı bırakanların anlayamayacağını…. ” evrensel vecizeniz

      Peki dostum, ”yani kitabın anlaşılabilir bir arapça ile inmesi” onu bir çinlinin indirildiği anda okuyup anlamasını da sağlıyormu? Yani Zeki Müren’de bizi görebiliyormu?

      Bu kitap bütün insanlara gönderiliyor ama aynı dili konuşmayan insanlar o dine girene kadar aslında onlara seslenmiyor! Ya da seslenemiyor çünkü karşısındakiler kendilerine ne dendiğinin farkıda olamayacak durumda! Peki bu kitabı yazdıranın sonra ortaya çıkacak bu sorunu çözmek adına bir hükmü ya da yönlendirmesi var mı?

      Sayın kadir her sorunuza cevap veriyorum, bu güne kadar beğenin ya da beğenmeyin her sorunuza cevap verdim! Şimdi de ben soruyorum, evet ya da hayır!

      İslama arapça bilmeyenlerin girişlerinin artmasıyla, kuranı onlar için anlaşılabilir hale getirmek için yaptırılan hareke ve noktalama işlemi bizzat kuranın yani onun tanrısının hükmümüdür? Soru çok zor değil, evet ya da hayır!

      Evet amcası ebu lehep kendine peygamberim diyen yeğenine inanmadı, peki diğer amcası Abdulmuttalip onu medinelilere emanet ederken ona İNANMIŞMIYDI? Ebu leheb arapça bildiği halde inanmıyordu da Abdulmuttalip’in derdi neydi?

      Ebu lehep bedir savaşından sonra hastalanıp öldü, abdulmuttalip ise bedir savaşında yeğenine karşı savaşıp esir düştü! Yani ikiside yeğenlerine karşı bedir’de aynı safta savaştılar! Abdulmuttalip sonra müslümanların casusu oldu, ölmeseydi belki ebu leheb’te aynı şeyi yapacaktı! O halde söylermisin sen kurgunu ölmeseydi belkide müslüman olacak yani Kuran’ın HİKMETİNİ BİR ŞEKİLDE kavrayacak ebu lehep üzerinde yaparak puan aldığınımı sanıyorsun? O halde Ebu Süfyan’a ne diyeceksin, onun ne kadar sürdü o HİKMET’i BİR ŞEKİLDE kavraması? Ebu Süfyan Ebu Cehil’in kankası değilmiydi, bunlar mekkede islamın en güçlü iki karşıtı değillermiydi? Sorarım sana Ebu Süfyanın KAVRAYASI ancak mekke düşmek üzereyken mi gelmiş? Sence son mekke seferi yapılmasa yani mekkeliler ve Ebu süfyan artık başedemeyecekleri bir hale gelen bu silahlı güçle karşı karşıya gelmemiş olsalardı o gün yine de KAVRAYASILARI gelirmiydi?

      Sevgili Kadir ebu lehep ile aynı şekilde ANLAMAYANLARIN neredeyse tamamı bir gün BİR ŞEKİLDE anlamak zorunda kalmadılarmı?Onun suçu erken ölmek mi? O ”bir şekilde”nin nasıl olduğunu özellikle düşünürsen Kuranın HİKMETİNİ kavradığın gibi onun hikmetini de kavrayabilirsin!

      ”ne kadar saldırırsan saldır, senin islama ve kurana zarar vermeye gücün yetmez.. ya ona iman edeceksin, yada reddedeceksin.. ama amacından sapıp iftira ve zarar vermeye kalkarsan bir gün kendi başını duvara vururken bulursun..” sizden alıntı

      SALDIRMAK, bu kelime sizin boyunuzu aşar! Bakın şöyle yapalım ben kuran ile ilgili kendi görüşlerimi hiç söylememiş ve hiç söylemeyecek olayım bu durumda kuranda beni size göre, anlayamamış,kavrayamamış,düşünemeyen, anlayamayan ve sizden (inandırılmışlardan) daha aşağılık olarak tanımlayan ayetler uçup gidecek mi?

      O ayetleri oradan çıkarın ya da çıkarttırın ki beni, durduğum yerde bile kendimi savunmak zorunda bırakacak hiç bir neden kalmasın!

      Ya da haddinizden fazlasını yani benim yazgımı tayin etme küstahlığını icra etmeyi bırakın!

      Artık farkına varın, sizi kapsamaya çalışan ben değilim , beni ve benim gibileri kapsamaya çalışsan sizsiniz! Yani bizi durduğumuz yerde bile taciz eden!

      • kadir dedi ki:

        sayın toro…

        “İslama arapça bilmeyenlerin girişlerinin artmasıyla, kuranı onlar için anlaşılabilir hale getirmek için yaptırılan hareke ve noktalama işlemi bizzat kuranın yani onun tanrısının hükmümüdür? Soru çok zor değil, evet ya da hayır!”

        cevap; hayır…

        “Evet amcası ebu lehep kendine peygamberim diyen yeğenine inanmadı, peki diğer amcası Abdulmuttalip onu medinelilere emanet ederken ona İNANMIŞMIYDI? Ebu leheb arapça bildiği halde inanmıyordu da Abdulmuttalip’in derdi neydi?”

        soru; bütün bunlar yaşanırken sen oradamıydın? senden iyi efsane yazarı olur…

        “Sevgili Kadir ebu lehep ile aynı şekilde ANLAMAYANLARIN neredeyse tamamı bir gün BİR ŞEKİLDE anlamak zorunda kalmadılarmı?Onun suçu erken ölmek mi? O ”bir şekilde”nin nasıl olduğunu özellikle düşünürsen Kuranın HİKMETİNİ kavradığın gibi onun hikmetini de kavrayabilirsin!”

        ebu leheb yaşasaydı eğer yine iman etmeyecekti.. ne demiştik.. allah her insanın ne yaşayacağını bilir.. bu bilgisi onun özgür iradesine müdahil değildir..
        ebu lehebin imansızlığı kuranla sabittir.. sen istediğin kadar boşa kürek salla..

        sevgili toro… gerçekten sen kendini kaybetmişsin.. hırçın ve kinci değilim diyosun ama içinde fırtınalar kopuyo, bu neden oluyo biliyomusun; allahla mücadele içine girdiğinden oluyo… kısacık bir konuya cevaben sayfalarca yazı yazıyosun.. sence bu normal mi?
        kendine hiç sordun mu bunu.. kaldı ki sana göre bizim dinimiz ve inancımız berbat bişe.. kendine göre doğru seçimi yapmısın. ee sorun ne o zaman. kendini bu kadar hırpalamaya değer mi? kaldıki sayfalarca yazı yazsan kimsenin imanından birşey eksiltemezsin.. yeterki o kuranı anla…

        sevgili toro son olarak kuran indirildikten sonra onun tebliği ulaşmamış her yer allahın izni ile sorumlu değildir.. (bkz; isra:15 )

  23. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    “Bu kitap bütün insanlara gönderiliyor ama aynı dili konuşmayan insanlar o dine girene kadar aslında onlara seslenmiyor! Ya da seslenemiyor çünkü karşısındakiler kendilerine ne dendiğinin farkıda olamayacak durumda! Peki bu kitabı yazdıranın sonra ortaya çıkacak bu sorunu çözmek adına bir hükmü ya da yönlendirmesi var mı?

    Sayın kadir her sorunuza cevap veriyorum, bu güne kadar beğenin ya da beğenmeyin her sorunuza cevap verdim! Şimdi de ben soruyorum, evet ya da hayır!”

    CEVAP; EVET…

    bak kalabalık yapmadan nasıl kolayca cevap veriliyomuş..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      “Evet amcası ebu lehep kendine peygamberim diyen yeğenine inanmadı, peki diğer amcası Abdulmuttalip onu medinelilere emanet ederken ona İNANMIŞMIYDI? Ebu leheb arapça bildiği halde inanmıyordu da Abdulmuttalip’in derdi neydi?”

      soru; bütün bunlar yaşanırken sen oradamıydın? senden iyi efsane yazarı olur… ” demişsiniz,

      Beni yakaladınız, şimdi nerede olduğumu söylemek zorundaydım.
      Tam da sizin Ebu Leheb’in Kuranı (henüz tümü inmediği ve yazılmadığı halde) kavrayamadığına şahit olduğunuz yerin biraz yakınlarında Abdulmuttalip’i izliyordum! Ondan daha öncede siz

      Şimdi en çok güldüğüm yere geleyim,

      Size bir soru soruyorum;

      “İslama arapça bilmeyenlerin girişlerinin artmasıyla, kuranı onlar için anlaşılabilir hale getirmek için yaptırılan hareke ve noktalama işlemi bizzat kuranın yani onun tanrısının hükmümüdür? Soru çok zor değil, evet ya da hayır!”

      Bana cevabınız aşağıda;

      cevap; hayır…

      Yani kuranı anlamayanlar için insanlar tarafından kuran üzerinde yapılan hareke ve noktalama işlemini kuranın tanrısı, söylememiş, istememiş!

      Sonra devam edip başka bir soru soruyorum;

      “Bu kitap bütün insanlara gönderiliyor ama aynı dili konuşmayan insanlar o dine girene kadar aslında onlara seslenmiyor! Ya da seslenemiyor çünkü karşısındakiler kendilerine ne dendiğinin farkında olamayacak durumda! Peki bu kitabı yazdıranın sonra ortaya çıkacak bu sorunu çözmek adına bir hükmü ya da yönlendirmesi var mı?

      Bana cevabınız aşağıda;

      CEVAP; EVET…

      O zaman yeniden sormama izin verin, Kuran’ın tanrısının EVET dediğiniz, sonra ortaya çıkacak bu sorunu çözmek adına bir hükmü ya da yönlendirmesi HAREKE ve NOKTALAMA mıdır?

      Değilse, Kuran insan eliyle ve kuranın tanrısının hükmü olmaksızın DEĞİŞTİRİLMİŞ demektir! Gözünüz aydın, nur topu gibi bir gafınız daha oldu!

      ”gerçekten sen kendini kaybetmişsin.” sizden alıntı

      Sanırım bana hitaben yazdığınız yukarıdaki yorum, daha da anlamlı hale gelmiştir!

      Evet kendini kaybeden benim, siz sapasağlamsınız…

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        ”Beni yakaladınız, şimdi nerede olduğumu söylemek zorundaydım.
        Tam da sizin Ebu Leheb’in Kuranı (henüz tümü inmediği ve yazılmadığı halde) kavrayamadığına şahit olduğunuz yerin biraz yakınlarında Abdulmuttalip’i izliyordum!”

        Ama itiraf etmeliyim ki bundan önce siz, Hira dağında kendine peygemberim diyenin tanrısından kuran’ı aldığına BİZZAT şahit olurken ben mısırda piramitleri geziyordum. Bu nedenle efsane ile gerçek arasındaki farkı benden daha iyi bilen size BU konuda diyecek birşeyim yok!

      • kadir dedi ki:

        SAYIN TORO…

        “O zaman yeniden sormama izin verin, Kuran’ın tanrısının EVET dediğiniz, sonra ortaya çıkacak bu sorunu çözmek adına bir hükmü ya da yönlendirmesi HAREKE ve NOKTALAMA mıdır?”

        CEVAP; ortada sorun yoktur..

      • toro dedi ki:

        Sayın Kadir,

        Ne oldu, hani evet-hayır oynuyorduk?

        Neyse önemi yok;

        “O zaman yeniden sormama izin verin, Kuran’ın tanrısının EVET dediğiniz, sonra ortaya çıkacak bu sorunu çözmek adına bir hükmü ya da yönlendirmesi HAREKE ve NOKTALAMA mıdır?” benim sorum

        ”CEVAP; ortada sorun yoktur..” sizin cevabınız

        Kime göre ortada sorun yoktur, tanrının taklit edilemez dediğiniz muhteşem eserine hareke ve nokta ile kendi imzalarını atanların yaptıklarına sesini çıkaramayan size mi yoksa o eserin indiricisi dediğiniz Kuran’ın tanrısına mı?

        Umuyorum ki onun eseri(!) üzerinde yapılan ve onun hükümlerinde olmayan değişikliklere ”ortada sorun yoktur” diyebilmek için onayı bizzat ondan aldınız!

        Aksi halde hani o benim başımı vuracağımı söylediğiniz duvarlar var ya, size göz kırpmaya başlarlar!

  24. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    sana kısa cevap verme dersleri veriyorum.. belki bişeyler kapap, gereksiz ve uzun yazıları bırakırsın..

  25. kadir dedi ki:

    sayın toro…

    kurandaki hakereler ile ilgili daha önce defalarca konuştuk.. fakat sanki hiç konuşmamışız gibi tekrar tekrar sorup duruyosun.. ya unutkansın. yada verdiğim cevapları kabul etmeyip, duymak istediğini duyana kadar soracaksın.. aklın mantığın almadığı bir noktadasın. neyse hayırlısı…

    kin ve nefretine birde muhalif yapın eklenince ortaya bu sonuç. çıkıyor. yapacak bişey yok..

    kurana eklenen harekeler kuranı kerimde tek bir kelimesinin anlamını değiştirmemiştir.. eğerki kuran arap toplumunda kullanılmayan harekelerle yazılmış olsaydı, o zamanki arap toplumu ne düşünürdü, sayın toro empati yapmayı öğren biraz… sana türkçe bir metin gelse ve harflerin altında üstünde değişik semboller olsa sen bu metni nasıl karşılarsın..

    eğer harekeler kurandaki kelimelerin anlamını değiştirmiş olsaydı o zaman haklı olabilirdin.. .ama maalesef sen yanılmaya mahkumsun.. mücadelende bocalayıp duruyosun..

    • toro dedi ki:

      Sayın Kadir,

      Bırak artık şu söyleyecek sözün kalmadığında ya da bilginle münazaradaşına karşı muaffak olmadığında, onu senin kendi hezeyanlarının sahibiymiş gibi göstermeyi…

      Altından kalkamadığın her yorumun kaynağını kin ve nefrete bağlama basitliğinden kurtulun artık. Ben hangi sözümde öldürün, hakaret edin,canlarına okuyun,cehennemde yansınlar diyorum.

      Artık büyüyün de derdinizi, bu basit hezeyan sözcükleri yerine bildiklerinize dayanan ve ayağı yere basan sağlam cümlelerle anlatın!

      Ne zaman sözcükleriniz tükenip kendi etrafınızda dönmeye başlasanız bana kininiz ve öfkeniz demeye başlıyorsunuz! Siz çocukmusunuz? Derdinizi yaftalar veya kendi hezeyanınızı karşınızdakine yüklemek için kullandığınız gereksiz cümlelere başvurmadan anlatamıyormusunuz?

      Şimdi gelelim asıl konuya..

      Demek bana hareke ve noktalama ile ilgili cevaplar verdiniz de ben anlamadım!
      Dostum siz hala harekeye niye ihtiyaç duyulmuş onu bile bilmiyorsunuz!
      Daha çok basit soruları anlayamıyorsunuz, ve o sorularının cevabını veremediğinizi, veremeyeceğinizi bildiğiniz için kurtuluşu cevap vermiş gibi yapmakta buluyorsunuz!

      Ben size diyorum ki Kuran üzerinde hareke ve noktalama yapılması kuranın tanrısının hükmümüdür, cevabınız hayır!

      Bende size diyorum ki Kuran karalama kitabımıdır ki isteyen ya da yapmak istediğini yapmaya muktedir olan onun üzerinde istediği gibi karalama yapabilsin? Madem Kuran üzerinde kişisel inisiyatif ile düzenleme yapmak mümkün o halde her ayet için birde resimli anlatımlar yapıp ayetin altına eklesinler! Bana böyle saçma ve bilgiden yoksun dönüşlerle geleceğinize hiç gelmeyin de bir duruşunuz olsun!

      Harekeleme işlemi islama sonradan girenlerin, Kuranı okuyamaması ve bazı kelimelerin anlamlarını değiştirecek farklı okunuşlara ve anlamlara doğru evrilmeye başlaması üzerine yapılmasına karar verilmiş bir uygulamadır!
      Örneğin ilk harekeleme işlemini yapan kişi olan Ebu’l-Esved ed-Düeli (69/688) Tevbe suresinin 3. ayetinde yer alan “Ve rasuluhu” kelimesini “Ve rasulihi” olarak okunduğunu duyunca Basra valisi Ziyad’a gitmiş (daha önce Ziyad tan gelen harekeleme yapması istediğini reddetmişti) ve harekeleme işlemini yapmak istediğini söylemiştir!

      ”Çünkü geçen ayetin “Allah ve Rasulü müşriklerden beridir.” şeklindeki anlamı, duyduğu okuyuşa göre “Allah müşriklerden de Rasulünden de beridir.” şekline dönüşmüştü.”

      Yani neymiş sayın kadir, kuran ilk yazıldığı haliyle özellikle ARAP olmayan ve ARAPÇA konuşamayanların anlayıp, kavrayabilecekleri bir metin değilmiş! Peki bu durumun böyle olacağını tanrı bilmezmidir ki, bu düzeltmeleri yapmak onun hükümlerine değilde Ebu’l-Esved ed-Düeli ile Basra valisi Ziyad’ın inisiyatifine kalır!

      Siz Kur’an’ın ilk yazılışındaki ALFABEDEN kaynaklanan FARKLI okuma ve anlamalar nedeniyle zaman içerisinde hangi ayetin ne şekilde okunması gerektiği konusuyla ilgili olarak kıraat mezhepleri ortaya çıktığını bilmezmisiniz?

      Şimdi gelelim diğer konuya, Basra valisi ziyad kendine peygamberim diyenin torunlarının katili Halife Yezid’in valisidir! Yani bu işlem islam devletinin Ali ve Muaviye (ebu cehille beraber kendine peygamberim diyenle en çok mücadele eden Ebu Süfyanın sülalesi) tarafı diye iki ayrılmasından sonra diğer tarafı kanla bastıran Ebu Süfyanın torunu Yezid döneminde yaptırılmıştır!

      Yani Kurana karşı en çok mücadele eden aile gün gelmiş kuranda hangi ayetin veya kelimenin nasıl okunup anlaşılacağına karar veren düzenlemelerin icracısı oluvermiş!
      Bu yezid in 1.Halife Ebubekir in torunu ve sizin peygamberinizin en yakın sahabelerinden Zübeyr’in oğlu Abdullah bin Zübeyr ile koltuk savaşı yaparken macınıklarla KABEYİ yıktırdığını ve müslüman kenti medineyi 3 gün boyunca yağmalattığınıda hatırlatmazsak bu harekeleme işlemini yapan arkadaşların hakkını yemiş oluruz!

      Bu tuhaflıklar bununla da bitmez! Kurana 6 tane yeni harf ekleyip üstüne birde noktalama yapmak da meşhur zalim Haccac’a düşer! Haccac Zübeyr’in oğlu Abdullah bin Zübeyr’i ortadan kaldırabilmek için mekkeyi ve kabeyi yerlebir etmekten çekinmez ama sayın kadir ve onun gibi düşünenlere göre kurana sesli harf ve nokta eklemesi hayırlı bir iştir!

      ”eğer harekeler kurandaki kelimelerin anlamını değiştirmiş olsaydı o zaman haklı olabilirdin.. ” sizden alıntı

      O halde hani ben mısırda piramitleri gezerken siz hirada kendine peygamber diyenin tanrısından kuranı aldığına şahit oluyordunuz ya işte o ilk metinleri yani 22 harfi karşılayan 15 işaretle yazılan, içinde hareke ve nokta ve sesli harf olmayan ayetleri bize gösteriverin de şimdiki kuranla aralarında kelime farklılıkları olup olmadığını test edelim! Böyle bir değişim olmadığını söyleyebiliyorsanız o ilk metinleride duydunuz,gördünüz, okudunuz demektir! Aksi halde değişmemiştir demek aynı zaman da Kuran’ın içine harf eklenip ayrıca harekelenip noktalanma sürecinin hiç yaşanmadığını da iddia etmek demektir!

      Tanrınızın ve dahi peygamberinizin hükmü yada vasiyetleri ya da bilinen ilahi hiç bir emre dayandırılmayan harf ekleme, hareke ve noktalama işlemleri yapılabiliyor da o dediğinz nasıl yapılamıyor!

      Kuran’ın tanrısı Ebu süfyan sülalesinin kendi evini (kabe) defalarca yıkmasını, peygamberinin(!) damadını ve torunlarını katletmesini, İlk halifenin torunu ve peygamberinin sadık sahabesi Zübeyr’in oğlu Abdullah bin Zübeyr’i kuranda açıkça yasaklandığı halde kabe kenarında öldürmesini, müslümanlığın gerçek anlamda yeşermesini sağlayan medineyi 3 gün yağmalamasını engelleyemiyorda kuran’ın değiştirilmesinimi engelleyebilecek?

      Eğer engelleyebilmiş yada koruyabilmiş olsa idi zaten kuran’da ne yeni harfler ne hareke ne de noktalamalar olabilirdi!

      Hem bu işlemlerin tanrı hükmü peygamber vasiyeti olmadığını söyleyeceksin hemde yapılmasının normal olduğuna işaret edip tanrı kuran’ı korudu, koruyacak diyeceksin!

      Sonrada kafası güzel olan ben olacağım, hadi canım sende!

  26. tufan seyhan dedi ki:

    Felaket bir sekilde kafam karisti. Beni cocukluk ile genclik yillari arasindaki celiskilerime goturdunuz…

  27. havacı dedi ki:

    Bilal Bey, (Daha önceki yorumumu görmeme ihtimaliniZİ ve diğer başlığın yeteri kadar yoğun olduğunu düşünerek bu başlık altında tekrarlıyorum.)
    Size hitaben birkaç yorum yazmıştım ancak hiçbirine cevap alamadım. Siz Kur’an’a Allah kelamı olduğu için mi inanıyorsunuz yoksa bilimsel gerçekleri içerdiğini düşündüğünüz için mi? İman koşulsuz şartsız inanmayı gerektirir. Kur’an ayetlerinde bilimin bugünkü verilerine aykırı durumlar olsa dahi inanmak zorundasınız. Bu nedenle ayetlere istediğiniz gibi yorumlamaya artık bir son verseniz iyi olacak. Okuduğum 26 Türkçe meal ve 10 İngilizce meal hatalı, sizin mealleriniz doğru öyle mi? Size göre bütün bu mealciler birbirlerinden kopya mı çektiler? Bu kişileri bu kadar cahil ve alık yerine koyarken sizi ve Arapçanızı diğerlerinden üstün kılan hususlar nelerdir? Bu soruyu size farklı yorumcular sormasına rağmen hiç cevaplamadınız.
    “MÜLK-5.AYETİN DEVAMI :وجعلنا ها = اي سماء الدنيا = رجوما للشياطين = اي مراجم ‘’ Ve biz orayı (dünya semasını) şeytanlar için kovulma yeri kıldık ..’’ şeklindedir. Yani dünya semasından şeytanlar melekler tarafından kovulmaktadırlar. Şeytanlara yıldızlar atılmaz..Bunlar dünya semasından melekler tarafından kovulurlar.” şeklinde meal ve yorumunuz var.
    Mademki şeytanlar dünya semasından kovuluyorlar o halde şeytan bize nasıl musallat oluyor, kötülükler devam ediyor? Yok eğer bir şekilde dünya semasını geçiyorlarsa kovma görevini yapmayanlar ya da şeytanı durdurmaya gücü yetmeyen kim?
    Lütfen Allah’ın ayetlerini eğip bükmeyin artık.

  28. Özgür dedi ki:

    İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliklerin başında AKIL gelir, sonrasında ise DUYGU

    Ben böyle siteleri aslına bakarsanız sevmeye(!) başladım kardeşler. Kuran’ı araştırıp öğrenmeye çalıştıkça, şunu gördüm ki, Kuran sıradan bir kitap ASLA değil ve içinde hiçbir şüphe yok. Ve bence yüksek IQ da gerektirmiyor. Rabbimizin buyurduklarından anladım: Duygusal, samimi ve yalnızca kendisine itaat eden Rabbini ve kendisini düşünen insanlara doğru yolu gösterdiğini anlıyorum. Böyle siteleri sevmeye!!! başladım çünkü hani kitapta kafirlerden fasıklardan müşriklerden bahsediyor ya, bazen diyorum ki o kimselere ait cümleler okuduğumda: Ya Rabbim, bunu kim diyebilir!? ama hakikaten diyebiliyorlarmış. Cürretlerini şaşkınlıkla okuyorum sonra diyorum ki haa bak bu fasıklık içeren bir cümle, hımmm demekki bir fasık böyle düşünüyor, hmmm baksana şeytanın nasılda dostu olmuş gibisinden. Yani Kurandan okuyorum; sitelerden, yaşadıklarımdan, gördüklerimden ise uygulamalı ders çıkartıyorum. Ama herşey ortaya MUTLAKA çıkacak. Kendi kişisel menfaatlerine AYKIRI düştüğü için Allah’ın dininden yolunu çevirenlere ben birşey diyemem, haddimde asla değildir. Sadece bir tavsiye: DÜŞÜNÜN AMA BİRAZDA DUYGULARINIZI KATIN. BU BİR İŞ SÖZLEŞMESİ DEĞİL, SONSUZA KADAR BERABER MUTLU BİR YAŞAM VAADİ. BİZLER ROBOT DEĞİLİZ,

    Aman yorumlarınıza dikkat edin arkadaşımlarım, Rabbimiz Yüce ALLAH’a hakaret etmelerine olanacak sağlayacak yanlış kelimelerden sakının. Onları biz doğru yola getiremez, Allah herşeyi görendir.

  29. Turan Sır dedi ki:

    Çelişkiler, rivayetlerden (hadis, sünnet, içtihat, icma gibi kaynak kabul edilen rivayetler) kaynaklanmaktadır. Allahın dininin (din tekdir) kaynağı sadece Kurandır. Kuranın kendisinde çelişki bulunmaz. Çelişki zannedilen hususlar yanlış anlaşılmalardan ve yanlış Kuran meallerinden, tefsirlerinden kaynaklanmaktadır. Bu konuda Edip Yüksel’in Mesaj isimli Kuran Çevirisini öneririm. Yeryüzündeki en az hata içeren çeviri özelliğine sahiptir. Bir de kısmen Muhammed Esed’in Kuran Mealini öneririm. Kuranın dışındaki din adına ortada duran bütün kaynaklar Kuranın aydınlığına muhtaç ham bilgilerdir. Peygamber sözü de olsa bu böyledir. Ki hiç bir sözün peygamber sözü veya peygamber uygulaması olduğu ispatlanamaz. Tarihsel olarak bu mümkün değildir. İletişimin ve kayıt sistemlerinin bu kadar yaygınlaştığı günümüzde bile bir kaç yıl önce bir insanın söylediği sözün gerçekten kendisine ait olup olmadığı bile tartışılabilirken, peygamberin ölümünden yaklaşık 200 yıl sonra yazılan hadis kitaplarından peygamber sözleri veya uygulamaları hakkında gerçeğe uygun bilgi elde edilemez. Kuran 19 kodlaması ile korunmuş olup, bir ayetin gerçek olup olmadığı harf sayıları ve tekrarları ile sağlaması her zaman yapılabilir.
    Muhammed Peygamberin vefatından kısa süre sonra cahiliyye devrinin kabileciliğini ve putperestliğini hortlatan münafıklar, birçok Müslümanı öldürmüşler ve Emevilerin başlattığı sapkınca halifelikle birlikte İslam’ın mesajını tahrif etmek ve onu ortaçağ Arap kültürüne dönüştürmek için maaşlı din adamlarını seferber etmişlerdir. İslam dininin tek ve biricik kaynağı olan Kuran’ın anlaşılmaz, detaysız ve yetersiz olduğunu ileri süren müşrik din adamları, yalnız Allah’a özgülenmesi gereken dini; Allah + Peygamber + sahabe + tabiin + mezhep imamları + mezhepte müçtehitler + eski alimler ve şeyhler + daha sonra gelen alimcikler ve şeyhcikler)den oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din çorbası haline dönüştürdüler. (Lütfen şu sure ve ayetlere bakınız: 7:29; 9:31; 16:52;39:2,11,14; 40:14,65; 42:21; 98:5). Zamanımıza kadar etkileri süren bu felaketli dönemde Kuran’ın yeterli olmadığı inancı yaygınlaşmış ve ciltlerle hadis ve fıkıh kitapları uydurulmuştur. Bu “mişna”ları kabul etmeyenler sapık ve mürted (dinden dönenler) olarak damgalanmışlar ve hatta işkenceler altında katledilmişlerdir. Ebu Hanife, hadis uydurukçularının gazabına uğrayan ve Emevi ve Abbasi zalimlerinin işkencehanelerinde çile çeken mazlumlardan sadece birisidir. Oldukça şiddetli bir devlet terörünün estiği o günlerde Kuran’a rağmen bambaşka dinler oluşturulmuştur. Kuran’daki kavramların anlamını kaydırmak için seferber olunmuştur.
    Kuran dışı bir sürü hurafeyi din zannetmenin, din zannettiği hurafelere de küfretmenin ya da din zannettiği bu hurafeleri sahiplenmenin sonu hüsrandır. Dinin tek kaynağı Kuran’dır. Din zannedilerek söylenen Kuran dışı her söylem insanı rezil eder. “Allah’ın yol gösterdiği akıl sahipleri, kaynak bilginin en güzeli olan Kuran’a uyarlar.” (Kuran-ı Kerim: 39-Zümer Suresi, 18. Ayet) “Hiç kimse Allah’ın verdiği bilgiyi ve aklını kullanmadan inanamaz ve Allah akıllarını kullanmayanları rezilliğe mahkum eder.” (Kuran-ı Kerim: 10-Yunus Suresi, 100. Ayet)

  30. nuribabablog dedi ki:

    Kur’an İNSANLIK SUÇUNA TEŞVİK Ettiği İçin Yasaklanmalıdır…!??
    9 EYLÜL 2017

    “KUR’AN İNSANLIK SUÇUNA TEŞVİK ETTİĞİ İÇİN YASAKLANMALIDIR…!??”

    Ve Hatta İnananlarını ÖLDÜRMEYE, KATLİAM Yapmaya TEŞVİK Ettiği İçin EVRENSEL HUKUK Gereğince Okullar da Ders Olarak Verilmesi de YASAKLANMALIDIR..
    Tevrat ve İncil de…

    Müslüman olmayan HERKES Cehenneme gidecek diyerek çok açık bir şekilde “İslam’ı kabul etmeyen” herkesi DÜŞMAN olarak gören ve CENNETE gitmek için Müslüman olmayanları ÖLDÜRÜN, onların mallarını GANİMET olarak alın, KADINLARINI CARİYE (Kadın KÖLE) yapın, Henüz ADET GÖRMEYEN KIZ ÇOCUKLARI ile EVLENİLMESİ Allah’ın emridir diyerek ” SÜBYANCILIĞI, PEDOFİLİYİ, SAPIKLIĞI” TEŞVİK eden bir kitabı KANUNLA korumak aynı ADALETSİZLİĞE, SUÇA ortak olmak demektir..
    Ve bütün bunları İLAHİYATA isnat ederek yapmak daha büyük bir SUÇA imza atmak demektir..

    Türkiye Cumhuriyeti İslam ülkelerinin düştüğü kepazeliğe düşmediyse -en azından son 14 yıla kadar- bunu Atatürk devrimlerine borçludur… İslam ülkelerinin hepsi sapık bir toplum haline gelmiş ise bunun sebebi kitaba kutsal diye inanmış olmalarıdır…

    Bütün okullara “Yurt da SULH, Cihan da SULH” diyen Dünya Lideri ATATÜRK’Ü ve DEVRİMLERİNİ anlatan MECBURİ ders konulmalıdır..

    Metin Korkmaz

  31. LNÖ dedi ki:

    bakara 23 :Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).

toro için bir cevap yazın Cevabı iptal et