ŞERİF MARDİN AYDIN MI?

İlhan Arsel’in “Aydın ve Aydın” kitabında yer alan aydın acubesi  tanımlaması ve örneklediği tiplemeler vardır. Şerif Mardin gibi aydınları (!) görünce bu tiplemelerin ona ve benzerlerine göre çok ilerde olduklarını anlıyoruz. Şerif Mardin bir aydın olmadığı gibi bir bilim adamı da sayılmaz. Bunun nedeni onun cumhuriyet tarihinin en yobaz kişiliğine övgüler dizmesi değildir sadece. Bugüne dek yazdıkları içinde ortaya koyduğu önemli bir eser olmadığı gibi, değerli bir akademik çalışması da mevcut değildir. Adı ise Said Nursi hakkında yazdığı kitaptan sonra çok konuşulur olmuş, bir anda F tipi kesimin ve destekçisi liberallerin ağzında sakız olup şişirilerek Türkiye’nin yetiştirdiği büyük bilim adamlarından biri olduğu palavrası sıkılmaya başlamıştır. Bu sözde büyük bilim adamının özelliklerini, niteliklerini, başarılarını sorsanız içi boş bir yığın kuru laf duyarsınız. Saygı duyulacak, değerli bir üniversite hocası olup olmadığına gelince; bunun takdiri öncelikle yetiştirdiği öğrencilere kalmalı ama bunlar içinde tek tanınanın Emre Aköz olduğunu görünce o konuda da olumlu birşey söylemek mümkün olmuyor.

“Bir Bilim Adamının Serüveni”nden Prof. Dr. Celal Şengör, Şerif Mardin’in neden Türkiye Bilimler Akademesi’ne kabul edilmediğini şöyle anlatıyor:
“Ben o toplantıya gittim. Şerif Mardin’in reddedilmesi son derece enteresandır. (…) Bir tarihçi ve yanılmıyorsam bir de sosyolog Şerif Mardin’i takdim etti. Birisi Şevket Pamuk’tu ama diğerini hatırlamıyorum. Şevket Pamuk, Şerif Mardin’in çalışmalarını anlattı, aldığı atıfları filan söyledi. Ama bunları bizim alıştığımız metotlarla söylemiyordu. Bunun üzerine Prof. Dr. Doğan Kuban birtakım şeyler söyledi. Doğan Kuban’ın söyledikleriyle Şevket Pamuk’un verdiği rakamlar birbirini tutmuyordu. Doğan Bey, ‘Benim bildiğim Şerif Mardin’in öyle çok ciddiye alınacak bir sürü çalışması yoktur’ dedi.
Sonra Prof. Dr. Cengiz Dökmeci söz istedi. Hiç unutmuyorum, Prof. Dr. Erdoğan Şuhubi şöyle bir baktı bana ve ‘Şerif Mardin şimdi hapı yuttu’ dedi.
Cengiz Dökmeci, Şerif Mardin’in bütün akademik tarihini ortaya döktü. Son yirmi senede kaç tane atıfı var, kaç tane yayını var, bunlar nerede yayınlanmıştır, diye bir bir saydı. Bir baktık ki, Cengiz Dökmeci’nin söyledikleri ile Şevket Pamuk’un tahtaya yazdıkları hiç ama hiç birbirini tutmuyor. Sonuçta bir kaç makale dışında Şerif Mardin’in önemli sayıda akademik çalışma yapmadığı ortaya çıktı. Birkaç makale. Birkaç atıf. ‘Kusura bakmayın ama böyle bir adam akademiye seçilemez’ denildi. Oylandı ve kabul edilmedi.”

Özdemir İnce Şerif Mardin hakkında şöyle yazmış:

Muhafazakar Türkiye’nin bütün katman ve kesimlerinde, İslamcı muhitlerinde unvanlar ve payeler bol kepçe dağıtılır. Bu kimselerin dokuza çıkan adı her ne olursa olsun bir daha inmez sekize. Böylece yazar, düşünür, bilim adamı olması gerekenler şeyhleşirler. Bu çarpıklığı Prof. Dr. Şerif Mardin örneğinde de görüyoruz.

Şerif Mardin’in öğrencisi olmadım, tanışmadım, kendisine herhangi bir cemaat hayranlığım yok. Kitaplarını son birkaç yıl içinde okumaya çalıştığım için, ne sosyal bilimciliğine ne de bir aydınlığına.

Kadınlarla ilgili çok ciddi sorunların olduğunu söyleyen Şerif Mardin, “Belki de bütün bu korkular yersizdir” diye ekliyor. Bir toplumsal olgu ya tehlikelidir ya da değildir. Bu olguyu bir sosyolog tehlikeli bulabilir, bir başkası bulmaz. Bu da doğal. Ama tehlikeyi saptayan bir bilim adamının “Belki de bu korkular yersizdir” dediğine ilk kez tanık oluyoruz.

Oysa tehlikenin ne olduğunu kendisi açıklıyor:

“19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Anadolu’da çok teşkilatçı bir dini kurum yayılmıştı: Nakşibendilik. Nakşibendilik, yalnız dini inanç değil, aynı zamanda insanlara yön vermeye çalışan bir kuruluştu.Türkiye’de bilinmeyen bir şey, Nakşibendilerin 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılda teşkilatçı olmaya başladıkları. Mahalli teşkilatçı. Devletle rekabet halinde. Kemalistlerin göremedikleri şeylerden bir tanesi, Nakşibendilerin kurdukları teşkilatın ne kadar güçlü olduğu. Bunu anlayamadılar.”

Prof. Dr. Şerif Mardin fena halde yanılıyor. Cumhuriyet, Nakşibendiğin nasıl bir bela olduğunu taa birinci Meclis’te görmüştü. Çıkartılan Devrim Yasaları bunun en önemli kanıtı.

Başta Şeyh Said isyanı olmak üzere Kürt isyanlarının Nakşibendiler tarafından çıkartıldığını bilmiyor mu Şerif Mardin? Devletle rekabet halinde olan Nakşibendiler, Nurculuk, Yeni Nurculuk (Fethullahçılık) ve öteki cemaatler neden teşkilatlandılar? Cumhuriyeti yıkmak için! Bunun böyle olduğunu çok iyi biliyor Said Nursi uzmanı ve hayranı Şerif Mardin ama bilimsel dürüstlüğü unutup söylemiyor gerçeği! Söyleyemiyor! Söylemeliydi!

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7360947&tarih=2007-09-26

Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği’nin (SORAR) düzenlediği “Mahalle Baskısı” konulu tartışmada ““Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey verememiştir. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü çok derin bir ifade değildir” ifadelerinden sonra “Türkiye’de laiklik tartışılamıyor. Laikliğin tartışılmasından korkulmamalıdır.” diyerek baklayı ağzından çıkarıyor. Liberal oluşundan dolayı Kemalizmi eleştirmesi gayet normal de, bir liberal gerçekten özgürlükçüyse laiklik gibi özgürlüğün olmazsa olmazı bir sistemden neden rahatsızdır ve gericilerin taleplerinin sözcülüğünü üstlenir?

Şerif Mardin’in sağ sayılabilecek liberal düşüncelere sahip olduğunu geçmiş siyasi girişimlerinden bilmekteyiz. 1957 yılında Hürriyet Partisinden milletvekili adayı olur, kazanamaz. 2. denemesini 1994 yılında Yeni Demokrasi Hareketi içinde Cem Boyner, Asaf Savaş Akat, Kemal Derviş, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Hüseyin Ergun gibi isimlerle yapar ama yine başarısızdır…

Bir liberalin, sosyalistler hakkındaki iftiralarına, yurtseverliği reddetmesine, Kemalistlere, ulusalcılara saldırmasına, iktidarı desteklemesine hatta ABD işbirlikçiliğine alışığız da, Said Nursi gibi bir gerici yobaz şeyhi Kemalistlere karşı övüp göklere çıkarmasını ilk kez Şerif Mardin de gördük. Bu aydın geçinen bir akademisyene yakışır ve hoşgörülebilir bir tavır değildir. İnanarak bunu yaptığı kesinlikle düşünülemez, öyleyse sırf Kemalizm’e saldırabilmek için mi, yoksa bağlı olduğu yüksek makamdan gelen isteği geri çeviremediğinden mi yani sipariş üzerine mi böyle bir kitap üzerinde çalışmış ve Türkiye’nin aydınlık geleceği için emek sarfetmek yerine karanlık zihniyetlere hizmeti tercih etmiştir? Bunu bilemiyoruz, zamanla asıl sebebin ne olduğu ortaya çıkabilir ve hepimiz gerçeği öğrenebiliriz belki. Ama sebep ne olursa olsun sırf Kemalizm’in tasfiyesine omuz vermek adına da olsa putlaştırılmış bir gerici yobaza methiye dizmemeliydi.

1998’e kadar 13 yılını Amerika’da geçiren Mardin, bunun nedenini Amerika’nın daha özgür bir ülke oluşuyla açıklamıştır. 12 Mart ve 12 Eylül’ü Türkiye’de geçirmiş olan Mardin 1998’de Türkiye’de özgürlüğü mü görmüştür de dönmüştür. Üstelik de 28 Şubat’ın etkilerinin sürdüğü dönemde.

Şimdi kitabıyla ilgili eleştiriye geçelim:

Kitabın adında Said Nursi için “Bedüzzaman” sıfatını kullanmasıyla daha en baştan tarafını belli ediyor Şerif Mardin. Acaba bugüne dek herhangi bir yazısında Atatürk için “ulu önder” sıfatı kullanmış mıdır? Atatürk için “ulu önder” sıfatı kullanmak nasıl ki bir Atatürkçülük göstergesiyse; Said Nursi için Bediüzzaman sıfatı kullanmak da nurculuğun ya da Said Nursi’ye çok sıcak bakmanın bir göstergesidir.

Şerif Mardin’in “Bediüzzaman Said Nursi Olayı” kitabında yapmış olduğu, Said Nursi’ye doğrudan değinmiş olduğu her yerde hayranlığını dile getiren ve derin  övgüler içeren bazı ifadeler sıralamaktan ibarettir. Bunları  kanıtlamak veya bu hayranlığa gerekçe olan olguları açıklığa  kavuşturmak, onun sorunu değildir. Yazarın bu tür değinmelerini, şöyle sıralayabiliriz:

*”Said Nursi, zamanımızda Müslümanlar için uygun düşen tavrın  ilkelerini Kur’an’dan çıkaran bir İslam bilimleri uzmanı olarak  görülebilir.”

*”Said Nursi’nin mesajının modernleşme akımlarından birini  oluşturduğu söylenebilir.”

*”Said Nursi’nin Aydınlanma felsefesinin içinden doğmuş  fikirleri kendi sistemine yedirmesi…”

*”Said Nursi’nin kişiliğini oluşturan ve kendisi henüz  gençken belirginleşen özellikler arasında, E.Erikson’un Luther’e  atfettiği karakter özelliklerini anımsatan bir kararlılık da
bulunmaktadır.Resmi biyografisine göre, çocukluk dönemi  inatçılığından anlaşılabileceği gibi, sahip olduğu misyon çok  erken  yaşlarda belirgineşmiştir; bunda bir velinin hayatında  gereken vurguyu görmemiz mümkündür.”

*”Çünkü o, kendisini millet’e din’e ve devlet’e adamış bir  kişiydi.”

*”…parlak bir dağlı çocuk…”

*”…geleneksel İslam bağnazlığının hantallığını yok etmiş ve  modern Avrupa düşüncesinde görüldüğü biçimiyle doğanın yasalarını  kavramaya yönelik bir akım başlatmıştır.”

*”Said Nursi’nin büyülü üslubu (…) Said Nursi’nin  kıvraklığının,sarsıcı üslubunun ve gramer kurallarına aykırı  cümlelerinin çekici etkisi (…) Türkçe cümlelerine özel bir  ahenk veren Arapçalaşmış zengin kelime hazinesi (…) Said  Nursi’nin retoriğinde, Kur’an üslubunu çağrıştıran yönler bile  bulunmaktadır.”

Said Nursi’ye böylesine cömert övgüler sıralamış olan yazar,onun hakkında olumsuz eleştiri anlamına gelebilecek tek bir  sözcüğe kitabında yer vermemiştir. Tam tersine, Said Nursi’nin  kişilik yapısı hakkında kuşku uyandırabilecek bazı iddiaları  yalanlamakta özenli davrandığı görülmektedir. Örneğin, Nursi’nin  Sultan tarafından akıl hastanesine kapattırılmış olmasıyla ilgili  olarak “yapılan muayeneler sonunda akli dengesinin yerinde olduğu  açıkça ortaya çıkmıştır“demektedir.

Bütün bunlardan sonra, Mardin’in kitabında Nursi’nin kişilik  yapısı ile ilgili olarak çok ustaca bir üslupla ve ima yollu bazı  eleştiriler ortaya konulduğuna dair görüşleri anlamak büsbütün  olanaksızlaşmaktadır. Kitap üzerinde tartıştığımız kimileri, Mardin’in bu tavrına kanıt olarak aşağıdaki cümlelerini bir örnek  olarak ileri sürmüşlerdir: “Belirttiğine göre, özel dünyasının yarısı annesinin ölümü  ile kaybolup gitmişti; Abdurrahman’ın ölümü ise,özel evreninin  diğer yarısının da yokolması anlamına geliyordu. Buna rağmen, Abdurrahman’ın ölümü ile ortaya çıkan kayıp, kısa bir süre sonra,  kendisini Said Nursi’nin hizmetine ve yazılarının propagandasına  adayan bir başka genç tarafından telafi edilecekti.” Ancak, benim görüşüm, bu türden satırların Nursi ile ilgili  küçültücü bir ima amacı taşımadıkları veya o yönde algılanmalarının ve  değerlendirilmelerinin mümkün olamayacağı doğrultusundadır.
Şerif Mardin’e Göre, Said Nursi’nin Kerametleri Mardin, böylesine derin hayranlık ifadeleriyle andığı Nursi  ile ilgili bazı “keramet” iddialarını da hiç bir eleştiri  süzgecinden
geçirmeye ve bu iddialara inanmadığına dair herhangi  bir kayıt koymaya gerek duymaksızın (örneğin, iddiaları tırnak  içine almak gibi) olduğu gibi nakletmiştir.
Mardin’in naklettiklerine göre, Nursi’ye medrese öğrenciliği  çağlarındaki bir rüyasında “Hazreti Muhammedi görme izni”  tanınmıştır. Nursi, gençlik yıllarına ait bir başka rüyada  da “Kadiri tarikatının kurucusu Abdükadir Geylani’yi gördü“. Mardin, bu olayı bir “dini lider” olarak Nursi’nin “ortaya çıkışı  yalnızca bir tesadüf sayılmamalıdır” yolundaki görüşünün kanıtı  olarak ileri sürmektedir.
Mardin, ayrıca, 1890’ların başında, elleri kelepçeli olarak  Bitlis’e gönderilirken “Nezaretçileri, ibadet için yürüyüşlerine  ara verdiklerinde, Molla Said’in her nasılsa kelepçelerinden  kurtulmuş biçimde ibadete hazırlandığını görmüşlerdir” diye yazmaktadır.
Öte yandan, gene Mardin’in naklettiğine göre,  Said Nursi, ertesi gün kendisine sorulacak soruları “önceden  malum olma yoluyla” bilme yetisine sahiptir.

http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=459.0
Bütün bunlardan sonra, çok açık bir biçimde, inanmış bir  Nurcunun kitabını okuduğumuz izlenimine varabiliriz. Akıldışı, bilimdışı yalanları sanki gerçekmiş ve kendisi de buna yürekten inanıyormuş gibi kitabına yazan ve bir meczup yobazı böylesine cilalayıp parlatan biri prof. dr. diye bilim adamı sayılabilir mi? Ne prof.lar görmekteyiz ki maalesef o ünvanın hakkını verecek bilimselliğe sahip değiller.

Aydınlanma yolunda savaş vermiş ve bu uğurda canından olmuş Turan Dursun’un henüz daha müslümanken yazdığı “Müslümanlık ve Nurculuk” adlı kitabında yazdıklarıyla Şerif Mardin’in yazdıklarını kıyasladığınızda hangisine aydın denmesi gerektiğine varın siz karar verin. Ve Turan Dursun adının altında siyaset yapıp Said Nursi ve cemaatini savunan zihniyetin Turan Dursun’a yakışıp yakışmadığının takdiri sizin olsun.

https://panteidar.wordpress.com/2010/02/02/islam-nurculuk-ve-said-nursi/

Serdar Kaangil

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Politika içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

3 Responses to ŞERİF MARDİN AYDIN MI?

  1. name dedi ki:

    Yukarıda öyle saçma cümleler varki hani egitiminiz nedir sizin ilkokul terk falan galiba anda komedi olur böyle yazılar :-):-):-)

  2. Strocina dedi ki:

    Teşekkür ederiz. Mardin’i daha güzel tanıtıp övemezdiniz. Hazımsızlığınız ve için için kendinizi yemeniz bile onun ne kadar kabiliyetli biri olduğunu göstermeye yetiyor….

  3. Murat Aygen dedi ki:

    “(…) landslide victory (of the Justice and Development Party) in the November (2002) elections in Turkey has been considered a success of Kemalism by a prominent Turkish social scientist, Şerif Mardin” iktisadî mevzuularda İNÖNÜ gibi düşünenler ile BAYAR gibi düşünenlerin gün (15 Temmuz 2016) gelip kanlı-bıçaklı olacaklarını kestirememiştir. Kaldı ki “Kemalism” böyle bir “zafer” 1973 yılında da kazanmıştı. Ne zaferi? Kût’ül-Amâre zaferi.

Yorum bırakın