MEVLANA ve TASAVVUF

“Mevlana’da gaye, bir olmak, bir bulmak, bir bilmek değildir sadece. O, yolun sonunu bitmekte bulur. Tanrı vuslatına kavuşarak sevgilide yok olmak hedefidir. Vuslat, yok oluşun ancak bir başlangıç kelimesidir.”

Yaşam gerçeğinin, karşıtların çatışması olan diyalektiğin var oluşun, kaçınılmaz bir sonucu olan yok olma, bitme nedir? Mevlana bunu bilimsel bir dille anlatır:

“Yok olma, bitme, karşıtın karşıtını yok etmesiyle olur. Karşıt kalmadı mı sonsuzluktan başka birşey kalmaz.”

Öyleyse kesin barışın ve huzurun tek çaresi yok olmaktır. Mevlana bu özlemi de şöyle dile getirir:

“Kişi tümden yok olmadıkça kesin bir’lik olmaz. Bir’lik erişmek değil, yitmektir.”

Bir başka yerde de şöyle der :

“Bu evrende derviş yoktur, hak ermişi yoktur. Olsa bile o, ermişlik katına erişmişse yok olmuş demektir.”

Karşıtların çatışmasını, kendi kendine oynanan bir “huzur tavlası”na benzeten Mevlana, şunları ekler :

“Bu ben’im demek, gerçekte O’dur demektir. Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve niteliğe sığmaz ruh! Erkek-kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir sensin. Kendi kendinle huzur tavlası oynamak için bu ben ve bizi vücuda getirdik. Bu suretle ben ve bizler tümden bir can haline gelirler. Sonunda da sevgiliyle bütünleşirler.”

Bu bütünleşmeyi, yine Mevlana, “Ben sudan, ateşten ve esen havadan değilim. Biçimlenen kilden de değilim. Aştım bütün onları” diye anlatır.

Tasavvufu herhangi bir dinle özdeşleştirmenin olanağı yoktur. “72 millete bir gözle bakmayan bizden değildir” anlayışı tasavvufun olmaz ise olmaz anlayışıdır. Hem dünya üzerinde biz-onlar, müslüman-hiristiyan, Türk-Yunan, şii-sunni gibi ayırımlara gidip hem de tasavvuf yolunda ilerleyemezsiniz. Bu anlamda Kuran dahil hiçbir ilahi kitap tasavvufi bir değer taşımaz çünkü tamamıyla ayırımcılığa hizmet ederler.

Bütün insanlar tanrısal bir öz ile birbirine bağlantılıdır. Yani, her kim bir başkasına kötülük veya iyilik yaparsa aslında kendisine yapar.
Ayrılık-başkalık bir yalancı yorumdur ve dinler büyük ölçüde bu ayrılığı beslerler.
Gerçekte tek din vardır bu da insan-tanrı özdeşliğine dayanan sevgidir.

Sevmek ibadettir.

Cennet-cehennem gerçek değildir. Şeriatın yanıltıcı bir yorumudur. Cehennem tanrıdan ayrılık, cennet tanrı ile birlikte olmaktır. Şeriat bu iki sözcük ile “havuç-sopa” anlayışını benimser. Bu anlayış sakat bir anlayıştır ve genellikle hayvan terbiyesinde kullanılan ilkel bir eğitim anlayışıdır. Klasik şeriatçı mantık ruhlara korku salmayı kendisine görev edinmiştir. Halbuki uzun süre korku altında yaşayan bireyler psikolojik -patolojik problemler yaşarlar ve karar alma, düşünme, hissetme yetenekleri dumura uğrar. Bu şeriatın insan üzerinde yaptığı büyük bir tahribattır.

“Aşk nedir derler. Sen de ki ; ihtiyar ve iradenin terkidir. Aşk padişahların padişahıdır. İki alem onun ayakları altındadır. Can bir kalıp ve bir fanustur.  Ona hayat veren Canan’dır. Bedendeki ruh fanusdaki mum gibidir. Ey Canan, sensiz hangi hayat vardır ? Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşk’ta ol ki diri kalasın……. Kendi kendinden memnun olan, kendine yeten akıldır. Aşk ateşi alevlenince kendinden başka herşeyi yakar, kül eder. Herşey yandıktan sonra sen bahtiyar olabilirsin.

Kaç bahtiyara aynada kendini görmek nasip olmuştur ? Parlak su sathındaki hayal, aynadaki akis; aklı aşkta eritmedikçe biz değiliz. Akıl ile görülen aydınlık “yalancı fecir” dir. Gerçek fecrin güzelliği gözle değil gönülle seyredilir. Akla değil, aşka iyandır. Aşk mezhebinde küfür de yoktur imanda. Aşk ta ne ten vardır ne akıl, ne gönül vardır ne can. Böyle olmayan bu hale gelmeyen kişi aşık değildir. Aşk dini, aşk mezhebi yetmişiki şeriat’tan da dışarıdır……..”

-İnsan öyle büyük bir sırdır ki bu sırrı söylersem bende yanarım duyan da yanar.

-Çok sakal sufîlerin hoşuna gider. Fakat sufi sakalını tarayıncaya kadar, arif Allah’a ulaşır.

-Gönül, göklerden de yüce, göklerden de geniş olmasaydı aya binip de dolaşmazdın şu gönülde. Gönül, pek büyük bir şehir olmasaydı bir padişah sığmazdı oraya, dolaşmazdı o gönülde. A benim canım, gönül şaşılacak bir ormandır; sen de av beyisin şu gönülde. Gönül denizinde binlerce dalgalar coşar, sen de inciler elde edersin şu gönülde. Sustum; çünkü vasıflarını saysam döksem de gönül, düşünceye sığmazsın.”

– Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok

-Akıl insanı dünya nimetlerine kavuşturur, ancak aşk gökleri insanın ayakları altına serer.

-Hiçbir ölü, öldüğü için hasret çekmez. Ancak taatinin azlığına yanar. Yoksa ölen kimse; kuyudan ovaya çıkmış, zevk u safa meclisine ulaşmıştır. Orası doğruluk yeridir, orada yalan yoktur. Ayranla sarhoş olan, has şarabı ne bilsin? Orası öyle bir doğruluk yurdudur ki, Hak onlarla beraberdir. Su ve çamurdan (bedenden) kurtulmuş, nur ile dostturlar. Bu hayat için iki nefesin kaldı. Bari gayret et de, ercesine öl.

“Sevgide ne yükseliş ne alçalış olur,
Ne delilik ne akıllılık olur
Hafızlık, şeyhlik müridlik olmaz
Boşveriş aldırmayış başıboşluk olur “

Tasavvuf insana cennet ve cehennemin hakikatini öğretir.
Çünkü tasavvuf ehline göre cehennem Allah’ın olmadığı yerdir. Öyle bir yer olmadığına göre cehennem (acı ve ızdırap) yoktur. Muhammed İkbâl’e göre cennet ve cehennem birer mahâl değil, birer hâlettir(takdiridir). Cehennem , cezalandırıcı , intikam alıcı , Allah tarafından kulları için hazırlanmış ebedî bir işkence yeri değil, Allah’a ulaşmış bir varlığın, Allah’ın rahmetini, cana can katıcı rüzgârına karşı tekrar hassas kılacak uslandırma yolları getiren bir tecrübedir(rafineri).

Tasavvuf, hürriyettir. Hakiki hürriyet, nefsin elinden azad olmaktır. Yoksa ben hürüm, hürriyet var demekle bir kimse hür olamaz, insan nefsinin zebunu iken, hiçbir veçhile hür sayılamaz. Meselâ bir sigara dumanına bile hüküm geçiremeyip terketmek istediği halde ona esir olmaktan kurtulamayan insan nasıl olur da hürlük iddiasında bulunabilir? Ancak, heveslerinin, iç güdülerinin, emellerinin esiri değil, emiri olan büyük filozof gibi, Koca İskender’e “Sen benim bendemin bendesisin” diyen Diyojen gibi, hakiki hür olabilir. Çünkü nefisler-benler, İskender gibileri kendine köle yapmışken ve  onlar dünya nimetlerinin peşinde koşarken, bu nimetlere kapılmamış olan Diyojen gibi bilgelere köle olmuşlardır.

 

About pante

Araştırmacı sosyal medya editörü...
Bu yazı Felsefe içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

8 Responses to MEVLANA ve TASAVVUF

  1. MEHMET dedi ki:

    ÇOK TŞK.

  2. karmakan dedi ki:

    mevlana da ayrı bir sapıktır. hele ki mesneviyi okuyunca hocası şems ile yaşadıkları ayrı bir konu.

  3. Ferda Yamanoğlu dedi ki:

    Yazınızın başında belirttiğiniz karşıtlar aslında yoktan varolmayı gerçekleştirmekte.İşte ondan bir kaç cümle.(Ayaklar ister iki olsun,ister dört bir yolda yürürler.İki ağızlı makasında kesmesi birdir.Yüz binlerce zıd kendi zıddını yok eder.Sonra senin buyruğun onları yine varlık alemine getirir.)Mevlanaya göre demekki yoktan varolma zıt çiftlere muhtaç.Yani her şey 0=+1-1 denklemindeki Evrenin enerjisinin sıfırlanmasına dayanıyor.Şeytan ve günahlarda pozitif enerjileri sıfırlayarak yoktan var olmayı gerçekleştiriyor.Karmakan denen şahıs,sapığın ta kendisi sensin.

  4. eyup dedi ki:

    ewet mesnevide önsözde bu kuranın en büyük fıkhıdır diyor.sanırım fıkıh yorum ve tabir olsa gerek kuran kendini yeterince iyi anlatamadığından olsa gerek bu cesareti mevlana göstermiş..bende zıt kavramlara inanırım siyah ile beyaz kadar açık ve nettir aslında zıtlık kavramı özü birdir bu iki rengin ama birbirlerine zıt konumdalar ve tasavvuf da bu zıt olma kavramını aşmanın merhalelerini öğretir insana. bütün renkler bu iki renk arasında farklı renklere bürünür…….bizi yaradan ilahi güce karşı zıt durumdayız ve egolarımızın bencilliğimizin cehaletimizin maddeciliğimizin geçiciliğinden sıyrılamadığımız için bu dünya denen yerkürede hayvanlara yakın olarak yaşıyoruzdur. belkide hapsolunduk…her yaratılmışın birde azmanı vardır…insanın azmanı maymun kedinin azmanı çita köpeğin azmanı aslan kertenkelenin azmanı timsah vesaire daha birçok hayvanı benzetebilirsiniz nefis terbiyeciiiciği yapmayalımda burda…mesela ağırlık kütlesi su olan oksijen başka bir elementle karışıp birleştiğinde hava olarak kendi kütlesiyle zıtlaşır ve yoğun haldeki olan su kitlesi onu kabul etmez ama aslı birdir..bu konuya çok örnek verilebilir.ama bir mıknatıs olayı gayet iyi açıklar..birtarafı kendini çekerken diğer tarafı yiter..aslında tasavvuf alimlerimiz bilimi bize manevi boyutuyla çok güzel anlatmıştırlar….ama bilim herşeymi bugün gelişen teknoloji ile sonumuzuda hazırlıyor olabiliriz…eh şeytanın varlığını kabul etmesekte şeytandan daha vahşi insanlarda var olabiliyor dünyada .nefislerine yenik düşerek

    • Ferda Yamanoğlu dedi ki:

      Sayın Eyüp ,Kuran kendini çok iyi ifade etmiş.Sorun,onu anlamamakta ısrar eden insanlarda.Hem şeytandan daha kötü insanlarda bahsediyorsunuz,hemde Cehennemi inkar ediyorsunuz.Zıt çiftlere inandığınızı söylüyorsunuz,ama negatif enerjilerin temsilcisi şeytanı inkar ediyorsunuz.Şeytan ve onun zıttı melek Kuranda 77 kere geçer.Yani 0=+1-1 denklemine uyar.

  5. sevginin ışığı dedi ki:

    Yazınız için çok teşekkürler. Güzel bir özet olmuş…
    Mevlana’nın yazındaki ilk değişleri ile ne demek istediğini merak edenler, yahut daha ayrıntılı açıklama isteyenler var ise, hintli ermiş Sri Nisargadatta Maharaj’ın… Ben O’yum.. (Akaşa yayınları) tavsiye ederim…

    Mevlana Kuran’ı çoktan aşmıştır… Kuran’ı hatip gibi okuyanlara, yaratana kendi olarak ulaşmaya çalışmayanlara duyurulur… 🙂

    • Ferda Yamanoğlu dedi ki:

      Sevginin ışığı(Mevlana Kuranı çoktan aşmıştır)sözünüz,ne Mevlanayı,nede Kuranı hiç anlamadığınızı kanıtlıyor.Mevlana sadece Kuranı doğru tefsir ediyor.Çünkü kendisi kalp gözü açık bir evliya.Enam suresi 101.Ayette yazan yoktan var olmanın,Yasin suresi 36.Ayetteki zıt çiftler sayesinde gerçekleştiğini anlatır ,Mevlana.Onun dönüşüde boşuna değildir.Atomların,gezegenlerin ve Galaksilerin dönüşü anlatılır.Şefik Can’ın çevirisi olan Cevahiri Mesneviye kitabını okumanızı tavsiye ederim.

sevginin ışığı için bir cevap yazın Cevabı iptal et